Sonsuz ve Kusursuz Bir Hayat:
CENNET DİYARI VE YÜKSEK
STANDARTLARI
Cenab-ı Hak; mevcudiyetini, vahdaniyetini, kudret ve rahmet eserlerini ilan ve izhar etmek üzere kâinatı yarattı. Tabiattaki bu muazzam resimlerden ressamını, harika eserlerden ustasını düşünüp tanımak ve Ona kulluk yapmak üzere, yeryüzünde Allah'a halife olabilecek kabiliyetlerle insan donatıldı ve dünya geçici bir imtihan alanı olarak hazırlandı. Hakkı Batılı, Doğruyu Yanlışı, Helâli Haramı, Güzel Ahlakı Haksızlık ve Hayâsızlığı öğretmek üzere Peygamberler ve Kitaplar gönderip, insanları hür iradeleriyle baş başa bıraktı. İşte bu büyük imtihanı kazananlar, şu fani dünya hayatına karşılık ebedi Cennet diyarında, sonsuz ve kusursuz bir mutluluğa kavuşacaklardır. İman, ihlâs, ibadet ve istikamet sahipleri, dini gayret ve hassasiyet ehli, kötülük ve musibetlere karşı sabır ve teslimiyet sahipleri, elbette ve herhalde Allah'ın lütfuyla dünyada gönül huzuruna, ahirette cennet yurduna varis olacaklardır.
Kutlu Cennet gerçeği ve ebedi mutluluk ülkesi!
Cennetin en büyük özelliği; ölümle sonlanması, yaşlılık ve sakatlıkla zevklerin sınırlanması, oradaki nimet ve lezzetlerden usanılması ve sıkıntı duyulması gibi her türlü olumsuzluk ve huzursuzluktan uzak bulunması, yüksek özellik ve güzelliklerin sürekli artmasıdır. Kur'an'da tarif edilen ve övülen cenneti düşünerek, ayetlerde yapılan tasvirlerden esinlenerek, CENNET denen o muhteşem mekânı kavrayabilmek bir ilim ve ibadet sayılır. Ancak bundan önce değinilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. Cennet konusundaki bazı yanlış kanaatler ve izlenimler birçok insanın aklında ya da bilinçaltında bu konuya doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumdadır. Bu engeller nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış bazı temel İslami kavramları, Kur'an'a göre yeniden tarif etmek lazımdır. Bu amaçla yapılması gereken ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden ayırmaktır.
Kur'an'da tarif edilen cennetin son derece “lüks” ve ihtişamlı bir mekân olduğu kesindir. Cennet hayatının olabilecek en konforlu, en göz alıcı hayat olduğunu ayetler ve hadisler haber vermektedir. Allah'ın kulları için seçip beğendiği cennet hayatı; her türlü lüksü, konforu, gösterişi içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel, en asil, din ahlakına en uygun olan sonsuz nimetler ülkesidir. Hatta Cennette, Hz. Adem'den, öncesinden, kıyamete kadar bütün olayları ve zamanları ileri-geri alma ve bizzat görüp yaşama imkânının da mü'minlere verileceği sezilmektedir.
Allahın, Kur'an'daki; “Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz” (Kasas Suresi, 5) şeklindeki vaadi, dünyada da gerçekleşecektir, ancak ahirette kesin olarak verilecektir. Allah, Araf Suresi'nde bu gerçeği iman edenlere şöyle bildirmektedir: “De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır'…” (Araf Suresi, 32) Nitekim Kur'an'da iman edenlere örnek olarak Hz. Süleyman'ın zenginliği verilmektedir. Hz. Süleyman'a Allah çok büyük bir mülk vermiştir. Kur'an'da, Hz. Süleyman'ın sarayındaki ihtişam ve sanat eserleri çok ayrıntılı olarak tarif edilmektedir. (Sebe Suresi, 12-13, Neml Suresi, 44) Ancak önemli olan, Hz. Süleyman'ın tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah'a sürekli şükretmesi ve tüm bunların Rabbimiz'den gelen birer lütuf olduğunu bilmesidir. Kur'an'da, Hz. Süleyman'ın; “Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim…” (Sad Suresi, 32) şeklindeki sözü haber verilirken, bu derin kavrayışa dikkat çekilmektedir.
Hz. Süleyman'ın hayatının anlatıldığı kıssalar bize göstermektedir ki, “mal sevgisi” kavramı, yani zenginliğe ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak, Allah'ı zikretmeye vesile olduğu sürece, meşru ve mübarektir. Kuşkusuz bu tür bir “mal sevgisi”ne sahip olan mü'min, o malı Allah'ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi de Allah'tır; dolayısıyla Allah Kur'an'da nasıl emretmişse, sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o şekilde değerlendirilecektir. Ancak eğer mal, bir nimet olarak görülmez ise, o zaman sefahate dönüşebilir. Kur'an'da Allah, fasıklara ait olan bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir. “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir…” (Kasas Suresi, 78) diyen ve “Şımararak sevince kapılan…” (Kasas Suresi, 76) dönemin zenginlerinden Karun, bu yanlış zihniyete bir örnektir. Karun'daki gibi bir mal sevgisi insanı Allah'a yaklaştırmaz, aksine O'nun yolundan sapıverir. Kur'an'da, insanı Allah'a imandan ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran mal sevgisinden şu şekilde bahsedilmektedir: “Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahittir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.”(Adiyat Suresi, 6-8)