Trump’ın Ticaret Savaşlarıyla Oluşacak
Yeni Dünya Dengelerinde:
BİR İHTİMAL DAHA VARDI!..
ABD’nin borçlu olduğu ülkeler açıklandı: ABD’nin resmi dış borç toplamı 5 trilyon 286 milyar dolardı!
Dünya ekonomisi ABD’nin küresel ticaret politikaları nedeniyle büyük bir dönüşüm aşamasındadır. Donald Trump’ın getirdiği yüksek gümrük vergileri ve artan devlet ve özel sektör borcu, ABD’nin borçlandığı ülkelerin sayısını ve toplam borç miktarını artırmış durumdadır.
ABD Başkanı Donald Trump’ın uyguladığı küresel gümrük tarifeleri, dünya ekonomisinde büyük dalgalanmalara yol açmıştır. Hem devlet borçları hem de özel sektör borçları hızla artarken, ABD’nin uluslararası ticaret politikaları global piyasalarda sert düşüşleri hızlandırmıştır. Bu süreçte, dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler gündeme taşınmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün yayımladığı verilere göre, ABD’nin büyük miktarda borçlu olduğu ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır.
Türkiye’nin payı resmiyette 60, gerçekte 100 milyar dolardır.
Geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’nin ABD’den alacağı tahvillerin miktarı 58,3 milyar dolar olarak saptanmıştır. Ancak Türkiye’deki ekonomik koşullar ve son yıllarda yaşanan büyük rezerv kayıpları bu rakamları şüpheli hale getirmiş durumdadır. Çünkü bazı kaynaklara göre, ABD’nin Türkiye’ye borcu 100 milyar doları aşmıştır. 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerinden 42 milyar doların kısa sürede eridiği konuşulup yazılmıştı. ABD, Türkiye Merkez Bankası’ndaki ve başka kaynaklardaki paralarını alıp yerine hiçbir değeri ve geçerliliği olmayan TAHVİL BONOLARI bırakmıştır.
ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler şunlardır:
ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler, dolar bazında oldukça büyük meblağlara ulaşmıştır. İşte bu ülkelerin başlıcaları:
• Japonya: 1,1 trilyon dolar,
• Çin: 759 milyar dolar,
• İngiltere: 723 milyar dolar,
• Lüksemburg: 424 milyar dolar,
• Cayman Adaları: 419 milyar dolar,
• Fransa: 382 milyar dolar,
• Kanada: 379 milyar dolar,
• Belçika: 375 milyar dolar,
• İrlanda: 336 milyar dolar,
• İsviçre: 289 milyar dolar .[1]
Bu liste; Yahudi sermayenin, ABD’yi dünya genelinde büyük bir borç yükü altına soktuklarının ve ekonomisinin küresel ticaret ilişkileri üzerinden ciddi bir baskı altında kıvrandığının kanıtıdır. ABD’nin bu resmi dış borç toplamı 5 trilyon 286 milyar dolar civarındadır. Bir bu kadar dış borcu da, Yahudi sermayesinin dışarıdan aldığı, ama Amerikan devletini kefil gösterip borçları onun sırtına yıktığı korkunç miktar oluşturmakta, yani aslında ABD’nin toplam dış borcu 10 trilyon doları aşmaktadır. Bu resmen ve fiilen bir iflas durumudur. İşte Trump, yeni ve yüksek vergilerle, başka ülkelerde çok ucuza üretim yapıp bunları Amerika’ya satan çoğu Yahudi firmalarını tekrar ABD’ye çekme çabasındadır.
Tarifelerin yansımaları
ABD’nin uyguladığı ek tarifeler, sadece ekonomik ilişkilerde gerilime yol açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya borsalarında da sert düşüşlere sebebiyet vermiş durumdadır. Ekonomistler, Trump yönetiminin ekonomik adımlarının devlet ve özel sektör borçlanmasındaki artışı hızlandırdığını vurgulamıştır. Bu gelişmeler, küresel ticaret savaşlarını giderek daha karmaşık hale taşımış ve birçok ülke ekonomik stratejilerini gözden geçirmeye başlamıştır. (Not: ABD’nin, Körfez ülkeleri; Suudi Arabistan, İran ve Azerbaycan gibi ülkelere olan Petrol borçları da bu rakamların dışındadır.)
13 Yahudi ailesinin tüm Amerika’yı ve Dünyayı sömürme çarkı:
DOLAR’ı kendileri basıp Amerikan Devletine satan, Merkez Bankasını (FED) kendi kontrollerine alan 13 Yahudi ailesinin kurduğu küresel sömürü tezgâhı, diğer ülkelerden önce Amerikan halkını ve devletini asırlardır sömürüp durmaktadır. Daha önce ucuz üretim ve kolay kazanç nedeniyle Japonya ve Güney Kore’de yatırım yapmaya başlayan Siyonist sermaye 1985’ten (40 yıl öncesinden) itibaren Amerika’daki yatırımlarının önemli kısmını Çin’e kaydırmaya başlamıştır. Aynı yıllarda Çin de Yahudi sermaye yatırımlarını sağlamak ve garantiye almak için;
• Yabancı sermaye ortak girişim yasalarını,
• Ticari markalar yasalarını,
• Yabancılarla ekonomik özel sözleşmeler yasalarını,
• Ve nihayet; tamamı yabancı şirketlerin (Yahudilerin) mülkiyetindeki işletmeler yasalarını çıkartmışlardır. Ayrıca Çin ile İsrail çok özel ve özerk ticari ve ekonomik ilişkiler ağı oluşturmuşlardır.
“İşçi ücretleri, sigorta primleri, özel vergi indirimleri, ucuz ham madde girdileri ve gevşek kalite kontrol disiplini” ABD’den en az yirmi kat, hatta bazı kalemlerde kırk kat daha düşük olan Çin’deki fabrikalarında çok ucuza mâl ettikleri mallarını Amerika, Avrupa ve dünya pazarlarına, hem de maliyetinin çok çok üstünde fiyatlarla satan Çin markalı Yahudi şirketleri ABD’yi zorlamaya başlamış, hatta iflasa yaklaştırmışlardı. İşte Donald Trump, koyduğu yeni vergilerle, Çin’e ve başka ülkelere kayan bu sömürü sermayesinin tekrar ABD’de yatırım ve üretim yapmalarını sağlamayı amaçlamıştı.
Bu tarihin en büyük ticaret savaşları sonucu:
• Ya büyük Yahudi şirketler Amerika’ya dönüp yatırım yapacak ve yüz milyarlarca dolarlık kolay ve ucuz kazanç kapılarını kapatmış olacaklardı.
• Veya, çoğu tekellerinde bulunan ekonomik ve sosyal kozlarını ve medya manipülasyonlarını kullanarak, Avrupa ülkelerini ve Çin’i kışkırtarak Trump’ı devre dışı bırakacak, hatta Amerika’nın parçalanmasına yol açacaklardı!
Peki, Trump yenilir ve ABD etkinliğini kaybederse, Dünya Dengeleri nasıl değişmiş olacaktı?
On yıllar öncesinden:
“Amerika’nın bocalaması halinde, dünyanın, Çin gibi önde gelen tek bir gücün tahakkümü altına girmesi olası değildir. Amerikan sisteminin gireceği ani ve büyük bir kriz, küresel siyasi ve ekonomik kaosu beraberinde getirecek zincirleme bir reaksiyona yol açacakken, ülkenin giderek yayılan bir çürümeye sürüklenmesi ve/veya İslam devletleri ile bitmek bilmeyen geniş kapsamlı bir savaşa girmesi halinde de, 2025 yılında bile, etkili bir küresel halefin “taçlandırılması” mümkün görünmemektedir. O zamana kadar hiçbir güç, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından Amerika’dan beklenen rolü oynamaya hazır olamayacağı kesindir.” diyen Yahudi stratejist Zbigniew Brzezinski Amerika sonrası kargaşayı şöyle yorumlamıştı:
“İtibar ve itimat edilen bir liderin bulunmaması halinde ortaya çıkacak belirsizlik, rakipler arasındaki gerginliği artırırken, kendi çıkarlarına hizmet eder biçimde davranmalarına sebep olabilir. Böylece bazı güçlerin, kendi çıkarları doğrultusunda alternatif istikrar çerçeveleri oluşturacak özel bölgesel düzenlemeleri teşvik etmesiyle, uluslararası iş birliğinin zayıflaması tahmin edilmektedir. Tarihsel yarışçılar bölgesel hâkimiyet için daha açık bir mücadeleye girebilir hatta güç kullanımına başvurabilir. Daha zayıf devletler ise küresel güç dağılımındaki temel jeopolitik değişiklikler sonucunda ortaya çıkan yeni güç saflaşmaları karşısında kendilerini ciddi anlamda tehdit altında bulabilirler. Demokrasinin teşviki, yerini otoriterlik, milliyetçilik ve dinin değişken karışımları temelinde daha fazla ulusal güvenlik arayışına bırakabilir. “Küresel varlıklar” daha dar çerçevede tanımlanan, daha acil ulusal kaygılara yoğunlaşılması sebebiyle ortaya çıkan pasif kayıtsızlık veya sömürüden zarar görebilir. Ve çok geçmeden, şimdiye kadar dokunulmazlığı olan ve veto hakkına sahip sadece beş kalıcı üyesi bulunan 70 yıllık BM Güvenlik Konseyi sistemi, giderek meşruiyetini kaybetmeye başlayabilir!”
Amerika’sız Dünyanın Toparlanması!
Amerika’nın aşağıya doğru sürüklenmesi, belirsiz ve çelişkili bir biçimde ortaya çıksa da, muhtemeldir ki Japonya, Hindistan, Rusya ve bazı AB üyeleri gibi, dünyanın ikinci sıradaki büyük güçlerinin liderleri, Amerika’nın düşüşünün kendi ulusal çıkarlarına potansiyel etkisinin çoktan bilincindedir. Gerçekten de Amerika sonrası doğacak kargaşanın ihtimalleri bile, büyük yabancı güçlerin şansölyelerinin güncel politikalarını dikte etmemekle birlikte, gündem planlamalarını ihtiyatlı biçimde şekillendirmektedir. İddialı bir Çin’in Asya anakarasına hâkim olmasından korku duyan Japonya, Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurmayı planlayabilir. Hindistan ve Japonya liderleri, Amerika’nın düşüşe geçmesi ve Çin’in yükselişi ihtimaline karşı tedbir olarak daha yakın siyasi hatta askeri iş birliğini düşünüyor olabilirler. Rusya, içten içe (kötücül bir zevkle) Amerika’nın belirsiz geleceğiyle ilgili hayaller kurarken, jeopolitik etkisini artırmak için ilk hedef olarak eski Sovyetler Birliği’nin bağımsız devletlerine gözünü dikebilir. Henüz uyumlu bir birlik sağlayamayan Avrupa’nın birkaç farklı yöne çekilmesi muhtemeldir. Almanya ve İtalya ticari çıkarları sebebiyle Rusya’ya, Fransa ve güvensiz Orta Avrupa ise siyasi anlamda daha sıkı bir AB lehine yaklaşırken, İngiltere ise AB içinde bir denge oluşturmak için düşüş halindeki ABD ile özel bir ilişkiyi korumaya yönelebilir. Diğer ülkeler kendi bölgesel alanlarını oluşturabilmek için hızla harekete geçebilirler. Türkiye eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde yeniden etkinlik kurabilir, Brezilya ise Güney Yarımkürede söz sahibi olabilir.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..