DİN TAHRİBATÇISI PROF. İSRAFİL BALCI’NIN SAPTIRMALARI
Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığı yapan Prof. Dr. İsrafil Balcı, İslam tarihi ve özellikle Asr-ı Saadet süreciyle ilgili, bazı bireysel hataları İslam’ın tamamına teşmil ederek saf zihinleri bulandırmakta ve dinden soğutmaktadır.
“Namaz 3 vakittir”, “Bütün farz namazlar, sünnetle 2’den 4’e çıkarılmıştır”, “Sahabenin birçoğu ölünceye kadar içkiyi bırakmamıştır”, “MİRAÇ olayı yaşanmamıştır”, “Zerdüştlükten İslam’a aktarılanlar vardır”, “Yahudi ve Hristiyanlıktan Dinimize sokulanlar vardır”, “Cuma namazı diye bir ibadet uydurmadır” gibi asılsız iddialar ve iftiralarla Yüce Dinimiz hakkında şüphe tohumları saçmaktadır.
Bu ifsatları ve safsataları duyan duyarlı Müslümanların:
“Yoksa bu şahıs; Dinimizi yozlaştırmak, İslami istikamet ve uhuvveti bozmak, kafaları karıştırıp inançlı insanlarımızı İslam’dan soğutmak ve ‘İslam adına 1450 senedir bize aktarılanların hepsi yalan ve yanlışmış!..’ kanaati oluşturmak için; Malum ve Mel’un odaklarca özel mi kiralanıp kurgulanmıştı?” sorusunu sormalarının ve suizanna mecbur bırakılmalarının bütün suçu ve sorumluluğu bu İsrafil Balcı denen şahsın sırtındaydı. Bilgiçlik kılıfıyla açıkça ve küstahça BEL’AM’lık yapan böylesi sözde İlahiyatçıların Din tahribatı, Batılı barbar müsteşriklerden daha ağırdı. Kendisi gibi İlahiyatçı olan, Kemalist geçinip, yani Atatürk’ü istismar edip aslında Kabbalist (Siyonist) hizmetkârlığı yapan amcasıyla birlikte, aile boyu İslam’ı yozlaştırmakla mı görevli kılınmışlardı? CHP’lilik kılıfına sığınıp böylesine patavatsızca ve pervasızca DİN TAHRİBATI yapılırken, dindar ve duyarlı halkımız soruyor:
• Diyanet İşleri Başkanlığı niye hiçbir teşebbüste bulunmuyordu?
• YÖK Başkanlığı niçin soruşturma açmıyor, görevini yapmıyordu?
• Güya dindar iktidar, Anayasamızın yüklediği, dini ve manevi değerleri koruma sorumluluğunu neden yerine getirmiyordu?
Gelelim bu şahsın zırvalarına…
A- Sayıları yüz binlere ulaşan Sahabe Efendilerimizden, bütünüyle haram kılınmasına rağmen, içki alışkanlığını bırakamayan tek tük insanlar vardı. Taifli Benî Sakif Kabilesinden şair ve edip EBU MİHCEN gibi şahısların varlığı, değil ilim ehlinin, az çok tarih okuyan herkesin malumlarıydı. Hz. Hamza (RA) Efendimizin içki sofraları ise, bütünüyle haram kılınmasından önceki hayatındaydı. Şimdi kalkıp “Sahabenin bile birçoğu hayatının sonuna kadar içkiyi bırakmamıştı!” kanaatini oluşturmak, iftira ve ifsadın daniskasıydı.
Hz. Peygamberimizin Mucizevi Başarısı
Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimiz, tarihin tanıdığı en haklı ve hayırlı bir davanın İlahi kaynaklı, en büyük devrim önderidir.
O; insanlığın en yüksek ideali, en gerçek lideri ve en örnek ve son Peygamberidir.
İslam; her bakımdan çürüyüp çirkefleşen, çözülüp can çekişen insanlığın, akıl ve imanla, ilim ve ahlâkla yeniden dirilişidir.
Hz. Muhammed Aleyhisselam; saadet medeniyetinin, adalet düzeninin, barış ve bereket sisteminin, hem genel prensiplerinin ve temel projelerinin mühendisidir, hem de en kâmil Mehdiyet devriminin müjdecisidir.
100 (yüz) hanelik bir köye, psikoloji ve eğitim uzmanı 10 (on) tane psikolog tabip ve terbiyeci, dünyaca meşhur fikir ehli ve felsefeci göndersek, oranın sakinlerini sigara gibi basit bir alışkanlıktan kurtarmaları için 23 sene fırsat versek, yine de bunu başaramayacakları halde; sigaradan bin beter, içki, kumar, faiz, fuhuş, ırkçılık, hırsızlık, vurgun, soygun gibi her türlü haksızlık ve ahlâksızlığa alışmış barbar ve bedevi bir toplumu, Hz. Muhammed Aleyhisselam gibi, ümmi (zahiren hiçbir eğitim ve öğretimden geçmemiş) bir şahsiyetin, 23 senede manen en mükemmel şekilde terbiye ve tedavi edip, bütün insanlığa örnek sahabeler yetiştirmesi; kendi kız çocuklarını öldürmekten zevk duyan vahşilerden, haksız yere karıncayı ezmekten sakınan merhamet ve adalet timsali insanlar haline getirmesi, Onun Hak Peygamberliğinin, körlerin bile görebileceği kadar açık bir delilidir ve İlahi bir mucizedir.
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz yalnız Arap milletine ve yalnız bir devre görevli Peygamber olmayıp; kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş ahir zaman nebisidir. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği veçhile O, bir Resulüllah olup Cenab-ı Hakkın yeryüzüne göndermiş olduğu son Peygamberdir. Ondan sonra artık nebi gelmeyecektir. Bu hakikat göz önüne alındığında Kur’an-ı Kerim’in son mukaddes Kitap olmasının ve İlahi kanun ve kurallarının insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verebileceğini ve her devirde hayatiyetini aynen muhafaza edeceğini anlamak iz’an sahibi kimseler için zor değildir. Tarihin en büyük inkılâbı olan İslam dinini bütün insanlığa yaymaya çalışan, yüce Peygamber, Hz. Muhammed (SAV) bu görevini yaparken çok çetin sıkıntı, saldırı ve sarsıntılara göğüs germiştir. Zira milâdî yedinci asrın başlarında, yalnız Arap Yarımadası’nda değil, diğer bütün devlet ve milletlerde ahlâki ve hukuki hayat iflas noktasına gelmiştir. Bu durum, gerçek ve müspet bir dine şiddetle ihtiyacın var olduğunu göstermekteydi.
B- Cuma namazı, sarih ayetler ve sahih hadislerle vardır ve farzdır!
“Cuma namazı yoktur!” diyen bu zırvacı, Cum’a Suresi 9. ayetini hiç okumamış mıydı, yoksa inkârcı mıydı?
“Ey iman edenler, Cuma günü namaz için (ezan okunup) çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye (ibadet etmeye, Kur’ani hükümleri, cihad ve itaat hutbesini dinlemeye) koşuverin ve alış-verişi bırakıp (camiye gidin). Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır (ve önceliklidir).” (Cum’a: 9)[1]
C- 5 vakit namaz, Kur’an, Sünnet, icma ve içtihatla Farz kılınmıştır!
Bu namazların farzları, sünnetleri ve nafileleri ayrıca 1450 yıllık uygulamalarla kesinlik kazanmıştır. Farzları kılmak şarttır, sünnetleri kılmak sevaptır. Sahabe ve sonraki âlimler üzerinde şüphe bulutları oluşturmak, aslında Kur’an’ı da keyfi yorumlama ve yozlaştırma, hatta bazı ayetleri inkâra kalkışma amaçlıdır. Çünkü Kur’an’ı bize aktaran Ashab-ı Kiram’dır.
• Uzun yolculuğa çıkanlar.
• Talebe olup imtihanlara girecek olanlar.
• Uzun uçak seyahatlerinde mecburen vakitlerini kaçıranlar.
• Askerlik görevinde ve nöbet mahallinde bulunanlar.
• Fabrikalarda ve stratejik kurumlarda, vardiyalı çalışıp hassas teknolojik bölümlerin başından ayrılamayanlar… için, bazı mazeret ve mecburiyetler kapsamında namazları CEM etmek, öğlenle-ikindi farzını, akşamla-yatsı farzını birleştirmek hususunda zaten kolaylaştırıcı ruhsatlar sağlanmıştır. Ama keyfi ve nefsi tembellikle namaz vakitlerini ve rekâtlarını değiştirmek şeytani bir şarlatanlıktır.
Ç- MİRAÇ olayı yaşanmıştır ve Efendimizin Mucizeleri arasındadır!
Ayetlerle ve hadislerle sabit bir hakikati inkâr etmek tam bir şaşkınlık ve çarpıklıktır.
“NOT: [İSRÂ SURESİ ilk ayetlerinde: a- Hem Miraç hadisesinin hikmet ve hedefleri anlatılmaktadır. b- Hem Mescid-i Aksa’nın (Kudüs ve Filistin topraklarının) ve civarının; Doğu Akdeniz Havzası, Türkiye, Mısır, Sudan, Suriye, Irak, İran ve Arabistan yarımadasının, iklim ve bitki ürünleri ve yer altı zenginlikleri bakımından bereketli kılındığı, ve özellikle Hakk Dinin ve büyük medeniyetlerin beşiği yapıldığı vurgulanmaktadır. c- Hem de Beni İsrail’in küfür ve zulüm ehlinin kirli geçmişlerine ve günümüzdeki acı akıbetlerine işaret buyrulmaktadır.]
Bazı ayetlerimizden (ibret ve hikmet mucizelerimizden) kendisine göstermek için, (en makbul ve muhterem) kulunu (Hz. Muhammed’i AS) bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren (oradan da bütün gök katlarına yükseltip kudret ve hikmet eserlerini seyrettiren. Bak: İsrâ-93) O (Allah) Yücedir. (Sübhan olup her türlü hata ve noksanlıktan münezzehtir.) Gerçekten O (her şeyi, herkesi, her sesi ve kalpten geçeni) İşitendir, Görendir. (Öyle ise devamlı O’nun huzurunda bulunduğunuzu unutmayınız.) [Not: Böylece insanlar içerisinden seçip Kendi Zatına en güzel ve en mükemmel Halife makamına eriştirdiği Hz. Muhammed’e (SAV), Kâinatın bütün tabakalarını ve oralardaki harika yaratıklarını bizzat göstermek ve İlahi müjde ve mesajlarını hepsine iletmek üzere, Onu Mİ’RAC’a çıkarmıştır.]” (İsrâ: 1)[2]
Ayeti gayet kesin ve açıktır. Ayrıca İsrâ Suresi 93. ayeti de “‘Yahut (tamamı) altından yapılmış (saray gibi) bir evin olmalı, veya (gözümüzün önünde) gökyüzüne yükselip çıkmalısın. Ayrıca üzerimize, (gökten meleklerle getirilen ve) bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirip (önümüze koymalısın). Aksi halde Senin oraya (göklere) yükselmene (Miraç hadisene) asla inanmayacağız!’ (Ey Nebim, onlara) De ki: ‘Rabbimi (tesbih ve tenzih edip) yüceltirim; Ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım (ki bu dediklerinizi yapayım)?’” (İsrâ: 93)[3] Mi’rac’ın, Mescid-i Aksa’dan sonrasına inanmayanlara, tokat gibi bir yanıttır.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..
İlginizi Çekebilir
