Anasayfa » Suriye ve İran’ı hallettikten sonra:TÜRKİYE NATO’DAN ÇIKARILACAK VE SAVAŞ AÇILACAK!

Suriye ve İran’ı hallettikten sonra:TÜRKİYE NATO’DAN ÇIKARILACAK VE SAVAŞ AÇILACAK!

Yazar: yonetici
0 Yorum 138 Görüntüleyen

Giriş:

Bazı tespitlerden yola
çıkarak yaptığımız tahmin ve tahlillere göre:

A – Suriye ve İran da
bir şekilde halledildikten sonra; 27 İslam ülkesini kontrol altına almayı ve
Büyük İsrail’i kurmayı amaçlayan BOP’un son aşaması olarak asıl sıra Türkiye’ye
gelmiş olacaktır.

B- “Irak tezkeresini
çıkarmadığı, İran müdahalesinde gevşek davrandığı” gibi gerekçelerle Türkiye
NATO’dan çıkarılacaktır.

C- Ardından “Kürtlere
özerklik vermiyor ve kendi halkına orantısız güç kullanıyor” bahanesiyle
Türkiye saldırıya uğrayacaktır.

D- Yeni ve eski MİT
başkanı ve yardımcısının “PKK-KCK ile ilişkileri ve işbirliği” nedeniyle Özel
yetkili Savcılıkça ifadeye çağrılmaları ise; İşte bu çok muhtemel gelişmelere
karşı, Türkiye’de “iktidar ortaklarının, TSK ve MİT gibi stratejik kurumların
sağlama alınması ve işbirlikçilerin uzaklaştırılması” hazırlıkları mıdır?
 Umarız CIA destekli cemaat ile AKP hükümeti arasındaki gizli iktidar
mücadelesi gerçekten millicilerle işbirlikçilerin hesaplaşmasına dönüşecek ve
bu kapışmadan Türkiye karlı çıkacaktır.

Gelişme:

MİT’in gizli ve kirli
ilişkileri:

Özel Yetkili Cumhuriyet
Savcısı Bilal Bayraktar’ın ihtarı üzerine MİT müsteşarı Hakan Fidan uçakla
Ankara’dan İstanbul’a gitmişti. Henüz ifade verip vermeyeceği kesinleşmemişti
ama, bu noktadan sonra suların durulması mümkün değildi. Bu durum, bir anlamda bizzat
Başbakan’ın ifadeye çağrılması gibiydi. Belki ona da sıra gelecekti!..

“KCK operasyonlarında
tutuklananların bir çoğu MİT elemanı çıkıyordu. Bu nasıl olurdu?!. Uludere’de
35 sivil gencin ölümüne yol açan yanlış istihbaratın da MİT üzerinden TSK’ya verildiği
konuşuluyordu! Böyle ise durum oldukça vahim görülüyordu”
[1] diyen ve “MİT ve
Emniyette sarsıntı” başlığı ile telaş ve tedirginliğini dile getiren AKP
yalakası Nazlı Ilıcak bile anlaşılan olacakları sezmişti.

Hakan Fidan (Başbakan’ın
resmi görevlisi olarak) Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş,
Oslo’da Zübeyr Aydar ve Sabri Ok gibi PKK-KCK yetkilisi teröristlerle özel
toplantılar yapıp “Özerk Kürdistan’ın yol haritası üzerine” görüş birliği
etmişlerdi. Şimdi “MİT elemanlarının KCK eylemlerine öncülük yaptığı” yolundaki
savcılık tespitleri:

“Acaba PKK devre dışı
bırakılıyor ve Türkiye terör belasından kurtuluyor görüntüsüyle, BDP’ye
meşruiyet kazandırıp Özerk Kürdistan’a zemin mi hazırlanıyor?”
 sorularını da gündeme getirmişti.

Daha önce Ergenekon
tertibiyle, Kurmay Subayların, Paşaların, Ordu Komutanlarının ve Genel Kurmay
Başkanlarının tutuklanıp yıllarca hapis kalmaları karşısında kılını
kıpırdatmayan, hatta sinsi ve pinti sevinç duyan Ömer Çelik gibi AKP
kurmaylarının ve yandaş yazar ve yorumcuların, şimdi kalkıp:

“MİT gibi stratejik
önemi ve gizlilik özelliği taşıyan kurumlarımızın şaibe altında tutulması ve
yıpratılması oldukça tehlikelidir.”

Türünden açıklama
yapmaları, çifte standartlığın, yani münafıklığın en açık göstergesidir.
Erzincan Jandarma Komutanlığı basılıp, mahalle ve köylerdeki 150 kadar “haber
elemanının” bile bütün gizli bilgilerinin internete düşürülmesine ses
etmeyenlerin bugünkü söylemleri art niyetlerinin hatta hıyanetlerinin bir
işaretidir.

Hakan Fidan ve soru
işaretleri!

Hiçbir ciddi ve tedrici
deneyimi (kurum içinde önemli ve uzun vadeli hizmet süreci) olmadığı halde,
ABD’deki hızlandırılmış eğitim seminerlerinden ve özel üniversite diploması
serüveninden sonra MİT’in başına oturtulan Hakan Fidan’ın İsrail’in ve Yahudi
Lobilerinin güvenine mazhar olmadan bu makama getirileceğini sanmak saf
dilliktir.
“İsrail’in Hakan Fidan’dan hoşlanmadığı” iddiaları ise Onun rahat hizmet vermesine yönelik bir dezenfarmosyon
(Toplumu yanlış bilgilendirme, kasıtlı ve ters yönlendirme) taktiğidir. Ve
zaten bir kişi ve hükümetin, ABD ile iyi ama İsrail’le kötü olduğuna inanmak
ancak ahmaklık alametidir.

MİT tarafından Özel
savcılığa, “görevsiz ve yetkisizlik itirazını içeren bir dilekçe gönderilmiş ve
MİT müsteşarının ifadesinin alınabilmesi için Başbakanın izni gerektiği”
belirtilmiştir. Aynı gün Hakan Fidan’ın hemen Köşke çıkıp Cumhurbaşkanı ile
konuyu görüşmesi ise, bu sarsıntı ve sıkıntının kimleri ve nasıl etkilediği
konusunda ipuçları vermektedir. Ve hele, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun MİT
ağzıyla konuşması, tam bir acziyet ve teslimiyettir. Bu arada Adalet Bakanının
bir gün içinde iki sefer Başbakanlığa gidip; “Özel savcıların MİT mensuplarını
soruşturma yetkilerini sınırlandırma” düzenlenmesi için hazırlık yaptıkları
söylentileri de, tedirginliğin derinliğini göstermektedir. Ve bize göre AKP,
suçüstü yakalanmanın şaşkınlık psikolojisi içinde, kendisini daha çok ele
verecek yanlışlıklar peşindedir.

Şu sorular ve yanıtları,
Türkiye üzerindeki Siyonist senaryoların da şifreleriydi:

1-  Bazı MİT elemanlarının
KCK eylemlerinin elebaşlarıyla çok sık ve yakın ilişkilerini tespit eden
savcılık, oldukça ciddi ve vahim bulgulara erişmeden böyle bir soruşturmaya
girişebilir miydi?

2-  Yakalanan KCK
tutuklularının MİT’le irtibatlarını itiraf eden ifadeleri, başka hangi hain
tezgâhları haber vermekteydi?

3-  İstanbul Emniyetinde, bu
tespitleri yapan İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlerinin apar topar
görev yerlerinin değiştirilmesi, hangi susturma ve bastırma gayretinin
gereğiydi?

4-  MİT, Özel yetkili
Savcıların istediği bilgi ve belgeleri niçin göndermemişti?

5-  MİT’le ilgili “oldukça
hayret verici ve deprem tesirli” olduğu söylenen dosyalar nelerdi?

6-  Abdullah Öcalan’ın kukla
liderliğinde ama ABD ve İsrail güdümünde bulunan PKK ve KCK’nın hıyanet
hedeflerine MİT’in de alet edildiği yönünde hangi bilgi ve belgelere
erişilmişti?

İskenderun Deniz Üssü
Saldırısı İsrail’in işiydi ve PKK sadece tetikçiydi!

7-  Öyle ise, PKK-KCK ile
irtibatlı bir MİT, İsrail’e dolaylı hizmet mi üretmekteydi?

 

AKP yanlısı Yenişafak
yazarı Abdülkadir Selvi (07.02.2012) de şunları itiraf etmişti:

“İskenderun’daki
saldırıyı Kenan Yıldızbakan’a bağlı PKK timi gerçekleştirmişti. Yıldızbakan’ın
İsrail’le ilişkileri dikkat çekiciydi. Barış Kılızçay da operasyonda yakalanan
PKK’lılardan biriydi. Kenan Yıldızbakan’ın İsrail’e gidip geldiğini ve İsrail’de
bir kadının evinde kaldığını itiraf etmişti. Kenan Yıldızbakan da İsrail’le
ilişkisini reddetmemiş. İsrail’le ticaret yaptığını ve bir sevgilisinin
olduğunu söylemişti.

İskenderun deniz üssüne
yapılan saldırı, PKK tarihinde örneği olmayan bir saldırı niteliğindeydi.
PKK’nın denizcilere yönelik bir saldırısı o güne kadar görülmemişti. Mavi
Marmara ile eşzamanlı gerçekleşmesi ise başlı başına bir ilişki ağının
işaretiydi. Kenan Yıldızbakan da, bu iş için yetiştirilmiş İsrail ilişkili bir
terörist liderdi. Çünkü, İskenderun saldırısının talimatı Kandil’den
gelmemişti. PKK’lılar gerçekleştirmiş ancak talimatını İsrail vermişti. Ve Tim
şefi Kenan Yıldızbakan’ın inisiyatifiyle gerçekleşmişti! Kenan Yıldızbakan, 8
yıldır İsrail’de yaşayan birisiydi. Bu sırada PKK ile İsrail arasında irtibatı
sağlayan kişiydi.”

8-  Ve yine, AKP’nin sahip
çıktığı, Yahudi asıllı sözde Kürt aydını Musa Anter’in oğlu Anter Anter, Recep
T. Erdoğan’ın beyin takımından Cüneyt Zapsu’nun kuzeniydi… Ve bu Cüneyt Zapsu
sebataisti, ABD’li Siyonist Yahudi ve eski Savunma Bakanı Vekili Paul
Wolfowitz’in yakın ekibindendi. Yani sözde biri biriyle çatışıyor zannedilen,
AKP- PKK ve İsrail aslında çok kirli ve çetrefilli bir ilişki içinde miydi?

9-  KCK soruşturmasıyla
ilgili tutuklanan kişilerin serbest bırakılması için, MİT yetkililerinin
Adliye’ye telkin ziyareti yaptığı iddiaları gerçek miydi?

10-        Tutuklu yazarlar Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun yeni yazdıkları
“sızıntı/wikileaks’te ünlü Türkler “ kitabında iddia ettikleri gibi “AKP, Ergenekon
sanığı General Veli Küçük’e Milletvekilliği teklif etmiş miydi?

11-        “2001 sonrası Amerikalılarla yapılan görüşmelerde AKP’nin hemen hemen tüm
kilit isimleri adeta birbirlerini şikâyet etmişlerdi. Wikileaks belgeleri
doğruysa, Amerikan elçiliğinin adeta bir ‘üst makam’ haline gelmişti. Bakan
olmak için talepte bulunanlar arasında, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Abdullah
Gül, Ahmet Davutoğlu, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik ve Vecdi Gönül
görülmekteydi.

Askere ilişkin notlar
ise daha dikkat çekiciydi. Bu kriptoları yazan Büyükelçi, Washington’a geçtiği
gizli raporunda aynen şöyle demişti:
 ‘(Türk Generaller)
Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık içindedir. Oysa Erdoğan
bizim güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu, ABD çıkarlarının
korunması açısından engelleyicidir. Hilmi Özkök’ün sadakatli (
ABD’ye sadık) duruşu
sahiplenilmelidir.
Muhalif generaller Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmektedir. Erdoğan,
kendisine (
ABD tarafından) desteğin devamı halinde, ABD’nin bir müttefiki
olarak Ortadoğu ve Irak dâhil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve
demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını
taahhüt etmektedir. Ancak (
ABD olarak) Türk Ordusu’ndaki üst düzey
subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz
[2]

“Wikileaks belgelerinde
7 Temmuz’da TBMM Başkanı Bülent Arınç ABD Büyükelçisi Pearson’a TSK’yı
gammazlamaya yeltenmişti: Arınç, TSK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetlerinden
rahatsızlığını hatırlatan ve Süleymaniye Baskını’nı savunan Pearson’a, bu
süreci Türk halkına anlatmak gerektiğini” söyleyerek şöyle demekteydi:
 “Aksi takdirde basında ve diğer yerlerdeki ‘anti-Amerikancı’ kriz
kışkırtıcılığı yapma gayretlerini sürdürecekler.”
Bülent Arınç’ın
Pearson’a yaptığı şu değerlendirme de ilginçti:
 “AKP hükümetinin ABD’ye
karşı samimi yaklaşımının, AKP’nin yıprandığını ve devrildiğini görme hevesiyle
hareket eden ‘belirli çevrelerden’ –Türk ordusunu kastediyor- güçlü ve ciddi
bir muhalefet geldiğini ve bunun önlenmesi gerektiğini.”
 Söyleyen Arınç, Pearson’a, AKP’nin Süleymaniye Baskını’na rağmen ABD’ye
karşı yapıcı yaklaştığını ancak bu konuda ordu ve bürokrasiden baskı
yapıldığını şikâyet etmekteydi.

Eğer bu yazılanlar
doğruysa, Türkiye’yi AKP’mi, yoksa ABD’mi yönetmekteydi?

“İkinci İsrail” olacak
“Birleşik Kürdistan” hedefi:

Sözde stratejik
müttefikimiz olan, ama hala Türkiye’nin tapusu olan LOZAN anlaşmasını
imzalamayan ABD, BOP tertibiyle 27 İslam ülkesini kontrol altına aldıktan sonra
Türkiye’ye yönelecekti. BOP’un eş kâhyası olarak, Irak, Libya ve Suriye
saldırılarına taşeronluk yapan Sn. Recep T. Erdoğan ve AKP iktidarının en
azından koyu bir gaflet içinde bulunduğu kesindi. Hatta Mısır’daki İhvanı
Müslimin’in ABD güdümüne girmesi ve HAMAS’ın pasifize edilmesi için AKP’nin
arabuluculuk girişimlerini tespit eden TRT muhabiri Metin Turan’ın görevine
derhal son verilmişti.

Ve yine sivillere
yönelik Uludere bombalanmasını Türk F-16’larından 18 dakika önce Amerikan
predotorlarının başlattığı ve yanıltıcı istihbaratın MİT aracılığı ile TSK’ya
verilip kasıtlı yaptırıldığı yönündeki iddialara ABD yetkilileri doğru ve
doyurucu bir yanıt verememişlerdi.

İşte tam böyle bir
süreçte; Kuzey Irak Kürt Lideri Barzani’nin “Tam bağımsızlık kararı” almak
üzere hazırlık yapması, “Dört parça, Tek Millet” sloganıyla Türkiye, ırak, İran
ve Suriye’deki Kürtleri tek bir devlet çatısı altında birleştirme çabası ve bu
sorunun aşılması için resmen BM’e başvurulması, herhalde tesadüfle izah
edilemezdi. Daha da ilginçti, AKP Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Hürriyet
Gazetesinde yer alan demecine göre:
 “Türkiye’ye Katar’dan
para geldiği yönündeki iddialar uydurmadır. 11 ayda 13 Milyar Doları bulan ve
kaynağı belli olmayan paranın Kuzey Irak’tan fiziki olarak aktarılması
doğaldır. Çünkü o bölgede bankacılık sistemi oturmamıştır.”
 Şeklindeki itirafları dikkat çekiciydi ve Türkiye’deki hükümeti ve
ekonomiyi hangi güçlerin ve hangi hedeflerle ayakta tuttuğunun göstergesiydi.

Şimdi AKP’li Adalet
Bakanı Sadullah Ergin kendisi hakkındaki soru önergesini yanıtlarken yaptığı
açıklamalara göre, Ergenekon tezgâhının asıl karakutusu bilinen Tuncay
Güney’in, hala neden tutuklama ve yakalama kararı çıkarılmadığı ve ifadesinin
alınmadığı halde, alakasız ve günahsız onlarca insanın cezaevlerinde ömür
çürütmesiyle ilgili şerli şifreler elbette çözülecekti.

Türkiye NATO’dan Ne
Zaman Sürülecekti?

Sovyet Rusya’da Komünizm çöküşünden sonra
NATO’nun düşman hedef olarak İslamiyet’i ve Müslüman ülkeleri gösterdiği ve
hatta düşman rengini “Kızıl”dan “Yeşil”e çevirdiği artık herkesin bildiği
gerçekti. AKP Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’nin NATO’ya ne kadar
sadık” olduğunu hatırlatıp avuna dursun, NATO’ya yön veren Siyonist beyinler,
“yeterince kullanıldığı, ama artık ayak bağı olmaya başladığı” gerekçesiyle tek
Müslüman ülke üyeleri olan Türkiye’yi bu askeri ittifaktan dışarı atma
hazırlığı içindeydi.

“Karanlıklar Prensi” olarak bilinen
Siyonist Yahudi lobileri beyin ekibinden ve “Recep T. Erdoğan’ı Milli Görüşten
koparma” şerefiyle övünenlerden
 Richard Perle’nin yoldaşı, Teksas
Valisi ve Cumhuriyetçi Başkan adayı
 Rick Perry; Yıllarca
yararlandıkları ve övgüler yağdırdıkları AKP için:

“Türkiye eski İslamcı militanlar
tarafından yönetilmektedir ve artık bu ülkenin NATO’dan atılması
gerekmektedir.”
 Sözleri, bu niyetlerinin
itirafı gibiydi.

Hürriyet gazetesinin İsrail teröristi Ehud
Barak’la samimiyetiyle övülen yazarı
 Tolga Tanış, ABD Yahudi lobilerinin
mutlak etkinliğini ve işleyiş şeklini anlattığı yazısında: “Cumhuriyetçi Başkan
adayı Rick Perry’in, öyle sadece siyasi ve geçici bir hevesle değil, “
Türkiye NATO’dan
çıkarılmalıdır.”
 Teklifini bilinçli
olarak yaptığını belirtmişti.

Aslında “Yeni Osmanlı Projesi” diye Yahudi
yazar Noam Chomsky’nin ortaya attığı ve zavallı İslamcıların da kendi
ayıplarını kapatmak için üzerine atlayıp sahip çıktığı plan da, yine
 “Büyük İsrail Hedefine”geçirilmiş jelatinli bir kılıf yerindeydi.

Sonuç:

İşte bütün bu şeytani heves ve hesapların
gerçekleşmesi için, TSK’nın sürekli kötülenip küçültülmesi, etkisiz ve çaresiz
konuma sürüklenmesi için nice senaryolar tertiplenmişti. Şimdi MİT soruşturması
ile bu tezgâhlar geri tepmeye başladığı için mi, bu denli telaş ve tedirginlik
gösterilmekteydi?

TSK içinde de, MİT bünyesinde de, Hükümet
ve devlet kademelerinde de; ABD ve İsrail hizmetçisi kişi ve ekiplerin deşifre
edilmesi ve çıbanların deşilmesi, kimleri ve niye bu denli rahatsız etmekteydi?

Yoksa şafak söküyor ve güneş doğuyor diye
mi yarasalar ve yarası olanlar bu denli endişeliydi?

Oysa her karanlık gecelerin ardından kutlu
ve umutlu Güneş’in doğuşunu hiçbir güç engelleyemezdi.

“Eleyse- Subhü bi-karib;
Sabah Yakın Değil miydi?”[3]

BU VADİ BAŞKA VADİ!, HAKTIR ALLAH’IN
VA’Dİ! Diyenler haklıydı ve bu anlatılanların hayaline bile canlar feda
kılınırdı.

“Yer: Ankara… Tarih: 2003 yılı Nisan ayı… Saat:
22:00 civarı… Başkent’te, bir aracın içinde, hiç geçmediğim caddelerin
üzerinden, gecenin sessizliği içinde randevu yerime doğru ilerliyorum. Alelade
bir binanın alt katlarına götürülüyorum… “Gökdelen” neyse, bu da
tam tersi… Ben “Yerdelen” denilmesini uygun buluyorum…

Bana mihmandarlık yapan iyi giyimli genç, ”
Beyim, benim görevim burada son buluyor. Sizi, brifing odasında
bekliyorlar” deyip bir kıyıya çekiliyordu.

 Teşekkür edip, önümde duran kapı tokmağını
çevirip, bambaşka bir dünyaya doğru adım atıyorum.  Kendimi her biri saygı
uyandıran bir şıklıkta, iyi eğitim almış, en genci 44 yaşında olan, vatansever
bir grubun arasında buluyorum. Kısa bir  selamlaşmanın ardından, hemen brifinge geçiliyordu.
“Dünya nereye gidiyor, Türkiye nereye sürükleniyor, geçmişte
neredeydik, bugün neredeyiz, gelecekte nerede olmayı hedefliyoruz”u içeren
bir özlü sunuş dinliyorum.

Türkiye’de kim kimdirden tutun da, yakın gelecekte
operasyona uğrayacak gruplardan, büyük sermayenin hesap hareketlerine dek her
şey ayrıntıları ile anlatılıyordu.

İşadamından bürokrata, bilgisayar mühendisinden,
subaya, gazeteciden diplomata, film yapımcısından senarist ve yazara,
istihbaratçıdan şarkıcıya, emniyetçiden hukukçuya dek her iş kolundan vatan
evladı bu yapının içinde yer alıyordu.  Bir nevi Kuva-i Milliye’nin evrim
geçirmiş, 2000’li yıllara ışınlanmış halini andırıyordu.

Bu insanların ortak tutkuları vatanları oluyordu. Türkiye için
yapamayacakları şey, ödemeyi göze almayacakları bedel yoktu. Hangi ülke, hangi
açık ya da gizli güç olursa olsun, yaptıkları yanlarına kalmıyordu.  Milli
sermaye olarak görülen bir şirket operasyona mı uğradı, hemen gayri milli
sayılan bir başka şirketin kirli çamaşırları ortaya dökülüyor ve ticari itibari
sıfırlanıyordu.

“Türk’ün Türk’ten başka dostu
yoktur”
 sözüne inanılmıyordu. Her operasyona
uygun, içeriden ve dışarıdan müttefikler temin ediyor, stratejik hedeflere en
pratik ve pragmatik yollardan gidiliyordu.

Büyük Orta Doğu projesini realize etmek için
kıtalararası özel uçağı ile dolaşan, Kabbalist Yahudilerin başı da gelip
sonunda bu vatansever organizasyon’la masaya oturmuştu. Önce tehditler
savuruyor, ardından aldığı kararlı yanıtlar üzerine, bir şey diyemeden uçağına
binip gidiyordu.

 Bunlar gösterişten uzak bir hayat yaşıyordu.
Hepsi vatan aşkına ve bağımsızlık sevdasına tutkundu. Adları ne olursa olsun,
hepsi bu ülkenin Mustafa Kemal’leri, Mehmet Akif’leri gibi davranıyordu.

 Henüz daha Ortadoğu’da savaş çıkmamış, tarihi
hesaplaşma başlamamıştı. Ama çok yakında çevremiz alev topuna dönecekti ve bu
kaçınılmazdı. O yüzden provokasyonlara gelmemek, milli ve manevi değerlerimiz
etrafında kenetlenmek lazımdı
.[4]

 

 


 

[1] Sabah / 09 02 2012

[2] Akşam / Serdar Akinan
– sızıntı 1 / 08 02 2012

[3] Hud Suresi: 81. Ayet

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mart-2012/suriye-ve-irani-hallettik

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi