BEŞİNCİ BÖLÜM: ESKİ BİR “YENİ DÜZEN`İN HİKAYESİ; III. REİCH VE SİYONİZM
“… Alman düşüncesine uygun olarak Avrupa`da kurulacak olan ” Siyonist terör örgütü Stern (LEHI)nin
George Bush, Körfez Savaşı`nın hemen ardından “Yeni Dünya Düzeni” ile ilgili sözler etmeye başlayınca, siyasi tarih bilgileri Başkan`dan daha iyi olan bazı yorumcular dudak bükmüşlerdi. Çünkü Bush, “Yeni Düzen” kavramını ilk kez kendisinin kullığını sanıyordu, ama yanılıyordu. İlk önce Avrupa`ya sonra da tüm dünyaya bir “Yeni Düzen” getirme iddiası, Başkan Bush`tan yarım asır önce Adolf Hitler tarafından ortaya atılmıştı. Nazi lideri, Aryan ırkının hegemonyası altında kurulacak ve ırk ilkesini temel kabul eden hiyerarşik bir dünya hayal etmiş ve adına da “Yeni Düzen” demişti. Daha önce kurulmuş ve yıkılmış olan iki Alman Krallığı`ndan hareketle, Nazi Almanyası`nı “III. Reich”, yani Üçüncü Krallık olarak adlırmıştı. III. Reich, sözde bin yıl sürecekti ve Avrupa`daki tüm mevcut düzeni yıkıp yerine sözkonusu “Yeni Düzen”i yerleştirecekti. Alman orduları, 1939 yılında sözkonusu “Yeni Düzen”i kurmak için Avrupa`nın dört bir yanını işgal ettiler.
Ancak aslında Yeni Düzen ifadesi, III. Reich`dan da önce kullanılmıştı. Amerika`nın kurucuları, 2. bölümde incelediğimiz gibi ABD`nin Büyük Mührü`ne Novus Ordo Seclorum, yani Yüzyılın Yeni Düzeni ya da Yeni Seküler Düzen ibaresini eklemişlerdi. Sözkonusu Yeni Düzen`in, Avrupa`da dini otoriteye karşı girişilen uzun bir savaş sonucunda kurulduğunu biliyoruz. Dini otoriteye karşı yürütülen bu uzun savaşı organize eden gizli el ise yine 2. bölümde incelediğimiz gibi yahudi önde gelenleri ve Tapınakçı geleneği koruyan masonlar arasındaki İttifak`tı. Özetle, Batı`da kurulan bu ilk “Yeni Düzen”, yani Novus Ordo Seclorum, eski düzenden memnun olmayan İttifak tarafından kurulmuştu, asıl amacı İttifak`ın amaçlarına hizmet etmekti ve en büyük özelliği de seküler oluşuydu.
Bu noktada Novus Ordo Seclorum ile Naziler`in Yeni Düzen`i arasında önemli bir ortak nokta olduğuna dikkat etmek gerekir: Naziler`in kurma iddiasında oldukları Yeni Düzen de seküler bir düzendi. Nasyonal Sosyalizm, büyük ölçüde anti-Katolik bir ideolojiydi ve Alman ırkının Hıristiyanlık öncesindeki pagan (putperest) dönemine ait geleneğini canlırmak amacındaydı. Nazilerin en önemli ideoloğu olan Alfred Rosenberg, Hıristiyanlığın, Hitler önderliğinde kurulan yeni Alman Krallığı (III. Reich) için gerekli olan spritüel enerjiyi sağlayamadığını, bu nedenle Alman ırkının antik pagan dinine geri dönülmesini savunmuştu. Rosenberg`e göre, Naziler iktidara geldiklerinde Kiliseler`deki İnciller ve haç sembolleri kaldırılmalı, yerlerine gamalı haçlar, Hitler`in Kavgam adlı kitabı ve Alman yenilmezliğini temsil eden kılıçlar yerleştirilmeliydi. Hitler Rosenberg`in bu görüşlerini benimsedi, ancak toplumdan büyük tepki alacağını düşünerek sözkonusu yeni Alman dini teorisini uygulamaya geçirmedi.1 Ancak Nazi ideolojisi, her zaman için seküler ve din aleyhtarı kimliğini korudu.
2. bölümde bir kuraldan söz etmiştik; her seküler ideoloji, yahudi önde gelenleri ile masonlar arasındaki İttifak`ın çıkarınadır. Çünkü, İttifak`ın egemenliği için en temel şart, seküler bir dünyanın varlığıdır ve dünyayı bu hedefe götüren her ideoloji de, sonuçta İttifak`a hizmet eder. Nitekim 2. bölümde kapitalizm ve sosyalizm gibi iki zıt ideolojinin de gerçekte İttifak tarafından üretildiğini ve İttifak`ın çıkarlarına yaradığına değinmiştik.
İşte bu noktada önemli bir soru sorabiliriz: Naziler`in Yeni Düzen`i de seküler bir düzen olduğuna göre, acaba bu düzen ile İttifak`ın bir ilişkisi var mıydı? Bir başka deyişle, Naziler`in, yahudi önde gelenleri ile Tapınakçı geleneği koruyan masonlar arasında kurulu olan İttifak`la bir bağlantıları var mıydı? Ya da İttifak`a hizmet etmişler miydi?
Eğer resmi tarihe bakarak bu soruları cevaplırmaya kalkarsak tüm bu soruların hepsine kesin bir biçimde olumsuz bir cevap vermemiz gerekir. Çünkü resmi tarihe göre, Naziler, yahudilerin tarih boyunca karşılaştıkları en büyük düşmanlardan biri ve aynı zama da fanatik birer anti-masondurlar. Oysa daha başka pek çok konuda olduğu gibi resmi tarihin bizlere sunduğu bu görüntünün ardında da daha farklı bir gerçek yatmaktadır. Naziler`in hem masonlukla, hem de yahudi önde gelenleri ile olan ilişkileri bilinenden oldukça farklıdır.
Konuya, Nazizmin Tapınakçı kökenini inceleyerek başlayabiliriz.
Kitabın önceki bölümlerinde Kabalacıların Tapınakçılarla kurdukları tarihi İttifak`ı inceledik. Bu İttifak`ın Tapınakçıların devamı niteliğindeki Gül-Haç ve mason örgütlenmeleri aracılığıyla sürdüğünü biliyoruz. Ancak Tapınakçı geleneğin birbiriyle yakın ilişki içindeki bu iki kolunun, yani mason ve Gül-Haç derneklerinin yanında, başka bazı küçük kolları da kurulmuştur. Tapınakçı geleneğe yani yahudi mistisizmine ve yahudilerle stratejik işbirliğine bağlı kalan bu küçük kollar, örgütlenme şekli açısından masonluktan farklılık göstermişlerdir. 2. bölümde değindiğimiz Bavyera Aydınlanmışları (İllüminati) örgütü, bu tür örgütlerdendir. İllüminati, incelediğimiz gibi sosyalizme ve özellikle de anarşist sosyalizme öncülük etmişti.
19. yüzyılın ikinci yarısında Tapınakçı geleneği devam ettiren sözkonusu okült derneklerin sayısı hızla arttı. Hemen her ülkede farklı isim ve görüntüler altında Tapınakçılardan ya da Gül-Haçlar`dan esinlenen gizli dernekler kuruluyordu. Bu derneklerin en önemli özelliklerinden biri ise 2. bölümde değindiğimiz gibi ulus-devletlerin kuruluşu ve milliyetçi ideolojilerin yayılmasındaki önemli katkılarıydı. Alman milliyetçiliği, hatta ırkçılığı da sözkonusu okült dernekleri ile oldukça içli-dışlıydı. İngiliz tarihçi Michael Howard, The Occult Conspiracy adlı kitabında “pan-Cermenik Alman milliyetçiliğinin ruhsal gücünü ve ideolojik kökenini okült derneklerden aldığını ve okült geleneğin 1920`lerde doğan Nasyonal Sosyalizm (Nazi) akımına da büyük bir zemin hazırladığını” yazar.2 Gerçekten de Nazi hareketine kadar uzanan 19. yüzyıl Alman milliyetçiliğini incelediğimizde, Tapınakçı geleneği koruyan ve birbiri ardına kurulan farklı gizli derneklerin bir zincir halinde Nazi partisinin çatısını oluşturduğunu görüyoruz.
Michael Howard`a göre, tüm Almanca konuşan halkların birleştirilmesi hedefini benimseyen aşırı Alman milliyetçiliği, Helene Blavatsky adlı Rus asıllı bir medyum tarafından 1875 yılında kurulan Theosophical Society adlı okült derneğinden büyük ölçüde etkilenmişti. Peki bu derneğin amacı neydi dersiniz?… Howard şöyle açıklıyor: “Blavatsky`nin amacı, doğu mistisizmi ve okültizmi ile; masonluk, Gül-Haççılık, Kabala gibi Batı kaynaklı okült gelenekleri birleştirmekti.” 3
|