Rüyamda; Aziz Erbakan Hocamızla birlikte Medine’de bulunmaktayız. Mekke’nin Fethi kutlamaları için oradaymışız. Erbakan Hocamız Mekke’nin Fethi’nin sebeplerini, ön hazırlıklarını, planlarını, kuşatma anını ve İslam ordusunun muazzam galibiyet safhalarını anlatacak ve fethin dersini yapacaklarmış. Erbakan Hocamız çok heyecanlılar ve yerlerinde duramıyorlar. Sanki o saadet dolu günlere gitmişiz de az sonra fetih hazırlıkları başlayacakmış ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, iki göz kerpiç evlerinden çıkacaklar ve gelip bize selam buyuracaklarmış gibi bir maneviyat ortamı varmış… Aziz Erbakan Hocamız: “Mekke; şehirlerin anası, vahyin ilk merkezidir. Efendimiz 11 Ocak’ta, bir Ramazan ayının 20’nci günü Mekke’ye fetih için girmişlerdir. Ammaa nasıl bir fetih, nasıl muazzam bir güç gösterisi… Evvelinde ve sonrasında görülmeyecek bir fetih! Bu kutlu beldenin fethi sıradan bir olay değildir. Öncesi ve sonrasında yaşananlar, aradan yıllar, hatta asırlar bile geçse sonradan gelen sadık takipçiler açısından çok önemlidir. Ecdadımız bütün fetih hareketlerinde, Mekke’nin Fethi’ni, fethin öncesindeki, fetih esnasındaki ve fethin sonrasındaki kodları esas almışlardır. Buna en güzel örneklerden biri de İstanbul’un Fethi’dir! ‘Daha yakın dönemden örnek verir misiniz Hocam?’ dersen, 74 Kıbrıs Çıkarması’dır. Plan, program, hazırlık vesaire her aşamasında Mekke’nin Fethi örnek ve esas alınmıştır.
Öncelikle, bir defa belirtmeliyim ki; bir şehri, bir beldeyi fethetmek kolaydır. Zor olan ve yapılması gereken şey, Fetih sırasında ve sonrasında gönüllerin fethedilmesidir. Ancak bu şekilde büyük kurtarışlardan ve başarılardan bahsedilebilir. Hudeybiye Antlaşması’nın Mekkeliler tarafından bozulması üzerine, Ebu Süfyan’ı Müslümanların bu anlaşmanın bozulması ile alâkalı tutumlarını gözlemlemesi ve bozulan durumu düzeltmesi için Medine’ye gönderdiler. Ebu Süfyan, anlaşmayı kendi tarafları bozduğu için yeni bir anlaşma yapmak, Efendimizi (SAV) yumuşatmak ve herhangi bir savaş kararı var ise bu karardan vazgeçirmek; vazgeçiremiyorsa geri gelip Kureyşlilere bunu haber vermek üzere görevlendirilmişti. Fakat bu kez Efendimiz herhangi bir sulh veya anlaşmanın artık Mekke’nin fethinin engellenmesine… Allah’ın izniyle İslam’ın büyük zaferinin veya bu fethin geciktirilmesine sebep olunmasına izin vermeyecekti. Allah’ın Resulünün talimatları üzerine, Medine’de örgütlenen ve devlet haline gelen inananlar; artık birlik, beraberlik, kardeşlik ve sarsılmaz imanla beraber, fiziki olarak da öyle kolayca yenilemeyecek bir güce sahip olduklarını Ebu Süfyan’ın gözüne gözüne sokmuşlar; kalbinin büyük bir korku ve endişe ile dolmasına sebep olmuşlardı. Böyle bir ortamda Ebu Süfyan, Âlemlerin Efendisinin huzurlarına gelerek: ‘Şimdi Muhammed’in (SAV) Mekke eşrafından istediği nedir? Dilersen yeni bir anlaşma ile elimizi-kolumuzu bağlayabilir, bütün malımızı-mülkümüzü elimizden alabilir, Sana ve arkadaşlarına işkence ile hayatı dar eden bu halkı kılıçtan geçirebilirsin!’ demiş, fakat Efendimiz tüm cihanı aydınlatan mütebessim yüzleri ile bir nevi; ‘Gör bak, Allah’ın ordusu neler yapacak! Gör bak, bir damla kanınız akıtılmadan nasıl varlığınız, şirk ve zulüm saltanatınız son bulacak! Gör bak, Allah’ın Azamet ve eksilmez gücü sizi ve tüm dünyayı nasıl kuşatacak! Gör bak neler olacak, gör bak nasıl olacak!’ buyurmuşlardı…
Sonuç olarak; evet Ebu Süfyan, Efendimizi konu ile ilgili ikna edemeden Mekke’ye geri döndüler… Hemen müşrikler Ebu Süfyan’ın etrafını çevirdiler. ‘Medine’de durumun ne olduğunu ve Müslümanların hangi seviyede olduklarını’ soruverdiler… Ebu Süfyan: ‘Müslümanlar tek bir vücut gibi olmuşlar, kalpleri bir olmuş; aynı şeyi düşünen, aynı şeye üzülen, aynı merkezden beslenen böyle bir topluluğu daha evvel hiç görmedim. Sizler en ufak bir kavgada birbirinizin boğazına bıçak dayayıp canınızın derdine düşerken, onlar birbirlerinin gözyaşı için tüm dünyayı kuşatacak ve kurtaracak kardeşliğe ve muhabbete sahip vaziyetteler. Eğer anlaşmayı bozduğumuz için üzerimize gelecek olurlarsa, net bir şekilde ifade ediyorum ki, en ufak bir şansımız dahi yoktur. Zira ben hangi Müslümanla karşılaştıysam, gözlerinde hepimizi yakacak bir ışık gördüm!’ diye cevap vermişti. Artık tüm müşriklerin kalbini dehşetli bir korku sarmıştı. Onlara göre akla hayale gelmeyecek işkence ve eziyetlerle hicret etmeye mecbur bıraktıkları Müslümanların; daha güçlü, daha kalabalık ve daha azimli bir şekilde geri gelip kendilerinden intikam almaları kaçınılmazdı ve zaten bunu da hak etmişlerdi. Buna karşılık Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, Mekke müşriklerinden intikam almaktan ziyade, Mekke’nin Fethi’ne niyetlenmeden önce hem önderi olduğu Medine halkının, hem de can kardeşi olarak gördükleri Mekke’den gelen inananların birlik, beraberlik ve kaynaşmalarını sağlayıp gönüllerin bir olmasını tesis etmeyi niyet etmiş ve bunu da başarmıştı.
O halde gelelim konumuzaa; Efendimizin Mekke’nin Fethi’ni başlıklar halinde bir ele alalım bakalıım:
1- Mahremiyet ve gizlilik kuralı…
2- Maddi ve manevi hazırlık, yani gerekli ve yeterli tedbir kuralı…
3- Kutlu gaye, olumlu ve sorumlu gayret ve şuurlu özveri kuralı…
Demek ki, bir işte, bir faaliyette başarı elde etmek istiyorsak, evvela çalışmalarımızı sadece o çalışmayı birlikte yapacağımız güvenilir kişilerle, yani ancak o konuyu bilmesinin fayda sağlayacağı kimselerle paylaşacak, yalnızca bu isimlerle plan-program yapılacak, bu isimlerin dışında hiç kimse, en son aşamaya veya onların dâhil olacakları noktaya kadar bu çalışmayı bilmeyecekler. Ne zaman ki bilmeleri ve çalışmaya dâhil olmaları gerekiyor, ancak o zaman haberdar edilecekler. Zaten lüzumundan fazla şey bilmesi insana eziyettir!
Şimdi üstün teknolojik silah ve programlarımızı, niçin kimsenin bilmediğini, vakti geldikçe açıkladığımız basit birkaç ürünün dışında, hâlâ birçoğunun niçin gizlendiğini ve bunların ancak en yetkili kişilerin elinde ve Feth-i Mübin için kullanılacağını anladınız mı?
Birinci madde; gizlilik dedik. Efendimiz iftar edip akşam namazını kıldırdıktan sonra: ‘Ey ashabım, yarın büyük bir sefere çıkacağız, onun hazırlıklarını yapınız!’ buyurdular. Sahabelerden hiçbirisi: ‘Ya Resulüllah, nereye gidiyoruz, niçin gidiyoruz, nasıl gidiyoruz, ne kadar sürecek, yanımıza neler alacağız?’ diye soramamıştır. Çünkü teşkilat metodu budur. Lidere asla ‘ne, niçin, nasıl, ne zaman?’ soruları sorulmaz, sorulamaz! Herkes derhal büyük bir heyecanla evine koşmuş, hazırlıklara başlamışlar. Buradan anlıyoruz ki; Efendimiz tüm fetih planını yapmışlar, program halinde hazırlamışlar, olgunlaştırıp uygulamaya koymuşlaar ve bunu plan aşamasında hiç kimse ile paylaşmamışlardı. Demek ki fetih organizesi, Allah ile Efendimiz arasında planlanmış ve programlanmıştır. Hz. Ebubekir Efendimiz, Hz. Aişe Annemizin yanına giderek: ‘Ey kızım, Efendimiz bize ‘Sefere hazırlanın’ buyurdular, ama nereye gideceğimizi söylemediler. Sen babana nereye gidileceğini söylesen de babacığın ona göre yanına malzeme alıp hazırlık yapsa!’ dedi. Aişe Annemiz: ‘Vallahi Allah’ın Resulü nereye gidileceğini söylemediyse, bunun gizli kalması içindir!’ dedi. Bunun üzerine babası kızını alnından öperek, en doğru cevabı verdiğini söylemişti. Elbette bize buradan da alınacak dersler vardı. Diyoruz ya; Mekke’nin Fethi’nde her aşaması, her maddesi ile alacağımız sayısız dersler bulunmaktadır. Efendimiz en yakını ile dahi (Hz. Ebu Bekir Efendimizle) bu fetih sürecini ve planlarını paylaşmamışlardı. Hatta belki bu konuda mübarek eşlerinin dahi bilgisi yoktu. Belki de mübarek eşleri birtakım çalışma ve plandan haberdardı, ama bunu babası ile dahi paylaşmamıştı!.. Bunun sebebi neydi? Bir casusun Mekke’ye haber göndermesi ve Kureyşlilerin yapılacak fetih kuşatması için hazırlık yapması durumunda; Fethe mani olunması ve karşılık verilmeye kalkışılmasıydı. Efendimiz sonuçta başarının net olması için bu çalışma planlarını gizli tutmuşlardı!
İkincisi; maddi-manevi hazırlıktır. Elbette tüm bu çalışmaları ortaya koyarken yalnızca kalbinizin ve beyninizin değil, elinizin yani cebinizin de rahat olması, çalışmalarınızı yaparken maddi sıkıntılara ve engellere takılıp kalınmaması gerekir. Bunun için de kişisel harcamalarınızı akıllıca ve Allah’a hesabını verebileceğiniz tarzda yapmalı ve Hakk davaya muhakkak bütçe ayırmalısınız! Maddi hazırlığı anladık, manevi olarak da hazırlanmalı, kendinizi Kur’an-ı Kerim’e ve Meal-i Kerim’e vermeli, okumalı, anlamalı, yaşamaya gayret etmelisiniz. Gizlilik, maddi ve manevi hazırlık, başarı ve fetih için yeter mi? Yetmeez!..
Üçüncü madde, yani gayret ve özveri… Gücünüzün sonuna kadar gayret etmek gerekmektedir. Unutmayınız ki; sizler Allah’ın katında gayretiniz kadar değerlisiniz. Bakın, gayret diyorum! Yalandan iki sohbete katılmaktan bahsetmiyorum. Samimi gayretten bahsediyorum. Dava noktasında nerede, hangi hizmet, hangi görev, hangi iş verilmişse onu yapmak, oraya koşmaktan bahsediyorum. Koşulan işi ve hizmeti de en güzel şekilde yaparak Allah’ı memnun etmekten bahsediyorum. ‘İyi de Hocam, şimdi bizim hizmetimiz ne olabilir? Haftalık sohbetin dışında yapacağımız hiçbir şey yok ki!’ Öyle mi? Demek yapacağınız, gayret edeceğiniz hiçbir şey yok! Meal-i Kerim’i günlük okuyor musunuz? Siteye girilen makaleleri, şiirleri, gruplarda verilen rüyaları günü gününe okuyor musunuz? Elinize bir kâğıt kalem alıp, her maddeyi not edip, eksiklerinizi kırmızı, yapmaya gayret gösterdiklerinizi yeşil ile işaretliyor musunuz? ‘Yok Hocam’ haa! Bir de gözünüzü devirip üzgün havası veriyorsunuz hatta! Peki, siz kendinizi nasıl yetiştireceksiniz? Siz kendinizi nasıl geliştireceksiniz?
Mekke’nin Fethi dedik, daha evvelki AGD programına katılıp da yaptığımız Mekke’nin Fethi konulu yirmi dakikalık bir konuşmamız var, onu hiç izlediniz mi?” buyurdular. Ben: ‘Evet Aziz Hocam, hem de birkaç defa izledim. En son dün akşam izledim. Hatta oğluma, konuşmada bahsettiğiniz John Davenport’un İZZÜ SACİDE isimli kitabını netten bulup istemesini söyledim, ama bulamadı!’ dedim. Erbakan Hocamız: “Bak, bu söylediğin, senin bu konuşmayı tam dinlemediğini gösterir. Dinlemek nasıl olmalı? ‘Bulaşık yıkarken, evi toplarken, çamaşırı sererken, araç kullanırken, gece yatıp da uyku beklerken açtım, Erbakan Hocam konuştular ben izledim, Hocam konuştular ben dinledim!’ Yook, öyle dinleme olmaz. Sen Bizi geçiştirmişsin! Ya nasıl olacak? Evin sakinleştiği bir vakit seçeceksin. Bu sizin evinizde sabah erken saatlerde mi oluyor, gece geç saatlerde mi? Ona sen karar vereceksin. Eline bir kâğıt kalem alacaksın, kulaklığı takacaksın, konuşmayı açacaksın. Durdurup durdurup her cümleyi yazacak, not alacaksın. Sen böyle dinledin mi hiç? Hayır! Eğer bu şekilde, yani gerçekten dinleseydin, eski İngiliz Lordu John Davenport’un İzzü Sacide ismiyle Arapçaya tercüme edilmiş kitabının Türkçeye çevrilmiş halinin olmadığını söylediğimizi duyardın. Ne yapalım, zararın neresinden dönerseniz kârdır! Demek istiyorum ki; öyle basit değil bu işler. Bu işleri, hizmetleri yaparken şuurla, milli ve manevi değerlere sahip olarak bu hizmetlere koşmak gerekmektedir.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..