Hizmet ve Gayret Ehlinin Amacı:
ALLAH’IN RIZASI MI, DÜNYALIK KAZANCI MI?
Bir mü’minin en büyük hazinesi, imanı ve davasıdır. Davasından ve camiasından uzak kalan, aslında; Allah’ından, Kur’an’ından, Resulüllah’tan ve Aziz Hocasından ayrı düşmenin pişmanlığı ve perişanlığı içinde kıvranmıyor ve tevbe etmek için çırpınmıyorsa, sadece ayakları değil, vicdan ayarları da kaymıştır. Cüzdanı kaybolan adam; gözüyle onu arar, diliyle herkesten sorar ve yeniden bulmak umuduyla yetkililere koşarken, vicdan kayması ve cihadından uzak kalması durumunda bu denli telaş ve tedirginlik yaşamıyorsa, onun davası da sevdası da kalmamıştır.
Tevbenin aslı pişmanlıktır. Pişmanlık ise; yaptığı yanlışlık ve haksızlıklara hayıflanıp huzurunun bozulması ve hatasını telafi etme çabasıdır. Böyle samimi pişmanlık duyanların; sevinçleri kedere, güvenleri endişeye, gurur ve kibirleri alçakgönüllülüğe dönmüş olmalıdır. Bu tevbe ve pişmanlık ise, dünyalık makam ve çıkar kaybından değil, Allah’ın rızasından ve Hak davası yolundaki cihadından ayrı kalma kuşkusundan… Cennet ve rü’yetten mahrum kalıp cehenneme düşme korkusundan olmalıdır. Yoksa nefsi heveslerinden ve dünyevi hedeflerinden mahrum kalma endişesiyle gösterilen pişmanlık tevbekârlık değil, sahtekârlıktır. Hatta Cenab-ı Hakkın Zat’ını ve rızasını değil de, O’nun nimet ve faziletlerini yitirme korkusuyla pişmanlık duyanlar bile kınanmıştır.
Derdi Leyla olanın, dilinin Mevlâ zikri boşunadır. Gayesi dünya olanın, ahiret ve ibadet gayreti boşunadır. İnsanlara; manevi iflasları ve uhrevi hüsranları için değil de, zahiri zararları ve dünyevi kayıpları için üzülenler de zavallıdır. Kötülüğe ve nankörlüğe düşmektense, cezaevine girmeyi tercih ve temenni eden Hz. Yusuf (AS) imanın esasına ve davanın sırrına ulaştığından şöyle söylüyorlardı:
“(Yusuf) Dedi ki: ‘Ey Rabbim! Zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden (zina çirkefinden) bana daha sevimlidir (zindan zinaya tercih edilir). Eğer kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, (korkarım) onlara eğilim gösterir, (böylece) cahillerden (ve hain mücrimlerden) olurum’ (düşüncesiyle Rabbine iltica etmiş ve büyük bir iffet, fazilet ve metanet örneği sergilemişti).” (Yusuf: 33)
“Desinler, görsünler, övsünler, hürmet etsinler, öne geçirsinler!” diye ibadet ve hizmet edenlere, makam ve çıkar için ilim ve hikmet öğrenenlere ahirette şöyle buyrulacaktır:
“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün (onlara şöyle denir:) ‘Siz dünya hayatınızda bütün güzelliklerinizi (ve zevklerinizi) tüketip-yok ettiniz, onlarla (Allah’ın verdiği nimet ve imkânlarla) gönlünüzce yaşayıp-zevkini sürüverdiniz (ahiret için hiçbir hazırlık ve yatırım yapmadınız). İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve (yoldan çıkıp) fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.’” (Ahkaf: 20)
Dostlar!.. Nefsin gıdası; zevk, şehvet ve çıkardır. Aklın gıdası; ilim, hikmet ve irfandır… Kalbin gıdası ve itminanı; fikrullah ve zikrullahtır… Ruhun gıdası ise; Allah yolunda cihad ve bu uğurda sıkıntılara katlanmaktır. Bazı yiyecek ve içeceklerin kendisini hasta ettiğini… Veya hastalığını derinleştirdiğini anlayan akıllı bir insanın yapacağı ilk şey, o yiyecek ve içecekleri bırakmaktır. Acı da olsa doktorun verdiği ilaçları kullanmadan ve tavsiye ettiği sporları yapmadan hastalıktan kurtulması da imkânsızdır. Bunun gibi; gurur, kibir, enaniyet zehrinden vazgeçmeden, halis niyetle ibadet ve hizmete yönelmeden, Hak yolunda ve Adil Düzen kurulsun amacıyla cehd-ü gayret göstermeden, nefis putu nasıl kırılacaktır?
“(Ey Nebim ve Hakk elçilerim!) Kendi istek ve tutkularını (nefsi hevâsını) ilah edinen(ler)i gördün mü? Şimdi ona karşı Sen mi vekil olacaksın? (Bırak, herkes hak ettiğine erişecektir.)” (Furkan: 43)
“Şimdi Sen, kendi (nefsi) hevâsını ilah edinip (bencil tutkularına, boş gurur ve kuruntularına tapınmaya başlamış) kimseyi görmez misin? Ki Allah da onu bir ilim üzere saptırmış, (yani bazı bilgi ve becerilerine kibirlenerek, onları yanlış tefsir ve tatbik ederek ve kendisini herkesten üstün görerek azıtmış olduğundan Cenab-ı Hakk) kulağına ve kalbine mühür basmış, (böylece nasihat dinlemez ve İlahi hükümleri kabullenmez şekilde hidayeti kararmış) ve gözleri üstüne bir perde asılmış, (bu yüzden gerçekleri göremez şekilde feraseti alınmış kimselerin sapkınlığını ve azgınlığını fark edip sakınmanız gereken kişileri artık bilmelisiniz!) Şimdi Allah’tan sonra, kim ona hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” (Câsiye: 23)
Nefis; kuduz ve saldırgan köpek konumundadır. Kendisini ısıran köpeği ıslah etmek yerine ona et ve ekmek vermek onun saldırganlığını artırır.
Bir insan yıllarca çalışıp çabaladığı ve pek zorlu zahmetler ve fedakârlıklarla kazandığı ALTIN’larını ve ELMAS’larını, hiç ucuza satar ve bir inat uğruna çöpe atar mı? Böyle yapıyorsa; ya kendisine ve sevdiklerine acımayacak, akıbetini ve ahiretini hiç hesaba katmayacak kadar şuurunu yitirmiş, gurur ve kibrine yenilmiş bir insandır… Veya, kazandıklarının ALTIN ve ELMAS olduğuna, ta başından beri inanmamıştır!?..
Huneyn Savaşı ve Hatırlattıkları! (Hicretin 8. Yılı)
“Andolsun, birçok yerlerde ve Huneyn gününde Allah size (manevi) yardım ulaştırmıştı. Hani o zaman sayıca çok (fazla) oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı. (Ama hiçbir işe yaramamıştı!)…”[1]
Huneyn, Mekke ile Tâif arasındaki bir vadinin adıdır. Arafat’tan 3 mil (4,5 km) ileride bulunan Arapların meşhur Zülmecâz Panayırı bunun eteğindedir. Buraya Evtâs da denir. Hevâzin, birçok kolları olan büyük bir kabilenin adı olup buraya yerleşmiştir. Mekke’nin fethinden önce, İslam fetihlerinin alanı her geçen gün genişlemekteydi. Buna rağmen müşrik Araplar, en kutsal merkezlerinin yani Mekke’nin hâlâ kendi ellerinde bulunduğunu her an gördükleri için: “Eğer Muhammed, Kureyş’e üstün gelir de Mekke’yi ele geçirirse, işte o zaman gerçek peygamber olduğuna inanırız” diye düşünüyorlardı. Mekke fethedilince bütün Arap kabileleri kendiliklerinden gelerek İslam’ı kabul etmeye başladılar.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..
