Türkiyedeki Gizli İsrail Hâkimiyeti Ve AKPNİN ACZİYET SİYASETİ
Atatürkten sonra, başta İsmet İnönü CHPsi olmak üzere, solcu veya sağcı
bütün iktidarlar ve onların üst düzey asker ve sivil bürokratları maalesef
İsrail yandaşıydı. Hatta bazıları gönüllü hizmetkârıydı. İslam coğrafyasının
ortasında bir çıbanbaşı olarak kurulan İsraili ilk tanıyan, Türkiyeyi
emperyalizmin Haçlı Şövalyeleri olan NATOya sokan, Milli Eğitim sistemimizi
Amerikan güdümüne bırakan Fullbright anlaşmasını imzalayan İsmet İnönü; bu
Siyonizme teslimiyetin ve devleti sabataist-mason güdümüne devretmenin adını
uyduruk Kemalizm koymuşlardı. Ardından Adnan Menderes DPsi 1958de İsraille
birlikte ve tabi ABD desteği ile Suriyeyi işgal etme hayalleri bile
kurmuşlardı. 1964-1966 yıllarında Genel Kurmay İstihbarat Başkanlığı yapan
Amiral Sezai Orkunt, Türkiye-ABD İlişkileri kitabında bu planları
belgeleriyle anlatmaktadır.
Türkiye İsrail ilişkilerinde araştırma ve yorumlarıyla önemli uzmanlardan
sayılan Ofra Bengio da Demokrat Parti-İsrail işbirliğini ayrıntılarıyla
aktarmaktadır. Bu süreçte İsraili ilk ziyaret eden paşalar arasında, 27
Mayısta görevden alınan Menderesin GKBnı Rüştü Erdelhun, ikinci Başkan
Cevdet Sunay, HKK Tekin Arıburun, DKK Fahri Korutürk ve KKK Cemal Gürsel
bulunmaktadır. Dikkat buyurun, 1958de Adnan Menderesin İsraille imzaladığı
gizli anlaşmanın komutanlarının ve Siyonizm yandaşlarının üçü, arka arkaya tam
20 yıl Türkiyede Cumhurbaşkanı yapılmışlardı. Üstelik Cevdet Sunay ve Cemal
Gürsel 1. Dünya Savaşında Mısırdaki Kanal Harekatı sırasında İngilizlerce
esir edilmiş, daha sonra evcilleştirilip Batı yanlısına çevrilmiş paşalardı!?
Bu gerçekleri Komplo teorisi diye geçiştirenlere şaşmak lazımdı; Yahu şu
anda ABD Başkan adayları Obama ve Romney bile, halkın sorunlarını ve oylarını
değil, İsrail uşaklığını öne çıkarıp yarışmıyorlar mıydı?
Bu noktada sorulabilir: Peki Menderes Hükümetine karşı 27 Mayıs ihtilali neden
yaptırılmış, ABD ve İsrail Menderese niye sahip çıkmamıştı?
1- Bu tür darbeler, yıpranan ve biraz da şımaran atları değiştirme
operasyonlarıydı. Siyonist Lobiler, bir müddet kullandıkları elemanlarını
harcamaktan asla sakınmazlardı
2- 27 Mayıs tezgâhında, İzmirli dönme Yahudi ailelerinin
(Sabataistlerin) gizli iktidar mücadelesi ve rekabet husumeti de rol oynamıştı.
3- Bu tür darbelerle halkın bazı kesimlerinin havaları alınır ve
heyecanları yatıştırılır, bazı kesimlerin ise hıncı ve hırsı arttırılır ve
böylece dümen ve dengeler üzerindeki mason kontrolü sağlamlaştırılırdı.
4- Hayatı boyunca bir Cuma namazı kıldığına bile rastlanmamış
Menderesin talimatla uyguladığı Ilımlı İslam programı, umulmadık bir manevi
diriliş ve dine yöneliş süreci başlatmış, bunun sindirilmesi ihtiyacı ağır
basmıştı.
1996 yılında DYP+ANAP koalisyonunda GKB Org. İsmail Hakkı Karadayının
yardımcısı Org. Çevik Bir İsraille yeni bir Askeri-Stratejik anlaşma
imzalamış, bazı sahtekârlar bunu Rahmetli Erbakana yıkmaya çalışıp gerçekleri
çarpıtmaya uğraşmış, ama E. 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, bu anlaşmayı Mesut
Yılmazın imzaladığını 26 Ekim 2012 tarihli Aydınlık Gazetesinde kendisi
açıklamıştır. Refah-Yol döneminden ilginç bir anı başlıklı yazısında Çetin
Doğan, Başbakan Erbakana karşı İsraille askeri eğitim anlaşmasını nasıl
savunduğunu böbürlenerek söyle anlatmaktaydı.
Refah-Yol döneminden ilginç bir anı
-Sayın Başbakan, Hükümetin bilgi ve onayı olmadan TSK yabancı ülke silahlı
kuvvetleri ile anlaşma yapmaz, yapamaz. Önce siyasi iradenin ortaya konması ve
iki ülke yöneticileri arasında bir Çerçeve Anlaşması yapılması gerekir. İşte
elimdeki Resmi Gazetede T.C. Hükümeti ile İsrail Hükümeti arasında yapılan
çerçeve anlaşması, diyerek kendilerine resmi gazeteyi uzattım. Sayın Çillerin
Bakınız Mesut bey imzalamış deyişini anımsıyorum.
-Konuşmama devam ettim, İsrail ile sınırlı askeri eğitim işbirliği ilişkilerimiz
var. Bu kapsamda İsrail uçakları Konya-Karapınar atış alanında uçuş ve atış
eğitimleri yapma imkânı buluyorlar. Uçuş eğitimi yaptıkları hava sahası,
sınırlarımızın çok uzağında olduğu için üçüncü ülkelerle aramızda bir sorun
yaratmamaktadır. Anlaşmanın İsrail için siyasi açıdan da önemli olduğu
kuşkusuzdur. Buna karşılık, en yakın NATO müttefiki saydığımız ülkelerden dahi
alamadığımız teknolojik bilgi birikimini İsrailden transfer imkânı buluyor,
kendi ulusal yazılımımızı geliştiriyoruz.
-Sayın Başbakan söze karışarak, Generalim, iyi güzel de İsrail pilotları
aldıkları eğitimle kardeş Arap ülkelerini vurmazlar mı? sorusunu yöneltti.
-Buna karşılık kendilerine, Arap kardeşlerimiz bu kafa ile giderlerse,
İsrail uçaklarına eğitim olanağı vermesek de eskiden olduğu gibi İsrail
tarafından vurulurlar. Sanırım üç yıl kadar önce, İsrailden kalkan uçakların
Bağdat yakınlarındaki bir nükleer tesisi bombaladığını hatırlarsınız. İsrail,
pilotlarını çeşitli ülkelerde eğitmek olanağına sahip bulunmaktadır. Türkiyenin
coğrafi yakınlığı İsraile pilotlarını daha az maliyetle eğitim olanağı
sağlıyor. Ayrıca bunun siyasi açıdan da elbette kendisine bir getirisi oluyor.
yolunda açıklamada bulundum.
-Bana Başbakanın bir çocuğa ders verir üslupta söylediği şu sözlerinin,
toplantıya katılanların bir bölümünde de şaşkınlık yarattığından
unutmadıklarından eminim: Generalim size bir açıklamada bulunayım.
Biliyorsunuz İsrail Milleti Yahudidir. Amerikalıların çoğunluğu Protestandır.
Yahudiler Mesihin gökyüzünden dünyaya ilk defa ineceğine inanırlar.
Protestanlar ise Mesihin ikinci defa ineceğine inanırlar. Her iki taraf
Mesihin ineceği yer konusunda mutabıktır. Mesihin Kudüsdeki Mescid-i
Aksanın bulunduğu yere ineceğine inanırlar. İşte Yahudilerin ve Amerikalıların
amacı Mesih gelmeden önce hazırlık yaparak, Büyük İsraili yaratmaktır. Siz
İsrail bayrağının üzerindeki iki mavi çizginin ne anlama geldiğini biliyor
musunuz? Bayrağın üst tarafındaki çizgi Fırat Nehrini, alt tarafındaki çizgi
ise Nil Nehrini temsil eder. İşte büyük İsrail bu iki nehir arasındaki bölgede
kurulması istenmektedir. Bu sözlerin bende şok etkisi yarattığını
söyleyebilirim.
Yani bugün görünüşte İsraile horozlanan ama gerçekte Siyonizmin Arz-ı
Mevud hedeflerine hizmet sunan Recep Beyin AKP iktidarı, kendisi gibi İsrail
aşıkı olan 28 Şubatçıların bir devamıdır. İsrail Siyonizmine ve Batı (Avrupa
ve Amerika) emperyalizmine samimiyet, cesaret ve Milli haysiyetle karşı çıkan
ve gerçekçi tedbirler alan tek lider rahmetli Erbakandır.
Artık İngiltere bile, bağımsızlığımızı Brüksele devredemeyiz diyerek
Auroya katılmadığı gibi, ABnin hukuki ve siyasi programlarına uymama kararı
aldığı halde, Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhuriyet Bayramı mesajında,
sonunda bizi Avrupanın eyaleti, İsrailin vilayeti yapacak olan Avrupa
Birliğinin Türkiyenin stratejik hedefiolduğunu açıklamıştır.
Bunlar Erbakanın değil, Menderesin, Demirelin ve 28 Şubat darbecilerinin
devamıdır.
Oysa hem Avrupa Birliği hem de Amerika Birleşik Devletleri çöküş öncesi
süreci yaşamaktaydı. Ve tabi İsrail de hamisiz kalıp yıkılacaktı. Bakınız,
süper güç sanılan Amerikanın aslında bir üfürüklük canı vardı ve Sundy
Kasırgası 300 milyar dolarlık yıkıma ve 100 kişinin can kaybına yol açmış,
Ilımlı İslamcıların Tanrısı Amerikanın acizlik ve çaresizliği ortaya çıkmıştı.
O da, Amerikayı batmaktan yine bizim Fetullah Gülenin himmet ve kerameti
kurtarmış, 10 milyar dolar tahmin edilen kasırga zararı Fetullah Gülenin
duasıyla(!) birden 300 milyar dolara fırlamıştı. İnşallah Türkiye için de böyle
dualar yapmazdı.
İsrail’in Uydunuz Bizi Görmesin Talebi Türkiye’yi Şaşırtmıştı!
Türkiye’nin ilk keşif gözetleme uydusu Göktürk’ün üretiminde İsrail
tepkisiyle karşılaşılmıştı. İtalyan Telespazio şirketiyle ortaklaşa geliştirilen
uydunun kritik parçalarından elektrooptik kameraların temininde sorun
çıkmıştı. İtalyan şirketin kameralar için talepte bulunduğu İsrail, “Göktürk,
topraklarımızı görüntülemeyecek.” şartını koşmaktaydı.
Türkiye’yi rahatsız eden bu şart, 270 milyon Euro’luk projeyi sekteye
uğratmıştı.
Mavi Marmara baskınıyla gerilen Türk-İsrail ilişkilerinde bu kez de
‘Göktürk’ krizi patlamıştı. Türkiye’nin ilk keşif gözetleme uydusu Göktürk-1
için 2009’da İtalyan Telespazio şirketiyle sözleşme imzalanmıştı. Ardından uydunun
üretimi için çalışmalara başlandı. Fakat uydunun görüntü ve istihbarat
toplamada kullanılacak kritik parçalarından elektrooptik kameraların temini
için İtalyan şirket İsrail’in kapısını çaldı. İsrail hükümeti de bu stratejik
parçaları bir şartla vermeyi kabul etti: “Göktürk, bizim
topraklarımızı görüntülemeyecek.” İsrail’in bu talebi
İtalya’yı zora sokarken, Türk tarafında da büyük rahatsızlık ve şaşkınlık
yaratmıştı. Projenin, yaşanan bu kriz nedeniyle öngörülen tarihte
tamamlanamayacağı açıklanmıştı. İsrail, Türkiye’nin terörle mücadelede de
kullanacağı Göktürk uydusu için açtığı ihaleye İsrail, IAI şirketiyle girmiş
fakat Savunma Sanayi İcra Komitesi’nin aldığı kararla ihaleye katılamamıştı.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı tarafından yürütülen Göktürk Keşif Gözetleme
Uydusu Projesi kapsamında İtalyan Telespazio şirketiyle 16 Temmuz 2009’da
sözleşme imzalanmıştı. 270 milyon Euro’luk projede, öngörülen teslimat tarihi
2013. Göktürk uydu sistemi, özellikle Avrupa, Kafkaslar ve Ortadoğu
coğrafyasında askeri istihbarat amaçlı yüksek çözünürlüklü görüntü elde
edilmesine imkân tanıyacaktı. PKK’yla mücadelede Türkiye’nin elini
güçlendirecek, aynı zamanda orman alanlarının kontrolü, kaçak yapılaşmanın
takibi, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, ürün rekolte tespiti,
coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi pek çok sivil faaliyet alanında da
görüntü ihtiyacını karşılayacaktı. Proje, çok yüksek çözünürlüklü 1 adet
elektrooptik keşif gözetleme uydusu ve ilgili sabit ve mobil uydu yer istasyonu
ve 5 tona kadar tüm uyduların entegrasyon ve testlerinin yapılacağı 1 adet test
merkezini kapsamaktaydı. Ana yüklenici İtalyan Telespazio şirketiydi. Yerli iş
ortakları ise Aselsan, TÜBİTAK ve Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma
Enstitüsü (UEKAE). Göktürk uydusundan temin edilecek görüntüler uluslararası
alanda pazarlanacaktı.
İhaleyi alan İtalyan şirketin önemli ortaklarından biri Fransa’nın dev
savunma şirketi Thales olmaktaydı. Savunma kaynakları, bu firmanın İsrail’e
karşı üreteceğimiz uydular sizin topraklarınızı gözetlemeyecek şeklinde
genel bir taahhütte bulunduğunu aktarmış, buna rağmen İsrail olur vermeyince
İtalyan ve Fransız firmalar geri adım atmıştı.[1]
İşte bu noktada Aydınlık yazarı ve 28 Şubat kahramanı Çetin Doğan gibilere
sorulmalıydı:
Türkiyeyi ve Müslüman Türkleri düşman gören, Büyük İsrail hedefi uğruna,
Türkiyenin Güneydoğusunu da içine alan bir Kürdistan kurulmasını ve PKKyı
destekleyen ve Türkiyenin bağımsız ve başarılı teknolojik girişimlerine asla
izin vermeyen bir İsraille askeri ve stratejik ilişkileri sürdürmenin büyük
önemini(!) savunmak üzere Başbakan Erbakana karşı kokozlanmalarınız acaba bir
akıl tutulması ve vicdan kararması mıydı, yoksa sabataist damarların kabarması
mıydı?
İsrail, ABDden aldığı yüksek teknolojiyi İslam ülkelerine yönelik terör
eylemlerinde kullanıyordu!
İsrailin Sudan saldırısı ve Siyonistlerin suç ortakları!
(24 Ekim 2012) tarihinde İsrail Sudanın başkenti Hartum yakınlarında
bulunan Yarmouk silah fabrikasına saldırmıştı.
Hartum 3 milyonu aşkın nüfusu olan bir kent. 1821de Kavalalı Mehmet Ali
Paşa tarafından kurulmuştur. Şehrin adı kıyısında bulunduğu Nil Nehrinin fil
hortumunu andıran şeklinden dolayı Arapça Khortuumdan gelmektedir.
Saldırı günü 4 F-16 savaş uçağı Müslüman Ürdünün hemen yanı başında
bulunan İsrailden havalanmıştı. İsraile ait savaş uçakları batıda Müslüman
Mısır, doğuda Müslüman Suudi Arabistanın bulunduğu Kızıldeniz üzerinden ve
güney rotasında uçmuşlardı. Daha sonra sağdan dönüşle batıya yönelmiş ve
Eritrenin hemen kuzeyinden Sudan hava sahasına dalmışlardı. Uçaklar kısa bir
süre sonra Hartum yakınlarında bulunan Yarmoka ulaşmış ve hedefleri olan
fabrikaya saldırarak bombalamıştı. Eritrede; Dahlak adalarında ve Sudan
sınırına yakın Mahel Agar dağlarında bulunan İsrail askeri üslerinin,
saldırının terminal safhası olan Kızıldenizden Sudana yaklaşma ve Sudan
hava sahası içinde hedef bölgesine ulaşma rotaları üzerinde F-16lara koordinasyon
ve elektronik harp desteği olarak çok büyük yardım sağlamışlardı. İki
Sudanlının yaşamını kaybettiği saldırıdan sonra Sudan yetkilileri İsraili
suçlamış ve Misilleme haklarının saklı olduğunu açıklamıştı. İsrail
yetkilileri ise bu olay hakkında yorum yapmamıştı. Bu yaklaşım İsrail
diplomasisinin uluslararası hukuki sorumluluklardan kaçmak için uyguladığı
tipik davranıştı. İsrailin nükleer silahlara sahip olmasına rağmen bunu
kabul veya reddetmemesi de bu bağlamda okunmalıydı. İsrail Sudanı, Sina
üzerinden Gazzeye silah göndermekle suçlamaktaydı. İsrail daha önce de benzer
suçlamalarla 2009 ve 2011de de Sudana saldırmıştı. İsrail in uluslararası
kuralları hiçe sayarak yaptığı bu saldırı ne ilkti, bu gidişle ne de son
olacaktı.
İsrail 2007de Türkiye Üzerinden Suriyeye de saldırmıştı!
6 Eylül 2007′de 8 F-16 savaş uçağı yine İsrailden kalkmıştı. Hedef
Suriyede El Kibar nükleer santralıydı. Savaş uçakları önce Akdeniz üzerinde
kuzeye doğru uçmuşlar ve İskenderun Hava Radarı kontrolünde Türkiye hava
sahasına girerek doğuya dönüş yapmışlardı. 8 F-16 Suriye sınırı boyunca doğuya
doğru Türk toprakları üzerinden uçtuktan sonra yaklaşık Viranşehir üzerinden
güneye dönerek Suriye hava sahasına girmiş ve kısa bir süre sonra Deyrizor
kentinin kuzeyinde bulunan El Kibardaki santrali bombalamıştı. Saldırıdan
sonra İsraile dönerken geldikleri yolu kullanan F-16lar Türkiyenin
kendilerine suç ortaklığı yaptığını belgelemek için yedek yakıt tanklarını
Akdenize atabilme imkânı varken tutup Hataya bırakmışlardı. Unutmayınız ki bu
süreçte AKP iktidardı ve Recep Bey Başbakandı.
Operasyon 30 dakika sürmüş, Allahtan nükleer santral henüz bitmemiş ve
işletmeye açılmamıştı. Yoksa 2011′de Japonyada deprem ve tsunami sonrası
yaşanan Fukuşima benzeri bir felaketle karşı karşıya kalınacaktı. Gerçi bu durum
İsrailin umurunda sayılmazdı! Hâlbuki Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme
Antlaşması (Non-Proliferation Treaty) gereğince Suriyenin barışçıl amaçlı
nükleer enerji üretmeye hakkı vardı. Çünkü Suriye bu anlaşmayı imzalamıştı.
İsrail ise bu antlaşmaya asla yanaşmamıştı. AKP yönetiminde Türkiyenin
Suriyeye yapılan saldırıdan haberi vardı. Saldırıdan sonra İsrail Başbakanı
Ehud Olmert, Erdoğanı aramış, olayı anlatmış ve ondan Başka bir
nükleer santrale izin vermeyeceklerini ancak yeni bir saldırı planlamadıklarını,
Suriye sessiz kalırsa İsrailin de sessiz kalacağınıBeşar Esada
söylemesi ricasını aktarmıştı.
Saldırının Türkiye üzerinden yapılmasının amaçları
İsrail, El Kibara yaptığı bu saldırıyı daha önceden konuşlanarak o
tarihte tamamen ABD kontrolünde bulunan Irak üzerinden çok daha kolay
başarırdı. Saldırıyı Türkiye üzerinden yapmayı tercih etmelerinde üç önemli
neden vardı;
– Türkiyeyi suça ortak ederek Arap ve Müslüman dünyada ABD ve İsrail
esaslı politikalara daima mecbur edecek kısır döngü tuzağının içine sokmak,
– Abdullah Öcalanın Suriyeden çıkarılması ve Beşar Esadın iktidara
gelmesinden sonra her geçen gün düzelen Türkiye-Suriye ilişkilerinin temeline
güvensizlik tohumları ekip sarsmak,
– Suriyeyi yörece en güvenli gördüğü istikametten vurarak icra edilecek
harekâtın başarısında sürpriz tesirini kullanmak.
Müslüman toprakların İsrailin çıkarlarına hizmet için kullandırıldığına
örnek oldukça fazladır. Bu konuda sicili en kötü ülke Suudi Arabistandır! Bu
ülke resmi olarak İsraili tanımamasına rağmen 1981′de F-15 ve F-16lardan
meydana gelen İsrail taarruz filosunun Irakta Bağdat güneyinde bulunan Osirak
nükleer santraline saldırması için hava sahasını Arabistan kullandırmıştı. O
zaman da İsrail savaş uçakları yedek yakıt tanklarını dönüşte Suudi Arabistan
çöllerine bırakmıştı. Erdoğanın en yakın çalışma arkadaşı Abdullatif Şener
Erdoğan ile İsrail arasında gizli bir işbirliği antlaşması var. Erdoğan
İsrail ile danışıklı hareket ediyor
[2] açıklamasını yapmış böylece Milli
Görüşe hıyanet ortaklığını, siyasi rekabet ortamına taşımıştı.
Menderesten günümüze: Büyük İsrail için
Suriyenin zaptı ve tampon devlet Kürdistanın kurulması!
AKP (Siyonist ve sabataist) sermayenin, Amerika-İsrailin, bir de bu üçüne
bağlı olup da Cumhuriyetin kalabileceğini sanan ordunun desteğiyle iktidara
taşındı. Böylelikle, dış siyasetteki her adımında tersi ispatlanmış olsa da,
Amerikadan daha Amerikancı olanlar ülke çıkarlarının korunacağını sandı.
Suriyedeki çıkmazı budur; Davutoğlu iki sene önceki Amerikan raporlarında
salık verilene harfiyen uyarak yüz bin mültecisini topladı; şimdi, Rusya ile
Çinin tıkadığı yolda, onlarla ne yapacağını bilemiyor. AKPliler Suriyeden
top mermileri geliyor diyor, Amerikamermilerin kimden
geldiğini bilemeyiz yollu yanıt veriyor. Bölgede Amerika ve
politikası giderek sıkışıyor, ama daha fazla sıkışan Amerikadan işbirlikçisi
AKP oluyor. Bu kaçıncı diyoruz, Türkiye daha önce de Amerika-İsrail çıkarları
için Suriyeye girmeye çalıştı, Amerika ve İsrail Türkiyenin büyümesine izin
verir sandı. Oysa Türkiyenin, bu yolda atılan her adımı pişmanlıkla
sonuçlandı.
İlk girişim: 1958
Obama, Romney ile tv. tartışmasında Suriye konusunda her adımı
Türkiye ve İsrail ile koordinasyon içinde atıyoruz diyordu;
Türkiyenin bölgede İsrail çıkarları yolunda Suriyeye göz dikmesi ilk kez
olmuyordu. Cumhuriyet tarihinde aynı zamanda Balkan Paktı ile Bağdat
Paktı kuran tek isim Adnan Menderes de, arkasına Amerikanın
desteğini alarak, İsraille ittifak içinde Suriyeye girme düşleri kurmuşlardı.
1964-1966 yılları arasında Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan Amiral Sezai
Orkunt, Türkiye-ABD ilişkileri adlı kitabında, Türkiyenin
İsraille birlikte Suriyenin zaptı için yaptıkları ortak savaş planını anlatmaktadır.
Türkiye-İsrail ilişkilerindeki önemli otoritelerden Ofra Bengio da 1958
yılında, Türkiye ile İsrailin, Suriyeye karşı askeri müdahale planına dayalı
işbirliği anlaşması imzalaması sürecini ayrıntılarıyla
aktarmaktadır. Hazırlık döneminde İsraili ziyaret edenler arasında Genelkurmay
Başkanı Rüştü Erdelhun, İkinci Başkan Cevdet Sunay, Hava Kuvvetleri Komutanı
Tekin Aruburun, Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Cemal Gürsel bulunmaktadır. Şu yeterince öğretici olmalıdır: 1958
Türkiye-İsrail gizli anlaşmasının komutanlarından üçü, daha sonra arka arkaya,
tam yirmi yıl cumhurbaşkanı yapılmıştır ve Kenan Evren belki de İsraille
ilişkileri en düşük seviyeye çektiği için hedef yapılmıştır.
Menderesin bölgesel liderlik hevesiyle niyetlendiği bu
Amerikancı-İsrailci macera Amerikaya, Amerikadan Amerikancı geldi ve Aydın
Menderesin Babam ve Ben kitabında anlattığı gibi, Amerika dostça
telkinlerle bu maceranın daha olumsuz şartlarla karşılaşmak riskine girmek
anlamına geldiğini söyleyerek kararlı ve ısrarlı Türkiyeyi müdahaleden
caydırmıştır. İşte son Suriye macerası da AKP Türkiyesinin kursağında
kalmıştır. Amerika Türk askerinin Ortadoğuya inmesini riskli bulmaktadır. Ofra
Bengionun verdiği bilgilere göre; 1950li yılların sonlarında, İsrailin
Barzani Kürtlerini silah yardımı ile desteklediğinden, Türk ordusundan bir
avuç yüksek komutan da haberdardır. Demek ki, Türkiyeden istenen, yalnızca
İsrailin ve Barzaninin çıkarlarına bekçilik ve maşalık yapmasıdır.
1996: İkinci anlaşma ve tatbikat
AKPyi gökten düşmüş bir yıkıcı sanmak yanılgıdır; AKP kendisine iktidar
yolunu açanların dış siyaset geleneğini sürdürme konumundadır. 1996da
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayının yardımcısı Orgeneral Çevik Bir, Tel
Avivde İsrail Savunma Bakan yardımcısı ile yeni bir anlaşma imzalamıştır. (bu
anlaşmayı DYP-ANAP koalisyonunda Mesut Yılmaz imzalamıştır, E. Org. Çetin
Doğanda bunu itiraf edip Aydınlıkta yazmıştır. Ama bazı sahtekârlar bu anlaşmayı
Erbakanın yaptığını söyleyerek gerçeği çarpıtmıştır.) Karadayı: Hükümetler
şapka gibidir, gelirler ve giderler, kalıcı olan devlettir diyordu
ve 1996 yılında TSKnın Hatay tatbikatında İsrail Kuvvetleri pek yakında
bulunuyordu.
Kürdistan Türkiye için yüzyılın fırsatıymış!?
Washington Enstitüsünden Soner Çağaptay da; Suriyenin
parçalanması ve Suriyenin Kuzeyinde bir Kürdistan kurulması Türkiye açısından
yüzyılda bir karşılaşılacak bir fırsattır diyordu.. Daha önceki
raporlarıyla AKPye mülteci biriktirmesini salık veren Çağaptay, bu kez
Türkiyeye Barzani Kürtlerinden sonra Suriye Kürtlerine hamilik öneriyordu: Syrias
Kurds would likely turn to Turkey for support. They would appreciate Ankara as
a balancing force against Arab nationalism, a lesson they would fast learn from
the Iraqi Kurds, who have made Turkey their protector against Baghdad since 2010. diye
Türkiye, İsrailin çıkarları adına, Araplar karşısında İsrailci bir
Kürdistanın koruyucusu olmaya çağırılıyordu.
İsrailci Kürdistana Türkiye Kâhyalığı
Çağaptayın 24 Ekim tarihli, Suriyenin Parçalanması Neden
Türkiye için Fırsattır başlıklı raporu Siyonist ayrıntılar
içeriyordu. Çağaptay, Balkanlılaştırılmış bir Suriyenin, İsrailci bir
Kürdistanın Türkiye için, a once-in-a-century opportunity, yüzyılda bir
karşılaşılacak bir fırsat olarak sunulmasının altını şöyle dolduruyordu: Türkiye
Kürdistan korkusundan vazgeçip hamilik rolünü benimseyebilirse, PYD de,
isteksiz de olsa, Arapların bağımsız bir Kürdistanı kabul etmeyeceğini ve
bağımsızlık yolunda tek şansının Amerika, İsrail ve Türkiyeye yaslanma
olduğunu görecektir. Böyle bir durumda, PKKyı dizginlemede Barzani gibi daha
sorumlu hareket edecek ve Esad rejimi ile Türkiye arasında bir tampon devlet
işlevi görecektir. Çağaptay, daha sonra, Türkiyenin, kurulması
ümit edilen yeni İsrailci Kürdistanla geliştireceği yeni ekonomik bağları
ballandıra ballandıra anlatmaya koyuluyordu.[3]
Batı medyasına göre: İran-ABD-İsrail
üçgeninde Türkiye tuzakları
Le Monde Diplomatique, BBC Arapça servisi ve muhalif lider Hüseyin
Museviye ait internet sitesi, eski Dışişleri Bakanı Velayeti ile Devrim
Muhafızları eski komutanı Hüseyin Tayyibin ABDde gizli görüşmeler yürüttüğünü
yazmıştı. Velayeti ve Hüseyin Tayyib, ABDye gidip gitmediklerine yanıt
vermeden hayır görüşmedik açıklaması yapılmıştı. Velayeti, dini lider
Hamaneyin dış politika danışmanı Hüseyin Tayyib de, Rehberlik Ofisi ile yakın
temastaydı. Tam bu sırada İsrail Savunma Bakanı Barak ilginç bir açıklama
yapmıştı: İran nükleer silah geliştirmede geri adım attı. Amaç
Türkiyenin önünü tıkamaktı! Kaynaklara göre, Barakın açıklaması
ile ABD-İran gizli görüşme iddiaları arasında bir bağlantı vardı. İranda 1979
İslam Devriminden beri diploması gündeminin temel maddelerinden olan ABD ile
doğrudan görüşme konusu, son haftalarda tekrar ön plana çıkmıştı. Son
tartışmanın fitilini ateşleyen husus, ABD petrol ambargosunun İranı sıkıntıya
sokmasıydı. Zira, ambargo ile birlikte İranın petrol ihracatı üçte iki
oranında azılıp günlük 800 bin varile kadar düşmüş, bu da içeride döviz
darlığına yol açmıştı. Bu yüzden ABD doları son bir yıl içinde İran Riyali
karşısında 3 kat değerlenerek 1200 tümenden 3500 tümene fırlamıştı.
ABD ile doğrudan görüşmeler için ön temaslar yapıldığı konusu,
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejadın Eylül sonunda BM çalışmaları için gittiği
New Yorktaki açıklamaları ile su yüzüne çıkmıştı. Ahmedinejad, ABD ile
görüşmelere kapalı olmadıkları mesajını verdi. Bu, bazı Muhafazakâr çevrelerde
tepkiyle karşılandı. İran Cumhurbaşkanı, ABD ile ilişkilerde İmam Humeyninin
çizgisine sadık olduğunu vurgulayarak gelen tepkileri göğüslemeye çalıştı. Bu
tartışmalar tam küllenmeye yüz tutmuşken, BBC Arapça servisi ve Fransız Le
Monda Diplomatique bir iddiaya yer vermiş, aynı iddia İsrail gazetelerinde de
tekrarlanmıştı. Buna göre, İki üst düzey İranlı yetkili, ABDde gizli
görüşmelere katılmıştı.
Cumhurbaşkanı adayı kaleme.com sitesinde yazdı
Yabancı medyadaki iddialar, İrandaki muhalif internet sitesinde de gündeme
taşınmıştı. 2009daki cumhurbaşkanı seçiminde Ahmedinejadın rakibi olan Mir
Hüseyin Musaviye ait kaleme.com adlı internet sitesi şu soruyu ortaya atmıştı:Hüseyin
Tayyib ve Ali Ekber Velayeti ABDde ne aramaktaydı?
Bunun üzerine her iki isim de bir açıklama yapmış. görüşme iddiasını
yalanlamıştı. Dikkat çekici olan, görüşme yalanmış, fakat ABDye gidip
gitmedikleri konusu yanıtlanmamıştı. Dolayısıyla, eğer bir gizli görüşme
başlatılmışsa bu, İran devletinde en önemli ve merkezi konumda bulunan Dini
Rehberin gözetiminde yürütülüyordu.
İsrailin iddiası
İranda bu tartışmalar sürerken, İsrail ilginç bir açıklama yapmıştı.
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İranın nükleer silah geliştirme
heveslerinden bir süreliğine geri adım attığını ancak önümüzdeki yaz Tahranla
zorunlu olarak karşı karşıya gelineceğini hatırlatmıştı. Asıl kafa karıştıran
Barakın şu iddiasıydı: İranın nükleer silah sahibi olması durumunda
bölgede bir silahlanma yarışı başlayacak ve Türkiyede birkaç yıl içinde
nükleer silah yapacaktı! Yani gizli İran-ABD ve İsrail görüşmeleri, Türkiyenin
teknolojik gelişmelerini ve nükleer girişimlerini birlikte engelleme amaçlıydı!
İran-Suriye-Türkiye Denklemi
İslam coğrafyasında etkili olan üç büyük rakip devlet, Türkiye, Mısır ve
İran’dır. Her üç ülkenin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik çıkarları,
Suriye’de çatışmaktadır. Özellikle bu çatışma bugünlerde Türkiye ile İran
arasında yaşanmaktadır. Ve bu durumu İsrail ve ABD, özellikle kışkırtmaktadır.
Türkiye’nin jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik çıkarları, Suriye ve Irak
üzerinden İslam coğrafyasına açılmayı amaçlarken, İran’ın menfaatleri de,
Suriye üzerinden Lübnan ve Akdeniz’e açılmayı zorunlu kılmaktadır. Bu tezat,
Türkiye ile İran’ı karşı karşıya bırakmaktadır. Bunun sonucu olarak komşuları
ile sorunlarını sıfırlayarak ve yumuşak güç kullanarak açılmaya ve yayılmaya
çalışan Türkiye, şimdilik, Suriye-Irak hattında, İran-Rus ekseni tarafından
durdurulmaktadır. Suriye yönetiminin sıkışmasından yararlanarak, kuzey
bölgesini PKK-PYD güçlerinin bağımsızlık hesapları ve Barzani’nin bu bölgeye
asker yerleştirmeye kalkması, Özerk Suriye Kürt bölgesi tezinin tartışılıyor
olması, Türkiye’nin aleyhine ciddi riskler taşımaktadır. Suriye’de karışıklığın
uzun süreli olarak devam etmesi, İran’ın lehine, Türkiye’nin, özellikle AKP
hükümetinin aleyhine olacaktır. ABD-NATO-AB ekseninin şu an Suriye’ye müdahale
etmemesi ve Türkiye’yi yalnız bırakmasının en önemli sebeplerinden birisi, Baas
sonrası dönemde İslami bir gücün iş başına gelme ihtimalinin var olmasıdır. Şer
ekseni, Suriye’de yapılacak genel seçimler sonunda, ABD ve İsraile rağmen
İslami ve milli bir mutabakat hükümetinin kurulmasını tehlikeli saymaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye muhalefetini yeniden örgütlemek için
düğmeye basmıştı!
Clinton: Suriye Ulusal Konseyinin (SUK) artık muhalefetin vitrini olarak
görülemeyeceğini açıkça ifade ettik. Onlar, daha geniş bir muhalefetin bir
parçası olabilir. Muhalefet, Suriye içinden insanları ve şimdiye değin sesleri
duyulmayanları da kapsamalı diyerek Suriyede kontrolü ele almaya
çalışmaktaydı. ABD, SUKu yeniden örgütlemek üzere 51 üyeli bir Ulusal Girişim
Konseyi kurdu. Muhalifler önce Katarda, 28 Ekimde de İstanbul Silivride
toplandı. Asıl örgütlenme toplantıları 4-7 Kasımda Katarda, 8 Kasımda
Ürdünde yapılmıştı.
Türkmenler devre dışı bırakılmıştı
Hazırlık çalışmalarında Türkmenlere herhangi bir vaatte bulunulmadığı
ortaya çıkmıştı. Diğer bir gelişme de, Suriyenin önde gelen zenginlerinden ABD
ve İsrail ilişkili Riyad Seyfin de çalışmalara katılması ve para desteği
yapmasıydı. Katardan sonra toplantının Ürdünde yapılması da, çalışmalara
İsrail istihbaratı da dahil oldu diye yorumlanmıştı. Bilindiği gibi, Ürdün
Mossadın en etkin olduğu Arap ülkeleri arasındaydı.
SUKun şimdiki başkanı Abdülbasit Seyda ise, Fransız Haber Ajansına
Türkiyeden bir açıklama yaparak Clintonu şöyle yanıtlamıştı: Uluslararası
toplum, Suriye halkına yeterince yardımcı olmadığı için, Suriyedeki radikal
İslamcılığın artışının sorumlusudur.
Seyda, muhaliflere destek olunmadığı takdirde aşırı İslamcılığın daha da
artacağı uyarısını tekrarlamıştı. SUK Başkanı, devrimin yolunda gittiğini
vurgulayarak, Suriyenin radikal İslamın kendine yer bulabileceği bir ülke
olmadığını vurgulamıştı. Seyda, muhalif Riad Seyfin ülke dışında kurulması
planlanan hükümetin başına getirileceği yönündeki söylentileriyse, Kararlar
alınmadan önce -Katardaki- konferansın bitmesini beklesek daha iyi olur diye
düşünüyorum sözleriyle yorumlamıştı.
[1] Zaman / 28 Şubat 2011 / Sh.4
[2] Erturkturker@gmail.com /
30 Ekim 2012
[3] Deniz Hakan / 02 11 2012
http://www.millicozum.com/mc/subat-2013/turkiyedeki-gizli-israil