Ambargo altındaki Gazze'ye insani yardım götüren Mavi Marmara Gemisi'nde sivillere en ağır silahlarla saldırıp, dünyanın gözleri önünde vahşi bir katliam gerçekleştiren İsrail'in Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in, İstanbul'da BM nezdinde gerekleştirilecek toplantıya davet edilmesi, kamuoyunda 'infial' uyandırdı.
BM'ye sunduğu raporda 'katliamı' savunan ve Türkiye'nin; başta özür olmak üzere hiçbir talebini yerine getirmeyen İsrail'in en tepesindeki isim için 'Eli kanlı katiller, Türkiye'ye gelmesin' çağrısı yapıldı.
Skandal davet
Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin Mavi Marmara katliamı nedeniyle tamamen kopuk olduğu bir dönemde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i, BM toplantısı için davet etmesi büyük yankı uyandırdı. İsrail Radyosunun duyurduğu ve Türkiye'den yalanlanmayan bilgiye göre, 4. BM En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı, İstanbul'da 9-13 Mayıs arasında yapılacak. BM nezdinde yapılacak toplantı için Türkiye Cumhurbaşkanlığı tarafından İsrail'e resmi davetiye gönderildi. Ancak Peres'in davete katılıp katılmama konusunda kararını vermediği kaydediliyor. Aynı konferans için TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in de İsrail Parlamentosu (Knesset) Başkanı Reuven Rivlin'i konferansa davet ettiği ifade edildi.
Özür ve tazminata hala cevap yok
Gazze'ye yönelik ablukaya dünyanın dikkatini çekmek ve sınırlı ölçüdeki insani yardımı götürmek için harekete geçen Mavi Marmara gemisine uluslar arası sularda ağır silahla saldıran İsrail komandoları, yardım gönüllüsü 9 sivil Türk vatandaşını şehit etmişti.
Dünyayı ayağa kaldıran vahşi olaydan sonra Türkiye-İsrail ilişkileri, tamamen kopma noktasına geldi.
Türkiye, haksız saldırı için 'resmi özür' ve hayatını kaybedenler için de 'maddi tazminat' istedi. Ancak şimdiye kadar iki taleple ilgili olarak da, İsrail'den herhangi bir cevap gelmedi. İsrailli yetkililer, özür ve tazminat talepleri için 'küstahlık' diye açıklama yapmaktan çekinmediler ve BM'ye sundukları raporda katliamı savundular.
Ne toplantısı?
Türkiye'nin ev sahipliği yapacağı 4. BM En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansı, 9-13 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirilecek. 5 gün sürecek zirveye, dünyanın birçok ülkesinin devlet, hükümet başkanları ile dışişleri bakanları katılacak. Toplantı için dünyanın 49 en az gelişmiş ülkenin üst düzey yetkilileriyle özel sektör ve sivil toplum örgütlerinden 6 bin temsilcinin de katılması bekleniyor. Bu Konferansın ilki 1981 yılında Paris'te, ikincisi yine Paris'te 1990 yılında ve üçüncüsü de 2001'de Brüksel'de düzenlenmişti. Konferansın amacı, 2001 yılında Brüksel'de gerçekleştirilen 3. BM EAGÜ Konferansında kabul edilen 10 Yıllık Eylem Planının sonuçlarını değerlendirmek olarak açıklandı. Konferansta, EAGÜ'lerin önümüzdeki on yıl sürdürülebilir kalkınmasını sağlayacak yeni tedbir ve stratejileri ortaya konacak.
BU ANLAMDA BU KONUYLA İLGİLİ GÜZEL BİR MAKALE DAHA BEĞENİNİZE SUNMAK İSTİYORUZ:
SN. GÜL 'ÜN MISIR ZİYARETİ BOP ' UN GEREĞİ Mİ?
Gül'den Mısır ordusuna: “demokrasiye geçiş” çağrısı BOP’a teslimiyet uyarısı mıydı?
Abdullah Gül’ün Mısır ziyaretinde sarf ettiği; “Mareşal Tantavi ve arkadaşları, Mısır gençliği ve halkının arzu ve beklentilerini görmüş vaziyetteler ve bu doğrultuda kısa süre içerisinde üstlerine düşeni yapacaklarını ifade ettiler ve Mısır'da demokrasinin gerçekleştirilmesinin de onurunu Mısır halkıyla beraber yaşayacaklarını ve yaşamak istediklerini de gördüm ve anladım.'' Sözleri dikkat çekiyordu.
Cumhurbaşkanı Gül; “Mısır'ın kısa süre içerisinde halkın beklentileri doğrultusunda demokratik bir nizama geçmesi, parlamenter rejimde anayasal bir demokrasiyi gerçekleştirmesi konusundaki fikirleri aktardığını ifade edip, “Bugünkü dünyayı iyi görmek gerektiğini, Mısır gençliğinin, Mısır halkının beklentilerini en iyi şekilde anlamak gerektiğini bu konuda Türkiye'nin tecrübelerini kendileriyle paylaştık.” Sözleriyle acaba Mısır’ın BOP kapsamsında yapılandırılması gerektiğini mi vurguluyordu?.
İsrail'in bölgedeki gelişmeleri dikkatli tahlil etmesi uyarısında bulunan Gül, “Aslında bütün Arap halklarının ne kadar onurlu olduğunun ve yeri geldiğinde de milli davalarını ne kadar güçlü bir şekilde savunduğunu, bu ayağa kalkışta görmek gerekir.'' Sözleriyle acaba neyi kastediyordu?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun da katıldığı ziyaret çerçevesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mısır siyasetinde etkili birçok temsilci ile bir araya geliyordu. Kahire Büyükelçiliği rezidansında Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Badii, El-Ghad Partisi Başkanı Ayman Nur, Wafd Partisi lideri Al Sayid Al Badavi'nin içinde bulunduğu Mısırlı siyasiler ve akademisyenlerle görüşen Gül, muhalefetin önde gelen isimlerinden Muhammed El Baradey ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'yı da ayrı ayrı kabul ediyordu.
“Kafam karışıyordu. Dünyanın böylesine karıştığı bir zamanda kafası karışmayanın kafası dünyadan kopuktur. Bazen âlemlere sığmayan insan, bazen bir noktaya takılıp kalıyordu. Komploculuk hazin ama bütünlüğü olan bir dünya telakkisi dayatıyordu. Her işin arkasında Amerika, her dönüşümün başında bir kukla görüp rahat ediyorduk. Şimdi komple dökülüyor komplocuların dünyası. Yine de önünü almaya çalışmazlar mı; yönünü kendi çıkarlarına göre uyarlamazlar mı? Halkın iradesinin tecellisine müsaade ederler mi Hakk'a bile isyan etmiş nadanlar? Ben bir noktada takılıp kaldım: Evet Amerika sokaktaki enerjiyi yönlendirmeye çalışıyordur. Biz de kendimizce doğallığını koruması için gayret gösteriyoruz. Adem-i müdahale de bir mücadeledir. Herkesin müdahale dediği bir zamanda hayır demek esaslı bir mücadeledir. Peki, o iki sessiz ülke ne yapıyor? İsrail ve İran sadece seyrediyorlar mı sizce? Bu noktada takılıp kaldım… “[1] diyen Zaman yazarı Kerim Balcı’nın itirafları, kalemlerini Amerika’ya kiralamış mü’minlerin, bastırılmaz vicdan azabını ve kafa karışıklığını yansıtıyordu.
Oysa Abdullah Gül’ün Mısır çıkarması sürecinde, Amerika güya Libya halkını Kaddafi belasından kurtarmak üzere Akdeniz’e konuçlanmış bekliyordu.
Aynı Amerika, kurtuluş savaşı öncesinde savaş zırhlılarını İstanbul Dolmabahçe önlerine gönderiyor ve maalesef bu gerçek 100 yıla yakındır Aziz Milletimizden gizleniyor ve ABD müşfik müttefik diye gösteriliyordu. Çocuklarımıza okuttuğumuz tarih kitaplarında işgal dönemi ile ilgili özellikle sansürlenen ABD o kadar dokunulmazdı ki, Harp Akademileri’nde okutulan kitaplarda bile ABD ile emperyalizm kavramları mümkün olduğu kadar uzak tutuluyordu.
ABD aynı zamanda ülkesini işgal eden güçler arasında olduğunu bilmeyenler, o yüzden başlarına çuval geçirmeye gelen ABD askerleri karşısında şaşırıp kalıyor, “siz bizim müttefikimiz değilmiydiniz?” şaşkınlığını üzerinden atamıyordu.
1. Dünya savaşı sonrasında, Anadolu’yu siyon ülkesi ve İsarail’in ön bahçesi yapmak üzere savaş gemilerini İstanbul’a yollayan ve BOP’un ilk temellerini atan Amerika, bugün aynı amaçla Libya’yı kıuşatmış bulunuyordu.
Osmanlının Yıkılışı: BOP’a İlk Hazırlıktı.
BOP’un Türkiye ayağını oluşturan açılım projesinin asıl dinamiklerini görebilmek için Osmanlı'nın son dönemleri başta olmak üzere, 1923'te kurulan ve 1934-37'de (Dengeleri gözetmek zorundaki Atatürk’e rağmen Masonik merkezlerce) yapılan eklemelerle olgunlaşan, (ama Atatürk’ün şaibeli ölümünden sonra, sabataist cunta tarafından İsmet İnönü eliyle rayından çıkarılan) Birinci Cumhuriyet'in ana karakter yapısını, 27 Mayıs 1960 Darbesi'ni ve hemen ertesinde İkinci Cumhuriyet'in bir ilanı ve manifestosu olan 1961 Anayasası'nı; bu anayasanın üzerine inşa edildiği düşünsel altyapıyı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kurucu ve koruyucu unsurları olan kurumları kapsamlı bir biçimde ele almak lazımdır. Birinci Cumhuriyet'in anlaşılabilmesi için ise, ulus kavramının, ulus devlet kapsamının ve aydınlanmacı kafa yapısının iyi analiz edilmesi kaçınılmazdır.
Benedict Anderson, Imagined Communities (Hayali Cemaatler) adlı kitabında, (ki kitaba verilen Türkçe isim yanlıştır, doğrusu 'Hayal Edilmiş Cemaatler' ya da 'Tasarlanmış Cemaatler' olmalıydı), ulusu, “hayal edilebilmiş bir siyasal topluluktur; kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içinde olacak şekilde, hayal edilmiş bir cemaattir” şeklinde tanımlamaktadır. Hayal edilmiş bir cemaat gerçek bir cemaatten farklıdır, çünkü o, cemaat bireylerinin her gün yüz yüze gerçekleştirdikleri bir etkileşim üzerine kurulu değildir. Ulus hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir, ama yine de her birinin zihninde toplamlarının hayali yaşamaya devam edecektir.
“Ulusçuluk” Masonik ve Siyonist bir düşüncenin eseri olarak, “”Milli”likten tamamen farklı bir kavramdır. Bu nedenle “Ulus”la “Milleti” aynı zannetmek büyük bir yanılgıdır. Hatta Ulusçuluk tüm milli ve manevi değerleri yıkarak, onun yerine konmaktadır. Ulusçuluk, bir ülkedeki evrensel masonluk hakimiyetinin ırkçılık kılıfıyla hakimiyet kurmasıdır.
Ulus sınırlı olarak hayal edilir, çünkü belki de bir milyar insanı kapsayan en büyük kavmin bile, ötesinde başka uluslara mensup insanların yaşadığı, sonlu sınırları vardır. Hiçbir ulus kendisini insanlığın tümü ile örtüşüyor olarak hayal etmez. Hep kendi ulusu egemen olarak hayal edilir, çünkü kavram, masonların Aydınlanma Devriminin, hiyerarşik hanedanlık imtiyazlarının meşruiyetini aşındırmakta olduğu bir çağda doğup gelişmiştir. Uluslar evrensel dinlerin en sofu taraftarlarının bile bu dinlerin canlı çoğulluğu ile karşılaşmaktan ve her iman öğretisinin taşıdığı ontolojik iddialar ile ülkesel kapsamı arasındaki değişken biçimlilikle yüz yüze kalmaktan kaçınmadığı bir çağda rüştlerine ermişlerdir; bu yüzden, Tanrı'ya tabi olacaklarsa bile bu tabiiyet Tanrı'nın kendi uluslarına hizmet ettirildiği biçimdedir. Bu özgürlüğün amblemi ve mihenk taşı egemen devlettir. Son olarak ulus, bir topluluk, bir cemaat olarak hayal edilir, çünkü her ulusta fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri ne olursa olsun, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak kabullenilir.”[2]
BOP ve “Yeni Osmanlı Projesi” perdesi altında İsrail hizmetkârlığı:
ABD ve dünyanın diğer nükleer ülkelerinin gelişmelerini yakından takip eden ve bu konuda araştırmaları bulunan Kanadalı Prof. Dr. Michael Chossudovsky; Türkiye'nin İncirlik Üssü'nde B-61 tipi 90 adet, nükleer silah olarak kabul edilen termonükleer bombalar kategorisine giren bomba bulunduğunu açıklamıştı:
“Bu bombalar çok güçlü ve çok büyük hasar gücüne sahip. Bir adet B-61 tipi bomba, Hiroşima'ya atılan bir bombanın 6 katı gücündedir. ABD, Avrupa'ya da 480 adet nükleer silah yerleştirmiştir. Bu ülkelerden Almanya 110 bomba ile birinci, Türkiye ikinci, diğer üç ülke Belçika, Hollanda ve İtalya ise üçüncü sıradadır.”
Chossudovsky; 2006'da yayımladığı yazıda “Türkiye İran'a yönelik olası bir saldırıda kritik rol oynayacak; bu benim yapbozları birleştirerek yaptığım bir tahmindir” diyor. Örneğin; Ocak 2005'te İsrail, ABD ve Türkiye, Akdeniz'de bir tatbikat yaptı. İsrail'in Türkiye'nin İran-Suriye sınırındaki bölgelerinde askeri tatbikatlar gerçekleştirmesi halktan saklandı. Hiç kimse İran sınırına, 'süs' olsun diye nükleer silahlar yığmaz, bunlar Türkiye üzerinden İran’a vurma hazırlığıdır.
İsrail’in, NATO ile askeri antlaşma yaptığı” niye saklanmıştı. Yoksa Recep Erdoğan’ın haberi olmamış mıydı?
Son aylarda yeniden İran'a saldırıya zemin hazırlayan gelişmeler yaşandı.
NATO üyesi olmamasına rağmen İsrail; NATO ile bir askeri antlaşma yaptı. Kasım 2004'te varılan antlaşmayla, İsrail ilk defa NATO ile askeri tatbikatlara katılmıştı. Böylelikle olası bir saldırıda İsrail de NATO koruması altına alınacaktı.
Mayıs 2005'te Başbakan Erdoğan İsrail'e gitti ve iki ülke arasında ilk defa 'istihbarat telefon hattı' kurulup kullanılmaya başlandı.
Türk üsleri İran'a karşı kullanılacak mıydı?
ABD-İsrail-Türkiye işbirliğinde, NATO koruması altında İran'a saldırı için Türk üsleri kullanılacaktı. Alınan kararlara bakarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uzun zamandan beri planlara başladığı anlaşılmaktaydı. Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesi de ilginç bir zamanlamaydı. Çünkü böylece suç Suriye'ye atılmış ve Lübnan'dan Suriye'nin askerlerinin çekilmesi sağlanmıştı. (Bilge Eser, Sabah, 3 Ağustos 2006)
“Erdoğan'ın İsrail'deki gizli görüşmesi” ne amaçlıydı?
“Erdoğan 2005 Mayıs'ında yaptığı İsrail gezisi sırasında 6 saat ortadan kaybolmuştu. Erdoğan, İsrail sonrası uğradığı Filistin randevusuna gecikince; İsrail'de ABD'deki Yahudi Lobisi'nin iki önemli ismiyle gizli bir görüşme yaptığı basında yer almıştı. Bu politik bir perdelemeydi; Erdoğan İsrail yetkilileriyle Chossudovsky'nin sözünü ettiği anlaşmayı imzalamıştı. Nitekim Erdoğan'ın ziyaretinden sonra zamanın MGK Genel Sekreteri Yiğit Alpogan’ın İsrail MGK Genel Sekreteri Giora Eilant'ın davetlisi olarak İsrail'e gittiği hatırlanacaktı. Bu ziyaret Türk basınında 'istihbarat paylaşımı için Tel Aviv yolcusu' başlığıyla yer almıştı.
Çevik Bir-David Ivry Antlaşması
Washington Enstitüsü Yakındoğu Uzmanı Alan Makovsky; 23 Şubat 1996'da Tel Aviv'de Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir ile İsrail Milli Savunma Bakanı David İvry arasında imzalanan 'Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile İsrail Milli Savunma Bakanlığı arasındaki gizli işbirliği antlaşmasının” İsrail'e çok daha fazla avantaj sağladığını açıklamıştı.
(Marazlı Masonik medyanın sözde yazar-yorumcu takımının, haksız ve ahlaksız bir çarpıtmayla Erbakan Hoca’nın sırtına yıkmaya çalıştığı bu anlaşma; Refah-Yol’un kuruluşundan üç ay önce, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Deniz Baykal hükümetinde ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bilgisi ve özel desteği sayesinde, Çevik Bir eliyle imzalanmıştı.)
Makovsky, Türk Hava Sahası'ndan uçaklar için eğitim alanı temin eden İsrail için antlaşmanın çok önemli bir adım olduğunu vurgulamıştı. Makovsky'nin 'daha fazla avantaj'dan kastı Türkiye'deki üslerin kullanılmasıdır; zaten yaygın ve somut bilgiler de, İsrail uçaklarının, Türkiye'nin doğusundaki üslerinden sürekli yararlandığı doğrultusundaydı.[3]
Evet, Davos’ta planlanan bir senaryoda “Şimon Peres’e sert çıkan İslam kahramanı” figüranlığı nedeniyle, ABD güdümlü Suud Krallığı, Recep Erdoğan’a “Şövalyelik Madalyası” takadursun, Sn. Başbakan İncirlik ve diğer üslerimizin İran’a karşı kullanılmak üzere İsrail’in emrine sokan gizli hıyanet anlaşmalarını (mı) imzalamaktaydı? Ve tabi hiçbir kanser illeti, hayat boyu saklanamayacağı gibi, hiçbir hıyanet de, sürekli gizli kalmayacaktı.
Ve son soru:
Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerika’nın Irak’a uyguladığı demokrasiyi, Mısır’a taşımak için mi bu ziyareti yapmıştı?
[1] Zaman / 04 03 2011
[2] Resul Serdar / Milli Gazete
[3] Erol Bilbilig
KAYNAK:
http://www.millicozum.com/mc/nisan-2011/sn-gulun-misir-ziyareti-bopun-geregi-mi.html