Anasayfa » –İMAN CANLIDIR VE FİDAN GİBİ BAKIMA MUHTAÇTIR

–İMAN CANLIDIR VE FİDAN GİBİ BAKIMA MUHTAÇTIR

Yazar: yonetici
0 Yorum 25 Görüntüleyen

İman, hayali bir kavram ve taklidi bir kuram değil, bizzat hakikattir. Kıymetli elmas gibi saklanan cansız bir varlık değil, aynen insan gibi canlıdır. Her insanın hayatını sürdürmesi için havaya, suya ve gıdaya ihtiyaç duyduğu gibi, imanın da ilim ve ibadet gibi ruhi besinlere ve farklı manevi lezzet ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Kalbi marazlar ve günahlar gibi mikroplardan korunmayan ve bağışıklık sistemi kurulmayan iman, bir bebek gibi hastalanacak ve ölümden kurtulamayacaktır.

İman, bize atadan babadan miras kalan, gölgesinden ve fıstık yemişinden yararlanılan yüzlerce yıllık bir çam veya çınar ağacı gibi değil, her an korunup bakılması ve boy atması için her tedbirin alınması gereken bir emanet fidan konumundadır. Maalesef pek çok insanların imanı, sadece plastikten yapılma yılbaşı çamları gibi, cansız bir süs ağacıdır.

Oysa gerçek iman; Allah’ın vahdet ve kudretini İKRAR, O’nun vaadine ve inayetine İTİMAT ve Kur’an’ın hükmüne, Resulüllah’ın sünnetine ve sistemine İNKİYAT (kayıtsız, şartsız İslam’a teslim olmak)la olgunlaşır. Avrupa’yı barınak, Amerika’yı sığınak tutanların, Yahudi ve Hristiyanlara uşaklığı gözü açıklık sayanların, imanları kuru bir zan ve kof bir oyalanmadır.

İslam; aklı kirleten ve vicdanı körelten şahsi günahları, kanunlarla yasaklayıcı ve cezalandırıcı tedbirler almamış, bunları uhrevi sorumluluk olarak ahirete bırakmış; ancak toplum huzurunu ve kamu hukukunu ilgilendiren konularda sınırlama ve yasaklama getirip uygun cezalarla caydırmayı amaçlamıştır. Fıkhın konularının başında, “helal”, “haram”, “emir” ve “nehiy/yasak” gelir ve bunların her biri diğerinden hüküm olarak farklıdır.

“HELAL VE HARAM” dini öğretim ve vicdani disiplin çerçevesindedir, özel hukuku ilgilendirir, şahsi tercih ve terbiye meselesidir, tarikatların ve tasavvufi eğitim sahasına girmektedir. Dinimizde helal ve haramlardan dolayı dünyevi yaptırım öngörülmemiştir. Kişiler bunların karşılığında öte dünyada hesap vereceğine, ceza veya mükâfat göreceğine inanıp, ona göre hareket edecektir. Kişi helalleri tercih edip haramlardan kaçınarak hem vicdani mutluluğu ve dinginliği yakalar, hem de toplumla uyumlu birey hâline gelir. Tarikatlar, tekkeler, rehabilitasyon ve meditasyon merkezleri, sanat ve sosyal amaçlı dernekler ve benzeri kuruluşlar; fertleri daha iyi, daha bilinçli ve verimli insan yapmak, daha güzel davranışlar kazandırmak için uğraşırlar. Her birinin kendisine özgü metodu vardır. Tarikat, kelime manası olarak “tek şeritli yol” demektir. Helal ve haramların anlatılması, kişilerin eğitilmesi, yetiştirilmesi ve geliştirilmesi tamamen dini ve ahlâki kuruluşlarca, serbest ortamda ve hayırda yarış anlayışıyla yapılır. Bunları yapan kuruluşlara bütçelerden üyeleri oranında pay ayrılır. Genel hukuka ve ahlâka aykırı olmadıkça her kurum kendi usulü ile üyelerini eğitip, yetiştirmeye çalışır. Sonunda hangi grubun üyeleri daha az suç işlemişse o grup daha başarılı olmuş sayılır.

“EMİR VE NEHİY/YASAK” ise kamu düzenini ilgilendirir ve şeriatın (hukukun) konusu içindedir. Emirlerden ve yasaklardan dolayı kişiler menfaat veya zarar görecektir. Bu zararlı fiillerin karşılıkları yasalarla düzenlenir. Şeriat, çok şeritli yol demektir. Gidiş yönü aynı olarak birden çok şerit seçeneği vardır. Buna bugün “çok hukukluluk veya çoğulculuk” denmektedir. İnsanlar çok farklı yaratılışta olduklarından, herkesin kendi dinine ve düşüncesine uygun bir çevrede yaşayabilmesi için “kamu hukuku” en küçük siyasi birim olan “BUCAKLARDA-NAHİYELERDE” çevresel ve yöresel geleneklere ve özel gereksinimlere uygun düzenlenip disiplinize edilebilir.

Konunun anlaşılması ve güncel olması bakımından içki konusunu örnek alalım: İçki içmek haramdır ve günahtır. Yalnız Müslüman değil, içen ve alışkanlık haline getiren herkes için zararlıdır. Bu nedenle içkinin reklam edilip özendirilmesi elbette yanlış ve sakıncalıdır ve devlet gerekli tedbirleri almalıdır. Ancak içki kullananı değil, sarhoş olup kamu düzenini bozanı engelleyici kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. Çünkü; kişinin “günah işleme serbestliği” imtihan sırrının ve doğal hayatın gereğidir. Kişi günah işleyemez hâle getirilemez. Günahı işleyip işlememek tamamen kendi tercihine ve vicdani kanaatine bırakılmıştır. Ancak sarhoş olmak ve kendisini kontrol edemez durumda toplum içine karışmak ise “yasaktır”. Çünkü sarhoş olmak, insanın ayılıncaya kadar (Kur’an bunu “ne dediğinizi bilecek kadar” diye tarif etmektedir) toplumsal faaliyetlerdeki ehliyetini kısıtlar. Sarhoş insan topluluğa karışamaz, karışırsa hukuki cezayı mültezimdir. İçki içene ceza verilemez, ama sarhoş olup topluluğun içine karışana ceza verilir. Böyle kişilerin fiillerinde ve sözlerinde güven ve denge yitirilecektir, zira alkolün etkisiyle sarhoş vaziyettedir. Ayılıncaya kadar ekonomik ve sosyal faaliyet yapmasına müsaade edilemez, çünkü dönüşü olmayan zararlara yol açabilir. Bu sebeple şeriata göre içkinin içilmesi ahlâki ve vicdani eğitim çerçevesindedir; ancak sarhoşlukla ilgili cezai müeyyideler getirilebilir.





MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi