Anasayfa » TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!

TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 104 Görüntüleyen

TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!


“Tesettür” ve “Başörtüsü”; ikisi de Kur'an kaynaklı olmakla beraber, yanlışlıkla ve bilgi noksanlığıyla aynı şeyler sanılmasına rağmen, aslında farklı kavramlardır. Anlamları da amaçları da ayrıdır. Pek çok yanlış tavır ve takıntı, bunların aynı sanılmasından dolayıdır. Çünkü:

a) Tesettür genel, başörtüsü ise özeldir.

b) Tesettür fıtri ve ahlaki, başörtüsü ise içtimai bir emirdir.

c) Tesettür;

1- Karşı cinslerin zinaya yol açan şehvet tahrikini ve namus-iffet tahribini önlemek,

2- Soğuk, sıcak, güneş, rüzgâr gibi iklim ve mevsimlerin tabii tesirlerden vücudu esirgemek,

3- İnsanlık psikolojisine yakışan ve Allah'ın nimetini hatırlatan bir ziynetle süslenmek gibi hikmetleri taşıdığı halde,

d) Başörtüsü ise;

1- Mümin ve müstakim (istikametli) bilinmek,

2- Bununla, muhtemel sarkıntılık ve sataşmalardan korunup rahatsız edilmemek,

3- Böylece Müslüman kadınların toplum ortamına; bilimsel, kültürel, siyasi ve ekonomik hayata; daha emin ve etkin biçimde katılımlarına kolaylık getirmek üzere emredilen bir sosyal statü niteliğindedir.

Elbette “Tesettür” de, “Başörtüsü” de Kur'an'ın emridir. Ancak bu iki emrin değeri ve derecesi aynı değildir. Örneğin: “…Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?…” (Hücurat:12) anlamındaki emri de Kur'an ayetidir. “…her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir…” (Maide:32) anlamındaki emri de Kur'an'ın ayetidir. Ama bu ikisinin önemi ve önceliği asla bir gösterilemeyecektir. Zaten gıybet ve cinayet için verilen hukuki ve uhrevi cezalar bile, bunların değer ve derece farkını gözler önüne sermektedir.

Allah'ın bir hikmet ve fazilet emri, inancımızın tezahür eden simgesi ve İslam'ın edep ve izzet göstergesi olan Başörtüsüne düşmanlık yapmak ve başörtülüleri dışlamak ne denli kasıtlı, haksız ve dayanaksız ise; başörtüsünü sanki imanın esası ve İslam'ın şartı gibi sunmak ve çeşitli gerekçelerle başını örtmeyenleri “İslam dışı, din karşıtı ve kötü ahlaklı” sanmak da, o denli yanlış ve yakışıksızdır. Bizzat Atatürk tarafından Türkçe tefsir ve tercümesi yaptırılan ve elbette içindeki hükümlere samimiyetle inanılan büyük İslam Alimi Elmalı Hamdi Yazır’ın, Kahraman Yusufoğlu tarafından sadeleştirilen“Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meali”ndeki: “Mümin erkeklere de Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını (iffet ve namuslarını) korusunlar. (Mecburen) Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini(n takıldığı gerdan gibi yerlerini) teşhir edip açık bırakmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerlerine kadar indirip kapatsınlar”[1] kaydına ve uyarısına rağmen halâ tesettürü ve başörtüsünü Atatürkçülüğe aykırı görenlerin bu tutarsız tavrı da tam bir çifte standarttır ve Kemalizm istismarıdır.

İslami şuur, sırasıyla şu basamaklardan geçerek oluşmakta ve olgunlaşmaktadır. “7 İ” Formülü olarak hatırda tutabileceğimiz bu aşamalar şunlardır:

1- “Tağut”u inkâr; Emperyalizmi ve Siyonizm’i reddedip dik durma.

“…Artık kim tağutu (İslam dışı sistemleri ve zalim kişileri terk ve inkâr ederek) tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur (Kur’an’a tutunanların mahrum ve mahcup olma endişesi kalmamıştır)…”[2] ayeti, Allah'a imandan önce tağutu inkar etmek gerektiğini şart koşmaktadır. Çünkü Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır. Tağut’la Mabud'un sevgisi aynı gönülde birlikte barınamayacaktır. Tağut: İnsani ve İslami olmayan, haksızlık ve ahlaksızlık temeline dayanan, bütün şeytani sistemlerin ve despot şahsiyetlerin ortak adıdır. Bugün Siyonist ve emperyalist güçlere teslimiyet ve hizmet gösterenler, imanın bu temel basamağına bile ulaşamamışlardır.

  2- Zalime ve Zulme itiraz: Saldırı ve sömürü düzenine tavır koyma, Yahudi ve Hıristiyanları veli (yönetici, yönlendirici) tanımama.

“Ey iman edenler (fitne çıkarmamak, anarşi ve ahlaksızlığı kışkırtmamak ve karşılıklı hak ve hürriyetlere saygılı bulunmak şartıyla; onlarla birlikte yaşayın, komşuluk yapın, ülke ve bölge nimetlerini paylaşın, ilmi ve iktisadi konularda yardımlaşın, ama gerçekten iman ediyor ve gereğini yapmaya razı ve hazır bulunuyorsanız, sakın) Yahudilerin (ırkçı emperyalist kesimlerini ve yine haksızlık ve ahlaksızlık hedefleyen bazı) Hıristiyan (merkezlerini) veliler (yöneticiler) edinmeyin. (Onları dost ve dürüst zannedip, kendinize idareci, karar verici olarak kabullenmeyin. Zulüm ve hıyanet örgütlerine ve girişimlerine destek vermeyin) Onlar, (sizin değil) birbirlerinin dostları ve destekleyicileridir. (Artık) Sizden her kim onları dost ve rehber edinip (peşlerine giderse), kesinlikle o da onlardandır. Şüphesiz Allah (Siyonist Yahudilere ve emperyalist Hıristiyanlara değer ve destek veren ve Müslümanlara hıyanet eden) zalimler topluluğuna hidayet etmez (onların iman nurunu karartır). (Not: Bu ayet Yahudi ve Hıristiyan kimselerle iyi ve insani ilişkileri, ticari ve bilimsel işbirliğini değil; zulüm sistemlerinin ve oluşumlarının güdümüne girmeyi yasaklamaktadır.)”[3] ayeti bu gerçeği anlatmaktadır.

3- Mü’mine ve mazluma itimat ve itibar: Müslümanların ve mağdur insanların yanında olma.

“Allah’a ve Ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavim (ve kesim) bulamazsın ki; Allah’a ve Resulûne başkaldıran, (ayet ve hadislere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere savaş açan) kimselerle bir sevgi ve işbirliği bağı kurmuş olsunlar; Bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları, ister çocukları, ister kardeşleri (veya tarikat-cemaat ihvanı); isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun… (Yine de şuurlu mü’minler asla onlara destek çıkmaz ve saygı duymazlar); İşte bu (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (ilahi izzet ve inayetinden) bir ruh ile desteklemiştir. (Ahirette de) Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar, Allah’ın hizbi (partisi, takipçisi, ekibi ve taraftarları)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin)ki; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah’a ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahirette cennet ve saadete kavuşacak)lardır”[4] ayeti bu hakikati vurgulamaktadır.

4- İslam ahlakına ve Kur'an ahkâmına ittiba: Haksız ve ahlaksız kanun ve kurumlara karşı çıkma:

“(Ey Resulüm) Sana indirilen (Kur'an'a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve batıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hıristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler?! Oysa (Mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapıklığa sürüklemek istemektedir.”[5] ayeti bu durumu ve münafıkların tutumunu açığa vurmaktadır.

5- Hak ve Adaletin Hâkimiyeti ve insanlığın selameti için cihat; dünyalık rahatına ve menfaatine tapınmaktan istiğna: Barış ve bereket düzeninin kurulması, mazlumların esaret ve sefaletten kurtulması için çalışma.

“(Ey Müslüman’lar) Size ne oluyor (ve nasıl bir vicdani sorumsuzluğa kayıyorsunuz) ki; “Ya Rabbi, ehli ve idarecileri zalim olan şu ülkeden (ve şu düzenden) bizi kurtar, bize kendi katından bir sahip gönder ve bize kendi rahmetinden bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran, erkek kadın ve çocuklardan oluşan aciz ve çaresiz kimseleri kurtarmak için Allah yolunda çalışıp çarpışmıyorsunuz? (Bu duyarsızlık ve nemelazımcılık imani ve vicdani bir tavır değildir).” “İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye) çarpışıp çırpınırlar. İnkâr edenler (ve münafık kimseler) ise, Tağut yolunda (zulüm ve sömürü düzenleri sürsün diye) çırpınıp çarpışırlar. O halde (siz mü’minler) iseniz; şeytanın dostları olan (inkârcılar ve münafıklarla) çarpışın. Ve (Allah’a güvenerek) şeytanın hile ve tuzağının pek zayıf olduğunu (bilerek hareket edin).”[6] ayetleri, bize bu insani ve imani sorumluluklarımızı hatırlatmakta; zalimlerin ve tağuti düzenlerin davulunu çalanların, görünüşte Müslüman ve muttaki geçinseler de, gerçekte gizli inkâr içinde olduklarına işaret buyurmaktadır.

6- Nehiylerden ictinab: Allah'ın, haram kıldığı evrensel ve doğal kanunların yasakladığı kötülüklerden sakınma.

İslam Dininde ve Kur'an'ın ahlak eğitiminde; haram yemek, haksızlık ve hırsızlık yapmak, yalan söylemek, iftiraya yeltenmek, kul hakkını gözetmemek, içki içmek, zina ve fuhuş işlemek, ülkesine devletine ve milletine sırt çevirmek, korkuyla veya çıkar umuduyla gerçekleri gizlemek gibi günah ve kötülüklerden vazgeçmek; ibadetlerden ve hayır hizmetlerinden önemli ve öncelikli sayılmıştır. Zaten Kur'an’da yüzlerce ayette övülen ve öğütlenen “takva” kavramı, gizli açık her türlü kötülüklerden sakınmak ve Allah'tan korkup kurallarına saygı duymak anlamındadır.

7- Emirlere ittiba ve itaat:

Kur'an'ın huzur ve mutluluk kaynağı emirlerine ve vicdanın sesine uyarak; ibadet, istikamet ve iyi niyet üzerinde bulunmak; yaratılışımızın amacı, manevi hastalıklarımızın ilacı, ruhumuzun gıdası ve bizleri Mevla'mıza ve maksadımıza ulaştırma aracıdır. İşte İslam'da örtünmek de, bu yedinci sınıf içindeki yüzlerce ilahi emirlerden birisidir ve elbette geçerli mazeret ve mecburiyetler dışında, yerine getirilmesi gerekir. Ancak, bizim dinimizde, hizmet ve ibadetlerin önem ve öncelik sırasını gözetmek oldukça mühimdir.

Herkesin hatırlayacağı ve anlayacağı bir şekilde vurgulayalım:

Elbette örtünme Kur'an'ın emridir, fıtratın ve tabii hayatın gereğidir. Ama genel örtünme içinde başörtüsü özeldir. Sosyal bir statü ve izzet simgesidir ve müminlerin edep ve erdem tercihidir. Allah'ın emri ve gerekli olduğuna inandığı halde mazeretsiz olarak veya şahsi kanaat ve içtihadıyla öyle uygun bulmak dışında başını açarak dolaşmak vebaldir ve vicdani bir sıkıntı ve laubalilik getirecektir. Ama başörtüsü; imanın altı esası içinde gösterilmemiştir; İslam'ın beş şartından değildir. Peygamber Efendimizin hadiste haber verdiği günahı kebair (yedi büyük günah) arasında zikredilmemiştir. Peki, buna rağmen başı açık gezenlere kötü gözle bakmak, “namazları, oruçları, hayırları da makbul değil” iddiasında bulunmak, onları aşağılamaya ve dışlamaya kalkışmak hakkını bize kim vermektedir?

Yukarıda saydığımız ve Kur'an ayetlerine dayandırdığımız yedi basamaktan ilk beş sıradan sınıfta kalan; yani:

1- Tağutlara ve şeytani odaklara taraf çıkan,

2- Zalimlere ve işgalcilere alkış tutan,

3- Müminlere ve ezilen mazlum kesimlere destek yerine köstek olan,

4- Faizci, rantiyeci ve kan emici sömürü düzenlerine ve baskıcı sindirme sistemlerine rıza gösterip, Adil bir düzene düşmanlık yapan,

5- Rahatına ve menfaatine tapınıp cihat (milli savunma ve düşman güçlerle uğraşma) sorumluluğundan kaçınan; ama başörtüsü takan ve türban kahramanlığıyla gavur uşaklığını gizlemeye çalışan kimseler, insafla söyleyin, Allah'a mı yoksa Amerika'ya mı hizmet ve ibadet etmektedir? Ve unutmayınız ki, İslam şekil değil şuur dinidir!

Ve yine AB hayaliyle egemenliğimiz haçlı Siyonistlere devredilirken… Fabrikalarımız, limanlarımız, maden ocaklarımız ve topraklarımız satılırken… Sevr'i dayatan güçlerce, şimdilik ismen ve resmen olmasa da, “demokratik federatif” şeytanlıklarla, fikren ve fiilen ülkemiz parçalanmaya hazırlanırken… Ekonomimizden eğitim sistemimize, hukuk düzeninden ahlaki prensiplerimize, her şeyimiz çürüyüp dökülürken… İnsanımız açlık ve anarşi gibi acılar içinde kıvranırken. Bütün bunları dert etmeyip ve hiç dile getirmeyip:“aman başörtüsü yaygınlaşıyor, İmam Hatipler çoğalıyor ve laiklik elden gidiyor” diyerek tepinenler, AKP'nin ekmeğine yağ sürmek, ABD ve İsrail'e dolaylı hizmet etmek gaflet ve cehaletine, hatta dalalet ve hıyanet çirkefine düşmek densizliğini işlemezler mi? Ve hele bunların üstelik; Kemalist ve sosyalist geçinmeleri, şeytanları bile kendilerine güldürmez mi?

Milli mütefekkirimiz ve İstiklal Marşı şairimiz rahmetli Mehmet Akif'in şu dizeleri ne kadar manidardır:

“Medeniyet dediğin, soymaksa bedeni

Desene, hayvanlar senden, daha medeni”

Tekrar hatırlatalım; İslam şekil değil, şuur dinidir. Bu uyarımız, “şekil önemli ve gerekli değil” anlamında söylenmemiştir. Nasıl ki, bir meyvenin asıl değerli olan kısmı, içi, vitaminleri ve besleyici lezzetidir. Ama onun kabuğu da güzel ve gereklidir. Çünkü kabuğu soyulan meyvenin çürümeye ve özelliğini yitirmeye başlaması kaçınılmaz hale gelmektedir. Ama içi harap olup çürümüş bir elmanın parlak kabuğu, sanki sadece bir münafıklık maskesi gibidir. Anadolu'muzdaki; “Eteği ile başını örtüyor. Saçını kapatıp, kıçını açıyor!”tabiri bu gerçeği özetleyen bir özdeyiştir.

Tesettür (Örtünme) ile ilgili ayetlerin ilmi tahlil ve tasnifi (incelenip derecelendirilmesi) lazımdır:

Dikkatle ve ilmi bir titizlikle tetkik edildiği (araştırılıp irdelendiği) zaman; tesettür (örtünme) ile ilgili Kur'an ayetlerinin ve sahih (senedi sağlam ve gerçek) hadislerin üç ana kategoriye ayrıldıkları görülecektir.

1- Doğal örtünme (Fıtri bir vecibedir).

2- Sosyal örtünme (Simgesel anlam ve önem içerir. Farziyetten farklı, fazilet göstergesidir).

3- Ruhsal örtünme (Takva elbisesi ve İslami şuur meselesidir ve ayetlere göre en önemlisidir).

1- Doğal örtünme:

Tesettür; Açık saçık gezmemek, şehvet ve edep bölgelerini örtmek, hicap ise; kadınların nikâhlanıp evlenebileceği kimseler yanında kaba avret yerlerini göstermemektir. “Mü’min kadınlara da söyle: “Gözlerini (kasıtlı ve şehvet uyandırıcı, cilveli bakışlardan) kaçındırsınlar ve ırzlarını-namuslarını korusunlar; ziynetlerini (cezp edici şekilde süslerini) açığa vurmasınlar; ancak kendiliğinden görünen (toplum hayatında tabii olarak açılması gereken yerler) hariçtir…” [7] ayetinin buraya kadar olan kısmı genel örtünmeyi emreder, başörtüsünü değil… Ama bundan sonra, özel başörtüsü istenmektedir.

2- Sosyal örtünme:

Yukarıdaki ayetin devamında gelen: “…(Gereğince kapansınlar) Ve bunun için başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…”[8] emri; “Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbaplarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır…”[9] ayetiyle, bir nevi açıklığa kavuşturulup asıl amacı bildirilmiştir. O da başörtüsünün “iyi ve iffetli tanınma ve tacizlerden korunma” hikmetli olup, fıtri farziyetten ziyade, ayırt edici bir fazilet simgesi olarak emredilmiştir. Başka türlü, kadının bütün güzelliğini ve çekici özelliğini barındıran yüzünün değil de, şehvet azdırıcı hiçbir cazibesi bulunmayan, hatta kıl olarak mide bulandıran saçların kapatılmasının istenmesi, hangi ilahi ve ahlaki hikmetle izah edilecektir.? Ve tabi başörtüsü faziletini; bir farklılık fantezisine, üstünlük ve ayrımcılık psikolojisine, riyakârlık ve istismarcılık dürtüsüne de alet etmemek gerekir.

3- Ruhsal örtünme:

“Ey Adem oğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi (ön ve arka avretlerinizi ve görüldüğünde şehveti ve fitneyi tahrik eden vücut bölgelerini) örtecek bir elbise ve (ayrıca) size süs ve saygınlık kazandıracak bir giyim (imkânları ve arzuları) indirip var ettik. Takva elbisesiyle (imani bir şuur ve ahlaki bir huzurla donanıp kuşanmak) ise, işte bu daha hayırlı (Allah'ın rızasına daha yakın)dır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki, tezekkür ederler (araştırıp, aklını ve vicdanını çalıştırıp, ibret ve hikmet öğrenirler diye gönderilmiştir).”[10] ayeti, öyle felsefi bir durum ve şahsi bir yorum olarak değil, bizzat Allah duyurusuyla; ruhsal örtünmenin, manevi ve ahlaki eğitim ve öğretimin, yani takva elbisesinin, diğer örtünme ve giyinmelerden daha hayırlı ve yararlı olduğunu haber vermektedir.

Başörtüsü sosyal bir simgedir:

“Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbaplarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır. Allah Gafur ve Rahim’dir.”[11]

Örtünme, İslam öncesinde kadınlar için; hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simgeydi. Bu ayette, Peygamber eşlerinin, kızlarının ve İslam'ı kabul etmiş tüm mü’min kadınların, dışarıya çıktıklarında dış giysilerini üzerlerine almaları emredilmektedir. Çünkü kadın dışarıya dış elbisesini almadan çıktığında, cariye sanıp rahatsız ediliyordu. Toplumsal bir kategori olarak yerleşik uygulamanın kurbanı olan cariyelerin dezavantajlarıyla sokakta karşılaşılmaması için bu ayetin uyardığı bildirilmektedir.[12]“…Onlar sizin örtüleriniz, siz de onlar için (birer) örtü-elbise (yerindesiniz).”[13] ayeti, erkekle kadının ahlaki ve insani yönden birbirini tamamlayıp evlilikle denkleşip bütünleştiklerini; “Kadınlar erkeklerin benzerleridir (birbirinin yarısı gibidir)[14] hadisi de yaratılıştaki birlikteliği ve eşitliği vurgulamaktadır.

Bu denli açık ifadeleriyle Kur'an, erkek ve kadınları her hak karşısında ve iş konusunda teker teker anmakta ve insan tanımının, ancak ikisinin bütünlüğü göz önüne alınınca, mümkün olabileceğine işaret ederek, detaylandırmaktadır: “Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”[15] ayeti bunun ispatıdır.

Atatürk'ün Peygamber sünnetine saygısı ve sahip çıkması!

Kadınların mescitlere gitmelerini onların doğal hakkı gören ve buna izin veren Hz. Peygamber'in bu uygulaması, ülkemizde de hâlâ bazılarınca hazmedilebilmiş değildir. Atatürk 2 Şubat 1923'te İzmir'de halk ile yaptığı konuşmasında bu hazımsızlığı bir an önce Türk Milletinin aşması gerektiğine işaret etmiştir. Atatürk'ün Hz. Peygamber'in uzak vizyonunu dile getiren bu ileri görüşlülüğü, henüz ülkemizde tam olarak anlaşılmadığı gibi, maalesef başörtülü hanımlarımız ve kızlarımız kamu kurumlarından ve okullardan dışlanma sürecindedir. AKP ise sadece istismar ve suiistimal peşindedir.

Ve tabi, tesettür ve takva bahanesiyle “Kadının sadece saçının teli değil; sesi de haramdır, nefesi de günahtır, dış elbisesinin güzel olması da yasaktır, kadının kalktığı yere oturmak bile sakıncalıdır” gibi kısıtlamalar ve kısırlaştırmalarla, Müslüman kadınları toplum yaşamından, doğal ve sosyal ortamdan tamamen dışlamayı hedefleyen ve adı konulmamış bir hapis hayatını reva görenlerin, kadınların beş vakit aynı camide ve erkeklerin gerisinde namaz kılmasına izin veren Hz. Peygamber Efendimizin yaklaşımından ve yaşam tarzından ne denli uzaklaştıkları da açıkça görülmektedir.

Başörtüsünün dayandırıldığı dini gerekçeler şunlardır:

Kur'an kronolojisini araştıran ilim adamlarına göre, Nur suresi, Hicret'in beşinci yılının son aylarında indirilmiş Medeni bir suredir. Siyer ve iniş nedenleri (Esbab-ı Nüzul) ile ilgili bilgilerden, başörtüsüne gerekçe teşkil ettiği öne sürülen Ahzab ve Nursurelerinin hemen hemen aynı zaman diliminde ve aynı atmosfer içinde indiği bilinmektedir. Çünkü Ahzab suresi, Hicret'in beşinci yılı Şevval ayında başlayan Hendek/Ahzab gazvesinin (savaşının) hemen ardından inmeye başlamış ve surenin tamamlanması yaklaşık dokuzuncu yıla kadar devam etmiştir. Nur suresi ise, Hendek Gazvesi'nden kısa bir süre önce veya sonra vuku bulan Beni Mustalik Gazvesi'ni takiben inmiştir. Vahyin başlangıç tarihi olan Miladi 610 yılı ise bu iki surenin iniş zamanı arasında on yedi yıllık bir zaman diliminin bulunması, örtünme ile ilgili ayetlerin oldukça geç bir dönemde geldiğini göstermektedir. Bu sureler içinde özellikle kadının örtünmesi ve başörtüsü kullanmasına gerekçe olarak gösterilen iki ayeti dikkatle incelemek gerekir:

“Mü’min (erkek)lere söyle: “Gözlerini (haram olan kadınları ve ahlâksız yayınları seyretmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temiz (ve hayırlı) olandır.” Gerçekten Allah onların  (bütün) yaptıklarından (en ince ayrıntısına kadar Habir'dir.” “Mü’min kadınlara da söyle: “Gözlerini (kasıtlı ve şehvet uyandırıcı, cilveli bakışlardan) kaçındırsınlar ve ırzlarını-namuslarını korusunlar; ziynetlerini (cezp edici şekilde süslerini) açığa vurmasınlar; ancak kendiliğinden görünen (toplum hayatında tabii olarak açılması gereken yerler) hariçtir. (Gereğince kapansınlar) Ve bunun için başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…”[16]

“Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbaplarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır. Allah Gafur ve Rahim’dir.”[17]         

“Cilbab” kavramı, kadınların örfe göre üzerlerine aldıkları herhangi bir dış elbise değil, başörtüsü üzerine alınan ve tüm vücudu örten örtü;[18] hatta çarşaf olarak tefsir edilmiştir. Hâlbuki başörtüsü üstüne yeniden bir dış örtü zorlama bir te’vildir. Kaldı ki cilbab, zamanın ve koşulların belirlemesine bırakılmış bir giyim tarzıdır ve Kur'an'da çarşafı mecbur eden hiçbir belirti de bulunmamaktadır.

Fıtraten ve örfen ayıp sayılan yerlerin örtülmesi ve iffetin korunması, Nur suresinin 30. ayetinde de geçtiği gibi her iki cinsi de bağlayıcı bir kapsamdadır.

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini çeksinler… Ve ferçlerini (ön ve arkalarını) korusunlar” ayeti, “başkalarının ferçlerine ve avret yerlerine bakmayın” emrini de içeren bir anlam taşımaktadır. Ferç, avret, sev'e (çoğulu sev'at)'den maksat, kadın ve erkeğin genital organları ve makatlarıdır. “Mümin kadınlar, ziynetlerinden görünen kısmından başkasını açmasınlar” ayetindeki ziynet, bazen kadının açması uygun olmayan yerleri, bazen de kullandığı süs, takı ve çeşitli ziynet eşyası şeklinde yorumlanmıştır. İslam öncesi Araplar, bazen örneğin Kâbe’de iken, en mahrem yerlerini (ferçlerini dahi) örtmeden ibadet etmeyi doğru bir davranış saydıklarından, örtünme emirleri ile kadının başörtüsü ya da çarşafa bürünmesi anlamında değil, her iki cinsin de avret yerlerinin ve şehveti tahrik eden diğer bölgelerinin öncelikle ve önemle kapatılması, kadınlık onuruna ve toplum ahlakına uygun bir giyim tarzının korunması gereği üzerinde durulmuştur ki, farz ve doğru olan doğal örtünme de böyle anlaşılmalıdır.

Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerde, “kadınlar ziynetlerini göstermesinler”, (la yübdine ziynetehunne) ifadesindeki ziynet: ayıp yerlere, gizli görkem ve güzelliklere; örfen de gösterilmesi uygun olmayan bölgelere işaret etmektedir. “Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar” (ve'l-Yadribne bi humurihinne ala cuyubihinne) ifadesinde geçen“başörtüsü” (humur), esasen başörtüsü anlamında değildir. Sözcük, “örtmek, gizlemek, gereksiz yere sokaklara dökülmemek, utanmak, sarhoş etmek” manalarına gelir. Ayette başörtüsü olarak çevrilen hımar/humur, genel anlamda “örtü”dür, yani özellikle ve kesin olarak başörtüsü kastedilmiş değildir. Başörtüsü anlamı, örften çıkarılan bir tevildir. Örften çıkarılan ve örfen yaygınlaşan bir yorumla, başörtüsünün farz kılması ise münasip düşmemektedir. Kaldı ki, İslam öncesi Arap kadınları, başörtüsü bir yana, ağır avret mahallerini ve göğüslerini bile örtmekte gevşeklik gösterirlerdi. Başörtüsünün göğüsleri, gerdanı, boyun ve kulakları örtecek şekilde sıkıca başa sarılması yolundaki görüşler, ayette açıkça zikredilmeyen kişisel yorumlardan ibarettir.[19] Cahiliye kadınlarının başlarının üzerindeki örtü, açık göğüslerini örtmeye hizmet etmiyordu. Burada örtülmesi hedeflenen ve istenen bölge, baş değil, göğüslerdir ve göğüsler de ferç kadar ağır avret bölgesi içindedir. Kaldı ki, başın örtülmesi bu denli kesin bir farz ve dinin vazgeçilmez bir emri olsaydı, “baş” (ra's) ve “saç” (şa'r) sözcüklerinin ayetlerde geçmesi gerekirdi. Kur'an, pek çok konuda ayrıntılı olarak sözcük zenginliğini sergilemekten kaçınmazken, böylesine ciddi olduğu iddia edilen bir farzın en önemli bu iki sözcüğünü neden telaffuz etmekten kaçınmış olsun? “Bir sivrisineği bile örnek vermekten çekinmeyen Rabbimiz,[20] neden 'baş' ve 'saç' sözcüklerini örnek vermemiştir? Demek ki Kur'an, başın örtülmesini, başı şu ya da bu şekilde örtmeyi tamamen kadınların kendi iradelerine ve yaşadıkları sosyo-kültürel çevrelerinin koşullarına bırakmış gibidir ve bunun, adı ise gelenektir.”[21] Peki o halde, Müslüman kadınların ve kızların kendi iradeleriyle tercih ettikleri başörtüsüne niye yasak getirilmektedir? Veya kadınların göğsü, göbeği, kalçaları ve bacakları acık olarak gezmesi caiz ve münasip midir?

Göğüsleri örtmek için mutlaka “hımar” (başörtüsü) kullanmanın gerekmediğini söyleyen çağdaş İslam düşünürlerinden Muhammed Esed şu izahı yapmaktadır:

“Hem İslam'dan önce, hem de İslam'dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel başörtüsü idi. Klasik Kur'an yorumcularına göre, bu başörtüsü kadınlar tarafından İslam öncesi dönemde az-çok süs giysisi olarak kullanılır ve uçları, örtünen kadının sırtına serbestçe bırakılıverilir. O günün yaygın modasına göre, kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. Bunun içindir ki göğsün 'hımar' ile örtülmesinin emredilmesi, bu iş için mutlaka hımar kullanılmasının gerektiğini ifade etmez; fakat yalnızca kadınların göğüs kısmının, örfen açık bırakılmasında sakınca bulunmayan yerlerden olmadığını ve dolayısıyla örtülmesi, gösterilmemesi gerektiğini ifade eder.”[22]

Muhammed Esed, “(örfen) örtülmemesinde sakınca olmayan yerler, ya da kendiliğinden görünen kısımlar hari甠(illa ma zahara minha) ifadesine de şöyle yorum getirmektedir:

“'Örfen' sözcüğüyle yaptığımız ilave, İslam alimlerinin ve özellikle (Razi'nin kaydettiğine göre) el-Kifaali'nin yaptığı 'kişinin hakim örfe' (el-adetu'l-cariye) uyarak açık tutabileceği, yani 'örtmemesinde sakınca olmayan yerler' şeklindeki açıklamayı gündeme getirmektedir. İslam hukukunun geleneksel temsilcileri 'görünmesinde örfen sakınca bulunmayan' ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göstermiş, hatta sınırlamayı daha da ileri götürmüşler ise de, “illa ma zahara”nın anlamı, bizce çok daha geniştir; nitekim, kullanılan ifadedeki kasdi belirsizlik yahut çok anlamlılık da bu hususta insanın ahlaki ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir. Burada hem erkeklere hem de kadınlara ulaştırılmak istenen mesajın özü, onların“haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları” noktasında düğümlenmektedir ki, kişinin yaşadığı çağda, Kur'an'ın toplumsal ahlak konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü belirlemektedir.[23]

Kanaatimizce Muhammed Esed'in, genel ve fıtri tesettürle, özel ve ictimai başörtüsünü ayırması; farklı anlam ve amaçlar taşıdıklarını vurgulaması isabetli bir yaklaşımken;“Başörtüsü takınmanın çok da gerekli ve her zaman geçerli bir emir olmadığı” şeklinde algılanacak bir tavır içinde bulunması ise münasip düşmemektedir.

Örtünme bütün dinlerde vardır:

Yahudi ve Hıristiyanlıkta örtünme:

“Erkekler bazen başlarını kapatırlar bazen de kapatmazlardı; fakat kadınların başları daima kapalı idi…”[24]

“Mişna zamanında kadınların başlarını kapatmaları genel bir uygulamaydı”[25]

“…geleneksel Yahudi uygulamasına göre, kadına başı açık bir şekilde dışarı çıkması yasaklanmıştır.”[26]

“Kitab-ı Mukaddes, havari Pavlus'tan Korintoslulara yazdığı mektupta örtünmeyi emreder: Ben Mesih'e uyduğum gibi, siz de bana uyun. Bilmenizi isterim ki her erkeğin başı Mesih ve her kadının başı erkek ve Mesih'in başı Allah'tır. Erkek Allah'ın sureti ve izzeti olduğu için başını örtmemelidir. Fakat kadın erkeğin izzetidir. Bu nedenle ve melekler uğruna kadın, bir yetki işareti olarak başını örtmelidir. Kadının örtüsüz Allah'a dua etmesi yakışır mı?”[27] Çünkü örtünme, tabii ve ahlaki bir gereksinimdir.

Kur’an-ı Kerim’in Nur suresi 31. ayette: “…başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…” kısmında geçen “Humur-Başörtüsü”kavramını, aynı kökten türeyen kelimelere bakarak daha iyi anlama imkânımız olmaktadır.

Hamire: Gizlenmek, değişikliğe uğramak.

Ahmere–hammere: Hamur ve şırayı mayalamak.

El-hamiyretü: Maya.

İhtemere: Mayalanıp şarap olmak.

İhtemere: Kadının başına, yaşmak ve başörtüsü takmak.

İstahmere: Birini kendine aşık etmiş gibi, kul köle olacak şekilde ve samimiyetle bağlamak.

El-himrü: Kin ve haset duygusu taşımak.

El-hamerü, El-hamirü: Bir insanı örtüp saklayan, görülmesine perde olan, sık ağaçlık ve çalılık.

El-hameretü: Kötü kokuyu örten, güzel ve tatlı koku, esans.

El-hamriyyü, Humeyra: Şarap rengine çalan, kırmızımtırak. (Hz. Aişe validemizin bir lakabı).

El-Muhammeretü: Vücudu başka renk olan koyun ve atın beyaz başlısı.

Marazül-hamiyreti: Buğday ve arpa gibi bitkilerin başaklarına musallat olan ve üst kısmını kaplayıp örten beyaz bir mantar hastalığı.

Aynı kökten gelen bütün bu kelimelerin; müfessirlerin ve İslam alimlerinin, özellikle Arapça dilbilimcilerin tariflerinden anlaşılıyor ki, ayette geçen “Humur”: Mümin kadınların fark edilip-seçilip tanınmasına, Allah'ın emrine gönülden bağlı olduğuna, cehalet ve zilletten uzaklaşıp ruhen başkalaşıp olgunlaştığına, kem nazarlardan ve kötü arzulardan onu koruyacak manevi bir perde anlamı taşıdığına işaret eden bir alamettir. İşte bu nedenle başörtüsü mümin kadınlara bahşedilen çok anlamlı bir özellik ve güzelliktir, ilahi bir nimettir ve İslam simgesidir. Başörtüsünün inkârı nasipsizlik, istismarı ise basitliktir.

Ama iddia ve iftira edildiği gibi, başörtüsü bir üniforma değildir. Örneğin:

a. Lütfen dikkat ve edep buyurun: Başörtüsü, öyle köşe yazılarında ve TV tartışmalarında gündeme gelmemiştir; Kur'an'ın emridir.

b. Başörtüsü geçici değil süreklidir.

c. Tek tip ve tek renk değil, çeşitlidir.

d. Resmi değil sivildir.

e. Özenti neticesi ve modernizmin ürettiği bir olgu değildir.

f. İnsanlık ve İslam tarihi boyunca varlığını ve kutsallığını koruyan evrensel bir değerdir.

Başörtüsü niçin bir üniforma olarak gösterilmeyecektir? Çünkü;

• Asker kıyafetli birilerini gören, bunlar subay mı, astsubay mı, karacı mı, havacı mı? Bilebilir.

• Polis mi, komiser mi, bekçi mi? Ayırabilir.

• Hastanede hemşire mi, hademe mi? Bir bakışta karar verebilir.

Ama başörtülü bir hanım gördüğümüzde:

• Bu hangi görüşten, hangi partiden olduğuna başörtüsüne bakıp karar veremeyiz.

• Hangi bölgeden, hangi ilden ve hangi mahalleden olduğunu bilemeyiz.

• Şu tarikattandır, şu mezheptendir, şu taifedendir diyemeyiz.

• Başörtüsüne bakıp hangi görevde, hangi eğitimde olduğunu seçemeyiz.

Çünkü başörtüsü bir üniforma değildir, ama elbette bir kimlik ve kişilik göstergesidir. O da, asla bir partinin, tarikatın, cemaatin veya ideolojinin değil; bizzat ve ancak İslam’ın simgesidir. Ve zaten pek çok kesimdeki başörtüsü alerjisi, İslam’la ilgili gereksiz korkuların ve önyargıların oluşturduğu gizli antipatinin bir neticesidir. Başörtüsünün Kur’an’da emredilmediğini söyleyecek ve laiklik bahanesiyle İslâm Dini konusunda laubalilik edecek kadar şaşkınlaşanlara şunu sormak yerindedir:

Ya hu, bizzat Atatürk’ün tercüme tefsir ettirdiği Elmalı Hamdi Yazır Kur’an mealine bakıp, başörtüsüyle ilgili ayetlere nasıl bir mana verildiğini öğrenmeniz ve o doğrultuda hareket etmeniz gerekmez miydi? Elmalı Tercümesi aynı zamanda, Mustafa Kemal’in de, kabulü değil miydi? Buna asla yanaşmadığınıza göre, sizin Müslüman geçinmeniz de, Kemalistliğiniz de tam bir sahtekârlık örneği miydi? Ama artık, din istismarcılarının da, devrim simsarlarının da pilleri bitmek üzereydi!..

CHP ve Masonik cephe, Başörtüsü bahanesiyle aslında İslam’la savaştığının farkında mıdır?

Yıllardır Baykal’ın avukatlığını yapan bir kişi bile Başörtüsü karşıtlığı nedeniyle hem CHP’lilerden hem de tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından özür diliyordu! Bir ara CHPbünyesinde siyaset yapmaya heveslenen ve çok geçmeden boyunun ölçüsünü gören Yaşar Nuri Öztürk de eski partisini ve genel başkanını yerin dibine geçiriyordu. Özellikle de CHP’ninlaiklik anlayışını yerden yere vuruyor, CHP çatısı altında Allah demenin bile laikliğe aykırı bir davranış olarak algılandığını iddia ediyordu! Ve CHP’lilerin aslında bizzat dinin kendisinden rahatsız olduklarını ileri sürüyordu! Ve hepsinden önemlisi CHP’den söz ederken “Elli tane defosu olan parti” diyordu!  Bir ara kendisinin de bu çatı altında siyaset yaptığını hatırlayınca“eh şükür defolardan biri eksilmiş” demek gerekiyordu. Öyle ya böyle bir partide yani dinin kendisinden rahatsız olunan bir partide en büyük defo Yaşar Nuri Öztürk gibi birinin bulunması oluyordu. Ama hayret, aynı Yaşar Nuri Öztürk, Genel Kurmay Başkanına savaş açan Deniz Baykal’a ve başörtüsü düşmanlığına destek veriyordu.

Bu kesimlerin Erbakan gıcıklığı da, Hoca’nın, her türlü hile ve sahtekârlığa projektör tutup, herkesin ayarını ve amacını ortaya dökmesinden kaynaklanıyordu. Cumhuriyet Gazetesi, bir ilahiyatçı Prof.tan naklen: “Başörtüsü 1970’de farz oldu” şeklinde saçmalıyordu. Bu, sözler aslında; şuursuzca bir gelenek haline dönüşen başörtüsünün, Erbakan sayesinde, yeniden İslami ve insani bir sorumluluk olarak algılanmaya başlandığının dolaylı bir itirafı sayılıyordu.

 


[1] (24.cü Nur Suresi 30 ve 31 ayetleri ve 550-551 dipnot izahları sh:212)

[2] Bakara: 256

[3] Maide: 51

[4] Mücadele: 22

[5] Nisa: 60

[6] Nisa: 75-76

[7] Nur: 31

[8] Nur: 31

[9] Ahzap: 59

[10] Araf: 26

[11] Ahzap:59

[12] Bak. Hülasatül Beyan. Mehmet Vehbi Efendi. c.11. sh: 4467

[13] Bakara: 187

[14] Ebi Davut. Taharet. 95

[15] Ahzap: 35

[16] Nur: 31

[17] Ahzap: 59

[18] (Bekir Topaloğlu-İslam'da Kadın)

[19] (Nisaburi Taberi; Tarihinin Kenar şerhinden)

[20] Bakara:26

[21] Doç. Dr. Şahin Filiz-Bilim ve Ütopya Ocak 2007

[22] Muhammed Esed Kur’an’ın Mesajı Cahit Koytak İşaret yy.

[23] sh:713

[24] Talmud Bavli, Nedarim, 306

[25] Talmud Bavli, Nedarim, 306

[26] Talmud Bavli, Kethuboth, 726

 

[27] Bab: 11-1/6






















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi