ATATÜRK’ÜN “İSLAM BİRLİĞİ” GAYRETLERİ
Davos’ta, önceden hazırlanan ve Müslüman halkımızın havasını almayı amaçlayan “One Munite” horozlanmasının, İsrail’e verilecek çok büyük tavizlerin bir kamuflajı olduğunu söylediğimizde pek çok kişi buna itiraz etmişti. Sonunda bu ön görümüz gerçekleşmiş, AKP ve Recep Erdoğan’ın iktidarı, büyük bir akreplik sergileyip, Siyonist ve saldırgan İsrail’i OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü)ne girmesine onay vermişti. Oysa sadece Türkiye’nin veto etmesi halinde bile İsrail OECD’ye giremeyecekti. İsrail Maliye Bakanı Youval Steinitz’in “AKP Türkiye’sinin desteği ile 31 ülkenin üyesi bulunduğu bu örgüte katılmakla aslında meşruiyet kazandıklarını” vurgulayıp bayram etmesi boşuna değildi. Şimdi bütün bunlara rağmen şu AKP kurmayları için; “Münafık ve İsrail’e kiralık” iddialarımıza, bay çokbilmişler acaba ne diyecekti?
AKP İsrail’e meşruiyet sağlamak ve güç kazandırmak için onun OECD’ye alınmasına göz yumarken, Mustafa Kemal ta o dönemde “Mukaddes topraklarda, İslam aleminin bağrında bir çıbanbaşı olacak Yahudi devletinin kurulmasına asla müsaade etmeyeceklerini, hatta gerekirse bölgeyi korumak üzere Türk askerlerini göndereceklerini” söylemekteydi. Ve yine Mustafa Kemal Dünya İslam Birliği, Müslüman ve mazlum halkların dirliği için çok ciddi ve cesaretli girişimler peşindeydi. Şimdi Atatürk’e “Deccal ve din karşıtı” AKP’ye ise, “İslam kahramanı” diyenler, bir daha düşünmeliydi.
Prof. Dr. Metin Hülagü, Sulatan Abdülhamit Hanın “İslam birliği- (Panislamizm)” projelerini, Mustafa Kemal’in iyice özümseyip, dâhice takip ve tatbike yöneldiğini ve özellikle milli mücadele sürecinde, İslam dünyasıyla ve Doğu halklarıyla geliştirdiği ilişki ve işbirliği sayesinde, işgalci güçlere ve Haçlı emperyalistlere karşı bu önemli avantajı caydırıcı bir güç ve hatta şantaj olarak kullanabildiğini söylemekte ve bu iddialarını tarihi belgelerle tespit etmektedir.
Atatürk’ü, kendi sığ ve sağır ideolojilerine hapsetmek ve Onun hatırasını ve mirasını, şahsi hesapları doğrultusunda istismar etmek isteyen basmakalıpçı ve mason kafalı Kemalistlerin mutlaka okuması gereken “İslam Birliği ve Mustafa Kemal” kitabı küçük hacmine rağmen büyük mesajlar içermektedir. Ayrıca Mustafa Kemal’i “Batı taklitçisi ve Avrupa Birliği heveslisi” göstermek isteyenlere de bilimsel bir yanıt niteliğindedir.
Atatürk’ün Suriye ile irtibatları
Mustafa Kemal Suriye tarafından Şam müftüsüne, Anadolu'da Yunanlılara karşı elde edilen galibiyeti bildiren ve mezkûr müftüden İslam davasının başarıya ulaşmasına vesile teşkil etmesi için mevlit ve dua okunmasını isteyen bir telgraf gönderilmiştir.[1] Bu zafer haberi Şam ve Halep'te büyük bir sevinçle karşılanmış, şenliklerle kutlanmış, Mustafa Kemal'e Şam ahalisi ileri gelenleri tarafından tebrik telgrafları çekilmiş ve hatta kendisine Seyfu’l-İslam (İslam'ın kılıcı) unvanı verilmiş, ayrıca bu başarıdan dolayı bir kısım camilerde 22 Eylül akşamı mevlit okutulduğu gibi Beyrut'ta toplanan on bin altın lira da yardım olarak Anadolu'ya gönderilmiştir.
Mustafa Kemal 9 Ekim 1919'da Halep ve Şam'da Suriye halkına hitaben bir beyanname yayımlamıştır. Bu beyannamesine;
“Despotizmin eline düşmüş ve düşmanın kötü emellerine maruz kalmış mahzun bir milletin sesine kulak verin”
Cümlesi ile başlayan Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Suriye halkını, Müslümanları birbirine düşüren ve parçalayan çekişmelere boyun eğmemeleri; aralarındaki yanlış anlamaları terk etmeleri; kuvvet ve güçlerini ülkelerini parçalamaya çalışan inançsız düşmana karşı birleştirmeleri ve bu imansız İslam düşmanlarının vaatlerine kapılmamaları; bu düşmanların kendi aralarında ittifak ettikleri, Gladstone’un mevcut uygulamasının bunu anlamaya gayet yeterli bulunduğu noktalarında uyarmış; maksatlarının ülkeyi ve İslam'ı yok olmaktan kurtarmak olduğunu; Allah'ın yardımı ile inananların düşmana karşı savaşmaya karar verdiklerini; Konya ve Bursa'dan düşmanın atıldığını ve hakka güvenen mücahitlerin yakında Arap kardeşlerinin ziyaretine geleceklerini, düşmanı defedeceklerini ve artık dinde kardeş olarak yaşamak gerektiğini ifade etmiştir.[2]
Suriye halkına yönelik propaganda faaliyetleri Milli Mücadele’nin ilerleyen yıllarında artarak devam etmiştir. Bu propaganda metinlerinin bir kısmı bizzat Mustafa Kemal imzasıyla yayımlanırken bir kısmı da diğer şahıslarca kaleme alınmış ve neşredilmiştir. Türk propagandası yapan neşriyat, ya ücretsiz ya da gerçek ücretinin çok altında bir fiyatla halka dağıtılmıştır. Bu propaganda malzemeleri arasında en çok dikkat çekeni Anadolu'da bulunan Şeyh Senusi ile Mustafa Kemal Paşa ve Selahaddin Eyyubi'yi Kuran-ı Kerim kuşanmış bir şekilde gösteren resim olmuştur. Yine Türk ve Arap halklarının kardeşliğini simgeleyen ve üzerlerinde “inananlar kardeştir, kardeşlerinizin arasını bulunuz” ayetlerinin yer aldığı bayraklar taşınmıştır.
Emir Faysal ve Mustafa Kemal Tarafından imzalanan Türk ve Arap Hükümetleri Arasındaki Gizli Antlaşma
Madde 1: Anlaşmaya iştirak eden taraflar, Türk milleti ve asil Arap milleti, şu anda İslam dünyasındaki bölünmüşlüğü esefle tespit eder, bu bölünmüşlüğü yok etmeyi kendilerine kutsî bir vazife addederler, birbirine dinî, ahlakî ve içtimaî açıdan bağlanmış iki milletin işbirliği içinde bulunmasını temin ederler. İki millet karşılıklı olarak yardımda bulunmalı, dini ve toprağı, birleşik kuvvetlerle müdafaa etmelidir.
Madde 2: Şu anda Arapların bağımsızlığı, Türklerin hürriyeti ve vahdeti tehlikededir. Yabancı güçler kendi aralarında Irak'ı, Filistin'i, Suriye ve çevresini, Anadolu'nun önemli bir kısmını paylaşmak istemektedirler. Paris Barış Konferansı'nın bizim hakkımızda bir karar vermesinin ertesi günü, dini ve toprağı müdafaa etmek için cihat ilan etmeye karar vermiş bulunuyoruz. Bu hedefe ulaşmak için, anlaşmaya iştirak eden taraflar aşağıdaki maddeler hususunda hem fikirdirler:
Madde 3: Taraflar, Türk ve Arap İmparatorluğu'nun paylaşılmasını ve yabancı güçler tarafından işgal edilmesini kabul edemezler.
Madde 4: Osmanlı Hükümeti, Hicaz, Medine, Irak, Filistin, Şam, Beyrut ve Halep'in ilhak edildiği bir Arap Hükümeti'ni Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı ve halifeye sadık olması kaydıyla resmen tanır. Osmanlı Hükümeti, Şerif Hüseyin Paşanın bu topraklardaki hâkimiyetini kabul ve tasdik eder. Hükümet'in teşkili ve diğer hususlar konusundaki teferruatlar bilahare müzakere edilecek ve özel bir anlaşmayla belirlenecektir.
Madde 5: Şerif'in ordularınca kontrol altında bulunan topraklarda Sultan'ın ismi camilerin kürsülerinde yüksek sesle zikredilecek ve Sultan'ın Hilafeti yeniden tasdik ve ilan edilecektir.
Madde 6: Cihada başlamak ve Türklerin birliğini temin için Şerif Hazretleri, bütün Arap ülkelerinde, maslahata uygun bir dille, yabancı güçlerin İslam topraklarına düşmanca tavrını ifade eden bir ferman yayınlayacaktır. Cihadı başlatmak için, Şerif, Arap kabilelerinin bütün liderlerini ve şeyhlerini bir araya getirerek antlaşma ve ahitler imzalayacaktır. Şerif, verilen bir işaretle derhal cihada iştirak etmeye hazır hale gelebilecek bir şekilde, Anadolu'daki milli birliklere benzer milli ordular kuracaktır.
Madde 7: Şerif, Anadolu millî kuvvetlerine, emrinde bulunan bütün kuvvetlerle yardıma koşacaktır, iki taraf da, ortak hedeflerine ulaşana kadar, karşılıklı olarak, müdafaada ve taarruzda maddi ve manevi olarak yardım edeceklerdir.
Madde 8: Şerif, bu metnin aslını sadece Hicaz Araplarına ve kabile reislerine bildirmekle kalmayacak aynı zamanda imam Yahya'ya, Said İdris'e, Trablus, Cezayir, Fas, Bingazi, Tunus ve Hindistan Müslümanlarına haber verecek ve onların da harekete iştirak etmesi için elinden gelen çabayı esirgemeyecektir. Şerif, bu hedefe ulaşmak için gerekli bütün tedbirleri almaya söz verir.
Madde 9: Bu antlaşma iki nüsha halinde hazırlanıp imzalanmış ve Kerek mutasarrıfı Esad Bey aracılığıyla takas edilmiştir.
imza imza
Mustafa Kemal Şerif Faysal [3]
Atatürk’ün Hindistan’la ittifak arayışları
Hindistan Hilafet Komitesi Başkanı Muhammed Ali, Anadolu'ya gelerek Milli Mücadele önderleri ile görüşme ve işgalci güçlere karşı verilen mücadeleyi daha yakından tanıma fırsatına kavuşmuştur. Bu ziyareti sırasında Mustafa Kemal Paşa ile de müzakerelerde bulunmuştur. Bu görüşme esnasında Mustafa Kemal Paşa O'ndan Hindistan'da, Anadolu'daki mücadele adına propagandada bulunmasını rica etmiş, bu yolda yapacağı çalışma için ne kadar paraya ihtiyacı olduğunu sormuştur. Muhammed Ali, Mustafa Kemal'in bu sorusuna ancak Hindistan'a döndükten sonra cevap verebileceğini belirtmiş ve 17 Eylül 1920'de Anadolu'dan ayrılmıştır.[4]
Muhammed Ali ile Mustafa Kemal arasındaki haberleşme Muhammed Ali'nin Hindistan'a dönmesinden sonra da devam etmiştir. Muhammed Ali, 4 Ağustos 1920 tarihinde Ankara'ya ulaşan ve yetmiş bin Hintli Müslümanı temsilen Mustafa Kemal’e hitaben yazılmış olan mektubunda, lideri bulunduğu Hindistan Hilafet Komitesinin izleyeceği politika konusunda kesin bir karara vardığını belirtmiş ve barış anlaşmasının Türkiye'nin aleyhine sonuçlanması halinde tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin katılacağı ve İslami dayanışma adına nihai kararların alınacağı bir kongrenin toplanmasını teklif etmiştir. Muhammed Ali'nin kaleme aldığı bu mektup Büyük Millet Meclisi'nde müzakere edilmiş ve Mustafa Kemal'in başkanlığında oluşturulan bir komisyon mektupta dile getirilen hususların incelenmesi ve bir neticeye varılması konusunda sorumlu tutulmuştur.
Bu gelişmelerden sonra, 12 Eylül 1920 tarihinde Mustafa Kemal tüm ordu birlikleri kumandanlarına artık İngiliz Hükümetinin, ister Budist ve isterse Müslüman olsun, hiçbir Hintliyi, Anadolu'daki milli kuvvetlere karşı savaşmamaları yolunda kendilerine verilmiş olan talimattan dolayı, Türkiye aleyhine kullanamayacağını bildirmiştir.
Yine bu tarihlerde Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine yardımda bulunmak ve oraya silah sevkiyatı yapmak maksadıyla Hindistan'da para toplanmıştır.[5]
Atatürk’ün Libya ile ortak davranışları
Mustafa Kemal ve Milli Mücadele liderleri ile temas halinde olan Arap liderlerinden biri de Sireneyka’da Senusi kardeşliğinin sabık lideri Şeyh Ahmet eş-Şerif es-Senusi’dir.
Şeyh Senusi, Mustafa Kemal'e Milli Mücadele adına hizmet edebileceği beyan ve önerisinde bulunmuş, O'nun bu teklifi Mustafa Kemal Paşa tarafından olumlu karşılanmış ve İslam ülkelerindeki halkın dini duygularını İtilaf Devletlerine karşı galeyana getirmekle görevlendirilmiştir. Şeyh Senusi bu vazife ile Anadolu'nun muhtelif yerlerini dolaşmıştır. Mesela bu yerlerden biri olan Sivas'ta Cami-i Kebir'de bir hutbe okumuştur. Hutbesinde cihadın önem ve ehemmiyetinden bahsetmiş, Müslümanların esaret altında yaşamalarının mümkün olamayacağından söz etmiş, İslam düşmanlarının muamelelerinden bahisle Müslümanları cihat ve mücadele noktasında teşvikte bulunmuştur.[6]
Afganistan’la sıcak ve samimi temasları
1 Mart 1921'de Türkiye ile Afganistan arasında Moskova'da bir dostluk anlaşması imzalanmıştır. Antlaşma metnine göre bağımsız Türkiye, Afganistan'ın bağımsızlığını tanımış, taraflar tüm doğu milletlerinin, özellikle Hive ve Buhara halkının kesin özgürlük ve bağımsızlıklarını kabullenmiş, her hangi emperyalist bir saldırı karşısında bu saldırıyı taraflar bizzat kendilerine yapılmış gibi kabul etmeyi ve buna tüm güçleri ile karşı koymayı benimsemiş; taraflardan her biri düşman olan bir devletle anlaşma imzalamama ve başka devletlerle antlaşma yapmadan önce diğer tarafa bilgi vermeyi taahhüt etmiştir.[7]
Türk-Afgan anlaşmasının imzalanması üzerine Mehmet Muhtar Bey Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumunda bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında bu ittifak antlaşmasının öneminden bahsetmiş, Doğu Dünyası’nın Batı emperyalizmine karşı birleşme yoluna gittiğini belirtmiş ve yine bu antlaşmanın imzalanması ile Panislam planın tahakkukunda ciddi bir adımın daha atılmış olduğunu ifade etmiştir.
İngilizler, imzalanan bu Türk-Afgan antlaşmasında, bir İslam Konfederasyonu kurulması; Hindistan, Orta Asya, Doğu İran ve Belucistan’da ihtilal propagandası yürütecek örgütler vücuda getirilerek yönetilmesi; Afganistan'ın savunması için bir Türk askeri heyetince stratejik planlar hazırlanarak uygulanması konularını kapsayan bazı gizli maddeler olduğuna inanmışlardır.
İran’la dayanışması
Milli Mücadele liderleri, İran ile olan münasebetlerine özel önem vermişler, bu ülke ile Türk-Afgan antlaşmasına benzer karşılıklı bir yardımlaşma antlaşması imzalamayı düşünmüşlerdir. Böyle bir antlaşmaya ileriki yıllarda Rusya ve Afganistan'ın da iştirak etmesi ve daha sonra da anlaşmanın bir ittifak şekline sokulması düşünülmüştür. Bu gelişmeler üzerine Millî Eğitim Bakanı Mümtazüddevle başkanlığındaki bir İran Kurulu, 1922 yılı Haziran ayı ortalarına doğru Ankara'ya gelmiştir. İran Eğitim Bakanı bir demecinde,
“İki ulus arasındaki kardeşlik bağlarının son zamanlarda daha güçlü bir biçime geldiğini; bundan böyle her iki ulusun felaket ve mutluluklarını karşılıklı olarak birlikte paylaşacaklarını” beyan etmiştir. Türkiye ile İran arasındaki bu münasebetler sonraki yıllarda daha da gelişmiş ve askeri yardımlaşma yanında eğitim alanında dayanışmaya kadar uzanmıştır.
Irak’la yardımlaşması
Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği sıralarda Irak'taki millî ve dinî önderlerle de münasebetlerde bulunulmuş, onların yöresel propaganda ve kışkırtma çabalarından yararlanma yoluna gidilmiştir. Bu çalışmaların bir ürünü olarak Ravendez ve Süleymaniye Kürtleri Türk millî hareketine iltihakta bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal'in münasebet içerisinde olduğu bu dini önderlerden biri Kerbela baş müçtehidi olmuştur. Bu müçtehitle haberleşme içerisinde olan Mustafa Kemal onunla mektuplaşmış, kendisine hediyeler göndermiştir. Şeyhten gelen ve Büyük Millet Meclisinde okunan bir mektupta şeyhin Milli Mücadele ve İslam davası yolunda mümkün olan her yola başvurarak çalışmaları hususunda kendisine bağlı temsilcilere talimatlar verdiğinden bahsedilmiş, İran’ın diğer bölgelerine propaganda heyetleri göndereceği vaadinde bulunulmuştur. Ayrıca Mustafa Kemal, Irak'ta olay çıkarmak ve iç karışıldığa sebebiyet vermek üzere 1922 Haziran’ında özel bir komite vücuda getirmiştir. Irak'taki Arap liderlerine gönderdiği bir mesajında, “İngilizlerin eseri olan” Irak yönetiminin iktidardan düşürülmesi için elden gelenin yapılmasını teklif etmiştir.[8]
Atatürk’ün Rusya Müslümanlarına yaklaşımı
Rusya hâkimiyetinde yer alan Müslümanların Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine maddî açıdan yardımda bulunmuş oldukları malumdur. Rusya Müslümanları Milli Mücadele hareketine, bu maddî yardıma ilaveten, siyasî yardımda da bulunmuşlardır. Örneğin Rusya'daki Petrograd Müslümanları herhangi Müslüman olmayan bir devlet tarafından Türkiye'ye saldırı olması halinde onu destekleme kararı almışlar ve bu hususa dair Rusya idaresi altında bulunan tüm Müslümanlara bir bildiri göndermişlerdir. Bu bildiri burada yaşayan tüm Müslümanlar tarafından kabul edilmiştir. Alınan bu karar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da memnuniyetle karşılanmış ve Petrograd Müslümanlarına teşekkür edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu dönemde benzer bir karar da Hindistan, Tripoli ve Yemen Müslümanlarınca alınmıştır.
Atatürk’ün Yemen’e uzanması
Yemen Lideri İmam Yahya'nın ricası üzerine Anadolu'daki Milli Mücadele temsilcileri tüm orduya, Yemen'de gönüllü olarak görev yapmayı kabul eden subayların bir derece terfi ettirileceğini, kendilerine çifte maaş ödeneceğini ve orada yapılacak hizmetin iki kat sayılacağını beyan eden bir bildiri neşretmişlerdir.[9] Yemen ayrıca Ankara meclisine temsilci göndermiştir.
Hicaz Emiriyle yakınlaşması
Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal ile Hicaz Emiri Hüseyin arasında daimi bir münasebetin olduğunu görmekteyiz. Bu dönemde Mustafa Kemal bir kısım temsilcilerini Şerif Hüseyin'e göndermiş ve İngiliz Hükümeti ile olan münasebetini sona erdirmesi şartını kabul etmesi halinde kendisini halife olarak tanıma ve bağlılıkta bulunma vaadinde bulunmuştur. Bu gelişmelerden sonra Şerif Hüseyin önde gelen Mekke liderleri ile bir toplantı yapmış ve onlara, Mekke'nin ilerideki ihtiyacını karşılamak üzere, ellerindeki kaynakları muhafaza etmelerini ve gıda stoklarını israf etmemeleri talimatını vermiştiler. Şerifin Türk asıllı eşi de hilafetin Şerif Hüseyin ve İstanbul arasında el değiştirmesine vesile olması yolunda Şerif ile Ankara arasında bir anlaşmanın meydana gelmesi için aktif bir davranış içerisinde bulunmuştur.
İslam Birleşmiş Milletleri
Milli Kurtuluş Savaşı döneminde Türk-Arap halklarının gerçekleştirmeye çalıştıkları önemli işbirliklerinden biri de İslam ülkeleri arasında bir İslam Ülkeleri Birliği, İslam Ülkeleri Konfederasyonu veya İslam Birleşmiş Milletleri diye tanımlanabilecek olan siyasi dayanışmadır.
Bu yıllarda ilki Ankara Hükümeti'nin girişimiyle, Osmanlı Hilafeti'nin himayesinde; ikincisi Rusya'nın girişimi ile ve onun himayesinde olmak üzere bir İslam Ülkeleri Birliği kurulması yolunda iki teklif yapılmıştır. Bu dönemde İslam Ülkeleri Birliğini gerçekleştirme fikrine yatkın bir politika takip eden Milli Mücadele liderleri, özellikle Mısır olmak üzere, İslam ülkelerindeki Siyasi gelişmelerden oldukça etkilenmiş durumdadır.[10]
XIII. Kolordu Komutanı Cevat Paşa, Batı Trakya dâhil olmak üzere Osmanlı sınırları İçerisinde bulunan ülkelerin, padişahın yönetiminde kalmasını, Irak, Suriye, Hicaz ve diğer Arap ülkelerinin ise kendi hükümetlerinin yönetimi altında olmasını, fakat aynı zamanda hilafetle bağlarının bir konfederasyonla sağlanmış olmasını ve Osmanlı sancağının, Amerikan bayrağındaki yıldızlar gibi federasyona dâhil olan İslam ülkeleri hükümetleri sayısınca hilal taşımasını vs. teklif etmiştir.[11]
1920 yılının Aralık ayı başlarında, İktisat Bakanı Yusuf Kemal Bey’in başkanlığında ve Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Azerbaycan'daki Milli Mücadele temsilcisi M. Şevket (Esendal) Bey, askerî danışman Saffet Bey ve Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşadan oluşan bir Türk kurulu, İran, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya, Dağıstan, Hive, Buhara, Türkistan Cumhuriyeti ile Türkiye arasında bir İslam Devletleri İttifakı oluşturmak suretiyle barışı sağlamak, siyasî, askerî ve savunma anlaşması yapabilmek ve aynı zamanda Yakın ve Orta Doğu Müslümanlarının ortak menfaatlerini Batılı devletlerin saldırısı ile sömürge haline getirilmesinden muhafaza etmek amacıyla bir dizi girişimlerde bulunmuşlardır.
Esasen Doğu milletlerinin bir ittifak oluşturması teklifi Sovyet Hükümetine Ankara Hükümeti tarafından yapılmıştır. Gerçekleştirilmesi öngörülen bu hareket ilk olarak Mustafa Kemal tarafından ortaya atılmış, fakat daha bu yöndeki planın gerçekleştirilmesine başlanmadan iki Hükümet arasında görüş farklılıkları belirmiştir. Sovyet Dışişleri Afganistan'ın da ittifaka dâhil edilmesi üzerinde ısrar etmiş, Mustafa Kemal ise bu görüşün hemen tahakkuk ettirilmesinin çok zor olacağını belirtmiş, bu noktada Sovyetlerin yapacağı ısrarın, planın tatmin edici bir şekilde gerçekleşmesini geciktireceğini ifade etmiştir.
İngiliz kaynaklarına göre Mustafa Kemal'in Afganistan'ın Doğu Milletler Birliği'nde yer almasına karşı çıkmasının muhtemel sebebi, o günkü Türk siyasetinin Afganistan'ı Batı tesirine karşı Orta Asya'da bir güç dengesi olarak tutmayı planlaması ve iki ülke arasında hızlı haberleşme vasıtalarının gerçekleştirilmesiyle alakalıdır. Bu hususta her ne kadar Mustafa Kemal ile Sovyet Hükümeti arasında anlaşmazlık zuhur etmişse de, aynı zamanda Afgan Hükümeti'ni ittifaka katılma noktasında ikna çalışmaları da devam etmiştir. Zira bu tarihte Afganistan, hem Moskova ve hem de Ankara Hükümeti tarafından Panasya siyasetinin temel taşı olarak görülmektedir.
Rusya'nın, kendisinin de katılımını öngören, benzer bir İslam Ülkeleri Federasyonu teklifi ise, Lozan Konferansının açılışından kısa bir süre önce, Mustafa Kemal tarafından reddolunmuştur. Zira Milli Mücadele liderlerine göre gelişecek olan İslam Birliği siyaseti, Rusya'nın katılımı neticesi, Avrupa'da rahatsızlık ve düşmanlık doğurması ve Türkiye'ye büyük zararlar vermesi muhtemel olan ilişkilere tercih edilir bir durum arz etmemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Anadolu'daki Panislam propagandasına kazandırılan hız neticesinde Bolşevik propagandaya fazla bir ehemmiyet atfedilmemiştir.
“İslam Ülkeleri Federasyonu”nu gerçekleştirme düşüncesini kuvvetlendiren bir diğer girişim de Cemaatü'l-İslam diye bilinen ve daha ziyade halkı Arap olan ülkeler dahilinde Panislamist siyaset gütmek üzere geliştirilen teşkilatın yeniden faaliyete geçirilmesidir. Cemaatü'l-İslam teşkilatının temel gayesi, her ülkenin kendi bağımsızlığını muhafaza etmesi prensibi dâhilinde, İslam ülkelerini hilafetin koruması altında birleştirmekten ibaretti. Fakat gerçekte ise bu ülkeler, Türkiye'nin siyasî tesiri altında bulunacaklardı.
Cemaatü'l-İslam, Mustafa Kemal'in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin davet edileceği büyük bir İslam kongresi düzenleme kararını almıştır. Kongrede görüşülmesi kararlaştırılan maddeler şu hususlardan oluşmaktaydı:
1) Müslümanları alakadar eden genel İslami konuların tartışılması;
2) Hilafet meselesinin ele alınması;
3) Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye'nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler Birliğinin kurulması.
Cemaatü'l-İslam, Türkiye'de, meşhur şair ve Sırat-ı Müstakim’in baş editörü ve aynı zamanda Burdur mebusu, Mehmed Akif (Ersoy) Bey’in başkanlığı altında yeniden faaliyete başlamıştı. Teşkilata ulema ve muhafazakârların da bulunduğu çok sayıda mebus ve yazar katılmıştır.
Teşkilatın programı, Kafkaslar, İran, Afganistan ve Orta Asya'da yeterli gelişmenin elde edilmiş olduğu göz önüne alınarak, daha ziyade Arap ülkelerinde yapılması düşünülen faaliyetlere yoğunlaşmıştır. îbn Suud'un kendi saflarına kazanılması için özel girişimlerin yapılması kararı alınmış ve bunun için Balkan Savaşından önce Yemen ve Trablusgarp seferleri sırasında Türk ordusunda hizmet görmüş ve dolayısıyla Arapları iyi tanımakla şöhret bulmuş olan Enver Paşa'nın can düşmanı Yarbay Aziz Bey görevli kılınmıştır. (Çünkü Mason ve İttihatçı Enver’in bu milletin başına ne belalar açtığını çok iyi bilen ve ondan nefret eden Atatürk, Enver karşıtlarına haklı bir güven duymaktadır)
Ancak, Asya'da yer alan İslam ülkeleri delegeleri ve Kafkasya'dan gelecek olan temsilciler, kongrede ele alınacak konulardan birinin hilafet kurumunun yapısı ile alakalı bir takım unsurların değiştirilmesi olacağı” propagandasına aldanmış, bunun üzerine kongreye katılmamışlardır. Dolayısıyla da toplantı yapılamamıştır. Fakat daha sonra kongrenin toplanabilmesi için yeniden girişimler başlatılmıştır. Tatbike çalışılan bu plana göre tüm İslam ülkelerini temsil eden delegelerden oluşan bir “Nihaî Hilafet Komitesi” oluşturulacaktı, İslam siyasetinin daha düzgün sürdürülebilmesi için her İslam ülkesi halife emrine özel bir temsilci gönderecek, bu atamaya karşılık olarak da her ülkeye hususi hilafet temsilcileri yollanacaktı.[12] Mezkûr komite, gerek dolaylı ve gerekse doğrudan olmak üzere, Müslüman dünyasını ilgilendiren konularla alakalı olarak halifeye gerekli tedbirleri alması noktasında siyasi tavsiyelerde bulunacaktı. Ayrıca komite genel olarak, İslam dünyasının ahlakî, dinî veya maddî menfaatlerini ilgilendiren hususlarla alakadar olacaktı.[13]
Komitenin yapması gereken esas görevlerinden bir diğerini ise sosyal ve ekonomik durumunu geliştirmek ve çağdaş gelişmeye paralel olarak kalkınmasını sağlamak amacıyla, İslam dünyasında entelektüel açıdan bir Rönesans yaşanmasını hızlandıracak raporlar sunmak olacaktı. Yine Müslüman halk arasında çalışma ortamını en güzel şekilde tanzim etmeye, üretim gücünü artırmaya ve son olarak da İslam dünyasının geleceğini refaha erdirme noktasında müşterek ve metodik yardımlaşmalarda bulunulması için elinden geldiğince gayret edecekti. Bu nedenle, Nihai Komite üyelerinin seçiminde görüşlerinin alınması arzu edilen birçok İslam ülkesi ileri gelenleri Ankara’ya davet edilmiş ve orada hususi bir komite oluşturulmuştur.
Kayıtlara göre, tasarlanmış olan Ankara Kongresi'nin tertip olunması, Eşref Edib Bey’in yazmış olduğu bir makaleden ilhamla gündeme gelmiştir. Eşref Edib Bey tarafından hararetli bir üslupla kaleme alınıp imzalanan, genel olarak Haçlı emperyalizmine çatan ve İslam dünyasını büyük bir İslam kongresinin Ankara'da toplanması için teşvikte bulunan bu makale yine Eşref Bey'in editörü bulunduğu Sebilürreşad’da 13 Nisan tarihinde yayımlanmıştır.[14]
Mustafa Kemal Paşa mezkûr makaleye muttali olunca (öğrenince) Ankara'da dünya İslam devletleri temsilcilerinin iştirak edecekleri bir kongrenin tertiplenmesi için harekete geçmiştir.
Bunun için o dönemin Matbuat Müdürü Rağıb Beye bu yoldaki girişimlerin bir an evvel başlatılmasını ve bu işlerle alakadar olmak üzere yine o dönemin Seriye Vekili Bursalı Mustafa Fehmi Gerçeker, Meclis Başkâtibi Recep Peker, Yazar Eşref Edib ve Şair Mehmed Akif'ten oluşan bir heyetin teşkilini emretmiştir. Bu heyet Ankara İstasyon Binasında konuyu müzakere etmek ve gereken girişimlerde bulunmak amacıyla bir kaç defa toplanarak tüm dünya İslam milletlerine gönderilmek üzere beyanname ve davetiyeler hazırlamaya girişmiştir.
Ankara'da böyle bir kongrenin toplanması yolunda yapılan girişimler, gerek Mustafa Kemal ile olan münasebetleri ve gerek kendilerine yapılan davet üzerine Kerbela baş müçtehidi ve Necef şeyhi tarafından benimsenmiştir. Necef şeyhi, 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemale gelen bir mektubunda, Ankara'da toplanacak olan kongreye tam yetkili bir delegenin gönderileceği vaadinde bulunmuştur. Afganistan Emiri ise idarî reformlardan dolayı kongreye katılamayacağını, Afganistan'ı o tarihlerde terk etmesinin mümkün olmayacağı mazeretini bildirmiştir.
İslamî Kongrenin toplanma planı Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa, Ankara Hükümeti Din İşleri Vekili Abdullah Azmi, Şeyh Senusi, Acemi Sa'dun Paşa, Diyarbakır bölgesi komutanlarından Cevad Paşa, Fevzi Paşa, Afgan Büyükelçisi Sultan Ahmed Han, İran Elçisi Mümtazüddevle, Azerbaycan Elçisi İbrahim Abiloff’tan oluşan bir heyet tarafından ayrıca müzakere olunmuştur. Kongre tertip heyetinin yaptığı toplantıya birçok mebus ve gazeteci de katılmıştır. Şeyh Senusi, Acemi Sadun Paşa ve Cevad Paşa Ankara'da olmadıklarından dolayı toplantıya şahsen katılamamışlar, ancak temsilcileri vasıtasıyla görüşlerini beyan etmişlerdir.
Ancak söz konusu bu kongre, toplantının yapılacağı yer konusundaki görüş farklılığından dolayı sonraki bir tarihe ertelenmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Örneğin Afgan Elçisi bu kongrenin Kabil'de toplanmasını isterken, İran Elçisi de Tahran’da toplanılmasını istemiş ve bu noktada oldukça ısrarlı olunmuş, diğer taraftan Mustafa Kemal ise aynı derecedeki bir ısrarla bunun Ankara'da veya en azından Anadolu’nun bir başka şehrinde yapılması üzerinde durmuştur. Fakat daha sonraki tarihlerde Eskişehir mağlubiyetinin meydana gelmesi ve onu müteakiben siyasî ve askerî açıdan sıkıntılı günlerin daha da artması, Mısır, Cezayir, Trablusgarp, Tunus, Hindistan, Afganistan, Azerbaycan, Suriye ve Irak gibi Asya ve Afrika Müslümanları murahhaslarından oluşacak böyle bir Dünya İslam Kongresi'nin Ankara'da toplanmasına engel olmuştur.[15]
1921 senesinde Ankara'da toplanmasına çalışılan bu kongrenin işleri ile 1920 yılının sonlarına doğru bir süre Milli Mücadele hareketi sırasında oluşturulan Gizli Servis'in riyasetinde ve Nisan 1921'de meclis başkan vekilliği görevinde bulunan Hamdullah Suphi Bey de meşgul olmuştur.[16]
Ankara Hükümeti 1922 yılının başlarında Ankara'da olmak ve Mustafa Kemal'in başkanlığı altında toplanmak üzere diğer bir İslam Konferansının toplanması teklifinde bulunmuştur. Fakat böyle bir toplantının gerçekleştirilebilmesine ön hazırlık olmak üzere, yine Mustafa Kemal'in bir önerisi ve daha çok Suriye ve Filistinli Arap liderlerin çalışmalarıyla 15 Aralık 1922'de Kahire’de bir Arap Kongresi toplanmıştır, Kongrede, Mustafa Kemal tarafından belirlenmiş olan şu konular ele alınmıştır:
1) Daha önce halifenin idaresi altında bulunan Arap ülkelerinin oluşturacağı bir federasyon kurulması;
2) Mısır'ın bağımsızlığa kavuşturulması ve Süveyş Kanalı'nın muhafazası için askerî kuvvet sağlanması;
3) İngiliz kuvvetlerinin Mısır’ı derhal terk etmesi yolunda talepte bulunulması.
Böyle bir kongre tertibine gidilmesi kararı, muhtemelen, Ankara Hükümeti’nin İslam ülkeleri ile olan münasebetlerini devam ettirme ve Milli Mücadelenin tahakkuku için ele geçen her fırsattan faydalanarak Müslüman milletler arasındaki İslami hareketi artırma arzusundan kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle de gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse diğer Milli Mücadele önde gelenleri Türkiye'nin bu dönemde İslam dünyasının lideri olması arzusunu taşımışlardır. Milli Mücadele sırasında gerçekleştirilmeye çalışılan ama olumsuz gelişmelerden dolayı neticesiz kalan Ankara Kongresi teşebbüsünü, başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele liderleri tarafından tatbikine çalışılan İslam devletleri arasında bir İslam Birleşmiş Milletleri veya İslam Devletleri Federasyonu oluşturma çabasının gerçekleşmesini kolaylaştırma unsuru veya bu yoldaki çalışmaların bir uzantısı şeklinde değerlendirmek mümkündür. [17]
Netice
Bu dönemde takip edilmeye çalışılan “İslam Ülkeleri Birliği” yahut Federasyonu siyasetinin gayesi; Avrupa ordularının istilası altında bulunan tüm İslam ülkeleri topraklarını ve halklarını bu durumdan bir an evvel kurtarmak ve tam bir bağımsızlığa kavuşmalarını garanti altına almak, hilafeti her İslam ülkesinin bağımsızlığının kabul edilen garantörü konumuna taşımak ve yine hilafeti, aralarında dinî olduğu kadar dünyevî birliğin de esası kılmaktı.
Yine bu dönemde böyle bir politikanın izlenmesine çalışılmakla, özellikle Avrupa Devletlerine karşı askerî ve siyasî açıdan aleyhte olan mevcut durumdan kurtulmak ve dünya siyasetinde bir denge unsuru oluşturmak hedefi taşımıştı. Ayrıca Mustafa Kemal'in İslam Birliği planını gerçekleştirmeye çalışmak suretiyle takip ettiği bu siyasî organizasyon, bir taraftan halifenin dünyevi gücünün zayıflamasının doğurduğu memnuniyetsizliği gidermeye çalışmak, diğer taraftan ise kendi siyasî durumunu, istikbale matuf olarak, garanti altına almaya yönelik olarak okunmalıydı. Ayrıca böyle bir politikanın takibi neticesinde Batılı güçlerin hilafetten kaynaklanan sebepler dolayısıyla, İslam ülkelerinde meydana gelecek olan bağımsızlık hareketleri nedeniyle Türkiye'yi suçlamaya hakları da olmayacaktı. Bu konuda herhangi bir şikâyet söz konusu olduğu takdirde Türk Hükümeti, Müslüman ülkelerin halifelerinin etrafında toplanarak bir birlik oluşturmalarının gayet tabii olduğunu, fakat Türk Hükümetinin başka bir devletin iç işlerine kesinlikle karışmadığını ve hiç bir şekilde toprak elde etme niyetinin de bulunmadığım rahatlıkla savunur olacaktı.
Bu dönemde Türkiye ile İslam ülkeleri arasında imzalanmış olan ittifak anlaşmaları ile Batı emperyalizmine ve yayılmacı siyasetine karşı dayanışma sağlanmış, bu vesile ile de İslam ülkelerinin içinde bulunduğu duruma bir an evvel son verilmeye çalışılmıştı. İslam ülkeleri arasındaki işbirliği ve bu ülkelerin birliğini gerçekleştirme yolunda yapılan girişimler, neticeye ulaşılıp ulaşılamaması bir tarafa, “emperyalist devletlerin istilasından kurtulma ve bağımsızlıklarına kavuşma mücadelelerinde” gerek Türkiye ve gerekse diğer İslam ülkeleri için hiç şüphesiz büyük faydalar sağlamıştı.
Atatürk, Doğu dünyasının ve İslam coğrafyasının nabzını tutmayı, gönüllerini almayı ve Müslüman kalarak muasır medeniyeti yakalayıp aşmayı başarmış bir insandı… Milli Mücadeledeki kahramanlığı ve sergilemiş olduğu başarıları dolayısıyladır ki O, Müslümanların gözünde önemli bir İslami figür, bir kahraman halini almıştı. İslam'ın Kılıcı (Seyfu’l-İslam), İslam'ın Aslanı (Esedü’l-İslam) olarak nitelenmeye başlanmıştı.
Mustafa Kemal, akıllı bir Müslüman, iyi bir siyasetçi ve stratejisttir. Dünyayı tanıyan, gelişmeleri yakından takip eden, siyasi manevraları belli bir denge içerisinde yürütebilen ve daha önemlisi hedefine ulaşmada gayet temkinli, akıllı ve ustaca davranabilen, zamanı iyi kullanabilen bir deha sahibidir.
O'nun Milli Mücadelede başarılı olabilmek için izlemiş olduğu her bir siyasetin tek tek ele alınıp incelenmesi ve kendi şartları ve ihtiyaçları içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu, hem Mustafa Kemal'i tanımak ve anlamak için gereklidir, hem de yakın tarihimizin gerçek kurtuluş hikâyesini izlenen siyasi manevralar açısından bilmek için icap etmektedir.
Mustafa Kemal'in Milli Mücadele'nin başarısı adına izlemiş olduğu bir dizi siyasetten birisi de “İslamcılık politikası” olduğu kesindir. Ancak belirtmek gerekir ki, İslamcılık politikası O’nun izlemiş olduğu siyasetlerden biri olmakla beraber “birincisi ve en önemlisi” sayılabilir. O, İslamcılık politikasını hem iç unsurları, hem de dış unsurları dikkate alarak uygulamaya girişmiş, kapsamı ise bütün Müslümanları ilgilendirmiştir.
“Mustafa Kemal, böyle bir politikaya, Batı emperyalizminin Anadolu'nun bağrına saplanmış olan pençelerini söküp atabilmek, Anadolu üzerindeki mevcudiyetine ve gölgesine son verebilmek için müracaat etmiştir. Sultan II. Abdülhamid'in icadı ve planı olan İslamcılık politikası, bir anlamda, mucidinin eliyle değilse de, Mustafa Kemal vasıtasıyla gerçek anlamda uygulamaya geçirilmiştir. Bunun böyle olduğunu söylemek hiçbir şekilde konunun abartıldığı anlamına gelmemelidir” diyen yazar, gizlenen tarihi bir gerçeğe dikkat çekmektedir.
M. Kemal'in gizlenen vasiyeti, Yeniden Büyük Türkiye’nin şifreli kodları mı oluyordu?
Tarihimizin ünlü şahsiyetleri içinde en fazla iftiraya, haksızlığa, çarpıtmaya uğrayan kişinin Sultan Vahidüddin olduğunu iddia edenler yanılıyor. Bu kişi bizce Mustafa Kemal Paşadır.
Nasıl olur demeyin. Birtakım Sabataycılar, Masonlar ve cuntalar O’nun ölümünden sonra, ismi dışında M. Kemal ile alâkası olmayan bir ideoloji çıkartmışlar, bir efsane/mitoloji oluşturmuşlar, O’nu yeni bir “Sezar dininin” âleti yapmışlar, O’nun gölgesinde ülkede Sabataycı bir saltanat ve hakimiyet kurmuşlardır.
Bunlar ülkemizde bir “Atatürk kültü” geliştirip tabulaştırmışlardır.
M. Kemal Paşa, ölümünden 50 sene sonra açılmak üzere (bir iddiaya göre) kendi el yazısıyla bir vasiyetname bırakmıştır. 1988'de bu vasiyetname, zamanın General Cumhurbaşkanı Evren Paşa tarafından açılıp okunmuş ve “Bu metnin açıklanması doğru olmaz, millet buna hazır değildir” denilerek 25 yıl daha gizli kalması kararı alınmıştır.
Atatürk'ün “Ölümümden 50 sene sonra açılsın ve icabı yapılsın” dediği bir vasiyetnamede istenenleri yerine getirmemek, ihanet midir, hikmeti nedir? Böyle bir gizlemeye, geciktirmeye neden gerek görülmektedir? Hele böyle bir işi Atatürkçü geçinenler yaparsa durum daha vahimdir.
M. Kemal'in vasiyetnamesi, ölümünden 72 sene geçmiş olmasına rağmen niçin açıklanamıyor? Ne gibi sakıncalar görülüyor? Bu açıklamayı kimler engelliyor?
Hakkında irili ufaklı on binlerce kitap, risale ve makale yayınlanmasına, yurdun her yerinde milyonlarca heykeli, büstü, portresi bulunmasına, paraların ve pulların üzerinde resmi olmasına, gençliğe önder ve örnek gösterilmeye çalışılmasına rağmen Atatürk Türkiye'nin en büyük bilinmeyenidir. Ölümünden bu kadar zaman geçti, artık bu bilinmeyen çözülmelidir. Sahte Atatürkçüleri (Kemalistleri) en fazla rahatsız ve tedirgin eden şey M. Kemal'in Hilâfet hakkındaki görüşleridir. Kemal Paşa, Hilâfet'in İslâm ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir başkan ve kurum olarak canlandırılabileceğini düşünen birisidir. Zaten, 1924'de Osmanoğlu ailesinin son Halifesi Abdülmecid bin Abdülaziz Han yurt dışına sürülürken Büyük Millet Meclisi'nin çıkarttığı kanunda Hilâfetin Meclis'in hükmî şahsiyetinde mündemic olduğu belirtilmiştir. Yani Meclis mevcut Halifeyi görevinden almıştır, ama Hilâfeti lağv ve ilga etmemiştir.
(İsrail hizmetkârlığı ve TSK’yı zayıflastmasıyla meşhur) Adnan Menderes, bir gece darbesiyle alaşağı edilmeden önce Meclis çatısı altında Demokrat Parti iktidarı grubuna şöyle seslenmiştir:
“Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir. İsterseniz Hilâfeti bile geri getirebilirsiniz…” (Acaba Menderes samimi bir Müslüman ve Atatürk’ün mirasçısı mıydı, Yoksa ılımlı İslamcılar ve din istismarcıları gibi İsrail yanlısı mıydı? A.A.)
Atatürk'ün ölümü de esrarla doludur. Öldürüldüğü de iddia ediliyor.
Öldüğünde, yakın tarihimizin önemli ve ünlü bir din reisinin (Yahudi Hahamı Haim Nahum’un) yanında bulunduğu söylenir. Bu kişinin, Lozan'ın ikinci kısmında Türk heyeti içinde bulunduğu ve Kemalizm’in manevî mimarlarından olduğu biliniyor. (Bu sinsi ve Siyonist Yahudilerin Atatürk hesapları ve tuzakları niye irdelenmiyor?)
Herkesin bildiği gibi M. Kemal Paşa önemli miktardaki malını mülkünü, parasını ve servetini milletine bağışlamıştı. Bu paranın bir kısmı ile bazı hayır işleri yapılmasını, burslar dağıtılmasını arzulamıştı. Şu hususun da açıklanması lazımdı. Atatürk, İsmet Paşa'nın çocuklarına burs verilmesini niçin vasiyetine yazmıştı? Yoksa İsmet'in öldüğünü veya öldürüldüğünü mü sanmaktaydı?
Atatürk açıklanmayan, gizli tutulan vasiyetnamesinde birtakım akrabalarının, yakınlarının da isimlerini zikr ediyormuş, Kemalistlerin bunların bilinmesini istemiyormuş diye yazılar çıkmıştı.
Atatürk meşhur vasiyetnamesini yazdığı (veya yazdırdığı) sırada zihni berrak mıydı? Ölüm döşeğinde iken Ankara'dan İngiltere büyükelçisini çağırmış, onunla özel bir görüşme yapmış, Elçiden çok garip bir istekte bulunmuş, Elçi isteği kabul etmemiş. Bu konular Elçinin daha sonra yayınlanan hatıralarında anlatılmıştı. Atatürk, İngiliz elçisine ne gibi talepleri aktarmıştı?
M. Kemal Paşa'nın naşının İslâmî kurallara göre ne zaman yıkandığı ve kefenlenip kaldırıldığı? Cenaze namazının nasıl kılındığı? Bu namazda kimin imamlık yaptığı, kaç kişinin katıldığı? Etnoğrafya Müzesi Mahzeninde niye yıllarca saklandığı ve Anıtkabir’e nasıl taşındığı? soruları niye doğru ve doyurucu şekilde yanıtlanmamıştır?
Paşanın, bugünkü rayiçle milyarlarca doları bulan ve tamamı milletin hizmetine vasiyet olunan şahsî serveti ne yapılmıştır? Bunun ne kadarı CHP'ye bırakılmıştır?
Bir rivayeti daha nakledeyim: 1988'de Çankaya Köşkü'ne getirilen ve General Evren'in bürosunda bulunan vasiyetnamenin gizlice mikrofilmleri çekilmiş, bir Ortadoğu devletinin yeraltındaki mahrem arşivlerine saklanmıştır. Eğer doğruysa bu işi kimler ve niçin yapmıştır?
Atatürk'ün, Dönme Dilberzade ailesine verilmesini istediği para adı geçen aile tarafından niçin alınmamıştır?
Evet, iki Atatürk vardır: Biri gerçek Atatürk, ötekisi efsane ve sahte Atatürk. Sağcı, solcu, Atatürkçü, anti-Kemalist, Müslüman, milliyetçi tarihçilerimizin artık Atatürk konusunu çok ciddî, çok objektif, çok seviyeli bir şekilde ele almaları lazımdır.
Vasiyetname de, en kısa zamanda bütünüyle (tekrar ediyorum bütünüyle) yayınlanmalıdır.”[18]
İngiliz CFR’sinin Abdullah Gül hayranlığı!?
İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House meşhur “kristal cam” ödülünü bu yıl Cumhurbaşkanı Gül’e layık ve takdim buyurmuşlardı. Önceki senelerde ödülü alanlar arasında Ukrayna'nın Amerikancı turuncu devriminin lideri Victor Yuşçenko da vardı. Chatham House, bu yıl Gül'ü Irak'taki arabuluculuk rolünü çok iyi oynadığından, Afganistan-Pakistan liderlerini buluşturup Amerika’nın işini kolaylaştırdığından Türkiye-İsrail işbirliğine katkı sağladığından, Kıbrıs meselesine, AB’yle bütünleşme sürecinde ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerine yapıcı yaklaşımlarından bu ödülü takmışlardı.
“Chatham House” resmen 1919'da Anglo-Amerikan uluslararası siyaset enstitüsü fikri temelinde kurulmuş Siyonist bir yapılanmaydı. Fikir, o zamanki Osmanlıyı ilk parçalayan, önce Paris Konferansı, sonra da Sevr'i kurgulayan Yahudi ekipten çıkmıştı. Sonra kardeş kuruluşlar olarak New York'ta CFR (Council of Foreign Relations – Dış İlişkiler Konseyi) kurulmuş, İngiltere'de de Kraliyet Nisanı verilip Chatham House piyasaya çıkmıştı.
Masonik bir yapısı vardı. Gizli kuralları, dünyaya dayattığı programları ve “Chatham House” Siyonist bağı açıklanmayacaktı. Ama yıllık 130 konferans, 60 civarında proje ve onlarca yayınla fikirleri yayılacaktı.
Kendilerine “bağımsız ve gayri resmi düşünce kuruluşu” diyorlar, ama yıllık 100 milyon İngiliz sterlini civarında bilanço açıklıyorlardı. Bu yılın başkanları üç “bağımsız” isimden oluşuyor: Paddy Ashdown (Parçalanan Yugoslavya'ya yeni şeklini verme rolünü oynadı, 2002-2006 döneminde Bosna-Hersek'te AB Özel Temsilcisi); John Majör (ABD'yi destekleyerek BM adına Irak'a ilk saldırının gerçekleşmesinde etkin rol oynayan, Maastrich Kurallarının mimarlarından, 1990-1997 döneminde İngiltere Başbakanı) ve Lord Robertson (NATO'nun stratejik hedeflerinin yenilendiği, saldırı yokken saldırı ihtimali var diyerek müdahale hakkının tanındığı 1999-2003 dönemde NATO Genel Sekreteri) madalya verilen Abdullah Gül’ün İngiltere’de diploma aldığı Exeter Üniversitesi de, İngiltere’nin CFR’si sayılan “Chatham House” tarafından finanse edilen ve Siyonist-emperyalist hizmetkarı insanlar yetiştiren bir okul olarak tanınmaktaydı.
Şimdi izan ve insafla söylemek gerekirse, “Chatham House” ve Yahudi Lobilerinden madalyalı, Abdullah Gül ile Recep T. Erdoğan’ı batıcı, ama Mustafa Kemal’i İslamcı saymak lazımdı.
AHMET AKGÜL KİMDİR?
Araştırmacı-Yazar, Düşünür ve Siyaset Bilimci olarak tanınan Ahmet Akgül, Milli Görüş çizgisinde önemli bir fikir adamıdır. Olaylara insan eksenli ve İslam endeksli yaklaşmaktadır.
2004 Ocağında, arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da aylık olarak yayınlanan “Milli Çözüm” Dergisini çıkarmaya başlamıştır
Uzun süreli, ciddi ve çileli bir mücadele dönemi yaşamış ve kırk yıldır bu duyarlı ve tutarlı tavrını bırakmamıştır. Bu yüzden pek çok sıkıntı ve saldırılara uğramış, defalarca mahkeme açılıp tutuklanmış ve hapis yatmıştır.
İnancımız ve ihtiyacımız olan evrensel hukuk kurallarının; bütün insanlığın ortak değeri ve hayat düzeni haline getirilmesi, “Demokrasi, Laiklik ve özgürlükler” gibi çağdaş kurum ve kavramların; ilmi ve insani temellere göre yeniden şekillenmesi… Ve Türkiye’nin yeni bir barış ve bereket medeniyetine öncülük etmesi konularında yoğunlaşmıştır.
Milli siyaset ve sorumluluk düşüncesini farklı bir boyutta ele alan ve yorumlayan Hocamız; yaklaşık 30 yıldır Türkiye’mizin her yerinde, Avrupa’da ve İslam ülkelerinde, önemli seminer ve konferanslara katılmaktadır.
1949 Elazığ doğumlu olan, çeşitli konularda yayınlanmış ve hazırlanmış kırk kadar kitabı bulunan yazarımız, evli ve beş çocuk babasıdır.
Hocamız’ın Başlıca Kitapları:
■Milli Sorunlarımız ve Sorumluluklarımız. ■İnsan”ın Yozlaşması. ■İslam Davası ve Cihat Farzı. ■Kur'an-i Kavramlar ve Yorumlar. ■Ruhlar, Sırlar ve Uzaylılar. ■Dünyanın Değişimi ve Erbakan Devrimi. ■Bizim Atatürk. ■AKP ve Akıbeti. ■AKP İntihara Gidiyor. ■Türkiye Uçuruma sürükleniyor. ■Dünya Dönüşüme Hazırlanıyor. ■Cumhuriyet Türkiyesinde Nifak Hareketleri. ■Küresel Fesatçıklık ve Fetullahcılık. ■Osmanlıdan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler. ■Bir Devrim Yaşanıyor. ■Gönül Seması ve Tasavvuf Kapısı. ■Mesaj ve Metot. (İletişim ve İşbirliği Sanatı). ■Dış Politikamız. (1. Cilt) BOP’un Temelleri. ■Dış Politikamız. (2. Cilt) Tarihin En Talihli Değişim Süreci. ■Din, Devlet ve Demokrasi. ■Medeniyet Mücadelesi ve Mehdiyet Müjdesi. ■Siyaset ve Strateji Dersleri. ■Başörtüsünün İnkârı ve İstismarı. ■Ergenekon Senaryosu, “At Değiştirme” Operasyonu mu?. ■Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya. ■Ah-u Figan’ım (Şiir Kitabı). ■Cezaevinde Yazdıklarım. ■Din Dengedir, İslam İlericiliktir. ■Hikmet Çiçekleri (Şiir Kitabı). ■Milli Görüş’ün Marazlıları. ■Refah-Yol'la Rantiye Savaşı. ■Tarikat Terbiyesi ve Ahlak Tedavisi. ■Terör–Masonluk ve Mafia Medeniyeti. ■Yakın Tarihimizde Yüceler ve Cüceler. ■Zafer Müjdeleri. ■Bir Devrin Bitişi ve Bir Devrimin Gelişi. ■Osmanlı Sistemi ve Abdulhamit Siyaseti. ■“HASPA” Haktan Sapanlar Partisi ve Milli Görüş’ün Parazitleri. ■Deccalizm: Siyonizmin Yahudi Şebekesi. ■ Siyasi Fıkralar.
ARKA KAPAK YAZISI
FOTOĞRAF
Ahmet AKGÜL
|
Yakın Tarih Yeniden Yazılıyor!
Üstad bir yazarın, usta kaleminden:
Bizim Atatürk!…
Milli Görüş düşünceli ve Kuvayı Milliyeci bir düşünürün Büyük Atatürk’e farklı, aykırı ve ferahlatıcı bir yaklaşımı. Yakın tarihimizi enine boyuna tartışmaya açacak ve karanlık noktaları gün yüzüne çıkaracak orijinal bir çalışma…
· T.C. hangi emel ve emeklerin eseri?
· Atatürk aslen nereli?
· Bir dahinin hayat serüveni.
· Mustafa Kemal’in mecburiyet ve mazeretleri?
· Atatürk’le Bediüzzaman’ın münasebetleri!..
· Atatürk’ün milli ve manevi karakteri?..
· Atatürk’ü putlaştıranlarla, “süfyan”laştıranların ortak hıyaneti!
· Atatürkçülük mü? Ataizm mi?..
· Kominist Enternasyonal Belgelerinde Atatürk profili!
· Atatürk mason dönmelerce zehirlendi mi?
· Atatürk’ün vasiyeti niye gizlendi?
· Siyonist Yahudilerin ve Sebataist dönmelerin Kemalizm’i!..
· İsmet İnönü’nün mahiyeti ve marifetleri!..
· Kemalizm, hıyanet maskesi mi?
· Din istismarcılarıyla, devrim simsarlarının işbirliği!..
· Atatürk’ü bitirmek isteyenlerin sinsi gayesi?..
· Yakın tarihimizin, karanlık mahzenleri!..
· Atatürk’ün Osmanlı özellikleri ve meziyetleri!..
· Atatürk’e açık mektup ve gönül dilekçeleri…
· Yeni bir Kuvayı Milliye girişimi ve gereği…
· Atatürk, siyonist ve masonların değil, Bizimdir!..
· Büyük değişimin ayak sesleri!
ÖN KAPAKTAN SONRA
İLK SAYFAYA BÜYÜK PUNTALARLA GİRECEK:
ATATÜRK’ÜN SÖZÜ
“Türk Milleti, şimdiye kadar olduğu gibi; -fıtratındaki asalet ve maneviyatındaki ferasetle- doğru ve haklı yolu mutlaka görecektir.
O’nu yolundan saptırmak isteyenler; er veya geç, kahru perişan edilecektir.”
Mustafa Kemal
[1] Abdulkerim Rafik, “Türkiye-Suriye ilişkileri 1918-
[5] Documents on British Foreign Policy, 1919-1939. First Series, Vol. XVII, s. 391, nr 384.19 September 1921.
[6] “Seyyid Senusi Hazretlerimin Sivas'taki Hutbeleri”, Sebilürreşad c. 19, Sayı 474, Ay 3, Yıl 1337, s. 49-50; Aynı vesika.
[7] Hakimiyet-i Milliye, 1. Sene, nr 41, 28 Haziran 1336, s. 3; Sonyel, aynı eser, c.II, s. 58-59,230; F.O: 406/46. s. 41. nr 29/I. 16 April 1921.
[10] F.O: 371/8967.181777. Mustafa Kemal'in bu konuyla İlgili bir beyanatı için bak: Atatürk, Nutuk 1919-1927, s. 481-482.
[14] Eşref Edib, “Yeryüzünde Mevcut Bütün Müslüman Milletlere” Sebilürreşad, c.110, nr 497, ay. 4, yıl. 1338, s. 32-34.