Yazar: yonetici
0 Yorum 12 Görüntüleyen

MANEVİ DÜNYAMIZ VE RUHANİ YARDIMCILARIMIZ!

Her insanın iki dünyası vardır:

1- Zahiri-fiziki dünyası: Bedeni, ailesi, çevresi, serveti, etiketi ve etkinliği gibi maddi varlık ve imkânlardan oluşan dünyamızdır ki, bunların çoğu kendi irademiz dışında oluşmakta ve imtihan sırrı olarak sunulmaktadır. Çünkü ülkemizi, kavmimizi, ebeveynimizi, ailemizi, çevremizi, bedeni özelliklerimizi seçip tercih etme hakkı kimseye tanınmamıştır.

2- Manevi ve hayali dünyası: Bu her insanın kendi bakış açısından, özel yaklaşımından, kendi yorumlarından, umut ve ufkundan oluşan dünyasıdır ki, mutluluk veya mutsuzluğumuz da bu hayali dünyamızdan kaynaklanır. Aslında hakiki dünyamız da bu olmaktadır. Ve bu ikinci dünyamız, büyük ölçüde kendi irademizle, hür tercihlerimizle yani niyetimiz ve gayretimizle oluşmaktadır.

Rum Suresi 7. ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır.

“Onlar dünya hayatının sadece dış (görünüşü)nü bilirler (maddenin gerçeğinden ve içyüzünden habersizdirler). Ahiretten ise onlar (daha da) gafildirler.” [Not: Dünya’nın, Kâinat’ın ve tüm varlıkların; ●Cenab-ı Hakkın “Nur”unun farklı yoğunluktaki enerji dalgaları, ●Esma ve sıfatlarının tezahür ve tecelli yansımaları, ●Ve her an İlahi sanat ve kudretle yaratılan görüntü boyutları olduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir.]

İnanç, ahlâk ve kutlu amaçlardan oluşup olgunlaşan, beslediği umutlar ve ufuklarla yaşayan dünyamız, bizim ayarımızı yansıtan aynamızdır!

Nisa Suresi 104. ayetinde bu gerçeğe işaret buyrulmaktadır.

“(Düşmanınız olan) Topluluğu (takip edip) aramakta (şerli merkezlere ve şeytani kesimlere karşı uyanık ve hazırlıklı olmak ve istihbarat faaliyetleri yapmak hususunda, aleyhinize yazılan internet sitelerini ve gazeteleri araştırıp gerekli tedbirleri almak konusunda) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı ve sıkıntı çekiyorsanız, şüphesiz onlar (düşmanlarınız) da sizin acı çektiğiniz gibi (çeşitli) acı ve sıkıntı(lar) çekiyorlar. Üstelik siz (çok farklı ve şanslı durumdasınız çünkü), onların (asla) umut etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz (dünyada zafer ve izzet, ahirette ise cennet bekliyor ve bunun huzur ve onurunu yaşıyorsunuz). Allah; (her şeyi, niyetinizi, gayretinizi ve teslimiyetinizi hakkıyla) bilip durmaktadır, Hüküm ve Hikmet sahibi olandır.”

Evet; mü’min, müstakim ve mücahit kullar, hem bu dünyamızı kuşatan hem ahirete ve sonsuzluk âlemine uzanan umutları ve ufukları sayesinde, görünüşte sıkıntılı ve imkânları kısıtlı bir ortamda bulunsalar da, gerçekte daha dünyada iken bir cennet hayatını yaşamaktadırlar.

Yani aslında mutluluk, kişinin olaylara ve imtihan şartlarına bakış açısına bağlıdır!

Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi 66 ile 82 ayetlerinde anlatılan Hz. Musa ile Hz. Hızır olayı bize bu gerçeği hatırlatmaktadır.

“(Hz.) Musa, ona (Hızır’a): ‘Sana öğretilen ilimden; rüşdüme kavuşmam (ve tam olgunlaşıp gerçeğe ulaşmam) için, bana da öğretmek üzere, size tâbi (ve talebe) olabilir miyim?’ diye (sormuşlardı).

O (Zat, Hızır AS) ise: ‘Doğrusu, sen benimle birlikte kalmaya ve (yaptıklarıma katlanmaya) asla sabredip dayanamazsın!’

‘(Bu halini de pek yadırgamam ve kınamam) Çünkü içyüzünü bilmediğin (hikmet ve hakikati öğretilmediğin) bir şeye, nasıl sabredip dayanacaksın?’ diye (hatırlatmıştı).

(Hz. Musa cevaben:) ‘İnşaallah beni sabredici (bir öğrenci) olarak bulursun ve hiçbir konuda senin emrine ve işine karşı gelmeyeceğime (söz veriyorum)’ diyerek (ricasını tekrarlamıştı).

(Bunun üzerine Hızır da:) ‘Eğer sen bana tâbi (ve talebe) olacaksan, (o halde) hatta ki ben herhangi bir konuda açıklama yapmadıkça, sen bana hiçbir şey sormayacaksın (ve karşı çıkmayacaksın)’ diye (uyarmıştı).

Böylece (anlaşınca) kalkıp birlikte yürüyüp gittiler. Nihayet (bir nehir, boğaz veya denizden karşıya geçmek üzere ve kendilerini parasız aldıkları halde) gemiye bindikleri vakit (Hz. Hızır) gemiyi (bir tarafından) delip hasar bıraktı. (Bunu gören ve sabredemeyen Hz. Musa: ‘Ne kötü ve tehlikeli) hayret verici bir iş yaptın. İçindekileri batırıp boğmak için mi gemiyi yaralayıp delik açtın?!’ diye (itiraza kalkıştı).

(Hz. Hızır:) ‘Sen benimle olmaya asla sabredip dayanamazsın, dememiş miydim?’ diye (ikazını tekrarlamıştı).

(Hz. Musa:) ‘Beni, unutarak (bozduğum bir ahdimden) dolayı kınama ve sana (talebe olup bazı gaybi gerçekleri ve hikmet bilgilerini öğrenmem) konusunda (lütfen) güçlük çıkarma!’ diyerek (özür beyanında bulunmuşlardı).

Yine yürüyüp (hikmet ve ibret) yolculuğuna devam ettiler. Derken (arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğuna rast geldiler. O vakit, (Hz. Hızır) o çocuğu (kenara çekip) öldürüverdi. (Bu sefer yine dayanamayan Hz. Musa: ‘İşlediği cinayetten dolayı) Bir cana karşılık olmadan (ve hiçbir suçu ve sorumluluğu bulunmadan, böyle masum bir çocuğu) öldürdün ha!.. (Hayıf ve hayret!) Gerçekten, çok çirkin (ve cezası çetin) bir iş yaptın!’ diye (kızgınlıkla karşılamıştı).

(Hz. Hızır:) ‘Eh, ben sana; doğrusu sen benimle (birlikteliğe) sabredemezsin demedim mi?’ diye (yeniden uyardı).

(Hz. Musa: ‘Ne olur bağışla ve beni bırakma) Eğer bundan sonra bir daha (işine karışır ve) sana (itiraz yollu) bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlığını (sohbet ve irtibatını) kes… Çünkü o takdirde, beni (sahabelik ve talebelikten) azletmeye geçerli bir mazeretin olacak’ diye (son bir fırsat talebinde bulunmuşlardı).

Tekrar yola koyulup yürüdüler. Derken bir belde halkına uğrayıp, onlardan yiyecek istediler. Ama onlar, kendilerini misafir etmekten çekindiler. (Oradan ayrılırken yol üstünde) Yıkılmak üzere olan harabe bir duvara rast geldiler, (Hz. Hızır hemen işe koyulup o duvarı tamir etti ve) düzeltti. (Hz. Musa ise:) ‘Eğer isteseydin, bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin! (Bizi misafir etmekten çekinen böylesine cimri bir topluma bu iyiliğin ne gereği vardı?’ diye sormuşlardı.)

(Bunun üzerine Hz. Hızır:) ‘İşte bu (son itirazın) artık ikimizin arasının açılmasının ve ayrılmamızın (sebebidir). Ama şimdi sana, (o itiraz ve isyan ettiğin ve) sabretmeye tahammül edemediğin şeylerin te’vilini (iç yüzünü, kader ve gayb hikmetini) haber vereyim’ buyurmuşlardı.

‘O (deldiğim) gemi var ya; denizde çalışan bazı yoksulların (geçim kaynağı) idi. Ben onu (kasıtlı olarak) yaralayıp deldim. Çünkü onların ötesinde (peşlerinde), her sağlam gemiyi zorla gasp eden bir hükümdar (fırsat beklemekteydi. Hasar verdim ki, bu gemiye tenezzül etmesin. Onun yoksul olan sahipleri de, kolayca tamir edip işlerine devam etsin.)’

‘(O öldürdüğüm) Oğlan çocuğuna gelince: Anne ve babası mü’min (ve hayırlı) kimselerdi. Bu çocuğun ileride bunları azdırması ve küfre kaydırması (yolundaki İlahi ikaz ve işaretle) duyduğum haşyet ve endişe (üzerine, manevi emirle onu öldürüverdik.)’

‘Ve böylece: Rablerinin bunun (oğlan çocuğunun) yerine, onlara (ahlâki ve akli) temizlik (ve seçkinlik)te daha hayırlısını, merhamet ve şefkate daha yakın (İslamiyet’e ve insaniyete daha yatkın) olanını vermesini diledik.’ (Öldürülen çocuk da, cehennemden kurtulup cennete gidecektir.)

‘(O ücretsiz tamir ettiğimiz) Duvara gelince: (Burası,) O kasabadaki iki yetim oğlanın (malıy)dı. (O duvarın) Altında, onlara ait olan (kendilerine miras ve emanet bırakılan) bir define-hazine vardı. Babaları da salih (bir insandı). İşte bu yüzden, Rabbin diledi ki, o çocuklar rüşdlerine erişinceye ve kendi hakları olan hazineye sahiplik edinceye kadar (bu duvar yıkılmasın ve hazine başkalarınca kapışılmasındı). Bu, Rabbinden bir rahmet (inayet ve hikmet sebebi ve sonucu) idi… Ben bunların hiçbirini kendiliğimden (nefsi heves ve hedefimden) yapmış değilim. İşte senin sabretmeye takat getiremediğin bu işlerin te’vili (gerçek nedeni, hikmet ve hakikati ve kader bilgisi) bu idi’ demişti. [Not: Bu kıssada, Hz. Musa şeriat ve adalet ölçülerini takip etmekte, Hz. Hızır ise İlahi Kader ve Hikmet Gizemini temsil ve tebliğ etmekteydi. Yani Mevlâ’mız bizlere Hz. Musa ile Hz. Hızır hadisesiyle bazı musibet ve felaketler sürecinde zahiri hükümlerle amel etmeyi, ama gizli kader hikmetiyle düşünüp değerlendirmeyi öğretmekteydi.]”

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

Yorum Yap

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi