Anasayfa » X . BÖLÜM: İSKİGATE DOSYASI: BİZİM DE BİR P2`MİZ VAR MI?

X . BÖLÜM: İSKİGATE DOSYASI: BİZİM DE BİR P2`MİZ VAR MI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 9 Görüntüleyen

ONUNCU BÖLÜM: İSKİGATE DOSYASI: BİZİM DE BİR P2`MİZ VAR MI?

 

 

“Visita, Interiora Terrace, Rectificoque Invenies Occultum
Lapidem(Yerin İçine gir, araştırarak gizli taşı bulacaksın)”

 

Masonik ritlerde sıkça kullanılan bir
Gül-Haç deyişi

 

 

 

 

 

 

 

Önceki bölümde Türkiye`nin daha çok dış politika seçeneklerinden söz ettik ve Düzen`in Türkiye için ne tür bir stratejik çevre oluşturduğuna bakmaya çalıştık. Ancak bunun yanısıra bir de Düzen`in Türkiye`nin “içine” ne kadar sızdığı, Türkiye`nin içinde neler yaptığı sorusu kuşkusuz önem taşımaktadır. Bu bölümde bu soruya ışık tutabilecek bir hikayeye göz atacağız.

 

Hatırlarsınız, 1993 yazında patlak veren bir yolsuzluk skalı bir a tüm Türkiye`yi ayağa kaldırmıştı. Ergun Göknel`in yönetimindeki İSKİ kurumunun eşine az rastlanır bir “arpalık” haline geldiği, halka ait yüz milyarlarca liranın Ergun Göknel ve onun ilişki içine girdiği çevreler tarafından haksız kazanca dönüştürüldüğü ortaya çıkmıştı. Ülke haftalarca en çok bu skalı konuştu, medya en çok bu konuya önem verdi. Hatta Amerikan geleneğinden esinlenerek olaya “İSKİ-gate” adı bile verildi.

 

Ancak kısa bir süre sonra gündem değişti ve İSKİ skalı cazibesini yitirdi. Bu arada medya ilginç bir manevra yapıverdi: İlk günlerde çok büyük siyasi boyutları olduğu ortaya çıkmaya başlayan skal, birdenbire Ergun Göknel`in ikinci hanımıyla yaşadığı aşk ilişkisinin dramatik bir öyküsüne dönüşüverdi. İlk günlerde adı geçen bazı ilginç kişiler ve örgütler kısa sürede olayın dışına çıkarıldılar. Geriye bir tek Ergun Göknel`in mahkeme sahneleri kaldı.

 

Oysa dediğimiz gibi ilk günlerde ortaya çıkan bazı bilgiler, İSKİ skalının gerçekte “buzdağının su üstündeki kısmı” olduğu izlenimini vermişti. Ayrıca işin oldukça “kirli” boyutlarını gösteren işaretler de vardı. Örneğin Ergun Göknel`in özel kaleminde çalışan Duygu Uskan, skalın patlak verdiği sıralarda şöyle demişti:

 

Konuşamam, beni öldürecekler. Benim evim birinci katta, iki molotof kokteyli atsalar çocuklarım ne olacak? Ergun Bey`in metotları çok acımasız, Mafya babası olsa korkmam, fakat bunlar çok tehli. Ellerinde her türlü imkan var. Bütün bakanlara ulaşma şansına, polisi durdurma ve yöneltme şansına sahipler.1

 

Kuşkusuz bir “su müdürü” üstte sayılan işleri yapabilecek bir güce sahip olamazdı. Dolayısıyla insanın aklına olayın boyutunun Göknel`i çok aştığı düşüncesi geliyordu. Nitekim Ergun Göknel`in öylesine şaşırtıcı bağlantıları vardı ki, doğal olarak bu “su müdürü”nün yalnızca vitrindeki adam olduğu izlenimi doğuyordu. Göknel`in bağlantıları Amerika`daki yahudi lobisinden Türk Yahudi cemaatinin seçkin isimlerine, yahudi dönmelerinden masonlara kadar uzanıyordu çünkü.

 

Bu nedenle de ister istemez şu soru akıllara takıldı: Acaba bizim de bir P2`miz var mı?… Bizim P2`mizin var olup olmadığını incelemeden önce, “orijinal” P2`ye, yani 1981 yılında İtalya`da patlak veren ve yalnız İtalya`yı değil tüm dünyayı sarsan ünlü P2 mason locası skalına bir değinmekte yarar var.

 

 

 

 

 

P2`YE KISA BİR BAKIŞ

 

1981 yılının Mart ayında, iki Milan savcısı, 1979 yılında sahte bir kaçırılma olayıyla ortadan kaybolan Sicilya doğumlu uluslararası banker Michele Sindona`nın durumunu araştırıyorlardı. Vatikan`ın mali danışmanı olan Sindona`nın aynı zama mafya ile de yakın bağlantıları olduğunu düşünüyorlardı. Araştırmaları sırasında ilginç bir şey buldular: Sindona polisten kaçarak Palermo`da saklığı sırada tam 600 mil kuzeydeki Arezzo kentine gitmiş ve orada Licio Gelli adlı bir tekstil üreticisi ile görüşmüştü. Sindona gibi bir kişinin, “yeraltında” olduğu bir sırada, kendisiyle görüşmek için 600 mil yol teptiği bu Licio Gelli, kuşkusuz önemli birisi olmalıydı.

 

Bu nedenle savcılar Gelli`nin araştırılması emrini verdiler. 17 Mart günü polisler bu ilginç sanayicinin ofisinde gizli bir liste buldular. Listede tam 962 isim vardı. Ve bu liste sıradan bir liste değildi; Propaga 2, ya da kısaca P2 adındaki bir mason locasının üyelerinin listesiydi. Gelli ise bu locanın Büyük Üstadıydı.

 

Listeyi bulanları şaşkına çeviren şey ise, locanın üyelerinin İtalya`nın en önemli kişileri olmasıydı. P2 üyeleri arasında; 3 bakan, 43 Parlamento üyesi, 43 general, 8 amiral, gizli servis şefleri, yüzlerce üst düzey bürokrat ve diplomat, İtalya`nın dört büyük şehrinin polis şefleri, sanayici ve finansörler, ünlü Corriere Della Sera gazetesinin editör ve yayıncısı da dahil olmak üzere 24 gazeteci ve ayrıca bazı ünlü televizyon yıldızları yer alıyordu. Michele Sindona da locanın üyesiydi. Bir başka loca üyesi banker ise, daha sonra Londra`daki Blackfriars köprüsünde ki bu köprü Ortaçağ`da Tapınakçılar`a ait olan bir kilisenin yalnızca bir kaç yüz metre uzağındaki anlamlı bir köprüydü masonik ritüellere göre asılarak “infaz” edilecek olan Roberto Calvi idi.

 

Kısacası P2 locası ülkenin üst düzey isimlerinin büyük bir bölümünü içinde barındırıyordu. Kuşkusuz bu gerçeğin ortaya çıkması tüm İtalya`yı şoka soktu. Araştırmalar locanın devlet yönetiminde büyük rol oynadığını, ayrıca İtalya`nın bitmek-tükenmek bilmeyen yolsuzluk olaylarında da büyük etkisi olduğunu ortaya çıkardı. Mason kardinaller sayesinde Vatikan`ı da “para aklama merkezi” haline getiren loca, efsanevi İtalyan mafyasının en güçlü koluydu. P2, suikast, bombalama gibi pek çok terör eyleminin de arkasındaydı ve ünlü kontrgerilla örgütü Gladio ile de yakın bağlantıları bulunuyordu.2

 

Kitabın önceki bölümlerinde masonlar ve yahudiler arasındaki geleneksel ilişkiyi ayrıntılı olarak incelemiştik. Skalla birlikte bu ilişkinin bugün için de geçerli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü P2`nin önemli bir “yahudi bağlantısı” vardı. The Middle East International dergisi, Temmuz 1981 sayısında locanın İsrail`le ve özellikle de Mossad`la çok yakın ilişkileri olduğunu ortaya koymuş, P2`nin bu “İsrail bağlantısı”nda İtalya içindeki yahudi cemaatinin de önemli bir rolü olduğunu bildirmişti. İtalya`nın ikinci büyük zengini olan yahudi cemaatinden Carlo de Beneditti`nin de P2`yle yakın ilişki içinde olduğu sonraki yıllarda ortaya çıkmıştı. Ayrıca locanın ABD ve Avrupa`daki yahudi çevreleri ile de çok yakın ilişkileri vardı. Henry Kissinger, Edmond de Rothschild ve David Rockefeller P2`ye son derece yakın olan isimlerin başında geliyordu. Öyle ki Baron Ellie de Rothschild`ın, P2`ye ihanet etmeye kalkan Roberto Calvi`nin az önce sözünü ettiğimiz “masonik” asılışı için gereken parayı temin ettiği bile, İtalyan Panorama dergisinde yayınlanmıştı.3 Henry Kissinger ise doğrudan P2`nin üst düzey kadrosundaydı: Uğur Mumcu, Papa Mafya Ağca adlı kitabında “P2`nin 33. dereceye yükselmiş masonlardan oluşan üst konseyi Monte Carlo Komitesi adı ile tanınmaktadır. Monte Carlo locasına Henry Kissinger da üye” diyordu.4

 

P2`nin İsrail ve özellikle de Mossad`la olan “ittifakı”, eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky`nin çok yankı uyıran By Way of Deception`dan sonra 1994`te yayınladığı The Other Side of Deception adlı kitabında da bildirildi. Ostrovsky, bir Mossad-P2-Gladio bağlantısından söz ediyordu. Eski ajanın yazdığına göre, Licio Gelli, yani P2 mason locasının ünlü üstadı, “Mossad`ın İtalya`daki müttefiki”ydi ve Gelli`nin yönettiği P2 ile, yine Gelli`yle yakın ilişkisi olan kontrgerilla örgütü Gladio da Mossad`la ittifak içindeydi. Mossad, Gelli-P2-Gladio bağlantılarını kullanarak 80`li yıllarda İtalya üzerinden silah ticareti yapmıştı.5

 

Kuşkusuz P2 skalı İtalya için olduğu kadar başka ülkeler için de eğitici olmalıydı. Skalla birlikte masonluğun bir ülke içinde “görünmeyen hükümet” haline gelebildiği ve bir mafya örgütü gibi devleti soyabileceği ortaya çıkmıştı. Elbette hem İtalya`daki hem de başka ülkelerdeki masonlar açıklamalar yaparak P2`nin “istisnai” bir durum olduğunu, gerçek bir mason locası olmadığı, diğer localardan kopmuş ve kendi içinde ayrı bir yapı geliştirmiş olan bir örgüt olduğunu söylediler. Oysa bu bir aldatmacaydı. İngiliz gazeteci-yazar Martin Short, P2`nin masonik kurallara göre kurulan ve işleyen “gerçek ve düzgün” bir mason locası olduğunu, İngiltere Büyük Locası ile yakın ilişki içinde bulunduğunu delilleriyle anlatır. Short`un yazdığına göre bu locanın diğer localardan tek farkı, “gizli” tutulması için alınmış olan karardır. İtalya Büyük Locası Büyük Üstadı Lino Salvini, 1977 yılında Gelli`ye P2`nin çalışmalarının sürdürülmesini emretmiş, ancak P2`nin diğer İtalyan localarından izole edilmesi ve gizli tutulması yoluna gidilmiştir.6

 

Nitekim P2`nin ortaya çıkmasının ardından masonluğun mafya ile ilişkilerinin sürmesi, “Baba” lakaplı reotti gibi efsanevi bir politikacının mason olduğunun ortaya çıkması ya da Sosyal Demokrat Başbakan Bettino Craxi`nin masonlarla olan ilişkisinin su yüzüne çıkması da, P2`nin istisnai bir durum olmadığını göstermekteydi. Zaten bu nedenle İtalyan basınında bir ara bir “P3″ün var olup olmadığı konuşuldu. 1993`ün son günlerinde İtalyan polisince yakalanan ve mafyada “babaların babası” olarak tanınan Salvatore Riina`nın da mason olduğu ortaya çıktı. Riina, La Stampa gazetesinde yayınlanan ifadesinde, diğer pek çok mafya babasının da mason olduğunu ve bir çok yargıcın da mason olmaları nedeniyle mafya babalarına yardımcı olduklarını söylemişti. Hatta bu nedenle daha sonra İtalyan Yüksek Hakimler Kurulu bir açıklama yaparak yargıç ve savcıların mason olmasının yasaklığını bildirmişti.

 

İtalya`da masonluğa bulanmış tüm bu yolsuzluk skallarının ardından gelen “Temiz Eller” adlı tasviye hareketi de gerçekte bir şeye yaramadı: “Temiz Eller”in ardından kurduğu Forza Italia adlı partisiyle başbakan olan medya kralı Silvio Berlusconi de bir P2 üyesiydi. Bunun yanısıra, İsrail`le son derece ilginç bazı ilişkilere sahipti.7

 

Kısacası P2, masonların skalı ört-bas edebilmek için söyledikleri gibi bir “istisna”, bir “kaza” değildi. Aksine, masonluğun bir ülkedeki üst düzey kadroları içinde barındırabilmesi için P2 tarzı “gizli ve izole” locaları tercih ettiği anlaşılmaktadır. “İstisna” ya da “kaza” olan bir şey varsa, bu da P2`nin ortaya çıkmış olmasıdır.

 

Bu yargıyı güçlendiren bir başka ilginç haber de 1995 yılı başında İngiltere`den geldi. İngiliz siyasetindeki yolsuzlukları araştırmak için Lord Nolan başkanlığında kurulan ve “İngiliz Temiz Elleri” adı verilen komisyon, olayın içinde masonların büyük bir rolü olduğunu farketmiş ve araştırmasını bu örgüt üzerinde yoğunlaştırmaya karar vermişti. 21 Ocak tarihli The Independent`ın manşetten verdiği habere göre, İngiltere tarihinde ilk kez masonlar hakkında böyle bir araştırma yapılıyordu. Haberde, 300 bin üyesi olan mason localarının; emniyet, hükümet, yargı, bankacılık, siyaset ve “sistemin diğer tüm alanlarında” üst düzey konumda oldukları belirtilmiş, masonların etkisinin Kraliyet ailesine, Lordlar Kamarası`na, Yüksek Mahkeme`ye (bizdeki Anayasa Mahkemesi) ve ülkenin en büyük şirketlerinin yönetim kurulu odalarına uzığı vurgulanmıştı. Haberde ayrıca masonların örgütlenme şekliyle ilgili önemli bir bilgi daha verilmişti: İngiltere`de, aynı İtalya`daki P2 örneğinde olduğu gibi normal localardan daha kıdemli ve daha gizli “özel localar” vardı. Örneğin bu özel localardan biri, üyelerini yalnızca Savunma Bakanlığı`ndan, üst düzey subaylardan ve silah şirketleri yöneticilerinden seçiyordu.

 

İtalya`da yaşanan P2 örneğinin bir rastlantı olmayışı, aksine masonların İngiltere gibi başka ülkelerde de Fransa`da da 1992 yılında “Büyük Doğu Locası skalı” patlak vermişti benzer yöntemler kullanması, kuşkusuz üzerinde durulması gereken bir noktadır. Ve bu durumda, doğal olarak, başka ülkelerde de başka “P2″lerin var olabileceği ihtimali akla gelmektedir.

 

Peki acaba bizim de bir “P2″miz var mıdır?…

 

 

 

 

 

TÜRK MASONLUĞUNA KISA BİR BAKIŞ

 

Türkiye`ye masonluğun henüz 1700`lü yıllarda girdiği bilinir. Masonluğun siyasi güce ulaşması ise 19. yüzyılda önce İngiliz localarına bağlı Mustafa Reşit Paşa`nın eseri olan Tanzimat fermanının ardından gelen dönem, sonra da Jön Türk ve İttihat ve Terakki hareketleri ile olmuştur. Cumhuriyet dönemi boyunca da masonluğun etkisi sürmüş, örgüt pek çok siyasetçi, bürokrat, işadamı ve entellektüeli saflarına katmıştır.

 

Bunlar genelde bilinen gerçeklerdir. Ancak masonluğun bugünkü konumu daha az bilinmektedir ve kuşkusuz daha da önemlidir.

 

Bugün Türkiye`deki mason sayısının onbinin üzerinde olduğu biliniyor. Locaların neredeyse tümü üç büyük şehirdedir. Bu locaların üye listelerini içeren gizli kitapçıklar vardır. Önceki çalışmalarımızda bu kitapçıların bir kısmı yayınlı. Ancak Türkiye`deki mason localarına baktığımızda ilginç bir tablo ile karşılaşırız. Locaların büyük bir kısmı, profesör, avukat, doktor gibi “orta sınıf”ın biraz üstündeki mesleklere sahip kişilerle doludur. Bu localarda daha “yukarı”lardan isimlere (örneğin ünlü siyasetçilere ya da büyük işadamlarına) rastlayamazsınız.

 

Bu durumun nedeni, daha “yukarı”dan kişilerin daha “özel” localara üye olmalarıdır. Bu “özel” localar, çoğu zaman diğer masonlarca da bilinmez. Bu locaların üye listesine ulaşmak da, diğer normal localara göre biraz daha zordur. Çünkü “özel” locaların çoğu kez matbaada basılmış bir üye kitapçığı yoktur. (P2 locasının da matbaada basılmış bir üye listesi yoktu, tek liste, Üstad Licio Gelli`nin gizli kasasındaki belgeydi.)

 

 

 

Bilderberg`in Türkiyeli üyelerinden Jak Kamhi (solda) ve Feyyaz Tokar. Kamhi, Türk yahudi cemaatinin bir numaralı ismi. Uluslararası yahudi çevreleriyle kurduğu yakın bağlantılar var. Kürt sorununu kışkırtan tavırlarıyla tanınan eski Fransa Büyükelçisi yahudi asıllı Eric Rouleau`dan Legion d`Honneur nişanı alan Kamhi, Amerika`daki yahudi lobinin Stephen Solarz gibi ünlü isimlerine ya da Rotschild gibi dev yahudi sermayedara kadar uzanan bir “dost” listesine sahip.

 

 

 

Bu “özel loca”lardan birisi, İstanbul vadisine (masonik literatürde “İstanbul bölgesi” denecek yerde “İstanbul vadisi” denir) 009 numara ile kayıtlı olan Atlas Locası`dır. Loca`yı “özel” yapan iki neden vardır: Tüm üyeleri yahudidir ve bu yahudilerin bir kısmı oldukça ünlü, oldukça etkin kişilerdir. Bakın Atlas Locası`na kayıtlı olan ünlü yahudiler arasında kimler vardır:

 

Türk Yahudi cemaatinin tarihteki en büyük görünür organizasyonu olan 500 Yıl Vakfı`nın ikinci başkanı Naim Güleryüz; 500. Yıl Vakfı`nın koordinatörü Nedim Yahya; Alarko Holding`in iki patronu İshak Alaton ve Üzeyir Garih; Jak Kamhi`nin sahip olduğu Profilo Holding`in üst düzey yöneticisi Nesim Levi; Alaton`un akrabası Mete Alaton; ve David Kohen… Ve Atlas Locası`nın yanında yalnızca yahudilerin üye olduğu başka özel localar da vardır.8

 

Ancak “özel localar” yalnızca Atlas Locası ya da diğer “yahudi locaları” ile sınırlı değildir elbette. Çünkü mason olduğuna kuşku olmadığı halde, adı “normal” localarda hiç geçmeyen pek çok kişi vardır. Bu kişilerin masonluklarından kuşku duyulmamasının önemli nedenleri vardır. Örneğin bazıları Bilderberg üyesidirler. Ve Bilderberg, 6. bölümde incelediğimiz gibi bir üst-masonik kuruluştur; Bilderberg`e masonluk referansı olmadan çağrılmak mümkün değildir. Bu durumda Türkiye`deki bazı Bilderberg müdavimlerinin (Feyyaz Tokar ve Jak Kamhi gibi) ve onların (özellikle de Tokar`ın) ellerinden tutup Bilderberg`e götürdükleri dostlarının masonluğu tescillenmektedir. Kuşkusuz bunların locaları da Atlas locası gibi hatta daha da “özel” (gizli ve izole) localardır.

 

Tüm bunlar bizim de bir “P2″ye sahip olduğumuzu göstermez ama sahip olma ihtimalimizin olduğunu ispatlar.

 

İtalyan P2`sinin özelliklerinden biri, İsrail`le çok yakın bağlantılara sahip oluşuydu. Dolayısıyla eğer bizim de bir “P2″mizin var olup olmadığını araştırmak istiyorsak, Türk localarının İsrail bağlantısına bakmamız gerekmektedir.

 

İsrail`le bağlantısına dair ortaya çıkan bazı bilgi ve belgeler bir aralar medyanın bazı kesimlerinde yayınlanmıştı. Bu haberlere göre, 1985 yılında bazı yüksek dereceli Türk masonları İsrail`deki Nur locasında toplanmışlar ve Büyük Üstad Şekür Ökten`in önderliğinde “İsrail`e bağlılık yemini” etmişlerdi. Şekür Ökten`in albümünden çıkan bir fotoğraf da Nur locasındaki bu toplantıyı belgeliyordu. Çok net olmayan resimde bir Türk masonu daha vardı ki, gören herkes bu kişinin Jak Kamhi olduğu görüşündeydi. Ancak Kamhi bu resmi basan gazetelere tekzipte bulunarak “o resimdeki adam ben değilim” dedi.

 

Ancak bir Türk masonunun “ifşaat”ları konuyu yeniden gündeme getirdi. “İfşaat”ların sahibi, uzun bir süre Tür mason localarında üye olan Yüce Katırcıoğlu`ydu. Katırcıoğlu, kendisinin milliyetçi olduğunu ve localardaki “İsrail bağlılığı” nedeniyle masonluktan ayrılmaya karar verdiğini açıklamıştı. Ayrıca İsrail`deki Nur locasında yapılan “İsrail`e bağlılık yemini” ile de önemli bilgiler vermiş ve resimdeki kişinin Jak Kamhi olduğunu doğrulamıştı.

 

Yeni Hafta gazetesi, 11-17 Ekim 1993 tarihli sayısında Katırcıoğlu ile yaptığı bir röportajı yayınladı. Röportajdaki bilgiler ilginçti:

 

Yeni Hafta: Siz Jak Kamhi`nin İsrail Mason locasına üye olduğunu ve locanın başkanı olduğuna ilişkin bilgileri nereden aldınız? Katırcıoğlu: Bu bilgileri ben 14. dereceden bir mason olduğum için dernek içerisinden almıştım. Şekür Ökten`in 1985 yılında İsrail Nur locasının açılışı için yaptığı ziyaret sırasında çekilen fotoğrafta onun albümünden alınmıştır. Bu konu dernek (mason locası) içerisinde yine aktüel bir şekilde konuşuldu. Bazı kardeşlerimiz, gerek Şekür Ökten`in Tel Aviv`de yaptığı konuşmaya gerekse de Türk vataşı olmalarına rağmen Jak Kamhi`nin de başında olduğu bazı Musevi kardeşlerimizin İsrail devletine bağlılık yemini etmelerine karşı çıkmışlardır… Maalesef siyonist eğilimli kişiler dünyanın birçok yerinde yaptıkları gibi araya sızarak derneğin kilit noktalarını ele geçirmişlerdir. Localar bu nedenle amaçlarından saptırılıyor. Dolayısıyla ben Jak Kamhi ile ilgili bilgileri sadece o albüm ve fotoğraflardan değil dernek içerisinden de derledim. Yeni Hafta: Jak Kamhi`nin o dernek içerisindeki statüsü nedir? Katırcıoğlu: Ökten 1986 yılında başka bir kişiye Büyük Üstadlığı devretti. Ökten 1981-1986 yıllarında büyük üstadlık yapmıştır. Üstadlığı devrettikten sonra da vefat etti. Bu konular İsrail ziyaretinden önce dernek içi ve dışı kademelerinde tartışılmış. Nitekim ben kısa bir süre gayrımuntazam olup daha sonra muntazam olduğum zaman bu tartışmalar devam ediyordu… Fotoğrafların bulunduğu albüm elimizde olduğu için bu resmin fotomontaj olmadığı kesindir. Ben bu fotoğrafın fotomontaj olmadığını hakimlere de kanıtlamıştım. Bu nedenle deliller son derece açık ve seçiktir. Ayrıca birisi gazeteci olmak üzere iki kişi, iki üst düzeyde masonla yaptığım konuşmayı paralel hattan dinlediler ve telefonda konuştuğum kişiler resimdeki kişinin Kamhi olduğunu teyit ettiler. Yeni Hafta: Kamhi`nin kardeşinin Mossad`la yakın ilişkileri olduğuna dair iddialar var. Bu iddialar ne derece doğrudur. Katırcıoğlu: Bu konudaki haberleri ben de önce Cumhuriyet gazetesinde, daha sonra da Zaman gazetesinde gördüm. Bu konu hakkında bir bilgi sahibi değildim. Yalnız burada çok enteresan bir durum var. Bildiğiniz gibi haberin alındığı gazete Amerika`da çıkan Washington Post gazetesidir. Bu gazete Watergate Skalını ortaya çıkartarak başkan Nixon`ın istifasına sebep olmuştur. Çok ciddi bir gazetedir. Bu gazetenin gerçek olmayan bir konuyu haber yapması imkansızdır. İkinci bir hususta Washington Post`un sahibesi bayan Catherine Graham bir musevi olmasıdır. Musevilerin İsrail`e bağlılıkları son derece kuvvetlidir. Catherine Graham bir musevi olmasına rağmen bir Mossad ajanının kimliğini neden açıkladı? Bu olay Türkiye`ye Kamhi`nin durumuna kadar uzanıyor. Kamhi bunu da reddetti ama Washington Post gibi bir gazetenin Kamhi`ye düşmanlığı ne ola ki, kardeşi Mossad ajanıdır diye açıklama yapsın? Kamuoyunda Kamhi`nin kardeşinin Mossad ajanı olduğu yolunda bir imaj yerleşti. Yahudiler genellikle zor duruma düştüklerinde kendilerini güçlü göstererek hasımlarını sindirmek ve böylelikle rahata kavuşmak isterler. Buradaki mesaj şu; Kamhi, biz kendisinin İsrail`le olan ilişkilerini kesin ve net delillerle kamuoyuna açıklayınca çok zor duruma düştü. Kamhi bu açıklamalardan sonra uzun süre başkanlığını yaptığı İktisadi Kalkınma Vakfın`dan da istifa etmek zorunda kaldı. Bu İsrail bağlantısının Türkiye`de haklı olarak Kamhi`nin aleyhine kullanılması gibi bir hava ortaya çıktı. İşte Kamhi bu durumdan sıyrılmak ve daha sonra yapmayı planladığımız açıklamalardan kurtulmak ve bizi korkutarak sindirmek için kardeşinin Mossad ajanı olduğunu bir Musevi olan Catherine Graham`a gazetesinde açıklattı. “Benim kardeşim Mossad ajanıdır. Eğer benim üzerime fazla gelirseniz, bu durum sizin hayrınıza olmaz” şeklinde bir mesajla bizi korkutup, sindirmeyi amaçlıyordu…

 

Katırcıoğlu, aynı röportajda Jak Kamhi suikastinin de Kamhi`nin kendisinin düzenlediği bir senaryo olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu:

 

Kamhi İsrail`le olan bağlantıları ortaya çıkmasından sonra kamuoyunda çok prestij kaybedip yıprığı için Uğur Mumcu suikastını bahane edip laik ve liberal çevrelerin dinci aleyhtarı duygulardan kendisi için yararlanmak amacıyla böyle bir suikastı tertiplemiştir. Yani Kamhi, “Uğur Mumcu`yu öldüren dinciler beni de öldürmeye teşebbüs ettiler” diyerek laik ve liberal çevrelerde sempati kazanmayı amaçladı.

 

Yüce Katırcıoğlu`nun Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği Büyük Üstadı Suha Aksoy`a, Noter kanalıyla gönderdiği ihbarnamede ise şu ifadeler yer alıyordu:

 

En Muhterem Büyük Üstadım: Bu, Ocak 1990 tarihinden bu yana Büyük Üstad`lık makamına sunduğum dördüncü (4.) oylama talebi dilekçesidir. Bugüne kadar talep ettiğim oylama yapılmadığı gibi dilekçelerime herhangi bir cevap da verilmemiştir. Bu durum hukuken suç teşkil etmektedir… Aşağıdaki taleplerimin, Türkiye`deki tüm kardeş localarda açık oya sunulmasını tekrar talep ediyorum:
1- Tevrat`ta yer alan Teşrin bayramının kutlanmasına derhal son verilmeli ve bunun sorumluluları cezalırılmalıdır.
2- İsrail`e düzenlenmekte olan grup gezileri durdurulmalı ve sorumluları cezalırılmalıdır.
3- ABD Senatörü Robert Dole`un, Türk Masonları tarafından “Saygın bir Mason” olarak kabul edilemeyeceği resmen açıklanmalı ve Mimar Sinan dergisinde yer alan söz konusu yazının sorumluları cezalırılmalıdır.
4- Şekür Ökten`in 1985 yılında Tel-Aviv`de yaptığı o ürpertici konuşma resmen kınanmalı ve kendisine katılmadığımız özenle vurgulanmalıdır.
5- Jak Kamhi ve diğer Musevi TC Vataşı kardeşlerimizin, İsrail`e temenni ederek, “İsrail Devleti`ne ve İsrail Büyük Locası`na” bağlılık yemini etmelerini kesinlikle onaylamadığımız resmen açıklanmalı ve söz konusu kişiler, tebenni işlemi yok farzedilerek aramızdan ihraç edilmelidirler…

 

Katırcıoğlu`nun bu tür çağrılarına elbette “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği”nden hiçbir cevap gelmedi. Çünkü Katırcıoğlu, İsrail`in uzantılarının, masonluğun içine sızmış bir hizip olduğunu sanmıştı; oysa masonluğun kendisi başlı başına İsrail`in uzantısıydı…

 

(Yüce Katırcıoğlu`nun bu “ifşaat”larından önce de masonik hiyerarşi içinde “disiplinsiz” bulunan bazı tavırları olmuştu. Hatta bir defasında bu yüzden ülkemizdeki yahudi cemaatinin çok ünlü bir üyesi, Katırcıoğlu`nu “arabasını yaktırarak” cezalırmıştı. Katırcıoğlu`nun bazı üstadlara mektup yazarak kendisinden şikayetçi olmaya çalıştığı, mafya yöntemleriyle “araba yaktıran” bu yahudi işadamının kim olduğunu, sanırız Jak Kamhi çok çok iyi bilmektedir…)

 

Üstte değindiğimiz tüm bilgiler ve konu hakkındaki başka bazı araştırmalarımız bizi açık bir sonuca ulaştırmaktadır: Türkiye`de, İsrail`le çok yakın bağlantıları olan ve ülkenin en “kalburüstü” kişilerini kapsayan “özel” localar vardır.

 

Bu arada son bir noktaya değinmekte yarar vardır. Üstte belirttiğimiz gibi masonluk masonluğa toplum tarafından olumlu bir gözle bakılmadığı ülkelerde toplumda etkin bir yere gelmiş üyelerini gizleme yoluna gitmektedir. Bu durumda bu “etkin üyeler” de doğal olarak kendilerini gizleyeceklerdir. Bu nedenle bu kişilerin kendilerine sorulduğunda mason olduklarını itiraf etmelerini beklemek, saflık olacaktır.

 

Zaten masonluğunu inkar etmek, masonik bir gelenektir. Öyle ki, Türk masonlarının Büyük Üstadlarından Can Arpaç, kendisiyle yapılan bir röportajda masonların masonluklarını inkar etme yönteminden açıkça söz etmiştir. Arpaç, röportajı yapan Dilek Önder`in “Bir masona `mason musun?` diye sorunca, `hayır değilim` diye cevap vermesi kurallarınıza aykırı mı?” şeklindeki sorusuna, “Bu soruya `hayır` demek her kardeşimin hakkıdır… endişesi varsa `hayır değilim` diyebilir” şeklinde cevap vermiştir.9

 

 

 

 

 

GÖKNEL DOSYASI: 500. YIL VAKFI`NDAN B`NAI-BRITH`E, MASON LOCALARINDAN YAHUDİ CEMAATİNE UZANAN ZİNCİR

 

Tüm bu ön bilgilerin ardından bu bölümün asıl konusu olan İSKİ/Göknel skalını incelemeye başlayabiliriz. Bu skalın ilginç ve ilk a göze çarpan yönlerinden biri, bir kısım Sosyal Demokratların savundukları ideolojiden tamamen farklı bir yapıya sahip olmalarıydı. SHP`nin yönetimindeki İstanbul Belediyesi`nde yaşanan skal, bazı Sosyal Demokratların, Sosyal Demokrasi`nin temelleri olarak tanıtılan halkçılık, sosyal adalet, sömürü karşıtlığı gibi kavramlardan hiç nasip almadıklarını açıkça ortaya koymuştu.

 

Kuşkusuz bu durum anında İtalya örneğini hatırlattı. Çünkü İtalya`da da Sosyal Demokrat Parti`nin en az kapitalist partiler kadar yolsuzluk ve rüşvet olaylarının içinde olduğu ortaya çıkmış ve sözkonusu Sosyal Demokratların tam anlamıyla “ikiyüzlü” oldukları belgelenmişti. Sosyal Demokrasi`nin içine düştüğü bu durum, İtalya`da ilginç fıkralara neden olmuştu. Nilgün Cerrahoğlu bunların birini şöyle anlatıyordu:

 

Sosyal Demokrat görüşleriyle tanınan düşünür Massimo Cacchiari`ye sormuşlar:

 

“Neden Sosyalist Parti`ye girmiyorsun?”

 

“Teşekkür ederim” demiş Cacchiari, “Buna gerek yok; çünkü ben aileden zenginim.”

 

Cerrahoğlu şöyle diyordu: “Başkent Roma`da ağızdan ağıza dolaşan bu anektod, İtalyan sosyalistlerinin boğazına dek saplıkları skalın boyutlarını olduğu gibi sergiliyor. Öyle ki parti lideri eski Başbakan Bettino Craxi artık sokağa bile çıkamıyor.”

 

Nitekim İSKİ skalının ilerleyen günlerinde medyanın önemli bir bölümü bu konuyu vurgulamaya, “Aslan Sosyal Demokrat”ların rezilliklerine dikkat çekmeye başladılar. Kısa süre içinde olay “Sosyal Demokrat bir yolsuzluk öyküsü”ne dönüştü. Son olarak da, önceden de belirttiğimiz gibi Ergun Göknel`in aşk hikayesine…

 

 
Ergun Göknel İSKİ sakalının flaş ismiydi. Ancak skalın boyutları, bu “su müdürü”nü çok çok aşıyordu. Göknel, belki de bir kurban başka bir şey değildi; daha büyük isimlerin deşifre olmaması için feda edilmişti.

 

Oysa atlanan, daha doğrusu gözardı edilen bir nokta vardı: İtalya`daki Sosyal Demokratların ideolojilerine görünürde ters olan yolsuzluk batağına saplanmalarının arkasında, yine ideolojilerine görünürde ters olan bir örgüte, masonluğa intisap etmeleri yatıyordu. İtalyan mafya hiyerarşisinin en üstünde bulunan masonluk, Sosyal Demokratları da içine almıştı. Olayın arkasındaki asıl gerçek buydu.

 

İSKİ skalına bakıldığında da bu masonik boyutu görmek mümkündü. Nitekim Ergun Göknel`in masonik bağlantıları ortaya çıktıkça, medyanın bilinçli dürüst kesimleri de skalı haklı olarak “yerli P2” olarak yorumlamakta gecikmediler. Bunun ayrıntılarını ilerleyen sayfalarda inceleyeceğiz.

 

Aslında daha önce de yolsuzluk skallarında “masonik boyut” olduğuna dair bilgiler ortaya çıkmıştı: ANAP`lı Bayındırlık ve İskan eski bakanları Cengiz Altınkaya ve Safa Giray`ın görevi kötüye kullanmak suçundan Yüce Divan`da yargılanmaları sırasında “Ayhan Tekinoğlu” imzalı bir dilekçede otoyol ihalelerindeki yolsuzlukların arkasında masonik ilişkilerin bulunduğu söylenmişti. Ama nedense bu ilişkiler araştırılmamıştı.

 

İSKİ skalı ile ortaya çıkan tablo ise hem son derece ilginç hem de son derece karmaşıktı. Çünkü ortaya çıkan bağlantılar, aynı İtalyan P2`sinde olduğu gibi masonluktan yahudi örgütlerine kadar geniş bir zincir oluşturuyordu. Bu zincirin içinde geleneksel Türk mason localarından Atlas locası gibi “özel” localara, 500. Yıl Vakfı ve B`nai B`rith gibi yahudi örgütlerinden, Bilderberg`e kadar uzanan halkalar vardı. Bu zinciri incelemeden önce, sözkonusu örgütlere bir göz atmakta yarar var. Türk mason localarını ve “özel loca” kavramının anlamına az önce değinmiştik ama 500. Yıl Vakfı ve B`nai B`rith üzerinde durmak gerekiyor.

 

500. Yıl Vakfı, 1989 yılında Türk Yahudi cemaatinin önderliğinde kuruldu. Vakıf, sözde, İspanya`dan 1492 yılında sürülen Sefarad yahudilerinin bir bölümünün ki bu sürgünün içyüzünü kitabın hemen başında incelemiştik Osmanlı`ya kabul edilişlerini anmak için kurulmuştu. Oysa vakfın oldukça önemli bazı politikaları vardı. Bunların başında, Türkiye`nin İsrail`e yakınlaştırılması hedefi. Nitekim bu hedefe büyük ölçüde ulaşıldı. 500. Yıl Vakfı`nın bir diğer amacını ise vakıf başkanı Jak Kamhi, İsrail`de Türkçe yayınlanan Haber adlı haftalık gazeteye açıklamıştı. Kamhi, şöyle diyordu: “500. Yıl Vakfı faaliyetlerinin amacı Erbakan ve arkadaşlarının etkilerini azaltmaktır.” 10

 

500. Yıl Vakfı üyeleri de ilginç kişilerdi. Büyük çoğunluğu ülkedeki yahudi cemaatinin önde gelen üyeleriydi. Aralarında uluslararası yahudi örgütlerine üye olanlar vardı. Hatta, “Ortadoğu uzmanı” Faik Bulut`un bir yazısında bildirdiği üzere, 500. Yıl Vakfı`nın yahudi yöneticilerinden biri, “Mossad`ın Türkiye`de kurduğu istihbarat istasyonunun da şefi” idi Ayrıca yahudi dönmesi kimliğiyle tanınan kişiler de vakfın çatısı altındaydılar.

 

Türkiye`deki bir diğer önemli yahudi örgütü ise, uluslararası yahudi organizasyonu B`nai B`rith idi. Amerika`da doğan bu örgüt masonluğun bir benzeriydi ancak yalnızca yahudileri üye kabul ediyordu (bu yüzden B`nai B`rith`e “yahudi masonluğu” da denir). Ancak diğer bazı ülkelerde de olduğu gibi B`nai B`rith, Türkiye`de de takma ve oldukça da masum bir isimle faaliyet gösteriyordu: Fakirleri Koruma Derneği Fakirleri korumak için kurulduğu iddia edilen, ancak bu “masum” amaç için kapısını kameralarla koruma altına alma ihtiyacı duyan derneğin gerçek yapısı, üyelerine bakınca hemen anlaşılıyordu zaten: Derneğin tüm üyeleri, yahudi cemaatinin üyeleriydiler.

 

500. Yıl Vakfı ile “Fakirleri Koruma Derneği” arasında da çok yakın bir bağlantı vardı doğal olarak. Vakfın pek çok üyesi aynı zama da sözkonusu paravan B`nai B`rith şubesinin üyeleriydiler. Bu üyeler arasında; Hahambaşı David Asseo, 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi ve İkinci Başkanı Naim Güleryüz, Yitzhak Abudaram,Yakup Barouh, Nesim Benbanaste, Midat Benhayim, Mişel Benrev, Salamon Bicirano, Mişel Boritzer, Emil H. Franko, Mario Fravman, Vomtof Garti, Yusef Gerez, Abram Goldenberg, Moşe Haleva, Rıfat Hasan, İzzet Hatem, Sami Herman, İzzet Kayan, İzzet Keribar, Hayim Kohen, Sami Kohen, Bernar Nahum, Silmen Salamon Ovadya, İlyao Perahya, Bensiyon Pinto, Albert Razon, Selim Razon, Rıfat Saban, Vitali Saporta, Silviyo Sayah, Rafael Torel ve Nedim Yahya gibi isimler vardı. Ayrıca 500. Yıl Vakfı temsilcileri B`nai B`rith`in merkeziyle de yakın ilişki içindeydiler. Jak Kamhi, vakfın B`nai Brith`in Dallas`da 1990 Ağustosu`nda yapılan uluslararası konvansiyonuna da katıldığını açıklamıştı.

 

Bu arada 500. Yıl Vakfı masonlukla da içiçeydi. Vakfın çok sayıdaki üyesinin mason localarının müdavimleri olduğunu daha önceki çalışmalarımızda incelemiş ve İshak Alaton, Moşe Haleva, Yitzhak Abudaram, Nesim Benbanaste, Alber Bilen, Üzeyir Garih, Yomtof Garti, Rafael Roditi, Şehabettin Kocatopçu, İlyao Perahya, Rıfat Saban, Hayim Kohen, Aydın Gün, Yasef Mitrani, Yusef Gerez, Sami Herman, Yakup Barouh, Nedim Yahya, Bernar Nahum, Naim Güleryüz gibi vakıf üyelerinin masonluklarını belgelemiştik. Ayrıca 500. Yıl Vakfı faaliyetlerinin masonlukla koordineli bir şekilde yürüdüğünü biliyoruz. Vakfın ikinci Başkanı Nedim Yahya mason localarında vakıf ve amaçları ile ilgili konferanslar vermiş, örneğin Gönül Mimarları Locası`nda Üstad-ı Muhterem Nuri Önal`ın da katkısıyla 500. Yıl Vakfı ve Sefarad yahudileri konulu önemli bir “brifing” sunmuştu.

 

Kısacası Türkiye`de, mason localarından, yahudi cemaatinin B`nai B`rith, 500. Yıl Vakfı gibi organlarına kadar uzanan bir zincir vardır. “Erbakan ve arkadaşlarının etkilerini azaltmak” gibi önemli politik hedeflere de sahip olan bu zincirin İtalyan P2`sini hatırlattığını söylemek kuşkusuz bir abartma değildir. Zaten İSKİ skalı da bu masonik zincire yolsuzluk boyutuna eklemiş ve böylece P2 tablosundaki son eksiği de tamamlamıştır.

 

 

 

 

 

GÖKNEL DOSYASINDAKİ MASONLAR

 

Ergun Göknel`in masonlarla olan yakın ilişkisi, ilk olarak, skalın ortaya çıkmasında birinci dereden rol oynayan eski eşi Nurdan Erbuğ`un gazetecilerle yaptığı bir röportaj sırasında Göknel`in masonlarla olan bağlantılarından söz etmesiyle duyuldu. Erbuğ, “Ergun siyasette başarı için önemli odakları kontrol etmesi gerektiğine inanıyordu. Masonlar ile ilişkilerini Profesör Selçuk Erez ve Üstad Pınar Aran yürütürdü” demişti.

 

Bu iki isme baktığımızda gerçekten de mason, hem de oldukça kıdemli birer mason olduklarını görüyoruz.

 

Selçuk Erez 1986 yılında kurulan Meşale locasının kurucu ve 1. Nazırı`ydı. 1987-1988 yıllarında Meşale locası Üstad-ı Muhteremi oldu. Locaya matrikül no. 5`le kayıtlıydı. Meşale locasından önceki locası İdeal locasıydı.

 

Ayrıca Selçuk Erez`in localarda değişik tarihlerde konferansları var. 14 Ekim 1987 tarihinde Meşale locasında “Kamuoyu Araştırma Metotları” konulu bir konferans verdi. 20 Ocak 1988 yılında yine Meşale locasında “Kimliğimiz” konulu bir konferans verdi. 25 Nisan 1989 yılında bu kez Nilüfer locasında “Masonluğun Kuruluşu” konulu bir konferansı yer aldı.

 

Meşale locası ilginç bir loca. 1987-1988 yılında bu locanın Üstad-ı muhteremi olan Selçuk Erez, locada SHP`li Kadıköy Belediye Başkanı Cengiz Özyalçın`la beraberdi. Daha önce Sevgi locası biraderlerinden olan Cengiz Özyalçın, Selçuk Erez`le beraber Meşale locasının kurucuları arasında yer aldı.

 

 
Ergun Göknel, mason avukatı Önder Öztürel`le birlikte mahkemede.

 

Bu arada, Selçuk Erez`in, Göknel`le birlikte seçim sırasında Nurettin Sözen için çalıştığını da unutmayalım. Sözen`in seçim karargahının asları Ergun Göknel ve Selçuk Erez`den başka Alev Coşkun, Metin Kavuk, Muhittin Tığlı, Biltin Toker, Hilmi Yavuz, Osman Ataman gibi isimler de yer alıyordu.

 

Selçuk Erez, Sözen`le Göknel`in tanışmasına da aracı olmuştu. Yerli Bilderberg görünümündeki Taksim toplantıları, biraderlerin dostluğunu daha da pekiştirmişti.11

 

Ergun Göknel`in bağlantılarını genişleten bir başka mason dostu ise az önce ismini saydığımız Pınar Aran`dı. Masonlar için yayınlanan Mimar Sinan dergisinde, 21 Mayıs 1984 tarihinde Özlem locasında Pınar Aran`ın “Washington-Arlington Mabetlerinin Ziyaret İntibaları” konulu bir konferans verdiğini görüyoruz. Bu belge Washington`daki localarla bağlantıyı Pınar Aran`ın sağladığını gösteren önemli bir delil.12

 

Ergun Göknel`in yanındaki masonlar bununla sınırlı değildi. Ergun Göknel`in boşanma avukatı Üstad Mason Çetin Yıldırımakın`dı. Çetin Yıldırımakın 1531 matrikül no.`suyla Gün mason locasına kayıtlı. Daha önce Türkiye Lions klüpleri başkanlığını da yürüten Yıldırımakın masonik camianın kilit isimlerinden. Çetin Yıldırımakın Türkiye Fikir ve Kültür Derneği adı altında faaliyet gösteren masonik kuruluşun Defne grubunda skalın bir diğer kilit ismi olan Bensiyon Pinto ile beraber faaliyetlerini sürdürmekte. Şakül Gibi adlı mason dergisi, Yıldırımakın`dan şöyle söz ediyor: “1982-1983 Lions Genel başkanı olan Çetin Yıldırımakın Gün Locasının Üstad-ı azamı ve kurucusudur. 33. dereceden bir mason olan Yıldırımakın aynı zama Türkiye Yüksek Mason Şurası üyesidir.”

 

İlginç olan, Yıldırımakın`ın Göknel`den para almadan avukatlığını yapmasıydı. Olay, basına şöyle yansımıştı:

 

Göknel`in avukatlığını yapan Yıldırımakın, protokol harici olarak ödenen 8 milyardan haberi olmadığını ileri sürdü. Yıldırımakın, Göknel`den ücreti vekalet almadığını da söyledi. Türk hukuk piyasasının en pahalı avukatı olarak kabul edilen Yıldırımakın, `Ergun Göknel`i eskiden hiç tanımazdım. Fakat kendisini çok beğendim. Bu yüzden ücreti vekalet almadım` dedi.13

 

11 milyarlık nafakanın söz konusu olduğu bir davayı ücretsiz üstlenen Çetin Yıldırımakın`ın bu işi Göknel`in “kara kaşı, kara gözü” için yapmadığı, aksine loca tarafından bu işte görevlendirildiği düşüncesi uyanıyor ister istemez.

 

Loca tarafından Ergun Göknel`in rüşvet ve yolsuzluk konuları için görevlendirilen avukat ise yine bir Üstad-ı Muhterem: Önder Öztürel.

 

Önder Öztürel Türkiye Fikir ve Kültür derneğinin 2 Haziran 1992 tarihli toplantısına katıldı. 26 Haziran 1992`de 29. dereceden 30. dereceye yükseldi. Yine aynı yıl içinde Üstad-ı Muhterem oldu. 21 Mart 1986 yılında Kültür Locasında “Düşünüyorum O Halde Varım” konulu konferans verdi. 12 Haziran 1987 yılında yine Kültür Locasında “Kuvvetin Felsefesi” başlıklı bir konferansı yer aldı. Öztürel ayrıca 27 Ekim 1989 ve 9 ekim 1990 tarihlerinde yine Kültür locasında iki konferans verdi.

 

 

 

 

 

GÖKNEL DOSYASINDAKİ YAHUDİLER

 

Kuran`da “yahudi karakteri”nin tarifi yapılırken, onların çoğunun “insanların mallarını haksız yere yedikleri” (Nisa, 161) haber verilir. Nitekim biz de bu gerçeğe kitabın önceki bölümlerinde sık sık rastlamıştık. Bu bölümün başında ise tarihin en büyük yolsuzluk skallarından biri olan İtalyan P2`sinin de, ülkedeki yahudi cemaati, Amerika`daki yahudi lobileri ve İsrail ile yakın ilişki içinde olduğuna değinmiştik.

 

Ne ilginç, aynı “yahudi bağlantısı” İSKİ/Göknel skalı için de geçerliydi. Göknel`in eski eşi Nurdan Erbuğ, bu bağlantıyı basına şöyle anlatmıştı:

 

… (Ergun Göknel) Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na aday olacaktı. Öncelikle basını ve televizyonları kontrol etmek için gerekli tedbirleri alıyordu. Bazı gazetecilere para verdiğini birçok kez söylemiştir. Eski patronu Aron Habib vasıtasıyla İstanbul Musevi cemaatinin ikinci adamı Bensiyon Pinto ile samimiyet kurdu. Bu kişi bazı büyük dolar transferlerini de gerçekleştiriyordu. Bir akşam eve döndüğünde `Artık bu iş bitmiştir. Musevi cemaati benim arkamda` dedi. Pinto, Ergun`un ABD seyahatinde Musevi liderleriyle görüşebilmesi için revular hazırladı. Ergun bu ülkeye seçim için gitmişti. Dönüşünde bana dünya Musevi lideriyle görüşerek tam destek aldığını söyledi.14

 

 
Nurettin Sözen`in yahudi lobisiyle içli-dışlı olduğu günlerden bir kare: Sözen, Hahambaşı David Aseo ve Jak Kamhi ile birlikte.

 

Aynı haberde bildirildiğine göre, Nurettin Sözen de Ergun Göknel`in Musevi cemaatinden destek aradığını doğrulayarak “Son dört yılda Musevi liderler benden 15 kez revu almışlarsa bunların 13`ünü Ergun Göknel ayarlamıştır” demişti. Bensiyon Pinto ise daha sonra neden Göknel`in ABD`deki yahudi lobisi ile temas kurduğu sorusuna “yukarılarda gözü vardı, siyasete atılıp başbakanlığa oynayacaktı, tanışmanın işe yarayacağına inanıyordu, bizden talep edince devreye girdik” diye cevap vermişti. Sanki Türkiye`de başbakan olmak için Amerika`daki yahudi lobisinden destek almak gerekiyormuş gibi…

 

Türk Yahudi cemaatinin etkin isimlerinden biri olan Aron Habib`in Göknel ile olan bağlantısı ise oldukça eskilere dayanıyordu. Habib”Ergun Göknel`i 21 yıldır tanırım. Plastel şirketinden eski patronuyum” demişti. Yeşilköy`de Ergun Göknel`in yeni eşiyle oturduğu lüks dairenin sahibi de Aron Habib`ti. Habib`in daire hakkındaki açıklamaları yeterli bulunmamıştı. Gizli satışla devredildiği iddia edilen 6 milyarlık dubleks daire için Habib `arkadaşıma kiraya verdim` demişti. Ancak ilk resmi ödeme dekontunun 4 Ağustos tarihini taşıması vergi kontrol memurlarının dikkatini çekmişti. Aron Habib`in oğlu Aron Habib`in de Göknel`in aracılığı sayesinde belediyeden Cihangir`deki eski Ege Bahçesini ihalesiz aldığı söyleniyordu. Fehmi Koru, Göknel-Habib ilişkisini şöyle açıklıyordu:

 

Ergun Göknel, Nurettin Sözen`le birlikte belediyeye gelmeden önce uzun yıllar Plastel Şirketi`nde çalışmıştı. Şirketin patronu Aron Habib. Aron Habib içinde bulunduğu cemaatin imkanlarını Ergun Bey`in önüne açmış, Ergun Bey`de başında bulunduğu İSKİ`nin imkanlarını Aron Habib`e. Birkaç yıl öncesine kadar sıkıntılarla boğuşan Plastel şirketinin sahibi Aron Habib İSKİ`den iş alan en büyük müteahhitlerden biri olmuş kısa zama.15

 

Milliyet ise Aron Habib-Göknel bağlantısı ile ilgili ilginç sorular soruyor, 22 Mayıs saat 13.00 ve 15 Haziran saat 14.30 `da Göknel ile Habib arasında “özel oda”da geçen görüşmelerden ve yine Habib`in oğlu Cavit (Avi) Habib ile Göknel arasındaki örtülü ilişkilerden söz ediyordu.16

 

Peki kimdi Aron Habib?

 

Aron Habib Hahambaşılık İcra Kurulunda Başkan Vekili sıfatıyla Hahambaşı David Asseo`dan sonra gelen dört kişiden biri. Türkiye`de Beyoğlu Minare sokak 11/17`de Fakirleri Koruma Derneği adı altında faaliyet gösteren siyonist teşkilat B`nai B`rith`in başında bulunan Aron Habib, İsrail`le bağlantıları sağlayan hahambaşılığın dört isminden biri. Ayrıca pek çok yahudi derneğine de üye.

 

Göknel`in arkasında Habib`le birlikte bir yahudi daha, yani Bensiyon Pinto da vardı. Yine Aron Habib gibi Fakirleri Koruma Derneği (B`nai B`rith) üyesi olan Pinto, basındaki haberlerde Habib`le birlikte “iki kilit musevi” olarak geçiyordu:

 

 
Skalın kilit isimlerinden Bensiyon Pinto, avukatı Rıfat Sabah`la birlikte.

 

İSKİ skalında 2 kilit musevi… Göknel`in karanlık milyarlarının arkasında Aron Habib ve Bensiyon Pinto`nun bulundukları tahmin ediliyor. Göknel`in servetinin arkasında eski patronu ve ortağı Aron Habib`in olduğu belirtildi. Habib`in İSKİ ihalelerinde komisyonculuk yaptığı ve bu sayede kısa sürede çok zengin olduğu belirtiliyor. Bensiyon Pinto ise Göknel`in yurt dışındaki para ve banka işlerini takip eden kişi olarak biliniyor. Göknel`in İSKİ Genel Müdürü olduktan sonra Habib ile sık sık buluşup görüştüğü, görevden alındıktan sonra görüşmeleri gösteren revu kayıtlarının bazılarını sildiği anlaşıldı.17

 

Göknel`in yahudilerle olan ilişkisi Habib ve Pinto ile sınırlı değildi.

 

Ergun Göknel ile sık sık görüşebilen işadamlarının listesinde Üzeyir Garih, Baruh Kohen gibi isimler bulunuyordu. Ayrıca Göknel`in, ABD`de yahudi cemaatinden Nesim Bemsat ile görüşüp, 800 bin dolar almak için anlaştığı da ortaya çıkmıştı.

 

Olaydaki bir başka “kilit musevi” ise Salvo Bahar`dı. Sabah Bahar-Göknel ilişkisini şöyle anlatıyordu:

 

Göknel, Botaş Döviz büfesi sahibi Salvo Bahar ile yaptığı görüşmede `Parayı sana oğlum Demir getirdi. Üç parti halinde sana bozdurdu. Bunu polise böyle söyleyeceksin` şeklinde talimat verdi. Bahar, Göknel`in bu talimatı doğrultusunda evraklarda oynayarak paraların kendisinde bozdurulmuş gibi işlem yaptı. Mali Polis, ertesi gün kendilerine gelen Göknel`in önüne telefon konuşmalarını koydu. Bunun üzerine Göknel parayı İsviçre`deki gizli hesabından Salvo Bahar`ın hesabına aktardığını, karşılığında da kendisinden 9 milyar lirayı kalem müdürü aracılığıyla aldırdığını itiraf etti.18

 

Bensiyon Pinto`nun Göknel hakkındaki açıklamaları ise hayli ilgi çekiciydi: “Bensiyon Pinto: Ergun Bey 11 yıl musevi toplumunun içinde çalıştı. Patronu museviydi. Musevi kökenli çok arkadaşı var. Bazı ihaleler musevi kökenlilere mi verildi derseniz, bunun cevabını veremem.” 19

 

Milliyet ise Bensiyon Pinto`ya şu soruları soruyordu: 27 Nisan`da Niso Albuher, Bensiyon Pinto tarafından notuyla Göknel`le görüştü mü?… 19 Mayıs`ta Baruh Kohen`den sonra Bensiyon Pinto Göknel ile görüştü mü?… 18 Haziran`da Dan Merisin isimli kişiyle Göknel ile Bensiyon Pinto Hilton`da kahvaltı etti mi? 20

 

Bu arada Ergun Göknel, parayı Amerikalı yahudi liderlerden, Bensiyon Pinto`nun kefil olmasıyla aldığını açıkladı:

 

800.000 dolar bana Amerikan ve Dünya Musevi teşkilatlarının liderlerinden (…) tarafından temin edildi. Bu para bana İstanbul musevi cemaati lideri Bensiyon Pinto`nun kefaleti üzerine herhangi bir imzaya dayanılmadan şahsi özel kredi olarak verilmiştir.21

 

 
Eski günlerde kalan bir “biraderlik” tablosu: Atlas Locası`ndan Üzeyir Garih, Sevgi locasına bağlı SHP`li Kadıköy Belediye Başkanı Cengiz Özyalçın ve Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Yerli-Bilderberg sayılan Taksim toplantılarının müdavimi.

 

Peki kimdi Bensiyon Pinto?

 

Pinto, yahudi cemaatinin neredeyse Jak Kamhi`den sonra gelen iki numaralı ismi. Pinto, “yerli P2” modeline de tamamen uyuyor: 3331 matrikül no.suyla Hürriyet mason locasına kayıtlı bir mason. 500. Yıl Vakfı ve siyonist teşkilat B`nai B`rith üyesi de olan Bensiyon Pinto`nun bağlantıları İsrail`den Amerika`daki siyonist teşkilatlara kadar uzanıyor.

 

Bu arada Türk Yahudi cemaati, bu skalın en önemli isimlerinden biri olmasına karşın, Bensiyon Pinto`yu tüm bu yolsuzluk iddialarına rağmen desteklemekteydi. Şalom, “yahudi cemaati yöneticileri Bensiyon Pinto`ya tam destek verirken durumu da yakinen takip etmekteler” diyordu.

 

Ergun Göknel`in yahudi bağlantısı, 500. Yıl Vakfı`na ve vakfın başkanı olan Jak Kahmi`ye de uzanıyordu. Göknel, 500. Yıl Vakfı`nın yaptırdığı ve ülkedeki yahudi cemaatinin prestiji sayılan Musevi Lisesi`nin ruhsat işlerini de takip etmişti.22

 

Bu arada yerli P2 görünümündeki Göknel vakası, yahudi sermayeli İsviçre Bankalara yatırılan paralarla, İtalyan P2`sinin BNL ve BCCI bankalarıyla kurduğu bağlantılarını aratmayacak bir boyuta giriyordu. Milliyet “İsviçre bağlantısı” hakkında şunları yazmıştı:

 

Göknel`in İsviçre`nin Zürih ve Cenevre kentlerinde bulunan iki ayrı bankadaki hesabının hala açık olduğu ortaya çıktı. Milliyet muhabiri Cenevre`de bulunan ve iki yıl öncesine kadar
Musevilerin çoğunluk hissesine sahip olduğu Security Pacific Bank`ta Göknel`in oğulları Demir ve İlhan şifreleriyle açılmış iki hesaba 20`şer frank yatırdı ve makbuzlarını aldı.
23

 

Daha önce Alarko`nun yönetim kurulu başkanlığını yapan ve Sözen`in iki büyük bürokratından biri ve kıdemli bir mason olan Tuğrul Erkin hakkında Göknel`in verdiği bilgiler de olayın İsviçre bankalarına kadar uzığını gösteriyor: Medyada Ergun Göknel`in ifadelerine dayanarak Tuğrul Erkin`in 8.5 milyon dolar rüşvet aldığı açıklı.24 Ayrıca Sözen`in öteki büyük bürokratının, Nafile Yalçın`ın da İsviçre`de hesapları vardı.25

 

Kısacası “İSKİgate”in yahudi bağlantısı son derece çarpıcıydı. Necati Doğru “Milano`dan savcı mı ithal edelim?” başlıklı yazısında olayın bu yönünü şöyle yorumluyordu:

 

 
Aron Habib

 

 
Salvo Bahar

 

İstanbul`daki Musevi cemaatinin ikinci adamı Bensiyon Pinto ile konuştum… `
Kirli işlere girmem` diyor.
Dövizin liraya çevrilip, liraların eski su müdürünün eski eşine virmanlanmasında kesinlikle bir ilişkisinin olmadığını söylüyor.
Peki adı niçin geçiyor?
Temiz bir iş için Göknel kendisine gelmiş,”Beni ABD`ye götür.Yahudi lobisi ile tanıştır “diye ricada bulunmuş…
Gitmişler tanışmışlar…
Yemişler içmişler…
Allah bilir İSKİ`nin paralarıyladır.
Göknel Yahudi lobisiyle tanışınca İstanbul`da su mu ucuzlayacak?
Size söylüyorum…
Şablon aynıdır…
ABD`ye giderler…
Ya da Avrupa`ya…
Lobilerle tanışırlar…
Yağ çuvalı, kolesterol deposu vücutlarını tornadan geçirirler.
Sözüm ona zayıflarlar.
Beyinlerine kaset sürülür…
Ellerine dosyalar verilir…
Büyük adam havasıyla dönerler.
Halk şirketlerini yemlik yaparlar.
Partinin delegelerini beslerler.
Halk adamı geçinirler…
Ama aslında sapı silik zümreyle bütünleşir, çeteleşirler.
Böyle olmasaydı eski Su Müdürü Göknel de ABD`deki Yahudi lobisine gidecek yerde eline geçen altın fırsatı değerlendirip İstanbul ve dolayısıyla Anadolu halkına hizmet vermeyi denemez miydi?
26

 

 

 

1 Hürriyet, 5 Ağustos 1993.
2 P2 hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Bilim Araştırma Grubu, Yehova`nın Oğulları ve Masonlar: Yeni Dünya Düzeninin Gerçek Mimarları, 1.b., İstanbul: Araştırma Yayıncılık, Eylül 1993.
3 Panorama, 3 Ocak 1993.
4 Uğur Mumcu, Papa Mafya Ağca, 4.b., İstanbul: Tekin Yayınevi, 1987, s. 246.
5 Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception: A Rogue Agent Exposes the Mossad`s Secret Agenda, New York: Harper Collins Publishers, 1994, s. 226.
6 Martin Short, Inside the Brotherhood: Further Secrets of the Freemasons, London: Grafton Books, 1989, ss. 116-118.
7 Silvio Berlusconi eski bir P2 üyesiydi. Werner Raith, Yeni Mafya Karteli adıyla Türkçe`ye çevrilen kitabında (İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1995), Berlusconi`nin bir P2 üyesi olduğunu, hatta 1994`de politikaya atıldığında biraderlerinden büyük destek gördüğünü yazmıştı. Buna göre, İtalya Büyük Locası “Gre Oriente d`Italia”nın eski başkanı, Berlusconi`yi eleştiren bütün yazı işleri müdürlerinin işten çıkartılmasını sağlamıştı. Bu durum, hem Berlusconi`nin ardındaki masonik dayanışmayı, hem de bu dayanışmanın medya üzerindeki karşı konulamaz gücünü gösteriyordu.
Berlusconi`nin Başbakan oluşu ise, ülkedeki ünlü “Temiz Eller” hareketinin yalnızca bazı mason politikacıları tasviye ettiğini, buna karşılık masonluğun İtalya üzerindeki etkisini koruduğunu gösteriyordu. P2`nin deşifre olmuş olmasının önemi yoktu; İtalyan medyasında P2`den sonra bir de P3`ün var olduğuna dair haberler çıkmıştı.Mason Berlusconi`nin mafya bağlantısının sürdüğü ise, İtalyan Panorama dergisi tarafından ortaya kondu. Berlusconi`nin Forza Italia adlı partisi ile Sicilya mafyası arasında çok yakın ilişkiler olduğunu duyuran dergi, bu noktadan hareketle, Berlusconi`nin partisine de “Forza Mafya” adını taktı.
Bir P2 üyesi olan Berlusconi`nin İsrail`le olan bağlantıları da oldukça ilginçti ve masonluğun genel çizgisine uyuyordu. Bu konuya, Eylül/Ekim 1994 tarihli Washington Report on Middle East Affairs dergisi dikkat çekmişti. Derginin haberine göre, İtalyan Dışişleri Bakanı Antonio Martino, 1994 Mayısında Amerikalı yahudi liderlere “Berlusconi`nin son yirmi yılda İtalya`da iktidara gelen en İsrail-yanlısı hükümeti kurduğunu ve İtalya`nın uzun zamır sürdürdüğü Arap-yanlısı politikayı kesin olarak değiştireceği”ni söylemişti. Berlusconi`nin bir başka ilginç İsrail bağlantısı da, 19 Aralık 1994 tarihli Hürriyet`in haberine göre, aynı Henry Kissinger gibi, yakın korunmasının Mossad ajanları tarafından sağlanıyor oluşuydu.
8 “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası” tarafından yayınlanan 1909-1989 Türkiye`de 80 Yılda Mason Locaları (Kısa Tarih-İsimler-İstatistikler) adlı kitaba göre (İstanbul: Yenilik Basımevi, 1990), yalnızca yahudilerin üye olabildiği ATLAS LOCASI, 7 Ekim 1948 tarihinde kuruldu. Locanın geçmiş üyeleri arasında Türkiye`deki yahudi cemaatinin seçkin isimleri yer alıyordu: M. Abravanel, S. Botton, Jak Essayan, Morko Kohen, Edvar Lebet, Piyer Psalti, Jak Nahum, Raul Rozenthal, Leon Yakoel, A. Mezbur, A. Mosse, A. Saltiel, K. H. Sarlıca, A. Zoletti, Sami Mordo, Y. Garti, Moris Danon, V. Menaşe, Nedim Yahya, David Kohen, Jak Bonfil, Nesim Güveniş, Benjo Alaton, Albert Menase, Viktor Sidi gibi. Bugünkü ünlü üyeler arasında ise, yazıda belirttiğimiz gibi, İshak Alaton, Üzeyir Garih gibi isimler yer almaktadır.
Türkiye`deki diğer “yahudi locaları” arasında İstanbul vadisine bağlı olan PROMETHEE de vardır. 1909-1989 Türkiye`de 80 Yılda Mason Locaları`na göre, 9 Haziran 1952`de kurulan locanın üyeleri arasında; Aşer Pardo, J. Gomel, Rafael Roditi, Nelson Arditi, Aybars Ciliv, Murat Gomel, Mustafa Besimzade gibi isimler yer alır.
Bir diğer “İbrani loca”, yine İstanbul vadisine bağlı olan HUMANITAS`tır. Aynı kaynağa göre, 6 Eylül 1961`de kurulan HUMANITAS`ın üyeleri arasında şu isimler yer alır: Mehmet Fuad Akev, Sami Mordo, Eli Behmorias, Selim Albukrek, Boris Gilodo, Yusuf Levi Levent, Albert Razon, Lazzaro Donato Franko, Emil Ada, Edouvard Ada, Viktor Alfari, Sami Mordo, Edvart Zarfçı, Sahir Akev, Samuel Kemal Brudo, Josef Leon Gabay, Moris Alfari, S. Soryano, Yasef Yoaf, Hayim Kohen, Jak Alguvadis, David Yerşenli, Eddy Siva, Yusuf Zara, Lazar Russo, İzak Abudaram, Leon Levi Coşkun.
Sözkonusu “yahudi locaları” arasında üye transferleri de gerçekleşir. Örneğin İstanbul vadisine bağlı olan ve 14 Ocak 1977`de kurulan EVREN locası, büyük ölçüde HUMANİTAS`ın eski üyelerinden oluşmaktadır. EVREN`e üye olanlar arasında; David Yerşenli, Aron Ender, Yako Doğu, Sro Mordo, Selim İşman, Vedat Ovadya, Kırkor Büyükerciyes, Emil Ada, Rıfat Saban, Jak Alguadiş, Kay ra Akıalp, Leon Mitrani, İsak Behar, Leon Levi Coşkun, Edi Behar, Nino Dö Behar, gibi isimler sayılabilir.
9 Hürriyet, 14 Kasım 1993.
10 Haber, 6 Aralık 1991.
11 Hürriyet, 3 Eylül 1993.
12 Mimar Sinan, sayı 52, s. 92.
13 Hürriyet, 9 Ağustos 1993.
14 Hürriyet, 4 Ağustos 1993.
15 Taha Kıvanç, Zaman, 10 Ağustos 1993.
16 Milliyet, 21 Ağustos 1993 .
17 Sabah, 16 Ağustos 1993.
18 Sabah, 26 Ağustos 1993.
19 Milliyet, 19 Ağustos 1993.
20 Milliyet, 21 Ağustos 1993.
21 Hürriyet, 15 Ağustos 1993.
22 Zaman, 18 Ağustos 1993.
23 Milliyet, 29 Ağustos 1993.
24 Show TV, Arena, 23 Eylül 1993.
25 Milliyet, 5 Ağustos 1993.
26 Necati Doğru, Milliyet, 8 Ağustos 1993.

 



 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi