Anasayfa » BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) AMERİKA'NIN ÇANAKKALESİDİR!

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) AMERİKA'NIN ÇANAKKALESİDİR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 866 Görüntüleyen

32 Yerde Bop Eş Başkanıyım Diyor


 BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP)  AMERİKA'NIN ÇANAKKALESİDİR!


Siyonist Yahudilerin önce devlet olmaları,
sonra tüm dünyaya hâkimiyet kurmaları planının ilk adımı olarak Osmanlı'yı
yıkmak üzere; dış güçlerin ve sabotajcı-ittihatçı işbirlikçilerin bilinçli
hıyanetiyle Almanların safında sokulduğumuz 1. Dünya Savaşı sırasında,
Çanakkale'deki destansı savunmamız ve büyük bir zafer kazanmamız, sonuçları
itibariyle görünüşte Almanların, gerçekte ise Siyonist odaklarının işine
yaramıştır. Çünkü birçoğu üniversite öğrencisi olan 300 bin yetişkin gencini ve
tüm askeri gücünü yitiren Osmanlı, fiilen çökertilmiş ve Anadolu artık
savunmasız bırakılmıştır.

 

Modern İsrail ordusunun temelleri
Çanakkale'de atılmıştır:

Dr. Tuncay Yılmazer tarafından yazılan ve
sadece kara muharebelerini anlatan “Alçıtepe'den Anafartalar' Çanakkale
Kara Muharebeleri” adlı çalışma asıl savaşın karada başladığını ve 18 Mart
zaferiyle her şeyi bitirmenin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.
Yabancı kaynaklara vakıf olduğu anlaşılan yazarın çok ciddi iddiaları vardır.

Örneğin modern İsrail ordusunun temelinin:
Çanakkale kara savaşlarında müttefik güçlere yardım eden ve tamamen Siyonist
Yahudilerden oluşan Zion Mule Corps (Sion Katırlı Birliği) tarafından atıldığı
yazılmaktadır. Yaklaşık 700 kişiden oluşan ve görevleri cephe hattına
katırlarla mühimmat taşımak olan bu grup; önceleri görevlerini pasif bulup
beğenmeseler de, sonraları “her cephenin kendilerini Sion'a götüreceğini”
düşünüp “Türkleri paramparça edeceğiz” şeklinde açıklama yaparak
canla başla çalışmışlardır. Birliğin başında bulunan İrlanda asıllı Albay
Patterson Yahudi hahamlarca “İsrailoğullarını Mısır'dan Filistin'e
ulaştıracak ikinci Musa” olarak ilan edilip kutsanmıştır.

Bunun yanında kitapta birilerinin ifade
etmeye çalıştığı gibi bu savaşın birbirlerine çikolata atan askerler arasında
geçmediğini ispatlayacak çok ciddi ifadeler yer almaktadır. Müttefik güçlerinin
Türk askerine Kızılhaç çadırları içinde kurdukları toplarla ateş edip onların
iyi niyetini suistimal ettikleri ve yüzlerce askerimizi bu hilelerle şehit
ettikleri anlaşılmaktadır.

“8 ay süren Çanakkale
Muharebeleri'nde yaklaşık 4 yıl devam eden Kurtuluş Savaşında kaybettiğimiz
insanın 20 katını kaybettik. Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama
Çanakkale'de kaybettiğimiz 20'de biri ile Türk neslinin hayatını, vatanını ve
bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki kaybımız normal değildir,
olağan üstüdür, aşırıdır.

Aşırı insan
kaybımıza sebep de, Çanakkale Muharebeleri'nde Türk ordusunun içinde yer alan
az sayıdaki Alman Komutanlar ve başta bu muharebeleri yöneten Alman Ordu
komutanıdır”[1]

Alman komutanlar, bile bile on binlerce
Mehmetçiği feda ederek zaferin bedelini ağırlaştırmışlardır. Türk ordusunun
daha fazla kayıp vermesine sebep olmuşlardır. Liman Van Sanders isimli Alman
Paşa'nın, Türk komutanlarının hazırladığı savunma planının değiştirerek,
düşmanın kıyıya çıkmasına imkân vermesi ve sonrasında da Alman tümen ve kolordu
komutanlarının hiçbir taktik esasla bağdaşmaz şekilde saldırıya geçmesi, 300
bin askerimizi kırdırmıştır.

Eğer ordumuz Türk komutanlarının
hazırladığı savunma planı ile bu muharebeye başlasaydı, “Çanakkale”
birinci günde “18 Mart”ta ki gibi, İngiliz ve Fransız'ın yenilgisi
ile sonuçlanırdı. Böyle olunca da Suriye-Filistin ile Irak cephelerinden kuvvet
çekmeye, Kafkas cephesini zararına düzenlemeler almaya gerek kalmayacak ve bu
cephelerdeki kuvvetler zayıflatılmayacaktı. En önemlisi de, on kere Türk
Kurtuluş Savaşı yapacak sayıda kayıp verilmemiş olacaktı.

Almanların Niyeti

Burada dikkat çeken asıl nokta; 18 Mart'ta
Boğaza yapılan büyük saldırı ile yeni bir cephe olacağı kesinleşen Çanakkale'yi
savunmak ve dolayısıyla Başkent'i savunmak için kurulan özel ordunun başına bir
Alman'ın getirilmesidir. Bu Enver paşanın açık bir hıyanetidir.

Atatürk'ün
Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale ve sonrasında iki buçuk yıl kurmay
Başkanlığını yapan İzzettin Çalışlar, günlüğüne şu notu düşmektedir. [2] “31
Mart 1915…5.Ordu Kumandanı Liman Paşa, Sahil Müfettişi Usedom Paşa, Donanma
Kumandanı Merten Paşa, Anadolu tarafındaki Kolordu kumandanı Weber Paşa, Müstahkem
Mevki kumandanı Cevat Paşa, üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşadır.

Almanlar Boğaz müdafaasında emir ve
kumandayı tamamen ellerin almak istiyor gibi gözüküyorlar. Almanların amacı
Çanakkale Muharebeleriyle yarım milyon İngiliz ve Fransız kuvvetini Avrupa'nın
Batı Cephesi'nde uzak tutup Alman Cephesi'ni rahatlatmaktır.

Atatürk, Arıburnu Muharebeleri Raporu'nda
muharebenin kaderini değiştiren bu olayı anlatır.

“Liman Paşa, 9. Tümen tarafından,
doğrudan doğruya sahilin müdafaası bakış açısıyla alınmış olan tertibatı tasvip
etmedi. Adı geçen, sahili zayıf birliklerle gözetlettirerek büyük kısımları
geride bulundurmak ve düşman karaya çıktıktan sonra gerideki ihtiyatlarla ve
süngü hücumu ile karaya çıkacak olan düşmanı denize dökmek görüşünü tasviye
ediyordu. Buna dayanarak yeniden alınmasını emrettikleri düzen bu bakış açısına
göre olacaktı.

Karargâhlarımıza
dönüşte 9. Tümen komutanı yanıma gelerek alınması emredilmiş olan yeni tertibat
şeklinin kendisine güven vermediğini söyleyerek bu konudaki görüşümü sordu. Ben
de sahilin yalnız gözetlenmesiyle yetinilmesi fikrine öteden beri karşı
olduğumdan, adı geçen komutana o yolda düşünce ve değerlendirmelerimi
açıkladım. Bunu üzerine 9. Tümen Komutanı tarafından Kolorduya raporla
istirhamlarda bulunulmuştur.[3]

Atatürk'ün 3 Mayıs 1915'te muharebenin
8'nci gününde Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya gönderdiği mektubunda şunları
söylemektedir.  “Evvelce size bu bölgenin bütün bölgelerle olan
farkınını önemin arz etmiştim. Eceabat bölgesi kuvvetlerine komuta eğitim zaman
aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi. Von
Sanders Paşa, sahilde çıkarma noktalarını tamamen açık bırakacak tertibat almış
ve bugün düşmanın karaya asker çıkarmasını kolaylaştırmıştır.

Vatanımızın savunmasında kalp ve
vicdanları bizim kadar çarpmayacağına şüphe olmayan, başta Von sanders olmak
üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kesin şekilde
istirham ederim. Bizzat buraya teşrif edip, genel durumunuzun gereklerine göre,
bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur…”

Bu tespitler bir gerçeği ortaya
koymaktadır. Çanakkale Muharebelerinde Almanlar kendi çıkarlarına göre harekâtı
planlamışlardır. Bunu yaparken müttefikleri olan Türkleri dikkate almamışlar,
sadece niyetleri uğruna kullanmışlardır. Ulaşılan bu gerçek devamında bir soru
daha doğuruyor.

“Biz, Çanakkale'de Almanlar için mi
öldürüldük?”

İşte bugün, Amerika'nın Afganistan ve
Irak, işgalinden sonra şimdi Suriye ve İran'a saldırı hazırladığı da
Amerika'nın ve Siyonist güç odaklarının Çanakkale'si gibidir. Çünkü ilk bakışta
zafer kazanmış ve hâkimiyet sağlanmış görünseler de, gerçekte, Osmanlı gibi
çöküşün eşiğine gelmişlerdir.

Amerikan
Yönetimini ele geçiren Siyonist güdümlü Bebe Bush ve şahinler ekibinin ve
Mesihçi Yeni muhafazakârlar hareketinin, ABD ve İsrail'in sonunu getireceğini
ve dünyayı felakete sürükleyeceğini sezen pek çok Yahudi ve Hıristiyan da bu
görüştedir. Hatta daha önce “Saddam'ın devrilmesine, Irak'a demokrasi
getirilmesine alkış tutan ve AKP'nin bu vahşete ortak edilmesine destek çıkan
Fehmi Koru gibi yazarlar bile, şimdi Bush yönetiminin barbar ve saldırgan
tavrı nedeniyle bütün dünyada yükselen nefret dalgası yüzünden artık ABD
vatandaşlarının “Proud to be American-Ne mutlu Amerikalıyım” diyerek
dolaşamadıklarını ve her yerde hakarete uğradıklarını söylemekte ve
üzülmektedir.[4]

Yeni Muhafazakâr (Mesihci) Neo Con'lar Kimdir?

Yeni Muhafazakârlar grubunu fikir babası
olan Leo Sttrauss ve günümüzde bu fikrin öncüleri olan Richard Perle ve
Paul Wolfowitz gibi şahsiyetlerin Yahudi olmasına rağmen, bu grupta sayıları az
olmayan Evanjelikler de vardır. Evanjelikler inançları gereği İsrail'e sempati
ile Bakan Hıristiyan Protestan mezhebine bağlı kişilerdir. Yeni muhafazakârlar,
dini inançları gereği adeta İsrail'e “kutsal bir müttefik” gözü ile
bakan bu kişileri, “Amerikan imparatorluğu” vaadi ile yanlarına
çekmeyi başarmışlardır. Evanjelik inancına mensup ABD vatandaşlarının nüfusu
hiç de azımsanmayacak orandadır. Kimilerine göre (2002 yılında yapılan sayıma
göre) 280 milyon kişilik nüfusa sahip ABD'de 60-70 milyon civarında
Evanjelik-Protestan vardır. Potansiyel bir oy makinesi olarak telakki edildiğinde
bu durum Evanjeliklerin, ABD'nin başkanlık seçimlerinde ne derece önemli bir
konumda olduğunu ortaya koymaktadır.

Yeni Muhafazakârlar ve 11 Eylül:

11 Eylül Saldırısı, yeni Muhafazakâr
düşüncenin ABD yönetiminin dış politikalarını belirlemede etkin bir rol
üstlenmesine yol açmıştır. 11 Eylül saldırısı sonrası, ABD geleneksel dış
politika stratejisi olan çevreleme (cotainment) ve caydırıcılık (deterrence)
stratejisini terk etmiş, yerine Yeni Muhafazakârların savunduğu: “önceden
müdahale (preemption) stratejisini” uygulamaya başlamıştır.

Yeni muhafazakârlar, 11 Eylül Saldırısı
sonrası düşmanı “Terörizm” olarak tarif etmiş ve gerekirse bu savaşın
100 yıl süreceğini söylemişlerdir. Yeni Muhafazakârların önde gelen ismi
Richard Perle ise bu savaşı 4. Dünya Savaşı olarak nitelendirmektedir. Böylece
bazı kılıflar altında İslam hedef seçilmiştir.

Şu bir gerçek ki, kimlerin yaptığı ve
neden yaptıkları kesin olarak bilinmeyen ve arkasında bir takım soru işaretleri
bırakan 11 Eylül Saldırısı sonrası, Yeni muhafazakârların hazırladığı
“Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” uygulamaya konmuştur. Bu projenin ilk
sahnesi Afganistan ve Irak'a saldırı olmuştur. Richard Perle ve diğer ABD
yetkililerinin söylediği gibi sırada Suriye, İran ve Suudi Arabistan hatta
Mısır bulunmaktadır. ABD bundan böyle, kendisine tehdit olarak algıladığı
“serseri devletler”i, yani potansiyel tehlike saydığı ülkeleri
vurmaya kararlıdır. Nedense ABD'nin “Serseri Devletler” olarak
gördüğü yukarıda adlarını zikrettiğimiz ülkeler, hep Ortadoğu'dadır ve
Müslümandır. Acaba ABD'nin bu ilgisi İsrail'in bu bölgede olmasından mı
kaynaklanmaktadır. Dünyasının başka kıtalarında “Serseri devletler”
yok mu? Yoksa ABD'ye göre “Serseri Devletler”, sadece Filistin'e
destek veren ülkeleri midir?

Gerçek şu ki Yeni Muhafazakârların
Ortadoğu'da “demokrasiyi tesis etme” arzularının ardında, İsrail'in
güvenliği ve bekası vardır. Çünkü demokratik bir ülkede, diktatör bir ülke gibi
kolay bir şekilde Filistin'e yardım edilemez. Bunun nedeni diktatörler
yaptıklarından dolayı “la yüsel” (mesul değilken), demokrasi ile
iktidara gelenlere böyle bir şey yaptığı halde hesabını sorulacağı makamların
bulunmasıdır. Kısacası demokratik rejimlere müdahale, dikta rejimlere
müdahaleden daha kolaydır. ABD'de olduğu gibi paraya ve medya gücüne sahip olan
Yahudi Lobisi, Ortadoğu'da demokrasi ile yönetilecek ülkelere parasal ve medya
gücünü kullanarak (İktidardaki partiye bağış yaparak veya medyaya bir
propaganda başlatarak), Filistin hakkında karar alınması konusunda hükümetlere
baskı yapmakta ve kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesini sağlamaktadır.

Yeni muhafazakârların “demokrasiyi
yayma” konusundaki bir çelişkisi de, daha doğrusu samimiyetsizliklerinin
bir göstergesi de, Ürdün'de bir rejim değişikliğinden hiç söz etmemeleridir.
Filistin'e verdiği destekten dolayı sıranın Suriye ve Suudi Arabistan'a,
Lübnan'a verdiği destekten dolayı da İran'a geldiğini ve bu ülkelerin
rejimlerini değişmesi gerektiğini her fırsatta dile getiren Yeni
Muhafazakârlar, Nedense Ürdün'deki rejimden hiç bahsetmiyorlar. Yoksa Ürdün'ün
demokrasi ile yönetildiğine mi inanıyorlar? Gerçek şu ki; Ürdün uyguladığı
politikaları itibarı ile hep ABD'nin ve İsrail'in yanında yer almıştır. Bunun
en son örneği, Irak'a işgal için topladıklarını ABD ve İngiliz askerlerine
açmasıdır. Geçmişte de Ürdün'ün, İsrail'in istekleri doğrultusunda
Filistinlilere baskı yaptığı bilinmektedir.

Dünya Nereye Gidiyor?

Günümüzde “ehli kitab”dan pek
çok kimse, dünyamızda, gelecek on sene içinde, büyük hadiseler olacağını ve
bilhassa Hz. İsa (AS)'nın veya bir kurtarıcının ortaya çıkacağına inanmaktadır.
Bu mevzularda bazı senaryolar üreterek neşriyat yapılmaktadır.

Hâlbuki Kıyamet'e doğru gitmekte olduğumuz
bu dönem için de olacak hadiseleri peygamber (sav) Efendimiz bizlere, 1400 sene
evvelinden haber buyurmuşlardır.

Kıyamet alametleri denilen bu haberleri
esas itibari ile üç zaman dilimine ayırabiliriz.

I. Kıyamet'in küçük alametleri:

Bu alametler Peygamber (sav)'ın vefatı ile
başlamıştır. Yedi senelik bir İslam dünya devleti kuracak olan Hz. Mehdi'nin
zuhuru ile bu süreç tamamlanacak ve bu dönemin sonunda Mesih Deccal zuhur etmiş
olacaktır.

II. Kıyametin on büyük alameti:

Bu dönem, tanrılık iddia edecek Mesih
Daeccal'ın çıkışı ile başlayarak güneşin batıdan doğuşu arasında geçecek olan
takriben yetmiş senelik bir zaman dilimidir. On büyük olağanüstü olayı ihtiva
eden bu zaman diliminde Hz. İsa'nın dünyaya inişi, Ye'cüc-Me'cüc, Duhan, Dabbe
gibi olaylar bulunmaktadır.

III. Güneşin Batıdan doğuşu ile kıyamet arasındaki
olaylar

Bu bölüm de yine Hadis-i Şeriflere göre
120 senelik bir süredir. Kâbe'nin yıkılması, “Kur'an'ın silinmesi,
Kıyamet'e 100 sene kala bir rüzgârın bütün müminlerin ruhunu alması ve geriye
sadece şerlilerin kalması” bu olaylar arasındadır.

Bu alametlerin açıklanmasına geçmeden
evvel, Dünyanın ve memleketimizin şu andaki durumuna bir göz atalım:

Uzun zamandan beri Dünyayı perde
arkasından idare eden egemen güçler  (Siyonistler), artık Globalleşme veya
Küreselleşme adı altında Dünyayı tek bir devlet haline getirip saltanat sürmek
istiyorlar. Bu maksatla öncelikle, irili ufaklı müstakil devletleri
birleştirmeye çalışıyorlar. (Avrupa Birliği, Afrika Birliği, BOB gibi)

Son 50-60 seneden beri bu amaçları
doğrultusunda, Avrupa Ekonomik Topluluğu'ndan AB'ye geçiş fiilen yaşanmakta,
bir yandan da kitap, medya ve diğer yayınlarla insanları dünya devleti fikrine
hazırlamaktadırlar.

Bu konudaki bazı çarpıcı örnekleri
hatırlatalım:

1-  İşte 1950'lerde neşredilen
İngiliz yazarı George Orwel'in 1984 isimli romanı. Orwel, bu
romanında 1984'de dünyada sa­dece üç devlet bırakıyordu. Biraz acele etmiş
gözüküyor.

2- Amerikalı yazar Jeffrey Archer'in The
Future 1982-1995 isimli romanı: 1982'de neşredilen bu romanda 1991'de Rusya ile
ilgili bir hadise anlatılırken Mihail Gorbachov'un başkanlığın­dan ismen söz
edilmektedir. Oysa Gorbaçov 1985'de SSCB Baş­kanı oldu. Başkan olmasından 3
sene evvel neşredilmiş bir ro­manda bundan nasıl bahsediliyor? Bu şu demektir:
Egemen güçler SSCB Başkanını 3 sene evvelinden tespit edebiliyorlar.

3- İşte bu güçler (Siyonistler) H.
Mehdi'nin gelip bir dün­ya İslâm devleti 
kurmasının yakın olduğunu
fark ettiler. Ve bunu önlemek için de kendi hazır kuvvetlerini (ABD)'yi Ortado­ğu
İslâm devletlerine karşı harekete geçirdiler. (Afganistan ve Irak'ın işgali.)

En büyük bahaneleri de Müslümanların
yaptığını iddia ettik­leri 11 Eylül 2001 New York'daki İkiz Kulelerin ve
Pentagon'un bir kısmının uçak çarpması ile yıkılmasıdır.

Halbuki çelik konstrüksiyondan inşa
edilmiş 110 katlı bu bi­naların bir uçak çarpması ile yıkılması maddeten
imkansız olup, dinamitle yıkılmış olabileceği yine kendi adamlarınca söy­lenmektedir.

4-  11.06.2002 tarihli Millî
Gazete'nin 7'nci sayfasında yer alan bir haberin başlığı ise şöyledir: ABD
Başkan Adayı Lyondan La Rouche'dan çarpıcı açıklama: “11 Eylül,
gizli hükümet darbesidir!”

5-Hz. Mehdi'nin zuhuru hakkında bizim
kaynaklarımızda zamanla bilgisi 1400 Hicri civarıdır. Bu hususa işaret eden Hz.
Peygamberimizin birçok hadisi vardır. Kitaplarda zikredilen en son rakam ise
1427 hicri şeklindedir ki, Miladi 2006-7'ye tekabül eder. (Doğrusunun Allah
Bilir.)

Hz. İsa (AS)'nın gelişi:

Hıristiyanlar arasındaki beklentilere göre
ise bu geliş önümüzdeki on sene içinde olabilecektir. İşte bu husustaki bazı
bilgi ve senaryolar:

1-  21-23 Nisan 1982 tarihli
International Herald Tribüne ga­zetesinde verilen tam sayfa bir ilanda;

Hz. İsa (as)'ın halen dünyada olduğu ve
yakında meydana çı­kacağı bildirilmekte, Hıristiyanlarca kendisinin “Mesih
İsa” ola­rak ikinci gelişinin beklendiği duyurulmaktadır.

Bunun gibi: Yahudilerin Mesih'i
Müslümanların İmam Mehdi'yi Hinduların da Krisma'yı beklemediği söylenmektedir.
Yani Hıristiyanlar Hz. Mehdi ile Hz. İsa'yı aynı kimse sanmaktadır.

2- 30.10.83 tarihli Günaydın Gazetesi'nin
baş sayfasında 3 sü­tun olarak yer alan haberde ABD Başkanı RonaldReagan'ın, “Kıyamet
Gününü Göreceğiz” 
açıklamasının başlık yapıldığı sütunlarda
Reagan'ın “Deccal ile Hz. İsa veHz. Mehdi kuv­vetleri arasında
Kudüs'te vukuu bulacak Armagedon sa­vaşını bizim neslin görme
ihtimali var”
dediği yazılmakta­dır.

Bu haberle ilgili daha detaylı bir bilgi 6
Mayıs 1984 tarihli The Guardian gazetesinde Yahudi gazeteci Ronni'e
Dugger'in 
Başkan R. Reagan'la yaptığı röportaj ile verilmekte ve R. Re­agan'ın
bu sözü 1980-83 seneleri arasında yakınlarına en az on kere bahsetmiş olduğu
yazılmaktadır.

Yine aynı röportajda, ABD'de 105 bin
kilisenin (Evangelist) başkanı olan J. Falwell (ki R. Reagan'ın yakınlarından
idi) Hz. İsa (as)'ın gelişi için 1981'de şunları söylemiştir: “Hiç
kimse Hz. İsa'nın ne zaman döneceğini bilmez, ama biz onun dönüşüne
yakın son günleri yaşadığımıza inanıyoruz. Bu belki 50 sene alabilir, ama zan
etmiyorum. Çocuklarımı­zın normal hayatlarını yaşayacaklarını da zan etmiyo­rum.
(Yani onlar görecektir) Belki ben de göreceğim.”

Yine Falwell tarafından yazılmış “Armageddon
ve Rusya ile gelecek harp” 
isimli risalede Rusya ile Hz. İsa
arasında Ortadoğu'da bir savaş olacağını ve bu savaşta Rus askerinin önemli
kısmının öldürüleceğinden bahsediliyor. Ve ondan sonrada Armageddon savaşı
gelecek diyor. (Bu sözler Ramuz-el-Ehadisteki 298. l Melha-me-i Kübra
hadisindeki 1. gazayı ne kadar hatırlatıyor!)

3- Amerika ve İngiltere'de basılan “The
Plain Truth” 
(Açık hakikat) aylık bir mecmuadır. Bu mecmua 8
milyon adet basılıp ücret­siz dağıtılıyor. Gayesini “Hz. İsa (a.s.)'ın
gelişinin yakın olduğu­nu, geldiğinde Dünya devleti kuracağını
ve bunun bin sene sü­receğini insanlara bildirmek” olarak açıklıyor. Bu
mecmuanın 1985 yılı Haziran sayısındaki başyazısında şöyle denilmektedir:
“Yaşamakta olan Hz. İsa kralların kralı olarak bütün milletleri Tanrının
hükümeti ile idare etmek için çok yakında dönecektir.”

4- 23.11.1989 tarihli Tercüman'da The
Mail'den alınmış 2010 yılında Avrupa adlı bir harita
neşredilmişti. Haritada Türkiye'nin cenubundan yukarı doğru iki ok konulmuş ve
altın­da ise “Militan İslâm tehdidi” ibaresi yazılmıştır.

Bu haritanın haber kısmında ise “NATO
ve Varşova Paktı, İran'dan kaynaklanan “Radikal İslâm baskısı'na karşı
ortak mücadele edecektir” denmektedir.

5- 03.01.1993 tarihli Sabah Gazetesi'nin
Gözlem köşesinde M. Barlas, makalesinde kısaca şöyle diyor: “İngiliz The
Econo-mist 
dergisi 2992'de yayınlanmış hayali bir Dünya Tarihi ki­tabında
Türkiye ile alakalı şöyle bir kısım yer almış: “2011 yı­lında, Suudi
Arabistan'da Albay Algosaibi bir darbe ile yöneti­me el koydu.
İran ve Pakistan'ın da katıldığı “yeni Halifelik içinde
tüm İslâm dünyası birleşti. “Yeni Halifelik Kuvvetleri” Türkiye'yi
istilaya başladılar. İngiltere ve Fransa 2014 yılında Türkiye'ye yardım için
Antakya'ya bir askeri kuvvet gönderdiler ama başarısız oldular. İslâm orduları
İstanbul boğazını geçtiler ve 2016'daki Sancak Savaşı ertesinde Güneydoğu
Avrupa'daki ilk köprübaşına sahip oldular” denmektedir. Evet, hayali bir
se­naryo, ama yazarların bu öngörüsü sanki Hz. Mehdi'nin zuhu­rundan bir ay
evvelki Hac'da hacıların başta imam (Hükümet başkanı) olmadan hac yapacakları
ve Hz. Mehdi'nin Antakya Amik ovasındaki“Rum”larla yapacağı
(Melhame-i kübra) sa­vaşına ait Hadis-i şerifleri biliyorlar intibaını veriyor.

6- İran'daki Duruma Gelince

Bugün İran'da Hz. Mehdi anlayışı ve O'nu
bekleyiş âdeta inancın bir parçası gibidir. İşte gazete haberlerinden
bazı örnekler:

a- Humeyni'nin kurduğu “İran İslâm
Cumhuriyeti”nin Ana-yasası'nın birinci maddesi şöyledir: “Bu
anayasa Mehdi gelince­ye kadar geçerlidir.”

b- 1986'da İran-Irak savaşı esnasında o
zaman İran Meclis Başkanı ve silahlı kuvvetler kumandanı olan Rafsancani'yegazeteciler
soruyor: “Neden, Irak'a karşı büyük bir taarruza geçmiyorsunuz?”
Rafsancani'nin verdiği cevap: “İşaret bekliyo­ruz.” oluyor.

c- Mart 1989'da Rafsancani Tahran
Üniversitesi'nde verdiği bir Cuma hutbesinde şunları söylemiştir:
“Mehdi gelecek, dünya tek bayrak ve tek kanunla yönetilecektir
.”
(26.3.1989 Mil­liyet)

d-  Humeyni 1989'da vefat edinceye
kadar İran'da bütün Radyo, televizyon ve toplantıların açılış ve kapanışında şu
slo­gan vardı: “Hüdaya, Hüdaya ta inkılâbı Mehdi, Humeyni ra
ni-gâbbar”, (yani; Ya Rabbi, Ya Rabbi Mehdi inkılâbına kadar Humeyni'ye
ömür ver.)

e-  Humeyni'nin vefatından iki ay
kadar önce Mayıs 1989'da Hürriyet gazetesinde kendisine atfen şu sözleri
yayınlanmıştı: “İran-Irak savaşı mühim bir savaş değildi. Biz Hz. Mehdinin
emrinde yapacağımız Evrensel savaş için hazırlanıyoruz ve
bunun için yirmi milyon askerimiz var.” demektedir.

f- 31.01.1993 tarihli Milliyet'te çıkan
bir haberde ise: Fransız Le Figaro gazetesinin Washington
muhabiri Stephane Marc-hand'ın “İran Yarınki tehlike” başlıklı
bir inceleme yazısın­dan bahsedilmektedir.

g- Ramuz
el-Eha           dis
 508.4-
Horasan'dan siyah bayraklılar çıkar ve İlya'ya (Kudüs'e) kadar
önlerinde bir şey tutunamaz.” haberi verilmektedir.

(Hz. Ebu Hüreyre r.a.)

R.E.33.5- Siyah bayraklılar gelip de karşınıza
çıktığında Farslılara ikramda bulunun. Zira sizin devletiniz onlarla bera­berdir. (Hz.
İbni Abbas r.a.) 
gibi hadis-i şerifler de göz önüne alınınca egemen
güçlerin ve ABD'nin neden İran'la uğraştıkları daha kolay anlaşılır hale
gelmektedir.

7- “Yahova şahitleri
tarikatı”
 neşrettiği bir broşürde “Armagedon'da sağ kalmak
için şimdiden hazırlanın” başlığı altın­da mensuplarına yaptığı tavsiyede
kısaca şunları söylemekte­dir: “Tanrıyı tanıyın, Tanrı'nın dostlarıiçin
koyduğu şartları tutmakla ve O'nun hoşnut olmadığı şeyleri yapmamakla O'nun
dostluğunu kazanın.” (Broşürde kendi İncil ayetleri referans ve­rilmektedir)

8- Yukarıda kısaca verdiğimiz bilgiler Hz.
Mehdi'nin yakın bir gelecekte zuhuru ihtimalini kuvvetlendirmekte ve egemen
güçlerin askeri kuvveti olan ABD'nin, Ortadoğu'da terör baha­nesi” ile
neden bir an önce harekete sevk edildiğinin sebebim izah eder gibi görünmektedir.

9- Memleketimize gelince:

Kanaatimizce şu anda memleketimiz için en
sıkıntılı durum, egemen güçlerin dünya devletine giden yolda
bir basamakları olan Avrupa Birliği'ne bizim de girmemiz hevesi ve isteğidir.
Bu­nun için kanunlarımız, AB'ye uyum sağlamak adına değiştiril­mekte ve ne
olduğu açıkça bilinmeyen bazı vaatler yerine getiril­mektedir.

AB nedir? Bir Hıristiyan ve inançsızlar
topluluğudur. Ve bi­zim yüzlerce yıl vatan müdafaası için kendileri ile
savaştığımız devletlerden oluşmaktadır. Şimdi nasıl oluyor da uğrunda bin­lerce
şehid verilmiş bir memleket ve devlet kendi istiklalinden vazgeçip bir
Hıristiyan topluluğunun eyaleti olmak için onlara katılmak istemektedir?

Bu insanlar hiç Kur'an meali okumamış ve
üzerinde düşünmemiş midir?

İşte bir kaç ayet meali:

Maide suresi, ayet 51: Ey iman edenler, Yahudi ve
Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları
dost (idareci) edinirse muhakkak o da, onlardandır. Al­lah zalim toplumlara yol
göstermez.”

Maide suresi, ayet 81: “Eğer Allah'a, Peygamber'e ve
O'na indirilene imanları olsaydı, o kâfirleri yâr edinmezlerdi. Fakat onların
çoğu fasıklardır.”

Bakara suresi Ayet 120. “Sen onların milletine uyuncaya
ka­dar, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar Senden razı olurlar. De ki “Doğru
yol ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına
biraz uyacak olursan, and olsun ki Al­lah'tan sana ne bir dost ne de bir
yardımcı vardır.”

Evet Kur'an'da bu mealde en az 30-40 ayet
mevcuttur. Bırakalım dostluğu; Türkiye'mizin (AB)'nin bir eyaleti olması, nasıl
kabul edilebilir? Bu kendimizi inkâr değil midir?

Kaldı ki, bu devletin kurucusu M. Kemal
Atatürk Türk genç­liğine hitabesin de onlara şöyle seslenmiştir.

“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen
Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet müdafaa ve muhafaza etmektir.”

Hani, nerde kaldı Atatürkçülük, nerede
kaldı vatanseverlik ve özgürcülük nerede kaldı Anayasa'yı korumak?

Şu hale bakın:
Milletin reyi ile seçilmiş ve Meclis Başkanlığına getirilmiş bir vekili
TBMM'nin salonundaki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”
yazısına rağmen, “Egemenliğin devri ne ayıp ne günah ne de çirkindir”
diyebilmiştir.[5]

Peki, bu AB'yi kimler istiyor? Bunlar bir
avuç hain ve bir zümre gafildir…

Bu gruptakiler
“O günün adamları dinlerini dünyalıktan az bir şeye satarlar”[6] hadis'ine
girmektedir.

Diğerlerine gelince; bunlar sözde
“elit tabaka”, dünya devleti taraftarları, tam demokrasi gelecek,
serbestlik olacak zannedenler, başörtülü üniversiteye gideriz ümidinde olanlar,
memlekette irtica tehlikesi kalmayacak diye düşünenler, “derin
güçlerden” kurtuluruz ümidinde olanlar ve daha birçok hayalperestlerdir.

Bize göre bu insanlarda, vatan, memleket,
istiklal, hürriyet, millet mefhumları yerini dünya vatandaşlığına yani demokrat
köleliğine bırakmış gibidir. Medya, televizyonlar, filmler demek ki bu kadar
tesir etmiş. İşte bütün bunlar kıyamet alametleri cümlesinden olarak
insanlarımızın Fitnelere” uğradığını düşündürten şeylerdir.

Peygamberimiz
(sav) şöyle buyuruyor: “Kapkaranlık gece parçaları (fitneler) gelmeden
amellere müsaraat (acele) ediniz ki, o devirde insan sabah mümin olur, akşama
kâfir olarak ulaşır. Mü'min olarak geceye girer, kâfir olarak sabaha çıkar. Ve
o günün adamları, dinini dünyadan az bir şeye karşılık satarlar.”[7]

Peki, “Fitne” ne demektir?

Fitne: insanların doğruyu yanlış, yanlışı
doğru, kabul etmeleri iyiyi fena, fenalığı iyi görmeleri diğer bir tabirle
akıllarının karışmasıdır. Sıratı müstakimden şaşmalarıdır.

İşte bugün bazıları marazlı medyanın ve
mason kuruluşların destek ve teşvikiyle bir şey yaptıklarını zannedip memleketi
kendi elleri ile AB'ye teslim etmeye çalışmaktadır.

Ama bizler ümit ediyoruz ki Allah'u Teâlâ
şehid kanları ile alınmış bu memleketi inşallah koruyacaktır.

“Ahir
zamanda zalim umera, iktidarlar, fasık yüzera (bakanlar) hain hükema (yargı
adamları) ve yalancı ulema gelir. Herkim bunlara yetişirse sakın onların
taraftarları, yardımcıları ve memurları olmasın.”[8]
  hadisinin haber verdiği günler yaşanmaktadır.

Öyle ise
“Muhammed bin Abdullah olan Mehdi Aleyhisselamın” zuhuru yakındır. Ki
Hz. Cebrail ve mikali (as) bile onun yardımcıları olacaktır. Ashabı, Kehf
dirilip onun hizmetine katılacaktır.[9]

O, Kostantiniyyeden çıkacak ve
bayrağındaki slogan:

“Biat Allah içindir” yazacaktır.

Allah Onu, bir gecede (Yani mucizevî ve
mükemmel bir şekilde olgunlaştıracaktır

Ona ilk defa Kâbe'de bazı Müslüman devlet
başkanları, cihat komutanları ve ilim adamlarınca biat ve bağlılıkları
sunulacaktır.

Hz. İsa (as) da önce ona tabi olacak, Hz.
Mehdi (as) den sonra ümmetin başında bulunacaktır. Ve artık vakit tamamdır ve
sabah yakındır!.

 


[1] Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü

[2] Atatürk'le iki Buçuk yıl,
Orgeneral İzzettin Çalışlar, Yay haz. İ. Görgülü-İ.Çalışlar, Yapı Kredi Yayın,
1993, s.34.

[3] Mustafa Kemal, Arıburnu
Muharebeleri Raporu, Yay. Haz. Uluğ İğdemir, TTK, 1986, s.15.

[4] Yeni Şafak. 01.07.2005

[5]  25.Nisan.2005 – Milli Gazete

[6] Ramuzül Ehadis / 243.2

[7] Ramuzül Ehadis 243/2 / Hz. Ebu
Hüreye r.a

[8] Ramuzel Ehadis. 518-6

[9] Bak. Ahir Zaman Mehdisinin
Alametleri 1-42

 

 

Hukuk Adamlarına ve Yargı mensuplarına Çağrı!
 
Yabancı ve Yıkıcı Bir Proje Olan
 
BOP EŞBAŞKANLIĞININ KANUNİ KARŞILIĞI NEDİR?
 
 
Tam 32 yerde “Bize BOP eşbaşkanlığı görevi verildi” diyen Recep Tayyip Erdoğan bunları niçin ve nasıl inkâr edecektir?
 
1- Kanal D / Teke Tek Programı: (16 Şubat 2004)
 
“Şu anda Amerika'nın da 'Büyük Ortadoğu Projesi' var ya; 'Genişletilmiş Ortadoğu' yani, işte bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım.”
 
2- Çırağan Sarayı / ABD-TESEV-Alman Marshall Fonu Toplantısı: (25 Haziran 2004)
 
“Üstlendiğimiz misyon gereği, Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine yöneleceği… Eşbaşkanı olduğumuz Genişletilmiş Ortadoğu Projesi için…”
 
3- Yeni Şafak / İstanbul NATO Zirvesi Öncesi Konuşması: (25 Haziran 2004)
 
“Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin buraya katılması… Eşbaşkanlar Olarak Türkiye, İtalya, Yemenüzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışacağız.”
 
4- İran’da Basın Açıklaması: (28 Temmuz 2004)
 
“Demokratik ortak olarak Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içinde, bu projenin eşbaşkanları arasındayım.”
 
5- Davos / Klaus Schwab’la Söyleşi Esnası: (28 Ocak 2005)
 
“Türkiye işlevini Büyük Ortadoğu Projesi içinde, bu bölgede etkin bir şekilde yerine getirecektir. Her görüşmede, attığımız her adımda bunun uygulamasını yapıyoruz.”
 
6- Zaman / ABD Yolculuğundaki Röportajı: (7 Haziran 2005)
 
“Biliyorsunuz GOP, bir alt biriminin eşbaşkanlığını üstlendiğimiz bu proje. Olay sadece Ortadoğu'yu kapsamıyor… Bu konuda yapacağımız çalışmalara komşu ülkelerden başladık. Suriye, Lübnan, Fas, Tunus gibi ülkelere geziler düzenliyoruz. Yakında Cezayir'e gideceğiz, Ürdün'e gideceğiz.”
 
7- ABD / Wıllard Otel, Basın Toplantısı: (8 Haziran 2005)
 
“Sea Island sürecinde Türkiye, İtalya ve Yemen Geniş Büyük Ortadoğu Projesi’nde bir görev üstlendik ve eşbakanlık bu üç ülkeye verildi”
 
8-ABD / Amerikan Dış Politika Derneği (FPA) Toplantısı: (10 Haziran 2005)
 
“Biz Türkiye olarak, bildiğiniz gibi, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi çalışmalarında rol aldık. Eşbaşkan olarak bu süreci işletmeye devam ediyoruz.”
 
9- Esenboğa Havalimanı / ABD Dönüşü Sırası : (12 Haziran 2005)
 
“Biz Büyük Ortadoğu Projesi'ne bu seyahatte başlamadık. Biliyorsunuz adı değişti, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi olarak belirlendi. Bunun içerisinde Türkiye, İtalya ve Yemen, eşbaşkan olarak çalışmaya başladık.”
 
10- Esenboğa Havalimanı / Lübnan’a Hareketinden Önceki Konuşması: (15 Haziran 2005)
 
“Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi çerçevesi içerisinde Türkiye eşbaşkanlık olarak paylaştığı birgörevi yürütmektedir.”
 
11- ABD / Dünya İş Konseyi (World Affaırs Councıl) Toplantısı: (7 Temmuz 2005)
 
“Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’yle yapabileceği çok şey vardır. Türkiye’nin Sea Island Süreci’nde, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi’nde Eşbaşkan olarak yer almış olması bundan kaynaklanmaktadır.”
 
12- ABD / Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Toplantısı: (13 Eylül 2005)
 
“Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi içinde önemli bir rol oynuyoruz. Amerika'nın Ortadoğu'da oynayacağı önemli bir rol var. Onun bir parçasıyız ve şu anda onun dahilinde çalışıyoruz.”
 
13- Ankara / AKP MYK Toplantısından Sonra Basına Açıklaması: (16 Kasım 2005)
 
“Dışişleri Bakanı Gül, Bahreyn'de ABD Dışişleri Bakanı Condellize Rice ile Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi ile ilgili görüşecek. Söz konusu projede eşbaşkanlık görevi yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.”
 
14- Denizli Polisevi / İşadamlarıyla Toplantısı: (19 Kasım 2005)
 
“Eğer bugün Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'nde Türkiye eşbaşkan olarak görev almışsa… İşte şu anda bu görevi yapmaya çalışıyoruz.”
 
15- TBMM / AKP Grubu Konuşması: (29 Kasım 2005)
 
“…Onun için biz şu anda Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içerisinde eşbaşkanlık görevini üstlenmişiz.”
 
16- ATV / Siyaset Meydanı: (28 Aralık 2005)
 
“Biliyorsunuz, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içinde eşbaşkanız, bunun gereği olarak da inisiyatif alma gayreti içindeyiz.”
 
17- TBMM / AKP Grubu Konuşması: (21 Şubat 2006)
 
“…Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi'ndeki rolümüz, eşbaşkanlık görevimiz bize, özellikle Ortadoğu'da önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bugüne kadar başlattığımız bütün dış politika hamleleri, bu parametre üzerine kurulmuştur. Az önce birkaçını hatırlattığım bu girişimler, aynı dış politikanın, aynı vizyonun tutarlı ve tamamlayıcı parçalarıdır.”
 
18- İstanbul Üsküdar / AKP İlçe Kongresi Konuşması: (26 Şubat 2006)
 
“Biz Ortadoğu'da GODKA denilen Geniş Ortadoğu Ve Kuzey Afrika Projesi'nin içinde eşbaşkanız. Biz orada görev ifa ediyoruz. Böyle bir görev Türkiye'ye seçilerek verilmiştir.”
 
19- İstanbul Tuzla / AKP İlçe Kongresi Konuşması: (4 Mart 2006)
 
“Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlarından biriyiz.”
 
20- İstanbul Bayrampaşa /AKP İlçe Kongresi Konuşması: (4 Mart 2006)
 
“BOP'un eşbaşkanlarından biriyiz. Şimdi bu görevi yapıyoruz.”
 
21- Sait Halim Paşa Yalısı / UBS Bank’ın Yemek Sofrası: (28 Nisan 2006)
 
“Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'ne bundan dolayı girdik.”
 
22- Avusturya Seyahati: (11 Mayıs 2006)
 
“Büyük Ortadoğu Projesi'ne, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'ne niye katıldınız, niye bunların içinde yer aldınız” diye eleştiriler geliyor. Biz de “elbette olacağız diyoruz.”
 
23- Zaman / G-8 Zirvesi’ne Giderken Röportajı: (13 Mayıs 2006)
 
“Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi eşbaşkanı olarak Türkiye'ye büyük görev düşüyor.”
 
24- Yeni Şafak / G-8 Zirvesi’ne Giderken Röportajı: (13 Mayıs 2006)
 
“Bölgemizdeki gelişmeler karşısında Türkiye olarak üzerimize büyük görev düşüyor. Bunun için de ABD'ye bir ziyaret planlıyorum… Türkiye, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi eşbaşkanı olduğu için, bunu ABD'yle konuşmamız gerekiyor.”
 
25- Esenboğa Havalimanı / Mısır’a Giderken Anlatmıştı: (20 Mayıs 2006)
 
“Ziyaretim sırasında Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi çerçevesinde yapmayı planladıklarımızı da anlatma fırsatını bulacağız.”
 
26- TBMM / AKP Grubu Konuşması: (30 Mayıs 2006)
 
“Türkiye, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içerisinde ortak üyeliğe kabul edilmiştir. Bizler bunun için burada bir ortak üyeliği ve ardından da eşbaşkanlık görevini İtalya ve Yemen ile birlikte kabul ettik.”
 
27- Artvin Çıkışı: (15 Temmuz 2006)
 
“Biz Türkiye olarak GOKAP içerisinde yer aldıysak, bunun için bizlere davet yapıldı, bunlar olacak diye biz eşbaşkan olarak kabul ettik.”
 
28- CNN / Larry Kıng Show: (27 Temmuz 2006)
 
“Daha önce Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi içerisinde zaten yer almıştık. Burada eşbaşkanlık görevi üstlenmiştik.”
 
29- CNN Türk / “Editör” Programı: (6 Kasım 2006)
 
“BOP içerisinde davet edilen ülkeler kimlerdir? Türkiye var, Yemen vardı, üç tane eşbaşkan var.”
 
30- Beyrut Dönüşü Açıklaması: (4 Ocak 2007)
 
“Biz Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'ni bunun için kabul ettik… Türkiye, İtalya ve Yemen'le eşbaşkanlık görevi üstlendik.”
 
31- Alman “Süddeutsche Zeıtung” Gazetesine açıklaması: (7 Şubat 2008)
 
“Bu sebeple TÜRKİYE, G-8 ülkelerinin de desteklediği Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içinde inisiyatif almaktadır.”
 
32- TBMM Grup Toplantısı: (13 Ocak 2009)
 
“Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, aynı zamanda Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı'dır… Bu görevinden vazgeçsin diyorlar. Bunu anlatmak istiyorum. Büyük Ortadoğu Projesi'nin amaçları bellidir.”
 
İşte bütün bu sözleri, Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerika’nın gizli ve kirli projelerinde görev aldığının ve Büyük İsrail Planına bilerek veya bilmeyerek katkı sağladığının çok açık itiraf ve ispatı görmek, bir hakaret midir, yoksa uyarı mahiyetli bir durum tespiti midir? Ve kamuoyunun asıl merak ettiği, ülkemizi de parçalamayı hedefleyen yabancı bir projede eşbaşkanlık yapan kişi ve hükümetin, anayasa ve kanunlarımızdaki ve toplum vicdanındaki karşılığı ve yaptırımı nedir? Bunların işlenmesi değil de gündeme getirilmesi suç sayılır duruma gelmişse, bu ülke nereye sürüklenmektedir? Üstelik sorulması gerekmez mi, bu ifade ve itiraflar doğruysa, Sn. Başbakan BOP eşbaşkanlığı görevine; hangi ülkeler ve mahfillerce, hangi yetki ve gerekçelerle… Ve en tehlikelisi hangi gizli vaatler ve tavizler neticesi tayin edilmiştir? Bu görevle ilgili tavsiye ve talimatları kimler vermektedir ve nasıl yerine getirilmektedir?

DEVAMI İÇİN : http://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/bop-esbaskanliginin-kanuni-karsiligi-nedir






BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi