Anasayfa » SURİYE’DEN SONRA; İRAN VE TÜRKİYE VURULACAK!

SURİYE’DEN SONRA; İRAN VE TÜRKİYE VURULACAK!

Yazar: yonetici
0 Yorum 134 Görüntüleyen

Maalesef, ülkemiz ve milletimiz belki de tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini yaşamakta, parçalanma ve dağılma aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan Hoca’nın ifadesiyle “Artık toprak ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştı” Bir ruh için beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı işgal edilen veya bölünüp başka güçlerin güdümüne giren bir toplum: Hürriyet ve huzurunu, namus ve onurunu ve haysiyetli millet şuurunu kaybetmiş olacaktır.

  • Bugün İsrail’i kurmak ve Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP istikametinde.
  • Böylesine yabancı ve Türkiye’yi de yıkıcı bir projede, dış odaklarca Başbakanımıza verilen eşbaşkanlık sayesinde:

1-     Irak fiilen üçe parçalanmıştır.

2-     Libya NATO tahribatıyla ikiye ayrılmıştır.

3-     Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef tahtasındadır.

4-     Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan Pakistan’dan, bu sefer Peştunistanı da koparıp, Afganistan’a bağlama hesapları yapılmaktadır.

5-     Ardından Afganistan Peştunlarıyla, Pakistan Peştunları birleştirilip yeni bir kukla devlet kurulması amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban bölgesiyle, demokratik Karzai bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.

6-     Daha sonra İran’a saldırılıp Kürtler; Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler diye dörde ayrılacaktır.

7-     Bütün bunların ardından “Güneydoğu özerk Kürdistan’ı, AB’ye katılım sürecinde pilot bölge Marmara özel dükalığı, Tarihi ve turistik amaçlı Karadeniz Pontus mirası” olarak, sıra Türkiye’nin parçalanmasına gelip dayanacaktır.

ABD’nin kukla başkanı ve Siyonist Yahudi lobilerinin kahyası Obama ile, Suriye’ye müdahale konusunu görüşmek üzere Güney Kore’nin başkenti Seul’e giderken, Recep T. Erdoğan’ın “Suriye’yi oturup seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz.” sözleri gayet açıktır. Yani Suriye’ye askeri müdahale edip parçalanmasını kolaylaştırma ihalesi AKP iktidarının üzerinde kalmıştır. Bu nedenle:

Bremen mızıkacıları, hep bir ağızdan: “zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriye’ye demokrasi getirilsin” sloganları atmaktadır.

Aynı mutfaktan beslendikleri ve aynı odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir ağızdan “Türkiye çabuk yetişsin ve Suriye’ye barış ve demokrasi getirsin.” diye çığlık atmakta ve kamuoyunu bu yönde şartlandırmaktaydı.

Hatırlayınız:

  • İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM Genel Merkezindeki basın toplantısında: “Suriye meselesinin Türkiyesiz çözümü imkânsızdır.” diyerek AKP hükümetini askeri müdahaleye kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)
  • BBP Genel Başkanı Mustafa Destici “Türkiye’nin tek başına Suriye’ye müdahalesi doğru olmaz, BM’in yardımı alınmalıdır.” diyerek yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.
  • Aynı toplantıda IHH Başkanı Bülent Yıldırım “Akan kanın durdurulması ve Suriye’de huzurun sağlanması için gereken her şey yapılmalıdır.” sözleriyle Suriye saldırısı için Siyonist NATO ve BM maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.
  • Anayasa mahkemesi eski raportörü Osman Can; “Taraflar biri birine üstünlük sağlamaya çalıştıkça, değişim sürecinden uzaklaşılıyor.” diyerek PKK ile AKP’yi, daha doğrusu T.C ile eşkıya şebekesini aynı kefeye koymakta ve “mevcut anayasa Kürt meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve kırmızı çizgiler saplantısıdır.” sözleriyle “özerk Kürdistan’a mazeret ve meşruiyet uydurmaktaydı.
  • AKP’nin fikir babalarından Kürtçü-bölücü Kemal Burkay’ın partisi HAKPAR “Kuzey Irak’ta Bağımsız Kürdistan’ın ilanını hasretle beklendiğini” vurgulamaktaydı.
  • AKP iktidarı Suriye’deki Türk vatandaşlarına “geri dönün” çağrısı yaparak, saldırının yakın olduğunu hatırlatmaktaydı.
  • CIA başkanı ve Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye saldırısının planlarını anlatmak üzere Ankara’ya gelip Başbakan’la baş başa görüşüp, ardından Barzani’ye koşmaktaydı.
  • Oysa Suriye’de iç savaş çıkartıp böylece bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere, muhalefeti kışkırtmak için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk istihbaratçının 7’sinin zaten MOSSAD bağlantısı ortaya çıkmıştı.

İran haber ajansı Farsnews’in haberinde, 49 istihbaratçının itiraflarda bulunduğu, tutuklu istihbaratçılar arasındaki 7 kişinin Filistin’de terör eylemleri gerçekleştirmek üzere MOSSAD tarafından özel olarak eğitildiği açıklanmıştı. Farsnews’in haberine göre, “MİT görevlileri sorgu sırasında Suriyeli istihbaratçılara ilginç bilgiler aktarmıştı.” Özellikle tutuklu 49 istihbaratçı arasında “terörist faaliyet ve özel tahrip eğitimi almış 7’sinin verdiği hassas bilgiler” Suriyelileri şaşırtmıştı. Bu 7 kişi, MOSSAD tarafından İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında eğitim almışlardı. Eğitim her türlü sabotaj, bombalama, suikast, provokasyon ve terörist eylemi kapsamaktaydı.

  • FAS’ta Müslüman ismi alan bir Yahudi ailesi Kral’lık yaptığı için, orada “Arap Baharı” tahribat ve katliamları yaşanmamış, (Kral 6. Muhammed ve sülalesi Yahudi dönmeleridir.) sözde farklı halk kesimleri ve muhalefet temsilcileriyle anlaşıp “demokratik bir değişim” başarılmıştı. İşte Fas Dışişleri Bakanı Saadettin El Osmani “Suriye muhalefetinin silahlandırılıp kışkırtılması suretiyle iç savaşın kızıştırılmasına karşıyız.” diyerek aslında Suriye muhalefetinin dış güçlerce kullanıldığını, dolaylı şekilde açıklamış olmaktaydı.[1]

Özetle Suriye’de “satranç oyununun” son hamleleri oynanmaktaydı. Çağdaş Firavunlar “Beşar Esad’ı kurban etmekte” kararlıydı. 22 Mart’tan itibaren Şam’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nun hizmet vermeyeceği belirtilerek “Suriye’deki Türk vatandaşlarının ülkeye dönmeleri” çağrısı önümüzdeki günlerin şifre anahtarıydı. Bunun anlamı:

“Türkiye gelecek günlerin Suriye manzarasında aktör olacaktı. Bu nedenle Suriye’deki Türklerin hedef olmalarını önlemek lazımdı.”

WikiLeaks sızıntılarında ilginç belgeler vardı. “Türkiye ABD ve İsrail ile birlikte hareket etmiyor ama ABD ve İsrail’in politikalarını tamamlıyor.” tespitleri anlamlıydı.

Ve sonunda, Rusya’da yan çiziyor, Suriye ve İran’ı satıyordu!

Milli Çözüm Dergimizin Ocak 2012 sayısında, “Akdeniz’deki Karanlık Gelişmeler ve Savaş Gemileri.”Başlıklı yazımızda, “Rusya’nın önünde sonunda Esad’ı ve İran’ı satabileceği.” yönündeki tespitimiz de haklı çıkmıştı. Moskova: “çok uyardık ama bizim sözlerimizi dikkate almadı” diyerek Esad’ı yalnız bırakıp Arap Birliği üzerinde ABD ve yandaşlarıyla anlaşmıştı.[2]

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Esad çok hata yaptı. Barışçıl amaçlı başlayan gösterilere aşırı şiddet kullanarak olayları bu noktaya taşıdı.” diyerek, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye yeşil ışık yakmıştı. Ardından BM özel temsilcisi, eski genel sekreter Kofi Annan’ın Suriye’de Esad’la görüştükten sonra, Moskova’ya gitmesi de anlamlıydı. Rusya ve Çin Siyonizm’le bu dolaylı anlaşmasını ve 7 maddelik yeni çözüm planları sunmalarını gerekçe gösterip “sosyalist tanrılarının, kapitalistlerle uyuşmayacağını” savunanların zavallılığı ise, yürekler acısıydı…

Oysa Rusya ve ABD’nin farkı sadece şu kadarcıktı:

Rusya, Suriye’de, önce isyancı muhalefetin ateş kesmesinden yanaydı. Amerika ise, önce Esad rejiminin ateş kesmesine taraftı… ABD, asıl Rusya üzerinden Afganistan’a silah ve malzeme taşımak hususunda anlaşmış, Esad rejiminden sonra Rusya’nın Suriye ve Akdeniz’deki çıkarlarına garanti sağlanmıştı. Çünkü Libya saldırısı öncesi atıp tutan Rusya sonunda NATO’nun vahşetine sessiz ve seyirci kalmıştı.

Alman-Rus güvenlik işbirliği, ABD’yi Ürkütüyordu. 

Avrupa’nın lideri Almanya, Çin başta olmak üzere Asya ile ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırırken, Rusya ile de güvenlik işbirliği yolunda yeni adımlar atmasını, “ABD hâkimiyetini sarsmaya yönelik gelişmeler” olarak yorumlamıştı.

Amerikan özel gizli servisi Stratfor’un kendi içinde dağıttığı bir elektronik ileti, Güneydoğu Avrupa’da neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir çatışmanın geniş çaplı stratejik boyutunu ortaya çıkarmıştı. Moldavya ve Transdinyester Cumhuriyeti’nin özellikle Almanya’nın çabalarıyla tekrar birleştirilmesi çalışmalarının yarattığı gerilime ilişkin Stratfor iletileri Wikilakes tarafından yayınlanmıştı. Stratfor birçok ülkede ajanlar bulunduran bir nevi özel CIA konumundaydı. Milli Güvenlik Komisyonu ve Deniz Kuvvetlerine özel ajanlar hazırlamaktaydı. Bu ‘’ajanlık firması’’, Türkiye’de uç verdiği gibi her çeşitten yüksek mevkilerde bilgi kaynaklarına rahatlıkla ulaşmaktaydı.

ABD, Romanya gibi sadık müttefiklerinin, ABD’ye göre, Almanya; Berlin-Moskova eksenini kendi küresel etkisini yaymak amacıyla sistemli olarak sağlamlaştırmaktaydı. Transdinyester Bölgesi 1992’de Moldavya’dan ayrılmıştı. O zamandan beri Rus askerleri bölgede konuşlanmış durumdaydı.

Aslında ABD’yi dışlayan bir Alman-Rus güvenlik işbirliği hattı, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev arasında 2010 yazında kabul edilen bir memorandumla (Meseberg Memorandumu) kararlaştırılmıştı. Anlaşma, NATO ve ABD es geçilerek, AB ve Rusya’nın ortak bir güvenlik projesinin oluşturulmasını amaçlamıştı. ABD gelişmelerden rahatsızdı, ama Moldavya sorununda Rusya’ya karşı bir şey yapamazdı. Çünkü 2014’e kadar Afganistan’dan çekilmek için Rusya’nın yardımına muhtaçtı.

Obama – Netanyahu ittifakı siyonizmin gücünü gösteriyordu.

ABD ziyaretinde AIPAC (Amerikan-İsrail Kamu İlişkileri Komitesi)’ta bir konuşma yapan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İran nükleer tesislerini, Hitler dönemi Nazi ölüm kamplarına benzeterek, o dönem Amerika’da yaşayan Yahudi asıllı Amerikalıların Başkan Franklin D. Roosevelt’e başvuruda bulunarak Auschwitz’i bombalama isteklerini hatırlatıp uluslararası kamuoyunu İsrail’in yanına çekmeye çalışmıştı.

Bilindiği üzere Amerikan Senato’sundan Lindsey Graham, Joseph Lieberan ve Robert Casey’in başını çektiği senatörler ve Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ileana Ros-Lehtinen ve kıdemli üye Howard Berman’ın başını çektiği üyeler 380 ve 568 sayılı kararlar gereğince; İran’ın nükleer silah kapasitesine sahip olmasını önleyecek ABD politikalarını şiddetle desteklediklerini açıklamışlardı.

Obama’yı yönlendiren; İran’ı İsrail için tehdit unsuru olarak gören ve ABD’nin Ortadoğu politikalarına şekil veren bu senatörleri kısaca tanımamızda fayda vardı:

Joseph Lieberman, güvenlik konusunda en etkili ve sözü dinlenen senatör olup, eşi Hadassah, Almanya’da Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımdan (holocaust) kaçıp, ABD’de Gardner, Massachusetts’e yerleşip hahamlık yapan bir babanın kızıdır.

Howard Berman ise Yahudi asıllı ve AIPAC direktifleri doğrultusunda çalışan bir senatör olup, ABD-İsrail işbirliği ve yakınlaşmasını sağlayan adamdır.

Robert P.Casey, Pennsylvania’dan senatör olup, Yakın Doğu ve Güney ve Orta Asya Dış İlişkiler Yan Komitesi Başkanı ve Ortadoğu politikalarında İsrail’in önde gelen yardımcısıdır.

Ileana Pos-Lehtinen, Siyonist Kongre üyesi ve İsrail’in en güçlü savunucusudur.

Lindsey Graham, Güney Carolina’dan Cumhuriyetçi Parti Senatörü ve eğitimi boyunca Pi Kappa Phi’nin aktif üyeliğini yapmış, Yunan ve İsrail çıkarlarının ön planda tutan bir politikacıdır.[3]

MOSSAD, İran konusunda Suudi Arabistan’a istihbarat sağlıyordu!

Wikileaks’ın sızdırdığı STRATFOR belgelerine göre, muhtemel bir İran saldırısına karşı, MOSSAD Suudi Arabistan’a istihbarat bilgileri sağlamaktaydı. Ve zaten Stratfor temsilcilerinden Yahudi Mike Parks, Suudi yetkili prens Bender’in yakın arkadaşıydı. Suudilere güvenlik malzemesi ve istihbarat bilgileri sağlama konusunda MİT, MOSSAD ve CIA’nın müşterek faaliyetleri bile konuşulmaktaydı. Sahi, hani bu İsrail, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı “İran’ın adamı” olarak suçlamıştı?!

Öte yandan Obama, “İran’la ilgili siyasi ve diplomatik yolların tıkandığını” açıklamıştı.

Tam da böyle bir süreçte, Kuzey Kıbrıs Rum yönetiminin “İngiliz üsleri kapatılsın” çıkışını, bu üsleri İsrail’e kiralama amaçlı yapıldığı anlaşılmıştı. Ve tabi Kıbrıs, Ege Adaları, Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’la ortak askeri savunma anlaşmaları yapan ve buralara füze rampaları kuran İsrail’in, İran’dan ziyade Türkiye’yi kuşattığını hala anlamayanlar ise herhalde ahmaktı. Üstelik İsrail Almanya’ya nükleer denizaltı yaptırmaktaydı.

Savaş Kapıdaydı ve kaçınılmazdı!

Ortadoğu’da Savaş kokusu yayılmaktaydı. Türkiye II. Dünya Savaşı sonrası en kritik dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Ortadoğu’daki iç karışıklık ve istikrarsızlık ortamı, Türkiye’yi zor bir sürece zorlamaktaydı. CIA Başkanı David Petraeus’un, ABD Ulusal İstihbarat Servisi Başkanı James Clapper ile Türkiye’ye yaptığı ani seyahat, Konya’da yapılan askeri tatbikat, muhtemel bir savaşın ilk adımları mıydı? Bu durum Türkiye ile bölge ülkeleri arasında gerginlikleri de arttırmıştı.

Suriye ve İran’a saldırırken Karargâh Türkiye mi olacaktı?

CIA Başkanı David Petraeus’un sır gibi saklanan seyahati Başbakan Erdoğan’ı ziyaret etmesiyle ortaya çıkmıştı. Süleymaniye’de Türk subaylarının başına çuval geçirilmesi emrini veren ve adı bu yüzden “Çuvalcı paşa”ya çıkan Petraeus’un yanında ABD Ulusal İstihbarat Servisi Başkanı James Clapper’i getirmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Geçtiğimiz aylarda da Türkiye’ye ziyarette bulunan Petraeus’un bu son ziyareti bölgede yaşanan gelişmelerle daha da anlam kazanmıştı. Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar ve özellikle İran konusunda Türkiye’nin Füze Kalkanı Sistemi’ne izin vermesi dikkate alınınca bu ziyaretler daha çok kafa karıştırmaktaydı.

Savaş tamtamları çalmaya başlamıştı!

ABD askerlerinin Afganistan’da yaptığı insanlık dışı katliamlar, tüm dünyada infiale sebep olurken, Türkiye’nin ABD ile Konya’da askeri tatbikat düzenlemesi şaşkınlığa yol açmıştı. Ortadoğu’da sular her geçen gün daha da ısınırken Türkiye-ABD ortak askeri tatbikatı kafaları daha da karıştırmıştı. Tatbikat için ABD’ye bağlı Almanya Spangdahlem Hava Üssü’ndeki 480’inci Hava Filosuna bağlı 15 jet ve 250 personel Türkiye’ye taşınmıştı. Pentagon basın sözcülüğünden yapılan açıklamada F-16 jetleriyle 400 sorti yapılacağı vurgulanmıştı. Açıklamada ayrıca tatbikatın amacı, iki ülkenin hava kuvvetleri arasındaki uyumu arttırmak olarak açıklanmıştı. Başbakan Recep T. Erdoğan İsrail’e karşı horozlanıp halkın havasını aladursun, AKP Türkiye’si topraklarıyla, iktidarıyla, ordusuyla, Siyonistlerin yani İsrail’in jandarması olan NATO’nun hizmetkarıydı!…

Sonunda İran da Suriye’yi yalnız bırakıyordu!

Başbakan Recep T. Erdoğan Güney Kore’deki Nükleer zirve sonrası, Obama’nın mesaj ve müjdelerini(!) İran’lı yetkililere iletmek üzere ekibiyle Tahran’a taşınıp Ahmedi Nejat’dan sonra Meşhed’e gidip, Dini Lider Ali Hamaney’le buluşmuşlardı. Başta Dışişleri olmak üzere önemli Bakanların, MİT Başkanı Hakan Fidan’ın ve GK. 2. Başkanı Org. Hulusi Akar’ın da katıldığı görüşmelerde Hamaney’in “Suriye’de dökülen Müslüman kanından duyduğu rahatsızlığı” dile getirmesi ve ardından “Suriye’deki reformları her zaman desteklediklerini”söylemesi kendi başının da belaya girmesinden korkan İran’ın, geri adım atması ve Suriye yönetimini yalnız bırakması şeklinde yorumlanmıştı.

Bu arada 01 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılan ve Esad’ın yerine yeni yönetimi hazırlama provası sayılan “Suriye’nin Dostları Toplantısı” ve Annan planı gereği, Suriye’ye yardımların Türkiye üzerinden taşınması tamamen ABD ve İsrail’in bir planıydı, AKP sadece figürandı.

 

 

 


[1] Milli Gazete / 22 03 2012 / sh. 6

[2] Türkiye / 15 03 2012 / Manşet)

[3] Milli Gazete / Doğan Pekin /10 03 2012

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi