Anasayfa » Sertlik, Her Zaman Netlik ve Mertlik Göstergesi Sayılır mıydı? Yoksa ZAHİRİ PALAVRALAR, GİZLİ PAZARLIKLARIN KILIFI MIYDI?

Sertlik, Her Zaman Netlik ve Mertlik Göstergesi Sayılır mıydı? Yoksa ZAHİRİ PALAVRALAR, GİZLİ PAZARLIKLARIN KILIFI MIYDI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 84 Görüntüleyen


Sertlik,
Her Zaman Netlik ve Mertlik Göstergesi Sayılır mıydı? Yoksa ZAHİRİ PALAVRALAR,
GİZLİ PAZARLIKLARIN KILIFI MIYDI?


Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın: “54 yıldır bu ülkeyi affedersiniz kapısında sürüm sürüm süründüren bir AB var” dedikten sonra: “Tüm bunlara rağmen AB Bakanlığını biz kurduk, ayrılmayı da düşünmüyoruz!” anlamındaki sözleri çelişkinin daniskasıydı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasıyla ilgili konuşmuşlardı. “54 yıldır bu ülkeyi affedersiniz kapısında sürüm sürüm süründüren bir AB var. Bizden sonra kimler geldi kimler geçti. Hepsini aldılar. Peki, Türkiye'nin günahı ne ki almıyorsunuz? Bizden çok çok sonra müracaat edenleri içeri alırken bunların özelliği ne?” ifadelerini kullanan Erdoğan, “Biz bazı şeyleri biliyoruz ama buna rağmen biz AB Bakanlığı’nı da kurduk. Elimizden gelen gayretleri gösteriyoruz. Her türlü görüşmemizi yapıyoruz. Bu görüşmeler karşısında AB yetkilileri bizlere adil, olumlu yaklaşımlarını sürdürürlerse bu yola devam edeceğimizi söylüyoruz.” diyerek tutarsızlığını ve kararsızlığını açığa vurmuşlardı.

AB’yi reforma doyuracaktık!

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin AB’ye katılım yoluna devam etmesi gerektiğini belirterek, “Hukukun üstünlüğü, demokrasi standartları, aynı zamanda temel özgürlükler ve haklar açısından ve AB'ye katılma yolunda daha fazla yapısal reform gerekiyor” açıklamasını yapmıştı.

Daha birkaç gün önce Beyaz Saray'da Türk heyetini ağırlayan ABD, ardından PYD’ye en büyük silah sevkiyatlarından birini yapmış, PKK'ya 100 tır silah yollamıştı.

PYD/PKK'nın cephe hatlarından çekerek sosyal medya hesaplarında paylaştığı görselleri inceleyen AA muhabirleri, son askeri sevkiyatlara kadar örgütün elinde, ABD yapımı çoklu roketatar rampaları, 80 ve 120 milimetre havan, MK19 bomba atar, M4 Cabrine ve M16 piyade tüfekleri ile Humwee tipi askeri araçlar ve Cougar tipi zırhlı personel taşıyıcıların yanı sıra Türkiye'nin taleplerine rağmen satmaya yanaşmadığı FGM-148 Javelin tank savar füzeleri bulunduğunu saptamıştı. Bu yetmezmiş gibi, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın her yıl ABD Kongresi'ne sunulmak üzere 190'dan fazla ülke için hazırlanan mutat belgelerden birini oluşturan raporun Türkiye ile ilgili kısmında asla kabul edilemeyecek iddialar, yanlış tanımlamalar ve gerçekten uzak yorumlar yer almış ve PKK terörü ile haklı mücadelemiz, Kürtlere baskı ve sindirme politikası olarak çarpıtılmıştı. Bütün bunlara rağmen, AB ve ABD ile sıkı fıkı politikalar mide bulandırıcıydı. Artık kesinlikle ortaya çıkmıştı ki, zahiri palavralar, gizli pazarlıkların kılıfı yapılmaktaydı. Acaba eskilerin mugalâta dedikleri laf salatasıyla bir ülkeyi 15 yıl oyalayıp avutan başka bir iktidar daha var mıydı?

Masonların: “ORDO AB CHAO” planı!

Dünyayı yönettiğine inanılan Siyonist İlluminati’nin metotlarından birisi de (33. derece Masonlara verilen nişanda da yer alır) Ordo Ab Chao taktiğidir. Yani Kaostan yararlanmak ve çıkarları doğrultusunda kaos kurgulamak anlamına gelir ve de Erdoğan’ın bugüne kadar uyguladığı taktikleri belki de en iyi anlatan anahtar terimdir. İlluminati’nin olmazsa olmaz şiarlarından biri olan Ordo Ab Chao“hedefe ulaşmak için bir kaos ortamı oluşturmak ve bunu sürekli körükleyip ürken kalabalıkları avucuna almak” demektir.

Erdoğan'dan Tarihi PKK İtirafı

Hatırlayınız Sn. Erdoğan, “Çözüm Süreci’nde valilere 'baskı yapmayın' talimatı verdiklerini ve bunun terör örgütü tarafından istismar edildiğini” itiraf etmişti.Cumhurbaşkanı, çözüm sürecine ilişkin olarak: “Çözüm Süreci içinde valilerimize bizim bazı tavsiyelerimiz olmuştu, yani 'sakın böyle bazı ufak tefek konularda (PKK'yı) sıkıştırmayın, üzerlerine fazla gitmeyin' vesaire diye. Bunun üzerine güvenlik güçlerimizi (asker ve polis yetkililerini) de valilerimiz doğrusu o noktada biraz baskıyı aldılar diyebilirim. Ama bu bir iyi niyetti fakat bu iyi niyetti, ne yazık ki ciddi manada istismar edildi ve o süreç içinde ülkemize ciddi manada bir silah girişi gerçekleşti.” demişti. Sn. Erdoğan, devletin televizyon kanalında yayımlanan “Cumhurbaşkanı'nın Gençlerle Buluşması” isimli programda gençlerin sorularını yanıtlarken bunları dile getirmişti. (21.03.2016)

Yani; Çözüm Süreci'nde, PKK'lıların ve yandaşlarının üzerine gidilmemesi, bu konuda asker ve polisin dizginlenmesi talimatını valilere bizzat ben ilettim!… Böylece PKK'nın bölgede palazlanıp teşkilatlanmasına ve dışarıdan ülkeye ciddi manada silah sokulmasına sebebiyet verdim! Peki niye? Yoksa bu kaos ve kargaşa ortamını siyasi ranta ve fırsata çevirme hesaplı mıydı? Ve hayret, bunları biz yazınca iftira ve hakaret sayılıp mahkeme açılmakta, kendisi itiraf edince kahramanlık sayılmaktaydı!

Avrupa, bir kez daha yüzümüze karşı “sizi istemiyoruz” dediği halde AKPM Türk Heyeti Başkanı AKP Adana Milletvekili’nin “Hayır biz Avrupa’nın bir parçasıyız. Öyle de kalacağız” sözleri hayretle karşılanmıştı.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), Türkiye'nin denetim sürecine alınması talep edilen karar tasarısını onaylamıştı. AKPM'nin Strazburg'da yapılan 2017 Bahar Dönemi Genel Kurulu'nda “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” konulu rapor görüşülerek, raporun ekindeki karar tasarısı için oylama yapılmıştı. AKPM Türk Heyeti Başkanı ve Adana Milletvekili Talip Küçükcan’ın bu oturumda yaptığı konuşmadaki,“Türkiye Avrupa'nın bir parçası ve bir parçası olmaya devam edecektir” sözleri bu işbirlikçi ve teslimiyetçi zihniyetin ayarını yansıtmaktaydı.

AB; Eşcinsellik uygarlığıdır!

Türkiye’de iktidar, AB Hedefi ve AB Bakanlığı diye gayretli çalışmalar yapadursun, AB ise eşcinsel hakları için bastırmaktaydı. Dindar kahraman AKP ise Meclis'te AB’nin ahlâksızlığı yayma çalışmalarına alet olarak konuyu Genel Kurul’da oylayarak bir skandala imza atmıştı. Arnavutluk’un başkenti Tiran’da 21 Kasım tarihinde yapılacak olan LGBTİ seminerine Meclis destek çıkacaktı. “Temel Haklar, Ayrımcılık Yasağı ve LGBTI (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel, interseksüel) Dâhil Olmak Üzere Hassas Grupların Korunması” adlı seminere milletvekili düzeyinde katılımın olması için TBMM Genel Kurulu’nda oylama yapılmış, Meclis ahlaksızlık için Türkiye’yi temsil edecek milletvekili aramaya başlamıştı.

AKP iktidarları döneminde “AB ile müzakereler başladı. AB’ye katıldık artık” diye Melih Gökçek öncülüğünde Kızılay’da havai fişeklerle kutlamalar yapılmış, Ankara’nın her tarafına AB bayrağı asılmış, ardından eşcinsel hakları (LGBTİ) savunma seminerine katılım için TBMM’de oylama noktasına varılmıştı. Söz konusu grupların “Haklarını” savunmak konusunda birbiriyle yarışan CHP ve HDP, daha önce Meclis’e “eşcinsel komisyonu kurulsun” önerisinde bulunmuşlardı. Geçen yıl Mayıs ayı içerisinde CHP Milletvekili Binnaz Toprak, LGBTİ bireyleriyle ilgili araştırma komisyonu kurulması için önerge vermiş, HDP’li Ertuğrul Kürkçü de destek çıkmıştı. İktidar AB Uyum Kanunları, AB Müzakereleri gerekçesiyle sapkınlığın yaygınlaşmasının önünü açarken, muhalefet CHP ve HDP ise “Temel insan hakkı, bir yaşam biçimi tercihi” diyerek LGBTİ gruplarına her türlü desteği vereceklerini açıklamıştı. Hatta 30 Mart seçimlerinde HDP, birçok eşcinseli il ve ilçe meclis üyesi yapmıştı. CHP’li bazı vekiller de eşcinsel eylemlerine destek vererek, bu durumun normal olduğunu halka anlatmaya çalışmıştı.

Terör örgütlerine destek verdiği en yetkili ağızlardan dile getirilen AB için çıkardığımız yasalar, vatandaşlarımızı zehirlemeye başlamıştı. Ahlaki çöküntüye sebep olan programların arkasında AB uyum yasaları vardı.

AB çürümenin “abesi”, eşcinselliğin de hamisi konumundaydı

RTÜK’e şikâyet sayısı yüzde 12 artan evlilik programlarının yayından kaldırılıp kaldırılmayacağı tartışmaları devam ederken, bu programların zararları Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporuna da yansımıştı. Araştırmaya göre halkın yüzde 79,1’i evlilik programlarının, bizim aile yapımızı ve evlilik ilişkilerini olumsuz etkilediğinden dolayı bunlara karşıydı.

Bizimkiler Meclis'ten ha bire Haçlı ve ahlaksız AB yasalarını geçirirken, AB'de İslâm karşıtı yasalar artmaktaydı!

Belçika’da İslami usullere göre hayvan kesimini yasaklayan tasarı onaylanmıştı. Avusturya’da ise parlamento kamusal alanda çarşaf giyilmesini ve Kur’an-ı Kerim dağıtılmasını yasaklayan tasarıyı onaylamıştı. Belçika’daki Valonya Parlamentosu Çevre Komisyonu tarafından gündeme taşınan ve hayvanların İslami usullere göre kesilmesini yasaklayan tasarı, Parlamento’nun Genel Kurulu’nda oy çokluğuyla kabul edilip yasalaşmıştı. Böylece koyun ve sığırların şoklanmadan kesilmesi yasaklanmıştı. Belçika’da alınan İslâm düşmanı karardan bir gün önce Başbakan Michel ve Adalet Bakanı Guinness öncülüğünde İslâm dini ve diğer batıl inançların temsilcileriyle birlikte “diyalog ve hoşgörü” anlaşması imzalanmıştı. Deklarasyonun amacı güya “çok dinli, hoşgörülü ve herkesin bir arada yaşayabileceği barışçıl bir toplum inşa etmek” olarak açıklanmıştı.

Avusturya’da Kur’an ve tesettür yasağı

Avusturya parlamentosu da, hükümetin Mart ayında kabul ettiği ve tartışmalara yol açan çarşaf yasağını onaylamıştı. Ulusal Konsey’de yapılan oylamada Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) ve Avusturya Halk Partisi (ÖVP) milletvekilleri yasağı içeren entegrasyon paketini kabul edip yasalaştırmıştı. Alınan kararla kamusal alanda tüm vücudu kapatan kıyafetlerin giyilmesi yasaklanmıştı. Yasağı ihlal edenler 150 euro para cezasına çarptırılacaktı. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in kamusal alanda dağıtılması da yasaklanmıştı.

Avusturya’da Cumhurbaşkanlığına adım adım yürüyen Alexander Van der Bellen, “Türkiye’nin AB üyeliğini konuşmanın tam bir zaman kaybı olduğunu”açıklamış: “Hayal kurmayın, AB'ye asla alınmayacaksınız!” diye küstahlaşmıştı.

Avusturya’da 2 Ekim tarihinde yenilenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin güçlü adayı Alexander Van der Bellen, şu anda Türkiye’nin AB üyeliğini konuşmanın tam bir zaman kaybı olduğunu vurgulamıştı. ORF televizyonunda ZiB2 programına konuk olan Van der Bellen, Türkiye’nin AB'ye üyelik hevesiyle oyalandığını açıklamıştı. Avusturya Kurier gazetesinin haberine göre, öngörülebilir bir sürede Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını savunan Van der Bellen, ”Kesinlikle benim Cumhurbaşkanlığım süresinde olmayacak” diye çıkışmıştı. Van der Bellen, Türkiye’nin AB ve sorunlu Ortadoğu arasında tampon görevi yaptığını ve AB’nin komşusu olmaya devam edeceğini hatırlatmıştı.

Sn. Erdoğan'ın kuru sıkı çıkışlarına rağmen, Türkiye Haçlı AB'nin ve NATO'nun taşeronluğunu yapmaktaydı!

Eşcinsel evlilik yapan ilk AB lideri NATO merkezinin bulunduğu Belçika Başbakanıydı. 42 yaşındaki Lüksemburg Başbakanı Xavier Bettel, 2015 tarihinde Belçika vatandaşı, EŞCİNSEL mimar Gauthier Destenay ile evlilik yapmıştı. Lüksemburg Başbakanı Xavier Bettel'in eşcinsel eşi Gauthier Destenay, Sn. Erdoğan'ın da katıldığı tek erkek (eş cinsel) olarak NATO zirvesinde, Liderlerin hanımlarının birlikte çekilen aile fotoğrafında yer almıştı. Ve tabi bu tablo katılımcıların şeref levhasıydı(!).

2017 Mayıs sonunda Brüksel’de ABD’nin ve Fransa’nın yeni devlet başkanlarını diğer üye ülkelerin liderleriyle tanıştırıp kaynaştırma amaçlı NATO’nun olağanüstü toplantısı yapılmıştı. Bu, toplantıda, NATO tarihi açısından olağanüstü bir karara imza atmıştı:Savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulmuş olan NATO, ABD’nin bastırmasıyla, IŞİD karşıtı koalisyonda yer alacaktı… Yani Erbakan Hoca'nın yıllar önce vurguladığı gibi, NATO artık İSLAM'la savaşacaktı, IŞİD bunun sadece kılıfıydı. Seçildiğinden beri“NATO’ya ödediğimiz katkıyı kısarım” deyip duran Trump'ın, para musluğunu açık tutması herhalde bu şarta bağlanmıştı.

Amerika’nın ve diğer Batı dostlarımızın, kasıtlı ve kışkırtıcı politikalarının ürünü olan terör örgütü IŞİD, böylece, başka yan ürünlere ek olarak NATO’ya da işlev kazandıracak, İslam’la savaşına bahane olacaktı. Kuzey Atlantik Antlaşma Organizasyonu adının kısaltılmışı olan NATO'nun, İkinci Dünya Savaşı’ndan muzaffer çıkan devletler tarafından, bir başka muzaffer ülke olan Sovyetler Birliği’nin ideolojisiyle temsil ettiği tehdidin askeri örgütü Varşova Paktı’na karşı kurulduğu yazılıp konuşulsa da, gerçekte Siyonizm'in Gizli Dünya Devleti'nin askeri karargâhıydı. Sovyet Sistemi yıkılıp Varşova Paktı ortadan kalktığı dönemde (1989 sonrası), artık amaçsız kaldığı sanılırken İskoçya’nın Turnberry kentinde toplanan (7-8 Haziran 1990) NATO Zirvesi’nde ev sahibi İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in “Yeni düşman İslam Dünyası’ndan çıkacak” sözleri ile yeni bir işlev kazanmıştı.

NATO Genel Sekreteri (1994-1995) Belçikalı Willy Claes, Baba Bush dönemi başkan yardımcısı Dan Quayle (1989-1993), İtalyan Başbakanı Sylvio Berlusconi de sonradan bu koroya katılmış, İSLAM'ı düşman seçtiklerini açıklamışlardı.

International Herald Tribune gazetesine göre (27 Eylül 2001), Berlusconi:

“İnsan haklarına ve dine saygı duyulmasını garanti eden, ülkelerimizdeki zenginliğin de temelinde yatan değerlerin oluşturduğu uygarlığımızın üstünlüğünden kuşkumuz olmamalıdır. İslâm Dünyası’nda böyle bir saygı yok ve bu sebeple geri kalmışlardır. Üstün değerlere sahip Batı yeni insanları Batılaştırıp (Occidentalize) fethetmek zorunda. Komünist Dünya ile İslâm Dünyası’nın bir bölümünde bu amaca ulaşıldı; ama maalesef İslâm Dünyası’nın bir bölümü hala 1400 yıl geride bulunmaktadır” diyecek kadar küstahlaşmıştı ve o süreçte Sn. Erdoğan'ın kankasıydı. Berlusconi bu ifadeleri, Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüşmesi ardından kullanmıştı.

Bütün bunları bilmesine rağmen hala kalkıp:

“NATO’nun Brüksel’de aldığı IŞİD ile mücadele koalisyonu içinde yer alma kararı önemlidir. Örgütün tek Müslüman üyesi Türkiye açısından özellikle… ABD’nin tek başına bu bölgeyi ne hale getirdiğini yaşayarak gördük; şimdi buna bütün Batılı ülkelerin ortak girişiminin katılması… Bölgeyi daha büyük ateşlerin içine atabilir. Bu kararın Batı ile çekişmeli bir dönemde meydana gelmiş olması, Türkiye ile yollarını ayırmak istemelerini bile gündeme getirebilir. Bizde de bazı çevrelerde “NATO’dan ayrılsak daha mı iyi olur” zihin eksersizleri yapıldığı da bilinmektedir. Oysa, Türkiye ve İslâm Dünyası için ‘Türkiyesiz bir NATO’ daha tehlikeli olmaz mı? Diye sorulması gerekir” diyebilen Fehmi Koru'nun Siyonistlerin Bilderberg toplantılarına niye çağrıldığı şimdi daha iyi anlaşılmış olmalıdır.

Güç odaklarına kiralanmış ve hidayetleri kararmış bu kafalar:“Cumhurbaşkanının Brüksel gezisi de herkesi memnun etmiş görünüyor. Kopma noktasına geldiği izlenimi alınan Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkisinin sona ermediği, devam edeceği anlaşıldığı için bu mutluluk yaşanıyor… Batı da Türkiye’den vazgeçmek niyetinde değil, Türkiye için de şimdilik Batı dışında elle tutulur bir alternatif görünmüyor” diyerek AB ve ABD'ye taşeronluktan başka çare bulunmadığını vurgulamakta ve; “Ticaretimizin neredeyse yarısı Avrupa ülkeleriyle ve bizim petrolümüz ve doğalgazımız yok; ürettiğini satarak yaşayan bir ülkeyiz” diyerek yalan konuşmakta ve AKP'yi aklamaya çalışmaktaydı. Çünkü AKP Türkiye'si ürettiğini değil, fabrikalarımızı, limanlarımızı, topraklarımızı, milli kurumlarımızı ve kazanımlarımızı satarak ve ülkemizin geleceğini ipotek altına sokarak aldığı borçla yaşamaktaydı. Hatta Merkez Bankasındaki 500 ton altınımızın 470 tonu İngiltere'ye rehin bırakılmıştı.

“Açık palavra gizli pazarlık” politikaları tıkanmıştı!

“Tayyip Erdoğan’ın çok sık kullandığı ‘tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak’ sloganı AKP’nin tüzüğüne de yazılmıştı. Ne kadar anlamsız bir slogandı. Dünyada birkaç vatan olan, birkaç devlet olan ülke var mıydı? Sloganla toplumu yatıştırıp onun tersi işler yapmak bunların alâmetifarikasıydı. Hakikaten çok ilginç bir politik yöntem uygulanmaktaydı. Ülkeyi yönetenlerin söyledikleriyle yaptıkları arasında her zaman akıl almaz bir fark vardı. Bunlardan biri de Kürt meselesinde sürdürdükleri politikaydı… AKP Barzani’ye ve Talabani’ye pasaport verip yurtdışında dolaşmalarına, kendilerini anlatıp, güç kazanmalarına uzun yıllar aracılık yaptı. Sonra Irak’ı parçalanmaya kadar götüren Körfez Savaşı başladı. Bu savaşın sonunda Irak’ın parçalanacağı ve orada bir Kürdistan kurulacağı apaçık ortadaydı. Buna rağmen Türkiye’yi yönetenler Irak’ın işgaline lojistik destek vermekten geri durmamıştı. Sonunda beklendiği gibi Kürdistan'ı kurmuşlardı ve Barzani'ye meşruiyet kazandıran ve devlet stratejisiyle Ankara'da ağırlayan da Sn. Erdoğan'dı” diyen eski yandaş yazar haklıydı ve çok önemli bir çıbana parmak basmıştı..

Evet, ülkeyi yönetenler kamuoyuna başka şeyler söyleyip el altından farklı şeyler yapıyorlardı. Bir taraftan toplumda Kürt düşmanlığını kabartıp bölünme korkusu yayıyorlardı. Diğer taraftan da Barzani ile her türlü işbirliğine giriyorlardı. Bir süre sonra Kürdistan’ı kabullenip Barzani’yi dost ilan ediyorlardı. (Başta Milli Çözüm Dergisi) Suriye savaşı başladığında herkes ‘Suriye parçalanırsa burada bir Kürt bölgesi kurulacağını’ yazmış, uyarmıştı. Buna rağmen Türkiye, Suriye’yi parçalanmaya götüren savaşta en etkin rol alan Sn. Erdoğan'dı. Barzani için söylediklerinin bir benzerini şimdi de Suriye’deki PYD için söylemeye başlamışlardı. “Kabul edemeyiz, asla izin vermeyiz, göz açtırmayız.” Bu tehditlerin hiçbir anlamının da karşılığının da olmadığı açıktı. Hem Suriye’yi parçalamaya götürecek sürece katkı sağlamak hem de bu parçalanma neticesinde ortaya çıkacak Kürt oluşumuna karşıymış gibi davranmak… İşte tam bir Erdoğan politikasıydı!

Bütün bunları şunun için anlattım: Barzani’ye yaptıklarının bir benzerini şimdi PYD’ye yapıyorlardı. Sabah akşam topluma PYD-YPG düşmanlığı, bunun üzerinden de Kürt karşıtlığı pompalıyorlardı. Tıpkı Barzani’de olduğu gibi “Yaptırmayız, izin vermeyiz, yakarız yıkarız” gibi kuru tehditler savuruyorlardı. İnsan sormadan edemiyor: Hakikaten bu ülkeyi yönetenlerin gerçek amacı ne? Hem “Dünya sistemi bu dört ülkeyi parçalamak ve bir Kürdistan kurmak istiyor” deyip hem de bu parçalama faaliyetlerine ortak olmak nasıl bir psikolojiyi yansıtmaktaydı?

“Üstelik Amerikalı, Fransız, Rus gelip burnumuzun dibinde bizim vatandaşlarımızın akrabası Suriyeli Kürtlerle dostluk kuruyor da siz niye kuramıyorsunuz”. “Ama YPG PKK’nın bir kolu, o yüzden onlarla yakınlık kuramayız” diyorsunuz. PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’da ağırlarken, TV’lere çıkarıp görüşüne başvururken PKK ile ilişkisini bilmiyor muydunuz? Ya da Süleyman Şah Türbesi’ni taşımak için YPG’den yardım alırken, YPG’nin PKK’nın bir kolu olduğunu bilmiyor muydunuz? PYD lideri Salih Müslim senin ülkende senin üniversitende okumuş. Bunu ülke yararına bir avantaja çevireceğine kendi elinizle ABD’nin, Rusya’nın yanına itiyorsunuz. Üstelik bunu da ülke yararına bir politika olarak sunuyorsunuz!? Öyle ya Kürtlerin devlet olması bir düşmanlık nedeniyse Barzani ile niye dost oldunuz? Barzani ile dost olduysanız YPG’ye niye düşman muamelesi çekiyorsunuz? Hem dünya sisteminin Kürtler üzerinden yürüttüğü bölücü politikaların varlığından bahsedip hem de kendi Kürtlerinle oturup konuşup birliği bütünlüğü sağlamlaştırıcı politikaları niçin yürütmüyorsunuz. Parti programında ‘Kürdistan’ diyen HÜDA Par’a referandumda ‘Evet’ dediği için teşekkür ederken HDP’yi niçin düşman ilan ediyorsunuz?”[1]

Emekli Amiral’den tartışma yaratacak iddialar: Erdoğan ABD ile, YPG ve Gülen için değil, “Rıza Zarrab'ı konuşturmayın” diye pazarlık yapmıştı!

Balyoz davasına tepki olarak istifa eden eski Donanma Komutanı emekli Oramiral Nusret Güner, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın ABD’ye gerçekte neden gittiğine ilişkin tartışma yaratacak açıklamalar yapmıştı.

“Gözlerden kaçırılan, Trump-RTE görüşmesinin konusu YPG veya Fetullah değil, sadece Reza Zarrab idi. Yani, RTE, ABD’ye sırf Zarrab için gitti” diyen emekli Oramiral Nusret Güner, Twitter’da şunları yazmıştı: “Gözlerden kaçırılan, Trump-RTE görüşmesinin konusu YPG veya Fetullah değil, sadece Reza Zarrab idi. Yani, RTE, ABD’ye sırf Zarrab için gitti. (Çünkü) 1- Trump, RTE gelmeden önce YPG için zaten kararını vermişti. 2- AKP, aslında Fetullah’ı alıp da ne yapacak, (herhalde) elinde bir bomba olmasını istemezdi. Reza Zarrab’ın gerçek suçları ortaya konmazsa, bilin ki AKP, ABD şantajına maruz kalacak ve Özerk Kürdistan kurulana kadar Hükümete devam ederdi. Zarrab konusunda ABD Savcıları haklıysa, ABD bunu açıklamaz; ama AKP Hükümetine her istediğini yaptırabilirdi. Buna literatürde şantaj diyorlar.”[2] iddiaları hala yanıtlanmamıştı.

Siyonizm'in işgal birliği NATO, yerel güçleri birbirine kırdıracaktı. NATO Ortadoğu'da sahayı karıştırmaya katılacaktı!

Sn. Erdoğan'ın da katıldığı zirve sonrası NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, işgal ittifakının DAEŞ karşıtı uluslararası koalisyona katılacağını açıklamış, ancak NATO’nun askeri operasyonlara katılmayacağını, “muharip olmayan” operasyonlarla işgallere katkıda bulunacağını ve yerel güçlerin birbirine düşürülmesinin en etkili yöntem olduğunu vurgulamıştı.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, İttifak’ın gündeminde DAEŞ ile mücadele yalanıyla Ortadoğu’daki işgallerde daha fazla işbirliği ve savunma harcamalarının eşit paylaşımı olduğunu açıklamıştı. Genel Sekreter Stoltenberg, NATO’nun DAEŞ’e karşı uluslararası koalisyonla daha fazla istihbarat paylaşımı yapacağını ve havada yakıt ikmali vereceğini söyleyip NATO’nun sahada çatışmaya girmeyeceğini belirterek, İttifak’ın istihbarat paylaşımı için NATO karargâhında yeni bir istihbarat biriminin kurulması için hazırlık yapıldığını vurgulamıştı. Stoltenberg, Brüksel’deki NATO karargâhında düzenlenecek Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısı vesilesiyle düzenlediği basın toplantısında, ana gündem maddelerinin, uluslararası işgallere NATO’nun katkısı ve savunma harcamalarının arttırılması bağlamında yük paylaşımı olduğunu hatırlatmıştı.

AKP İsrail'in NATO nezdinde temsilcilik açması için veto hakkını kullanmayarak aslında İsrail'in NATO'ya üyelik yolunu açmışlardır. “One minute” gibi kurusıkı çıkışlar ise hizmetin kılıfları ve halkın dikkatini dağıtma planlarıdır. Bu sinsi sürecin sonunda önümüzdeki aylarda veya yıllarda İsrail NATO'ya üye olacaktır. Müslüman Türk askeri Yahudi askeri ile bir olup Müslümanlar ile savaştırılacaktır!

Bu girişim aslında İsrail-NATO işbirliğine resmiyet kazandırmaktaydı!

NATO, Türkiye'nin Kore Savaşı'ndan sonra 1952’de üye yapılmasıyla Kuzey’de Rusya ve Güney’de Ortadoğu'yu kuşatan bir güç dengesi olarak yeni bir ivme kazanmıştır. İsrail, Ortadoğu’da yaşadığı yalnızlık ve tecrit uygulamalarını NATO üyesi Türkiye ile dolaylı yollardan aşmaya çalışmıştır. Özellikle, yakın dönemde Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmelerden sonra, iki ülke arasındaki ikili ilişkiler, stratejik yakınlaşma, işbirliği ve ortak güvenlik konuları derinlik kazanmış ve iki ülke ilişkileri açısından kırılma noktasını oluşturan Mavi Marmara sendromu da normalleşme anlaşmasıyla aşılmıştır. Türkiye'nin İsrail’e yönelik göreceli (vis-à-vis) politik gelişmelerinin yeni seyri dikkate alındığında, Ortadoğu politikasının geleceği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. AKP iktidarı, OECD Konseyi'nin 2010 yılında, İsrail’in OECD'ye (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) girişi için yaptığı çağrıyı, 31 üye ülke ile birlikte veto etmeyerek İsrail’in OECD üyesi olmasını sağlamış ve bu konuda İsrail’e büyük katkı sağlamıştı. Türkiye, OECD’den sonra, NATO nezdinde İsrail’e yönelik veto hakkını da kullanmayarak, 28 daimi ülke ile birlikte hareket ederek, NATO’da üyeliği olmayan İsrail’e genel merkezde daimi bir ofis tahsis edilmesini kolaylaştırmıştı… İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun yeni gelişme karşısında:“İsrail'in güvenliği için çok önemli bir adım” açıklaması dikkatlerden kaçmamıştı.

İsrail ile NATO arasındaki işbirliği Şubat 1995'te Tansu Çiller’in başbakanlığındaki DYP-CHP koalisyonu döneminde gerçekleşmiş olup, İsrail, Mısır, Cezayir, Tunus, Ürdün, Fas ve Moritanya'nın katılımıyla Akdeniz Diyaloğu'nun kurulması ile açığa çıkmıştı. İsrail, Akdeniz Diyaloğu'nun NATO nezdinde Türkiye dışında sadece İspanya ve İtalya tarafından Avro-Akdeniz Ortaklığı çerçevesinde yürütülmesi, İsrail’in kuşatılmışlığının ortadan kaldırılmasına yönelik önemli bir hamle olup, İsrail’in, Doğu Akdeniz güvenliği politikası için dönüm noktası oluşturduğu açıktı. Asıl önemlisi, İstanbul Zirvesi sonrası, on sekiz aylık görüşme trafiğinden sonra, İsrail ve NATO'nun Bireysel İşbirliği Programı'nı (Individual Cooperation Program) imzalamış olmasıdır. Böylece İsrail, NATO'nun Akdeniz Diyalog Ülkeleri arasında Avrupa ülkesi olmayan bir ülke olarak Ekim 2006’da NATO ile anlaşmaya varmış ve AKP iktidarı da bu anlaşmaya karşı çıkmamıştır. Bu anlaşmadan bir yıl sonra, 2007 yılında İsrail’de gerçekleştirilen NATO-İsrail Konferansı'nda, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, NATO Genel Sekreter Yardımcısı Claudio Bisogniero'nun huzurunda, Akdeniz Diyaloğu'nun en dinamik katılımcısı olan İsrail’in NATO ile resmi işbirliği kurma isteğini vurgulamıştır.

AKP iktidarı tarafından veto edilmeyen karar sonucu, İsrail’e Brüksel'de NATO Karargâhı'nda daimi ofis tahsis edilmesinin ilerideki zaman içerisinde bununla sınırlı kalmayacağı ve İsrail’in uzun yıllardan beri Akdeniz’de NATO ile işbirliği içerisinde operasyonel yapıya kavuşma isteğinin kolaylaşacağı ve İsrail’in yayılmacı politikalarının gerçekleşmesinde stratejik ölçekte bir deneyim kazandıracağı tartışılmaktadır. AKP Hükümeti'nin attığı bu kritik adımdan sonra, İsrail’in, yıllarca üzerinde durduğu gerçek ortaklık (genuine partnership) çerçeve anlaşmasının gerçekleşmesi yönündeki en büyük engeli oluşturan Türkiye vetosu da böylece ortadan kalkmıştır. İşte şimdi NATO'nun terörle mücadeleye destek bahanesiyle Ortadoğu'ya müdahil olması, aslında Büyük İsrail projesine hizmet amaçlıdır.

ABD Başkanı Donald Trump, göreve gelmesinin ardından ilk yurtdışı gezisini Suudi Arabistan’a yapmış. Trump'ın burada yaptığı ekonomik anlaşmanın bedeli ise dudak uçuklatmıştı. Beyaz Saray, ABD Başkanı Donald Trump’ın ziyareti sırasında Suudi Arabistan ile neredeyse 110 milyar dolar değerinde askeri anlaşmalar imzaladıklarını açıklamıştı. Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, ABD'nin Suudi Arabistan'la 350 milyar dolarlık bir askeri anlaşma paketi imzaladığı süresi 10 yıl olan anlaşmanın 110 milyar dolarlık kısmı hemen yürürlüğe konacağı hatırlatılmıştı. Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, savunma teçhizatı ve hizmetlerine ilişkin imzalanan anlaşma paketinin, ‘İran tehdidi karşısında Suudi Arabistan ile Körfez bölgesinin güvenliğini güçlendireceği' vurgulanmıştı. Bütün bunlar Sünni-Şii kışkırtmasıyla Müslümanları birbirine kırdırıp Büyük İsrail'e zemin hazırlamanın son adımlarıydı ve maalesef AKP iktidarı da bunların suç ortağıydı.

İlk yurtdışı gezisi kapsamında Arabistan'dan sonra İsrail'e giden ABD Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile görüşürken İran konusunda birlikte hareket etme kararı almışlardı. Netanyahu ve eşi, Trump ve eşini akşam yemeği için Başbakanlık Konutu'nda ağırlamıştı. Trump ve Netanyahu, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı yapmışlardı. Basın toplantısında konuşan Netanyahu, ABD ile işbirliğinin kendileri açısından önemine değinerek, “İran'ı birlikte durdurabiliriz” açıklamasını yapmıştı.

Trump'tan Ortadoğu İşgaline 639 Milyar Dolar

ABD Başkanı Donald Trump’ın Kongre’ye 2018 mali yılı için gönderdiği federal bütçe talebinde Savunma Bakanlığı (Pentagon) için 64,6 milyar doları denizaşırı işgal operasyonları fonu olmak üzere toplam 639,1 milyar dolarlık bütçe talep ettiği açıklanmıştı.

Trump 2018 mali yılı savunma bütçesini 52,4 milyar dolar artırırken ordunun teyakkuz hazırlıklarına ve sınır ötesi işgal operasyonlarına daha fazla bütçe ayırmıştı. Pentagon’un 2018 bütçesi kapsamında muvazzaf asker istihdamında ve asker maaşlarında yapılan artış kafaları karıştırmıştı. Pentagon verilerine göre Trump’ın 2018 mali yılı savunma bütçesi 56 bin 400 asker daha istihdam edilmesini öngörürken askeri personelin maaşlarında %3 sivil personelin maaşlarında ise %2 zam yapılması amaçlanmıştı. Söz konusu sayısal artış sonrasında ABD ordusunda 476 bin Kara Kuvvetleri, 327 bin Deniz Kuvvetleri, 185 bin Özel Kuvvet Deniz Piyadeleri, 325 bin Hava Kuvvetleri olmak üzere 1 milyon 314 bin muvazzaf, 815 bin 900’ü de rezerv kuvvet olmak üzere toplam 2 milyon 129 bin 900 askeri personel olacaktı.

Bu arada ABD Türkiye'ye karşı bir ihanete daha imza atmış, PYD ile resmen ittifaka başlamış, Rakka Konseyi adı altında “İşgal Konseyi” oluşturmuşlardı. Üstelik bu konseyde yer alacak kişiler Kandil'de yapılan toplantıda kararlaştırılmıştı.

İngiltere ve ABD vatandaşlarının da yer aldığı 97 kişiden oluşan terör konseyi Ayn İsa'da son şeklini almıştı. Konseyin amacı, “bölgede DEAŞ sonrasındaki siyasi ve askeri yapıyı şekillendirmek” olarak açıklanmıştı. Yani Kürdistan kurulacak, böylece Irak, Suriye ve Türkiye parçalanacaktı. ABD-PYD ittifakı tarafından “Rakka Konseyi” adı altında işgal konseyi kurulmuş durumdaydı. 97 kişilik listede Almanya, İngiltere, Kuveyt ve ABD vatandaşları da yer almıştı. DEAŞ sonrasındaki siyasi ve askeri yönetim yapısını şekillendirecek isimlerin yer aldığı liste Kandil'de hazırlanmıştı. 18 Nisan'da Rakka'ya bağlı Ayn İsa kasabasında ABD'li yetkililerin de katıldığı toplantıda liste son şeklini almıştı. Rakka Konsey Başkanlığına seçilen Şeyh Mahmud el Bersan, bir önceki dönem Şam Halk Meclisinde milletvekilliği yapmıştı. Savaş sürecinde PYD ile işbirliği yapan Mahmud el Bersan'ın yardımcılığına ise PYD'li teröristlerden Leyla Mustafa atanmıştı. Listede yer alan diğer isimler şunlardı: Firas Memduh isimli Alman vatandaşı, Naif Keişes adlı ABD vatandaşı, İdris Halil adlı Alman vatandaşı, Hikmet Abdulli adlı Irak vatandaşı, Birleşmiş Milletler çalışanı olan Hasan Muhammed adlı İsviçre vatandaşı ve Hasan el Meddur adlı İsviçre vatandaşı, Birleşmiş Milletler çalışanı olan Ferid Muslim adlı Belçika vatandaşı, Birleşmiş Milletler çalışanı Ruşen Hamo vardı.

ABD-PYD ortaklığı ile oluşturulan konsey listesinde Rakka nüfusuna kayıtlı hiçbir isim bulunmamaktaydı. Esed rejimi tarafından bazı kişilere sahte vatandaşlık tanınmıştı. ABD ve Suriye PKK'sı PYD'nin Rakka'da yönetime getirmek amaçlı oluşturduğu listedeki 9 temsilci Esed rejimine tabi isimlerden oluşmaktaydı. Benzer örnekleri Ayn-el Arab, Munbiç, Tel Abyad, Resul Ayn, Tel Rıfat bölgelerinde görülen PYD güdümlü yerel meclisler terör işgallerine meşruiyet kazandırma amacı taşımaktaydı. Çevremiz hem de stratejik müttefiklerimizle böylesine kuşatılırken, bizim kahramanlarımız eş cinsel erkekle evli NATO liderleriyle birlikte aile fotoğrafı çektirip hava atmaktaydı!?

AKP'nin Din İstismarıyla Ahlak Tahribatı

Sn. Recep T. Erdoğan, Ensar Vakfı'nın genel kurulunda yaptığı konuşmada büyük bir itirafta bulunmuşlardı: “14 yıldır kesintisiz iktidarız, ama sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda hâlâ sıkıntılarımız var” buyurmuşlardı. Doğru siyaseten iktidar olmuşlardı, ama ahlaken ve hukuken çürümüş Haçlı Batı zihniyetinin takipçisi, hatta tatbikçisi olmuşlardı. Sn. Erdoğan, “Vakıf, dernek, parti gibi kuruluşlardan yapılan hizmetler gönül işidir. Sevgi, sevda işidir. İnsan yetiştirmek her şeyden önce inanç, adanmışlık, sabır ve süreklilik gerektirir. Her imkânımız var, tek eksiğimiz hizmete dönüştürecek adanmışlardır”diyerek İslam ve İnsanlık sevdasına değil, iktidar hırsına ve Erdoğan yalakalığına adanmış kadroların çoğaldığını dolaylı şekilde ortaya koymuşlardı.

“Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum. Dün hedefimiz bir avuç birikimli nesil yetiştirmekti, bugün ise hedeflerimiz çok çok farklıdır. Elimizde böyle bir imkân varken hâlâ pek çok yeri boş bırakıyor olmamız aklın kabul edebileceği bir durum değildir. Bu konuda Ensar Vakfı'mıza çok büyük görevler düşüyor. Umudunu bize bağlamış milyonlarca mazlumun sorumluluğunun üzerimizde olduğunu unutmamalıyız” diyen Sn. Erdoğan; aslında milli bir iktidar olmadıklarını, en etkili makam ve odaklarda hala Masonik kafaların yer aldıklarını, kendilerini sadece din istismarı ve ucuz kahramanlık şovlarıyla halkı oyalamak üzere Erbakan'dan koparılıp iktidara taşındıklarını bu sözlerle açığa vurmuşlardı!

Karaman’da 45 çocuğa cinsel istismar iddiasıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nın mütevelli heyetinde AKP’li kadrolar yer almaktaydı. Vakfın, Erdoğan ailesi, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet Başkanlığı, AKP’li belediyeler ve TÜRGEV’le çeşitli temasları ve yakın ilişkileri vardı. 1979 yılında kurulmuş olan ve amacını “Ülkemiz insanının manevî dinamiklerini zenginleştirmek, ilmi, fikri ve ahlaki yönden gelişmesine katkıda bulunmak” olarak sunan Ensar Vakfı’nın Türkiye genelinde 157 tane şubesi açılmıştı ve gönüllü AKP yandaşı ve militanı hazırlanmaktaydı. Erenköy Cemaati ile de bağı olduğu konuşulan Ensar Vakfı’nın, iktidarın fetvacısı olarak ün yapan Hayrettin Karaman’ın himayesinde olduğu defalarca gündeme taşınmıştı. Ensar Vakfı, 2012’de Bakanlar Kurulu kararı ile Kamu Yararına Çalışan Vakıf statüsüne alınmıştı.

 

 


[1] Levent Gültekin, 21.05.2017

[2] Bak: Gerçek Gündem, 17.05.2017

























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi