Suriyeye Düşman Çağırmak; AHMAKLIK MIYDI, AJANLIK MIYDI?
Davutoğlu Suriyenin parçalanması konusunda Amerikanca konuşmaya başlamıştı: Kürt bölgesine destek verebiliriz.
Davutoğlu, ABDde Beyaz Sarayın istediği gibi konuşmaya başlamıştı. Rudawa konuşan Davutoğlu, Suriyede bir Kürt bölgesi oluşturulması konusunda Eğer Suriye muhalefetiyle anlaşırlarsa destekleriz sözleri bölücüleri heyecanlandırmıştı.
BM toplantıları için ABDde bulunan Ahmet Davutoğlu sürpriz bir açıklama yapmıştı. Davutoğlu, Suriyenin Kürt bölgesine destek verebileceklerini vurgulamıştı. Davutoğlu, Neçirvan Barzani ailesinin sahibi olduğu Rudawa yaptığı açıklamada, Suriyede (Rojava) bir Kürt bölgesinin oluşturulması için,Ilımlı muhalefetle birlikte oldukları sürece her türlü kazanımlarını destekleriz. Eğer Suriye muhalefetiyle anlaşırlarsa desteklerizitirafında bulunmuşlardı. PYD için ise PYD, Esed ve PKKyla olan ilişkileri hakkında açık bir tutum sergilemelidirifadelerini kullanmıştı.
Açıklama Manidar
Daha önce de bölge ülkelerinde görev yapmış olan emekli bir büyükelçi, Davutoğlunun açıklamalarını Aydınlıka değerlendirdi. Bir emekli büyükelçi,ABD PYD konusundaki tavrını net olarak açıkladı. Bir anlamda PYDyi korumaya aldı. Şu anda Davutoğlu, Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan üçlüsü ABDde bulunmakta, orada ABD yetkilileri ile resmi, gayrı resmi görüşmeler yapılmaktadır. Tam da bu ortamda Davutoğlunun Suriyenin Kürt bölgesi ile ilgili olarak, Eğer Suriye muhalefetiyle anlaşırlarsa destekleriz açıklaması yapması anlamlıdıryorumunu yapmıştı.
En uzun sınır komşumuz, kardeş ülke Suriyenin gözlerimizin önünde tarumar edilip yıkılmasından sonra Amerika ve Rusya liderleri Obama ve Putin, BM 70inci Dönem görüşmelerinde kadehler eşliğinde Suriyeyi konuşmaya başlamıştı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun açılış konuşmasında Suriyedeki talan ve tahribatın işaretini verirken, aynı zamanda bunun ne kadar uzakta olduğunu da ortaya koymuşlardı: Özellikle beş ülke Suriye konusunda anahtar konumda. Bunlar Rusya, ABD, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye. Taraflardan biri uzlaşmaya yanaşmadığı müddetçe sahada değişiklik beklemek faydasızdır!
Laik-Butik Suriye…
Obama-Putin görüşmesinden sonra Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriyenin toprak bütünlüğünün korunması, laik bir ülke olarak kalması, IŞİD ile mücadele edilmesi ve kontrollü bir geçiş dönemi üzerinde anlaştıklarını açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğanın Rusya dönüşü, Esada bırakılmak istenen, Hama-Humustan başlayıp Akdeniz kıyısında Lazkiyeye uzanan bölgede Butik Suriye ifadesi ise Suriye 3e mi bölünüyor sorularını hatırlatmıştı.
Bu konuda aylar önce dergimizde yayınlanan saptama ve uyarılarda ne denli haklı olduğumuz bir kez daha kanıtlanmıştı.
Suriyeye saldırmak ve Büyük İsrail Projesi kapsamında bu ülkeyi de parçalamak üzere iki yıldır sürdürülen tahribat sürecinde sona yaklaşılmıştı. Ülke baştanbaşa yakılıp yıkılmış, çıkarılan iç savaşla on binlerce masum cana kıyılmış ve artık Suriyeyi fiilen işgal etmek için bütün şartlar hazırlanmıştı. Ahmet Davutoğlu Suriyeye saldırı için oluşacak bir şer koalisyonuna koşulsuz katılacaklarını herkesten önce açıklamıştı. Mısırdaki darbeyi teşvik edip destekledikleri için ABD ve AB ülkelerine atıp tutan AKP iktidarı, tam bir gaflet ve dalaletle, şimdi aynı zalim ve kâfir ülkelerle birlikte ve İsrailin işine gelecek şekilde Suriyeye saldırmaktan şeref duymaktaydı. Elbette Beşşar Esed de babası kadar olmasa da, birçok zulümlere bulaşmıştı, ama bunlar hem dış güçlerce kışkırtılmıştı, hem de zaten bahane yapılmaktaydı. Ve artık büyük bela Türkiye sınırına gelip dayanmıştı. Şahsi ikbal ve iktidar hırsları uğruna, düşmanlarını harimi ismetine çağıracak kadar azıp sapıtanların da, dünyayı cehenneme çeviren Siyonizmin güdümündeki Amerika ve Avrupanın da; Allahın kahrına uğramaları ve müjdelendiği gibi Amik ovası civarında ve Akdeniz sularında büyük bir hezimetle yıkılmaları inşallah yakındı.
Libyadaki AB Füzeleri Türkiye üzerinden Suriyeye taşınacaktı!
Batı basınında CIAnın; Libyada bulunan karadan havaya füzelerin Türkiye üzerinden Suriyeye kaydırılması için Türkiye ile temasta olduğu yazılmıştı. CIA bu yolla güya Esad yönetiminin muhalefeti yenmesini önlemeye çalışacaktı. CNN International, özel logosu ile bir haber yayımlamıştı. Haberde, Kongre üyelerinin, Amerikan Haber Alma Merkezinin (CIA) Libyanın Bingazi kentinde ne gibi faaliyetlerde bulunduğunun araştırmasını istedikleri vurgulanmıştı. Bingazide faaliyet gösteren CIAnın, Libyadaki karadan havaya füzelerin Türkiye üzerinden Suriyeye taşınması için örtülü operasyonlar gerçekleştirdiği konusunda bilgiler bulunduğu basına sızmıştı. Haberde füzelerin Suriyede Esad yönetimine karşı mücadele eden muhaliflere teslim edileceği üzerinde durulmaktaydı.
ABD hükümetlerinin akıl danışmanlarından Edward N. Luttwakın itirafı: Türkiye ile Suriyeyi savaştırmalıyız!
İslam dünyasının parçalanmışlığı ve yöneticilerinin korkaklığı yüzünden Suriyede iyice derinleşen zulmün çözüm adresi olarak ABD müdahalesi gösterile dursun, ABD hükümetlerinin akıl danışmanlarından Edward N. Luttwak, ABDnin kan emici vampir zihniyetini tescilleyenaçıklamalarda bulunmaktaydı. Luttwakın açıklamaları ABDnin her tavrının Batının tek gıdasının Müslüman kanı olduğunu; barış ve huzur için medet umulamayacağını ortaya koymaktaydı.
Uzun süreli çıkmaz ABDnin yararınaymış!
Müslüman ülkelerin büyük bir kısmının basiretsiz ve işbirlikçi yöneticileri ve din tacirleri hâlâ Büyük Şeytan ve avenesinden medet umarken, Müslüman kanıyla beslenen emperyalist kafalar daha kanlı planlar yapmaktaydı. ABDdeki Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezinden Siyonist uzman ve ABD hükümetlerinin akıl danışmanı Yahudi Edward N. Luttwak, ABDnin Suriye politikasına ilişkin, bizce zaten bilinen, ancak çok sayıda Müslüman ülke yöneticisinin kulağına küpe olacak cinsten açıklamalar yapmıştı. Luttwak, New York Timesa yazdığı makalede, Suriyede derinleşen krizle ilgili olarak ABDnin çıkarlarına zarar vermeyecek tek sonucun Durumun uzun süreli bir çıkmaza dönüşmesi olduğunu vurgulamıştı. Suriyedeki savaşın, silah tüccarları ve Büyük İsrail hedefinin Siyonist Baronları tarafından sürdürüldüğünüsöyleyen Luttwak Amerikanın hedefinin, bu açmazı sürdürmek olması gerektiğini ve bunu mümkün kılabilmek için tek yolun, Esad güçleri öne çıkar gibi göründüğünde isyancıları silahlandırmak, isyancılar kazanır gibi olduğundaysa onlara verilen desteği kısıtlamak olduğunu hatırlatıp Bu strateji, Obama yönetiminin şimdiye kadar uyguladığı politikaya yakındır tespitini yapmaktaydı. Luttwakın Türkiye ve Suriye gerginliğine ilişkin yaptığı değerlendirmeler adeta iki komşu ülkenin biran önce savaşa girmesi temennisi üzerine kurgulanmıştı. Luttwak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, Suriyedeki isyanın ortaya çıktığı ilk zamanlarda, tüm bunlara son verilmesi çağrısında bulunması üzerine Esadın sözcüsünün Erdoğan ile alenen alay ettiğini, bu arada Esadın silahlı kuvvetlerinin bir Türk jetini vurduğunu, Türk topraklarının defalarca top ateşine tutulduğunu ve Türkiye sınır geçişinde bomba yüklü araçların infilak ettiğini savunarak tüm bunlara rağmen Herkesin, belirgin bir misilleme yapılmamasına şaşırdığını söyleyip Türkiyeyi kışkırtmaktaydı.
Afganistan, Sudan, Irak ve Mısırdan sonra şimdi de Suriyeyi işgal için Batılı Barbarların ittifakı:
İslam ülkelerinin ferasetten yoksun yöneticilerinin politikalarıyla Esadın zulmüne terk edilen masum ve mazlum Suriye halkı, şimdi de aynı İslam ülkelerinin basiretsiz, çaresiz, işbirlikçi yöneticilerinin davetiyle küresel zalimlerin insafına bırakılmaktadır. Ümmet-i Muhammedin bizzat kendilerinin halletmesi gereken bir sorun, zulmün küresel efendilerine havale edilerek Barbar Batıya ve NATOya meşruiyet kazandırılmaktadır. Afganistan ve Iraka çoluk-çocuk, yaşlı-kadın, sivil-masum demeden milyonlarca Müslümanı katlederek kutsanmış özgürlük götüren ABD ve İngiltere başta olmak üzere Haçlı zihniyeti Suriye için de işgal planlarını deklare etmeye başlamıştır.
Batıdan Adalet Beklemek ahmaklıktır!
Asırlar boyu İslam âlemine liderlik yapmış olan Osmanlı torunlarının devleti Türkiye olmak üzere, bütün İslam ülkelerinin yöneticilerine hatırlatmak lazımdır: Artık gafletten uyanın, bırakın BMyi, boş verin NATOyu Kapatın artık ABD ile kırmızı hatlı görüşme zırvalıklarını. Kerry ile telefon trafiğinin, zalimlerin ekmeğine yağ sürmek olduğunu artık anlayın. Diplomatik mezhep savaşlarını bir kenara bırakın. Müslümanlar için söz konusu olunca adaletlerine zulüm, kan ve işgalden başka bir anlam ifade etmeyen haçlı elbisesi giydiren Batıdan adalet beklemekten utanın. Ne olur bir an önce bütün dünyaya Müslümanların kendi meselelerini kendisinin çözeceğini gösterecek olumlu ve onurlu bir tavır takının. Zira zalimleri daha büyük zalimlere havale ederek zulümden kurtulacağını sanmak ahmaklık değilse, alçaklıktır.
Arsız ABD ve Haçlı Batı Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı iddialarının ardından bu ülkeye askeri müdahaleyi tartışırken AKP Hükümeti, geçen yıl Suriye konusunda Meclis’ten aldığı bir yıl süreli yetkiyi yeterli saymaktaydı. CHP ve MHP, Suriye’ye yapılacak olası bir müdahalede Türkiye’nin yer alabilmesi için alınan bu iznin yenilenmesi gerektiğini savunmaktaydı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Suriye’ye olası bir müdahale konusunda, “Elimizde Suriye’den gelen güvenlik risklerine karşı silahlı kuvvetlerimizin ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin her türlü tedbiri alması yönünde çok güçlü bir tezkeresi var ama ihtiyaçlar daha başka bir durum gerektirirse TBMM’ye başvururuz” açıklamasını yapmıştı. Meclis’in, Hükümet’e Suriye konusunda, TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesine ilişkin verdiği iznin süresi, 4 Ekime kadardı. NATOnun sözde Suriyedeki iç savaşın bölgeye yayılmaması için müdahale kararı alması durumunda İncirlik üssünün operasyona açılması gündeme gelir iddiaları da ortalığı karıştırmıştı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun Milliyetten Fikret Bilaya Suriyedeki iç savaşa müdahale amacıyla Birleşmiş Milletler kararı olmasa da harekete geçecek bir Gönüllüler Koalisyonunun kurulabileceği, Türkiyenin de burada yerini alabileceği yolundaki açıklamalarından sonra bu gelişme askeri müdahale ihtimalinin çok da uzak olmadığının işareti sayılmıştı.
ABD gizli teşkilatı CIAnın Saddam Hüseyin’e kimyasal saldırıya destek verdiği gizli belgelerle ortaya çıkmıştı. Skandal 1984 yılında yaşanmıştı.
Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatının (CIA) 1980li yıllarda İran’a yönelik kimyasal saldırıda Saddam Hüseyin rejimine destek verdiğini gösteren belgeler ve gizli tutulan bazı raporlar Foreign Policy dergisi tarafından yayınlanmıştı.
Bu belgelere göre; Amerikan istihbaratı 1984ten itibaren o dönemdeki ittifakı olan Irakın, 1980den 1988e kadar süren İrana karşı savaşta kimyasal silah stokuna sahip olduğunu biliyordu ve ses çıkarmamıştı. Sarin ve hardal gazından oluşan bu kimyasal maddelerin kullanımı Cenevre Protokolü ile yasaklanmıştı. İşte bugün her melanetine keramet uydurup destek çıktığı Amerika böyle bir tıynet taşımaktaydı.
Suriye’deki Kürtler Haçlı saldırısını bir fırsat sayacaktı!
Suriye’de savaş için geri sayım sürürken, PYD eşbaşkanı Asya Abdullah, ‘müdahaleyi ilhak sayarız” açıklamasını yapmıştı. 2 gün sürmesi planlanan harekât, Suriye’nin kuzeyindeki Kürtleri heyecanlandırmıştı. PYD’nin kadın eşbaşkanı Abdullah, 10 ülkenin gönüllü koalisyonu tarafından yapılması gündemde olan operasyonla ilgili olarak “saldırı nereden gelirse gelsin, kendi bölgelerine yönelik müdahalelere karşı meşru savunma haklarınıkullanacaklarını ve gerekirse ilhak seçeneğine başvuracaklarını açıklamıştı.
İslam Dünyası diye bir şey var mı sahiden?diye küstahça bir başlık atan Ruşen Çakır:
İslam dünyasının var olup olmadığı? konusunda net bir cevap verilmeyişinin temel nedeni, Müslümanların önemli konularda birlikte hareket edemiyor olması, zaten buna imkân sağlayacak mekanizmalara sahip bulunmaması; mevcut kurumların da son derece zayıf ve etkisiz kalmasıdır. Bu birlik olmama hâlinin mezheplerle, etnik kökenlerle, ekonomiyle vb. ilgili bir dizi nedeni vardır dedikten sonra Ahmet Davutoğlunun şu itiraflarını aktarmıştır:
Hiçbir zaman Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler arasındaki rekabet, küresel güçler hesaba katılmadan anlaşılamayacaktır. Yani rekabetleri kendiliğinden oluşmamaktadır. Bir uluslararası sistem vardır ve onun şartları ve dayatmaları içerisinde rekabet yapılmaktadır.[1] Bu sözler dış güçlere teslimiyetin ve milli hedefleri terk edişin bir itirafıdır. Evet, İslam Dünyasını canlı, irtibatlı ve caydırıcı bir vücut haline getirmek için Erbakanın başlattığı tarihi ve talihli adımları bırakıp, Siyonist güdümlü Haçlı Batının kuyruğuna yapışan AKP iktidarı sayesinde Ruşen Çakır gibiler maalesef zahiren haklı çıkmaktaydı.
ABD El- Kaide ile aynı saftaydı!
Independent için makale yazan ünlü gazeteci Robert Fisk sıra dışı bir yorum yapmıştı. Robert Fisk, Barack Obama’nın Suriye hükümetine saldırması durumunda Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihinde ilk defa El Kaide’yle aynı saflarda savaşacağını yazmıştı. Bu aradaTürkiye ile İsrail de gizlice yakınlaşmaktaydı! Financial Times gazetesi, Suriye’deki savaştan dolayı Ürdün’e gidecek Türk mallarının artık Suriye değil, İsrail üzerinden taşındığını haber yapmıştı. Bu rotanın öneminin artmasını İsrail ve Türkiye arasında ‘filizlenen ekonomik bağlara’ bağlayan gazete, yine de ikili ilişkilerde garez kaldığını hatırlatmıştı. 2012 Kasım ayından beri açık olan rotadan 2 bin Türk tırının geçtiğini aktaran Financial Times Gazetesinin haberine göre İsrail’in Hayfa limanına feribotla gelen kamyonların buradan Ürdün’e geçtiğini aktarmıştı.
Hapisten kaçırılan yüzlerce intihar bombacısı Suriye sınırımızdaydı!
Türkiye büyük bir riskle karşı karşıyaydı. El Kaide 15 günde Irak, Libya ve Pakistanda hapishaneleri basıp 2 binden fazla militanını hapisten kaçırıp, Suriyeye taşımıştı! İşte bilanço.
Irak: Bağdat/Ebu Gureyb ve Taci cezaevleri. 800den fazla.
Libya: Bingazi Kuveyfiye cezaevi. 1200 kadar.
Pakistan: Dera İsmail Han cezaevi. 250 kadar
Bunların çoğu intihar bombacısıydı. Iraklı bir kaynak, Ebu Gureyb baskınını anlatmıştı:
Irakın en büyük cezaevi. Mahpus sayısı birkaç 10 binle ifade ediliyordu. Bağdatın hemen kenarında en iyi korunan cezaevi sayılıyordu. 100den fazla eylemci dışarıdan geliyor, ayrıca, 3 arabaya binmiş 9 intihar bombacısı, 200den fazla roket ateşleniyordu. Kapıları parçalamak, duvarları yıkmak için. Çatışma 2 saat sürüyordu. Libya ve Pakistan baskınları da Irakın kopyası. Böylece binlerce militan hapisten çıkarılıp Suriyeye taşınıyordu. Oysa bu eylemlerin çapı büyük ve profesyonelce, El Kaideyi aşıyordu. Büyük operasyonları büyük güçler yaptırıyordu. Devlet imkânları devreye girmeden yapılabilecek gibi görünmüyordu. Bu operasyonlar tek merkezden planlanıyor; merkezi plan, merkezi amaç anlamına geliyordu. Hapishanelerden boşaltılan militanların ortak özelliği. Eylem tecrübesi yüksek. Ölümü göze almış, yüzlercesi intihar bombacısı Suriyeye taşınıyor. Büyük bir kısmı Suriyenin Türkiye sınırına, Halep bölgesine gönderiliyor. Özellikle Iraktan kaçırılanlar. Yani bütün bunları stratejik müttefikimiz ABD planlıyordu.
Washington Post Suriye tezgâhını şöyle açıklamıştı!
Başkan Obama, Suriyeye karşı sınırlı boyutta ve sürede bir askeri darbe vurulmasını hesaplıyor. Bu darbe, hem Suriyenin kimyasal silah kullanmasına bir ceza ve Suriye için bir caydırıcı olacak hem de ABDyi ülkenin iç savaşına daha derin biçimde dâhil olmaktan uzak tutacak… Böyle bir saldırı, muhtemelen iki günden daha uzun sürmeyecek ve denizden atılan cruise (seyir) füzeleri ile büyük ihtimal- uzun menzilli bombardıman uçaklarıyla yapılacak ve Suriyenin kimyasal silah arsenaliyle doğrudan bağlantılı olmayan askeri hedefleri vuracak.
Şu sırada Doğu Akdenizde dört savaş gemisi, 430 adet Tomahawk füzesi taşımaktaydı. Her birinin menzili 1500 mil, yani 2414 kilometredir. Bunun yanı sıra 20 bin kiloya kadar bomba taşıma kapasitesine sahip Stealth uçakları, Missourideki üslerinden kalkıp bir kez yakıt alarak Suriyedeki hedeflerine ulaşabilir durumdaydı. Yani Suriyeye yönelik operasyon, esas olarak, bir ABD-Fransa-İngiltere hava operasyonu olacaktı. Tüm operasyon, 1995te Bosnada, 1999da Kosovada olduğu gibi havadan yapılacak ve bu sayede, ne Amerikalılar ne Fransızlar ve İngilizler Suriye Bataklığına batmış olacaklardı. Ama anlaşılan bu bataklığa saplanma kahramanlığı Türkiyenin sırtında kalacaktı. Evet, Suriye merkezli yeni bir krizin en fazla zarar vereceği ülkelerden birinin Türkiye olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla dün Irak için tekrarlanan ve tam bir yalan olan bir koyup üç alacağız cümlesinin bugün Suriye söz konusu olduğunda hiç ama hiçbir inandırıcılığı olmayacaktır. Öyle ki kendimizden ne kadar koyarsak koyalım, Suriye konusunda herhangi bir şey kazanma şansımız bulunmamaktadır. Çünkü Suriyeye saldırmak bir şekilde İrana da saldırmak anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla muhtemel Batı saldırısı hakkında Tahrandan gelen uyarıları yabana atmamak lazımdı. Nitekim şu ana kadar medyaya yansıyan senaryolarda, Irak ve Afganistan gibi bütünlüklü değil, Bosna sorununda Sırbistanın başkenti Belgrada yönelik hava saldırısı gibi sınırlı bir müdahalenin öne çıktığı anlaşılmakta ve Türkiyenin başına büyük belalar sarılmaktaydı. Bu arada İsrailin acı akıbetini sezen Siyonist beyinlerin Ruşen Çakırın kulağına bir şeyler fısıldadıkları anlaşılmaktaydı. Suriye müdahalesinden kuşkulanmalarını böyle okumak lazımdı.
Beşar Esadın İrana sürpriz ziyaret yaptığı açıklanmıştı!
ABD’nin öncülüğünde Suriye’deki askeri hedeflere operasyonun gündemde olduğu dönemde ilginç bir iddia ortaya atılmıştı. İran resmi televizyonu söz konusu haberi son dakika olarak aktarmıştı. Siyonist İsrail eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Suriyeye yönelik muhtemel işgal ile ilgili olarak İsrail bu kez Körfez Savaşında Saddamın saldırılarına (güya) sessiz kaldığı gibi davranmaz diyerek savaş çığırtkanlığı yapmaktaydı.
Suriyeye yönelik muhtemel askeri müdahale, İsrail basınında da geniş yer almıştı. İsrail gazetelerinde ABD liderliğindeki bir koalisyonun Suriyeye saldıracağına ilişkin kesin ifadeler dikkati çekerken, Şam yönetiminin muhtemel operasyon sırasında İsraile saldırmayı göze alamayacağı yorumları öne çıkmıştı. İsrailin İngilizce basılan önde gelen gazetelerinden Haaretz, ABD saldıracak manşetiyle okuyucularının karşısına çıktı. İbranice yayımlanan Maariv gazetesi de aynı şekilde ABD vuracak manşetini atarak, müdahaleden emin bir tavır takınmıştı. İsrailin etkili gazetelerinden Yediot Ahronot manşetine taşıdığı haberinde ABDnin işgal için askeri hazırlık yaptığını belirtirken, alt başlıkta Suriye müdahale sırasında İsraile saldırmaya cesaret edemez ifadesini kullanmıştı. Her zamanki gibi dertleri İrandı! İsrailin, uluslararası kamuoyunun Suriyedeki kimyasal silah saldırısına gösterdiği tepkinin ardından bu ülkeye yönelik askeri müdahaleye itirazı olmadığı ancak Suriye ve Mısırdaki gelişmelerin, İranın nükleer faaliyetlerinin engellenmesine yönelik çabaları gündemden düşürmesinden kaygılı olduğu anlaşılmıştı.
Türkiye bu kirli savaşa dâhil olmamalıydı!
Tam da bu noktada savaşla ilgili bazı rakamları bilginize sunmak istiyorum;
Dünyada 5 bin 600 yılda toplam 15 bin 500ün üzerinde bölgesel ya da ulusal savaş yaşanmış ve tahminen 3,7 milyar insana kıyılmıştı.
1. Dünya Savaşında ölen her 100 kişiden 14ü, 2. Dünya Savaşında ölen her 100 kişiden 70i, 1990lardaki savaşlarda ölen 100 kişiden 90ı sivil ve savunmasız halktı.
1945-1992 yılları arasında gerçekleşen 149 savaşta 23 milyondan fazla insan göz göre göre ölüme yollanmıştı. Bunun yalnızca 3 milyonunu askerler oluşturmaktaydı. Bilinen o ki, savaşlarda genellikle 1 askerin ölümüne karşılık 14-15 sivilse bombardımanlar, açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalıklar gibi nedenlerden dolayı ölüp telef olmuşlardı.
Birinci Dünya Savaşı 50 milyon kişinin ölmesine, 90 milyon kişinin de sakat kalmasına yol açmıştı.
Son 10 yıldaki savaşlarda 2 milyon çocuk ölmüş, 6 milyon çocuk sakat kalmıştı. 12 milyon çocuk evsiz, 1 milyondan fazla çocuk anasız-babasız bırakılmıştı. 10 milyon çocuk psikolojik sarsıntı geçirdi ve on binlerce çocuk tecavüz ve işkenceye uğramıştı.
Balkan savaşında Bosnada 20 bin Müslüman kadına tecavüz edenler bugün Suriyeye saldırmaktaydı.
Dünyada bugün 500 bini bilim adamı olmak üzere 15 milyon kişi silah ve silah geliştirme endüstrisinde çalışmaktaydı.
Büyük bölümü Rusya ve ABD tarafından olmak üzere silah üreticisi ülkeler toplam 19.1 milyar dolarlık silah satmaktaydı. Rusya ABDden sonra 6.2 milyar dolarla en fazla silah satan ülke konumundaydı. En fazla silahı 2.4 milyar dolarla Hindistan ve 2.2 milyar dolarla Çin almıştı. Yunanistan 1.4 milyar dolarla üçüncü oldu. Türkiye son beş yılda 1 milyar dolar azaltarak 418 milyon dolara indirdiği silah alımıyla 10unculukta kalmıştı.
Ama şöyle ya da böyle; Savaş eşittir yıkım anlamındadır. Türkiye masum ve Müslüman Suriye halkının katledileceği böyle bir ittifakın içinde yer almamalıdır. Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım; savaşlardan kazananlar yalnızca Siyonist silah baronları ve savaş patronlarıdır. Kaybedenler ise tüm bir insanlık ve özellikle Müslümanlardır.[2]
ABD ve İngilterenin Planı Hazır: Füzelerle saldıracaklardı!
İngiliz Sunday Times gazetesi, İngiltere ile ABDnin Suriyeye yönelik füze saldırısına hazırlandığını yazmıştı. Gazete Müttefikler, Suriyede hava saldırısına doğru ilerliyor başlıklı haberinde, İngiliz ve Amerikan askeri planlamacıları Suriyede füze saldırıları için olası hedefleri belirliyor ifadelerini kullanmıştı. Gazete İngiltere Başbakanı David Cameron ile ABD Başkanı Barack Obamanın Suriyeye ilişkin 40 dakika süren bir telefon görüşmesi yaptığını özellikle vurgulamıştı.
ABD Suriyeye müdahalede bulunursa kim kazanacaktı?
Maalesef Müslüman ülke yöneticilerinin çaresiz, aciz ve teslimiyetçi oldukları bir zamandayız. Böylesine onur kırıcı bir davranış ile düşmanından medet ummak, kurtuluş için ona sığınmak, bir çözüm değil yıkımdır. Suriyede masumların katlini kimler yapmıştı? Sorumluları kimdir, bir başına Beşar Esat mı? Bütün sorumluluğu onun üzerini atarsak kurtulunmuş mu olunacaktı? Servis edilen haberler ne kadar sağlıklıydı? Irak örneğinde olduğu gibi, yıllar sonra servis edilen ve günlerce dünya kamuoyunu geren haberlerin ne kadar yalan olduğu anlaşıldı. Bu olaylar da yıllar sonra bir başka çarpıklığı ortaya koymayacak mıydı? Mısır darbesinin ardından yaşanan kafa karışıklığı ve karmaşa yüzünden birbirlerine düşman kesilip saldırmaları sonucu Müslümanlar darmadağın olmuşlardı. Arap Krallıkları Mısır darbecilerinin yanındaydı. İsrail ve ABDnin yıkmaya çalıştığı Beşar Esad da Mısır darbesini alkışlamıştı. İsrail istediği zaman Suriye içlerine uçak ve tanklarıyla girip bomba yağdırmaktaydı. Suriye halkını zehirleyen, katleden hangi odaklardı? Bu soru zihnimizi iyice kurcalamaktaydı. Suriye içinde fink atan servisler, muhaliflere silah verenler, ya da Beşar Esadı destekleyen güçler birbirinden farklı mıydı, yoksa aynı mıydı? Suriyedeki katliam ve vahşetleri servis eden kaynakların hepsi batılıydı. Ya İngiliz ya ABD kaynaklıydı. Peki, bu olayların sonuçları kime yarayacaktı? diye soran Milli Gazete yazarı Ali Haydar Haksal elbette haklıydı.
Müslüman yöneticiler arasındaki dostlukları da, düşmanlıkları da Batı ayarlamaktaydı!
Hatırlayınız, tam ismi Harakat Al-Muqawamah Al-iSlamiyyah (HAMAS), İslami Direniş Hareketi diye ortaya çıkmıştı. Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) başlattığı Birinci İntifada zamanında, 1987 tarihinde; laik, sol ve ılımlı Müslüman ve Hıristiyan Filistinlilerin meşru temsilcisi olan, birden fazla siyasi örgütü barındıran FKÖye karşı yapılandırılmıştı. İsrail tarafından bir suikast sonucu öldürülen Şeyh Ahmet Yasin, HAMASın manevi lideri ve kurucusu konumundaydı. HAMAS Uluslararası İhvan hareketinin (Müslüman Kardeşler Örgütü) bütün karakteristik özelliklerini taşımaktaydı. 2006 parlamento seçimlerini kazanan HAMAS, iktidara gelir gelmez kendisi dışındaki bütün siyasi-askeri oluşumları tasfiye etmeye başlamıştı. Bu nedenle onlarca Filistinlinin hayatına kıyılmıştı.
Üretmeyen tüketir prensibinden hareketle, maalesef Filistin, sadece emperyalizme ve Siyonizme karşı şanlı devrimci direniş unsurlarının ve toprağı, ağacı, hatıraları, umutları ve varlığı için top yekûn savaşan kahraman bir halkın sahası olmamıştır. Bu arenada entrikalar, ihanetler, komplolar, tasfiyeler, öz evlatlarına karşı düşmanla işbirliği ve fitne daima yaşanmıştır. İsrail, Filistinli ihbarcıları sadece Filistinlilere karşı kullanmıştı. Hizbullahın en etkin askeri komutanı İmad Muğniyye İsraille son yapılan 2006 yılındaki Temmuz Savaşına da komutanlık yapmıştı. İsrailin yenilmezlik efsanesine son veren Arap komutan diye ün kazanmıştı. İmad Muğniye, 12 Şubat 2008de Şamda uğradığı bombalı saldırı sonucu şehit olup bu dünyadan ayrılmıştı. Şamdaki hareketlerini İsraile uydu telefonu ile bildiren bir Filistinli bu cinayetteki suçunu itiraf edip açıklamıştı. Filistin, genelde dış destekle hayatını sürekli tüketen bir toplum olmaya mahkûm bırakılmıştır. Bu diyarda, daha çok ödeme yapana, daha çok yardım sağlayana meyil gösterme şeklindeki menfaatçilik ve çaresizlik psikolojisinden CIA ve MOSSAD sürekli yararlanmıştır.
Suriye Meşale sahip çıkmıştı
HAMASın en önemli liderlerinden olan Halit Meşalin Suriye macerası 1999da başlamıştı. İsrail istihbaratı 25 Eylül 1997de Meşali Ammanda zehirleme girişiminde bulunmuş, ama başarısız kalmıştı. İki İsrail ajanı olay yerinde yakalanmış, baskılar karşısında MOSSAD şefi Danny Yatom, panzehir götürmek için Ürdün başkentine uçmak zorunda kalmıştı. Olayın ardından Ürdün devleti Meşali ülkeyi terk etmeye zorlamış, hiçbir ülke Meşali kabul etmeye yanaşmamış, Suriye devreye girip Ona ve yakınlarına sığınma imkânı tanımıştı. Pek çok HAMAS yetkilisi Suriye ve Esad iktidarının genelde Filistin halkına özelde ise HAMASa yaptıklarını bir babanın oğluna dahi yapmayacağını açıklamışlardı. Halit: Meşal, Esad, Arap ve İslam âleminin en büyük halk kahramanıdır, gerçek tek lideridir. Allahın İslam âlemine gönderdiği bir lütuftur. Hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz açıklamalarını abartılı bulanlara bazı Hamas yetkilileri:Esad ve Suriye olmasa biz bugün hiçtik. Her şeyimizi ona borçluyuz. Suriye anayasasına göre Suriye vatandaşları gibi eşit haklara sahibiz. Suriye ve Esad bizden dolayı büyük baskılara maruz kaldı. Meşal az bile söylemiş diye çıkışırlardı.
Meşal saf değiştirmeye zorlanmıştı
Ve sonunda Suriye malum kirli savaşa maruz kalmıştı. Her Suriye ziyaretinde özellikle Halit Meşal ile bir araya gelmeyi talep eden Ahmet Davutoğlu ve Katar eski Emiri, Meşalin ya hemen Suriyeyi terk etmesini veya muhalefete katılmasını şart koşmuşlardı.
Oysa bir zamanlar, Sn. Recep T. Erdoğan da, Halit Meşal gibi, koyu bir Esad hayranıydı ve ikisi kankaydı. Şimdi bazı gerçekleri ve kişilikleri sorgulamak zamanıydı: Rakipliğini veya tarafgirliğini, düşmanların ve Siyonist odakların talimat ve tavrına göre belirleyen; dün kucaklaştığı arkadaşlarını bugün bıçaklamaya yeltenen kaypak insanlar Allah aşkına, kukla mıydı, yoksa kahraman mıydı? Bir zamanlar Beşar Esada övgüler dizen Halit Meşal de, aynı sözleri bu sefer Recep Erdoğan için tekrarlamaya başlamıştı.
Esadın er ya da geç devrileceğini belirten Katar Emiri, HAMASın oluşan bu şartlarda kaybeden taraf olmaması gerektiğini hatırlatmıştı. Hamad bin Halife, Meşal ve beraberindeki heyeti Yaser Arafatın kaderi konusunda uyararak, Beşşar Esad devrildiğinde onunla birlikte olan herkes devrilecek. Size ait olmayan bir savaşta yenileceksiniz diye uyarmıştı. İrana yönelik bir savaş yakın, İrana yapılacak saldırı Tahranın zannettiği çerçevede olmayacak diyen Katar Emiri, HAMASa İrana ihtiyaç duymayacağı ölçüde destek sözü verip aldatmıştı. Sonunda Meşal Suriyeden ayrılmıştı. Ancak vicdanı cüzdana satmak istemeyen bazı yoldaşları Meşali çok ağır eleştirmiş; Usame Hamdan, İmad El İlmi, Mahmud Zahhar, Muhammed Nezzal ve Kassam Tugayları Komutanı şehit Ahmed El Caberi gibi önde gelen HAMAS liderleri, Meşal ve beraberindekilere karşı çıkmıştı. Meşal, HAMAS içerisindeki tüm bu ihtilaflara rağmen, Suriyeli muhalifleri desteklemek üzere HAMASın Şamdaki askeri komutanlarından Kemal Hüsni Ganaceyi atadı. Âmâ Ganacenin, bu teması Hizbullaha ve Suriye istihbaratına bildirdiği anlaşılınca kaldığı evi bombalanarak ortadan kaldırılmıştı.
Suriyeyi karıştıran Yahudi Forda Kahire hazırlığı!
ABD Dışişleri Bakanı John Kerryin, Suriyeyi karıştıran adam diye tanınan ABDnin eski Suriye Büyükelçisi Robert Fordu Kahire Büyükelçiliğine atayacağı ortaya çıkmıştı. ABD Başkanı Barak Obama öneriyi kabul ederse, atama Senatonun onayına sunulacaktı. Amerikan basını, Fordun atamasının büyük olasılıkla engel görmeden onaylanacağını yazmıştı. ABD yönetiminin, Kahire temsilcisini değiştirmek istemesinin nedeni, şimdiki Büyükelçi Ann Pattersonun Mısırda tepki çekmiş olmasıydı. Mısır geçici Cumhurbaşkanı Adli Mansur’un dış politika danışmanı, Pattersonun sınır dışı edilmesi çağrısı yapmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığına yakın Foreign Policy dergisi, Muhammed Mursinin iktidardan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan eylemler sırasında göstericilerin, Pattersonu Müslüman Kardeşler hareketine desteklemekle suçlayan pankartlar taşıdığını yazmıştı. Forergn Policyye göre, Mursinin Patterson sayesinde cumhurbaşkanı koltuğuna oturmayı başardığı söylentileri vardı. Bu dergi Obamanın Mısır özel temsilcisi Frank Wisner Jr. ile Pattersonun 2011 yılı başlarında Mursi ile yaptığı anlaşmanın ayrıntılarına ulaşmıştı. Pattersonun, Mısır cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, oy sayısına göre o an rakibin önünde bulunduğu düşünülen Ahmed Şefik ile görüşerek, kendisine şahsi güvenliği için cumhurbaşkanlığı yarışından çekilmesi gerektiğini ima ettiği yazılmıştı. Mısırlılar Pattersonun görevden ayrılmasını olumlu karşılamakla birlikte, yeni büyükelçi adayı Forda karşıydı. Twitterde açılan #NoTo-RobertFord hesabı tavan yapmıştı. Mısırdaki bir dizi parti ve hareket, Fordun Kahireye atanma önerisine karşı çıkmıştı.
Böylesine sert tutumun nedenini Mısırlı siyaset uzmanı Kerim Kemal şöyle yorumlamıştı:
Sorun sadece büyükelçinin kişiliğinde değil, ABDnin Mısıra ilişkin politikasındadır. Çünkü Büyükelçilerin, kendi görüşleri doğrultusunda ve kişisel nedenlerle hareket etmesi yanlıştır. 30 Haziran olaylarının ardından ABD birden bire demokrasi savunucusu olduğunu hatırlayarak, neredeyse Müslüman Kardeşlerden yana tavır almıştır. Öte yandan, Amerikalılara ve Avrupa Birliğine şunu sormak lazımdı. Mursi yeni anayasa bildirisini çıkardığı zaman neden kimse demokrasiyi savunmamıştı? Bildirinin kabul edilmesi İslamcıların keyfi eylemlerini yasallaştırmıştı. Neden ABD ve AB önce önünü açtıkları ihvanı, şimdi tehlike saymaya başlamıştı?
Rus siyaset uzmanı Viyaçeslav Matuzov ise, Fordun Kahire Büyükelçiliğine atanması önerisinin nedensiz olmadığını belirterek şunları hatırlatmıştı:
Ford, tecrübeli diplomattır ve Arap dünyasıyla yakından alakalıdır. Büyük ihtimalle sadece dışişleri bakanlığı okulundan değil, istihbarat servisleri ve Pentagon üzerinden de özel eğitim almıştır. Ford, ülkelerde kargaşalar ve siyasi değişim uzmanıdır. Buna en iyi örnek, ABDnin Şam Büyükelçiliğindeki görevi sırasında yaptıklarıdır. Bu diplomat hakkında ilk bilgiyi, WikiLeaks sitesinde yayımlanan yazışmalardan edindim. Ford, merkeze mektubunda, Suriyede iktidardaki rejime bir alternatif olabilecek muhalefetin olmadığını yazmış ve Şamdaki hükümete sadece Müslüman Kardeşlerin rakip olabileceğini vurgulamıştı. Aslında Ford, fiilen bir büyükelçinin görevi olmayan faaliyetlere karışmıştı. Muhalif güçlerin eğitimi ve bir örgüt çatısı altında birleşmesi ile uğraşmıştı. Robert Ford, Kahireye atanırsa başlıca görevi, Müslüman Kardeşleri Mısırı parçalama politikasına alet etmeye çalışmak olacaktır.
Bu sırada İhvanın, devletle gizli görüşmelere başlaması, akılcı bir yaklaşımdı!
Bu arada, Mısır makamları ile Müslüman Kardeşler arasında, siyasi krizin tırmanmaması için gizli görüşmeler yapıldığı ortaya çıkmıştı. El Ahram gazetesinin Arapça sitesine göre, görüşmelere başka İslamcı çevreler aracılık yapmaktaydı. Görüşmelerde, kan dökülmesine yol açacak tırmanışa son verilmesi üzerinde durulduğu vurgulanmıştı. Aracılar, Müslüman Kardeşler taraftarları ile polis ve askeri birlikler arasında bir çatışma çıkmasını önleme konusunda anlaşmışlardı. Görüşmelere katılan Müslüman Kardeşler temsilcileri, iyi niyet gösterisi olarak gözaltında olan bazı liderlerinin serbest bırakılmasını şart koşmuşlardı. Devlet temsilcileri de Müslüman Kardeşlere Adeviyedeki oturma eyleminde yapılan konuşmalarda, devlete karşı nefret körüklenmesine, savaş ve şehitlikten söz edilmesine son verilmesi talebini aktarmışlardı. Bunlar elbette olumlu ve hayırlı yaklaşımlardı.
Baradey’den çarpıcı Mursi itirafı!
Askeri darbeye destek veren Nobel ödüllü bilim adamı Baradey istifasının ardından çok önemli açıklamalar yapmıştı. Mısırda askeri darbenin ardından Cumhurbaşkanlığı yardımcılığına getirilen ancak daha sonra istifa eden Baradey, Mursinin haklı olduğu yerleri keşfettim sözleri altında bir sürü Şeytanlık sırıtmaktaydı. Mısırda darbenin hazırlayıcılarından ve cuntanın eski Geçici Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Muhammed Baradey, ülkede halen Mübarek rejiminin mevcudiyetini koruduğunu belirterek Devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursiye derin devletin tuzak kurduğunu, ama Müslüman Kardeşlerin yaptığı hatalarla buna yardımcı olduğunu ortaya atmıştı. Baradeyin Siyonizmin has adamı olduğu açıktı. Anlaşılan ABD ve İsrail, Mısırda yaş tahtaya ayak basmış ve Milli bir yapıya toslamıştı. Baradeyin istifası, bizdeki 12 Eylül darbesinin kendilerini aldatıp oyaladığını anlayınca dış güçlere mesaj niteliğinde, Ecevitin CHP genel başkanlığından istifasını hatırlatmıştı.
Mısır darbesinin nedenleri, ülkelerin tavırları ve darbenin jeopolitik sonuçları
Mısır askeri darbesi bölgesel dengeleri ve dış güçlerin etkilerini en net biçimde ortaya çıkarması bakımından önemli olduğu gibi, Batının bilinen gerçekliğini tüm ayrıntıları ile deşifre etmesi bakımından da önemlidir. Mısır askeri darbesi bir kez daha göstermiştir ki, Batının hayat felsefesinde demokrasi bir retorikten ibarettir. Batı için asıl olan ilkeler ve değerler değil, ekonomik ve stratejik menfaatleridir.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Körfez ülkelerinin Mısır darbesini desteklemeleri de ilke-çıkar ilişkisi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Mısırda yaşananları darbenin sebepleri, ülkelerin darbeye yaklaşımları ve bölgeye olası etkileri olarak beş başlıkta işlemek daha münasiptir:
1 Mursi gitmeliydi, çünkü Mısırda yaşanan devrimden sonra, Mübarek gitmiş olmasına rağmen ekibi devletin en etkili kurumlarının başında ve içinde görevlerinde kalmışlardır. Mursi, göreve gelmiş olmasına rağmen eski rejim yanlılarına karşı bir temizlik operasyonu başlatamamıştır. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu mevcut durum etraflıca bir temizliğe imkân ve fırsat tanımamıştır. Dolayısıyla ordu, medya ve istihbarat eski rejim yanlılarının elinde Mursiye karşı kullanılan en büyük silah halini almıştır.
2- Mursinin görevden uzaklaştırılması hakikatte İhvan-ı Müsliminin devre dışı bırakılmasıdır. Çünkü ABD, Batı, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İhvanın diğer ülkelere örnek olabilme ihtimalinden kuşkulanmıştır. Birçok Arap ülkesinde teşkilatlanmış olan İhvanın, Mısırda başarılı olması, dolayısıyla örnek olması, Krallık ve Emirlikleri tehdit eder bir durumdur. Bu bakımdan Mursinin/İhvanın iş başından uzaklaştırılması lazımdı. Amerika Onda umduğunu bulamamış veya yeterince yararlandığı kanaatine varmıştı.
3- ABD, Arap Baharı ile başlayan süreçte halkların yanında tavır aldı. Meydanlarda diktatörlerini devirmek için toplanan halkların enerjisini yönlendirmeyi ve kullanmayı başardı. ABDnin devrimini gerçekleştiren ülkeler üzerindeki en büyük ve en önemli planı, o ülkeleri ekonomik olarak kendisine ve uluslararası sermayeye mahkûm kılmaktı. Hatırlarsanız, Kaddafi döneminde Libyada Merkez Bankası yoktu. Libyadaki çatışmalar henüz başlamıştı ki, Libya muhalefetinin ilk icraatı Merkez Bankası kurduklarını yani ABDye bağlandıklarını açıklamalarıydı. Ve hatırlayınız AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan da Libya işgalinde ABDnin safındaydı. Mursi, ABD ve IMF tarafından yapılması istenen reformları hayata geçirmekte gevşek davrandı. Dolayısıyla Mursi ve İhvan yönetimden uzaklaştırılması lazımdı.
4- On küsur uluslararası petrol şirketi Mısır petrollerini çalıştırmaktaydı. Bu şirketler, Mübarek zamanında yapılan anlaşmalarla büyük imtiyazlar kazanmıştı. Mursi, petrol şirketlerine Mübarek döneminde tanınan imtiyazlardan rahatsızdı. Petrol şirketleri ile daha adil bir sözleşme yapmayı amaçlayan Mursi, petrol lobisinin hedefi yapılmıştı.
5- Mursinin dolayısıyla İhvanın yönetimden uzaklaştırılmak istenmesinin en temel ve en önemli sebeplerinden birisi de, İhvanın demokrasi algısıydı. Bunların demokrasi algısının amaçsal değil araçsal olduğuna inanılmaktaydı. İhvan, İslami amacına ulaşmakta en uygun aracı demokrasi olarak görmektedir şeklinde düşünen ABD ve Batı darbeyi mubah saymaktaydı. Bundan dolayıdır ki Noam Chomsky de Birleşik Devletler demokratikleşme süreçlerinin topyekûn gelişmesine asla izin vermeyecek diyerek bölgedeki demokrasinin İslami düşüncenin güçlenmesine yol açacağını ve buna asla tolerans tanınmayacağını vurgulamıştı.[3]
Evet, evet Yahudi Lobilerinin, ABD ve ABnin, Ortadoğudaki bütün plan ve politikaları başarısızlığa uğramakta ve başlarına yeni belalar açmaktaydı. Ve işte bu son Suriye saldırısı ve İsrailin şeytani senaryoları da, onları daha derin bir batağa saplayacak, tarihi hesaplaşma kaçınılmaz olacak, Armegeddonu Türkiye kazanacak ve yepyeni bir dünya kurulacaktı!
[1] 27-08-2013 vatan
[2] Milli Gazete- Adnan Öksüz
[3] Ramazan Bursa, Milli Gazete
http://www.millicozum.com/mc/kasim-2015/suriyeye-dusman-cagirmak