Anasayfa » Yeni Problemler, Yeni Düşünce, Yeni Çözümler

Yeni Problemler, Yeni Düşünce, Yeni Çözümler

Yazar: yonetici
0 Yorum 116 Görüntüleyen


Yeni
Problemler, Yeni Düşünce, Yeni Çözümler

 

 

“Euzübillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Muhterem kardeşlerim; kapanış celsesi çalışmalarımıza
başlıyoruz. Cenabı Allah bu celsemizi de hayırlı yapsın. Deminki toplantıda
belirttiğimiz gibi bu celsede buraya kadar yapılan konuşmaları toplayıcı bir
konuşma yapacağız, bir kapanış konuşması yapacağız inşallah ve ondan sonra,
yine demin bildirdiğim gibi hafız kardeşlerimizin Kur’an’ı Kerim kıraatlerini
dinleyeceğiz, bu çalışmaların bir duasını yapacağız ve en kısa zamanda bütün
kardeşlerimize çalışma bölgelerine gitmek üzere onun arkasından izin vereceğiz.
Şimdi bu arz ettiğim programın içerisinde kapanış konuşmasını yapmak üzere
bendeniz kürsüye geçiyorum. Arkadan hafız arkadaşlarımız hazır olup gelecekler,
Kur’an’ı Kerim tilaveti ve dua ile toplantımızı kapatacağız.

Çok
aziz ve muhterem kardeşlerim. İki günden beri burada birçok Batılı ilim
adamlarının konuşmalarını dinledik. Müslüman ülkelerden gelen muhterem
profesörlerin konuşmalarını dinledik. Bütün bu konuşmalardan sonra bu
toplantının mahiyeti nedir? Niye biz iki gündür burada çalışıyoruz? Ne yapmak
istiyoruz? Yapılan şey nedir? İşte bunu kısaca belirtmek için şimdi bu kapanış
konuşmasını yapmak üzere huzurlarınıza geldim. Yapılan şeyin ne olduğunu size
anlatmak için önce şu perdeye asmış olduğumuz iki tane doküman var, bu
dokümanlara hepinizin dikkatini rica ediyorum. Şu dokümanlar ne gösteriyorlar?
Bakınız, bunun üst tarafında Türkiye’de çıkan Sabah Gazetesinin Haziran ayına
ait bir nüshasındaki bir yazı var. Sabah Gazetesinin Amerika’da, Washington’da
Birleşmiş Milletler nezdinde bulunan üyesi, habercisi gitmiş Amerika’nın en
meşhur NASA yani milyarlarca dolar harcanıp bugün ilmi araştırmaların en ileri
derecede olanlarının yapılmış olduğu araştırma merkezine. Burada Nobel Ödülü
almış olan fizikçilerle konuşmuş. Bu fizikçilerin pek çoğu şimdi bir yandan bu
kâinat nasıl yaratılmıştır? Bu konu üzerinde çalışıyorlar. Ve işte o Nobel
Ödülü alan fizikçilerle yapmış olduğu mülakatı getirmiş, Türkiye’deki gazetede
bir makale olarak neşretmiş. Bu Nobel Ödülü alan insanlar ne diyorlar? Diyorlar
ki: “Biz, uzay nasıl yaratılmış? Birçok fizik deneyleri, uzaya ait birçok
incelemeler, tespitler yaptık. Ancak, birçok olayları izah edemiyorduk. Nasıl
oluyor? Bu kâinat bu durumdan bu duruma nasıl geçmiş? Bunların izahını
bulamıyorduk. Fakat sonra bir de baktık ki bütün bunların izahının sırrı,
açıklaması meğer Kur’an’ı Kerim’de var imiş. İşte şimdi bu makalede hangi fizik
âlimi hangi sure ve ayete dayanarak hangi uzay olayının izahını bulmuş, keşfini
yapmış; izah edemediği olayları izah edebilir hale geçmiş, makale makale, madde
madde ayeti kerimeler, sureler ve izah edilen olaylar… Bu makalenin içerisinde
bir bir bildiriliyor. Arkadaşlarımızın bu makaleyi bularak incelemelerini rica
ederim. Aynı makale bundan takriben 2-3 hafta kadar önce Milli Gazetede de
Sabah Gazetesinden iktibas edilerek son sayfasında neşredilmiştir. Onun için
Milli Gazete merkezinden arkadaşlarımız bu son derece ehemmiyetli yazıyı alıp
okuyabilirler. Bakınız, bunun içerisinde ne diyor bu fizik âlimleri? Diyor ki:
“Kur’an’ı Azimüş-şan Bismillahirrahmanirrahim ile başlıyor. Rahman, Rahim olan
Allah’ın adıyla. Sonra, Sure-i Fatiha’da Elhamdü Lillahi Rabbil Âlemin diye
devam ediyor.” Şimdi bu fizik âlimlerinin anlayışına göre, diyorlar ki: “Neden
Cenab-ı Allah Kur’an’ı Kerim’de ilk ayeti kerime de Rabbil Âlemin diye
başlıyor? Yani Kendinin pek çok isimleri var. Başka isimlerini zikretmiyor da
neden Rab ismini zikrediyor?” Rab demek çünkü bütün bu kâinatı tanzim edici,
terbiye edici, kanunlarını koyucu demektir. Onun için şimdi bu fizik âlimleri
diyorlar ki: “Biz Kur’an’ı Kerim’i okumaya başlarken bütün bu kâinatın
yaratılışını dikkate alarak Fatiha Suresine başlıyoruz. Diyoruz ki: İşte bu
yıldızlar, bu galaksiler bunların eski hali, ilk hali; bütün bu kanunları
tanzim eden bu kâinatın Rabbı olan Cenab-ı Allah var ya, O’nun Rahman ve Rahim
adıyla başlıyoruz” diyorlar ve burada Rahman ve Rahim, ne demek? Merhamet
demek. İşte Rabbımız merhametli olduğu için, Rahman ve Rahim olduğu için O’nun
yarattığı bu kâinata da O’nun merhameti intikal etmiştir. Nasıl intikal
etmiştir? Kâinattaki bütün zerreler arasında karşılıklı bir cazibe kuvveti var.
Zerreler birbirlerini çekiyor, birbirlerine alakaları var, cazibeleri var.
Neden? Çünkü bu kainatı yaratan Rabbımız Rahman ve Rahim’dir, merhametlidir,
bütün mahlukata alakası vardır da onun için” diyorlar ve bu merhamet, rahmet
kelimesinden cazibe kuvvetlerine ait yorumlar yapıyorlar. “İşte bu cazibe
kuvveti karşısında o zerrelerin yapacağı iş nedir? Kâinatta tesir aksi tesire
eşittir diye bir temel kanun var. Eğer Dünya Ay’ı şu kuvvetle çekerse yani Ay’a
merhamet gösterirse ay ne yapacak? Ay o çekiş kuvvetini dengelemek için Dünya
etrafında dönerek bir merkezkaç kuvvet meydana getirmek ihtiyacını duyacak. İşte
bundan dolayıdır ki diyorlar, kâinatta zerreler hem kendi etrafında hem
birbirleri etrafında dönüyorlar. Bu dönme hareketi bir hamddir” diyorlar. Hamd;
bütün zerreler, kendisini yaratan Cenab-ı Hakk’a hamd ediyor. Ne demek
istiyorum? Buradan giriyorlar ve ondan sonra Kur’an’ı Kerim’i kendilerinin
eriştiği uzay bilgilerinin ışığı altında inceledikleri zaman bu güne kadar izah
edemedikleri olayların hepsini Kur’an’ı Azimüş-Şan’da buldukları yeni
mefhumlarla izah eder hale geçiyorlar ve bu makalede belirtildiği gibi şimdi
Amerika’da bütün uzay araştırıcılarının içerisinde “Aman Kur’an’ı Kerim’i
inceleyelim, Kur’an’ı Kerim’i öğrenelim” diye bir moda, bir büyük cereyan
başladı” diyor. Nerede? En büyük ilim adamlarının, Batı ölçülerine göre en
büyük ilim adamlarının içerisinde böyle bir moda başladı diyor, makale bunu
yazıyor. Şimdi size, bu noktaya dikkatinizi çektikten sonra bunun altındaki bir
ikinci şekle dikkatinizi çekiyorum. Be şekil nedir? Almanya’daki, Japonlarla
işbirliği halinde Toshiba firmasının Luft Hansa mecmuasında çıkan bir reklamı.
Bu reklamda Toshiba firması önüne kompüteri ve televizyonu koymuş. Arkasına ne
koymuş? Arkasına ehramları koymuş ve sfenksleri koymuş. Üstünde ne yazıyor?
“Soicnis Ainerhoeng Culture”; “biz yüksek bir kültürün ürünüyüz” diyor. Yüksek
kültür kimmiş? Arkadaki ehramlar. Ehramlar kim? Firavunlar. İşte bütün mesele
burada düğümleniyor. Bu diyor ki: ”Bizim kökümüz Ehramlardan geliyor” doğru mu
söylüyor? Evet. Çünkü bugünkü Batı Medeniyeti bizzat kendilerinin itiraf
ettikleri gibi “Biz bugünkü kültürümüzü Eski Roma’dan, Yunan’dan ve
Hristiyanlıktan aldık” diyor. Eski Roma dedikleri nedir? Hepimizin bildiği
tarihteki Roma. O Roma, kendi medeniyetini kültürünü Yunan’dan aldı. Yunan
nereden aldı? O da Mısır’dan aldı. Bugün Türkiye’de Bergama var. Bugün
Türkiye’de Aspendos var. Şimdi bizdeki taklitçiler buralarda merasimler
yapıyorlar. Bu eski adetleri sözde yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Hâlbuki
o adetler nereden geliyor? Yunanlılar Mısır’a giderken mesafe çok uzaktı.
Deniz, o günkü imkânsızlıkları düşünün; bir yerde mutlaka karaya çıkıp
dinlenmek ihtiyacındalar. Onun için Yunanistan’dan yola çıkıp Mısır’a giderken
veya Mısır’dan Yunanistan’a gelirken arada dinlenmek için Türkiye’nin
sahillerini uygun görmüşler. Bergama o zaman deniz kenarındaydı. Aspendos bugün
de deniz kenarında. Buralara uğramışlar, liman şehri olarak gitmişler
gelmişler. Ben bunları niçin şimdi size söylüyorum. Yunan’ın Mısırla yakın
alakasını bugünkü eserleriyle belirtmek için söylüyorum.  Yunan Mısır’a gitmiş gelmiş. Ne varsa
Mısır’dan almış. E Mısır’da ne var? Firavunlar. Onun için şimdi bu günkü
kültürün kökü Roma, Yunan ve Firavunlara gidiyor. Şimdi dün buraya 3-4 tane
profesör çıktı geldi, konuştu. Bunlar iyi niyetli insanlar fakat kendi
kültürünün temelinde Firavunların yattığını bilmiyor bu adam burada konuşurken.
Haberi yok. Şimdi dün kendisine dedik ki: “Bak size göstermiş olduğumuz bu
nizamı inşallah yakında Bonn’da bir ilmi münakaşa halinde sizlerle beraber
münakaşa edeceğiz. 20 tane Alman profesör getireceğiz, bizim ilim adamlarımız
da gelecek inşallah Mart başında, orada tamamen bir ilmi münakaşa yapacağız”
bunu yemekte kendisine söylediğim zaman diyor ki: “Bak, dün ben size itiraz
ettim. Siz dediniz ki: “Batı çöküyor” ben de dedim ki: “Batı hasta ama bu
hastalık ölüm hastalığı değildir.” Dedim, sizin sözünüze itiraz ettim. Beni
Bonn’a çağırırsanız orada da itiraz ederim haa” diyor. Öyle deyince ben de
kendisine: “Zaten itiraz edesiniz diye çağırıyoruz. Eğer itiraz etmezseniz
boşuna çağırmış oluruz sizi. Gel de itiraz et. İtiraz ki, kimin haklı olduğu
konuşulsun, meydana çıksın. Öğrenmek ancak bu kabil münakaşalarla mümkün olur.
Ve bu kabil itirazlar yetişmiş insanlar arasında düşmanlığı değil, dostluğu
takviye eder. Gel, bu münakaşaları yapalım, hakikaten sahiden dost olalım”
dedim kendisine. Şimdi, bunu niçin söylüyorum? Çünkü bunların hepsinde bir ön
fikir var. Bunlar, Müslümanlar deyince haberi yok; dün açılış konuşmasında da
söyledim ya, adam toplamayı çıkartmayı bizden almış. Bütün o aya giderken
yaptığı hesapların hepsi bizim, haberi yok. Her şeyi, ben deniz ta 40 sene
evvel şurada Aachen’de doktoramı yaparken oradaki profesörlere o zaman bunu
söylemiştim. Dedim: “Bana bak, siz bize bir şey sattığınız zaman patent hakkı
alıyorsunuz. Ya biz sizden patent hakkı alırsak? Bugün alışveriş merkezlerinde
oturtmuşsunuz birçok hanımları, tıkır tıkır tıkır tıkır rakamları yazıyor,
topluyor çıkartıyor. Ama bu rakamlar bizim atalarımızın rakamı. Bu toplamayı
çıkartmayı, aşari sistemi bizden öğrendiniz. Her yaptığınız hesap için bir
para, fazla değil sizden patent hakkı istesek, her sene on tane Berlin on tane
Londra’yı verseniz hakkımızı ödeyemezsiniz. Eğer biz sizden hakkımızı istesek
ayağınızda donunuz bile kalmaz. Bre gafiller. Haberleri yok. Şimdi tabi bunu
Bonn’da yapacağımız konuşmanın başında onlara söylemeyeceğiz. Ama sonunda
mutlaka söyleyeceğiz. Çünkü sonunda onlar da gerçeği anlayacaklar. Şimdi inanan
insanların hali şu: Biz müşfik doktor gibi olmaya mecburuz. Hasta doktoru
tekmeler. Doktor gelmiş ameliyat edecek. “İlle beni kesme, beni yatırma” der.
Ama doktor bunu dinler mi? “Bağlayın şunu” der, bıçağı çeker, kıtır kıtır
keser. Niye? E ona şifa vermek için kesiyor da onun için. İşte bugün inanan
insanların insanlığa saadet ve selamet getirmenin inancı içindedirler. Bu
inançla, karşıdaki yanlış düşünceli insan ondan kaçsa da, bak burada nerede
şimdi Stuttgart televizyonu? Nerede Alman gazeteleri? Onların hepsi gitmişler
bugün tenis maçını seyrediyorlar. Burada 5 bin tane insan gelmiş ve biz onlara
ilaç getirmişiz ama haberleri yok. Bundan dolayı biz onlara kızacak değiliz.
Ya, “hastanın hali bizce malum” deyip geçeceğiz. Sonra ne olacak? Sonra
okşayarak yaklaşacağız, anlatacağız. Bu ilacı onlara da tanıtacağız inşallah.
Neden? Haa, bak bunun iki tane sebebi var. Bütün bu çalışmaların manasını
anlatmak için arz ediyorum size. Önce şu salonda hepiniz inanan
kardeşlerimizsiniz. Yarın da bir mesai günüdür. Bak bugün savaştık; saat 5 de
bu toplantıyı bitirelim de bütün kardeşlerimizi çalışma yerlerine gönderelim
diye. Ama tabii kanunlar hükmünü icra ediyor. Görüyorsunuz ki yatsıya kadar
burada kalmaya mecbur kaldık. E yarın bazılarınız 5-6 saat yola gidecek, biz
bunu biliyoruz. Yav bu kardeşimiz saat 12 den sonra 1 de 2 de evine varacak. E
şunu kısa kessek de göndersek daha iyi değil mi? Hayır, daha iyi değil. Sizi
iki gün burada niçin tutuyoruz? Bu zahmetleri size neye veriyoruz? Çünkü bu
zahmetlerin verilmesinde büyük hayır var, ona inanıyoruz da onun için. Bu hayır
nedir anlatayım size. Bak, senin bir evin, köşkün var bahçe içinde diyelim.
Burada da yol var. Sen şimdi yolundan evine gideceksin. Bunun normali nedir?
Bahçe kapısından girersin, dümdüz bir yoldan evinin içine varırsın. Hâlbuki
bugün şimdi devlet kuruyoruz diye topluluklar, kendi ülkelerinde –demin
arkadaşlarımızın yaptığı ilmi tarife istinaden söylüyorum- kendi ülkelerinde
hâkimiyet kuruyoruz diye öyle acayip öyle zalim devlet düzenleri yapmışlar ki
bu devlet düzeninin içinde sen çalışsan da eziliyorsun çalışmasan da
eziliyorsun. Onun için bu devlet düzenlerinin hali şuna benziyor: Sen sokaktan
evine gideceksin. Seni önce bir merdivenle yerin altına indiriyor. O yerin
altında çamurlu bir yerden geçiriyor, mayınlı bir yerden geçiriyor. Bazen
geldiğin zaman kapaklar kapanıyor öbür tarafa da geçemiyorsun. Dar deliklerden
geçiyorsun uğraşıyorsun ediyorsun, bin bir meşakkatten sonra eve geliyorsun ama
halin kalmıyor. E sen şimdi bana diyorsun ki: “Hocam ben işime bir an evvel
gideyim.” Ben biliyorum ki sen işine gittiğin zaman bu labirentli yollardan dolaşıp
evine gitmeye mecbur kalacaksın. Senin yakana yapışıyorum “Gel buraya. Bugün o
eve geç git amma gel seninle şu yoldan eve giden bu karma karışık düzenbaz,
dolambaçlı, zalim devlet düzenleri var ya, bunları yıkalım, yerine dümdüz sade
bir yol yapalım, artık bundan sonra evimize rahat gidelim ya hu yeter artık bu
çektiğimiz çile yeter. Sana, her gün saadet bulasın diye bir gün seni saat 2 de
eve göndermenin kararını bu inançla veriyoruz, anlatabiliyor muyum? Bu
yaptığımız konuşmaların manası bu. Devlet ne demek? Düzen ne demek? Bunları
hepimiz bilmeye mecburuz. Neden? E, evde senin hakkın var. Eğer o projeyi sana
göstermezsek, sen bu projeyi görüp, inanıp sahip çıkmazsan bunu yapmak mümkün
değil. Yani içinizden bir tanesi: “İyi, güzel mademki siz böyle bir şey
bulmuşsunuz, kendiniz yapın, yapın da biz eve rahat gidelim, bizi niye
yoruyorsunuz?” diyemezsiniz. Çünkü bu sissiz olmuyor. Hep beraber yapacağız.
Yani cihat hepimizin üzerine farz. “Cihadı sen yap da ben oturayım” diyemezsin,
demeye hakkın yok. Cihat ne demek? Hakkın, adaletin hakim kılınması demek. Bunu
hep beraber yapmaya mecburuz. Ondan dolayıdır ki sizi burada tutuyoruz. Peki,
bu Batılı profesörlerin arkasından niye koşuyoruz? Ortak Pazar kuralım diye
koşmuyoruz biz bunların arkasından. Ya? Tam terine. “Gelin kendinize kötülük
etmeyin. Siz de zulümlerin içerisindesiniz, siz de kendinizi düzeltin.” E, niye
bunun için koşuyoruz? Çünkü bugün yeryüzünde huzur ve sükûn ancak bütün
insanların hepsinin bütün devletlerin düzenleri Adil olursa mümkündür. Yoksa
sen 30 tane devletin düzenini Adil kurdun, 3 tane devletin düzeni canavar
gibiyse onlar yavaş yavaş yavaş gelip ortalığa saldıracaklar. Onları da
ehlileştirmek, onları da Adil yapmak; yeryüzünde huzura ulaşmak ancak böyle
mümkündür. Onun için bütün yeryüzünün her yerinde Hak ve Adalet hâkim oluncaya
kadar cihat etmek mecburiyetindeyiz. Her yerde Hak ve Adaletin hâkim olması
lazım. Onun için biz istiyoruz ki, hazır Komünist rejimi çökmüşken, Batı da
şimdi çökmeye doğru giderken, yani bunlar ilaç ararken bunlara bu ilacı
gösterelim istiyoruz. İşte bunun için gelin beraber çalışalım. Söylediklerimizi
dinleyin, yanlışı varsa düzeltin. Hadi bakalım. Biz sizinle beraber bunları
konuşmaya geldik. Neden biz bunu cesaretle yapıyoruz Elhamdülillah? Çünkü biz bir
değişmez kanuna inanıyoruz. O da; Hak gelince Batıl zail olur. Ondan dolayı.
Mutlaka, mutlaka Hak hâkim gelecektir. Bak, size bir şey söyleyeyim mi?
İlim=gerçek, o da = İslam’dır. Sen ilmi aradın öyle mi? Eğer bu hakiki ilimse
gerçeği bulursun. Gerçeğin kendisi de İslam’dır. İslam bu demektir, gerçek
demektir. Ondan dolayı keşke bir adam isterse “Ben Hristiyan’ım” desin. Yeter
ki gerçeği arasın. Yeter ki hakiki ilim yapsın, sonunda geldiği yer zaten
İslam’dır. Onun için biz bunlara “Gelin gerçeği beraber arayalım” diyoruz.
Gelin, gelin gerçeği beraber arayalım. Bak, dün konuşan Schultz, bu Teoloji
tahsil etmiş, asıl mesleği Papaz olan bir insandır -onun buraya siz sivil
elbise giyip geldiğine bakmayın- onun için insaflı konuşuyor, bir manevi
terbiye görmüş. Ne diyor? Diyor ki: “Birbirimizi anlamalıyız” biz size bu güne
kadar haksızlık yaptık. Söyledikleri budur. Haksızlık yaptık, “Hâlbuki
birbirimizi anlayıp konuşmalıyız. Önce aramızda diyalog lazım” diyor. Doğru
söylüyor. “Her iş diyalogla başlar. Oturup konuşmak lazımdır. Sen böyle
inanıyorsun, biz de böyle mi? Peki. Haydi bakalım, beraberce ilmi araştırma
yapmalı” diyor. Doğru söylüyor. Gel bakalım şu meseleyi araştıralım. Nereye
gidiyor bakalım. İşte Batıda Müslümanlığın tanıtılması için en verimli yol bu
yoldur. Biz istiyoruz ki, nasıl NASA âlimleri Kur’an’ı Kerim’i incelemeye
başladılar, Avrupa’da da bu cereyan başlasın. Nereden başlayacak bu cereyan?
Profesörlerden başlayacak. Bunların en büyük ilim adamı kimse onunla konuşmak
lazım. “Gel buraya arkadaş. Gel, haydi bakalım. Senle beraber şu gerçeği
araştıralım. Bakalım bu gerçek nereye gidiyor?” dediğimiz zaman mutlaka onun
gideceği yer sonunda Müslümanlıktır, İslam’dır. Şimdi konumuza dönüyorum,
konumuz ne? Bugün bütün insanlık düzenin ıstırabını çekiyor. Düzen çok mühim
şey. Onun için konumuz çok mühim. Devletlerin düzeni tanzim edilmeden
insanların saadet bulması mümkün değildir. Mesela şimdi burada Almanya’daki
işçi kardeşlerimiz. E, ailen Türkiye’de, getiremiyorsun. Sana ikinci sınıf
muamele yapıyor. Oturumunu uzatmıyor. Daha az para veriyor. Kestiği emeklilik
haklarını gününde ödemiyor. Seni eziyor. E, sen bu dertlerden kurtulmak
istiyorsun. Senin bu dertlerden kurtulman için Almanya’daki devlet düzeninin
Adil bir düzen haline gelmesi lazım. Bunlar Adil bir düzen haline gelmeden sen
hakkını alamazsın. Hepsi sonunda, buradaki devlet düzeninin Adil bir düzen
olmasına gelip bağlanıyor. E, nasıl Adil Düzen olacak? Buradaki ilim adamlarına
bu gerçekleri duyuracağız. Onlar da gidecek, kendi politikacılarının yakasına
yapışacak. “Hata ediyorsunuz, yapmayın. Yanlıştır haliniz, gelin bu işi
düzeltelim” diyecek. İnsanlığın saadete ulaşmasının temel yolu budur. Aynı
şekilde Türkiye’de bugün, şimdi şu saatte Türkiye’de birçok gecekondudaki fakir
insanlar hasta anasına ilaç alamadığı için gözyaşı döküyor. Niye ilaç alamıyor
bu insan? Neden Türkiye’de 5 milyon insan kahvelerde oturuyor? Neden Türkiye’de
bir insan 300 lira verip bir ekmek aldığı zaman bu ekmeğin içerisinde 100 lira
faiz ödüyor 100 lira vergi ödüyor? Neden kimse, neden Türkiye’de geçinemiyor?
Çünkü neden, Türkiye’de öyle bir düzen kurulmuş ki, bir köle düzeni, devlet
düzeni; o düzen neden Türkiye’deki 60 milyon insanı eziyor. E, ne olacak?
Türkiye’deki herkese bu gerçekleri duyuracağız. Bu düzeni düzelteceğiz. Adil
bir Düzen kuracağız. Türkiye’deki 60 milyon insan saadet bulacak. Ve aynı
şekilde bu örnek düzen başka ülkelere de örnek olacağı için oralara da saadet
gelmesine vesile olacak. Ne anlatmak istiyorum? Şu konuştuğumuz düzen meselesi
var ya, her derdin sonunda gidip bağlandığı bir temel meseledir. Eğer insanlar
yeryüzünde huzur istiyorsa, rahatlık istiyorsa, hürriyet istiyorsa devlet
düzenini düzeltecek. Adil bir Düzen kuracak bunun çaresi yok. Bak, Berlin’de
Milli Gazete’nin temsilcisi Nevzat Bey kardeşimiz şu paketi getirdi. Bugünkü
konferansın bir hatırası olarak. Hepinize bu paketi göstereyim. Ne bu paket?
Berlin Duvarı’nın taşları. Aldı, bu kırılmış taşları buraya getirdi. Bu neyin
sembolü? Bu, işte kendi vatandaşlarına hürriyet vermeyen, kendi vatandaşlarına
ekmek vermeyen, kendi vatandaşlarına huzur vermeyen bir komünist rejimin
sembolü bu. Şimdi bu taşları böylece kırdılar. Neden? Hürriyet istiyorlar,
ekmek istiyorlar ve huzur istiyorlar. Nasıl bulacaklar bu hürriyeti, bu ekmeği
bu huzuru? Bu kapitalist nizamda? Bu kapitalist nizamda da bunun gibi 40 tane
görünmeyen utanç duvarı var. Onun için burada, yani burada şimdi insan hakları
bakımından yaptıkları, neden senin kilisenin çanının sesi çıkıyor da
Müslümanlar ezan okumuyor arkadaş? Hesabını ver bakayım! Sen niye şehrin
ortasına istediğin gibi kilise yapmışsın da bir Müslüman aynı şekilde camisini
yapamıyor? Çünkü zulmediyorsun. Sende de utanç duvarları var. Onun için Batıya
geçmekle bu insanlar ne huzur bulacak, ne ekmek bulacak, ne de saadet ve
hürriyet bulacak. Bak, bunun ilacı nedir? Bunun ilacı işte budur. Özet olarak.
Bu ne bu? Bunu demin gördünüz, geldi geçti. Bu işte, Adil bir Devlet Düzeninin
sembolüdür. Bu bir Saadet elması, Saadet elması bak, elmasa benziyor. Kurtuluş
burada. Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz? Bak, bütün samimiyetimle ifade
edeyim; şu NASA’daki adamlar gidip Kur’an’ı Kerim’de nasıl bu kâinatın
yaratılışına ait bütün izahları buluyorlarsa, insanların hürriyet, ekmek ve
huzura kavuşmasının bütün ilaçları da işte o Kur’an’ı Kerim’de mevcuttur. Ama
insanlar Kur’an’ı Kerim’i bilmiyor. Onu bir tarafa bırakmış “Kendi kendine bu
saadeti bulacağım” diyor, sonunda kafasını bu duvarlara çarpıyor. Hadise budur,
hadise budur. İşte bu Hakkı bırakıp Batıl yolda koşanların sonudur. Kafalar bu
kayaya çarpar. Başka çaresi yoktur. Bundan dolayıdır ki insanlar, en azından bu
Batılı profesörlere hitap ediyorum ve diyorum ki: “Ya hu, siz ilim adamı
mısınız? Ne diyor bir dinle bakalım kardeşim. Bu Müslümanlıktır diye hemen
bırakıp kaçarsan sen, kafan sonunda bu duvara çarpar. Ne diyor bakalım, bir
dinle. Ondan sonra kararını ver.” İşte, artık insanlık bu gerçekleri dinlemeye,
konuşmaya; kendilerine huzur, ekmek ve hürriyet getirecek olan bu çözümleri
bulmaya mecburdur. Onun için bak, şimdi burada Almanya’da Yeşiller çıktı, bir
mazereti olduğu için buraya gelemedi, Frankfurt’ta belediye reisliğini
kazandılar ve ilk yaptıkları iş Multi Kultur Dairesi diye bir daire kurdular.
Yani artık “Biz yalnız Hristiyanlık-Roma kültürüyle çalışmayacağız” Ya ne
olacak? “Dünyada başka kültürler de ne diyor, bunları da dinleyeceğiz” diye
uyanmaya başladılar. Bunlar inşallah bütün insanlık için hayırlı adımlardır.
Muhterem kardeşlerim, bakın size ben kısaca düzen, nizam; yeryüzünde Hak ve
adalete dayanan nizamı kurmak neden her meselenin temelidir? bu konunun
ehemmiyeti nedir? İşte bunu açıklamak için bu kısa açıklamayı yaptım. Şimdi,
insanlık görüyorsunuz ki yeni bir düzen arıyor. Ancak, halimiz nicedir?
İnsanlara huzur, saadet ve ekmek verecek düzen yerine bugün görüyorsunuz,
Siyonizm ve Emperyalizm dünyaya hâkim olmuş. Siyonizm ve Emperyalizmin temeli
nedir? Siyonizm diyor ki: “Cenab-ı Hakkın asıl kulları biziz.” Tevrat’ı
elleriyle değiştirmişler. “Diğer insanlar bize köle olacak. Dünyaya hâkim
olacağız, herkes bizim için çalışacak.” Böyle bir zihniyet var yeryüzünde.
Bunlar yeryüzünün bütün güçlerini ellerine geçirmişler. Dünyanın parası
bunların elinde, fabrikalar bunların elinde, gazeteler bunların elinde,
televizyonlar bunların elinde, birçok ülkelerin idaresi bunların elinde.
İnsanlık bunun için inim inim inliyor. Hâlbuki insanlar köle olacak değil,
insanlar hür olacak, insanlar huzur içinde olacak. Bu dünya hayatını Cenab-ı
Hak, insanlar ıstırap çeksinler diye yaratmadı. İnsanlar kendi kendilerine bu
dünyayı kendilerine cehenneme çeviriyorlar. Gelin artık, bunca yıllık harpler,
bunca mücadeleden sonra, bu kadar duvarları yıktıktan sonra şimdi bu işin
esasını, aslını bulalım. Peki, bunun esası, aslı nerede? Haa, demin ne dedim?
Kur’an’ı Azimüş-Şan’da bütün bu uzay araştırmalarının esasını buluyorlar. Ancak
maalesef bugün Müslüman âlimler, gerçekleri orta yere koyacak hususta bugün
için kendi vazifelerini yapmış değillerdir. Önce bu itirafı yapalım. Neden mi?
bakınız, biz Türkiye’de hükümet olduk. Milli Eğitim Bakanı geldi, her hükümetin
programına okul kitapları taklitçi olduğu için, insanlara saadet getirecek
fikirleri ihtiva etmediği için, içinde gayri ilmi hususlar olduğu için bütün
kitaplar yeniden yazılacak diye biz her üç hükümet programına da yazmışızdır.
1975’de Milli Eğitim Bakanı geldi ben denize, dedi li: “Hocam, bu maddeyi siz
yazdırdınız hükümet programına. Bu maddeden kastınız hangi kitaplarsa verin
çocuklara okutalım.” Ama o kitaplar yok. Bizim bugün bir lisede çocuğa hangi
sosyoloji kitabı okutmak istiyorsak bu kitap bugün hazır değil. Kendisine
maalesef bunu itiraf ettik. Dedik ki: “Hükümet programları hedef bildirir. Bu
kitaplar yok, bunları hazırlayacağız.” “Peki, hayhay, baş üstüne. Peki, ben bu
kitapları hangi profesörlerle hazırlayayım? Bana profesör ismi verin” dedi.
Eyvah, 3 tane 4 tane isim yazdırdık, beşinci ismi yazdıramıyoruz. Niye? Çünkü
ben o profesörü düşünüyorum, o profesör mutlak gerçeği söyleyemeyecek çünkü
Batının tesirinde. Batının tesirinde. E, profesör ismi de veremedik. “E ben
hocam bunlara kendim ilave edeyim mi profesörler” dedi. Başka çaremiz yoktu
“İlave et” dedik. İlave etti, arkadan bir çorba çıktı. Bizim istediğimiz
kitaplar çıkmadı, 1976 yılının gazetelerine bakarsanız bu acı gerçekleri o
gazetelerde görürsünüz. Ne demek istiyorum?… İnsanlığın asıl muhtaç olduğu
ilaçlar hazırlanmamış. Baki Ziya-ul Hak rahmetli Pakistan’da hakkı, adaleti
üstün tutan bir nizam kurmak istedi. Ancak, on yıl uğraştı, Allah rahmet etsin,
kendisiyle her görüşmemizde “Araştıracak, yapılacak o kadar çok çalışma var ki,
on yılda ben ancak bir arpa boyu yürüyebildim” dedi. Niçin? Çünkü Müslüman
ülkelerin âlimlerinde üç tane noksan var da onun için. Birincisi nedir? Burada
çok kıymetli muhterem âlimlerimiz var. Tabi istisnalar kaideleri bozmaz. Bu
söylediğimizin istisnaları vardır burada olsun veya olmasın. Ama genel olarak
hadise şudur: Bak bugünkü halimizi tespit ediyorum. Şimdi yolda giderken bir
hasta insan düşmüş ilaç bekliyor. Bizim âlimimiz, Müslüman âlimimiz bu hastanın
başına geliyor. Buna hemen bir ilaç verip iyi yapması lazım, böyle yapmıyor. Ya
ne diyor? “Şu karşıda bir eczane var ya, o eczanede bu hastalığı iyi yapacak
ilaçların temel müessir maddeleri vardır” diyor. E, varsa ne olacak? Hasta
burada ölüyor be mübarek. Sen buradan trafik memuru gibi karşıdaki eczaneyi
gösteriyorsun. Yani ayet ve hadisleri okuyor ama bugünün ihtiyacını
karşılayacak şekilde o ayetten o hadisten lüzumlu ilacı yapmamış. İste bunun
için insanlık ıstırabını çekiyor. E, ne olacak? O âlim önce doktor olacak; hastanın
hastalığını bilecek. Sonra eczacı olacak; koşacak o ilacı yapacak, hastayı iyi
yapmak kolay mı? Sonra hastabakıcı olacak hastanın ağzına ilacı kaşıkla
verecek, hasta ondan sonra ayağa kalkacak. Yoksa sen şurada hasta aşağı
düşmüşken karşıdaki eczaneyi gösteriyorsun. Bu hasta böyle iyi olmaz. Bütün
ilim adamlarımızı uyarmak için söylüyorum. Ne olacak? Bu milletin derdiyle
dertlenin. Araştırmalarınızı bu insanların ıstıraplarına ilaç olacak şekilde
yapın. Dünyaya inin, dünyaya. Çünkü insanlar ıstırap çekiyor. Birinci büyük
eksiklik noksanlık budur; hayattan kopuk. Hâlbuki bunun için gelmemiş, onların
vazifesi bu onların vazifesi insanlara saadet selamet getirmek. İkinci
noksanlık da şudur: “Ben bir kitap yazdım” diyor ulemadan bir zat. E, iyi
güzel, ne oldu, rafa koyduk? Kimseye o esnada bir faydası olmuyor ki. Neden? E,
bilmem efendim; işte Müslümanlıkta “Şura” çok faydalıdır. İyi güzel de
kardeşim, hangi devlet düzeninin neresinde senin bu söylediğin işe yarayacak?
İşin bütününü düşünmemiş. Yani, bu güne kadar ulemanın yaptığı iş neye benziyor
biliyor musun? Şurada bir bina, bir saray var. Önce, bu saray nasıl yapılıyor
bunun bir projesi var. Proje konuyor önüne. Sonra, o projeye göre bir taslak
var, oradan projeye geçiliyor. O projeye göre bunun kapısı penceresi var, bak
burada ona göre kapı yapmış adam. Niye? E, dışarıdan güzel, kendisine göre
güzel gözüksün diye. Şimdi bizim ulemamız kapı yapıyor ambara koyuyor “Bir gün
saray yapılırsa bir yerinde işe yarar” diyor. Merdiven yapıyor ambara koyuyor,
pencere yapıyor ambara koyuyor. Ambarlar dolmuş ama ortada içinde barınacağımız
saray yok! Evin projesi yok. “Arkadaş söyle bakalım, bir ekonomik düzen nasıl
olacak? Bak hepimiz her gün fırına gidiyoruz. 300 lira veriyoruz, hâlbuki biz o
ekmeği 100 liraya almamız lazım çünkü ekmeğin asıl bedeli 100 lira. Her gün 300
lira veriyoruz. Nasıl olacak da bu ekmek 100 liraya inecek?” Haberi yok,
çalışmamış, projeyi düşünmemiş. İşte, insanlık bundan dolayı ıstırap çekiyor.
Onun için insanlığın çok mühim bir dönüm noktasındayız. Ne olacak? Önce bu
proje hazırlanacak. Düzen, Adil Düzen. İnsanlara saadet getirecek düzen söyle
bakalım nasıl olacak? Bunun temel esasları ne olacak? Şunun bir avam projesini
koy. Bu projeyi mükemmel hale getirelim. Sonra da o projeye göre malzemeleri;
kapıları, pencereleri yapalım, binayı kuralım, insanlar saadet, selamet görsün,
fakir fukaranın hepsinin duasını alalım. “Hay Allah razı olsun. Neredeydiniz
siz şimdiye kadar yav? Biz 40 yıl ekmeği 300 liraya aldık, şimdi 100 liraya
alıyoruz. Sebep olanlardan Allah razı olsun!” dedirtmektir marifet. Yoksa
ambara pencere koyarak, kapı koyarak insanların derdine çare bulamayız. Üçüncü
büyük noksanlık da; bizim ilim adamlarımızı pek çoğu aslında “Ben gerçeğe
bağlıyım” diyorsa da hep bu Batının tesiri altında kalmıştır. Düşünürken Batıya
göre düşünüyor. Sen böyle düşünürsen bu hastalık sende varken, sen gerçeği,
Hakkı bulamazsın! Galaksi ne demek? Yıldızlar topluluğu. Şimdi bak, ben burada
duruyorum, şu dünya beni çekiyor. Ama şu anda dünyanın beni çektiğinin farkında
değilim. İşte bizim ilim adamları da böyle. Kendisini Batı çekiyor kendindeki
bu Batının çekişini kendisi bilmiyor. Hâlbuki o, Batı galaksisinin içinde.
Kendini önce Batı galaksisinden kurtaracak, Batının çekim tesirinden kurtaracak
ki Hakkı bulsun. Neden? İşte her şey toplanıp geliyor, bunun nedenine
dayanıyor! Muhterem kardeşlerim; bakın bu neden, (ikinci tabloya geçelim
lütfen!) Bu neden; (Burada Aziz Hocamız, söylenen bir söz üzerine, tablo
açılana kadar latife yaparak cevap veriyorlar “tabii, o da ateşleniyor herkes
gibi” buyuruyorlar ve teknik görevli elemana “Sen aç neyine gerek! Sen aç da, o
sonra şey edersin. Niye düşmüyor buraya? Kendiliğinden mi? Hıııı, ah bu Batı
yok muu?” buyuruyorlar ve konuşmalarına tekrar dönüyorlar) Muhterem arkadaşlarım!
Bütün bu işin temeli Hakk nedir Batıl nedir? Buraya dayanıyor! Bak burada dün,
tabi Müslüman olmuş profesörler, onlar Hakkı görmüşler. Ama dün burada üç tane
Müslüman olmamış -henüz Müslüman olmamış, inşallah en kısa zamanda olurlar,
buraya kadar geldikten sonra Allah bir kolaylığını verir inşallah- ama onlar
Hakk nedir bilmiyor. Haberi yok, doğru düşünüyorum zannediyor. Neden mi? Bak,
onların kökü Roma’ya, Roma’dan Yunan’a, Yunan’dan Mısır’a ve Firavunlara
gidiyor. Firavunlar zulümleri “Biz zulüm yapıyoruz” diye yapmadılar. Ya? “Biz
haklıyız, bu benim hakkım. Siz bana büyük taşlar taşıyacaksınız. Ben bu kadar
kralım, öldükten sonra dağ gibi mezar isterim. E, mezar kendi kendine olmaz.
Hepiniz taş taşıyacaksınız mezar böyle (yapılacak.)” Bu gördüğünüz ehram böyle
kuruldu. Firavun mantığıyla. 10 binlerce insan çölde taş taşıdılar. Buna zulüm
demiyor, ya? “E, bu benim hakkım” diyor. Adamın hak anlayışı böyle. İşte şunu
belirtmek istiyorum. Bak, her şeyin özü, şimdi bu profesörlerle bir araya geldiğimiz
zamanda birinci madde bu olacak! Nedir birinci madde? Hakk nedir, Batıl nedir?
Firavunlar diyor ki “Biz haklıyız”, Peygamberler de insanlığa bir Hakk getirdi.
Hangisi haklı? E, bunun için oturup bunların “Hak” dedikleri şeyi incelemek
lazım. Bakın, Batılın hak anlayışı yanlıştır, çünkü Batıla göre hak 4 şeyden
doğuyor:

            1-
Önce Batıla göre Hak, kuvvetten doğuyor, kuvvetten. Mesela Türkiye’deki
yönetim. “E, ben hükümetim, kuvvetim var, askerim var.” E? “Sana vergi
koyarım.” İyi ama senin koyduğun bu vergi zulüm! “Kuvvetim var, istediğim gibi
vergi koyarım” diyor. Niye? Yanlış düşünüyor, Firavun gibi düşünüyor, farkında
değil. Vergi koyamazsın arkadaş. Neden? E, hakka riayet edeceksin de onun için.
Biz seni herkese haksızlık yapasın diye hükümet yapmadık ki! Hakkı koruyasın
diye biz seni hükümet yaptık! Sen neden o sandalyeye oturduğunu anlamamışsın
bile. O sandalye haksızlık yapma sandalyesi değil ki, hakkı koruma sandalyesi.
Sen oraya oturuyorsun, vergi koyup haksızlık yapıyorsun. Hakkı muhafaza edeceğine
hakkı çiğniyorsun. Neden bunu yaparken kendini haklı görüyor? Çünkü Batı
taklitçisi; Batı, Roma’ya, Yunan’a Mısır’a, kökü Firavunlara gidiyor da onun
için. Firavunlar, kuvveti hak sebebi saymışlardır.

2-  Sonra, çoğunluğu hak sebebi sayıyor.
“Efendim, çoğunluk bende.” Ne yapalım sendeyse? Herkesin bir insan hakkı var.
Çoğunluk hak sebebi olmaz ki! Eğer çoğunluk hak sebebi olsaydı senin ineğe
tapman lazım gelirdi. Neden? E, Hindistan’da 700 milyon insan ineğe tapıyor da
onun için. Aha çoğunluk ama ne ifade eder? Hiçbir şey ifade etmez. Bunların
düşüncesi böylesine sakat, fakat “çoğunluk bizde” diyor. Bu Batıda mesela
çoğunluk idareyi ele aldı mı öbürlerinin hakkını çiğniyor. Hâlbuki hak başka
çoğunluk başka. Çoğunluk ne hak sebebidir, ne hakkı ortadan kaldırma sebebidir.

3-
Diğer bir hak anlayışları: İmtiyaz. Firavun kendini imtiyazlı görüyordu. Bugün
de mesela Amerika’da beyazlar kendilerini siyahlara göre imtiyazlı görüyor.
Amerika’daki beyaz bir adam diyor ki: “Kardeşim, ben beyazım” E, ne olacak?
“Ben evde oturacağım, bahçeyi sen sulayacaksın.” Niçin? Hak anlayışında,
imtiyaz, Eski Roma! “Biz Romalıyız, siz bize köle olacaksınız” böyle
düşünüyordu. Düşünceleri sakat. Sonra,

3-
Çıkar, menfaati hak sebebi sayıyor bunlar. Mesela Reagan dediğin adam çıkıyor
televizyona: “Biz, Arap Körfezinde tabi gemi bulunduracağız” Neden? “E, o
körfezindeki petrolde bizim menfaatimiz var” diyor. Amerika’da bir sürü sivri
kafalı adam “Yaşa, var ol. Doğru söylüyor” diyor. Bizim Türkiye’de de bir sürü
mason kafalı adam: “Reagan doğru söylüyor. Adamın menfaati var” diyor. Neden?
Hepsinin kökü kültürü, işte Batı taklitçisi, Roma, Yunan, Mısır, Firavun
anlayışına gidiyor da onun için. “Bana ne senin çıkarından be adam! Burası
Müslümanların bir denizi, ne arıyorsun sen burada? Çekil git bakalım” demesi
lazım gelirken, kültürü yanlış, bunu söyleyemiyor. İşte, her şey sonunda bu hak
anlayışından geliyor. Hâlbuki insanların bir de hakiki Hakk anlayışı var.
Peygamberler insanlara Hakk anlayışı getirdiler. Onların getirdikleri Hakk anlayışı
nedir? Hakk dört şeyden çıkar, bunlardan bir tanesi;

1-
Cenab-ı Allah’ın doğuştan bütün insanlara eşit olarak verdiği haklar; insan
hakları. Bunu Peygamberler getirmiştir ve Müslümanlık bu esasları vaaz
etmiştir. Bu haklar beş tane haktır:

a-
Herkesin yaşama hakkı vardır; Müslüman olsun olmasın.

b- Herkesin ırz ve namusunun korunması hakkı vardır.
Bir Müslüman Devlet, kendi tebaası içerisindeki gayrı Müslimlerin de hem
yaşamasını hem de ırz ve namusunu korumakla mükelleftir. Sonra;

c-
Aklın korunması. Herkes için akıl korunacak,

d-
İnancın korunması. Kimsenin inancını zorla değiştiremezsiniz. Niye? E, inanç
insan hakkıdır da onun için. Telkin yoluyla, tebliğ yoluyla onu ikna ederek
değiştireceksiniz, zorlayarak değiştiremezsiniz. Sonra:

e-
Mülkiyet hakkı: Adam çalışmış, helalinden kazanmış, bitti. Artık onun kazancını
elinden alamazsın, ne vergi suretiyle, ne faiz suretiyle. Çünkü mülkiyet hakkı,
bir insanın temel haklarındandır. İkinci bir hak sebebi:

2-
Emek bir hak sebebidir. Bir insan alın teri döküyor, çalışıyor; başka birisinin
nimetinin artmasına, külfetinin azalmasına sebep oluyor. Öyleyse o insan
borçludur, emekçi alacaklıdır. Emek bir hak sebebidir. Üçüncü bir hak sebebi:

3-
Anlaşma; karşılıklı anlaşmayla. Kendi rızanla anlaşma yapmışsın, bu anlaşmadaki
şartlara riayet edeceksin. Vecibelerin var, hakların var. Anlaşmalardan hak
doğar. Mesela şimdi şu Batılılar. Ne diyorlar bu Almanlar? Diyorlar ki
“Efendim, biz Ankara Anlaşmasını yaparken bizde işsizlik %3’tü. Onun için
Türkiye’deki işçilerin 20 sene 22 sene sonra rahatça Almanya’ya gelmesinde o
vakit bir mahsur görmedik. Ankara Anlaşmasına dedik ki, 22 sene sonra işçiler
istediği gibi pasaportsuz dolaşacak. İmzamızı attık ama 22 sene geçti, şimdi
bizde işsizlik oranı %10 oldu. E, öyleyse ben bu imzamı kabul etmiyorum”
(diyor) Hayda! İşte bu firavunluktur! Niye? Arkadaş, sen buna imzanı atmışsın.
Şimdi aleyhine de olsa karşındakinin hakkına riayet edeceksin, hakkı
çiğneyemezsin. Neden buradaki kardeşlerimiz ıstırap çekiyor? Çünkü işte
bunların hak anlayışları yanlış. E, ne olacak? Haa, bunları tıpkı
ehlileştirilmesi lazım gelen bir at gibi ehlileştirmek mecburiyetindeyiz.
Bunlar oraya buraya tekme atıyor. Huzursuzluk yapıyor; farkında değil. Farkında
değil çünkü kendi görüşü yanlış. Ne olacak? Ehlileştirilecek, eğitilecek;
anlatılacak ki, “Bak, bu halinle sen ne kendine huzur verirsin ne de başkasına
huzur verirsin” (denilecek) İşte bütün mesele gelip bu hak anlayışında
toplanıyor.

Muhterem
arkadaşlarım! Peki, bu hak anlayışına dayanan bir devlet düzeni nasıl
olacak?  Bu devlet düzeni nasıl olacak
sualinin cevabını vermek için bakınız, bundan önce konuşan ilim adamı
kardeşlerimiz “Biyolojik Teori” denen bir teoriye dayandılar. Dediler ki: “Ne
istiyoruz biz? Milyonlarca insan bir araya gelsin, ağız tadıyla, huzur içinde
yaşasın.” Bunun düzeni nasıl olacak; konumuz bu. Bu düzen nasıl olacak sualinin
cevabı için muhterem kardeşlerim bakınız; biz bu düzeni insanlar için
kuruyoruz. Peki, insan nasıl bir mahlûk? İşte bütün mesele, insanın nasıl bir
mahlûk olduğuna gelip dayanıyor. Bakınız demin, kıymetli Süleyman Bey
kardeşimiz bu grafiği size gösterdi. İnsan nasıl bir mahlûk kısaca belirtmek
istiyorum. Şimdi, Gen ilmi çok ilerledi, Gen ilmi. Ne demek? Öyle bir buğday
yapalım ki yüz misli fazla buğday versin. Öyle bir şeftali yapalım ki şu kadar
kilo gelsin. Nasıl yapacak? Gidiyor, şeftalinin tohumu üzerinde onun
hususiyetlerini değiştirecek çalışma yapıyor. Buğdayın tohumunun içinde çalışma
yapıyor. Buğday nasıl meydana geliyor? Buğday netice itibariyle bir hücre.
Bütün çoğalmalar canlılarda böyle oluyor. Bir erkek bir de dişi hücre bir araya
geliyor, tek bir hücre oluyor. O hücrenin içerisinde kromozom denilen bir adeta
kompüter programı var. O hücre meydana geldikten sonra o kromozomun içindeki
program neyi gerektiriyorsa yavaş yavaş yavaş yavaş o hücreden bütün bir canlı
mahlûk meydana geliyor. Bunun meydana gelişinin özü, hücrenin kromozomun
içindeki hususiyetlerden meydana geliyor. İşte bu gen ilmi çok ilerledi. Bugün
şimdi âlimler bunun üzerinde uğraşarak şu gerçeği ilmen orta yere koymuşlardır.
Canlılar üç kısımdır, iki değil üç kısımdır. Nedir bu?

1-
Nebatlar. 

            2-
Hayvanlar.

            3-
İnsanlar.

            İnsan
maymundan gelmemiştir. Neden? Bak, şimdi ilmen açıklıyorum bunu, yani o
âlimlerin açıkladıklarını size naklediyorum: Bütün nebatların hepsi, evet, bir
kromozomdan meydana geliyor ama nebatları meydana getiren kromozom, tek
merkezli bir kromozomdur. Onun için nebat büyüyor ama yürüyemiyor, bir hayvan
gibi koşamıyor, topraktan çıkıp etrafa gidemiyor. Hâlbuki başka birisi toprağa
yumurtasını yapıyor bir hayvan, o büyüdüğü zaman çıkıp etrafta dolaşıyor ama
bir buğday çıkıp etrafa dolaşamıyor. Neden? Çünkü o buğdayın ilk hücresi,
kromozomu var ya; o kromozomu tek merkezli bir kromozom. Bu ancak nebat gibi
büyümeyi temin ediyor. Yürümek vesaire gibi hayvanlarda gördüğümüz hususiyetler
bu tek merkezden çıkmıyor.

            Hayvanlara
gelince; bunların hepsi de iki merkezli bir kromozomdan türüyor. Onun için
hayvan kromozomundan çıktığı zaman bir mahlûk, o, yürüyor, koşuyor, gidiyor,
geliyor.        Fakat insana gelince;
insan üç merkezli bir kromozomdan çıkıyor. İnsan hayvandan farklı. Onun için
hayvandan insan olmaz. Niye? E, o üçüncü merkez işin kökünde yok ki. Hayvandan
maymun olur, insan olmaz. Zaten insan olsaydı, milyon sene önce insanı meydana
getiren maymun demek ki ustalaşmış, bugün daha kolay insan yapardı. Bunlar
Siyonist uydurmasıdır. Sebepli uydurmalardır, bugün ilim bunu reddediyor. E,
şimdi bakınız. Demin kardeşlerimiz ne dedi, Sayın Profesör Mehmet Bayraktar?
“Efendin, ilim yazılmış bir kâğıda. Bunu okutacaksınız diyor siyasi güç.”
Mesela bugün Türkiye’de Darwin Nazariyesini gerçekmiş gibi okutturuyor.
Nazariye demiyor, yanlış olabilir demiyor, ilmen insan maymundan çıkmıştır
diyor. Cahil. Haberi yok, haberi yok. Ama siyasi güç, siyasi güç olduğu için
gidiyor ilmin özüne tecavüz ediyor ve ilmi tahrip ediyor. Hâlbuki bütün ilmi
araştırmalar bugün insanın ayrı bir mahlûk olduğunu gösteriyor. O üçüncü
kromozom merkezi var ya, o merkez insanlara hayvanlardan farklı 4 tane mühim
özellik veriyor. Nedir insanların hayvanlardan farklı özellikleri?

            1-
İnsan, bir şey iyi midir kötü müdür bunu ayırabiliyor. İyiyle kötüyü ayırıyor.
Hayvanlar iyiyle kötüyü ayıramaz. Güzelle çirkini ayıramaz. Siz hiçbir hayvanın
bir yerde güzel bir resim görüp de “Aman durun şunu seyredeceğim” dediğine
rastladınız mı? Hayvan güzeli çirkini ayıramaz. Niye? Onun kromozomuna bu
verilmemiş, hilkatinde yok bu. O hayvan, insan değil ki. İnsan başka, hayvan
başka da onun için. İnsanlar, güzeli çirkini, iyiyi kötüyü ayırabiliyor. Bundan
başka insan;

            2-
Faydalı ve zararlıyı ayırıyor. “Şunu şöyle yaparsam bu bana faydalı olur, böyle
yaparsam zararlı olur” diyor. Hayvanlarda böyle faydalı ve zararlıyı ayıracak
bir kabiliyet yok, vermemiş Cenab-ı Hakk. Sonra, yine insanlar;

            3-
Bu adildir, bu zulümdür. Bunu ayıracak bir kabiliyet vermiş Cenab-ı Hakk. Yok,
böyle yapamazsın, bu zulüm olur. Şu üç tane insana aynı işi yaptırdın. Bunlara
100 er lira verdin, üçüncüye de 100 lira ver, neden? O da aynı işi yaptı. E,
ona vermezsen, bu yaptığın iş zulüm olur. İnsan bunu takdir ediyor, bunu
anlıyor. Hayvan böyle bir şey yapamaz. Çünkü Cenab-ı Hakk hayvanlara adalet ve
zulmü ayırma hissini vermemiş insanlara vermiş. Ve nihayet bir dördüncüsü de;

            4-
Düşünce: Yani insanlar, gördükleri şeyleri alıp bir kompitür gibi hafızalarına
kaydediyor, bu kaydettiklerine dayanarak muhakeme yapıyor. İleride neler
olacağı hakkında hüküm çıkartıyor, muhakeme ediyor, tahminde bulunuyor.
İnsanlar düşünüyor. Doğruyu ve yanlışı ayırabiliyor. Hayvanlarda yok bu.
Hayvanlar: “Şimdi Ruslarla Almanlar birleşiyorlar, acaba ne olacak?” hiçbir
hayvan bunu düşünmez. Niye? E, hayvanlarda düşünme kabiliyeti yok da onun için.
Onların kromozomu iki merkezli; hayvan başka insan başka.

            Muhterem
kardeşlerim, bak, Cenab-ı Hakk insanlara dört tane ayrı, hayvanlardan farklı
hususiyet vermiş. İşte Cenab-ı Hakk insanlara hayvanlardan ayrı dört tane
hususiyet verdiği için, insan toplumlarına ait bir nizam kurmak istediğimiz
zaman dört tane nizam kurmamız gerekiyor. Bu 4 rakamı nereden çıkıyor
anlatabiliyor muyum? Çünkü Cenab-ı Hakk insanlara, hayvanlara nazaran dört ayrı
haslet vermiş. E, insanlara ait bir toplum kuralı koymak istersen, insanların
hususiyetinden dolayı dört tane nizam koyman lazım. Nedir bu? “(Nerden buldunuz
bu aleti böyle?) İşte bu Batılılar böyledir. Böbrek ilacı yapar kalbi hasta
eder, mide ilacı yapar ciğeri hasta eder” (makinedeki teknik bir sorunla da
alakalı bu latifeyi buyuruyorlar) Dört tane düzen bundan dolayı çıkıyor. İşte
insanlar toplum haline döndükleri zaman onların güzel ve çirkini iyi ve kötüyü
ayırma hasletleri toplumda “Din Düzeni”ni meydana getiriyor. İnsanlarda faydalı
ve zararlıyı ayırma hasletleri toplum haline gelince  “İktisat Düzeni”ni kurmayı gerektiriyor.
İnsanda adalet ve zulmü ayırma kabiliyeti -ki buna ünsiyet diyoruz-
“Yönetim-Siyaset Düzeni”ni gerektiriyor. Doğru ve yanlışı ayırma düşünce
kabiliyeti ise “Din Düzeni”ni gerektiriyor. Onun için insanların düzeni böylece
4 tane düzen halinde tanzim edilmesi lazım geliyor. Peki, bunu nasıl tanzim
edeceğiz? Bak, arkadaşlarımız söylediler. Bugüne kadarki bütün insanlık
tarihinde insanlar düzenleri nasıl kurmuşlar bunları inceleyerek tespit
edeceğiz. Şimdi bugün insanlık tarihin çok önemli bir dönüm noktasındadır.
Hangi noktadır? Nasıl bir düzen kurulması lazımdır? Bunun için bulunduğumuz
tarihi noktayı çok iyi anlamamız lazım. Bu tarihi noktayı size şu şekilde ifade
etmek istiyorum: Bakınız, bir dakika. İnsanlar buradan gelmiş şöyle bir
noktadayız. (Aziz Hocamız tabloda göstererek,) Önümüzdeki bin yıllık devir için
yeni bir nizam kurmak istiyoruz. Yapmak istediğimiz iş budur. Nasıl Birinci
İslam Medeniyeti bin yıl insanlığa saadet getirdiyse bugün de şimdi insanlık
böyle kalıcı, saadet getirecek bir temel nizam arıyor. Bu nizamı kurmak için
buraya kadar nasıl geldik? Matematikle meşgul olanlar şu anlattığım izahatı
anlıyorlar. Bak, bir eğrinin buraya kadar nasıl geldiğine bakılır, bundan sonra
o gelişe göre yön verilir; ekstrapolasyon. Nasıl gelmiş bakılır, öyleyse önümüzdeki dönemde nasıl bir düzen, nereye
varılacak? Nereye gidilecek? Böylece tayin edilir. Bulunduğumuz noktadan nereye
gideceğimizi tayin etmek için buraya nasıl geldiğimizi incelemek gerekir. Onun
için bundan önce ayrı ayrı düzenleri anlatan arkadaşlarımız her birisi kısaca
bu tarihi dönemleri belirttiler. Şimdi ben size, onların söylediklerini tek bir
tablo halinde gösteriyorum. Bak, bugün bulunduğumuz nokta budur: 1990
yılındayız. İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman İnsanlık tarihinde medeniyetler
bakımından geriye doğru gittiğimiz zaman bugün insanlar ilk önce tek aileler
halinde yaşıyorlardı. Sonra daha büyük aile haline geldiler ve bunun tarihi
bugünkü bulunduğumuz noktadan itibaren takriben 60 bin sene öncedir. Sonra,
aşiret haline geldiler, 28 bin yıl önce. Sonra kabileler halinde yaşamaya
başladılar 28 bin ile 20 bin yıl halinde. 20 bin yılla 5 bin yıl arasında
kabile birliği halinde çobanlık devrini yaşadılar. 5 bin yıl tarihin başladığı
noktadır onun için bak burası iki çizgiyle çizilmiş. Bundan önce yazı yoktu. Bu
devirler bugün delillerle tespit edilemiyor. Ancak Din kitaplarındaki mevcut
bilgilerle aydınlanıyor bu bölüm ve bazı tahminlerle aydınlanıyor. Tarih
buradan başlıyor. 5 bin ile 1500 arasında Mezopotamya Dönemi var. Bu Mezopotamya
Döneminde 2150 senesinde Nuh Aleyhisselam geldi. 1800 senesinde milattan önce
İbrahim Aleyhisselam geldi. Bunlar insanlığa aydınlık bir devir getirdiler. Ama
arkalarından insanlık tekrar karardı. Bu sefer İbrahim Aleyhisselam geldi,
İbrahim Aleyhisselam 1500 yıl önce geldi ve Mezopotamya’da bir medeniyet kurdu,
kurulmasına sebep oldu. Ancak onun arkasından Mısırlılar yeryüzüne hâkim
oldular 1250 yılına kadar. Ondan sonra 1250 senesinde Musa Aleyhisselam geldi
milattan önce. Bu dönemde İbranilerde bir hukuk düzeni, yeni bir medeniyet
kuruldu. Sonra Davut Aleyhisselam, Süleyman Aleyhisselam geldi. Davut
Aleyhisselam’a Zebur gönderilmiştir. Tekrar bir aydınlık dönemi geldi. -500
senesinde ise Yunanlılar hâkim olup insanlığı tekrar perişanlığa sürüklediler.
Ta ne vakte kadar? İsa Aleyhisselam’ın gelişine kadar. İsa Aleyhisselam geldi.
Yeniden insanlığa bir aydınlık dönem getirdi. Ancak 350 sene sonra yani
Bizans-Roma güçlendiği zaman bu nizam tekrar bir karanlık nizama döndü. Roma
burayı bozdu. Nereye kadar? 622’ye kadar. 622’de tekrar bir çift çizgi var,
neden? Çünkü asrısaadet başlamıştı ve insanlık tarihinde her hususta yepyeni
bir dönem meydana gelmiştir. İslam Medeniyeti kuruldu, İslam 1000 yıl dünyaya
hakkı adaleti tanıttı 622’den 1600’e kadar. İslam’ın en güçlü olduğu dönemde,
Endülüs döneminde bu Avrupa’da Rönesans başladı. Bu Rönesans’ın arkasından
yavaş yavaş yavaş yavaş Amerika’dan altınları getirdiler, Afrika’yı ve dünyayı
sömürdüler. Çünkü bunların kökünde Eski Roma ve Firavun zihniyetine gittiği
için sömürücülük var. Bu sömürüyle kaba bir güç olarak dünyaya hâkim oldular.
Şimdi işte bunların kaba bir güç oluşunun ıstırabını çekiyoruz buraya kadar.
Kendileri de çekiyor, kafalarını duvarlara çalıyorlar. 1990 demek şu çuval
demek. Kafalar duvara çalınmış. Ne olacak? Yeni bir dönem başlayacak. Bak
bugünkü döneme bu güne gelinceye kadar dikkat ederseniz Mezopotamya’da
Peygamberler aydınlık bir dönem kurmuş demin arkadaşlarımız söylediler. Mısır
karartmış. Sonra arkasından Musa Aleyhisselam gelmiş aydınlanmış. Davut
Aleyhisselam gelmiş aydınlanmış. Ama Yunan gelmiş karartmış. İsa Aleyhisselam
gelmiş aydınlatmış, sonra Roma karartmış. İslamiyet gelmiş aydınlatmış, Batı
ayağa kalkmış karartmış. Şimdi yeniden bir aydınlık döneme girilmesi lazım
geliyor. Onun için şu anda insanlığın çektiği ıstırap, bu yeni medeniyetin
temellerini kurmaktır. Arkadaşlarımız söylediler. Artık yeniden Peygamber
gelmeyecek. Bütün ahir zaman peygamberleri gelmiştir. 622’den kıyamete kadar.
E, peki insanlar şimdi kendisini nasıl kurtaracak? Çünkü İslamiyet yeniden
şartlara göre gereken nizamı kurmanın temel esaslarını getirmiş. Ve nasıl
kurulacağının da esasını getirmiş. İştihat edilecek. İşte Kur’an’ı Kerim, işte
Hadis-i Şerifler, esaslar ortada. İştihadı, kim yapacak bunu? Âlimler yapacak,
ilim adamları yapacak. İştihat edecekler ve bu devrin düzeni böylece orta yere
çıkacak. İnsanlığın kurtuluşu işte buna bağlıdır. Bu çalışmayı kimler yapacak?
Müslümanlar yapacak. Neden? Çünkü Cenab-ı Hakk Kur’an’ı Kerim’de diyor ki: “Siz
ümmetlerin en hayırlısısınız.” Neden? “Çünkü siz marufu emredersiniz münkerden
nehyedersiniz.” Maruf ne demek? Adil Düzenin müsaade ettiği şey. Münker ne
demek? Adil Düzenin yasakladığı şey. Yani ne adildir ne değildir bütün
insanlığa öğretmekle görevli olan topluluk sizsizin. Onun için en
hayırlısısınız. O halde şimdi insanlığın beklediği medeniyeti Müslümanlar
kurmakla mükelleftirler. Nasıl kuracaklar? Temeli Adalet, Hakkı üstün tutan
zihniyete dayanarak bu medeniyeti yeniden temel esaslara uygun şekilde kuracaklar.
Ancak bu yeni kurulacak olan ikinci İslam Medeniyeti birinci Medeniyetin
kopyası değildir. Neden? Çünkü o devrin şartları başka, bugünkü şartlar başka.
Bir tek misalle size söyleyeyim. Mesela bugün, hakkı adaleti öğretmek için
mekteplere bir ders koysanız ve İmamı Gazali Hazretlerinin Sosyoloji kitabını
okutsanız en faydalı en doğru bilgileri öğretmiş olursunuz ama bu yetmez.
Neden? O çocuk o kitabı okudu çıktı, köyüne gitti mektepten sonra. E bugün
dünyada o kadar kuvvetli iletişim var ki. Amerika’daki bir şey Samsun’un köyüne
geliyor. Brezilya’daki bir şey Erzurum’un köyüne geliyor. E, geldiği zaman
oraya gitti. Orada solcu olarak yetişmiş birisi onu görüp diyecek ki:
“Kardeşim, sen böyle söylüyorsun ama bak Karl Marx diye bir adam gelmiş. O da
bunları bunları söylemiş. Senin söylediklerin yanlış onun söyledikleri doğru”
dediği zaman eğer bizim yetiştirdiğimiz insan mektepte Karl Marx nedir
bilmiyorsa, onun hatalarını öğrenmediyse aldanır ve iş göremez. Bundan
dolayıdır ki bu yeni devirde mesela mektep kitapları yazılırken İmamı Gazali
Hazretlerini yalnız başına okutmak yetmez. Nasıl bir insan doktor olurken
sadece anatomi okuması yetmez, mikrobiyoloji okuyacak, anatomi patoloji
okuyacak ve tedavi okuyacaksa bugünkü öğretimde de o çocuğu okuturken diyeceksin
ki: “Bak, doğrusu budur. Ama Karl Marx diye bir adam gelmiş şunları şunları
diyor. Bunun söylediği şunun şunun için yanlıştır.” Tabi bu torbayı da
göstereceksin. Yanlıştır diyeceksin, arkasından Amerika’da bilmem Keynes
gelmiş, onunki bunun için yanlıştır. Sonra Friedman gelmiş, onunki bunun için
yanlıştır. Çocuğu aşılayacaksın. O çocuk gittiği zaman gittiği yerde artık bu
hastalıklara tutulmayacak. Onun için bu günün mektep kitabı bin sene öncesinin
kitabının aynısı olamaz. Bundan dolayı yapılması icap eden çok mühim çalışmalar
var. İşte biz bugün bunu bütün kardeşlerimize duyurmak istiyoruz ki yapılan iş
mühim bir iştir ve bu iş her işin temelidir. İnsanlığa saadet getirecek nizam.
Bakın kardeşlerim. Ne konuşuyoruz biz şimdi? Konuştuğumuz şey şudur: İnsanlığa
saadet getirecek nizam nasıl bir nizam olacak? Demin arkadaşlarımız, biyolojik
teoriye dayanarak bu nizamın temel esasları için bu şekilleri size gösterdiler.
Ben bunların üzerinde duracak değilim de bir kelime söylemek istiyorum. Bak,
örnek; insan vücududur. İnsan vücudu nasıl bir vücut? Cenab-ı Allah öyle
yaratmış ki, bizim vücudumuzda kemikler var, bizim vücudumuzda damarlar var,
bizim vücudumuzda adaleler var, bizim vücudumuzda sinirler var. Bunların hepsi
ayrı ayrı birer düzen. Ama hiç biri, birbirini yemiyor. Ya? Birbiriyle ahenk
içinde çalışıyor. İşte insanlığın muhtaç olduğu düzen, devlet düzeni, sosyal
düzeni öyle bir düzen olacak ki, bu düzenin içerisinde hem siyasi düzen rahat
çalışacak, hem ilmi düzen rahat çalışacak, hem iktisadi düzen rahat çalışacak,
hem dini düzen rahat çalışacak ve hepsi de ahenk içinde olacak; işte marifet
buradadır. Teferruata girmeden; bu bir insan. İnsanın düşünme kabiliyeti,
ünsiyeti, iradesi ve hissi nasıl bir ahenk içerisinde insanın bütün
ihtiyaçlarını karşılamakta vazife görüyorsa, aynen bu vücuda benzer şekilde bir
devlet düzeninde de bütün, iktisadi organizasyon, ilim organizasyonu, siyasi
yönetim ve Din yönetimi, bunların Din nizamı bunların hepsi, insan vücudundaki
kemik, sinir, adale gibi ayrı ayrı rahatça kendi vazifelerini görecekler ve
nasıl insan bunların arasında bir ahenkten meydana geliyorsa devlet de bu
düzenler arasındaki ahengi temin edecek, saadet ve selameti temin edecek. İşte
devletin vazifesi budur. Bu nasıl olacak? Görevler yerli yerine verilmesi
lazım. Şimdi bu Avrupa’daki en büyük noksanlık nedir? Mesela kendileri diyorlar
ki: “Efendim, biz çok ilerledik.” O, öyle mi, maşallah. İlerlediniz de ne
yaptınız? “E, bak şimdi biz devletin içerisinde yasama gücünü ayırdık, kaza
gücünü ayırdık ve yürütme gücünü ayırdık. Herkes dilediği gibi hareket ediyor.
Bunlar bağımsızdır” diyor. Tabi bu söylediklerine kendileri de inanmıyorlar.
Bunlar bağımsız değildir, bir. İkincisi de e bu taksimatınız yanlış sizin.
Niye? E, sizin organınızda denetleme yok, denetleme. Denetleme, ayrıca müstakil
bir güç olması lazım. Şimdi mesela Türkiye’de denetleme nereye verilmiş?
Başbakanlık Yüksek Murakabe Heyeti. Başbakanlığa bağlı, yani yürütmeye bağlı.
E, yürütmeye bağlı denetleme olmaz ki. Yürütmenin emrinde denetleme olmaz. E ne
olacak? Ayrıca denetleme olacak. Kim olacak denetleme? Din düzeni denetleyici
olacak. Sadece Allah’tan korkacak, doğruyu söyleyecek. Böylece hem bütün
ülkenin gidişatını denetleyecek, hem de bir yere bir insan lazım olduğu zaman
“Bu ahlaklıdır, bu dürüsttür” diyerek de bunu teskiye edecek. Çünkü din
düzeninin vazifesi inşaata sağlam tuğla yapmak demektir. Bunun hepsi bir bina
ise bina malzemeye dayanıyor. Malzeme sağlam olursa bina sağlam olur. Yani
insanı insan yapmak Din düzeninin vazifesidir. “Bu adam ahlaklıdır” dediği
zaman o adama ihale verilecek. Böylece Din cemiyetten kopuk olmayacak. Cemiyet
içerisinde hem denetleme, hem de teskiye vazifesi gibi çok mühim görev ifa
edecek. Hepsinin ahenk içinde çalışması demek bu demek. Batılıların bir diğer
hatası da şudur: Batılılar diyor ki: “Efendim, biz bunları ayırdık” Ayırdınız
ama siz kanun yapma hakkını meclislere verdiniz. E, meclislere verirseniz 500
tane sarhoşu bir araya getirip “bir kanun yap” derseniz onların ilk çıkartacağı
kanun “İçki bedava olsun” kanunu olur. E, bundan da insanlığa saadet gelmez. Ne
olacak? İşte bütün bu temel esasları bilen bu temel esasa göre şu işin nasıl
yapılması lazım geldiğini takdir edecek olan insanlar ilim adamıdır. Bu ilim
adamları asıl kanunu hazırlamalı, devlet bu kanunları tasdik etmeli, özüne
karışmamalı ve yürürlüğe koymalıdır. Böylece kanunlar ehliyetli insanlar
tarafından yapılmış olacak. Yoksa parmak kaldırarak kanun yaptırarak saadete
ulaşılmaz. Temeldeki hataları birkaç misalle açıklayabiliyor muyum? Ve sonra,
hem Batıda hem Türkiye’de en büyük sakatlık nerden çıkıyor? Bu güçlerin
birbirlerine müdahalesinden çıkıyor. Mesela Türkiye’de devlet, siyasi güç, Dine
de, iktisata da, ilme de, tasallut ediyor. Nasıl tasallut ediyor? Mesela, vergi
koyuyor. Yok, arkadaş, bu senin koyduğun gibi vergi koyamazsın. Neymiş; KDV.
Ogün sabahleyin uyanıyor “KDV’yi %14 e çıkarttım” diyor. Hayda. Fakir fukara,
çocuğuna ayakkabı alamayan bir adam; birine almış ötekine alamıyor, zaten
yüreği kan ağlıyor. Gitmiş bir çocuğuna ayakkabı alırken eşkıya gibi hemen
koşup %14 parasını kapıp kaçıyor. Öyle vergi olmaz. E, ben devletim, siyasi
gücüm, gücüm kuvvetim var, polisim var. İşte bu firavunluk düşüncesidir. Senin
kökünden eğitilmen lazım. Hak başka siyasi güç başka. Siyasi güç de olsan hakka
uyacaksın itaat edeceksin. Bu işin temeli bu. Hakkı mı üstün tutacağız, kuvveti
mi üstün tutacağız? Bütün belalar kuvveti üstün tutan firavun düşüncesinden
geliyor. Bu nizam değişecek çünkü saadet getirmiyor. İşte torbası burada. Ne
olacak? Mutlaka Hakkı üstün tutan bir nizama dönülecek. Başka çaresi yok. Hakkı
üstün tutan bir nizama geçmedikçe insanlar saadet bulamazlar. E, şimdi mesela
bizde devlet dinin özüne tecavüz ediyor. Ne diyor? Efendim, Müslümanlık serbest
diyor. E, peki serbest mi? Hayhay. Ama başını örtemezsin; kız çocukları için.
Hayda. Yav arkadaş, ben Müslüman olabilir miyim? Olurum öyle mi? peki
Müslümanlık dini kız çocuklarının başını örtmesini emrediyor mu emretmiyor mu?
“Etmiyor efendim” diyor. Gelmiş fetva veriyor. Müslümanlıkta böyle şey yoktur”
diyor siyasi güç. Böyle şey olur mu yav? Bırak da Müslümanlıkta ne olup ne
olmadığını Müslümanlık kendisi söylesin, sen kimsin be adam? İşte felaket
buradan çıkıyor. Yani ne demek bunun manası biliyor musun? Kemik adaleyi yiyor,
kanser; vücut kanser. Uyumlu çalışmıyor, nizamdan birisi öbür nizamın özüne
tecavüz ediyor. Böyle vücut kanser olur ve ölür. Bunu anlatmak istiyoruz. Bu
her işin temeli. Bir kere bunu kavrasalar herkes haddini bilecek. “Tamam
kardeşim Müslümanlık ne diyorsa onu yap” diyecek. Ben siyasi gücüm, benim
vazifem hakkı adaleti muhafaza etmek. Bu kadar. Yoksa dinin özüne ben
karışamam, ilmin özüne ben karışamam. Adam diyor ki “Mektepte bu kitabı
okutacaksın. Bu kitabın içerisinde de insan maymundan gelmiştir diyeceksin”
diyor. Böyle ilim olmaz, böyle devlet olmaz, böyle adalet, böyle düzen olmaz.
E, oluyor. İşte insanlığın bütün felaketi de buradan ileri geliyor. Bunu
anlatmak istiyoruz. Herkes haddini bilecek. Kimse kimseye tecavüz etmeyecek.
Kuvvetlerden birisi öbürlerinin özüne tecavüz ediyor. Din hakkında hüküm
koyuyor, iktisat hakkında hüküm koyuyor, ilim hakkında hüküm koyuyor. Hayır,
bunların hepsi hakka bağlı olarak kendi hükümleri içerisinde kendileri
çalışacaklar. Hakka tecavüz edemez. Eğer haktan, kendi hak nizamından
uzaklaşmış, dejenere olmuşsa düzelteceksin; çünkü sen devletsin. Hakkı yürütmek
vazifen ama o hakkın özünü sen tespit edemezsin. Çünkü iki kere iki dört eder,
sen gelir de üç dersen öyle devlet olmaz. Neyse odur. Sen de hakka riayet
edeceksin. İşte insanlığın bütün ıstırapları buradan çıkıyor. Şimdi size birkaç
temel esas söyleyerek konuşmamızı toplayıp kapatacağım inşallah. Ne demek
istediğimizi, bütün meselelerin temeli üzerinde çalışıldığını böylece size
duyurmak için bu açıklamaları yaptım.

            Muhterem
kardeşlerim, bakınız, devlet düzeni temel esaslara uyarak çalışan insan vücudu
gibi ahenkli bir düzendir. Kanserli olmayacak. Biri öbürünün sahasına girip onu
yemeyecek. Vücudun bir parçası öbür parçayı yemeyecek. Devletin bütün bu
organlarının çalışma esasları anayasayla belirlenir. Bundan başka, devlet, bu
düzenlere müdahale edemez ve söylediğimiz gibi dört düzen kendi sahasında kendi
hürriyetleri içerisinde çalışırlar. Bugün konuşmamızın açılış kısmında da
söyledim, insanlığın en büyük ıstırabı devlet düzenlerinin vahşi oluşundan
geliyor. Ejderha, haklara tecavüz ediyor. “Ben kuvvetliyim” diyor, hakkı
çiğniyor. Hakkı üstün kılacağız, kurtuluşun ilacı budur. E, bu yeryüzünde nasıl
gerçekleştirilecek? Başlangıçta da söyledim. Yeniden bir Birleşmiş Milletler
Teşkilatı kurulacak. Bu teşkilat yanlıştır. Bu Batılılar Müslümanlardan sadece
bazı insan haklarını aldılar. Bir İnsan Hakları beyannamesi neşrettiler. “Hadi
bunu yeryüzüne hâkim kılalım” dediler. Birleşmiş Milletler Teşkilatını
kurdular. Bu maske altında Siyonizm oyunu oynuyor.  Bu Birleşmiş Milletleri nasıl hak korur yav?
İlk aldığı karar İsrail’in kuruluşudur. Yeryüzünün en haksız kararıdır. Bundan
başka, beş tane ülkeye veto hakkı vermiş. Bu nasıl iş? Niye bu beş tane ülkenin
veto hakkı oluyor? Kim bu beş tane ülke? 170 tane ülke var. Hiç biri de
Müslüman ülke değil ha. Neden böyle yapıyor Yahudi? Diyor ki 1Ben dünya
siyasetini oynatırken Amerika’yı kullanamazsam ihtiyaten Rusya yedekte dursun.
Onu da kullanamazsam Çin yedekte dursun. Onu da kullanmazsam Hindistan yedekte
dursun, Fransa yedekte dursun, her neyse” sırf kendi oyununa yedek mekanizmalar
hazırlıyor. Maksadı hakkı hâkim kılmak değil, yani kökleri firavuni düşünceye
gidiyor. E, ne olacak? Ha, bak yeni Birleşmiş Milletleri insanların haklarını
hakikaten koruyacak. Kimsenin veto hakkı falan olmaz. Sonra, devletlerin uymaya
mecbur olduğu hak esaslarını da koyacak. İnsanların hakkı var, devletlerin de
hak esasları var. Bunları tanzim edecek. Ne devlet ejderha gibi vatandaşını
yiyecek, ne de vatandaş başkalarına zarar verecek, devleti yıkacak. İşte bu
esaslar, bu Adil Düzen tespit edilmeli ve yeryüzünde bütün insanlar bu konuda
aydınlatılmalı ve hep beraber bütün insanlık bunları muhafaza etmeli, bu hakkı
üstün tutmalı ki insanlar yeryüzünde saadet ve selamet bulsunlar. Bunun için
yeni bir Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu temel
esasların hepsinin değiştirilmesi lazım gelir. Devlet işte böyle çalışan bir
düzendir, ahenkli çalışan bir düzendir, hakkı üstün tutan bir düzendir. Her
yerde hak hâkimdir. Devlet bu düzenle ne yapar? Böyle bir düzen kurulmuş,
vazifesi nedir? Plan yapar, teşvik eder, tanzim eder, yönlendirir, denetler.
Düzenin temel esaslarını muhafaza eder. Temel hizmetleri yapan vakıfları kurar,
bunların temel esaslara göre çalışmalarını sağlar ve düzenler arasındaki
ihtilaflarda da hakem olur. Devlet budur. Biri öbürüne tecavüz ederse devletin
başı ve devlete ait ilgili organlar hakemlik vazifesi yaparlar böylece hak
muhafaza edilmiş olur. Devlet bu hizmetlerini yaparken yasama, yürütme, yargı
ve denetleme faaliyetleri ehil kimseler tarafından yapılır. Meclislerle,
vakıflarla, müesseselerle, beytülmal ve maliye ile ve rekabetli teminatlı
ehliyetli genel hizmet kuruluşlarıyla millete ait umumi hizmetleri yürütür.
İşte devlet, böyle adil bir devlet olması lazım gelir. Bütün dünyadaki
ülkelerin hepsi bu esaslara uymalıdır. Şimdi burada bir genel şema verilmiştir.
Biz istiyoruz ki doğunun alimleri batının alimleri bu şemaları münakaşa
etsinler, bunları olgunlaştırsınlar. Hak açık berrak bir şekilde orta yere
çıksın. Hak neyse biz onu istiyoruz. Bunu Profesör Krish mi söylemiş yoksa
Hüseyin oğlu Mehmet mi söylemiş hak hak olduktan sonra bizim için eşittir.
Kimin söylediği mühim değil, hakkın hak oluşu mühimdir. Onun için bütün
insanlığı davet ediyoruz; gelin hep beraber bu hak nizamı, insanlara saadet
selamet getirecek nizamı bir an evvel tespit edelim ve kuralım. Nasıl neticeye
gidilecek? Önce ilmi araştırmalarla bu kurulacak. Sonra, nasıl bu serbest
limanlar var ya, işte onun gibi serbest bölgelerde denenecek. Laboratuvar
deneyi yapılacak. Geliştirilecek ondan sonra da ülkelerde tatbik edilecek.
İnsanlığın kurtuluşu bu adımların atılmasına bağlıdır. Buraya bir nokta koydum.
Şimdi, asıl son kapanışımızı yapıyoruz muhterem kardeşlerim. Bu iki günlük
çalışmada neye şahit olduk aziz kardeşlerim? Bakınız bu toplantıyı hepimizin
bildiği gibi Badembüddemberg İslam Federasyonu tertip etmiştir. Kendilerinden
Allah razı olsun. İnsanlığın bu en mühim meselesini insanlığın en mühim dönüm
noktasında bütün insanlığa duyuracak şekilde böyle bir beynelmilel konferans
tertip etmişleridir. Doğunun batının alimlerini getirip bu meselelerin
konuşulmasına, insanlığa duyurulmasına zemin hazırlamışlardır. Bazı büyük
olayların kıymeti onlar yaşanırken anlaşılmaz. Ancak, arkadan büyük neticeler
çıktığı zaman “Ya bu iş nerede başladı?” diye geriye doğru gidersen bir de
bakarsın ki tarihte bir Stuttgart Konferansı olmuş. İşte bu konferansların ne
mana taşıdığı ancak ileride anlaşılır. Fakat bu noktada şunu belirtmek
istiyorum: Buraya, Avrupa’daki Milli Görüş teşkilatlarına mensup pek çok
kıymetli kardeşlerimiz gelip bu toplantıya iştirak etmişlerdir. Neden? E,
bugüne kadar 15 seneden beri Avrupa’daki 3 milyon işçimizin her türlü hizmetini
gören Milli Görüş teşkilatı aynı zamanda Avrupalılara gerçekleri duyurmak için
bu toplantıları destekliyor görüyoruz. Bu açıklamaya şunun için ihtiyaç
duyuyorum. Milli Görüş teşkilatını şiddet kullanan bir teşkilat diye tasvir
edenler bu konferans karşısında utanmalıdırlar. Bak Milli Görüş, doğunun
batının bütün alimlerinin yaptığı bir toplantıyı destekliyor, insan için hak
olan nedir, gerçek olan nedir bunun açığa çıkması için canla başla salonları
dolduruyor. Onun için bu toplantının bu açıdan çok önemli bir değerlendirmesi
vardır. Bu toplantı 15 yıldan beri Avrupa’da işçilerimize her türlü hizmeti
yapan Milli Görüş teşkilatlarının şimdi artık Batılılara da Hakkı tanıtma
hususunda yapılan bu çalışmalara ne kadar büyük alaka gösterdiğini göstermek
bakımından çok büyük ehemmiyet taşıyor, bir. İkincisi bu toplantılar gösteriyor
ki, Batılıların Müslümanlar hakkındaki ön yargıları doğru değildir. Dün
Profesör Shulse geldi burada açıkladı, dedi ki: “İşte biz Müslümanlar hakkında
şöyle şöyle düşünüyoruz. Bütün kitaplarımız yanlışlarla dolu, hikâyelerle dolu,
uydurmalarla dolu. Bu yanlışlarla, bu hikaye bu uydurmalarla yetişmiş bir
Batılı adam elbette Müslümanlığı tanıyamaz. Bizim şimdi bu yalanları
düzeltmemiz lazım ki Müslümanlarla oturup konuşabilelim” dedi. Yine bu toplantıda
Profesör Falatüri çok önemli bir konuşma yaptı. Dedi ki: “Müslümanlar bu
Hristiyan Batılılardan ……………….ken (Muhterem Hocam, konferansın bu kısmında
mikrofonda cızırtılar oluyor ve Aziz Hocamızın dedikleri anlaşılmıyor maalesef)
onların iç dünyasını bilmelidirler. Onlar nasıl düşünüyor? Bunu bilmeli.” Bizim
kendilerine başlangıçta “Sizinki yanlıştır” dememize lüzum yok. “Sen böyle
düşünüyorsun biz de böyle düşünüyoruz” demeli. Mesela şimdi, dün kendisi
söyledi: “Hristiyanlarda, sözde haşa Hz. İsa gelmiş de kendisini astırmış,
öldürmüş. Niçinmiş? Bütün insanlık kurtulsunmuş! Şimdi tabi böyle bir şeye
inanılır mı inanılmaz mı bir kenara koyuyorum da şu mantığa bak sen. Yav
arkadaş bana bak. Niye bütün insanlar günahkar doğsun? Önce bunu söylüyor. Diyor
ki: “Herkes günahkâr doğuyor. Sonra bu yüzden affediliyor” Yav, insanların
aslı, asliyeti günahkâr olmak mıdır? Yoksa beraat-i zimmet mi esastır? Yani,
bunlar 5 bin sene önceki İbrahim Aleyhisselamın getirdiği temel prensiplerin
devrimini bile daha yapmamışlar. İbrahim Aleyhisselam insanlığa en büyük
kıymetli bir devrim getirdi. Nedir o? İnanılacak şey mantıki olmalıdır, akla
uygun olmalıdır diyor İbrahim Aleyhisselam. İnsanlığa getirdiği en büyük temel
esas budur. Bu Batılılar bu devrimi bile yapamamış farkında değil. Çünkü haşa
Allah birdir, “üçtür” diyor. “Allah’ın çocuğu vardır” diyor. Gelmiş “Kendisini
astırmış, idam ettirmiştir. Böylece herkes af olmuştur” diyor. E, peki, herkes
af olmuş ise iyilik yapmakla kötülük yapmanın farkı nerde? “E, bu işler akılla
ölçülmez” diyor. Hayda. Herkes af olmuş, şimdiden. Gelecek de af olmuş. E
öyleyse, ben niye iyilik yapayım? İyilikle kötülüğün bir farkı olmazsa. Halbuki
Ali Özek Bey, muhterem hocamız demin burada ne buyurdular? Dediler ki:
“Cemiyette saadetin temel esası ikidir. Bir: Her insanın kalbine bir jandarma
koyacaksınız. Bu insan, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bilecek. Hesap
günü olduğunu bilecek, ahiret olduğunu bilecek. Bunu bilmezse bu dünyada da
huzur bulunmaz. İkincisi, insanlığın üstünlük ölçüsü 200 bin dolarlık adam
mısın? 300 bin dolarlık adam mısın? Böyle olmayacak. Ya? Kimin ittikası, kimin
ihlası, kimin ihsanı varsa; kim güzel ahlak sahibiyse üstünlük ölçüleri bu
olacak. Allah’tan korkuyor mu? Muhlis bir insan mı? Yalnız Allah rızasını mı
gözetiyor? Kendisine verilen vazifeleri dikkat ve itinayla yapıyor mu bu adam?
Ve bu adam güzel ahlak sahibi midir? İşte insanların üstünlük ölçüleri böyle
tanzim edilmeli, cemiyetin ahlak nizamı bu olmalı ki o cemiyette huzur olsun.
Bunu yapmazsanız siz hakiki ilim adamı bulamazsınız. Çünkü ilim adamı falanca
şirket fazla para verdimi onun arzusuna göre yazar, niye yazmasın? Hesap gününe
inanmıyorsa, her şey bu dünyadan ibaret zannediyorsa yazmazsa aptaldır. Ama
böyle de saadete erilmez. Bunun için insanlığa saadet verecek düzen, hakikaten
bu temel esaslara dayanmalı ancak Profesör Falaturi’nin söylediği şudur. Diyor
ki: “Siz bu konuları bu Batılı profesörlerle konuşacaksınız. Konuşurken onların
içinden böyle düşündüklerini bilin. Ama baştan bunun münakaşasına girmeyin.
Sadece tespit edin, bırakın.” Sen, buna buna buna inanıyorsun arkadaş, öyle mi?
Peki, koy bir kenara. Ama bak bilesin ki bunlar yanlıştır, bu işin doğrusu
budur budur. İnsanlar niye günahkâr doğsun? Neden? Bilakis insanların tertemiz
doğması esastır. Bir insanın kendi iradesi olmadan kendi kastı olmadan bir
insana günah izaf edilebilir mi? Hem hukuk nizamında diyor ki: “Kasıt esastır”
hem de “Herkes günahkâr doğar” diyor. E bu çelişki nerden dersen, e, “ilim
başka, akıl başka” diyor, “din başka” diyor. Descartes’in meşhur sözü:
“kiliseye girerken aklımı kapının dışında bırakıyorum. Laboratuvara girerken
imanımı kapının dışında bırakıyorum” E böyle uyumsuz bir toplumda tabi saadet
bulunmaz. Temelinden düzeltilecek çok şey var ama “baştan bunun münakaşasını
yapmayın, tespit edin bir kenara koyun sonra, gel bakalım arkadaş. Söyle
bakalım, yani siyasi gücün, ilmin içine müdahale etmesi doğru mudur? Bunları
konuşun. Konuştuğunuz zaman göreceksiniz ki bütün ilmi çalışmalarda aynı
noktaya geleceksiniz. Niçin, akıl için tarik birdir ve Hakk gelince batıl zail
olur da onun için. E bunları beraberce çalışın orta yere koyun, işte böylece en
güzel işbirliğini yapar, en güzel tanıtmayı yapar, gerçekleri kendilerine en
kolay şekilde gösterirsiniz” diyor. Bundan dolayıdır ki Batıda onlara da hizmet
etmek için yapılacak en güzel şey, İlmi Araştırma Enstitülerinin kurulmasıdır.
Viyana’nın doğusunda batısında 25 milyon Müslüman yaşıyor. Bu 25 milyon
Müslüman temenni ediyoruz ki bir İlmi Araştırma Merkezi kursun, Batılı
âlimlerle bu çalışmaları böyle üç günlük konferans olarak değil, ya? Sürekli
olarak yapsın. Onlara ilmi yoldan gerçekleri göstersin. Batıda bir üniversite
kurulsun. Bütün bunları araştıracak, Batılı profesörlerle beraber. Buraya 300
tane Batılı profesör gelseydi, Batının televizyonları gazeteleri gelseydi,
elbette bütün Batılılar, Stuttgart’ta ne olduğunu anlarlardı. Bunu ilmi
araştırmalar yoluyla temin etmek mümkündür. İşte bundan sonra yapılması lazım
gelen budur. Atılması icap eden adımlar budur. Sevinilecek bir olay, Yeşillerin
Frankfurt belediye reisliğini kazandıkları zaman bir Multikultur Dairesi
kurmalarıdır. Bu önemli bir adımdır. Çünkü “Biz her türlü kültürü
inceleyeceğiz” diyorlar. Her türlü kültürü incelerlerse tekrar ediyorum, Hakk
gelince batıl zail olur. Bu teşebbüsün bütün Batıya yayılmasını mutlaka teşvik
etmeliyiz. Elimizden geldiği kadar desteklemeliyiz. Batıdaki âlimler kendi
aralarında Adil Düzeni araştırsınlar. İslam âlimleri kendi aralarında Adil
Düzeni araştırsınlar. Sonra da doğuyla batı, işte Stuttgart, bu birinci
Stuttgart Konferansında olduğu gibi bir araya gelsin, aralarında münakaşa
etsinler. Ve böylece haklıyı, doğruyu el birliğiyle bulsunlar. Ondan dolayıdır
ki, bu konferansla tarihi bir adım atılıyor. Bakınız, 600 e yakın İslam âlimi
bundan 6 ay önce Cezayir’de Tevessa şehrinde toplandılar ve konuştular. Şimdi
Batılılarla beraber konuşuluyor. Temenni ediyoruz ki bu ilmi çalışmalar
hızlansın gelişsin ve hakikaten insanlığın beklediği saadet orta yere çıksın.
Muhterem kardeşlerim. Biraz evvel de söyledim. İnşallah mart başında ilim
adamları bu konuları, İslam âlimleri ve Batılı ilim adamları aralarında
münakaşa edeceklerdir. Stuttgart Konferansıyla önemli bir adım atılmıştır. Bu
çalışmaları inşallah adım adım yürüyecektir. İyi niyetle, bütün insanlığın
hayrı için ilim, gerçek ne ise, hak neyse onu bulmak için yapılan bu çalışmalar
inşallah bütün insanlığa en büyük hayırları getireceklerdir. Bu arada yapılması
lazım gelen çok önemli bir toplantı da üniversite rektörlerinin toplantısıdır.
Üniversitedeki çalışmalar hayali olmamalı, insanlığın bu temel meselelerine
ışık tutmalı. Şurada konuşulan her bir konu bir doktora mevzuudur. Doktoralar
bunlar üzerine yapılmalı ki hak adalet, insanlara saadet getirecek esaslar bir
an evvel belli olsun. Böylece, bugün Türkiye’ de olduğu gibi bir işçi 6 tane
balyoz vuruyor, birini kendisine alıyor, beş tanesini elinden alıp
götürüyorlar. Bu ne zulüm? Neden bu insan bugün çalıştığının 6 misli
kazanmasın? Konuşmamın başında söylediğim misali niçin verdiğimi arz edebiliyor
muyum? Evine düz yoldan git arkadaş. Nedir bu eve giderken yerin altına
iniyorsun, çamurlara batıyorsun, mayın tarlalarından geçiyorsun? Neymiş, eve
gidecekmiş. Eve öyle gidilmez, eve güz yoldan gidilir. Şu insanlar dünyada
yaşayacaklar, devlet diye bir şey kurmuşlar. Kendi kurduğu devlet, Frankenstein
gelip vatandaşları yiyor. İşte bunu önlemek istiyoruz. Bu canavarlığı bu
vahşeti ortadan kaldırmak istiyoruz, savaşımız budur. Yeryüzünde bütün
insanların huzuru, refahı ve saadeti için bu çalışmalar yapılıyor. Bundan
dolayı muhterem kardeşlerim, sözlerimi kapatıyorum. Hak gelince batıl zail
olur. Zafer hakkındır ve inananlarındır. Son olarak bilhassa, bu konferansa her
bakımdan katkılarda bulunan İmam Muhammet Üniversitesinin kıymetli ilim
adamlarına huzurlarınızda teşekkür etmeyi bir vazife sayıyorum. İmam Muhammet
Üniversitesi Abdullah Türki Bey aylarca önce böyle bir konferans yapılmasını
canı gönülden temenni ettiler, teşvik ettiler. Apa Üniversitesinin dekanını
buraya gönderdiler ve yine Apa Şeriat Fakültesinin kıymetli profesörleri
Avrupa’daki Suudi Arabistan ve diğer Müslüman ülkelerin kıymetli ilim adamları
da bu toplantıya koştular geldiler. Hepsine huzurlarınızda ayrı ayrı
teşekkürlerimi arz ediyorum. Ve yine bu konferansta büyük katkıları dokunan
Köln Üniversitesi İslam Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Falatüri’ye, İsviçreli
Jurnalist Ahmet Huber Beyefendiye, bundan başka, Fransalı Profesör Herbert
Abdülhalim Beyefendiye huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Ve bilhassa kıymetli
tebliğiyle Ahmet Halife kardeşimize; Münih İslam Merkezi Başkanı kardeşimize de
huzurlarınızda ayrıca teşekkürlerimi arz ediyorum. Ve yine Batılı
profesörlerden Prof. Dr. Shulse’ye, Prof. Dr. Birg’e ve Gaykriş’e ayrıca
teşekkürlerimi arz etmeyi bir vazife sayıyorum. Cenab-ı Allah bu çalışmaları
bütün insanlık için en hayırlı neticelere ulaşmaya vesile kılsın inşallah. Bu
temenniyle hepinizi şimdilik Allah’a emanet ediyorum. Esselamü Aleyküm.

                                                                                  
                                                                        
                                           Prof. Dr. Necmettin Erbakan / Almanya

                                                                                                                                    https://www.youtube.com/watch?v=jF2JUDeXUj0

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi