TOPLUMLAR İÇİN İKİ BÜYÜK TEHLİKE
İnsanlık veİslam toplumları için yıkıcı etkileri bulunan durumları arz etmeden önce önemli bir hususu açıklamak gerekiyor.
Doğal hükümler genel olarak iki kısma ayrılır:
1- Sabit ve değişmez hükümler: Bunlar zaman ve mekanın değişmesiyle veya bilginlerin görüşleriyle ile asla değiştirilemeyen temel ve tabii hükümlerdir. Namaz, Oruç, Zekat, Hac ve Cihat gibi farzların bağlayıcılığı, içki, kumar, zina, faiz gibi kötülüklerin haramlılığı, mali ve bedeni cezaların miktarı ve şartları gibi kesin hükümlerde, gerek sayı ve şekil yönünden, gerekse zaman ve mekan yönünden olsun hiçbir değişiklik söz konusu yapılamaz.
“Mevridi nas`da içtihada mesağ yoktur” (Mecelle) Yani hakkında ayet, hadis ve icmadan kesin delil bulunan konularda içtihada ve değişikliğe asla izin ve ihtiyaç yoktur
2- Zamanın, mekanın ve şartların durumuna göre, genel maslahat ve mecburiyetler karşısında “değişebilen hükümler“: Tazir (uyarı )cezalarının cinsi, çeşitleri, miktarı, siyasi ve sosyal yapılanma biçimi, örf ve adetlerle belirlenen ticari ve sınai kurum ve kurallar, değişen ve gelişen ekonomik ve teknolojik şartlara göre şekillenen günlük hayat standartları gibi konulardaki hükümler, İslam’ın genel hüküm ve amaçlarına aykırı olmamak şartıyla değişmeye ve yenileşmeye açık hükümlerdir.
Maliki imamlarından El-Karafi ” El-İhkam” adlı eserinde “örf ve adetlere dayalı hükümlerin, bu örf ve adetler değiştiği halde, hala yerinde kalması gerektiğini söyleyenlerin hem akla, hem icmaya, hem de dinin genel amacına aykırı davrandığını “ söylemiştir.
Hicri on üçüncü asırda yaşayan ve son dönem Hanefi ulamasının en büyüklerinden sayılan İbni Abidin “Neşru“l Arf fi Binai Ba`dil Ahkami alal örf” adlı risalesinde, Hanefi fakihlerinin, değişik zaman ve şartlarda aynı konuda verdikleri farklı fetvaları sıralamış.”[1] Ve durumların değişmesiyle hükümlerinde değişmesi gerektiğini vurgulamıştır.
İbni Kayyım el- Cevziye ise:
“Eğer bu gibi hükümler esnek olmayıp sabit kalsaydı, birçok konuda adalet zulme, rahmet zahmete, yarar zarara, hikmet nikbete, maslahat meşakkate dönüşürdü. Bu ise İslam’ın özüne tamamen terstir” [2] demiştir.
Bu nedenlerden dolayıdır ki “Zamanların değişmesiyle ahkamın değişmesi de inkar edilemez” (Mecelle) esası bir kaideii külliye (Genel kural) halini almıştır.
Şimdi insanlık ve İslam toplumu için büyük bir teh oluşturan iki hususu arz edelim:
A – Birinci teh: Dinin, “değişmez ve değerini yitirmez” nitelikteki temel hükümlerinin bozulması, yozlaştırılması veya hepten yürürlükten kaldırılarak yerine batıl ve bozuk sistemlerin konulması ve uygulanmasıdır.
Çağdaşlaşma veya dinde reform hevesleriyle yapılan bu gibi tatbikat ve tahribatlar sonucu insanlık ve İslam toplumu dejenerasyona uğramış, bütün değer ölçüleri lâçkalaşmış, helal haram düşüncesi kalkmış, ahiret ve sorumluluk duygusu yıkılmış, her türlü haksızlık ve ahlaksızlık yaygınlaşmıştır. Dini disiplinden ve ahlaki prensiplerden koparılan insanlar huysuz ve huzursuz kalabalıklar halini almıştır.
“Yaratılış gayesi Allah`a ibadettir. İbadet ise Allah`a hürmet mahlukata merhamettir” düsturu ve düşüncesi unutulmuş, şuurlu ve huzurlu bir İslam toplumu yıkılarak geride köküne ve özüne yabancı, bencil ve bunalımlı, gayesiz ve gayretsiz kalabalıklar bırakılmıştır. Bugün özellikle İslam dünyasında görülen dağınıklığın, geri kalmışlığın ve perişanlığın birinci sebebi budur. Yani İslami anlayış ve ahlaktan uzaklaşmış, daha doğrusu uzaklaştırılmış olmamızdır.
B – Her toplum için ikinci büyük teh ise, şartlara ve ihtiyaçlara göre değişme, gelişme ve güzelleşme, yani basitten mükemmele doğru evrimleşme özelliği taşıyan konularda, maalesef kısırlığın, donukluğun ve duraklamanın baş göstermesi, taassup ve taklitçiliğin ve kuru şekilciliğin yaygınlaşmasıdır. Bunun sonucu, durgunlaşan su gibi, İslam toplumu giderek içten içe kokuşmaya ve çürümeye başlamış… Artık hidayet ve istikametin yerini bidat ve dalalet, hareket ve bereketin yerini uyuşukluk ve atalet, izzet ve asaletin yerini zillet ve meskenet kaplamış… Toplum da Cihat`ın, Hukukta içtihadın, ilimde icadın, insanlarda vicdanın, günlük hayatta ahlakın, sanat ve sanayide teknoloji yarışının terk edildiği bu dönemler, İslam toplumunun da haysiyet ve hürriyetini yitirdiği ve yıkıldığı dönemler olmuştur.
Halbuki İslam, devamlı düşünen, araştıran, gelişen, üreten, diri ve dinamik bir toplum oluşturmayı hedefler.
Çünkü İslam, fıtratı ve hayatı kısırlaştırmak ve güdükleştirmek için değil, bilakis geliştirmek ve güzelleştirmek için gelmiştir.
Fıtratı ve hayatı kirletecek olan aşırılıklar ve ahlaksızlıklar kadar, fıtratı ve hayatı körletecek derecedeki taassup ve taklitçilik de din ve toplum için muzır ve mahvedicidir
Kurtuluşumuz ise iki şarta bağlıdır.
1 – Temel insan haklarının ve evresel hukuk kurallarını hayata hakim kılacak ve adil bir düzeni uygulayacak bütün tedbirleri acilen almak üzere fikri ve siyasi Cihadımızı kesintisiz sürdürmek.
2- Yersiz ve yararsız olan taassup, taklitçilik, şekilcilik, ucuz ve kolay kahramanlık hastalıklarını terk etmektir.
Milli Görüş Medeniyetinin merkezi ve mümessili olacak Lider Ülke Türkiye`nin Kurulacağı ve Adil Düzen içinde tüm insanlığın huzur bulacağı mutlu yarınlarda buluşmak ümidiyle…
[1] Kardavi – Temel Nitelikleriyle İSLAM 7. Bölüm
[2] İlamul Muvakkiin C.3, sh:111