ALTINCI BÖLÜM: DÜZEN`İN ARDINDAKİ GÜÇLER
II . K I S I M
DÜZEN`İN GERÇEK YÖNETİCİLERİ
Görüyorsun sevgili dostum Coningsby, dünya, olayların perde arkasını bilmeyen insanların sığı kişilerden çok daha farklı kişiler tarafından yönetilmektedir.
Lionel Rothschild`ın 1844 yılında müstakbel İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli`ye (Coningsby) yaptığı bir konuşmadan, American Manifest Destiny the Holocausts, Conrad Grieb, s. 4
ALTINCI BÖLÜM
DÜZEN`İN ARDINDAKİ GÜÇLER
Bir perde her zaman gereklidir. Gücümüzün büyük bölümü gizlenmekten kaynaklanır.
Bu yüzden de, her zaman bir başka derneğin adı altında gizlenmeliyiz.
– İllüminati locasının 1794`teki bir metninden; Die neuesten Arbeiten des
Spartacus und Philo in dem Illuminaten-Orden, 1794, s. 143
Bu durumda sorabiliriz: Eğer Dünya Düzeni bugün egemenliği elinde
bulunduruyorsa, neden bazı kurumlara ihtiyaç duymaktadır?
Cevap açıktır: Dünya Düzeni egemenliğini korumaktadır çünkü egemenliğini
reddetmekte, kendi varlığını kabul etmeyip gizlemektedir. Onun gücü heryerde;
hükümetlerde, eğitimde, bazı dini gruplarda, incelikle hesaplanan savaşlar,
devrimler ve kıtlıklarda görünmesine karşın, Dünya Düzeni, aynı mafya gibi kendi
varlığını reddeder. Dünya Düzeni`nin hizmetçileri değişir ama Düzen sabit kalır.
Eğer çok fazla kişi CFR`yi (Council on Foreign Relations) farkederse, bu kez güç
Bilderberg`e ya da Trilateral Komisyonu`na aktarılır. Ama Düzen`in
egemenliği sabit kalmaktadır.
– Eustace Mullins. The World Order: Our Secret Rulers, s. 193
Dünya, 20. yüzyılla birlikte eskisinden çok farklı bir dünya haline geldi. Yüzyılın hemen başlarında tüm güç dengeleri değişti. Bütün güçlü monarşiler yıkıldı ve yerlerine 19. yüzyıldaki anti-monarşik dalganın yeni sonucu olan ulus-devletler kuruldu. İslam dünyası, dünya politikasında son temsilcisi olan Osmanlı`nın yıkılmasıyla gücünü yitirdi. Yeni bir dünya düzeni, aslında bu yüzyılın başında kuruldu. Bu düzen, dünyanın Amerikan egemenliği altına girmesiyle başlıyordu. Ve bu nedenle de, 20. yüzyıl giderek Amerikan yüzyılı haline geldi.
20. yüzyıl hakkında okunabilecek milyonlarca sayfalık resmi tarih bilgisi bulunabilir. Ancak, biz yine resmi olmayan, örtülü tarihe bakacak ve bu tarihin içinde Mesih Planı`nın, ya da bir başka deyişle İsra Suresi`nin başında haber verilen İsrailoğullarının ikinci yükselişinin yerini bulmaya çalışacağız.
Kitabın 2. bölümünde, yahudi önde gelenleri ve Tapınakçı geleneği koruyan masonlar arasında kurulan İttifak`ın, Batı toplumlarını politik ve kültürel yönden büyük bir değişime uğrattığını görmüştük. İttifak, kendisine en büyük düşman olarak belirlediği dini otoriteye karşı büyük bir mücadeleye girişmiş ve sonuçta hem dini otoriteyi zayıflatmış, hem de onun yeniden güç bulmasını engelleyecek biçimde Batı toplumlarını sekülerleştirmiş, dinden koparmıştı.
4. bölümde ise İttifak`ın, arkasına Püriten geleneği koruyan Hıristiyan Siyonistleri de alarak, Vaadedilmiş Topraklar`da bir yahudi devleti kurma çabasına giriştiğini inceledik. Bu hedefin önündeki en büyük engellerden birinin, yani Osmanlı sorununun yine İttifak tarafından ortadan kaldırıldığını gördük. Yahudi önde gelenlerinin karşılaştığı diğer bir büyük sorunun, yani Vaadedilmiş Topraklar`a göç etmek istemeyen kendi halklarının, Nazi kartının sayesinde acımasızca çözüldüğünü ise 5. bölümde konu edindik.
Vaadedilmiş Topraklar`da bir yahudi devleti kurulması ise, İspanya sürgünü ile başlamış olan Mesih Planı`nın büyük bir başarı ile son aşamalarına gelmiş olması demekti. Çünkü, Mesih`in gelmesinden, yani umulan dünya egemenliğinin kesin olarak gerçekleşmesinden önce, yahudi önde gelenlerinin yapması gereken üç şey vardı: Vaadedilmiş Topraklar`a dönmek, Kudüs`ü almak ve Tapınak`ı yeniden inşa etmek (bkz. Giriş). Ve bunların ilki, 4. ve 5. bölümlerde incelediğimiz aşamalar sonucunda gerçekleşti. Kudüs, 1967`de alındı. Tapınak`ın yeniden inşa edilmesi ise bugün İsrail`deki dinci gruplar tarafından an meselesi olarak görülüyor. Hükümet ise, Tapınak`ı inşa etmek Mescid-i Aksa`nın yıkılmasını gerektirdiği için, henüz zamanı değil düşüncesini koruyor ve önce İslami muhalefetin susturulması gerektiğine inanıyor. Tüm bunlar, yahudi önde gelenlerine göre, Mesih`in gelişinin ve dünya egemenliği hedefinin an meselesi olduğunu göstermektedir.
Bu durumda, 20. yüzyılda dünyayı etkileyen büyük politik gelişmelere de göz atmak ve İttifak`ın bu gelişmelerdeki rolünü incelemek gerekir. Eğer yahudi önde gelenleri ve masonlar arasında kurulmuş olan İttifak bir dünya egemenliği öngörüyorsa, kuşkusuz bu hedefe bu denli yaklaşıldığı 20. yüzyılda da İttifak`ın yeni politik manevraları yaşanmış olmalıdır. Mesih geldiğinde kesin olarak kurulacağı umulan dünya egemenliğinin altyapısı Kabalacılar`ın geliştirdikleri Mesihi dönem insan eliyle başlayacaktır kuralına uygun olarak 20. yüzyılda kurulmaya çalışılmış olmalıdır.
Dünya egemenliğinin altyapısı, dünyadaki güç merkezlerinin İttifak`ın eline geçmesi olarak yorumlanabilir. İttifak, 19. yüzyılın bitimiyle birlikte, Katolik ve İslam dini otoritelerinin gücünü ortadan kaldırmıştı. 20. yüzyıl ise İttifak`tan bağımsız diğer güç merkezlerinin de ele geçirilmesi, ya da en azından etkisiz hale getirilmesine sahne oldu. İlerleyen sayfalarda İttifak`ın 20. yüzyılda doruğa çıkan gücünü birlikte göreceğiz.
Ancak bir noktaya dikkat etmek gerekir. Önceki yüzyıllarda, masonluk, tek başına uluslararası dengeleri kontrol etmeye yetiyordu. Fakat 20. yüzyıl, dış politika kavramını ve ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını çok daha karmaşık bir hale getirdi. Artık büyük ülkelerin dış politikaları son derece kapsamlı bir kadro elinde şekillendirilmeye başlı. Artık yalnızca zeki bir kral ya da bir-iki devlet adamı değil, ancak uzman bir kadro tarafından yönlendirilebilecek bir diplomasi tarzı doğmuştu.
İşte İttifak bu nedenle yeni mekanizmalar üretti. Böylece İttifak`ın karar merkezleri, klasik loca atmosferinden çıkarak daha gelişmiş ve modern think-tanklere kaymaya başladı. Masonluk hala önemliydi ve ülke-içi kontrolün sağlanması için birebirdi (P2 örneğinde açıkça görüldüğü gibi). Ancak dış politika alanı, masonluğun mistik görünümünden ve ritüellerinden soyutlanmış bu yeni kurumların denetimine geçti. İlerleyen sayfalarda, bu kurumların en önemlilerini, Council on Foreign Relations, Chatham House, Bilderberg Group ve Trilateral Commission gibi örgütleri ve bu örgütlerin İttifak`ın hedeflerine olan katkılarını inceleyeceğiz.
Önce bu örgütlerin kimler tarafından kurulduğuna ve 20. yüzyılın en önemli ifadelerinden biriyle, kimler tarafından finanse edildiğine değinelim.
Finansman, 20. yüzyıl politikasının anahtar kelimesiydi. Ve ellerinde dev miktarda finans bulunan yahudi önde gelenleri, Mesih Planı`nı gerçekleştirmek için can atıyorlardı.
YAHUDİLER VE “FİNANSMAN”
Yahudilerin ekonomik gücü, oldukça ünlü bir konudur. Önceki bölümlerde Mesih Planı`nın aşamalarından söz ederken yeri geldiğinde bu ekonomik gücün etkisine değinmiştik. 20. yüzyıldaki gelişmelerin perde arkasını araştırmak içinse, sözkonusu ekonomik gücü biraz daha yakından incelemekte yarar var.
Yahudi toplumunun parayla olan ilişkisi, büyük ölçüde İbrani öğretisinden kaynaklanır. Kitabın 3. bölümünde de vurguladığımız gibi yahudi dini, dünya-merkezli ve maddeye yönelik bir dindir. Bu nedenle, İslam ve Katolik dinlerinde uzak durulması söylenen para hırsı, tam aksi bir şekilde, Yahudilikte meşru, hatta teşvik edilen bir dürtüdür. Bu nedenle de sözkonusu iki dinde yasaklanan faiz, Yahudilikte serbest bırakılan, hatta tavsiye edilen bir kazanç yöntemidir. Max Weber de, yahudi-para ilişkisinin dini boyutunu özenle vurgulayarak, yahudilerin parasal işlemler konusundaki tercihlerinin nedeni ritüel telakkileriydi der.1
Faiz, Ortaçağ`daki yahudi ekonomik gücünün de temelini oluşturmuştur. Kimsenin tefecilik yapmadığı bir ortamda, bunu bir dini emir olarak gören yahudiler tefecilikle özdeşleşmişlerdir. Judaica, Ortaçağ`da yahudi tefecilerin genelde 30 civarında faizle borç verdiklerini ancak bu oranın zaman zaman 100`lere bile vardığını yazıyor (enflasyonsuz bir ortamda bu rakamın büyüklüğü elbette çarpıcıdır). Ortaçağ boyunca yahudi ve tefeci kavramları o kadar özdeşleşmiştir ki, bazı dillerde aynı anlamda kullanılır olmuştur. O dönemdeki bazı Almanca kitaplarda wucherer (tefeci) kelimesinin yahudi anlamında; judaizare (yahudileşme) sözcüğünün de faiz alma anlamında kullanıldığına rastlanır.
Yahudi tefecilerin önemli bir özelliği de, mesleklerini sürekli olarak babadan-oğula aktarmaları ve bu şekilde sürekli katlanan bir sermaye ile büyük bir ekonomik güce ulaşmalarıdır. Bu nedenle Ortaçağ`da pek çok Kral yahudilerden borç almışlardır. Bunun çarpıcı bir örneğini kitabın ilk başlarında incelemiştik: İspanya Kraliçesi İsabella`nın Granadalı müslümanlara karşı girişip 1492`de kazığı savaşı, (aynı zama da bir Kabalacı olan) Isaac Abrabanel adlı tefecinin finanse ettiğini görmüştük. Kolomb`un yolculuğu da Abrabanel ve diğer başka bazı yahudilerce finanse edilmişti. Bunlar, finansman kavramının, en başından beri Mesih Planı`nda önemli bir yer tuttuğunun işareti olarak yorumlanabilir. Kitabın önceki bölümlerinde, yahudilerin 16. ve 17. yüzyıllardaki ekonomik güçlerine değinmiş ve köle ticareti, sömürgecilik gibi alanlardaki büyük rollerini vurgulamıştık. Amsterdam`da kapitalizmi doğuranların da Sefarad yahudileri olduğunu konu edinmiştik.
17. ve 18. yüzyıllarda doğan yeni bir sınıf ise yahudilerin ekonomik gücünü siyasi alana da taşıdı. Bu sınıf, Saray Yahudileri (Court Jews) olarak adlırılıyordu ve yeni kurulmaya başlanan merkezi mutlak devletin finansman ihtiyacından doğmuşlardı. Bu yahudiler, özellikle Protestan reformunun ardından Papa`nın otoritesinden bağımsız olarak kurulan yeni merkezi devletlerin yardımına koşan varlıklı tefecilerdi. Özellikle Avrupa`nın Protestan ve Katolik güçleri arasındaki kanlı Otuz Yıl Savaşları, hem savaş sırasında hem de sonrasında büyük bir finansman açığı doğurmuştu ve bu açık yahudilerce kapatıldı. Bunun yanında yeni kurulan merkezi devlet mekanizması, tüm yetkileri elinde toplamak istiyordu ve bunun için de öncelikle büyük bir finansman ihtiyacıyla karşı karşıya kalmıştı. Yeni devlet aygıtının; ordu toplayıp beslemek, bürokrasi oluşturmak, otoritesini sağlamlaştırmak için ihtiyaç duyduğu parayı karşılayan yahudiler, doğal olarak yeni mutlak yöneticilerin yanında büyük bir güç ve saygınlığa kavuştular.
Merkezi devletlerin giriştiği savaşların finansmanı da, sözkonusu Saray Yahudilerinden sağlanıyordu. Judaica, örneğin Osmanlı`ya karşı giriştiği savaşlar sırasında Avusturya`nın tüm bütçesinin üçte birinin yahudilerden alınan borçlarla karşılığını bildiriyor.2 Bu savaş finansörlüğü, Saray Yahudileri`nin başta gelen işlevlerinden biri haline geldi. Öyle ki, çoğu zaman karşılıkla savaşan her iki devlet de, masraflarını yahudilere borçlanarak karşılıyordu. Bu nedenle de, savaş finanse etmek ve bu kirli işten kar yapmak, kısa sürede yahudilerle özdeşleşen bir meslek halini aldı. (Bu savaş finansörlüğü, Kuran`ın, yahudilerin yeryüzünde savaş amacıyla ateş alevlendirdikleri ve yeryüzünde bozgunculuğa çalıştıkları [Maide, 64] şeklindeki haberine de uygundu kuşkusuz.)
Saray Yahudilerinin en önemli özelliği ise yüksek bir ırk bilincine sahip olmalarıydı.
Judaica, hem Protestan hem de kimi zaman Katolik kral ve prenslerin yanında büyük bir güce ulaşan bu yahudilerin tamamına yakınının, kendi çıkarlarını değil, yahudi toplumunun genel çıkarlarını koruduğunu anlatıyor ve bu nedenle de yahudi toplumlarının lider ve temsilcileri (İbranice Shtadlan) haline geldiklerini bildiriyor. Yahudi Ansiklopedisi, ayrıca Saray Yahudileri`nin yahudi politik eşitliğinin sağlanmasının öncüleri olduğunu da vurguluyor.3
Avrupa`nın politik ve sosyal gelişimini konu eden kaynaklar, merkezi devletlerin kurulmasının, ticari çıkarlarını koruyacak bir otorite (elbette seküler bir otorite) arayan burjuvazinin desteğiyle olduğunu söylerler. Buna göre, burjuvazi, merkezi monarşilerin kurulmasıyla birlikte ekonomik konumunu güçlendirmiş, Fransız Devrimi ile de, aristokrasiyi ve dini otoriteyi ortadan kaldırarak, doğrudan iktidarı ele geçirmiştir. İşte burjuvazi olarak adlırılan bu sınıfın en ilginç fakat dikkat çekilmeyen özelliği, büyük bölümünün yahudilerden oluşmasıdır. Tefecilik yoluyla asırlardır katlanarak büyümüş bir sermaye birikimine onlardan başka kim sahipti ki?…
Fransız Devrimi`nin ardından Saray Yahudileri devri kapı ve yeni bir dönem, yahudi bankerler dönemi başladı. Bu bankerlerin gücü, eski Saray Yahudileri`nden çok daha fazlaydı. Goldschmidt, Oppenheimer, Seligmann hanedanlarının kurduğu finans imparatorlukları bu dönemde, 19. yüzyılın başında doğdu. Bu finans imparatorluklarının en ünlüsü ve kuşkusuz en önemlisi ise Rothschildlar`dı.
ROTHSCHILD HANEDANININ ÖYKÜSÜ
Bir ulusun parasının denetimi elimde olsun, onun
kanunlarını kimin yazdığını umursamam artık –
Mayer Amschel Bauer (Rothschild)
Judaica, 19. yüzyıldaki yahudi bankacılığı, Rothschildlar`ın Frankfurt`taki yükselişiyle başladı diyor. Kuşkusuz Rothschildlar`la birlikte yalnız 19. yüzyıldaki yahudi bankacılığı değil, yeni bir devir de başlamış oluyordu. Alman tarihçi Prof. Wilhem bu konuda şöyle der: Rothschildler Avrupa politikasına paranın hükmünü getirmiştir. Dünyayı paranın ve onun fonksiyonlarından ibaret hale getirmek için çalışmışlardır. Frederic Morton ise, The Rothschilds adlı kitabının önsözünde son yüzelli yıldır, Rothschild hanedanının Avrupa tarihindeki perde arkası rolü şaşırtıcı boyutlardadır diyor ve ekliyor, yalnızca bireylere değil, uluslara da borç vermeyi başardıklarından dolayı inanılmaz karlar elde ettiler. Belki de bazılarının dediği gibi, Rothschildlar`ın zenginliği, ulusların çöküşüne bağlıydı. 4
Hanedan 1800`lü yılların hemen başında Almanya`da doğmuştu. Frankfurt`ta 1744`te doğan Aşkenaz yahudisi Mayer Amschel Rothschild, hanedanın kurucusuydu. Önceleri Mayer Amschel, Frankfurt`ta faizle borç para veren fırsatçı bir tefeciydi. Gittikçe zenginleşen Amschel, Avrupa ekonomisinin merkezi haline gelmeye başlayan Frankfurt`taki en güçlü banker oldu ve beş oğlunu, Avrupa`nın diğer finans merkezlerine göndererek Rothschild hanedanını kurdu. Beş ok ile sembolize edilen Rothschild hanedanının varisleri, finans dünyasında izledikleri yayılmacı politika sonucunda Avrupa ekonomisini büyük ölçüde kontrol altına aldılar.
Bu beş oğuldan Amschel Mayer Frankfurt`ta kaldı. Solomon Mayer Viyana`ya, Karl Mayer Napoli`ye, James Jacob Mayer Paris`e ve Nathan Mayer de Londra`ya gitti. Bu beş Rothschild da gittikleri finans merkezlerinde büyük güce ulaştılar.
1816`da Viyana`ya giden Salomon Mayer, Habsburg hükümet bankacılığında kilit kişi oldu. Bu arada Avusturya`nın ünlü devlet adamı Metternich`le çok yakın ilişkiler kurdu (hatta 1848 devrimi sırasında Metternich`in kaçmasına yardım ettiği söylenir). Avusturya sınırları içinde yahudilere yapılan her türlü yasal kısıtlamaların kalkmasını sağladı. Salomon Mayer`in ikinci oğlu Anselm Salomon ise Viyana`da, beş yahudi ailesi; Arnstein, Eskeles, Geymuller, Stein ve Sina tarafından paylaşılan banka tekelini devraldı.
1821`de Napoli`de bir şube açan Karl Mayer ise İtalya`nın en önde gelen bankeri oldu. Sardunya, Sicilya, Napoli`ye hatta Papa devletine büyük miktarlarda borç verdi. Diğer dört oğlu da Rothschild ailesi üyeleriyle evlendiler.
Beş kardeşin en küçüğü olan James Jacob Mayer, 1812 yılında Paris`e gitti ve Rothschild Frères şirketini kurdu. Fransa`daki yahudi toplumuyla yakın ilişkiler geliştirdi. Yönetimle de iyi bağlar kurarak, Fransa`yı İngiltere`yle birlikte Rothschild`lerin en önemli kalesi durumuna soktu. Öyle ki, 27 Temmuz 1844`te Mazzini şöyle diyordu: Eğer Rothschild isterse Fransa`nın kralı olabilir. 5 1909 baskılı Jewish Encyclopedia`da ise Rothschild`lerin Fransa`daki gücü şöyle açıklanıyordu: 1848 yılında Paris bankacıların toplam 352 milyon frankı olduğu halde, yalnızca Rothschild, Paris`te 600 milyon franka sahipti. 6
İngiltere`ye giden Nathan Mayer ise 1806`da Hannah Barent Cohen ile evlendi. Bu ilişki onu İngiltere`nin Sefarad cemaatine de dahil etti. Judaica, Nathan Mayer`in, henüz 1810 yılında, Londra para piyasasındaki en büyük güç haline geldiğini bildiriyor.7 1815`te, Nathan Mayer, Waterloo`daki İngiliz zaferini, kurduğu erken istihbarat ağı sayesinde çok önceden öğrendi ve Londra borsasına koşarak aldığı hisseleri ertesi gün çok büyük miktarla satarak bir gecede inanılmaz bir servet elde etti.
1836`da hanedanın Londra`daki temsilcisi Nathan Mayer Rothschild ölünce en büyük oğlu Lionel Nathan Rothschild başa geçti ve sadece Londra bölümünün iş bağlantılarını sağlamakla kalmadı, ayrıca İngiliz Yahudi toplumunun 30 yıl liderliğini de yaptı. Mali operasyonlarından bazıları; Kırım Savaşı`nı devam ettirecek 16 milyon poundluk borcun sağlanması ve 1875`te İngiltere`de İngiliz asilzadesi ünvanını kazanan ilk yahudiydi.
|