Cumhur İttifakı İsrail’e
“KARŞIT” MIYDI, “ÇAŞIT” MIYDI?
Terör örgütü PKK sözde fesih açıklaması yapmıştı. Ancak örgütün Suriye kolu YPG ve Irak kolu PJAK iş birliği yaparak Suriye’de çatışma hazırlıklarını hızlandırmışlardı. Bu kapsamda 18 bin teröristin Suriye’ye geçmesi için Sincar’a sevk edildiği aktarılmıştı.
Batılı güçlerin ve Yahudi Lobilerinin projeleri istikametinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” çağrısıyla başlayan süreçte terör örgütü PKK’nın, örgütü feshettiğini duyurması tam bir tuzaktı. Bu açıklamanın ardından AKP, “Fesih, tüm bileşenleri kapsamalıdır” derken dikkat çeken bir iddia ortaya atılmıştı… Türkiye gazetesinin haberine göre, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG, silah bırakmak yerine çatışma hazırlığı yapmaktaydı. YPG’nin; örgütün İran kolu PJAK ile anlaştığı ve terör örgütü faaliyetlerini ortak yürütecekleri belirtilirken, Kandil’de yapılan fesih kongresi ardından PKK’nın üst yönetimi 18 bin teröristi Suriye’ye geçmeleri için Irak’taki Sincar’a gönderdiği ortaya çıkmıştı.
Suriye sahasında görevli kaynaklar; terör hattında tünel kazma, silah ve mühimmat yığma, terörist takviyesi gibi hazırlıkların artarak sürdüğünü aktarmışlardı.
YPG ve İran’daki PJAK anlaşmıştı. Gerekirse ‘Öcalan bize karışamaz’ diyerek bir tür danışıklı dövüş ile terör tırmandırılacak ve Suriye Kürdistanı kurulacaktı. Bağımsız Kürt Rabıtası Başkanı Abdulaziz Temo, örgütün ısrarla Arap aşiretlerini Türkiye ve Şam’a karşı kışkırtmaya çalıştığını ve çeşitli vaatlerle terörist toplamayı sürdürdüğünü aktarmıştı.
“Esad istihbaratı ve İran, bu bölgede PKK’nın can damarıydı. Bu damar kısmen koparıldı. Şimdi birkaç ülke istihbaratı üzerinden yeni desteklerle ayakta kalmaya çalışıyorlardı. PKK kesin bir biçimde Şam’ı oyalamaktaydı. Terör örgütü PYD elebaşları Salih Müslim ve Elder Halil, Şam’ı devlet olarak tanımadıklarını ve silah teslimi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirtip: ‘Biz devletiz ve Şam’la iki eşit devlet temelinde konuşuruz’ havasındaydı” diyen Abdulaziz Temo, 18 bin PKK’lı teröristin Suriye sınırındaki Sincar’a taşınması bilgisinin gerçeği yansıttığını ve Barzani yönetiminin de ikili oynadığını aktarmıştı. Gazeteye konuşan bir başka saha kaynağına göre: İran destekli Haşdi Şabi de sürecin aktif parçası olarak rol almıştı. Şam ise terör elebaşları Müslim ve Halil’in tehdit düzeyindeki açıklamalarını barış zeminini aşındırıcı sözler olarak nitelendirirken, “Kimse yeni bir iç savaş ve kaos planı yapmasın. Aksi halde bütün hayalleri yıkılır” uyarısında bulunarak Türkiye’yi oyalama politikasına devam ediyorlardı.
Barzani Kürtleri ve PKK Türevleri İsrail’in Doğal Yandaşıydı!
Kuduz Katil Binyamin Netanyahu 2010 yılında: “Biz Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını destekliyoruz” buyurmuşlardı.
Yüz yıldır Siyonistlerce “saklanan gerçek” artık açığa çıkmıştı. İsrail, bağımsız bir Kürt devleti kurulmasının “açık stratejik hedefi” olduğunu, Türkiye “kaygısı” duymadan aktarmaktan sakınmamıştı.
Artık Kürt-Yahudi iş birliği için “komplo teorileri yazanlar”, 1930-60’lı yıllardan fotoğraflar bulup, “delil sunma” telaşında olmayacaklardı. Yeni “referans noktası” olarak Netanyahu’nun bu sözlerini kullanacaklardı.
Yahudi toplumu; insanlık tarihine önemli, ama çoğu kirli ve gizemli katkılar sunmuşlardı. Bir yönüyle de kapalı ve karanlık bir yapılanmaydı. Bilinen insanlık tarihi içinde “sürekli her coğrafyadan sürgün edilmiş olmaları” iyi okunmalıydı. Bu yüzden Yahudi toplumlarının defalarca, toprakları işgale uğramış ve varlıkları da yağmalanmıştı. “Bozgunculuk yapmakla, verdikleri sözü tutmamakla” meşhur olmuşlardı. Kur’an’da Musa Peygamber’e karşı olumsuz tavırları, ders alınması gerekir ölçüde tekrarlanıp anlatılmıştı. Yaradan’ın “övgüsüne layık” olan bir millet iken, hıyanetleri ve ahlâki zaafiyetleri nedeniyle “lanete uğrayan” bir millet olmuşlardı.
Muhtelif coğrafyalardaki Yahudi toplulukları; Endülüs gibi, Almanya gibi, Roma gibi, birlikte oldukları devletler ve topluluklar tarafından; “nefret saldırısına”, “ağır suçlamalara”, “soykırıma”, “sürgüne yollanmaya”ve“cadı avlarına” muhatap olmuşlardı. İşte bu yüzden tarihte; Asurlular, Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar, Mısırlılar Yahudilerin Ortadoğu’da kurdukları şehir devletlerini veya krallıklarını yıkmışlar, topraklarını ellerinden almışlar ve toplumlarını zorla, başka bölgelere göçe tâbi tutmuşlardı. Bu göç ve sürgünler; Yahudilerin çok çeşitli toplumlar içinde yer almalarına ve birçok kültürle kaynaşmalarına yol açmıştı. Milli dinleri Musevilik onları korumuş ve bütün dünyanın onlar için vatan olduğu “worldwide nationality – küresel bir millet” ortaya çıkmıştı. Bu girişten sonra “Kürtler ve Yahudiler birlikte ne yapmak istiyorlar?” sorusunun cevabını bulmaya çalışalım.
Yahudiler; Kuzey Irak denen, Kürtlerin daha yoğun yaşadığı bölgeye, MÖ en az 3 değişik dönemde, topraklarını ele geçiren Persler, Babilliler ve Asurlular tarafından zorla sürgüne yollanmışlardı. Yani Kuzey Irak’a gelişleri bu sürgünler sonucu yaşanmıştı. Bu bölgede Kürtler kendilerine yardımcı olmuşlar ve varlıklarını sürdürebilmeleri için Yahudilere yerleşecekleri köyler ayarlamışlar, eğitim ve dinleri için okul ve ibadethane kurmalarına destek çıkmışlardı. Birlikte yaşanan yüzlerce yılda ortaya “Kürtçe konuşan Yahudi Toplumu” çıkmıştı. Çoğunluğunun yerleştiği bölge “Barzan bölgesi” olmaktaydı. Bu nedenle Yahudilerin bazıları Barzani (Barzanlı anlamında) soyadı kullanmışlardı. Irak’ta 1947 yılında yapılan nüfus sayımına göre, Irak nüfusunun %3’e yakını Yahudilerden oluşmaktaydı.
Bu fırsatçı Yahudilerin bir kısmı; Filistin dediğimiz topraklarda, Osmanlı’nın; Siyonist odakların kışkırttığı emperyal güçler tarafından paylaşımı sonrası oluşan ortamdan istifadeyle, İngilizlerin himayesinde bölgeye taşınmış ve Müslümanların tam ortasında, İsrail devletini kurmaya ve bunu büyütmeye çalışan şeytanın çocukları olup çıkmışlardı. Yahudiler dede-babalarından kaldığını iddia ettikleri ve 1948’de devletleştikleri bu toprakları da yeterli görmüyorlar ve kendilerine “vadedilmiş” çok geniş toprakların varlığından da söz ediyorlardı. “Nil’den Fırat’a” çok geniş büyük bir bölge onların olacaktı. Bu iki parametre; “İsrail devletinin varlığının korunması”, “Siyonist ideolojinin yeryüzüne hâkim olması” Yahudilerin şeytani amaçlarıydı.
İsrail Kuzey Irak’taki Kürtlerle 1934’lerden itibaren ilgilenmeye başlamıştı. MOSSAD’ın bütün liderlerinin en önemli görev yerlerinden birisi de Kuzey Irak Barzan bölgesi olmaktaydı. Barzanilerin bölgesi MOSSAD’ın arka bahçesi sayılmıştı. Bu sıkı ilişkiden; Mustafa Barzani “Bağımsız Kürdistan kurulmasını”, İsrail ise 1967 savaşında olduğu gibi, “düşman cephesini yani Irak hükümetini zayıflatmayı” ummuşlardı.
Bu savaşla İsrail; 10-15 tane Arap İslam devletinin tam ortasında var olabileceğini ispatlamış, “mükemmel stratejik oyun ile” yakın ve orta vadede Arap milletinin ve Arap devletlerinin, İsrail için “tehdit olabilme kapasitesini” sıfırlamışlardı. Çünkü İslam ülkeleri yöneticilerini kendi avuçlarına almışlardı.
Kuzey Irak Kürtleri, Barzan bölgesinin Kürtlerinden oluşmaktaydı. Barzani’nin liderliğini yaptığı, 4 Kürt kabilesinden oluşan “konfederasyon” İsrail’le irtibatlıydı. Yahudilerin bu kabile ilişkilerinin 2500 yıla yakın bir geçmişi vardı. Bu bölgeye zorla göç ettirilen Yahudiler, bölge Kürtlerinin; dilini, âdetini, yemeklerini, müziğini benimsemiş durumdaydı. İsrail’e göç etmiş olanlar bile hâlâ Kürtçe müzik dinlemeyi, memleket hasretini bırakmamışlardı. Zaten gerek İsrail’de, gerekse Kuzey Irak Bölgesinde kurulan Kürt-Yahudi oluşumları, müşterek bir gelecek planlarına, yani Yahudi-Kürt irtibatının ve bağlarının asla kopmaması üzerine kurgulanmıştı. Kuzey Iraklı Kürtçe konuşan Yahudiler de artık İsrail’de önemli bir güç haline dönüşmüş ve İsrail politikalarını etkileme kapasitesine ulaşmışlardı. Ayrıca Kuzey Irak Kürtlerinin bağımsızlık mücadelesinin desteklenmesi maksadıyla İsrail’e göç etmiş 300.000 Kürdistan Yahudi’sinin tekrar Kuzey Irak’a dönmesine çaba sarf ediyorlardı. Kuzey Irak Kürtleri de zaten bağımsız devlet kurmayı, Yahudiler de Kürtlerle birlikte olmayı “çok” istiyorlardı.
AKP iktidarı; genel olarak Barzani aşiretinin otonom çıkarlarının ve bölgede yürütülen Amerikan ve İsrail çalışmalarının bazen doğrudan, bazen dolaylı olarak destekleyicisi olmuşlardı. Karşılık olarak PKK ile mücadele konusunda Amerikan ve Yahudi desteği ise tam bir safsataydı. Öcalan’ın 1999’daki teslimi bu kapsamda bir tuzaktı. Erdoğan’ın Barzani’ye olumlu bakışı ve desteğinin, her şeye rağmen, hâlâ sürüyor olması üzerinde durmak lazımdı. Barzani’nin petrolü boru hatları ile Türkiye üzerinden İskenderun Limanı’na ve buradan İsrail’e gemilerle taşınmaktaydı. Erdoğan’ın Barzani’nin bir Kürt devleti kurmasına sessiz kalması iyi okunmalıydı. Suriye’deki Kürtler için ise Erdoğan’ın tutumu tamamen “karşı” konumda sanılmasına aldanmamalıydı. İsrail, geldiğimiz safha itibarıyla Suriye Kürtlerine de sahip çıkacağını defalarca açığa vurmuşlardı.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..