Anasayfa » ERBAKAN HOCAMIZIN MEKKE FETHİ YORUMLARI VE UYARILARI

ERBAKAN HOCAMIZIN MEKKE FETHİ YORUMLARI VE UYARILARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 135 Görüntüleyen

ERBAKAN HOCAMIZIN MEKKE FETHİ

YORUMLARI VE UYARILARI [1]

        

Rüyamda: Aziz Erbakan Hocamızla birlikte Medine’de bulunmaktayız. Mekke'nin Fethi kutlamaları için oradaymışız. Erbakan Hocamız Mekke'nin Fethi’nin sebeplerini, ön hazırlıklarını, planlarını, kuşatma anını ve İslam ordusunun muazzam galibiyetini anlatacak ve fethin dersini yapacaklarmış. Erbakan Hocamız çok heyecanlılar ve yerlerinde duramıyorlar. Sanki o saadet dolu günlere gitmişiz de az sonra fetih hazırlıkları başlayacakmış ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, iki göz kerpiç evlerinden çıkacaklar ve bize selam verivereceklermiş gibi bir maneviyat varmış havada… Aziz Erbakan Hocamız: “Mekke şehirlerin anası, vahyin ilk merkezidir. Efendimiz 11 Ocak’ta, bir Ramazan ayının 20’nci günü Mekke’ye fetih için girmişlerdir. Ammaa nasıl bir fetih, nasıl muazzam bir güç gösterisi… Evvelinde ve sonrasında görülmeyecek bir fetih! Bu kutlu beldenin fethi sıradan bir olay değildir. Öncesi ve sonrasında yaşananlar, aradan yıllar, hatta asırlar bile geçse sonradan gelenler açısından çok önemlidir. Ecdadımız bütün fetih hareketlerinde, Mekke’nin Fethi’ni, fethin öncesindeki, fetih esnasındaki ve fethin sonrasındaki kodları esas almışlardır. Buna en güzel örneklerden biri de İstanbul’un Fethi’dir! ‘Daha yakın dönemden örnek verir misiniz Hocam?’ dersen, 74 Kıbrıs Çıkarması’dır. Plan, program, hazırlık vesaire her aşamasında Mekke’nin Fethi örnek ve esas alınmıştır.

Öncelikle, bir defa belirtmeliyim ki; bir şehri, bir beldeyi fethetmek kolaydır. Zor olan ve yapılması gereken şey, Fetih sırasında ve sonrasında gönüllerin fethedilmesidir. Ancak bu şekilde büyük kurtuluşlardan ve başarılardan bahsedilebilir. Hudeybiye Antlaşması’nın Mekkeliler tarafından bozulması üzerine, Ebu Süfyan'ı Müslümanların bu anlaşmanın bozulması ile alâkalı tutumlarını gözlemlemesi ve bozulan durumu düzeltmesi için Medine’ye gönderdiler. Ebu Süfyan, anlaşmayı kendi tarafları bozduğu için yeni bir anlaşma yapmak, Efendimizi (SAV) yumuşatmak ve herhangi bir savaş kararı var ise bu karardan vazgeçirmek; vazgeçiremiyorsa geri gelip Kureyşlilere bunu haber etmek üzere görevlendirilmişti. Fakat bu kez Efendimiz herhangi bir sulh veya anlaşmanın artık Mekke’nin alınıp, Allah'ın izniyle İslam'ın büyük fethine veya bu fethin geciktirilmesine sebep olmasına izin vermeyecekti. Allah’ın Resulünün talimatları üzerine, Medine'de örgütlenen ve devlet haline gelen inananlar; birlik, beraberlik, kardeşlik, sarsılmaz iman ve fiziki olarak da yenilemeyecek bir güce sahip olduklarını Ebu Süfyan’ın gözüne gözüne sokmuşlar; kalbinin büyük bir korku ve endişe ile dolmasına sebep olmuşlardı. Böyle bir ortamda Ebu Süfyan Âlemlerin Efendisinin huzurlarına gelerek: ‘Şimdi Muhammed'in (SAV) Mekke eşrafından istediği nedir? Dilersen yeni bir anlaşma ile elimizi-kolumuzu bağlayabilir, bütün malımızı-mülkümüzü elimizden alabilir, Sana ve arkadaşlarına işkence ile hayatı dar eden bu halkı kılıçtan geçirebilirsin!’ demiş, fakat Efendimiz tüm cihanı aydınlatan mütebessim yüzleri ile bir nevi; ‘Gör bak Allah'ın ordusu neler yapacak! Gör bak bir damla kanınız akıtılmadan nasıl varlığınıza son verilecek! Gör bak Allah'ın Azamet ve eksilmez gücü sizi ve tüm dünyayı nasıl kuşatacak! Gör bak neler olacak, gör bak nasıl olacak!’ buyurmuşlardı…

Sonuç olarak; elbette Ebu Süfyan, Efendimizi konu ile ilgili ikna edemeden Mekke'ye geri döndü. Hemen müşrikler Ebu Süfyan'ın etrafını çevirdiler. ‘Medine'de durumun ne olduğunu ve Müslümanların hangi seviyede olduklarını’ sordular. Ebu Süfyan: ‘Müslümanlar tek bir kişi gibi olmuşlar, kalpleri bir olmuş; aynı şeyi düşünen, aynı şeye üzülen, aynı merkezden beslenen böyle bir topluluğu daha evvel hiç görmedim. Sizler en ufak bir kavgada birbirinizin boğazına bıçak dayayıp canınızın derdine düşerken, onlar birbirlerinin gözyaşı için tüm dünyayı kuşatacak ve kurtaracak kardeşliğe ve muhabbete sahip olmuşlar. Eğer anlaşmayı bozduğumuz için üzerimize gelecek olurlarsa, net bir şekilde ifade ediyorum ki, en ufak bir şansımız dahi yoktur. Zira ben hangi Müslümanla karşılaştıysam, gözlerinde hepimizi yakacak bir ışık gördüm!’ diye cevap vermişti. Artık tüm müşriklerin kalbini kuvvetli bir korku sarmıştı. Onlara göre akla hayale gelmeyecek işkence ve eziyetlerle hicret etmeye mecbur bıraktıkları Müslümanların; daha güçlü, daha kalabalık ve daha azimli bir şekilde geri gelip kendilerinden intikam almaları kaçınılmazdı ve zaten bunu da hak etmişlerdi. Fakat Efendimiz, Mekke müşriklerinden intikam almaktan ziyade, Mekke’nin Fethi’ne niyetlenmeden önce hem önderi olduğu Medine halkının, hem de can kardeşi olarak gördükleri Mekke’den gelen inananların birlik, beraberlik ve kaynaşmalarını sağlayıp gönüllerin bir olmasını tesis etmeyi niyet etmiş ve bunu da başarmıştı. O halde gelelim konumuzaa; Efendimizin Mekke’nin Fethi’ni başlıklar halinde bir ele alalım bakalıım:

1- Mahremiyet ve gizlilik kuralı…

2- Maddi ve manevi hazırlık, yani gerekli ve yeterli tedbir kuralı…

3- Kutlu gaye, olumlu ve sorumlu gayret ve şuurlu özveri kuralı…

Demek ki, bir işte, bir faaliyette başarı elde etmek istiyorsak, evvela çalışmalarımızı yalnızca o çalışmayı birlikte yapacağımız kişilerle, yani sadece o konuyu bilmesinin fayda sağlayacağı kişilerle paylaşacak, yalnızca bu isimlerle plan-program yapılacak, bu isimlerin dışında hiç kimse, en son aşamaya veya onların dâhil olacakları noktaya kadar bu çalışmayı bilmeyecekler. Ne zaman ki bilmeleri ve çalışmaya dâhil olmaları gerekiyor, ancak o zaman haberdar edilecekler. Zaten lüzumundan fazla şey bilmesi insana eziyettir!

Şimdi üstün teknolojik silah ve programlarımızı, niçin kimsenin bilmediğini, vakti geldikçe açıkladığımız basit birkaç ürünün dışında, hâlâ birçoğunun niçin gizlendiğini ve bunların ancak en yetkili kişilerin elinde ve Feth-i Mübin için kullanılacağını anladınız mı?

Birinci madde; gizlilik dedik. Efendimiz iftar edip akşam namazını kıldırdıktan sonra: ‘Ey ashabım, yarın büyük bir sefere çıkacağız, onun hazırlıklarını yapınız!’ buyurdular. Sahabelerden hiçbirisi: ‘Ya Resulüllah, nereye gidiyoruz, niçin gidiyoruz, nasıl gidiyoruz, ne kadar sürecek, yanımıza neler alacağız?’ diye soramamıştır. Çünkü teşkilat metodu budur. Lidere asla ‘ne, niçin, nasıl, ne zaman?’ soruları sorulmaz, sorulamaz! Herkes derhal büyük bir heyecanla evine koşmuş, hazırlıklara başlamışlar. Buradan anlıyoruz ki; Efendimiz tüm fetih planını yapmışlar, program halinde hazırlamışlar, getirmişler ve uygulamaya koymuşlaar ve bunu plan aşamasında hiç kimse ile paylaşmamışlardı. Demek ki fetih organizesi Allah ile Efendimiz arasında planlanmış ve programlanmıştır. Hz. Ebubekir Efendimiz, Hz. Aişe Annemizin yanına giderek: ‘Ey kızım, Efendimiz bize ‘Sefere hazırlanın’ buyurdular, ama nereye gideceğimizi söylemediler. Sen babana nereye gidileceğini söylesen de babacığın ona göre yanına malzeme alıp hazırlık yapsa!’ dedi. Aişe Annemiz: ‘Vallahi eğer Allah'ın Resulü nereye gidileceğini söylememesi, bunun gizli kalması içindir!’ dedi. Bunun üzerine babası kızını alnından öperek, en doğru cevabı verdiğini söylemişti. Elbette bize buradan da alınacak dersler vardı. Diyoruz ya; Mekke'nin Fethi’nde her aşaması, her maddesi ile alacağımız sayısız ders vardır. Efendimiz en yakını ile dahi (Hz. Ebu Bekir Efendimizle) bu fetih sürecini ve planlarını paylaşmamışlardı. Hatta belki bu konuda mübarek eşlerinin dahi bilgisi yoktu. Belki de mübarek eşleri birtakım çalışma ve plandan haberdardı, ama bunu babası ile dahi paylaşmamıştı!.. Bunun sebebi neydi? Bir casusun Mekke’ye haber göndermesi ve Kureyşlilerin yapılacak fetih kuşatması için hazırlık yapması; Fethe mani olması ve karşılık verilmesiydi. Efendimiz sonuçta başarının net olması için bu çalışma planlarını gizli tutmuşlardı!

İkincisi; maddi-manevi hazırlıktır. Elbette tüm bu çalışmaları ortaya koyarken yalnızca kalbinizin ve beyninizin değil, elinizin yani cebinizin de rahat olması, çalışmalarınızı yaparken maddi sıkıntılara ve engellere takılıp kalınmaması gerekir. Bunun için de kişisel harcamalarınızı akıllıca ve Allah'a hesabını verebileceğiniz tarzda yapmalı ve Hakk davaya muhakkak bütçe ayırmalısınız! Maddi hazırlığı anladık, manevi olarak da hazırlanmalı, kendinizi Kur’an-ı Kerim’e ve Meal-i Kerim’e vermeli, okumalı, anlamalı, yaşamaya gayret etmelisiniz. Gizlilik, maddi ve manevi hazırlık başarı ve fetih için yeter mi? Yetmeez!..

Üçüncü madde, yani gayret ve özveri… Gücünüzün sonuna kadar gayret etmek gerekmektedir. Unutmayınız ki; sizler Allah'ın katında gayretiniz kadar değerlisiniz. Bakın, gayret diyorum! Yalandan iki sohbete katılmaktan bahsetmiyorum. Samimi gayretten bahsediyorum. Dava noktasında nerede, hangi hizmet, hangi görev, hangi iş verilmişse onu yapmak, oraya koşmaktan bahsediyorum. Koşulan işi ve hizmeti de en güzel şekilde yaparak Allah'ı memnun etmekten bahsediyorum. ‘İyi de Hocam, şimdi bizim hizmetimiz ne olabilir? Haftalık sohbetin dışında yapacağımız hiçbir şey yok ki!’ Öyle mi? Demek yapacağınız, gayret edeceğiniz hiçbir şey yok! Meal-i Kerim'i günlük okuyor musunuz? Siteye girilen makaleleri, şiirleri, gruplarda verilen rüyaları günü gününe okuyor musunuz? Elinize bir kâğıt kalem alıp, her maddeyi not edip, eksiklerinizi kırmızı, yapmaya gayret gösterdiklerinizi yeşil ile işaretliyor musunuz? ‘Yok Hocam’ haa! Bir de gözünüzü devirip üzgün havası veriyorsunuz hatta! Peki, siz kendinizi nasıl yetiştireceksiniz? Siz kendinizi nasıl geliştireceksiniz?

Mekke'nin Fethi dedik, daha evvelki AGD programına katılıp da yaptığımız Mekke'nin Fethi konulu yirmi dakikalık bir konuşmamız var, onu hiç izlediniz mi?” buyurdular. Ben: ‘Evet Aziz Hocam, hem de birkaç defa izledim. En son dün akşam izledim. Hatta oğluma, konuşmada bahsettiğiniz John Davenport’un İZZÜ SACİDE isimli kitabını netten bulup istemesini söyledim, ama bulamadı!’ dedim. Erbakan Hocamız: “Bak, bu söylediğin, senin bu konuşmayı tam dinlemediğini gösterir. Dinlemek nasıl olmalı? ‘Bulaşık yıkarken, evi toplarken, çamaşırı sererken, araç kullanırken, gece yatıp da uyku beklerken açtım, Erbakan Hocam konuştular ben izledim, Hocam konuştular ben dinledim!’ Yook, öyle dinleme olmaz. Sen Bizi geçiştirmişsin! Ya nasıl olacak? Evin sakinleştiği bir vakit seçeceksin. Bu sizin evinizde sabah erken saatlerde mi oluyor, gece geç saatlerde mi? Ona sen karar vereceksin. Eline bir kâğıt kalem alacaksın, kulaklığı takacaksın, konuşmayı açacaksın. Durdurup durdurup her cümleyi yazacak, not alacaksın. Sen böyle dinledin mi hiç? Hayır! Eğer bu şekilde, yani gerçekten dinleseydin, eski İngiliz Lordu John Davenport’un İzzü Sacide ismiyle Arapçaya tercüme edilmiş kitabının Türkçeye çevrilmiş halinin olmadığını söylediğimizi duyardın. Ne yapalım, zararın neresinden dönerseniz kârdır! Demek istiyorum ki; öyle basit değil bu işler. Bu işleri, hizmetleri yaparken şuurla, milli ve manevi değerlere sahip olarak bu hizmetlere koşmak gerekmektedir.

Bunu neyle anlatabiliriz? Her zaman yaptığımız “füze ve açı benzetmesiyle” anlatabiliriz. İki tane füze alın, bu iki füzeyi ateşleyin. Bir de bakıyorsunuz ki, aynı anda ve aynı yerde ateşlendiği halde füzelerden biri Ay’a giderken diğeri Merih’e gidiyoor. Baktığınız zaman bunlar birbirleriyle aynı gibidir. Ne oluyor da biri Ay’a giderken diğeri Merih’e gidiyor? İncelediğimiz zaman görüyoruz ki; meğer bunlar rampaya yerleştirildikleri zaman birisi tam 90 derece açıyla dururken, diğerinin açısı yarım derece kaymış! ‘İyi de, bu yarım derece kaymadan da bir şey olur mu?’ Oluur!.. Bu yarım derecelik açı farkı, hava şartlarından dolayı uzaya doğru yol aldığı zaman yavaş yavaş kayıyor ve hedef şaşıyor. Ne demek istiyoruz? İnanç tecezzi kabul etmez! İnancın dosdoğru inanç olması lazımdır. Yanlış açı, çok acı ve alçaltıcı sonuçlara yol açacaktır!.. İman, çelişki kabul etmez!.. Bu sebeple yalan-yanlış insanlarla, davalarını dünyalarına basamak yapan kafalarla hareket edecek olursanız, milletimizin istediği, özlediği evlatlar, insanlar; ecdadımıza, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselama layık evlatlar olamazsınız! Ya ne olacak? İnancınız tam, net ve sapasağlam olacak. Bakış ve çıkış açılarınız düzgün olacak. Şayet ufak bir açı farkını önemsemezseniz, fakat uzaya açıldığı zaman az önce de dediğimiz gibi sizi Ay’a götüreceğine Merih’e götürüür! O halde inançlarınızda açı hatası olmaması gerekmektedir. Hepinizin gerçek manada Milli Çözüm görüşüne sahip olması gerekmektedir. Bu görüşü benimsemek, yerleştirmek için yapılan çalışmalar, okunan makaleler, şiirler, yazılan yorumlaar, vallahi kişinin alnını hiç kaldırmadan bir ömür secde etmesinden, hiç ara vermeden bir ömür oruç tutmasından çok daha önemli ve çok daha kıymetlidir!..

Mekke'nin Fethi tarihin en mühim olaylarından birisidir diye hatırlattık… Fethin hazırlığından yapılışına ve sonuçlarına kadar alınacak sonsuz dersler vardır. Bunu kutlamak, bunu anlamak başlı başına bir ders, başlı başına bir olaydır. Bu sebepten dolayıdır ki, faaliyetler arasında (sağlığımız boyunca) her yıl Mekke'nin Fethi’ne özel ve önemli bir yer ayırdık; bunu Türkiye'nin, yetmez tüm dünyanın gündeminde tutmak, her yerde bu haklı zaferi kutlamak, akıllara kazımak, ilgi ve merak uyandırmak için çabaladık. Çünkü Mekke'nin Fethi’nde, almamız gereken çok önemli ve hayati dersler vardır.

Evet, Mekke'nin Fethi’nin özelliği nedir? Kumandanı bizzat Allah'ın Sevgilisidir! Askerleri ise Ashab-ı Kiram Efendilerimizdir… Bu mükemmel Kumandan ve Efendimizin gökteki yıldızlara benzettiği kutlu askerler, tüm dünyaya saadet nizamını getirmiş ve İslam fevc fevc tüm dünyaya yayılmıştır. Bu muhteşem ordu ne yapmış? Kararlılıkla ve umutla çıkıp gelmiş, hiç kılıç kullanmadan, kan dökmeden Mekke'yi fethetmişlerdir… Kılıç kullanmadan, ok kullanmadan (karşı koyan 7 kişi hariç) kan dökmeden, bir tane evi yıkmadan, bir adet ağacı kesmeden Mekke'ye girmiş ve fethetmiş oldular. Mekke’nin Fethi’nde sayısız dersler vardır dedik… Bu dersleri kendine rehber alan, faaliyetlerine bu derslerle yön veren kuruluşlardan birisi de işte Kahraman Ordumuzdur! Kendilerini ‘Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’ yani ‘Muhammedin Yardımcı Kuvvetleri’ unvanıyla tanıtan, birbirinden kahraman binlerce Mehmetçikle dolu olan ordumuzun en son girdiği ve halkını zulümden kurtardığı Suriye Afrin şehrinin, TSK girdikten sonra yayınlanan fotoğraflarına bir bakın!.. Şehir hâlâ yemyeşildir. Bir tane ağaç kesilmemiş, yakılıp yıkılmamıştır. Binalar yıkılmamıştır; dimdik yerindedir. Yerleşim alanlarına zarar verilmemiştir. Tabiata zarar verilmemiştir. Dereler çağlamaya devam etmektedir. Bu yüzden insanlar Mehmetçiği; saygı, hürmet ve muhabbetle karşılamışlardır; çünkü bir tane bile sivile zarar verilmemiştir.

Efendimiz akşam namazında Ashabına: “Sefere çıkacağız hazırlanın!” emrini verdikten sonra, sabah namazını kılıp büyük bir ordu şeklinde yola çıktılar. Tekbirlerle, ayetlerle, hadislerle başladı yolculuk… Efendimiz; bu kutlu seferlerine karşılık müşriklerin savaş hazırlığı yapmalarından veya bir sulh yolu ile fethin geciktirilmesine çabalamalarından endişe ederek tüm Medine yollarını tutuvermiş, Mekke'ye hiçbir haber ve casusun gitmesine imkân vermemiş ve mübarek ellerini açıp şöyle dua etmiştir: “Ya Rabbi, yurtlarına ansızın varıncaya kadar, Kureyş’in casus ve habercilerini tut. Onları görmez, duymaz, anlamaz kıl. Kureyşlilerin gözlerini ve basiretlerini bağla ki, bizi birdenbire karşılarında bulsunlar. Sulh-anlaşma yoluna giremesinler ki, artık fetih gerçekleşsin. Toprak, vatan ve Kâbe hasretimiz dinsin!” Şimdi Habibi dua eder, Rabbinden ister de, Rabbi o isteği geri çevirir mi? Elbette geri çevirmemiş.

Sefer esnasında dinlenmek için mübarek başlarını bir taşa dayayıp uyuyakaldıkları bir anda, rüyalarında saçları kıvır kıvır yapılmış casus bir kadının saçlarının kıvrımları arasında Kureyşlilere, İslam ordusunun kuşatma için yola çıktığını haber eden bir not taşıdığını görür. Hemen uyanır ve Hz. Ali Efendimizle birlikte üç sahabeye emir verir. Notu Peygamberimizin sevdiği insanlardan birisi olan Hâtıb bin Ebu Beltea göndermiştir. Mekkelilere, Efendimizin harekâtını deşifre eden bir nottur bu. Bu notu gizli bir şekilde götürsün diye görevlendirilen kadın da Ümmü Sare isimli oyuncu bir kadındır. Bu mektuptan hiç kimsenin haberi yoktur. Zaten Ümmü Sare de yola çıkmış ve ‘Hah Bostanı’ denilen yere kadar gelmiştir. Rabbimiz, rüya yolu ile bu gelişmeyi Efendimize haber verir. Efendimiz hemen Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdad’ı (RA) çağırıp onlara görev verdi. Şöyle buyurdu: “Hah Bostanı yakınlarında bir kadın Mekke’ye doğru gidiyor. Bu kadının üzerinde gizli bir mektup var. Bu mektubu alıp bana getirin, kadını serbest bırakın!” Üç sahabe hızlı bir şekilde hareket ederek, bahsedilen bölgeye ulaştılar. Efendimizin tanımladığı yerdeki kadını buldular. Kadından mektubu istediler. Ancak kadın böyle bir mektubun olmadığına dair yemin ediyor, ‘haberim yok’ diyordu. Hz. Zübeyr ve Mikdad bir an için kadına güvenip, ‘demek ki yanılmışız, geri dönelim’ dediler fakat Hz. Ali şiddetle tepki gösterdi ve kadına şöyle dedi: “Biz yalan söylemeyiz, Allah’ın Resulü hiç söylemez. Peygamberimiz bizi buraya boşuna göndermedi. Ya mektubu çıkarırsın ya da sonucuna katlanır, Medine’ye geri götürülürsün!” Kadın, Hz. Ali’den kurtulamayacağını anlayınca dürülmüş olan mektubu saçlarının arasından çıkardı. Mektubu alan Hz. Ali kadını serbest bıraktı. Zaten bu kadın okuma-yazma bilmiyordu. Mektup Efendimize teslim edildi. Peygamberimiz mektubu açtı, mektupta şöyle deniyordu: “Ey Kureyş cemaati. Vallahi Resulüllah size karşı mühim bir kuvvet ile geliyor. Korkunç bir ordu ile… Sel gibi geliyorlar. Allah’a yemin olsun ki; Resulüllah tek başına gelse dahi, Allah yine de O’nu galip kılardı. Bu ihtişamlı orduya karşı sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Direnmeye, karşı durmaya çalışmayın ki canınız bağışlansın. Artık başınızın çaresine bakınız!”

Mektubun altındaki isim okunduğunda Peygamberimiz ve yanındaki sahabeler derin bir sessizliğe büründüler. Zira bu gizli mektubu Peygamberimizle beraber Bedir’e katılmış ve imanında zerre kadar şüphe olmayan Hâtıb göndermişti. Gizli olan askeri bir harekât, bir anlamda deşifre ediliyordu. Hz. Peygamber (SAV): “Bana Hâtıb’i çağırın” buyurdular. Hâtıb huzura geldi. Hz. Peygamber her zamanki vakur haliyle, ama sitem eder tarzda Hz. Hâtıb’e sordu: “Hâtıb! Nedir bu mektup! Niye yaptın bunu? Seni bu mektubu yazmaya ne zorladı?” Hz. Hâtıb başını önüne eğdi ve kendini şöyle savundu: “Ey Allah’ın Resulü! Vallahi ben mü’minim. İmanımda zerre kadar sarsıntı yoktur. Ancak iman edip Hicret’ten kaçınarak Mekke’de kalan aile fertlerim savunmasız ve kimsesizler. Bu harekâta başladığınızda müşrikler tarafından tümünün kılıçtan geçirileceğinden korktum. Buna engel olmak ve Mekkelilere hoş görünmek için bu mektubu yazdım!” dedi. Hâtıb pişmandı. Özür diliyor, başını kaldırıp Resulüllah’a bakamıyordu. Orada bulunan Hz. Ömer ayağa kalkarak: “Ey Allah’ın Resulü, müsaade buyurun bu münafığın boynunu vurayım” dedi fakat Hz. Peygamber (SAV) kabul etmedi. Hz. Ömer ısrarını sürdürdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Hayır Ömer! Hâtıb Bedir ehlindendir. Belki Allah, Bedir’e katılanların işledikleri bütün günahlarını affederim!’ demiştir.” Hz. Ömer gözlerinden yaşlar boşalarak oturdu. Hz. Hâtıb bu olaydan sonra kendisini bir direğe bağlayıp yemeden-içmeden kesildi. Kendini böyle cezalandırmak istedi. Nihayet bu olay üzerine Mümtehine Suresi’nin ilk ayetleri indi.

Hz. Hâtıb olayı son derece manidardır. Davada yola çıkanların örnek alacakları mesajlarla yüklüdür. En yakınınızdakiler yanlış yapabilirler, savrulabilirler. O esnada yanınızda olanlar sert müdahalede bulunmak isteyebilirler. Ama olayları kontrol edebilen, olaylara hâkim olan gerçek bir lider, öfkeye kapılıp ortalığı dağıtmaz. Arkadaşlarını harcamaz, arkadaşlarını arkadaşlarına harcatmaz. Vakur durur, vefalı hareket eder. Yola çıktıklarını asla terk etmez. Yolda bulduklarını, yola çıktıklarına tercih etmez. Yolu iyi bilir, yolcuları da, en çok da kendini bilir. Bundan dolayı da hep zirvede durur. Hz. Hâtıb (RA) olayı Bizce birçok şifreyi çözen bir anahtar gibidir. Hepimizin ders alacağı ibret dolu bir hadisedir.

Fetih yolculuğu büyük bir azim ve ihtişamla devam etmektedir. Efendimiz Medine'den hareket ettiklerinde, yine Kureyşlileri şaşırtmak için aksi istikametteki müttefik kabileleri ziyaret etmiş, daire biçiminde bir yol takip ederek hedeflerinin ne ve neresi olduğuna dair belirsizliği iyice artırmışlardır. Her uğradıkları kavim: “Bizler de bu kutlu seferde Allah'ın ordusuna katılmak istiyoruz!” diyerek orduya katılmış ve İslam ordusu önüne geçilemez bir kalabalığa ve olgunluğa ulaşmıştır.

Bu büyük yolculuk sürerken ordunun önüne, yavrularının üzerine kapanmış bir anne köpek çıkıverir. Minik yavrular, annelerinden süt emmektedirler. Zavallı anne köpekçiğin yerinden kıpırdayacak hali yoktur. Efendimiz (SAV), köpeğin ezilmesinden endişe duyarlar. Hemen Cuayl b. Suraka adlı sahabeyi yanlarına çağırarak: “Köpeğin önünde dur! Ona ve yavrularına kimse ilişmesin. Bilerek veya bilmeyerek bir zarar verilmesin!” buyururlar. Emir hemen yerine getirildi, ordunun yolu köpeklere zarar vermeyecek bir şekilde yana kaydırıldı. Efendimiz, böylesine büyük bir seferde bile, bu kadarcık bir ayrıntıyı görebiliyor ve hayvanların zarar görmemesine dikkat ediyordu. Kendisindeki merhamet ve şefkat tariflere sığmayacak kadar büyüktü. Efendimizin ümmetine yakışan da, O’nun gösterdiği bu adil ve zarif yoldan gidip, yaşayan her canlıya karşı saygılı, merhametli ve koruyucu olmaktır. Gördüğünüz gibi Fetih yolculuğundan almanız gereken dersler hiç bitmiyor!

Artık Mekke yakınlarına kadar gelinmiş, tüm ashabın içini büyük fethin coşkusu kaplamıştı. O dönem savaş veya kuşatma esnasında her on asker bir ateş yakar, böylece karşı taraf savaşacağı ordunun sayısını az çok bilir, ona göre savunmaya geçer veya teslim olurdu. Fakat Efendimiz (SAV) farklı bir strateji uyguladı ve her askerin bir ateş yakmasını emrettiler. Böylece Kureyş, zaten kalabalık olan İslam ordusunun, kesinlikle karşı koyulamayacak bir sayı ve güçte olduğunu düşünecek, psikolojik bir tesir gösterilecekti. Sabahın ilk ışıklarına kadar korku içinde bekleyen Kureyşliler, Ebu Süfyan’ı Efendimize (SAV), sulh için, hatta teslim olmak, canlarının bağışlanmasını dilemek için gönderdiler. Ebu Süfyan, Efendimizi (SAV) görebilmek için, yine Efendimizin talimatları ile İslam ordusunun en babayiğit komutanlarına tek tek uğrayıp izin aldı. En son nihayet Efendimize ulaştı. Hem çok yorulmuş hem çok korkmuştu. Efendimize: “Artık iyice emin oldum ki, size karşı koymamız mümkün değil. Şimdi bizimle ilgili hükmün nedir?” diye sordu. Fakat Efendimiz, İslam'ın ordusunun Ebu Süfyan’ın iyice beynine yerleşmesini istiyordu. Ebu Süfyan’ı da alarak büyükçe bir kayanın üzerine çıktılar. Talimatları üzere bütün ordu bölük bölük Efendimizi selamlayarak önlerinden geçtiler. Geçen her bölük dağın arkasına varınca kıyafetini, teçhizatını değiştirerek yeniden selamlamaya duruyordu. Ordu, Ebu Süfyan’ın bacaklarına da, kalbine de ağır geldi. Korku içinde yere kapandı ve iman etti. Efendimiz: “Git, seni gönderenlere söyle. Bize karşı koyulmadıkça onlarla savaşmayacağız. Evine sığınan güvendedir. Kâbe’ye sığınan güvendedir. Ebu Süfyan’ın evine sığınan güvendedir!” buyurdular.

Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam ordusuna: ‘Size direnen, kılıç çeken veya okla karşı duran olmadığı müddetçe saldırmayacak, kan dökmeyeceksiniz. Kadınlardan ve çocuklardan size karşı koyup direnmek isteyen olsa bile karşılık vermeyecek, onların zarar görmesine sebep olmayacaksınız!’ buyurdular. Ve İslam ordusu 4 koldan Mekke'ye girdi. Yalnızca Halid Bin Velid komutasındaki kol, direnişle karşılaştı. Direniş bastırıldı, bu arbede esnasında yedi müşrik öldürüldü. Efendimiz ve Ashab-ı Güzin, karşısındakiler kâfir dahi olsa öldürmek için değil; kurtarmak, yaşatmak için çabalıyorlardı. Bu sebepledir ki; bütün Asr-ı Saadet boyunca verilen ölü sayısı yalnızca 450 adettir. Bunların 200 kadarı İslam şehidi, 250 kadarı ise müşriklerdendir.

Efendimiz, Fetih Suresi’ni okuyarak, ordusu arkalarında Mekke’ye girdiler. Tüm Kureyş şaşkınlık ve korku ile kendilerini izliyordu. Efendimiz Mekke'ye girişinde genel af ilan ettiler. Hiç kimseye dokunulmayacağı garantisini verdiler. “Bugün sizler azarlanıp kınanmayacaksınız, gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdular. Ardından gözyaşları ve büyük bir mutluluk içerisinde develerinin üzerinde secde eder vaziyette Mekke'ye girdiler. Ardından putlarla dolu Kâbe’ye yöneldiler, İsra Suresi’nin 81’inci ayetini okuyarak putları birer birer devirdiler. Daha sonra secde edip dua ettiler. Kâbe’yi, Ashabı ile tavaf ettiler.

“De ki: “(Artık) Hakk geldi, bâtıl zail oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur. (Çünkü Hakk gelince bâtıl batacak, Güneş doğunca karanlık kaybolacaktır.)” (İsra Suresi: 81)

Evet, Hz. Peygamber Efendimiz inançla, umutla ve elbette özel plan ve programla yola çıkıp gelmişler, silah kullanmadan Mekke'yi fethetmişlerdi. Bu ne büyük bir olaydır!.. Müslümanların Mekke'de çektikleri zulümleri bir düşünün. Acıları bir düşünün, müşrikler tarafından yapılan her türlü muameleyi bir düşünün. İnsanlık dışı bütün bu muamele yıllarca yapılmış. Hicret etmeye mecbur bırakılmış, fakat arkasından Cenab-ı Allah Mekke'nin Fethi’ni nasip etmiştir. Aman Ya Rabbi, bu ne müthiş bir olaydır, tarihin en parlak sayfasıdır. En eşsiz sayfasıdır. Ve bu fethin hepsini incelediğimiz zaman sonsuz dersler sıralanır. Önce bir defa en büyük ders: Efendimizin muhteşem tevazuudur. Allah’ın Sevgilisine, Peygamberlerin Sultanına yakışan bir davranıştır. Niçin? Mekke teslim olmuş, Efendimiz (SAV) Mekke'ye girerken devesinin üzerinde secdeye kapanmış olarak giriyor. Tarihi inceleyiniz, buna benzer fetihlerde bir sürü basit insan, kahramanlar gibi görülmemiş merasimler düzenlemişlerdir. Efendimiz (SAV) bunların hiçbirine itibar etmemiştir. Çünkü büyüklük Kendisinde, Kendisi büyüklüğün tarifi için yetiyor zaten. Başka suni büyüklük gösterilerine ihtiyacı yok. Devesinin üzerinde secdede Mekke'ye girmiştir. Ne güzel ve ne mükemmel örnektir; hepimize en büyük derstir.

Peki, girdikten sonra ne yapmış? Yıllarca kendisine ve arkadaşlarına zulmeden insanların hepsini affetmiş ve bütün bu insanların hepsine insan hakkı tanımıştır. Böylece insanlığa yol göstermiş, çağ açmış, çığır açmış, en büyük devrimi yapmıştır. Nedir insanlara tanıdığı haklar? Beş tane temel insan hakkı:

1- Bütün insanların yaşama hakkını teminat altına almış, kan dökmemiş, dökülmemesi için özel talimat buyurmuşlardır.

2- Bütün insanların ırz, namus ve nesebinin korunması hakkını teminat altına almıştır.

3- Mülkiyet hakkını teminat altına almıştır. Yani adam çalışmış, çabalamış, kazanmış; onların malına dokunmamıştır. Fırsatçılık ve yağmacılık yaptırmamıştır.

4- Aklın korunmasını teminat altına almıştır. Çünkü akıl, insanın kurtuluşu için en son can simididir. Onun korunmasına İslam son derece büyük bir önem vermiştir. Aklın tahribatını her zaman önlemiş, aklın korunmasına da çok büyük önem vermiştir. Bu nedenle Efendimiz, doğru düşünme ve özgürce karar verme ortamını hazırlamıştır.

5- İnandığı gibi yaşamak, huzur içinde ibadetlerini yapma hürriyetini sağlamıştır. Bu beşinci insan hakkının ayrılmaz 4 tane unsuru vardır. ‘Bir yerde inanç hakkı vardır’ denmesi için, o yerde insanların rahatlıkla ‘ben böyle inanıyorum’ diyebilmeleri lazımdır. Buna inanç hakkının ifade hürriyeti diyoruz.

A- İnanç hakkını ifade etme hürriyeti.

B- İnancını, isteyen insanlara öğretebilme hakkı. Buna öğretim hürriyeti diyoruz.

C- Aynı şekilde inanan insanların bir araya gelerek örgüt halinde inançları yolunda el birliğiyle çalışabilme hakkına sahip olmaları. Buna da örgütlenme hakkı diyoruz.

D- İnandığı gibi yaşama ve ibadet etme hakkıdır, bu da insanların en büyük hakkıdır. Bir ülkede bu haklardan herhangi birisinde noksanlık oldu mu, o ülkede inanç hürriyetinin varlığından bahsedilemez. Bu hakların hepsi Mekke'nin Fethi’nde örnek olarak verilmiş ve ondan sonraki bütün fetihlere ve insanlığa en canlı örnekle, en güzel, en mühim dersler verilmiştir.

İngiliz Lordu John Davenport bir tarihçidir kendisi. “İzzü Sacide” isimli Arapçaya tercüme edilmiş olan kitabında nasıl Müslüman olduğunu anlatır. İzzü Sacide; Secdedeki İzzet, şeref, büyüklük anlamındadır. Burada özet olarak: Efendimizin Mekke'yi fethinde, Mekke'ye girerken devesinin üzerinde secde ile girmesi kastedilmiştir. O secdedeki büyük izzeti kitabına isim olarak koymuş. Kaç kez anlattık? Diyor ki kendisi; “Ben tarihçiyim. Olayları ilim adamı olarak araştırırım. Her şeyin tarih olayını incelediğim gibi tarihin en mühim olayı olan İslam'ı da ilmi esaslara dayalı olarak inceledim ve Efendimizi de aynı şekilde her şeyiyle öğrenmeye, incelemeye çalıştım. Bu çalışmalarım esnasında baktım ki; çocukluğunda tertemiz, en güzel nesepten gelmiş bir ailenin çocuğu. Kendi kendime dedim ki: 'Bu çocuk Allah'ın sevdiği peygamberi olabilir de olmayabilir de…' Bu araştırmam sırasında şeytan içime daima bir şüphe koydu. Gençliğini inceledim. Gençliğinde herkese örnek olmuş, herkesin itimadını kazanmış. Hayran kaldım. Savaşlarını inceledim. Hendek Harbi’ni, Uhud Harbi’ni, diğer muharebeleri inceledim. Buradaki dâhiyane hareketlerini gördüm. Bir büyük insan olarak Kendisine hayran kaldım. Fakat her seferinde hep “Allah'ın Sevgilisi, Peygamberi olabilir de olmayabilir de” şüphesini şeytan içimden hiç uzaklaştırmadı. Ammaa, ne zaman ki iş Mekke'nin Fethi’ne geldi, orada dayanamadım; yıllarca zulüm gördüğü, fethettiği Mekke'ye çok büyük bir tevazuuyla girdi, bütün insanlar mecbur ve mahcup vaziyette O’na teslim oldukları halde hepsini affetti, hepsine insan hakları tanıdı. Ardından bu büyük fetihten sonra da Kâbe’ye girdi, Cenab-ı Allah'a şükretti, dua etti ve bu büyük fethin arkasından tekrar Medine-i Münevvere’deki iki odalı kerpiç evine döndü. İşte bunu ancak; Allah'ın Sevgilisi, en büyük insan, Peygamberlerin Sultanı yapabilir kanaatine eriştim ve gözyaşları içinde Kelime-i Şehadet getirdim, koştum, secdeye kapandım ve böylece Müslüman oldum!”

Mekke'nin Fethi’ni incelemek suretiyle Mekke'nin Fethi’nden alınacak sonsuz dersler vardır ve işte John Davenport’un kitabında yazdıkları da bunlardan sadece bir nebzesi, bir noktasıdır. Bu Fetih, insanlık tarihinin en büyük olayıdır. Şimdi fetihten alacağımız dersleri uzun uzun konuşmamız mümkün değil. Sizden istediğimiz; bu olayları anlamanız, Milli ve manevi değerlerimizi böylece muntazam açılar üzerine oturtmanızdır. Efendimizi tanımanız, O’nu örnek almanız, O’nun en büyük aksiyonlarından birisi olan Mekke'nin Fethi’ni yaşamaya çalışmanızdır! Sözlerimizi duayla bitirelim: “Ya Rabbi; Sen bizi Mekke'nin Fethi’nden alınacak dersleri alabilen kullarından eyle! Bir dahaki Mekke'nin Fethi’ni kutlarken bütün İslam âleminin zulümlerden kurtulmuş olduğunu, Milli Çözüm inancının tüm Türkiye'ye hâkim olduğunu, Yaşanabilir Türkiye'nin, Yeniden Büyük Türkiye'nin ve zulüm dünyası yerine Yeni bir Saadet Dünyasının kurulduğunu, tüm insanlığın kurtulduğu, rahata ve huzura kavuştuğu günleri bizlere göster! Ve bu saadet dünyasının kurulmasında bizleri de canla-başla çalışanlardan et! Amiinn” buyurdular. O esnada uyandım.

 

 


[1] Fatma Betül Erişkin – 30.12.2021
































BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi