SEKİZİNCİ BÖLÜMÜ: İSRAİL YA DA MESİH`İN AYAK SESLERİ
“İkibin yıllık bir aradan sonra yahudiler
– İsrailli haham Haim Drukman
4 Kasım 1995 gecesi, Tel-Aviv`de, iktidardaki İşçi Partisi tarafından organize edilen büyük bir “barışı destekleme” mitingi yapılmıştı. Ancak toplantının sonunda İşçi Partisi lideri ve Başbakan Yitzhak Rabin, alanı terketmek üzereyken bir suikastçı tarafından yakın mesafeden iki kurşunla vuruldu. Hastaneye kaldırıldı, ama kurtarılamadı. Hem İsrail, hem de tüm dünya şok yaşadı. CNN ekranlarında günlerce tek haber olarak verilen suikast gerçekten de önemliydi. Rabin`in cenaze töreninede neredeyse dünyadaki tüm önemli siyasi liderler katıldı.
Suikastın en şaşırtıcı yönü ise, katilin Arap değil, Yahudi oluşuydu. İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, “bana vur emrini Tanrı verdi” diyen genç İsrailli Yigal Amir tarafından öldürülmüştü.
Rabin`in öldürülmesinin ardından, İsrail`deki “Mesihçi” dini grupların üyelerinden biri olan Lea Rabinovich ise şöyle demişti: “Böyle bir olay meydana gelmişse, bunun nedeni Mesih`in ortaya çıkışının yaklaşmış olmasıdır. Bu (suikast) bir `mitzva`, yani dini bir eylemdir.” 1
Bu kuşkusuz ilginç bir durumdu. Bir yahudi liderin öldürülmesi, nasıl olurdu da Mesih`in gelişinin yakın olduğunu gösterirdi?
Bu sorunun cevabını bulmak için İsrail üzerinde kapsamlı bir inceleme yapmak ve bu devlet ile Mesih Planı arasındaki ilişkiyi bulmak gerekiyor.
Mesih Planı`nın İsrail`le ilgili yönüne en son 4. bölümde değinmiştik. Plan`ın en can alıcı aşamalarından biri, Kutsal Topraklar`a dönüş projesiydi. Bu projenin, Hıristiyan Siyonistlerin desteği ve Nazi kartı gibi ilginç yöntemlerle gerçeğe dönüştüğünü de gördük. Kutsal Topraklar`a dönüş projesinin başarıya ulaşması, İsrail Devleti`nin kurulması demekti. Herzl`in 1898`de söylediği “50 yıl içinde yahudi devleti kurulacaktır” sözüne uygun olarak, İsrail Devleti, 1948 yılında, aynı kehanetteki gibi “bu işe gönüllü olarak yardım eden” devletlerin desteğiyle kuruldu.
İsrail`in kurulması, Mesih Planı açısından dev bir gelişmeydi. Mesih Planı`nın asıl mimarları olan Kabalacılar, İsrail Devleti`nin kuruluşunun Plan adına büyük bir başarı olduğunu bildirmiş ve bu küçük devletin, “Mesih`in gelişinin başlangıcı” olduğunu kabul etmişlerdi. Dolayısıyla, İsrail Devleti, kurulduğu günden itibaren Mesih Planı`nın önemli bir parçası oldu. Bu devlet, Kabalacıların yüzyıllardır sürdürdükleri çabaların bir sonucuydu. Mesih Planı`nın nihai hedefine ulaşması, yani Mesih`in gelip yahudi egemenliği altında Kudüs merkezli bir Dünya Devleti kurması da bu devlet aracılığı ile olacaktı. İsrail, Mesih`in kuracağı büyük imparatorluğun çekirdeği olarak kabul ediliyordu.
Bu nedenle de, İsrail Devleti`nin asıl hedefi, ilk günden bu yana, Mesih Planı`nı gerçekleştirmek oldu. Yahudi devleti, Mesih Planı`nın eksik kalan kehanetlerini hayata geçirmeyi temel amaç olarak kabul etti.
İlerleyen sayfalarda, İsrail`in orta ve uzun vadeli politikalarının aslında Mesih Planı`nın birer parçası, Mesih`in gelişi ile ilgili kehanetlerin birer uygulaması olduğunu inceleyeceğiz. Bu arada, son yıllarda gündemde olan “Ortadoğu Barış Süreci”nin ve Rabin suikastının gerçek anlamını da birlikte keşfedeceğiz.
İsrail Devleti`ni kuran liderlerin en çok üstünde durdukları konu, “sürgünlerin toplanması”ydı. “Sürgünlerin toplanması”, 4. bölümde de değindiğimiz gibi, Mesih Planı`nın bir parçasıydı ve Tapınak yıkıldıktan sonra dünyanın dört bir yanına dağılmış (sürülmüş) olan yahudilerin yeniden Kutsal Topraklar`a dönmesini ifade ediyordu. Bu dönüş işleminin Plan`daki önemine dikkat çeken kişilerin başında ise Kabalacı haham Hirsch Kalischer geliyordu. Siyasi Siyonizm`in temellerini oluşturan Kalischer, Kutsal Topraklar`a çok sayıda yahudinin yerleşerek bir devlet kurmalarının Mesih`in gelişi için şart olduğunu bildirmişti. Kalischer`e göre bunun ardından yahudilerin Kudüs`ü ele geçirmeleri ve Tapınak`ı yeniden inşa etmeleri gerekiyordu. Bu üç misyon da yerine getirildikten sonra, Mesih yeryüzüne inecekti.
İlginçtir, İsrail`in liderleri tam da Kalischer`in çizdiği yolu izlediler. Yahudi devletinin Chaim Weizmann, David Ben Gurion gibi yöneticileri, ilk hedef olarak çok sayıda yahudiyi Kutsal Topraklar`a döndürmeyi, yani “sürgünleri toplamayı” belirlemişlerdi.
İlk Başbakan Ben Gurion, göreve geldiği an itibaren İsrail`e göçü yoğunlaştırabilmek için her türlü yolu denedi. Bir grup Amerikalı`nın İsrail`i ziyareti nedeniyle, 31 Ağustos 1949`da yaptığı bir konuşmada, şunları söylüyordu:
Bir Yahudi Devleti kurma rüyamızı gerçekleştirmiş olmamıza karşın, henüz işin başındayız. Yahudi halkının büyük bir kısmı hala dışarda; bugün İsrail`de yalnız 900.000 Yahudi var. Gelecekte bütün Yahudiler İsrail`de toplanmalıdırlar. Ana babaları, çocuklarını buraya getirmeye çağırıyoruz. Yardım etmeyecek olurlarsa, gençliği İsrail`e biz getireceğiz. Ancak umarım ki buna gerek kalmaz.2
Ben Gurion`un “eğer gelmezlerse biz getireceğiz” şeklinde ifade ettiği yöntem, yahudileri zorla Kutsal Topraklar`a taşıma yöntemiydi. Bu yöntem, Nazi-Siyonist işbirliği ile uygulamaya konmuştu. Bu işbirliği etkili olmuş ve önemli sayıda yahudi Nazi politikası sayesinde Filistin`e aktarılmıştı. Ancak Ben Gurion, Filistin`e gelen yahudi sayısından memnun değildi ve daha fazlasını istiyordu. Çünkü II. Dünya Savaşı sırasında oluşturulan Soykırım efsanesine rağmen, çoğu yahudi Filistin yollarına düşmektense, yerlerinde kalmayı ya da Kuzey Amerika`ya göç etmeyi tercih ediyordu.
Ben Gurion`un “gelmezlerse biz getireceğiz” şeklindeki düşünceleri, aynı yıllarda Haham Joseph Gedaliah Klausner`in ünlü konuşmasında da dile geldi. 2 Mayıs 1948`de Amerikan Yahudi Kongresi`nde (AJC) konuşan Haham Klausner, yahudi halkının cemaatlerini açıkça tehdit etmişti. Şöyle diyordu:
Halkın Filistin`e gitmeye zorlanması gerektiği kanısındayım. Bu yeni bir program değil, daha önce ve yakın geçmişte de kullanılmıştı… Böyle bir programda ilk adım, şu ilkenin kabul edilmesidir: Dünyadaki yahudi toplumu Filistin`e gitmeye ikna edilmelidir. Bu programı gerçekleştirmek için Yahudi toplumunun politikasını değiştirmek ve yersiz kalan Yahudi halkı rahat ettirmek yerine, onları bulundukları ülkelerde mümkün olduğu kadar rahatsız etmek gerekir… Daha sonra, Yahudileri tedirgin edecek Haganah türünde bir örgüt kurmak gerekebilir. Sağlanan kolaylıklar azaltılmalıdır… İsrail dışındaki Yahudiler, ne yapacakları kendilerinden sorulacak değil, kendilerine söylenmesi gereken hasta insanlardır...3
Klausner Siyonist hareket içinde çok önemli bir isimdi, hatta İsrail`in ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday gösterilmişti. Aynı dönemde Siyonist lider Dr. Israel Goldstein da, Yahudi halkının halen İsrail`e göç etme konusunda gösterdiği gevşeklikten ötürü bir yan yakınıyor ve imalı tehditler savuruyordu:
Amerikalı Yahudiler daha ne bekliyorlar? Bir Hitler`in kendilerini zorla kovmasını mı? Öteki ülkelerdeki Yahudileri göç etmeye zorlayan trajedilerin kendi başlarına gelmeyeceğini mi zannediyorlar? Kurtulacaklarını mı sanıyorlar? 4
Dünya yahudilerini İsrail`de toplamaya çalışan Siyonistler arasında, dindarlar da vardı, ateistler de. Laik Siyonistler ve dindar Siyonistler bir kez daha elele vermişlerdi. Her iki taraf da “sürgünleri toplamaya” uğraşıyordu. 4. bölümde de değindiğimiz gibi, laik ve dindar Siyonistler arasındaki bu ittifak, Yahudi dininin yapısından kaynaklanan bir ittifaktı: Yahudilik, bir din olduğu kadar aynı zama da bir ırk bilinciydi. Dolayısıyla, bir yahudi, hiç dindar olmasa bile, Muharref Tevrat`a sıkı sıkıya bağlanabiliyordu. Dolayısıyla Mesih Planı`na bağlanmak için de dindar olmak gerekmiyordu. Yahudi ırkının dünyaya egemen olmasını öngören bu Plan`a, din değil, ırk bilinciyle de sahip çıkılabilirdi. Laik Siyonistler, bu nedenle “sürgünlerin toplanması”na ve dolayısıyla Mesih Planı`na destek oldular.
|