Anasayfa » İÇTİHAT KARŞITI DİYOBENDİ DÜŞÜNCESİ VE AFGANİSTAN’IN PERİŞAN HALİ

İÇTİHAT KARŞITI DİYOBENDİ DÜŞÜNCESİ VE AFGANİSTAN’IN PERİŞAN HALİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 178 Görüntüleyen

Diyobendilik ve Dârü’l-ulûm; İslam dünyasında özellikle dini ilimlerin öğretildiği, şartlara ve ihtiyaçlara uygun, Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı yeni kurum ve kuralların belirleneceği İÇTİHAD’ın kabul edilmediği bazı eğitim ve öğretim merkezlerinin ortak adıdır.

Bunların ilki, 1693’te Batı Hindistan’da Haydarabat yakınlarında Leknev’de kurulan Dârü’l-ulûm-i Firengi Mahal olmaktadır. Kurucusu Molla Nizameddin’in hazırladığı müfredat programı daha sonra Hindistan’da açılan birçok medresede uygulanmış ve “Ders-i Nizami” diye şöhret bulmuştur. Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olmasıyla birlikte İslam eğitim sisteminin yerini, giderek Batı eğitim sistemi ve müfredat programlarının almaya başlaması sonucunda Müslümanlar İslami kimliklerini ve kültürlerini korumak amacıyla bazı alternatifler düşünmek zorunda kaldılar. Hindistan uleması bu maksatla sadece İslami ilimlerin okutulacağı medrese veya “dârü’l-ulûm” adı verilen eğitim müesseseleri kurmayı kararlaştırdı ve 1866’da Diyobend’de bir dârü’l-ulûm öğretime açıldı. Öğretim kurumlarının İslami veya laik eğitim sistemi uygulayan iki ayrı müessese şeklinde faaliyet göstermesinin, farklı inanç ve düşüncelere sahip nesillerin yetişmesi ve ayrı kamplar oluşması gibi bazı menfi neticelerinin görülmesi üzerine, hem dini hem modern ilimlerin okutulacağı bir dârü’l-ulûm Nedvetü’l-ulema tarafından 1898’de Leknev’de kuruldu. Daha sonra Bopal’de de bir dârü’l-ulûm açıldı (1948). Hindistan’da ve öğretmen yetiştirmek amacıyla Mısır’da kurulan dârü’l-ulûmlardan başka, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde de özellikle Diyobend Dârü’l-ulûm’u örnek alınarak 1971-1987 yılları arasında Newcastle, Azaadville, Johannesburg, Chatsworth, Pietersburg ve Cape Town şehirlerinde birer dârü’l-ulûm açılmıştır.

Diyobend Dârü’l-ulûm’unun kurulması:

Hindistan’da 1857 yılında meydana gelen Sipahi Ayaklanması’ndan sonra Müslümanlar İngiliz-Hindistan yönetiminin baskı ve sindirme politikasına maruz kalmışlardı. Varlıklarını sürdürme çabası içinde bulunan Müslümanların sistemli bir şekilde içe dönük faaliyetlere ve eğitim çalışmalarına ağırlık vermeleri gerektiğine inanan bir grup ulema, önceleri küçük bir camide (Çatta Camii) çalışmalara başlamışlardı. Daha sonra Muhammed Kasım Nanevtevi ve Reşid Ahmed Gengühi tarafından Dârü’l-ulûm-i Diyobend kuruldu (30 Mayıs 1866). Bu medresenin Diyobend’de (Deoband) açılmasının ulemanın gördüğü bir rüyaya dayandığı konuşulmaktaydı. Zira Diyobend o tarihte küçük bir kasaba idi; dârü’l-ulûm’un faaliyete başlamasıyla kasabanın önemi birdenbire artmaya başladı. Esasta geleneksel eğitim sistemini benimseyen Diyobend, Dârü’l-ulûm’u, Hindistan’da o zamana kadar geçerli olan üç değişik dini eğitim geleneğini (Delhi, Leknev, Haydarabad) birleştirmeye ve bir denge kurmaya çalışmıştır. Bu üç merkezden Delhi tefsir-hadis, Leknev fıkıh, Haydarabad ise kelam-felsefe ilimlerine ağırlık verirken, Diyobend Dârü’l-ulûm’u bu ilimleri bir sistem içerisinde bir arada öğretmeye çalışmıştır. Bununla birlikte Diyobendiler Delhi geleneğinden, özellikle de Şah Veliyyullah ed-Dihlevi ve Seyyid Ahmed Şehid’den daha çok etkilendiği anlaşılmaktadır.

Diyobendiler kendilerini Ehl-i Sünnet esasları üzerine eğitim ve öğretim yapan bir kurum olarak tanımlamıştır. Gerçekten de Diyobendi medreselerde bu çerçevede ciddi bir Hanefi fıkhı öğretimi yapılmıştır. Değişik din ve inanışların bir arada bulunduğu Hindistan şartlarında Diyobend ulemasının üzerinde özellikle durduğu husus, İslam’ın, bütün yabancı unsurlardan arındırılması çabasıdır. Bundan dolayı âlimler, itikadi sapmalar ve muamelattaki birtakım gayri-İslami ayrıntı ve uygulamalarla; Hinduizm’den kaynaklanan hurafe, gelenek ve bâtıl inançlara şiddetle karşı çıkmışlar, ideal olarak en saf şekliyle, İslam’ın ilk 9 asırlık uygulamalarını savunmuşlardır. Diyobendi anlayışında değişen ve gelişen zamana, şartlara, ihtiyaçlara ve bunlara bağlı içtihatlara pek önem verilmemiş ve İslamiyet, asli kaynaklarında verilen Sahabe ve Tabiin dönemlerinde tatbik edilen esaslar ve uygulamalar üzerine kurulu bir hayat tarzı olarak ortaya konulmaya uğraşılmıştır.

Bu katı disiplin anlayışı, Dinimizi yozlaştırıp aslından uzaklaştırmaya ve birtakım Batılı ve bâtıl düşünceleri İslam’a sokmaya yönelik şeytani girişimleri önleme çabası olarak bazı dönemler ve kesimler için uygun olsa da, her çağın sorunlarına çözüm esasları içeren İslam’ın, böyle dar kalıplara sıkıştırılması, tamamen şekilci, taklitçi, tüm yeniliklere ve orijinal proje ve düşünceleri peşinen reddedici… Hatta daha ileri gidip bunları tekfir edici yanlış bir yaklaşıma yol açtığı için tehlikeli sorunları ve sıkıntıları da özünde barındırmaktadır.

Dârü’l-ulûm’da tedrisat genellikle Urdu dilinde yapılmaktadır ve müfredat genellikle 18. yüzyılda Molla Nizameddin tarafından tertip edilen “Ders-i Nizami” usulüne bağlı olarak uygulanmaktadır. Bu usulde ağırlıklı olarak şer’i ilimler arasında hadis, tefsir ve fıkıh üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Dârü’l-ulûm’da ilk zamanlarda felsefe ve mantık gibi ilimler de okutulurken 1880’den sonra bunlar müfredattan çıkarılmıştır. Eğitim ve öğretim başlangıçta on yıl olarak planlanmışken daha sonra bu süre altı yıla indirilmiş durumdadır. Dârü’l-ulûm’da dikkati çeken bir başka husus da, burada ders veren hocaların birçoğunun aynı zamanda tasavvuf erbabı ve tarikat mensubu olmalarıdır. Özellikle Nakşibendiliğin etkin olduğu müessesede hocalarla talebeler arasında çok defa şeyh-mürid ilişkisi göze çarpmaktadır.

Şah Veliyyullah Dehlevi (1703-1762) Güney Asya’da bir imparatorluk kuran Moğollar döneminde Phulat (veya Muzaffarnagar) şehrinde doğmuş olup, Rahimiye Medresesi kurucusu ve Delhi’deki meşhur din âlimi Şah Abdurrahim’in oğludur ve ilk eğitimini babasından almıştır. Kendisi Diyobendi hareketinin ruhani ve fikri öncülerinden sayılır. 19’uncu yüzyıldaki İngiliz sömürge yönetiminin baskı ve yönlendirmesi sonucunda putperest Hindular, mevcut ortama hemen uyum sağlamışlardır. Bu durumda tek başına kalan Müslümanlar ise, yol ayrımında tercih yapmak zorundaydılar: Ya İngilizlerin dayattığı kendi dil, kültür ve yaşam tarzına ayak uyduracak ya da itiraz ve isyana kalkışacaklardı. İtiraz yolu tercih edildi. Ancak burada da iki farklı fikir gelişti:

1- İslami uyanışı esas alan bu amaçla verilecek dini eğitimin niteliği ne olacaktı?

2- Müfredatı uygulayacak Aligarh ve Diyobend medreselerinin dünya görüşü neyi esas alacaktı?

 

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi