Anasayfa » SURİYE POLİTİKASININ İFLASI VE YANDAŞ PALAVRACILARIN İHLASI

SURİYE POLİTİKASININ İFLASI VE YANDAŞ PALAVRACILARIN İHLASI

Yazar: yonetici
0 Yorum 97 Görüntüleyen


SURİYE POLİTİKASININ İFLASI VE YANDAŞ PALAVRACILARIN İHLASI


“Suriye haritasının ateşkes sonrası IŞİD’in lehine değiştiği” haberleri Suriye’nin fiilen parçalandığı gerçeğini ortaya koymaktaydı. Suriye’de çatışmaların sonlandırılması gece yarısı yürürlüğe girmesinin ardından, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin kontrolündeki Tel Abyad ilçesi IŞİD’in kontrolüne alınmıştı.

Bu arada İran seçim sonuçları da netleşmeye başlamış, ABD ve AB yanlısı ve ılımlı politikalarıyla tanınan Haşimi Rafsancani ve mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani zirveye tırmanmıştı. İran'da resmi olmayan sonuçlara göre, Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) Başkanı Haşimi Rafsancani ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Uzmanlar Meclisi seçimlerinde ilk sıralarda yer almışlardı. Bu sonuçlar elbette ABD’nin kurgularıydı.

Ahmet Davutoğlu’nun; “Biz Suriye’ye gireriz ama bütün Arap dünyası ayağa kalkar… O yüzden de giremeyiz!” itirafları da “Eğer Suriye’ye askeri müdahalede bulunursak Arap ülkelerinin bizi savunacağının ve destek çıkacağının garantisi bulunmamaktadır” şeklinde okumak lazımdı. Bu sırada Suriye ateşkesine saatler kala Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan dengeleri değiştirecek bir açıklama yapılmıştı ve anlaşılan bu TSK’nın kararlı tavrıydı. Davutoğlu, Suriye için alınan ateşkes kararının Türkiye’yi bağlamadığını vurgulamıştı. Davutoğlu’nun “Bu Suriye için geçerlidir. Türkiye için bağlayıcı değildir. Güvenliğimiz tehdit edilirse ateşkes bizi bağlamaz” çıkışı haklıydı.

ABD'den şok açıklama: Türkiye Suriye’ye girerse, NATO Türkiye'yi kurtarmayacaktı!

ABD'nin eski diplomatı Jim Jatras çok tartışılacak bir Türkiye-Rusya yorumu yapmıştı. Jatras, Türkiye’nin birliklerini Suriye’ye sokması halinde NATO’nun yardıma koşmayacağını vurgulamıştı. Rusya'daki televizyon kanalı RT’ye Türkiye ve bölge ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan ABD’li eski diplomat, ABD ve Rusya arasında yapılan ve 27 Şubat’ta başlaması planlanan ateşkes ile ilgili açıklamalarda bulunmuşlardı. Jatras, Washington’un Ankara’ya önemli bir uyarıda bulunarak “Kendi başınıza kaldığınızı bilin, birliklerinizi Suriye’ye gönderecek kadar aptalsanız o takdirde Ruslar tarafından vurulduğunuzda NATO’nun sizi kurtarmasını beklemeyin” ifadelerini kullanmış ve küstahlaşmıştı.

ABD'nin Kürt planı: Türkiye'deki PKK'lılar Suriye ve Irak’a taşınsın!

ABD'li Kürt uzmanı Yahudi stratejist Henri Barkey, ABD ile Türkiye arasında yükselen PYD-PKK gerilimini analiz etti. Barkey'e göre ABD Türkiye'deki PKK militanlarının Kuzey Irak ve Suriye'ye çekilmesini sağlayabilir.

Washington’da bulunan Siyonist düşünce kuruluşu Wilson Center'ın Orta Doğu Programı Direktörü Henri Barkey, Financial Times'ta yayınlanan yorum yazısında bölgede Kürtlerin bugün, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar etkili olduğunu yazmıştı. Erdoğan ABD'ye yaptığı “Ya Türkiye ya PYD” çağrısını değerlendiren Barkey, Türkiye'deki PKK militanlarının Kuzey Irak ve Suriye'ye çekilmesi karşılığında Türkiye'den Suriye'deki Kürt bölgelerine müdahale etmeme sözü alınabilir” yorumunu yapmıştı. Kürtlerin Irak ve Suriye'de güç dengesini ellerinde tuttuklarını belirten Barkey “Büyük ya da küçük güçler bu kez Kürtlerin talepleriyle, daha önce hiç olmadığı kadar yüzleşmek zorunda” diyerek yakın gelecekteki gelişmelerin de işaretini vermiş olmaktaydı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Bingöl’de yaptığı konuşmada HDP ve PKK’yı eleştirmiş ve “Şu anda parlamentoda olan bir milletvekili arabasının arkasına silah alıp silah taşıdı” diyerek bölge halkını bu yapılara karşı çıkmaya çağırmıştı. Bu bir acziyet itirafıydı. HDP’nin resmen PKK hizmetkârlığını bilen AKP iktidarı, bunları vatandaşa şikâyet etmekle nereye varacağını sanmaktaydı?

HDP’li vekil PKK hücre evinden çıkmıştı!

Şırnak'ın İdil ilçesinde, yüksek güvenlikli bazı bölgelerin, örgüt üyeleri tarafından kamerayla izlendiği ihbarı üzerine polis bir eve baskın yapmıştı. İsmi açıklanmayan bir iş adamına ait olduğu belirtilen evden HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü de çıkmıştı.Yüksek güvenlikli bölgelerin, kamerayla izlendiği ihbarını alan polis Şırnak'ın İdil ilçesi Aşağı Mahalle'de bir evi ablukaya alıp arama yapınca bu durum ortaya çıkmıştı. HDP Milletvekili Ferhat Encü, misafir kaldığı evin terörle mücadele ekipleri tarafından ablukaya alındığını Twitter'da yazmıştı.

Tabii Türkiye’nin şu andaki Suriye operasyonu taktik olarak doğru olmakla birlikte başarı şansı zayıftır ve sonuca katkısı olmayacaktır. Çünkü Türkiye’nin daha işin başında belirlediği ve uyguladığı Suriye politikası/stratejisi yanlıştır. Stratejik seviyede yapılan yanlışları, temel politika/strateji değişmediği takdirde doğru taktik tedbirler ve başarılarla düzeltme şansı bulunmamaktadır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca Tampon Bölge oluşturulmalı ve mültecileri burada barındırmalıdır. ABD’nin ve diğer koalisyon güçlerinin İncirlik ve diğer üslerimizi kullanması yasaklanmalıdır. ABD Irak’ta, İncirlik’te üslenen Çekiç Güç vasıtasıyla yaptıklarını aynen İncirlik'te üslenen koalisyon güçleriyle Suriye’de yapmaya çalışmaktadır. Türkiye maalesef yine seçeneksiz bırakılarak aynı oyuna getirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’nin güneydoğusunda bazı yerleşim yerlerinde başlayan ve devam eden kalkışma da ABD ve Batı’nın stratejisine uygun bir ortam sağlamaktadır. Bahara doğru bu kalkışmanın daha da artacağı ve yaygınlaşacağını söyleyenler vardır. TSK ve güvenlik güçleri bu kalkışmayı süratle durdurmalıdır. Zaman Türkiye’nin aleyhine PKK’nın lehine işleyip durmaktadır. Türkiye önümüzdeki günlerde çok daha ağır koşullarla karşılaşacaktır. Türkiye acilen bir çıkış yolu bulmalıdır, bu Erbakan politikalarına ve D-8 oluşumuna samimiyetle sahip çıkmalıdır. Türkiye mevcut politikasını değiştirmezse içte ve dışta kendini çok daha büyük bir savaşın içinde bulacak ve zor durumda kalacaktır.

“Kriz” başlıklı yazısında; “Bölgede henüz bir çözüm yok. Süreç hızlanıyor, sorun derinleşiyor ve yayılıyor. Geri dönüş yok. Herkes “inceldiği yerden kopsun” havasında. Herkes zaman kazanmaya çalışıyor. Konjonktür son derece berbat. Amerika’da seçimler var. Avrupa’da kendi içinde görüş birliği yok. İslam dünyası tedirgin… Neyin nerede başlayıp, nerede bittiği belli değil artık. Sivil, siyaset hepsi birbirine karıştı. Media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK hepsi birbirine karıştı. Sağ-sol, Alevi-Sünni.. Kimin eli kimin cebinde belli değil.. Topyekûn bir saldırı için birileri yine iş üzerinde. Haklı davalar haksızlığa alet edilmemeli”[1] diyen Abdurrahman Dilipak telaş ve tedirginliğini açığa vurmaktaydı. Bu arada acaba; terörle mücadelede oldukça deneyimli ve birikimli 32 Jandarma Alay Komutanı dâhil 1985, 86, 87 ve 88 mezunlarının ve özellikle Albayların, “cemaate yakınlık” yaftasıyla emekliye ayrılma hazırlıklarının ve yine 2170 Emniyet Müdürünün re’sen emekliye ayrılmasının, bu “Kriz” endişesiyle bir bağlantısı var mıydı?

AKP’nin Suriye serüveninin iflası!

AKP’nin: “Şam’da Cuma namazı kılma” sevdasıyla başlayan Suriye efsanesi fiyaskoyla sonuçlanmıştı. İşte, ABD-Rusya anlaşmış, Esad’la muhalifler buna yanaşmıştı ve artık ateşkes dönemi başlayacaktı. Sadece IŞİD ile El Nusra kapsam dışındaydı. Böylece ABD-Rusya-Esad-PYD/YPG ittifakı Suriye’yi şekillendirmeye başlayacaktı. Zaten Rusya Suriye’ye fiilen el koymuş durumdaydı. Şimdi bu durumu BM onaylı hale sokulup meşruiyet kazandırılacaktı. Yani Esad Suriye’nin bir bölümünde saltanatını sürdürmüş olacak, PYD’nin egemenliği altındaki topraklar; Afrin-Kobani-Cizre kantonları olarak yasallaşacaktı. Özetle, AKP’nin akılsız kurmaylarının beş yıldır “Esad gitmeden olmaz” havaları ve horozlanmaları boşa çıkmıştı. Suriye fiilen parçalanmaktaydı ve AKP Türkiye’si 2.5 milyon Suriyeli mülteciyle baş başa kalmıştı.

“ABD ve Rusya, Suriye'de ateşkesin sağlanması konusunda anlaşmaya varmıştı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 27 Şubat'ta devreye girecek olan ateşkesin başarısının birkaç gün içinde belli olacağını açıklamış, ayrıca aba altından sopa göstermeyi de unutmamıştı:“Ateşkes başarısız olursa B Planının devreye sokacaklardı, bu ise Suriye'nin bölünmesi olacaktı. Suriye zaten fiilen üçe bölünmüş durumdaydı. Şam'da Nusayri devleti, Kuzey Suriye'de Kürt yönetimi ortada ise DEAŞ'ın kontrolünde Sünni Araplara ait olduğu söylenen bölge vardı. Rusya son bombardımanlarla Esed rejiminin alanını genişletmeye, Halep'i Şam'a bağlamaya çalışmaktaydı. Ayrıca bu plan yeni sayılmazdı. ABD-Rus ortak patenti taşımaktaydı, ama aslında plan İsrail projesi olmaktaydı. Çünkü 1982 tarihinde “Yönelimler Dergisi”nde yayınlanan ve İsrailli diplomat Oded Yinon imzasını taşıyan plandaki Suriye değerlendirmesinde, bu ülkenin üçe bölünmesi üzerinde durulmaktaydı. Raporun Irak bölümü aynen gerçekleşip tamamlanmış, Suriye’de sona yaklaşılmıştı”itiraflarında bulunan yandaş ve yalaka yazar Abdülkadir Selvi’ye sormak lazımdı: AKP kurmayları mı aşırı saf ve salaktı, yoksa sizin gibi akıl daneleri mi çok ahmaktı?

Binali Yıldırım’ın yılgın çıkışları!

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası'na yaptığı açıklamada: “Maalesef gerek Rusya, gerek ABD bölgede belli ki bazı konularda bir zımni anlaşma içerisine girmiş durumdalar. Madem anlaşacaktınız 450 bin masum insanın, çocuğun, büyüğün ölmesine niye seyirci kaldınız bugüne kadar? İnsanlık bunu soruyor, dünya bunu soruyor. Üstelik de milyonlarca insan hayatta kalabilmek için yerlerini, yurtlarını terk etmeye mecbur kaldılar. Bu konuda dünyaya en güzel örneği Türkiye gösteriyor. 3 milyona yakın mülteciyi bağrına bastı” buyurmuşlardı. Şimdi bu zerzavat zevata sormak lazımdı; Peki, ABD ve AB’nin Arap Baharı safsatasıyla Libya’da ve Suriye’de başlattığı ve 700 bin masum Müslümanın katline yol açtığı bu kirli savaşa AKP olarak sizlerin ucuz kahramanlık damarıyla taşeronluk yapmanızın altında ne yatmaktaydı?

Suriye’de süreç çok hızlanmış, ateşkes sağlanmış, Esed Nisanda seçim çağrısı yapmıştı. BM’ye göre Suriye dağılma aşamasındaydı… Bir başka iddia ise, İran ve Rusya savaşı Yemen’e doğru yayma çabasındaydı… Bu arada, PYD Türkiye sınırından şimdilik çekilse de, PKK ve KCK operasyonları bütün şiddeti ile devam ediyordu. İçeride de siyasi anlamda sıcak günler yaşanıyordu… AKP çevresinde de ilginç gelişmeler yaşanıyordu.Babacan’la ilgili “Erdoğan’ı Beştepe’ye hapsetme konusunda Davos’ta dünya finans devlerine söz verildiği” iddiasının ortaya atılmasının zamanlaması da ilginç. Eleştiri halkasına Nevzat Yalçıntaş’ın da katılması, bir süre önce bu kişilerin isimlerinin tamamının zikredildiği birtakım senaryoları hatırlatıyordu. “İngiltere Dışişleri Bakanı Hammond, Suriye’deki Kürt güçleri, Esed rejimi ve Rus hava kuvvetleri arasındaki koordinasyona dâir ‘çok rahatsız edici’ kanıtlar gördüklerini açıklamıştı.” Hammond, “Rusya’nın Suriye politikası, Rus Dışişleri Bakanlığı’nda değil, Kremlin’de, Putin’in etrafındaki küçük kabalistik (Siyonist-Yahudi) bir çevrede belirleniyor diyordu” diyen bay Abdurrahman Dilipak, Putin’i Siyonist Kabbalistler yönetiyordu da, ABD’yi ve işbirlikçilerini kimler güdüyordu?

Yanlış tedavi daha kötü sonuçlar doğuracaktır!

“Bugün esas hedef AKP mi, yoksa PKK mı?” sorusunu; “Elbette esas hedef, PKK’dır. Çünkü arkasında ABD ve İsrail var. Türkiye’yi bölmek istiyorlar. Cepheleşme ortada: Türkiye bir yanda, ABD ve İsrail karşı yanda. PKK onların yanında. AKP ise, Türkiye’de yönetimdedir ve Türkiye’nin mecburiyetleri AKP’yi de yönlendirir. AKP’ye karşı mücadeleyi, Bölücü Teröre karşı kararsızlıkları ve tutarsızlıkları noktasında yürütmek gerekir. Bir de Borçlanma Ekonomisine karşı Üretim Ekonomisi cephesinden. Türkiye, artık hiç kimsenin inkâr edemeyeceği boyutlarda ABD ve İsrail ile karşı karşıya gelmiştir. O cepheleşme, halâ o cepheleşmedir. Dahası çelişmeler kesinleşmiştir. Suriye’nin kuzeyindeki cepheleşme, bizim açımızdan Türkiye sınırları içindeki cepheleşmenin devamı niteliğindedir. Türkiye, PKK’yı temizleme kararında olduğu için Suriye’nin kuzeyindeki ABD-İsrail Koridoruna karşı gelmektedir.

Zaten olgular ortada. Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD bölgesinde ABD silahlı kuvvetlerinin üç üssü bilinmektedir. O üslere 2500 Özel Kuvvet subayı ve görevlisi yerleşmiştir. Artık oraya PYD bölgesi demek de doğru değil, ABD-İsrail bölgesidir!.. ABD ile PKK arasındaki ilişki, siyasal ve ekonomik boyutların ötesinde savaş cephesindeki birlikteliktir. ABD, PKK’ya mühimmat verdiğini resmen ilan etmekte ve Terör Örgütü elemanlarını eğitmektedir. PKK, ABD Kontrgerillasının piyade kuvveti olarak direnmektedir. Hendeklerde ABD’nin Black Water türünden özel savaş şirketlerinin keskin nişancıları, PKK’nın hedeflerine hizmet etmektedir. PKK ve HDP liderleri, beli kırılan terör örgütüne moral vermek için, “Dünyanın en büyük askeri gücü olan ABD ile müttefikiz” açıklamalarını sıklıkla yinelemektedir.

Mecburen Milli Devletin güdümüne giren iktidar yetkilileri ABD ile PKK arasındaki askerî ittifaka dikkat çekmiş ve Türk Ordusunun PYD’ye karşı müdahalede bulunabileceğini ilan etmiştir.

CHP ise, Ayn El Arap/Kobani olaylarından beri açıkça PYD’nin yanında görünmektedir. Kılıçdaroğlu ve ekibi, PKK/PYD’nin IŞİD’e karşı savaştığını bu nedenle olumlu bir iş yaptığını defalarca belirtmiştir. HDP’nin Meclise girmesi için pek gayretli idiler. Seçimde ve hendeklerde, Türkiye’ye karşı HDP/PKK/PYD ile birlikteler. Demek ki, artık herkes ABD+İsrail+PKK ittifakına karşı konumunu belirlemektedir. Aslında iktidar stratejileri de bu saflaşma zemininde gelişmektedir.

AKP’ye karşı bir iktidar stratejisi, AKP’nin Abdullah Gül takımı (Bülent Arınçlar, Babacanlar, hattâ Davutoğlular vb) + Fethullahçılar + CHP + PKK / HDP’dir. Bu ittifak, herkesin gözleri önünde sahnelenmektedir. Babacan, 19 Ocak gezisinde Davos’ta büyük finans kuruluşlarına “Eylül sözü” vermiştir. Küresel sermaye, yeni iktidar planı için takvim belirlemektedir. Önümüzdeki dönemin civcivli geçeceği görülmektedir”[2] tespitleri, içinde bazı doğruları barındırmaktadır: ama tedavi önerileri ve yöntemleri yanlıştır. Teşhis doğru olsa da yanlış tedaviler ve hatalı çözümler hep zararlı sonuçlara yol açacaktır. Yılandan ve çıyandan kaçarken, daha tehlikeli bir canavarın ağzına düşmekten sakınmalıdır. Türkiye’nin bölgemizin ve hatta İslam ve insanlık âleminin tek ve gerçek kurtuluş projelerini, Erbakan Hocamız hazırlamıştır. Bunlara sahip çıkmaktan, Devlet ve Millet olarak bu kutlu projelere sarılmaktan başka çare kalmamıştır.

Baykal’ın çıkışı haklıydı!

Türkiye’nin PYD’ye düzenlediği operasyona verdiği destek sonrası CHP’de tepkiyle karşılanan Deniz Baykal, CHP’nin kapalı grup toplantısında partisinin politikalarını eleştirip uyarmıştı. CHP’nin kapalı grup toplantısında konuşan Deniz Baykal, “AKP karşıtlığı ülke menfaatini görmezden gelemeyiz” diye çıkışmıştı.

Bülent Arınç'ın Erdoğan açıklaması, riyakârlık mı, sahtekârlık mı?

Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 28 Şubat dönemiyle ilgili konuşurken, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'a iltifatlar yağdırmıştı. Bülent Arınç Türkiye'de Milli Türk Talebe Birliği Kültür Müdürlüğü'nde düzenlenen “28 Şubat ve Türkiye'de Demokratikleşme Süreci” konuşmasına, ölüm yıldönümü nedeniyle Necmettin Erbakan'ı rahmetle anarak başlamıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'la ilgili de konuşan Arınç,“Cumhurbaşkanımıza teşekkür borcumuz var, çünkü Erdoğan imam hatipliler hakkında kötü sözler söyleyen askere ‘Bana bak. Otur oturduğun yerde. Terbiyesizlik yapma, ben de o imam hatip lisesinin mezunu bir delikanlıyım,’ diyen insandır” şeklinde övgüler yağdırmıştı.

Bülent ArınçCHP'li Özkan kadar olamamıştı!

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Silivri günlerini anlatırken Necmettin Erbakan ile olan bir anısını da paylaşmıştı. Silivri'deki günlerinde Erbakan'ın kendisine destek olduğunu söyleyen Özkan’ın, Cumhuriyet mitinglerindeki yanlış tavırları ve haksız sataşmaları için özür dilemesi anlamlıydı. Özkan Erbakan’la şöyle bir anısını paylaşmıştı:

Karanlık günlerimin dostlarından biri Sayın Necmettin Erbakan'dır. Cezaevine düştüğüm an bana avukatını yollamıştır, ‘Ben Tuncay Bey için ne yapabilirim?' diye sormuşlardır. Kendisine çok teşekkür ettim. Binlerce mektup aldım partisinin kadın ve gençlik kollarından. Cumhuriyet mitingleri sırasında, o insanları kızdırdığımı, korkutup, kırdığımı o mektuplardan öğrendim, hepsinden özür dilerim diye karşılık yazdım. Bugün, burada yaptığımız şeyler de pek çok insanı kızdırıyor ve korkutup kırıyor. Gelin, birbirimizle konuşabilme mesafemizi kaybetmeyelim.”

En zor zamanda Erbakan’ı arkadan vuran ve iktidar uğruna İslam davasını sekteye uğratan Arınç ve Erdoğanların önce Erbakan’dan ve camiasından özür dilemeleri lazımdı.Oysa, bir dönem Cemaat'in en önemli pozisyonlarında görev alan Hüseyin Gülerce, 28 Şubat'ın yıldönümünde Fetullah Gülen'in o süreçteki fesatlıklarını yazmıştı.

Gazeteci-Yazar Hüseyin Gülerce, AA muhabirine yaptığı açıklamada, o dönem Zaman gazetesinde görev yapan üst düzey yayıncıların ve yöneticilerin, kendisi de dahil olmak üzere askerin bir darbeye hazırlandıklarını sezdiğini ama Fetullah Gülen’in fitneyi körüklediğini hatırlatmıştı. “Ortamı yumuşatalım' görüntüsü altında Fetullah Gülen'in bazı televizyon kanallarına çıkarak yaptığı konuşmaların demokrasi anlayışı bakımından tarihe çok kötü bir not bıraktığını, çünkü Fetullah Gülen’in, askerlerin yaptıklarının doğru olduğunu savunarak Erbakan’ı zor durumda bıraktığını vurgulamıştı.

Hani bu adamlar, FETÖ şebekesine aldanıp Orduya kumpas kurma gaflet ve hıyanetlerinden dolayı pişman olmuşlardı?

“‘Post-modern darbe’ olarak nitelediğimiz 28 Şubat 1997 tarihli “Muhtıra”nın üzerinden dokuz yıl geçti… Ama hâlâ “Vesayetçi demokrasi tarihe karıştı mı” sorusuna kesin olarak “Evet, artık Türk demokrasisinde darbeler dönemi bitmiştir” diyemiyoruz. Kuşkularımıza kanıt olarak da bazen 2013'teki “Gezi Kalkışması”nı, bazen de Gülen Örgütü'nün tezgâhladığı “17-25 Aralık 2013” darbe girişimlerini göstermiyor muyuz?.. Türkiye'deki vesayetçi demokrasinin somut olarak devreye girdiği “Darbeler”de, ana aktörlerin “Bürokratik oligarşi” ya da “Silahlı Kuvvetler” yanında “İstanbul sermayesi” ya da “Beyaz Türkler” olarak nitelenen “Cumhuriyet Muhafızları” olduklarını biliyoruz. Bunların siyasi tabanını ise, ne yazık ki Türkiye'de çok partili demokrasiyi başlatan CHP'de bulmak mümkündür… Bu tür içe dönük değerlendirmeleri yaparken hiç unutmamamız gereken gerçek, Türkiye siyasetindeki “İç dinamikler”in zaman zaman “Dış konjonktür” karşısında etkisizleştirilmeleridir. Halkın seçtiği iktidarların oligarşik bir azınlık tarafından devrilebilmeleri için dış destek şarttır… Bir başka deyişle ‘Türkiye'deki darbelerin Amerikan desteği olmadan gerçekleşmeleri mümkün değil’dir” diyen Mehmet Barlas 28 Şubat Darbesinin, Erbakan’ı devre dışı bırakmak ve Erdoğan’ı iktidara taşımak için ve ABD Yahudi Lobilerince tezgâhlandığını bilmiyor olamazdı!

Yiğit Bulut'la Yusuf Kaplan kapışması, AKP içindeki kamplaşmanın su yüzüne vurması mıydı?

Cumhurbaşkanı danışmanı ve yandaş yazarı Yiğit Bulut kendisi hakkında “O şahış asker dayatması ile getirildi. Cumhurbaşkanı’nın bileğini büküverdi” diyen Yusuf Kaplan'a sataşmaya başlamıştı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Yiğit Bulut, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan'ın kendisi hakkındaki “Asker dayatması ile getirildi. Cumhurbaşkanı'nın bileğini büküverdi” iddiasına köşesinden cevap yazmıştı. İsmini anmadan Kaplan için “meczup” ifadesini kullanan Bulut“Ya kurşun içeriden gelirse, dedim; ortalığa dökülenler Cumhurbaşkanımızdan silahlı kuvvetlerimize kadar değerlerimize saldırmaya başladılar”ifadesini kullanmıştı. Bu atışmalar ve itiraflar: “TSK’nın Milli bir mesuliyet ve tarihi bir mecburiyetle gidişata müdahil oldukları ve Sn. Cumhurbaşkanının yararlı istikâmette tavır değiştirmek durumunda kaldığı” yönündeki tespit ve tahlillerimizi de doğru çıkarmaktaydı.

Türkiye 2 ayrı referanduma mecbur mu kalacaktı?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ağzıyla erken seçim ve referandum iddiaları hakkında açıklamalar yapmıştı. Reuters'a konuşan Kalın’ın, “Erken seçim ihtimali yok ama yeni anayasa ve başkanlık için iki ayrı referandum yapılabilir” sözleri kafaları karıştırmıştı.

Şamil Tayyar’dan sürpriz kriz uyarısı!

AKP’li Şamil Tayyar da, referandum için AKP'nin 330 milletvekilini bulamayacağını hatırlatmış, mevcut sistemin yürütülebilir olmadığını söyleyerek kriz uyarısında bulunmuşlardı. AKP Milletvekili Şamil Tayyar, referanduma götürecek bir sayıya ulaşılmasının mümkün belirterek, başkanlık sisteminden vazgeçilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Güçlü bir başbakan ve güçlü bir cumhurbaşkanı olmasının, sistemi zorladığını ve krize neden olabileceği uyarısında bulunan Tayyar, güçlü başbakanlıksistemi önerisi yapmıştı. Herhâlde kulağına bir şeyler fısıldanmıştı. Çünkü Ankara’da erken seçim senaryoları bile konuşulmaya başlanmıştı. Öyle ki tek başına Anayasa yapma çoğunluğunu kıl payı kaçıran AKP açısından seçim ortamını çok elverişli görenler vardı.

AKP’yi kuran kadroda ve parti programını hazırlayan ekipte yer almış; AKP hükümetlerinde bakanlık, partide genel başkan yardımcılığı ve parti sözcülüğü gibi önemli görevler yapmış olan Hüseyin Çelik, evvelâ üç dönem kuralına takılan, sonrasında da iyice dışlanan isimler arasındaydı.

Bunun da etkisiyle olsa gerek, son dönemlerdeki çıkışlarıyla ciddî bir muhalefet tavrı ortaya koymaya başlamıştı. Keskin eleştirilerinin adresi özellikle Sn. Erdoğan’dı. Ve yanı sıra Davutoğlu hükümetine de ciddi itham ve suçlamaları vardı. İktidar ve parti içindeki dar kadroya söz söyleme imkânı kalmadığı için dışarıya seslenme zorunluluğunu duyarak “1 Mart tezkeresinin yanındaydım” diyen sn. Erdoğan’a yanıtları da çarpıcıydı. En can alıcı eleştirilerini ise, ülkenin hâlihazırda karşı karşıya olduğu temel sorunları beş madde halinde özetlerken ortaya koymaktaydı:

1. Türkiye hızla kutuplaşmaktaydı. 2. Dış politika allak bullaktı. 3. Ekonomi sallantıdaydı. 4. Çözüm süreci ve terörle mücadelede gelinen son nokta tam bir iflastı. 5. “Paralel”le mücadelenin paranoyaya dönüşmesi oldukça sakıncalıydı. (Bak: Hürriyet, 10.2.2016)

Bu maddelere haklı olarak, “Çok gecikmiş eleştiriler, Çelik şimdiye kadar neredeydi?” şeklinde tepkiler verenlerin yanı sıra, “Özellikle hukuk ihlalleri ve yargıya müdahale gibi hususları eksik bırakmış” diyenlerin çıkması olağandı. Ama fazlasıyla gecikmişliğine, eksiklerine ve Çelik’in bunları ancak dışlanıp bir köşeye itildikten sonra ifade etmesine rağmen, bu eleştirilerin iktidar bloku içerisinden gelmiş olması oldukça önemli ve anlamlıydı. Çelik’in partide benzer konumda bulunan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Sadullah Ergin ve Nihat Ergün gibi cumhurbaşkanlığı veya bakanlık yapmış önemli isimlerle birlikte hareket ediyor olması da hesaba katılmalıydı. Bu beraberlikten, organize bir parti içi muhalefet ve yeni bir siyasî oluşum çıkar mıydı? Şimdilik buna dair bir işaret bulunmasa da, bu tür itham ve itirazların yükselmesi, çok kritik gelişmenin habercisi sayılmaktaydı şeklinde yorumlar haklıydı.

Büyük hesaplaşma yakındı ve kaçınılmazdı!

Hatırlatalım El Kaide'yi kimler kurdurup kullanmıştı?

Bu örgüt bombalar patlattı, dünyayı salladı ama hiç ortaya çıkmadı, gören, bilen olmadı. Ama vardı! Mağaradan dünyaya ayar veren bir CIA operasyonuydu. Siyasi bir hedefi yoktu, ama saldırıyordu. Tek amacı İSLAM'ı ve MÜSLÜMÜNLAR'ı şiddetle ve terörle aynı kareye sokmaktı. Ama neden? İşte yanıldığımız konu tam da burasıydı. Bunu anlamakta zorlandığımız için diğer noktaları da kaçırılmaktaydı. Parayı elinde tutan Siyonist odakların “ILIMLI İSLAM” diye bir modeli vardı. Buradaki amaç açıktı; İslam'ı KAPİTALİZMLE uyumlu hale getirip finans dünyasının içinde mızıkçılık yapmasına engel olmaktı. Hatırlayın bizdeki cemaatleri… Dergi kapaklarındaki kızları kapatır, gizler kendi yapısı içinde görünmesini arzulamazdı. Televizyon pek çok yapı da yasaktı. Ama oyunu kuranlar sinsi ve hızlı adım atmaktaydı. Önce bizim cemaatlere gazete-televizyon kurdurmuş, ilk para toplama işini başlatmışlardı. Arkasından “FAİZLE uyumlu hale gelsin” diye de banka sahibi olmaları için kapıyı aralamışlardı. Peki Türkiye’de faizle gerçek anlamda mücadele eden çıkmamış mıydı? İşte Tayyip Erdoğan bu nedenle saldırı altındaydı!

Oyunu kim kurdu?

“ILIMLISI, ILIMSIZI” olmaz diyerek El Kaide üzerinden IŞİD üzerinden Müslümanlar'ı merkeze çekiyorlardı. Terör örgütleri büyük amaçlarda kullanılan küçük aparatlardı. Ilımlı İslam'a sızan YABANCILARI etkisizleştirmek için Amerika, Rusya ile bir araya geliyor ve dünyanın her yerinde bu yapıya BASINÇ uyguluyorlardı… İnsanları Avrupa’ya göçe zorlamak ve en güçlü rakiplerini yıkmak için Rusya’yı Suriye’ye çekiyorlardı.

Türkiye’nin kıskaca alınmasındaTürk’ü ve Kürt'ü birlikte kullanmak istiyorlardı. Hatta PKK gibi MARKSİST örgütleri İslam'ın yoğun yaşandığı bölgede kuruyorlardı. Bölgedeki İslam'ı dengeye oturtmak için. PKK, YPG ya da PYD SOL'du! Kürtler'i SOL tarafa alıp Ankara'ya bağlamak istiyorlardı. Bunu yapmak için de şimdilerde Rusya'yı göreve çağırıyorlardı. Esad'a hayat vererek bize “Herkesi kucaklayın. Tek sese yer yok!” mesajı yolluyorlardı”diyen Ergün Diler AKP’nin kimler tarafından ve ne maksatla kurulduğunu niye açıklamazdı?

Ancak Rusya'nın hareketlerini engelleyen ve şaşırtan cihazlarımız olduğu anlaşılmıştı. Zaten Rahmetli Erbakan bunları defalarca ve ayrıntısıyla anlatmıştı.

Evet bunlar vardı. Geçtiğimiz haftalarda Rusya Hazar'dan bir füze fırlatmıştı, hedef Suriye olduğu halde İran topraklarına düştüğü ortaya çıkmıştı ve herkes şaşkındı! Son günlerde de Rus uçaklarının yanlış yerleri vurmaya başladığı da konuşulmaktaydı. PYD hedef oldu bir anda! Başka sürprizler de vardı! Artık Türkiye kutlu değişime hazırdı! Artık Türkiye'nin model olduğu bir dönem yaklaşmaktaydı. Paramız, filmimiz, kültürümüz, otellerimiz, alış-veriş merkezlerimiz, aktörlerimiz, siyasetçilerimiz, futbolcularımız yani markalarımız bölgeyi kuşatacaktı. Zaten bunu bizden başka yapacak güç kalmamıştı. Şimdi yaşadıklarımız film öncesindeki reklamlardı. Atacağımız küçük birkaç doğru adım bizi fırlatacaktı. Bunun için her şey hazırdı! Amerika mecburen susmakta, Rusya vurmaktaydı! Peki sınırları çizen Avrupa nereye saklanmaktaydı? Ruslar çekilince ne olacaktı? Düşünün! Unutmadan Amerika, Irak'a, Afganistan'a girerken Rusya susmaktaydı. Şimdi de görev gereği Washington susup durmaktaydı” ama bütün bu oyunlar elbette bozulacaktı.

 


[1] 25.02.2016 / [email protected]

[2] 13.02.2016 / doğ [email protected]



























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi