Anasayfa » Yahudi Düşünür Yisroel Weiss bakın ne dedi?!!!

Yahudi Düşünür Yisroel Weiss bakın ne dedi?!!!

Yazar: yonetici
0 Yorum 291 Görüntüleyen


Ve Yahudi Düşünür Yisroel Weiss'e
göre:
 İSRAİL YIKILMADAN İNSANLIK
HUZURA KAVUŞMAYACAKTIR!

Siyonistler Firavun'lara ve Hitler'e rahmet
okutuyor!

Firavun zamanında, Firavun, İsrail
oğullarının erkek çocuklarını öldürüp, kız çocuklarını sağ bırakıyordu.

“Hani Biz, size azabın en şiddetlisini
yapan, oğullarınızı öldürüp kızlarınızı sağ bırakan Firavun'un hanedanından
sizi kurtarmıştık. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”
(A'raf:141) ayeti bunu haber veriyordu

Firavun'un bu zulmünden ders alıp bütün
insanlara ve çocuklara merhametle davranmaları gerekirken, Siyonist Yahudiler
maalesef Firavun'u örnek alarak, Filistin'de erkek çocukların yanında kız
çocuklarını da öldürüyordu!

Bu yaptıkları yeni de değildi, bunların
tarihi, hıyanet ve cinayetlerle doluydu.

Tahrif edilmiş Tevrat'ta bakın ne diyordu:

“RAB diyor ki, 'İsraillilere
yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler'i cezalandıracağım. Çünkü Mısır'dan
çıkan İsraillilere karşı koydular. Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait
her şeyi tümüyle yok et,  hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk,
öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.' (1. Samuel 15/3 ve Yeşu 6/21) Yani Siyonist
canavarlar inancının gereğini yapıyordu.. Ve bu yüzden en acı ve alçaltıcı
akıbeti hak ediyordu.

AKP İsrailli firmalara 4,6 milyar dolarlık
ödeme yapıyor!

GAP projesinde sulama ihalesi alan İsrailli
firmalara, hem de kapatma davası açıldıktan 1 ay sonra, yaklaşık 4,6 milyar
dolar ödenek çıkaran AKP hükümeti, Olmert'in son Türkiye ziyaretinde İsrail'e
iki ayrı diyet ödemişti. Birinci jest, 22 Aralık'ta İsrail'e, “yeni bir
silah alımı ihalesi” verildi. İkinci jest ise, devletin zirvesi ile iki görüşmeler
yapan Olmert'in ricası üzerine, Aselsan'daki bir ihalede kalan 141 milyon
dolarlık bakiye de geri ödendi.

AKP iktidarının kapatma davasında Yahudi
lobisinin gönlünü kazanmak için İsrailli firmalara 6 yıllık aradan sonra
bugünkü döviz kuruyla 4,6 milyar dolar ödenek çıkarması, bütün Türkiye'yi şok
etti. Demirel zamanında yapılan ihaleler ikili anlaşmalarla İsrailli firmalara
verilmişti. 2003'ten bu yana GAP'a ödenek çıkarmayan AKP hükümeti, kapatma
davası ile bu tavrında radikal bir değişikliğe gitti. İçerisinde Türk
firmalarının ağırlıklı olarak yer aldığı 7 uluslar arası konsorsiyuma, 4,6
milyar dolar ödendi. Dankner Tavura, GAP'ta iş yapan ana şirketlerden öne
çıkanlardan birisiydi.

Başbakan Gazze saldırılarının ilk 8 günü
oldukça cılız tepkiler vermişti. Ancak bir olaydan sonra Başbakan Erdoğan'ın
tavrı sertleşmişti. İşte bu olay Çağlayan Mitingiydi. Başbakan, 
Gazze'deki işgalin ilk haftası diplomatik bir tavır gösterdi. kerhen iç
politikaya dönük küçük şeyler söyledi. Ta ki Saadet'in İstanbul'daki ezici mitingine
kadar. O mitingden sonra Başbakanın söylemlerinde bir sertleşme
gözlenmişti.  Çünkü Türkiye'nin her yerinden toplumsal kalkışmanın
başladığı bir nokta o mitingdi.” 

Yani Recep T. Erdoğan, tabanını SP'ye
kaymasın diye, İsrail'le göstermelik bir kabadayılık sergilemekteydi. Ve nasıl
bir tesadüfse, Erhan Göksel bu bilgileri belgeleriyle açıkladıktan hemen sonra
Ergenekon kapsamında tutuklama emri gelmişti. Bu arada, Gazze katliamı
nedeniyle, Sivas'ta İsrail'e sert çıkan Recep T. Erdoğan'ın, koşup Davos'ta
siyonist Şimon Peres'in karşısında önce arka odalarda saygı duruşuna geçmesi,
ardından ekranlarda yine ucuz kahramanlkık gösterisi ve danışıklı kavgacılık
gereği olarak toplantıyı terk etmesi ise, tek kelime ile hayret ve nefret
vericiydi. La figaro temsilcisi bile Erdoğan'ın bu tavrını “köklü
değişimlere yol açmayacak, sadece simgesel ve iç politikaya yönelik
sözler” olarak değerlendirmişti. İsrail gazetelerinde bu olay üzerine:
“Türk Başbakanı esip gürledi” şeklinde dalga geçme küstahlığı bile,
gizli mesajlar içermekteydi.

Şimon Peres'in yüzüne karşı
“saldırganlıklarını, gaddarlıklarını, çocuk katliamlarını söylemek”,
insanlarımızın yüreğine elbette su serpmiş ve oh dedirtmişti. Oysa İsrailli
gazeteciler bile Peres'in hiç alışık olmadığı bir şekilde; sanki kasıtlı ve
kışkırtıcı bir tavır sergilediğini, hayretle belirtmişlerdi. Ama bunun bir
“danışıklı dövüş” olabileceğini herhalde akıllarına getiremezlerdi. 

Ve niye hiç sorulmuyordu: AKP destekli
ABD'nin Irak'ta yaptığı katliamlar, İsrail'inkinden farklı bir şey miydi?

Ahmedi Nejad'ın rolünü kapsın diye
karizması parlatılmaya çalışılan Recep Bey'in bu dengesiz tavırlarını
“mertlik ve netlik göstergesi” olarak değerlendiren Mehmet Metiner
gibi meymenetsizlere sormak lazımdı:

Sahte kahraman Recep ağanız böyle mahalle
kabadayılığı yapacağına, Hugo Chavez gibi şu Siyonist İsrail büyükelçisini
sınır dışı etmesini niye teklif etmemişlerdi.

29.01.2009 akşamı, Haber Türk Teke Tek
programına davet ettiği, Türkiye Yahudi cemaati Liderince, Fatih Altaylının:
“Siz Türk Yahudi Cemaati olarak, İsrail'in Gazze'de çoluk çocuk demeden
yaptığı katliamı niye hiç kınamadınız?” şeklindeki sorusunu defalarca
tekrarlamasına rağmen, bir türlü yanıt vermemişti.. Tam aksine bu Türk Yahudi
Temsilcisi: “İsrail'i Dünya Yahudilerinin cesaret, umut ve onur kaynağı
olarak gördüklerini” söylemekten çekinmemiş ve dolaylı biçimde,
“İsrail'in yaptığı ve yapacağı cinayetleri bir kahramanlık olarak görüp
desteklediklerini” dile getirmişti.

Yahudilere yaranmak için: “İsrail
aleyhine en çok atıp tutan Necmettin Erbakan bile Başbakan olunca, en büyük
çaplı anlaşmaları yapıp tenkide uğramış ve gülünç konuma düşmüştü” diyerek
gerçekleri çarpıtan Fatih Altaylı'nın yalakalık ve yataklık soruları bile bu
gerçeği değiştirmemişti.

AKP İsrail'e çalışıyor!

Oysa, Erdoğan'ın yapabileceği ciddi ve
netice verici tepki ise, İsrail ile yapılan askeri, ticari ve sanayi
anlaşmalarının iptal edilmesi idi. Özellikle AKP döneminde Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde İsrail'i ziyareti sırasında,
dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert
tarafından Kudüs'te imzalanan 'Sinai Ar-ge Alanında İşbirliği Anlaşması' dikkat
çekici ve endişe vericiydi.

4 Mayıs 2007 tarihli Millî Gazete'nin
manşetten duyurduğu ve AKP döneminde gerçekleştirilen bu anlaşmaya göre,
Türkiye ve İsrail şu anda; bilişim, lazer ve optik, mekatronik, gıda, tarım
ürünleri ve tarımsal genetik, ileri malzeme teknolojileri, yenilenebilir
enerji, nanoteknoloji, aero-dinamik ve uzay teknolojileri, biyoteknoloji ve
sulama teknolojisi alanlarında işbirliğine gitmişti. Bu anlaşma iptal
edilebilirdi. Yine kamuoyunu ayağa kaldıran Anadolu Kartalı tatbikatları içinde
İsrail jetlerinin Konya semalarında uçmasını sağlayan askeri anlaşma hemen
sonlandırılabilirdi. 'Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması' Türkiye ile İsrail
arasında 23 Şubat 1996 tarihinde Çevik Bir tarafından gerçekleştirilmişti. Bu
utanç anlaşmasına Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller ve
Dışişleri Bakanı Deniz Baykal evet demişti. Ama bazı sahtekârlar, bu anlaşmadan
beş ay sonra kurulan Erbakan hükümetini suçlu göstermeye yeltenmekten haya
etmemişti.

Filistinliler sürekli aldatılıyor!

Siyonistler dünyadaki 130 ülkeden geldiler ve
Filistinlileri 130 ülkeye dağıttılar. Önce 1947 yılında taksim planı kabul
edildi ve Filistinliler, 'kismeti dayzi' denilen şekilde kurt taksimine tabi
tutuldular. Ardından toprakları kademe kademe işgale uğradı. Sonunda Oslo
anlaşmasına gelindiğinde kendilerine taksim planı sonucu bırakılan yüzde 47'lik
toprak parçası da ellerinden alındı. Kendilerine fiili olarak bırakılan yurt
parçası, Filistin'in yüzde 20'sinin de altına kaydı. Burada bir Filistin devleti
kurulacağı vaat edildi, ama bütün bunların hepsi sözde kaldı. Filistinliler
kademe kademe aldatıldılar ve oyalandılar. Önce onlara aynen Güney Afrika
modelinde olduğu gibi tek devlet formülü teklifi yapıldı. Filistinliler,
demokratik ve demoğrafik yolla, belki de kaybettiklerinin bir kısmını geri
alabilecekleri umuduna kapıldılar. Bir gün eşit haklara kavuşabileceklerini
sandılar. Ancak İsrail ileri gelenleri ve Siyonist önderleri bunun İsrail'in
kimliğini bozacağını savundular. Onlara tek devlet formülü önerenler bir müddet
sonra çark ettiler ve kulaklarına çift devlet formülünü üflemeye ve fısıldamaya
başladılar. Şimdi bu yalanlarını da unuttular.

Geriye tek formül kaldı. “Üç devlet
formülü”. Daha doğrusu Filistin'i üç devlet arasında taksim etmek tuzağı..
Buna Kral Abdullah zamanında yani 1940'lı ve 50'li yıllarda bunu yapmaya
uğraşmışlardı. Filistinlilerin hakkı Ürdün'e bırakılacaktı. İşte bu nedenle
kral Abdullah öldürüldü. Şimdi yine aynı tuzak tezgâhtaydı. Yeniden, Batı
Şeria'nın yutulmamış alanlarını Ürdün'e ve Gazze'yi de Mısır'a devretmek
planlarına zemin hazırlanmaktaydı. İsrail bunu doğrudan söylemese bile İsrail
namına konuşan Amerikan Yahudileri bunu açığa vurmaktan sakınmamaktaydı.
Bunlardan birisi olan azgın İsrail taraftarı Daniel Pipes üç devlet formülüne
sahip çıkmıştı. Keza Zalmay Halilzad'dan önce ABD'nin BM daimi temsilcisi olan
John Bolton da, “üç devletli çözümü” benimsemiş ve bunun fikri alt
yapısına başlamıştı.

Türk Dış Politikası İsrail'e göre
şekilleniyor!

II. Dünya Savaşı ile birlikte dünyada egemen
olan iki kutuplu sistemde; Türkiye, tercihini Batı ve onun oluşturmuş olduğu
örgütlere girmekten yana kullanmıştır. Kurulduğu tarihten itibaren Batı
ülkeleri ve ABD ile ilişki kurmaya çalışan Türkiye halkın dilinden ve
tarihinden dolayı; Batı ve ABD tarafından “sözde müttefik, özde
tehdit” olarak görülmenin sıkıntılarını bugün bile yaşamaktadır.

1923'ten beri Ortadoğu Devletleri ile asgari
düzeyde ilişkilerden yana tavır alan Türkiye; denge unsuru gözetmeksizin Batı
yanlısı bir politika izlemenin yanlışlığının farkına yeni varmaktadır.
İsrail-Türkiye ilişkileri başladığı tarihten bugüne değin; Masonların Batı
eksenli politika anlayışının bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. 1950'lerin
başlarından itibaren çok yönlü bir politika arayışına giren Türkiye Ortadoğu
ile olan ilişkilerini istenilen düzeye ulaştıramamıştır. Menderes Dönemi olarak
bilinen 1950-1960 yıllarından sonra, gerçekleşen askeri darbeyle
yeniden Batı eksenli bir dış politika anlayışına geri dönüş yapmıştır. 1990'lı
yıllardan itibaren Sovyetler Birliği'nin çökmesi; Türkiye'yi, tamamen ABD
eksenli bir dış politika anlayışına kaydıracak; İsrail'le ilişkiler bu dönem ve
sonrasında hızlı bir şekilde yapılan askeri, ekonomik antlaşmalarla giderek
ivme kazanacaktır.

1923-1944 dönemi Türk Dış Politikası

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten
itibaren Truman Doktrini'ne kadar; tarafsızlık politikası uygulamıştır.
“1923-1938 yılları arasında izlenmiş olan tarafsızlık politikasının amacı;
modern; kalkınmaya çalışan; kültürel ve ekonomik açıdan Milli ve bağımsız bir
devlet oluşturmaktır.”1
[1] Bu dönemde sosyal ve hukuksal yönden Avrupa baz
alınmış; tüm inkılaplar; Milli kalarak çağdaşlaşmayı amaçlamıştır.

İsmet İnönü'nün ürkek dış Politikası; II.
Dünya Savaşı fırsatlarını kaçırmamıza neden
olacak; Türkiye; savaş
sonrası oluşan yeni dünya düzeninde yalnız bırakılacaktır. Savaş sonrası oluşan
iki kutuplu sistem ve ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılar nedeniyle, Türkiye;
Batı ile ittifak yapmaya zorlanacaktır. 1940'lı yılların sonlarına doğru,
Türkiye; Sovyet tehdidi ve ekonomik ihtiyaçlar nedeniyle tercihini Amerika'dan
yana kullanacak; adeta Amerika'nın bir uydusu konumuna sokulacaktır.

1945-1980

Sovyetler Birliği; ABD'nin, atom bombasına
sahip olduğu için yaşadığı güvenlik kaygısını, 1949'da giriştiği ve başarılı
olduğu atom bombası üretim denemeleriyle nispeten azaltmıştır. SSCB; 1945
yılında Türkiye'ye nota vererek, 1925 yılında imzalamış olduğu antlaşmayı
feshetmek istediğini bildirecek bu antlaşmanın yenilenmesi için; Boğazlarda üst
ve toprak talebinde bulunacaktır. Bu durum Türkiye'nin Amerika'ya sığınmasını
ve NATO'ya kapılanmasını hızlandıracaktır.

Özellikle; Marshall Yardımları ile ekonomisini
ve dış politika hedeflerini Amerika'ya endeksleyen Türkiye, sonuçları bugüne
taşınan kararlar almak zorunda kalacaktır. Türkiye'nin; İsrail'i tanımasında
etkili olan en önemli neden; II. Dünya Savaşı sonrasında izlemeye başladığı
yukarıda değindiğimiz Batı eksenli dış politika anlayışıdır.

Yahudiler; 19. yüzyıldan itibaren artık
bağımsız yaşayacakları bir yurt kurma düşüncesine şartlandırılacaktır. “Bu
yurt; bütün Yahudilerin gözünde; zorla ayrılmak zorunda kaldıkları Filistin'den
başkası olamazdı. Siyonizm adıyla yayılan bu düşünce çerçevesinde; Siyonist
hareketin önderlerinden kabul edilen Yahudi gazeteci Dr. Thedor Herlz'in
gayretleriyle 27 Ağustos 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde Yahudi Kongresi
toplanacak ve “Siyonizmin amacının Yahudi halkına bir yurt sağlama”
düşüncesi olduğu açıklanacaktır.”2
[2] Filistin Sorununa temel hazırlayan bu
gelişmelerin dünya siyaset arenasına yansıması; II. Dünya Savaşı'ndan sonraki
döneme rastlayacaktır. Türkiye; bu soruna başlangıçta tarafsız kalacaktır.
İnönü ve Menderes'in Filistin Sorunu'na ve dolayısıyla Ortadoğu'ya, bu kadar
ilgisiz kalmasının sebebi olarak; Batı ile olan ilişkilerini geliştirme aşkı ve
artık bölgeden bir beklentisinin kalmamış olması sanılmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrası Batı tarafından
kurulmuş olan örgütlere girmek için can atan Türkiye dış politikasını da
Amerika ve Avrupa'ya uydurmak zorunda bırakılmıştır.  Bu nedenle; İsrail'i
tanıyan Türkiye; İsrail ile ilk diplomatik ilişkilerini 1949 yılında
kuracaktır. 4 Temmuz 1950 yılında; Türkiye-İsrail arasında imzalanan Ticaret ve
Ödeme Antlaşmasıyla, ekonomik ilişkilerin önü açılacaktır. “Bu antlaşmalar
neticesinde İsrail pamuk ihtiyacının tamamını, tahıl ihtiyacının yarısını, kuru
meyve, sığır eti ve balık gibi ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü, Türkiye
üzerinden karşılayacaktır.”3[3] 1950
antlaşmalarıyla birlikte imzalanmış olan geçici ve gizli bir antlaşmayla
taraflar birbirine “en çok gözetilen ülke” statüsü tanıyacaktır.
Kültürel ilişkilerde de gelişmelerin yaşandığı bu dönem; siyasi ilişkilerin de
sorunsuz devam etmesinde etkili olacaktır.

1950 genel seçimleriyle çok partili hayata
geçen Türkiye'de 27 yıllık CHP iktidarı son bulacak; 10 yıllık Demokrat Parti
ve Adnan Menderes Dönemi başlayacaktır. Adnan Menderes; geleneksel Batıcılık
çizgisini izleyecek ve İsrail ile olan ilişkilerin artmasına neden olacaktır.
Bu dönemde; İngiltere ve ABD önderliğinde kurulacak oları Bağdat Paktı
Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir gerginleşmeye neden olacaktır.

Türkiye; 1954'ten itibaren bir Ortadoğu
Savunma Teşkilatı kurmak için Amerika'nın talimatıyla faaliyete geçecektir.
“Bu girişimler, esasen dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'in
tasarısını teşkil ediyordu. Dulles; Sovyetler Birliği'ne karşı; Ortadoğu
ülkelerinin bir ittifak kurması gerektiği düşüncesinde olacak; bunun sonucunda
da bütün Ortadoğu ülkelerini ziyaret edecektir. Ancak; Dulles böyle bir
girişimin başarısızlıkla sonuçlanacağını görecek ve tasarısını ileri bir tarihe
atacaktır.”4
[4] İlk olarak Irak ve Türkiye arasında netleşen
işbirliği; bölge ülkelerinin özellikle İsrail'in yoğun tepkisini çekecek;
İsrail, yapılacak olan bu işbirliğinin kendisine karşı olduğunu düşünecektir ve
İsrail'de, Türkiye'nin kendisine yakın olan politikasının değişebileceği endişesi
hakim olacaktır. Bütün bu gelişmelerin ışığında, İsrail; Bağdat Paktı'nın
kurulmasının engellenmesini, ABD ve İngiltere'den isteyecektir. (İsrail'in bu
tavrı göstermeliktir. Çünkü Bağdat Paktının “İsrail yalnız kalıyor, ona
karşı cepheler oluşuyor” diye savunmasını güçlendirmek ve daha fazla
destek görmek üzere kendisi gizlice teşvik etmiş ama görünüşte karşı tavır
sergilemişti. M.Ç.)

Ancak; ABD ve İngiltere tarafından desteklenen
bu işbirliği; Irak ve Türkiye arasında 24 Şubat 1955'te imzalanan antlaşmayla
resmiyet kazanacaktır. 

Bunların dışında; Adanan Menderes'in Suriye
başbakanına “İsrail'in saldırması durumunda Türkiye'nin Arap devletlerine
yardım etmeye hazır olduğu” şeklindeki sözleri ve Bağdat Paktı
toplantılarında Türkiye'nin İsrail'i Ortadoğu'nun en büyük tehdidi olarak
tanımlaması, İsrail'le Türkiye arasında siyasi krize neden olacaktır. Türkiye;
bu dönemde İsrail ile diplomatik ilişkilerini en alt seviyeye indirecektir. Ama
bütün bunlar İsrail'le danışıklı dövüşün bir parçasıdır ve sonuçları İsrail'e
yarayacaktır. Irak'ta 1958 yılında monarşinin devrilmesiyle beraber Bağdat
Paktı hızla yok olma süreciyle karşı karşıya kalacaktır.

1950-1960 arası döneme baktığımız zaman;
Türkiye-İsrail ilişkilerini etkileyen ve sarsan bir diğer önemli olay olarak
1956 Süveyş Bunalımını göreceğiz. ABD'nin 1950'li yıllarda Mısır'a Asvan
Barajı'nın yapımı için verdiği kredi sözünü; Mısır'ın Doğu Bloğuyla ve
dolayısıyla SSCB ile yakınlaşma sürecine girmesiyle geri çekmesi üzerine, Mısır
Devlet Başkanı'nın tepkisi sert olacak ve Süveyş Kanalı'nın Mısır tarafından
millileştirildiği açıklaması yapılacaktır. Bu durum İngiltere-Fransa ve İsrail
üçlüsü ile Mısır arasında savaşa neden olacaktır. Bu savaş nedeniyle; Türkiye
büyükelçisini Ankara'ya çekecek ve İsrail'de büyükelçisini geri çekecek,
ilişkilerde yeniden bir donma sürecine girilecektir. Ancak bu donma sürecinde
bile ilişkiler gizli olarak devam edecektir.

1966'ya kadar süren gizli görüşmeler askeri
ve istihbarat alanlarında olacaktır. Dönemin İsrail Başbakanı Ben Gurion ve
Dışişleri Bakanı Golda Meir 28 Ağustos 1958'de gizlice Ankara'ya gelecek; Dünya
kamuoyuna bu ziyaret “İsrail Havayolları el-AI uçağından meydana gelen
teknik bir arıza şeklinde” yansıtılacaktır. “Ben Gurion ve
Menderes'in gerçekleştirdiği gizli görüşmeler sonucunda Türkiye ile İsrail
arasında “Sovyet tehdidine ve İslami radikalizme karşı” gizli bir
ittifak anlaşması imzalanacaktır. Anlaşma kapsamında gizli askerî ziyaretler,
gizli askerî tatbikatlar, istihbarat paylaşımı ve silah sanayi işbirliği olmak
üzere çeşitli faaliyetler yürütülecektir. “Menderes Dönemi dış politika
anlayışı, gerek Doğu/Batı arasındaki gerekse Batı'nın kendi içerisindeki
dengelerini gözetmeyecektir.”5[5] Tamamen
ABD ve İsrail'e endekslidir.

Bu arada; Türkiye, İsrail'in önerdiği Çevresel
Pakt'a, İran'la birlikte katılır. Üye ülkeler arasında, Trident denen bir
istihbarat ağı oluşturulur.”6
[6]İsrail ile bu dönemde artan ilişkiler, Batı ile olan
ilişkilerimizi kolaylaştırır düşüncesine dayandırılır. Ne var ki Türkiye-İsrail
arasında artan bu ilişkiler, 1964'te Türk Dış Politikası'nın ana konusu olarak
ortaya çıkacak olan Kıbrıs Sorununda bize hiç bir yarar sağlamayacaktır. Bunun
sonucunda Türkiye; 1960'lı yılların ortalarından itibaren Ortadoğu politikasını
yeniden sorgulamaya ve bir denge arayışına mecbur kalacaktır.

1967 yılında, İsrail ateşesine ilişkilerin ve
yapılan gizli görüşmelerin sonlandırıldığı ve ilişkilerin en alt düzeyde
tutulacağı anlatılacaktır. Bu durum, 1967'de ortaya çıkan Arap-İsrail Savaşı
nedeniyle Kıbrıs Sorunu bağlamında, Arapların ve Ortadoğu'nun desteğine olan
ihtiyaçtan kaynaklanacaktır.

1973 yılın da (ve Erbakan'ın hükümet
ortaklığında) Türkiye'nin   Filistin   Kurtuluş
Örgütü'nü   Filistin   Halkının   tek 
temsilcisi   olarak tanıması; 1975 yılında Siyonculuğu ırkçılıkla bir
tutan BM kararı için olumlu oy kullanması ve 1979 senesinde, Filistin Kurtuluş
Örgütü'ne İstanbul'da büro açması Türkiye-İsrail   ilişkilerinde
gerginleşmenin artmasına neden olacaktır. Bazıları bunları 1973 senesinde
yaşanan petrol bunalımı neticesinde petrolün petrol ithal eden ülkelere karşı
bir silah olarak kullanılabileceğini düşünerek Arap dünyasının petrol
kaynaklarından sorunsuz bir şekilde faydalanılması amacıyla yapıldığını
sanacak, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 1979 yılında diplomatik olarak tanınması,
siyasal yalnızlığından kurtulmak amacıyla Arap dünyasının desteğini almak için
Türkiye'nin attığı ikinci somut adımdır. Siyasal nedenlerin yanında, 1979'daki
petrol krizi ve 1980'lerde Türkiye'nin karşılaştığı ekonomik sorunlar da
Türkiye'yi, daha Arap yönelimli, daha az İsrail taraftarı bir dış politika
izlemeye zorlayacaktır. Eylül 1980'deki Askeri Darbe'nin ardından üç yıl süren
askeri rejim, Türkiye'nin bir yanda İKÖ'deki katılım ve sorumluluklarını
artırırken; diğer yandan İsrail'le olan ilişkilerini daha da azaltacaktır.

Tugut Özal Dönemi İsrail-Türkiye İlişkileri

Türkiye'de 1983 yılında Askeri Rejimin sona
ermesinden sonra yapılan ilk seçimlerde iktidara gelen Anavatan Partisi Genel
Başkanı Turgut Özal, Türkiye'nin dış politika girişimlerinde hiçbir tarafı
ihmal etmeksizin Arap devletleri-İsrail ve ABD-Orta Doğu dengesini sağlamaya
çalışacaktır. İsrail'le ilişkiler giderek gelişmeye başlayacaktır. Turgut
Özal'ın dış politika anlayışına göre; ABD yanlısı bir dış politika'dan Türkiye
kârlı çıkacaktır. “Özal'a göre; Komünist Sovyetler Birliği, Kapitalist ABD
ya da geleneksel ekonomiye sahip Irak'la, ilişki kurmanın ideolojik hiçbir
engeli yoktur.”7
[7]Özal'ın dış politikası esas olarak, Türk ekonomisinin
gelişmesi için Türkiye'ye maksimum faydayı sağlayacak devletlerle ilişkiler
geliştirmeyi hedefleyen liberal ekonominin iyileştirilmesini amaçlamaktadır.

1990 yılında; Türkiye; İsrail ile II. Katip
düzeyinde yürüttüğü ilişkilerini yeniden büyükelçilik seviyesine taşıyacak ve
12 Eylül 1980'de askeri yönetim tarafından kapatılmış olan Kudüs'teki
Başkonsolosluğunu 1992'de yeniden açacaktır. 

1993-2001 süreci ve Erbakan gerçeği

1996 yılında; Türkiye'nin AB'ye tam üyelik
sürecinde Türk yetkilileri, İsrail ile olan ilişkileri geliştirme yolları
aramaya başlayacaklardır. İki devlet arasında gelişen ilişkiler, Şubat 1996'da
Askerî Eğitim Anlaşmasının imzalanmasıyla zirveye ulaşacaktır. (Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Dışişleri Bakanı Deniz Baykal
imzasıyla ve General Çevik Bir aracılığıyla gerçekleşen bu utanç anlaşmanın
vebali bazılarınca, bundan aylar sonra kurulacak olan Erbakan Hükümetine
yıkılmaya çalışılacaktır.)  “Bilinen nedenlerden dolayı Türkiye, bu
yeni ortaklığın sadece ekonomik boyutu üzerinde durmayı uygun bulacaktır.”
1996'dan bu yana iki devlet arasındaki ilişkiler, Erbakan Hoca'nın Başbakan
olduğu Refah-Yol dönemi hariç her iki taraf için de pratik sonuçlar sağlayacak
hesaplara dayanacaktır. Ancak; Türk-İsrail yakınlaşmasının Ortadoğu'daki diğer
devletlerle ilişkilerde kötü bir sonuç yaratacağı düşüncesiyle 2000 yılında
Türkiye'de yeniden Ortadoğu'ya yönelik olarak bir dengeleme politikası başlayacaktır.
Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, 11 Eylül 2001 yılından itibaren Türkiye, Irak
operasyonunu takiben Kuzey Irak'ta oluşması kuvvetle muhtemel bir Kürt
Devletine, İsrail'in alacağı destek tavrı, büyük bir endişeyle karşılamaktadır.
2000 senesinde başlayan İkinci İntifada üzerine Başbakan Erdoğan İsrail
hükümetine, Filistinlilere karşı bu giriştiği eylemler ve uyguladığı
politikalar sebebiyle sert eleştirilerde bulunmuş ve Şaron hükümetini devlet
terörü uygulamakla suçlamıştır. Bu tepkilerin asıl nedeni ise Erdoğan'ın
kamuoyunu memnun ederek itibarını arttırmak amaçlıdır. 2009 Ocağındaki Gazze
saldırısı üzerine AKP'nin sert söylemleri de tamamen iç politika aracıdır ve
istismardır.            

Sonuçta; 1949 yılında Batı etkisiyle başlayan
Türkiye-İsrail ilişkileri; Bağdat Paktı; Süveyş Krizi ve Arap İsrail Savaşları
ile gerilse de belirli bir düzeyde devam etmiş; başlangıçta ABD ile olan
ilişkileri artırma ve daha çok ekonomik ve askeri yardım alma düşüncesiyle
gelişen ilişkilerinin, aslında hiçbir yararı olmadığı kesinlik kazanmıştır. Tam
aksine Türkiye'nin Ortadoğu'nun diğer devletleriyle ilişkilerinin bozulmasına
ve Türkiye'ye karşı olan güvensizliğin bu devletler tarafından perçinlenmesine
yol açmıştır. 2000 yılından sonra her ne kadar Türkiye; Ortadoğu politikasında
dengeleme öğesini kullansa da; Ortadoğu ülkeleriyle istenilen ilişki düzeyini
bir türlü sağlayamamıştır, çünkü samimi davranılmamıştır.”8
[8]

AKP münafıklık yapıyor!

Gazze katliamı her kesimin ayarını ve amacını
ortaya koymuş bulunuyor. Şu anda Türkiye ve bölge yeniden asıl rayına oturuyor.
Zaten Irak işgalinden beri küllenmiş olan İslâmi ve insanî bilinç tekrar
bilenip güçleniyor. Irak işgaline sessiz kalan Türkiye insanı hatasının farkına
varıyor ve kefaretini ödüyor. Bunun içindir ki, bir zamanlar mitingleri ve
meydana dökülüşleri küçümseyenler, şimdi gerçeği kabullenmeye başlıyor.
Çağlayan Mitingi Türkiye ve Orta Doğu'ya ciddî bir ivme kazandıracak gibi
görünüyor.

BOP, BİP, medeniyetler ittifakı gibi hayatta
hiçbir zaman karşılığı olmayan yapılar boşluğa düşüyor. Aynı sofraya oturan
kimi çevrelerin bütün çabaları güme gidiyor.

Türkiye siyasetinde herkesin rengi ortaya
çıkıyor. Türkiye'nin Milli Görüşsüz olamayacağı yeniden anlaşılıyor. Çağlayan
Mitinginde Saadet Partisinin kararlı çizgisi ve Erbakan gerçeği, birçok siyasal
partiyi köşeye sıkıştırmışa benziyor.

Türkiye'nin İsrail'deki elçilerini geri
çekmesi, ticari ilişkilerini kesmesi, ortak askeri tatbikatlardan vazgeçmesi
önerileri sadece hükümettekileri değil kimi medya mensuplarını de
telâşlandırıyor. Türkiye'de ciddî bir anti Siyonizm oluşuyor. İsrail'in, çocuk,
kadın, yaşlı demeden bir katliam yapmasına sessiz kalan, “Hamas”
suçlamaları inandırıcı olamıyor. Çünkü ortada korkunç bir vahşet yaşanıyor.
Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün
“korkuyorum” ifadesi de bu telâşı yansıtıyor. Benzer şekilde Cüneyt
Ülsever nasıl bir anlayıştır bilinmez, “bu savaşın durdurulabilmesi için
Hamas'ın elindeki füzelerin alınması gerektiğini” söyleyecek kadar
saçmalıyor. Nasıl olur da bunlar bu katliama, kimyasal silahlarla, misket
bombalarıyla sivil ve savunmasız bir kenti bombalamalarına böyle gerekçeler
uydurabiliyor? Aylardır bir kuşatma altında olan, yardım alamayan Filistin
halkının meşru davasını alçaklar nasıl görmezden gelebiliyor? Ergenekon
teranesini ve töre cinayetlerini önceleyen soysuz medyanın, dünyayı utanca
boğacak bir katliamı geri plana çekmeleri neyin nesi oluyor? 

Bugünkü AKP iktidarının kuru sıkı sözleri
sorunu çözmüyor. Birçok ülke Türkiye'nin gözlerinin içine bakıyor. İsrail'i bu
katliamdan vazgeçirici önemli imkânları bulunuyor. Aslında şu haber bile her
şeyi özetliyor: “Türkiye'de İsrail'in Gazze operasyonuna yönelik büyüyen
öfkenin İsrailli savunma çevrelerini endişelendirdiği öne sürüldü. İsrail'in en
büyük medya grubu Yedioth'a ait Ynet sitesince yayınlanan bir haberde
İsrail'deki savunma sanayi çevrelerinin, Ankara'nın İsrail'in Gazze
saldırılarına ilişkin kızgınlığının, mevcut anlaşmaların iptal edilmesine,
gelecekteki müzakerelerin askıya alınmasına yol açmasından korktuğunu
bildirildi. 'Riskteki anlaşmanın değerinin 2 milyar dolar civarında olduğu'
vurgulanan haberde, özellikle Elbit ve IAI şirketlerince Aralık ayında Türk
Hava Kuvvetleri ile imzalanan 141 milyon dolarlık anlaşmanın geleceğine ilişkin
kaygıların bulunduğu vurgulandı. Türkiye ile iş yapan bir İsrail savunma sanayi
kaynağı da 'Şimdi mevcut anlaşmaların iptal edilmesinden halen müzakere edilen
anlaşmaların da süresiz askıya alınmasından korkuyoruz.”9[9] Burada
dikkatimizi çeken önemli noktalar göze çarpıyor. İsraillerin telâşı. O zaman
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti niçin hala duruyor. Öte yandan Millî Çözüm Dergisi
İsrail ile yapılan anlaşmaları deşifre ediyor. Bu iktidarın onlara ne kadar da
çok kaynak sağladığı yazılıyor. O halde boşu boşuna haykırmak ve horozlanmak
yerine yapılacak ilk iş bu gibi anlaşmaların iptalidir. O zaman İsrail dize
gelebilir.

İnsaflı Yahudiler de İsrail'in yıkılmasını
ve ortadan kaldırılmasını istiyor

Yahudi cemaatler arasında Siyonizmin
şeytanlığını fark eden Nature-i Carta gibi gruplar olagelmiştir. Bunlar modern
veya sahte İsrail devletinin fesatla ve bozgunculukla kaim oluğunu
söylemektedir. FOX NEWS televizyon kanalından Neil Cavuto “tarihin en
önemli televizyon röportajı” olarak anılan konuşmasını, söz konusu olan
Yahudi gruplarının temsilcilerinden Yisroel Weiss ile gerçekleştirmiştir.
Yisroel Weiss: İsrail'in 100 yıldan beri dünyayı fesada boğduğunu ifade etmiş
ve ıstırapların bitmesi ve dünyanın sulhu sükûnete kavuşması için derhal İsrail
devletinin barışçı bir biçimde ortadan kaldırılmasını istemiştir. Gerçekten de
2003 sonrasında Avrupa'da yapılan kamuoyu yoklamalarında görüldüğü gibi
dünyanın ateşini yükselten üç devletten birisi İsrail diğer ikincisi ABD'dir. Weiss,
Siyonizme Karşı Birleşik Yahudi Cephesini temsil eden isimlerden birisidir. TV
konuşmasında, İsrail'in ve siyonistlerdeundaç politika aracıdır ve
istismardır.kladıktan sonra Ergenekon kapsamında tutuklama emri verilmişt
gizlenmiş olan şeytani karakterin, Yahudilerle birlikte bütün insanlığı
bozduğunu, insanlığı dünyevileştiren ve sekülerleştiren bozuk bir ahlaka
sokulduğunu belirtmiştir. Yahudilik Siyonizm ideolojisine dönüştükten sonra
kendisinin ve insanlığın manevi yapısını tahrip etmiştir. İzan ve insaf sahibi
Weiss: Allah'ın takdiriyle dağıldıklarını ve Siyonizm gibi bir beşer
ideolojisiyle geri toplandıklarını söyleyerek: “İki bin yıldır olduğu gibi
biz yine insanlar arasında yaşamalıyız ve bize ait müstakil ve bağımsız bir
devlet ve ülke ve hükümet olmamalıdır” diyordu. ‘İsrail devleti kurulmadan
Yahudilerin hayatı daha mı iyiydi?' sorusuna şöyle mukabele ediyordu: Evet hem
de yüzde 100. İsrail kurulması aşamasında Beytü'l Makdis'deki Yahudiler ve
hahamları, planlanan Yahudi devletinin kurulmasına karşı çıkıyordu. Spikerin:
“Ama geçen bin yılda çok çileler yaşandı ve Yahudi düşmanlığı vardı?”
sözlerine şu karışlığı veriyordu: “Evet ama bunun suçlusu ve sorumlusu
yine Siyonist Yahudilerdi ve Siyonizm bütün dünyayı bize düşman hale getirdi.
Bir kıyaslama yapacak olursak, İsrail kurulduktan sonra bizden nefret edenlerin
sayısı azalmadı bilakis artış gösterdi. Bu göz ardı ediliyor. Ahmedinejad
gibileri takdim edilmeye çalışıldığı gibi Yahudileri yok etmek niyetinde
değildir, Onun amacı İsrail'in siyasi varlığını çözmek ve sona erdirmektir.
İkisi birbirinden farklı şeylerdir. “O halde İsrail oldukça hayır ve huzur
kalmayacak mı? demek istiyorsunuz?” sorusuna ise Yisroel Weiss'e şu yanıtı
veriyordu: İsrail'in insanlık için saadet değil, sefalet ve acı kaynağı olduğunu
söylüyorum ve bir an evvel bütün insanlığın yardımıyla tarihe karışmasını
diliyorum.” Evet,  Gazze saldırısı, bu bakış açısını ve çağrıyı daha
da haklı çıkarmış bulunuyordu.



[1]Bilge Crisis, Pınar Bilgin, Turkish Foreign Policy Toward Middle East,
Middle East Review of International Affairs, Volume 1, No.l january 1997

[2] Özhan Uluatam, Damlaya Damlaya Ortadoğu'nun Su Sorunu, Ankara, 1998,
s. 31; Mim Kemal Öke, Siyonizm ve Filistin Sorunu 1880-1914, İstanbul, 1982, s.
14-15

[3] Baskın Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar Cilt 1:1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, s.643

[4] http://www.e-tarih.org/soguksavas

[5] Baskın Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar Cilt l: 1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 498

[6] Mustafa Eğili, Türkiye-İsrail İlişkileri, www.timeturk.com, 2008

[7] Sedat Laçiner; Özal Dönemi Türk Dış Politikası, The Journal ofTurkish
Weekly, 2004

[8] (H. Çağrı Seçilir / Ocak 2008)

[9] (16.01.2009-Zaman Gazetesi)



















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

konya-konferans-10-aralik-pazar