Anasayfa » ZAFER NİÇİN GECİKTİ?

ZAFER NİÇİN GECİKTİ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 10k Görüntüleyen

Dünya, iyiliklerle kötülüklerin mücadele meydanıdır ve insan imtihan için
buradadır. Bu bakımdan her asırda, zulme ve küfre karşı çıkan ve hizmet
disiplini içinde İslamı savunan insanların başarıya ulaşması, öyle çabuk
olmamakta ve aşağıdaki hikmetler sebebiyle gecikmekte ve uzamaktadır. Hatta
öyle ki, münkirler ve münafıklar; “Eğer doğru söylüyor (aldatmıyor ve aldatılmıyorsanız) hani, (söylediğiniz ve beklediğiniz) bu fetih ve zafer ne zaman?”[1] diye Müslümanları engellemeye ve alay etmeye başlamaktadır.

Hâlbuki mutlaka gelecek olan zaferi, Cenabı Hak, şu hikmetlerle belli bir zaman geciktirmektedir:

1- Cenabı Hak, hizmet ve sadakat ehliyle, rahat ve menfaat ehli iyice bilinsin ve seçilsin istemektedir. Hâlbuki kısa vadeli ve az zahmetli işlerde bu durumun belirlenmesi, bizim için mümkün değildir.

“Yakın bir dünya menfaati ve (az zahmetli) orta halli bir sefer olsaydı elbette sana tabi olurlardı. Ama güç aşılacak mesafe kendilerine (zor ve ) uzak geldi.”[2] Ayeti,
ucuz ve kolay kahramanlıklara fırsat vermemek için, uzun ve zahmetli hizmet ve
hareketlerin takdir edildiğini göstermektedir.

“İnsanlar sadece “inandık” demekle çeşitli imtihanlara
tabi tutulmadan bırakılacaklarını mı sanıyorlar? And olsun ki biz, onlardan
öncekilerini de sınadık. Elbette Allah (iman iddiasında ve İslam davasında)
sadıkları da bilecek, sahtekârları da bilecek (Doğruları ve yalancıları herkese
gösterecek) tir. Yoksa (her türlü) kötülükleri yapanlar bizi atlatacaklarını mı
zannediyorlar?
 Ne kadar yanlış düşünüyorlar…

 (Artık adalet nizamını hakim kılmak niyeti, ibadet ve imtihan
ciddiyetiyle her) kim cihat ederse o ancak kendi nefsinin çıkarınadır. Çünkü
Allah hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir.”
[3] Ayetleri de bu gerçeği bildirmektedir.

2 – Zaferin gecikmesinin bir hikmetide hizmet erlerinin ve kabiliyet sahiplerinin uzunca bir zaman içinde eğitilmesi ve geleceğe dönük yetiştirilmesi içindir.

“(Zulüm ve fesat ehli) olanlarla (hiç usanmadan) çarpışın ki Allah
sizin ellerinizle onların cezasını versin (sonunda), sizi onlara üstün getirip
(şereflendirsin) mümin toplulukların göğüslerine şifa versin (ve onları manen
ve ruhen terbiye edip yetiştirsin) Yüreklerindeki öfkeyi gidersin…”
[4] Ayetleri
bu gerçeğe dikkatimizi çekmektedir.

Zira her hususta iyice eğitilmemiş ve yetiştirilmemiş kadrolarla hem
başarılı olmak hem de iktidarda kalmak imkansız gibidir.

3 –Cenabı Hak, mümin ve mücahitlerin” çeşitli sıkıntılara dayanma yeteneği ve engelleri aşma becerisi gelişsin” diye  de zaferi geciktirmektedir.

Çünkü pişmemiş ham tuğla üzerine sağlam bina kurulamayacaktır.

“Parasızlık ve maddi imkansızlıklar, çeşitli hastalıklar, teşkilat
ve cihatla ilgili zorluklar ve sıkıntılar insanı olgunlaştırır ve sadakat ve
samimiyet ayarını ortaya çıkarır.”
[5]

“Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden (ve bunlara
sabır ve tahammül göstermeden) cennete gireceğinizi mi sandınız? Halbuki
onlara, öyle yokluk ve sıkıntılar dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki,
nihayet peygamber ve onunla birlikte iman edenler “Allah`ın yardımı ne
zaman?” diyecek (kadar çaresiz kalmışlardı ama bundan sonra artık) iyi
bilin
 ve
bekleyin ki Allah`ın yardımı yakındır.”
[6]

4- Müminler, daha uzun zaman çalışıp sevapları ve şerefleri artsın diye de sıkıntı ve hizmet döneminin uzaması takdir edilmektedir.

Çünkü bizim asıl şerefimiz ve sevabımız, hakimiyet ve muzafferiyet
günlerine yetişmek değil, o mutlu neticelerin oluşması yolunda gayret
göstermektir. Zira“Herkesin ancak kendi sa`yu gayreti kadar ücreti ve kıymeti
olacağı kesindir. Bütün çalışmalarımız yakında görülecek ve değerlendirilecek
ve sonra hiç eksiksiz karşılığı mutlaka verilecektir.”
[7] Ahiret ve ebediyet açısından
“hizmet dönemleri, hakimiyet dönemlerinden daha kıymetlidir. “

5- İnsanların ve özellikle cemaat ve teşkilat mensuplarının kabiliyet ve karakter ölçüleri, çeşitli tecrübe ve temaslarla denensin ve bilinsin ki, ileride iktidar döneminde ve kurulacak devlet düzeninde büyük tahribatlar açacak yanlış tayinler yapılmasın. Kime, nerede ve ne derece güvenebileceğimiz, hangi görevi kimlere emanet edebileceğimiz iyice anlaşılsın.

“(Hz. Süleyman Hüdhüde) Haydi görelim, dediklerini yapabilecek
misin? Yoksa, sadece yalan söyleyen ve boşuna böbürlenen biri misin, seni bir
deneyelim” dedi.
[8] Ayeti
de insanları önemli görevlere getirmeden önce, onları denemek gerektiğini
göstermektedir.

İnsanların tecrübe ve terbiye edilmesi, elenip seçilmesi, kabiliyet ve
karakter derecelerinin belirlenmesi ise, uzun bir zaman gerektirmektedir. Bu
bakımdan kesin iktidar ve devlet döneminden önce, teşkilat ve cihat devrelerinde
insanların ve kadroların denenmesi ve değerlendirilmesi elzemdir. Herkes
biliyor ki, yeni bir ilaç çıkarıldığı zaman, bunu önce insanlarda değil, fare,
tavşan gibi hayvanlarda denerler. Çünkü eğer aksi bir tesir yapacaksa insan
değil, ancak hayvan feda edilebilir…

İşte bunun gibi, parti ve teşkilatla ilgili verilen görev ve yetkileri
kötüye kullanan veya başarılı olamayan kimseler ancak partiye zarar verebilir
ve bunun tamiri ve telafisi de mümkündür. Ancak devlet ve hükümet olduktan
sonra, önemli makamlara getirilecek insanların hezimet veya hıyanetleri bazen
telafisi zor ve imkansız sonuçlar doğurabilir. Öyle ise iktidar dönemi için
hazırlanan kadroların, uzunca bir zaman içinde ve teşkilat kademelerinde iyice
denenmesi ve seçilmesi gerekir. Talut`un, devlet ve hürriyet için cihada
heveslenen cemaatini çeşitli imtihanlardan geçirmesiyle ilgili Kur`an ayetleri
buna en güzel örnektir.[9]

Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin (sav) “Küçük cihattan büyük
cihada dönüyoruz” uyarısıyla anlatmak istediği de budur. Yani “Ey
Ashabım.. Şimdiye kadar, sadece Allah rızası ve ahiret arzusuyla hizmet ve
gayret gösterdiniz. Din kardeşlerinizi kendinize tercih ettiniz. Ama bundan
sonra, valilik, komutanlık gibi makam tayini, ganimet ve menfaat taksimi
yüzünden nefsinize uymayın ve birbirinizin aleyhinde çalışmayın” demek
istiyordu. Ve ileride olacak ve asla unutulmayacak bazı huzursuzluk ve
haksızlıklara işaret buyuruyordu.

6- Ülkedeki, hatta bütün yeryüzündeki şartların, adalet nizamının uygulanmasına müsait konuma yükselmesi, şeytani güçlerin ve siyonist çevrelerin gücünü ve kontrolünü yitirmesi, mevcut dünya düzeninin haksızlık ve ahlaksızlığının herkes tarafından anlaşılır hale gelmesi için de, uzunca bir zaman ihtiyaç duyulduğundan zaferin gecikmesi tabiidir…

7- Müminler, zaferin kendi gayret ve galibiyetlerinin sonucu değil,Allah’ın nusret ve inayetiyle olduğunu bilsinler ve gurura kapılmayıp O’na şükretsinler… Acizliklerini ve çaresizliklerini fark etsinler diye de fetih geciktirilmektedir…

“Allah`ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga İslam`a
girdiklerini gördüğün zaman Rabbi ne hamdü sena et…”
[10] Ayetleri
de bu gerçeği bildirmektedir.

“Hani (Huneyn günü) sayı çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. (Artık
kimse bizimle baş edemez gururuna kapılmış, zaferi kendi güç ve gayretinizden
bilmeye başlamıştınız). Fakat bu durum size hiç bir yarar sağlamamıştı. (Bir
kabile karşısında hezimete uğramış) Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza
dar gelmeye başlamıştı. Nihayet bozularak arkanızı dönmüş (ve kaçmaya mecbur
kalmıştınız).

Sonra Allah cc. Resulünün ve müminlerin üzerine sükunet (nusret ve
metanetini) indirdi, sizin görmediğiniz ordular gönderdi de, kâfirleri
cezalandırdı ve bozguna uğrattı.”
[11] Ayetleri
bu durumu ne güzel izah etmektedir.

8- Düşman cephede ve rakip bölüklerde olup da, iyi niyet ve samimiyet ehli olmakla beraber “yanlış yönlendirilmeden ve eksik bilgilendirilmeden ”doğan bir nefret ve husumet nedeniyle, veya enaniyet ve şehvetin galebesiyle, Hak davaya karşı çıkan, ama ileride gerçeği görecek ve pek çok hayırlı hizmetler verecek olan şahsiyet ve kabiliyetlerin kazanılmasına fırsat tanımak ve zemin hazırlamak için de, zaferin ertelenmesi hikmetlidir…

Her ne kadar “ilk”lerin sevabına ve seviyesine çıkamasalar da,
Halid b. Velid’lerin, Amr İbnül As gibi şahsiyetlerin kazanılması ve saflara
katılması için de hizmet ve sıkıntı döneminin uzaması gereklidir.

Velhasıl, artık kesin zafere yaklaştığımız bu günlerde, geçmişte kalan 30
yıllık hizmet ve zahmet dönemlerinin ne denli gerekli olduğunu şimdi daha iyi
anlıyor, sabır ve sadakatle önümüzdeki mutlu günleri gözlüyoruz… Ve Erbakan
Hoca’nın, önemini ve özelliğini, şimdi daha iyi kavrıyor ve ona her geçen gün
daha fazla güveniyoruz.

 

Tabii Seleksiyon (Elenme ve Ayıklanma)

İslami hareketlerin, genellikle dikkatlerden kaçan ve bu durum fark edilmediği için de pek çok insanı hayal
kırıklığına uğratan önemli ve gizemli bir özelliği vardır:

Büyük inkılâplar yapacak ve yeni medeniyetler kuracak İslami hareketlerde, dışa doğru ve kemiyet açısından
giderek tedrici bir gelişme ve güçlenme süreci yaşanırken, içte ve özde ise keyfiyet bakımından giderek bir azalma, süzülme, dökülme ve elenme süzgeci işlemektedir.

Kur’an`da anlatılan Talut`la Calut olayında[12] cihat hevesi ve heyecanıyla ayağa kalkan yüz bin kadar kişinin, sonunda bir kısmının cihadın zorluklarından dolayı yan çizerek, bir kısmının tayin edilen komutanı beğenmeyip biat etmeyerek, bir kısmının o komutanın emir ve icraatlarını yersiz ve gereksiz görerek nasıl kaytardıklarını ve ayaklarının kaydıklarını ve sonunda sadece bin kişi kaldıklarını ve zaferi ise bir kişinin (Hz. Davud`un) eliyle kazandıklarını ibret ve hayretle görmekteyiz.

Aynı durum Asr-ı Saadet için de geçerlidir. Ashabı Kiram sayı bakımından ağır ağır çoğalırken ve saflar giderek
kalabalıklaşırken, tam sadakat ve teslimiyet noktasında ise bir “saf” laşma ve “az” laşma sezilmektedir.

Özellikle, Mekke`nin Fethinden sonra, sahabe(ra) sayısının yüz binlere yükselmesi yanında, aşere-i mübeşşerenin sadece “On” şerefli şahsiyete inmesi, Raşid halifelerin ise “4” rakamıyla ifade edilmesi, bunun en çarpıcı örneği değil midir?

“Az”ların arasına girmek, “öz”lerin seviyesine yükselmek ise, çetin ve çetrefilli imtihanlardan geçmeyi gerektirmektedir… Feragat ve fedakârlıkta bulunmayanlar, feraset ve fazilet ehli olmayanlar, tevazu ve teslimiyete yanaşmayanlar, kısaca Allah`tan gayrı tüm makam ve menfaatları boşamayanlar ve nefsini aşamayanlar, derece derece dökülmektedir.

Velhasıl bu imtihanda, kimisi tamamen ”curuf” laşmakta, kimisi kuru bakır kalmakta, kimisi bir parça yükselip
tunçlaşmakta, ama pek azı altınlık ayarına yetişebilmektedir.Madeni çürük, himmeti düşük olanlar, zahirde insanların imreneceği bazı “etiket” ve “ganimet”lere ulaşsalar ve güya başrollerde oynasalar bile, bunlar aslında, er veya geç, boyası dökülünce foyası anlaşılacak kalaylı bakır misalidir.

Müslümanlık ve mücahitlik davasında bulunanların, bu iddialarını ispat etmeleri gerektiğini ve bu maksatla çeşitli ibtila ve imtihanlardan geçirileceklerini bildiren şu ayetlere tekrar kulak verelim:

” Elif-Lam-Mim ”

“İnsanlar sadece “iman ettik” demekle, bir imtihana
çekilmeden – ve yeterli puanı elde etmeden – bırakılacaklarını ( ve
kurtulacaklarını mı ) zannettiler?

Yemin olsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihan etmişizdir. Elbette
Allah c.c İman iddiasında ve cihat davasında sadık olanları da bilecek (ve
belirleyecek) sahtekarları da bilip (herkese gösterecektir)

Yoksa (her türlü hıyanet ve) kötü hareketleri yapanlar, bizi
atlatacaklarını (ve hak etmedikleri halde imtihanı kazanıp rızama ve rıdvanıma
ulaşacaklarını) mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar (ve ne kadar
aldanıyorlar?).”

Cihad eden ancak kendi nefsi için cihad eder. Şüphesiz Allah her şeyden
müstağnidir (hiç kimseye muhtaç) değildir.”
[13]

Bu Ayet-i Kerimeler, özellikle şugerçeklere dikkatlerimizi çekmektedir:

1- Herkes mutlaka imtihana çekilecektir ve her Müslüman her an imtihan halindedir.

2- Bu imtihanın ağırlık merkezi“cihat” üzerindedir ve ancak cihat`la ilgili sorumluluk ve sıkıntılar sonucu, gerçek ayarımız belirlenecektir.

3- Bu imtihanda, haşa Allah`ı atlatmak ve aldatmak asla mümkün değildir. Cenab-ı Hak imtihan ve cihat noktasında ne olduğumuzu, hem bize hem de çevremize gösterecektir.

4- Tembellik, teslimiyetsizlik,beleşçilik ve bencillikle beraber, ucuz kahramanlıklar ve gelip geçici heyecanlarla hiçbir yere varılmayacağı bilinmelidir.

5- “Her kim cihad etse,muhakkak nefsi için cihad etmiş olur” ayeti “Din ve dava yolundaki hizmet ve gayretlerin, hem dünyevi hem de uhrevi şerefi ve sevabı kendinize aittir.” manasını ifade ettiği gibi, “cihat edenlerin çoğu Allah
rızası ve İslam davası için değil, şöhret, servet, hürmet ve etiket kazanmak
gibi nefsani amaçlar için çalışmaktadır” ikazını da içermektedir.

6- Her imtihan döneminde sadıklar az olacak, bunlar kendi teşkilat ve cemaati içinde bile horlanıp hırpalanacak,ama sonunda Allah`ın vadettiği izzet ve iktidar bunlara nasip edilecektir.[14]

Aleyhissalatü vesselam Efendimizin çok önemli olan, ama kolayca anlaşılmayan ve gizli kalan siyaset ve stratejilerinden
birisi de, her asırda örneği pek az sayıda bulunan bu “çok özel”şahsiyetlere, kesin iktidar dönemine kadar “resmiyetli ve etiketli” görevleri pek fazla vermemesi, Onları deşifre etmemesi, hedef haline getirmemesi ve zor günler için ertelemesidir..

Pek çok başarılarını, İslamiyeti ve Efendimizin siyasetini çok iyi araştırıp, bu tabii prensipleri batıl amaçları doğrultusunda kullanmasına borçlu bulunan Siyonistler bile, bakınız Osmanlıyı yıkarken, Enver, Talat ve Cemal  paşa gibi, rütbesi ve yetkisi büyük, ama Siyonistlere bağlılık derecesi düşük 2. sınıf masonları kullanmış, bunları
yıpratmış ve harcamış ama, İnönü ve Celal Bayar gibi has adamlarını, Cumhuriyet dönemine saklamış, bunları kahramanlaştırmak suretiyle sistemini yürütmüş ve yerleştirmiştir.

Bu arada, insanları ”eğitme ve deneme” işlerinin uzun bir geçiş sürecinde, parti ve teşkilat döneminde yapılması uygun düşmektedir. Yukarıda hatırlatıldığı gibi, nasıl ki yeni bir ilaç formülü önce farede ve tavşanda denenir. Direk insanlara verilmesi, tamiri ve telafisi mümkün olmayan tahribatlar yapabilir.

Öyle ise, elemanlarımızın ve mensuplarımızın da Parti sürecinde ve teşkilat bünyesinde eğitilip elenmesi ve iktidar ve devlet dönemine sadakat ve liyakat ehlinin seçilmesi gerekir. Zira devlet bünyesinde insan denenmez, çünkü hükümet ve devlet içerisindeki zafiyet ve hıyanetlerin tamiri oldukça güçleşecektir.

Kesin iktidar dönemine kadar zahiren parlak sıfatlara haiz, ama ruhen cılk ve cılız şahsiyetlerin, önemli görülen bazı makamlara atanması ise, hem vitrine yakıştıklarından, hem birtakım kabiliyetlerinin hizmete aktarılmasından ve hem de nefsani taarruz ve tahribatlarının önlenmeğe çalışılmasından dolayıdır.

Vakti gelince bunlar da tabii bir seleksiyonla yerlerini, yenilerine devredecektir.

“İnnellahe meassabirin.”

Allah Sadıklarla ve sabredenlerle beraberdir. “Velakıbetü lilmuttakin.” şerefli ve sevinçli sonuç ise, mutlaka muttakilerindir.

Bismillahirrahmanirrahim.

“Kuşluk vaktine ve sükûnete kavuştuğunda geceye yemin ederim ki

Rabbin (asla) seni unutmadı (sahipsiz bırakmadı) ve sana darılmadı..

Elbette senin sonun, öncekinden çok daha hayırlı (olacak) dır.

(Sabret) yakında Rabbın sana (tüm umduklarını) verecek ve sen
(fazlasıyla) memnun (ve mesrur) kalacaksın..

O, seni yetim (ve yalnız) bulup ta barındırmadı mı?

Şaşkın ve bunalmış bir durumda iken hidayet ve inayet buyurmadı mı? (İlim
ve ibadet yolunu açmadı mı?)

Fakir (ve çaresiz bir garip halinde) bulup ta zengin ve şerefli kılmadı
mı?

Öyle ise (eline imkân ve iktidar geçince) sakın öksüzü (ve kimsesiz
zavallıları) hor ve hakir görme (mazlumların üzülmesine fırsat verme) ..

(Sana ihtiyacını arz edip) yardım dilenenleri (sıkıntı ve sorunlarına
çözüm yolu olacak cevaplar bekleyenleri) azarlayıp mahrum ve mahzun etme..

Ve (Sana lütfettiği bütün bu üstün fazilet ve meziyetlerden dolayı,
övünmek ve böbürlenmek için değil ama sevinmek ve şükretmek niyetiyle) Rabbinin
nimetini (minnet ve memnuniyetle
hatırla ve anlat.”[15]

Sadakallahülazim. (Allah-u azimüşşan doğru söylemektedir)

Öyle ise, Erbakan Hoca’nın, teşkilat bünyesindeki bazı tayin ve tasarrufları da bu açıdan değerlendirilmelidir.

 Zafer Yakındır

Evet bu dünya, Rahmani güçlerle şeytani güçlerin mücadele meydanıdır.
Devri Adem’den beri sürege­len ve kıyamete kadar devam edecek olan bu
mücadelede bazen Hak, bazen de batıl nöbetleşe galip gelmektedir.

Bir asırdan fazladır yeryüzünde hakim bulunan siyonizmin zulüm ve sö­mürü
saltanatı artık çözülmeye ve çökmeye doğru gitmektedir. Her şeyin kemali, aynı
zamanda zevalinin de başlangıcıdır. Gecenin sabaha en yakın olan kısmı, zifiri
karanlığın en koyu olduğu zamandır…

Günümüzde batılı siyonizm, Hakkı ise Milli Görüş temsil etmekte ve
Hak-batıl mücadelesi siyaset cephesinde sürdürülmektedir… Ve işte 1995 Genel
Seçimleri’nden R.P.`nin zaferle çıkması ve özlenen iktidara kavuşması beklenen
büyük zaferin de yakın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Ve son
hazırlık merhalesidir. 1999 seçimleri ise, suni ve geçicidir ve sistemin
iflasıyla sonuçlanacaktır.

Daha önce İstanbul ve Ankara başta yüzlerce belediyenin alınması, çok
anlamlıydı. Çünkü İstanbul ve Ankara Türkiye’nin ayna­sıydı, hatta her
bölgeden, her beldeden ve her seviyeden insanımızı bünyesinde barındırmaları
açısından belki de Türkiye’nin aynısıydı. Ardından 95 Genel Se­çimleri’nde
Refah’ın birinci parti olarak çıkması ve hükümet kurması anlamlıdır. Hem zaten
%98’i Müslüman olan bir ülkede Refah’ın iktidar olması değil, o güne kadar
olmaması hayretle karşılanmalıdır.

Refah`ın hızlı yükselişi ve iktidara gelişi karşısında paniğe kapılan dış
güçlerin ve masonik çevrelerin, Refah`a karşı ortak cephe arayışları dikkatle
incelenirse, Hakk’ın kar­şısında batılların nasıl bir ve beraber oldukları
açıkça görülecektir. Mesut Yılmaz’ın, “Refah oylarının bu yükselişi ve
güçlenişi karşısında bütün partilerin dikkat ve ciddiyetle durması, bunun
sebeplerinin araştırılması ve çarelerin aci­len alınması gerektiği”
şeklindeki feryadı, batılların telaşını ve tedirginliğini göstermesi bakımından
çok önemli ve anlamlıdır…

Refah`ın bu yeni hamlesi karşısında DYP ile ANAP`ı birleştirip ANA-YOL
Partisi’ni kurma gayretleri ve hatta Ecevit’le Türkeş`i bir araya getirmeleri
de gösteriyor ki kurulduğu günden bugüne, Türk si­yasi hayatına direk veya
dolaylı mecburi yön veren Erbakan`dır. Erbakan hükümetini yıkmak ve RP`yi daha
sonra FP’yi kapatmakla övünenler, hatta mecburen Milli Görüş’ün sahtesini
(AKP’yi) kurup iktidara getirenler bundan sonra Erbakan Devrimine mani
olamayacaklardır.

Osmanlı’nın parlak döneminde yeryüzünde “Hak ve adalet var, batıla
ve zulme geçit yok.” zihniyeti hakimdi… Osmanlı’da cihat ve içtihat
müessesesi körlenip bünyede mikroplar çoğalınca, başlayan Tanzimat döneminde
“Hak var ise yanında batıl da var” noktasına gelindi. Ve nihayet
Osmanlı’nın yıkılmasın­dan sonra “artık sadece batıl var, Hakka yer
yok” düşüncesi galip geldi… Arkasından 1970’li yıllarda Milli Nizam’ın
kurulmasıyla “Batıl varsa Hak ta var” gerçeği gündeme getirildi… Ve
işte şimdi “Artık Hak ve adalet dönemidir, batıl ve zulüm bitmiştir.”
noktasına doğru gidilmektedir.

Dünyanın rengini değiştirecek ve büyük inkılâpları gerçekleştirecek
Tevhid davalarının gelişme seyri uzun bir zaman çok ağır gitmekte, ama bir
noktadan sonra umulmadık başarı ve patlamalar zuhur etmektedir.

Mesela Cenabı Hak, Aleyhisselatü Vesselam Efendimize Nübüvvet hizmeti
için 23 yıllık bir zaman dilimi takdir buyurmuştu. Bunu 23 kilometrelik bir me­safeye
benzetirsek, her yıl hedefe doğru bir kilometre yol almak suretiyle zafere
gidilmemiştir. Tam aksine 20 yılda ancak 5 kilometre yol alınmış, geri kalan 18
kilometre 3 yılda tamamlanmıştır. Hatta bu ağır ilerleyiş müşrik ve münafıkları: “(Bildiklerinizde ve beklediklerinizde) doğru ve samimi bulunuyorsanız (ve al­datılmıyorsanız) hani, (söylediğiniz) bu fetih ne zaman gelecek?”[16] diye sor­maya ve müminlerin beynini bulandırmaya yöneltmişti.

Böylesine büyük inkılâp hareketlerinin uzun bir zaman pek ağır gelişme­sinin
elbette birçok hikmetleri vardır: Yukarıda da hatırlattığımız gibi;

1- Önce hakikat ehliyle menfaat ehlinin ayrılıp seçilmesi için bu gerekli­dir.

2- Sonra hakka taraf olanların kendi içinde denenmesi, sadıklarla sahtek­ârların
belirlenmesi için Cenab-ı Hak zaferi geciktirmektedir.

3- Sadakat ve samimiyet ehlinin de özel kabiliyetlerinin belirlenmesi,
kendi sahalarında eğitilip yetiştirilmesi ve kurulacak adalet nizamının yükünü
çekecek derecede pişirilmesi ve hamlıklarının giderilmesi için de bu cihat dö­neminin
uzaması icap etmektedir.

4- Müminlerin daha çok çalışıp daha fazla sevap ve şeref kazanması için
de zaferin gecikmesi takdir edilmektedir.

Velhasıl çoğu gitti, azı kaldı… Kışı gitti, yazı kaldı. Bugüne kadar
gayret ve samimiyetle çalışanlar kazandı… Ve hala sevap ve şeref kapıları
kapanmadı… Zararın neresinden dönülse kârdır. Ama bundan sonra, göreceksiniz,
umulmadık zaferler zuhur edecek, artık müminler sevinecek, Milli Görüşçüler
bayram ede­cektir. Yani son gülen iyi gülecektir…

Yıllardır anlatageldiğimiz gerçekler yüzünden bizi hayalperestlikle suçla­yan
bazı dostlarımıza da seslenmek istiyorum: Bizim söylediklerimiz bir keramet
gösterisi veya kuru hayal esintisi değildi… Tarihi ve tabii gerçeklerin ilmi
yorumunun bir neticesiydi…

Zamanı, zemini ve biçimi bizce meçhul de olsa, Allah nurunu mutlaka tamamlayacak
ve inşallah umutlarımız boşa çıkmayacaktır. Ve bu zaferin merkezi Milli Görüş,
rehberi ise Erbakan’dır. Bütün dava arkadaşlarımız da birer isimsiz kahramandır.

Evet, evet çaresi yok, Hak gelince, batıl yıkılacaktır.

Zira, Güneş doğunca, haliyle karanlık kaybolacaktır. Ve tarihin en büyük
değişim ve devrimlerinden birini de, Erbakan başaracaktır.

[1] Secde: 28

[2] Tevbe: 42

[3] Ankebut: 1-6

[4] Tevbe: 14-15

[5] Bakara: 177

[6] Bakara  : 214

[7] Necm: 39-41

[8] Neml: 27

[9] Bakara: 246-251

[10] Nasr: 1-3

[11] Tevbe: 25-26

[12] Bakara: 246-252

[13] Ankebut: 1-6

[14] Ankebut: 5

[15] Duha Suresi: 1-11

[16] Secde: 28

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi