Anasayfa » RÜYALARIN HAKİKATI VE MESAJLARI

RÜYALARIN HAKİKATI VE MESAJLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 134 Görüntüleyen


RÜYALARIN HAKİKATI VE MESAJLARI


Çok ilginç, ibretli ve eğitici bir rü’ya

Konya’dan Fatma Betül ERİŞKİN kardeşimiz 22.11.2016 tarihinde görmüş ve bize aktarmışlardı.

Rüyamda:

Karmakarışık bir labirentteymişim. Labirent bir şehir büyüklüğündeymiş. Nereden, nasıl gideceğimi bilemeden yürüyormuşum. Hava da kararmak üzereymiş. Saatlerdir çıkışı bulmak için koşturduğum için yorgun düşmüşüm. Tekrar aynı yerlerden geçmeyeyim diye yürüdüğüm yerlere işaretler koyuyormuşum; çünkü labirentin her köşesi, her yeri birbirinin aynısı gibi karma karışık. Geçeceğim yerlere koyduğum işaretler de eşimin ve çocuklarımın fotoğraflarıymış. Normalde bu fotoğraflar telefonumla çektiğim fotoğraflar. Bu fotoğrafları kim, neden ve ne zaman çıkarttı ve yine hepsi neden benim yanımdaymış? Bilmiyorum, çünkü bu fotoğrafları ben çıkarttırmamışım. Yanımda telefonum ve çantam da yokmuş. Hiç kimse orada bulunmuyormuş veya en ufak bir ses de duyulmuyormuş… Dolaştıkça geçtiğim yerlerden yeniden geçtiğimi görüyorum. Çaresizce oturuyorum, çünkü hava önümü göremeyecek kadar kararmış oluyor. Bir müddet sonra eşim sesleniyor ve nerede olduğumu soruyor. Büyük bir sevinç ve umutla yerimden kalkıyor ve eşime cevap veriyorum. Bir süre ve büyük uğraşlardan sonra eşim bana yolu tarif edip gidiyor. Arkasından: “Nolur birlikte gidelim, kendim yolumu bulamam. Bu karanlıkta beni yalnız bırakma!” diye yalvarıyorum, ama eşim beni dinlemeyip gidiyor. Ben ağlayarak eşimin tarif ettiği tarafa doğru yavaş yavaş yürüyorum. Yol çok karanlık olduğundan dolayı nereye gittiğimi de, çıkışı da bulamıyorum. Oturup kendi kendime: “Ya Rabbi, ne eşim ne de çocuklarım doğru yolu bulmamda bana yeterli olmadı. Halâ labirentin içinde kısılmışım ve bunalmışım. Bana işimi kolaylaştır. Erbakan Hocamı bana ışık yap ve yolumu aydınlat!” diye ağlayarak dua ediyorum. Ne kadar geçti bilmiyorum ama dizimin ve omzumun birisine değdiğini ve yanımda birinin nefes aldığını hissediyorum. Gariptir ama içimde hiç korku ve endişe yok, aksine yanımda hissettiğim nefes içimi çok rahatlatıyor. Başımı, (baba şefkatini ve) sıcaklığını hissettiğim o omuza yaslıyorum. Mutluluk ve huzurdan uzun uzun ağlıyorum. Bu şekilde ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Bu sırada karşımda, yazıların akarak geçtiği loş ışıklı bir panel oluşuyor. Panelin ışığı etrafı aydınlatmaya yetecek kadar baskın değilmiş. Ekranda“Başını kimim omuzuna yasladığını biliyor musun?” sorusu, kırmızı renkli bir yazı ve yine kırmızı renk soru işareti ile akıyor. Ben yine ağlayarak: “Aziz Erbakan Hocamın mübarek omuzları!” diyorum. Ekrandan: “Kendisine yaslanacağın, sıkıntılarını rahatlatacak ve huzura kavuşturacak başka bir omuz daha yok mu? Neden ilk O’nun (Aziz Erbakan Hocanın) ismini söyledin?” sorusu geçiyor. Ben: “Bilmiyorum. Varlığı bana huzur veren başka birisini tanımadım” diyorum. Ekranda yıldızlar çıkıyor, ekran iyice aydınlanıyor. Yukarıda havai fişekler patlamaya başlıyor. Karanlık biraz olsun aydınlanıyor. Başımı hafif doğrultup bakıyorum. Gerçekten de yanımda sıcaklığını hissettiğim zat Aziz Erbakan Hocammış! Erbakan Hocama “Yaşadıklarımı; çocuklarımın ve eşimin fotoğraflarının ve yol tarif etmesinin beni kurtarmadığını, işlerin iyice karıştığını, beni yalnız bırakıp ayrıldığını, ağlamama yalvarmama aldırmadığını ve tüm bunların beni ne kadar üzüp kırdığını…” anlatıyorum. Erbakan Hocam: “Herkes kendi labirentinde yalnız yol alır. İzler, ışıklar kişilerin birbirine ettiği dualardır. İnsanlar bazen yanlış yol tarifleri ile, yani yanlış hareketleri ve tavırlarıyla birbirini incitip kırabilir. Önemli olan bunun farkında olabilmek, telafi yoluna gidebilmektir. Bazen de dışarıdan (başkaları tarafından aileye) müdahaleler yapılır. Bu eşler, aileler olarak içinden çıkılamaz bir hal alır. Bu durumlarda şeytan her iki tarafın da omzuna binmiş, sırtını bu kişilere vermiş olur ki onların öfkeleri diri kalsın. Araları iyice açılsın. Neden? Çünkü evinde huzuru olmayan insanın kalbinde huzur olmaz. Kalbinde huzur olmayan insanın içinde (kalbinde) iman zayıflar. İmanı zayıf olan insanın ise dostu şeytandır. Şeytan, bu devirde Siyonizm’dir. Siyonizm (özellikle) tüm Milli Çözüm ekibi ileuğraşmakta; eşler arasındaki mesafeye, muhabbete, aile içinde çocuklarla olan ilişkiye (parmak sokmakta), yetmez; dava kardeşleri arasındaki sevgi, saygı derecesine kadar her şeye müdahale edip karıştırmaktadır. Ayrıca nazar ve büyülerle yıpratmaya çalışmaktadır. Sevgiyi-muhabbeti tahammüle; saygıyı, karşılıklı kibarca yapılan hakaretlere; birliktelikleri, mecburiyetlere dönüştürmeye uğraşmaktadır. Zira (şuurlu ve sorumlu bir ekip olarak) siz dağılmadan; (bu milletin, bu ülkenin ve) bu ümmetin dağılıp parçalanmayacağının çok iyi farkındadır. Bunlar (şeytani odaklar ve işbirlikçi konumda olanlar) niye bu kadar güçlü görünüyorlar peki? Çünkü sizin güçsüzlüğünüz, zayıflığınız kadar onlar güç ve fırsat kazanıyorlar!… ‘Bu nasıl iş böyle Hocam?’ diye sorarsan: Efendinizin (SAV) örnek aile profillerine, aralarındaki sevgi-muhabbet ilişkisine, çocukları ile iletişimine bakıp O’nun mübarek yaşantılarını (örnek alıp) yaşantınız etmezseniz, (şeytan) size Siyonizm’in büyüsünü musallat eder. Peki, böyle olunca ne olur? Diğerleri gibi (sıradan ve basit) bir eş, bir evlat, bir anne-baba, bir insan olursunuz. Siyonizm sadece (bu haksızlık ve ahlaksızlık kriterlerine göre) normal olmayan (şuurlu, onurlu ve cihat ruhlu) insanlarla uğraşır. “Ee Hocam ne yapacağız da biz bu Siyonizm’in büyüsünden kurtulacağız?” derseeen. Onlar sizinle kıyametinize kadar uğraşacaklar. Siz de kıyametinize kadar birbirinizin imtihan vesilesi, birinizin bir diğerine emaneti olduğunu ve birinizin diğerinizin öbür yarısı olduğunuzu bilerek hareket edeceksiniz. Birbirinize dualar edip, sizi koruyacak ayetlerden birbirinize sürekli okuyacaksınız. Vee her yıpranmışlığın ve dargınlığın ardından ilk adımı atanın kazandığını bilerek hareket edeceksiniz. Eşinizin, kardeşinizin, çocuğunuzun elini muhabbetle tutacak, gözlerine bitmeyecek bir sevgi ve şefkatle bakacaksınız. İşin yükü yine Ahmet (Akgül) de… O da sürekli bu ekibi (şerlerden ve şeytanilerden koruyucu ayetler ve temenniler) okuyacak ve bu ekibin birlik-dirlik ve muhabbeti için dua edip yalvaracak. (Bu nedenle sorumluluğu herkesten ağırdır.) Kendisine selam, muhabbet ve özlemimizi iletin!” buyurdular. Sonra elimden tutup beni kaldırdılar ve: “Şimdi içinde büyüyüp duran öfkeni şeytana üfle, git eşini uyandır. İlk davranan sen ol. Allah bir gün onu senin istediğine seni de onun istediğine kavuşturacak!” buyurdular. Ben: “Peki Aziz Hocam, ben buradan nasıl çıkacağım?” diye sordum. Erbakan Hocam: “İsteyerek, çok isteyerek!” buyurdular. Ben: “Çok istiyorum zaten” dedim. Erbakan Hocam:“Tekrar bak bakalım, yolu bulabilecek misin?” diye sordular. Baktım, labirent olarak beni bunaltan şey, birer tuğla büyüklüğünde basit bir oyuncakmış. Erbakan Hocamamerak ve hayretle baktım. Erbakan Hocam“İşte eğer siz Allah’a layıkıyla inanan ve O’na güvenip rızasını arayan bir topluluk olursanız; Şeytanın ve Siyonist odakların oyun ve planı sizin karşınızda, yine sizin hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan hemen fark edeceğiniz bu tuğla büyüklüğünde olacak ve boşa çıkacak, her labirent kolaylıkla aşılacaktır!” buyurdular. (Daha birçok şey söylediler ama bu kadarını hatırlıyorum) O esnada uyandım.

Te’vili:

• Yaratılış gayemizi ve insan ilişkilerindeki ahlaki prensiplerimizi bu kadar güzel öğreten bir rüya ancak Cenabı Hakk’ın bir kudreti ve inayetidir. Herkes bu hayatta, Kur’an’ın ve Resulüllah’ın öğretileri çerçevesinde imtihan edilmekte ve bu zorlu imtihanını her birimiz tek başına vermektedir. Kocalarımız, hanımlarımız, çocuklarımız, yakınlarımız, dava arkadaşlarımız, üstatlarımız… Hepsi bu imtihanımızda rol alan insanlardır. Elbette bunlara sevgi ve saygıyla yaklaşılacak, ihtiyaç duyulacak ve yardım alınacaktır; ama asla ve haşa bu irtibat bağı, tapınma noktasına varmayacak, “Allah gibi değil, Allah için sevme ve sahiplenme” duygusu ağır basacaktır.

• Erbakan Hocamızdan himmet istenmesi, çağımızda İslam davasının öncüsü olması ve Kur’ani hakikatlere tercümanlık yapması dolayısıyladır ve rüyayı gören kardeşimizin yüksek safiyet, samimiyet ve teslimiyet yansımasıdır.

• Eşimizle, aile fertlerimizle, dava ve hizmet ekibimizle seviyeli ve özverili münasebetler kuramadığımız müddetçe; huzurlu ve başarılı ibadet ve gayret ehli olamayacağımız ve Şeytanın-Siyonist odakların tuzaklarından da kurtulamayacağımız, özellikle uyarılmaktadır. Ve fazla izaha ve yoruma gerek bırakmayacak nitelikteki ikazlardır.

• “Elmuslimüne Kerracülil vahid=Müslüman (gruplar ve topluluklar) tek bir vücut gibidir” mealindeki hadisi şerif uyarınca, biz Milli Çözüm Ekibi olarak, mübarek ve muhteşem İslam bünyesinin sorumlu birer azaları konumundayız. Bizim görevlerimizi aksatmamız, nefsi heves ve hesaplara kapılmamız, dava şuurundan ve insani sorumluluktan uzaklaşmamız; mensubu bulunduğumuz camiamızın da, Aziz halkımızın da, mağdur ve perişan Müslümanların ve tüm mazlum insanların da zararına olacak, aleyhine sonuçlar doğuracak ve şeytanilere fırsat sağlayacaktır.

• Bize ilgi ve iltifat buyrulması ise; sorumluluklarımızın farkında olmamız, nefsi gurur ve çıkar batağına kaymamamız, hayırlı ve yararlı çalışmalardan usanç duymamamız için dolaylı bir uyarıdır.

• Bu rüya; eğer sadece Allah’ın rızasını, İslam’ın hatırını, ve insanlığın rahatını arzulayarak çalışırsak ve sıkıntılara sebatla katlanırsak, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da, asla aşılmaz ve içinden çıkılmaz sanılan labirent misali imtihan zorluklarının, birer basit oyuncak misali kolaylaşıp umulmadık başarılara ulaşılacağının müjdesi ve mesajıdır. İnşirah suresinin fiili ve misali bir izahıdır.

• Milli Çözüm Ekibinin; Şeytani odakların en çok uğraştığı bir sadıklar topluluğu olduğu övgüsü ise, bu şeref ve fazilete layık olmamız; kardeşlerimizi, ülkemizi, milletimizi ve İslam ümmetini kendi nefsi rahatımızdan ve menfaatimizden üstün tutmamız, Hak yolunda asla yılgınlık ve nemelazımcılık duygusuna kapılmadan çalışmamız lüzumuna bir ihtar sayılmalı; benlik, bencillik ve beleşçilik tavırlarından sıyrılmalı, vatanımızın ve bağımsızlığımızın korunması, insanımızın huzura ve mutluluğa kavuşması uğrunda azim ve heyecanla çalışmalı ve sonuçları kesinlikle Allah’a bırakmalıdır.

Her konuda en doğru bilgi Allah’ın katındadır…

Yaradılış sırları ve ruhların rüya seyahatleri:

Milyarlarca çeşit Melaike “Nur” denilen saf enerji tecellisinden, bütün Şeytaniler ve Cinler ise “Nar” denilen bir nevi elektrik cinsinden (dumansız ateşten) yaratıldığı gibi; Ruh ise birçok ayeti kerimede beyan buyrulduğu gibi, Cenabı Hakk’ın nefh etmesi (üfürmesi) şeklinde tezahür eden “Nur”dan daha yüksek bir yaratılış hakikatidir. İnsanruhu, özellikle uykuda iken, bedenden ayrılıp farklı alemlerde gezip dolaşma özelliğine sahiptir.

Bu gezinti esnasında âlemde gördüklerini bazen misaller ve benzetme şekillerle beyne aktarılabilir. İşte rüya bu esnada görülmektedir. Rüyalar görülmeyen alemlerin kapısını aralayan şifreler gibidir. Ölümün küçük kardeşi olan uyku, Rabbimiz tarafından bir “dinlenme vasıtası” olarak lütfedilmiştir. Uykudayken, gün boyu çalışan bütün azalarımız dinlenir. Başta göz, kulak, el, ayak, kemikler, kaslar, sinirler, damarlar, kalb, ruh olmak üzere, bütün zahiri ve batıni duygular, hasseler ve organlar istirahate çekilir. Bu tatil esnasında, yani insanın uykuya dalması sırasında ruhun cesetle irtibatı belli bir ölçüde kesilir.

Rüya kelimesi Arapça menşelidir ve kökü “rü'yet”tir. Genellikle gözle görmek “rü'yet” kelimesiyle ifade edilir. Rüya ise beyinle görmektir; daha doğrusu ruhun gördüklerini beyine aktarmasından sonra hafızada kalan izlerdir. İnsan baş gözüyle sınırlı âlemleri görebilir. Ama ruh ve kalb vasıtasıyla şu madde gözüyle göremediği âlemleri de seyredip sezebilir. Nasıl odamızdaki hava zerrelerinde saklı yüzlerce, binlerce televizyon ve radyo istasyonlarının yayınladıkları görüntüleri ve sesleri ancak görüntüyü ve sesi görünür ve işitilir hale çevirebilen cihazlar vasıtasıyla idrak edebiliyorsak; gözle görülmeyen âlemler de ruh ve kalb vasıtasıyla idrak edilebilir. İşte rüyalar da o görülmeyen ama varlığı imanla bilinen alemlerin hikmetli sırlarına kapı açan işaretlerdir.

Rüya, Hz. Âdem Aleyhisselam zamanından beri varolan, konuşulup yazılan, insanlarca devamlı birbirine aktarılan, üzerinde pek çok ilmî çalışmalar yapılan, hakkında yüzlerce eser yazılan, yüzlerce rüya tâbirnamesi yayınlanan bir “gerçek”tir. Peki rüya nedir? “Rüya gerçeği” ile ilgili bilmemiz gereken “temel gerçekler” nelerdir?

Allahu Azimüşşan’ın, Peygamberliğinin ilk devresinde, sadık rüyalar vasıtasıyla sevgili Resulünü (asm) büyük vazifeye hazırladığı bilinmektedir. O rüyaların ertesi sabah veya birkaç gün sonra aynen tahakkuk etmesi, Peygamberliğin mühim delillerinden birisidir. Kur'an-ı Kerim, ya açık bir şekilde, ya da işârî hikmetlerle rüyaya yer vermiştir. Rüya ile ilgili ayet-i kerimelerden bazıları şöyledir:

Yunus Suresi 64: “Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlar içindir. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Bu fevz-ü azim’dir.)”Peygamber Efendimiz (asm), bu ayetteki “müjde”den muradın “Müslümanın gördüğü sadık rüya” olduğunu beyan etmişlerdir. (Tirmizi, Rüya: 3)

Kur’an-ı Kerim’de Rüya ile ilgili diğer ayetlerin meali şöyledir:

Enfal Suresi 43. Ayet: “Hani Allah, onları (düşman ordularını) sana uykunda (sayıca) az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten yılgınlığa kapılacaktınız ve (cihatla ilgili) iş konusunda gerçekten çekişmeye başlayacaktınız. Ancak Allah (Mü’min mücahitlere) esenlik (kurtuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sinelerin özünde saklı duranı Bilendir.”

Yusuf Suresi 4. Ayet: “Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla, Güneşi ve Ayı gördüm; (hepsini) bana secde etmektelerken gördüm” demişti.”

Yusuf Suresi 5. Ayet: “(Babası): “Yavrucuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa (haset damarıyla) sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır” diye (uyarıvermişti). Not: (Hz. Yakub oğlu Yusuf'a, kıskançlıktan dolayı kendisine tuzak kurmaya kalkışacak üvey kardeşleri olmasına rağmen, onların şahıslarına değil, kendilerini azdıran şeytana ve yanlış tavırlarına düşman olmak gerektiğini hatırlatıp, bizlere İslami ve insani bir yaklaşım tarzı öğretmiştir.)”

Yusuf Suresi 36. Ayet: “Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Onlardan biri: “Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm” dedi. Öbürü ise: “Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi” demişti. “Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, muhsinlerden (iyilik sahibi ve dini gayret ehli kimselerden) görmekteyiz” (diye Yusuf’tan rica etmişlerdi).”

Yusuf Suresi 41. Ayet: “Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek (saraya özel hizmetçi olarak girecek), diğeri ise asılacak, kuş onun başından yiyecek. Böylece hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (böyledir ve Ezeli kaderde her şey artık) olup bitmiştir.”

Yusuf Suresi 43. Ayet: “Hükümdar: “Ben (rüyamda) yedi besili inek görüyorum, onları yedi zayıf inek yiyor; bir de yedi yeşil başak(la beraber) ve diğerleri ise kupkuru (yedi başak daha görüyorum). Ey önde gelen (kâhin-bilginler,) eğer rüya tabir ediyorsanız benim bu rüyamı çözüverin” demişti.”

Yusuf Suresi 44. Ayet: “Onlar da, “Bu gördükleriniz karmakarışık rüyalardır. Biz böyle karışık rüyaların tevil ve tabirini bilemeyiz” diyerek (acizliklerini itiraf etmişlerdi).”

 

 

Yusuf Suresi 46. Ayet: “(Oradan zindana gidip:) “Yusuf, ey doğru (sözlü insan)! Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yemesi ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (yedi başakla ilgili rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle ve isabetli tevillerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını ve senin faziletli farkını) öğrenmiş olurlar” (ricasını iletmişti).”
 

Yusuf Suresi 100. Ayet: “Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; (hepsi) ona (hürmet) için secdeye kapandılar. Dedi ki: “Ey babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten O (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.”
 

Yusuf Suresi 101. Ayet: “(Ve Hz. Yusuf):  “Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkânını) verdin, sözlerin (ve düşlerin) yorumundan (bir bilgi) öğrettin (“ehadis”in = konuşulanların, rüyaların ve olayların yorumunu ilham ettin). Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat” (duasını etmişti).”

Enbiya Suresi 5. Ayet: “Fakat onlar: “(Bunlar) Karmakarışık düşlerdir; belki, onu kendisi uyduruvermiştir; veya o bir şairdir; böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir ayet (mucize) getirsin (de görelim)” demişlerdi.”

Saffat Suresi 102. Ayet: “(Çocuk) Onun yanında koşma (ve hafiften iş tutma) çağına eriştiğinde (Hz. İbrahim oğluna) “yavrucuğum,” dedi. “Ben rüyamda seni boğazlayıp (kurban ettiğimi görüyorum, şimdi bak düşün); görüşün nedir? (söyle!)” Dedi ki (Oğlu İsmail): “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.”

Saffat Suresi 105. Ayet: “Gerçekten Sen, rüyana sadakat gösterdin (Allah’a va’dini yerine getirdin). Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz” dedik.”

Fetih Suresi 27. Ayet: “Yemin olsun ki Allah, Resulû’nün (Hudeybiye seferi öncesi, ashabıyla birlikte Beytullah’ı ziyaret ettiklerini müjdeleyen) rüyasını doğru çıkardı. Ve Allah’ın izniyle huzur ve emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkusuz ve kaygısız bir şekilde Mescidi Haram’a mutlaka gireceksiniz (buyurduğu vaadini tamamladı. Resulûllah’ın rüyasının gerçekleşmesi biraz gecikti ise, bunun da pek çok hikmetleri vardı.) Allah sizin bilmediklerinizi de bilir. İşte bakın bundan önce size yakın bir fetih vermiş, (sonu çok hayırlı ve hikmetli olacak Hudeybiye Barışını ve Hayber zaferini lütfetmiştir).”

Rüya ile ilgili Hadisi Şerifler:

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Zaman yaklaşınca (kıyamet öncesi fitne asrında), mü'minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek (derecede önem kazanacaktır). Esasen mü'minin rüyası, Peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür.” Buharî'nin rivayetinde şu ziyade var: “Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz.”[1]

Ebu Katâde (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işitmiştir: “Rüya Allah'tandır. Hulm (sıkıntılı rüya) şeytandandır. Öyle ise, sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya (hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah’a istiâze etsin (sığınsın). (Böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar edemiyecektir.”[2]

Buhârî'nin bir rivayetinde Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur: “Beni rüyada gören, gerçekten Beni görmüştür, çünkü şeytan Benim suretime giremez.”[3]

Ebu Rezîn el-Ukeylî Lakît İbnu Amir İbni Sabire (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü'minin rüyası, nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında (takılı vaziyette) durur. Anlatılacak (ve yorumlanacak) olursa hemen düşer (hakikati zuhura gelir).”[4]

Tirmizî'de Ebu Saîd'den şu rivayet kaydedilmiştir: “En sadık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır.”[5]

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulüllah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demişti: “Benden sonra, peygamberlikten sâdece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!” Yanındakiler sordu: “Mübeşşirât da nedir`? “Efendimiz (SAV): “Sâlih rüyadırl” diye cevap verdi.” Muvatta'nın rivayetinde şu ziyade var: “Sâlih rüyayı sâlih kişi görür veya ona gösterilir.”[6] Rüya’nın manevi işaret ve beşaret (müjde ve mesaj) alma aracı olduğu konusundaki önemi, Hz. Peygamber Efendimizin; bazı girişimlerin yararlı mı zararlı mı olduğunu anlamak için rüya görmek üzere istihare namazını ümmetine tavsiye etmesidir. 

Rüyaların Hakikati ve mesajı

“Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız (için güneş sistemini ve gezegenleri böyle mükemmel yaratıp yürütmesi) O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz (düşünüp) duyabilen bir kavim için gerçekten bundaki ayetler ve ibretler açıktır.” (Rum: 23)

Uyku, Allah’ın insana lütfettiği en büyük nimetlerden biridir. Cenabı-ı Hakk’ın ulûhiyetine ve vahdaniyetine delâlet ettiği için “O’nun ayetlerinden biri” diye nitelendirilmiştir. Ayet-i kerimede uyku rızık aramaktan önce zikredilmiştir; çünkü çalışıp çabalamak için dinlenmeye ihtiyaç hissedilir. Uyku, yerini başka hiçbir şeyin tutmayacağı bir dinlenme vaktidir. Ayrıca uyku hali insanın şuurunun ve idrakinin gittiği adeta bir ölüm halidir. Ancak Allah’ın bir lütfu olarak zihnin faaliyeti uykuda iken de devam etmektedir. Uykunun ne büyük bir nimet olduğunu uykusuz kalanlar bilir. Uyku, insanın hem zihni hem de fiziki yorgunluğunu giderir. Uyandığı zaman şuur ve idrak daha canlı bir şekilde sanki hiç gitmemiş gibi geri gelir. Vücut dinlenmiş olduğu için ibadet yapma ve çalışma azmi insanda yeniden canlanıverir. Rüya da uyku haline has bir hususiyet olup pek çok hikmetleri içerir. Bunların bazılarına yukarıdaki hadisleri açıklarken işaret edilmiştir.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim, dedi: –“Ümmete, nübüvvetten sonra sadece mübeşşirât kalmıştır”. Ashâb: –Mübeşşirât nedir? diye sorunca, Resûl-i Ekrem: –“Sâlih rüyadır” buyurdu.[7]

Peygamber Efendimiz kendisinin vefatından sonra nübüvvet alâmetlerinin sona ereceğini, artık başka Peygamber de gelmeyeceğini birçok defa ve çeşitli vesilelerle ashabına ve ümmete açıkça bildirmiştir. Kur’an’ı Kerim’de Hz. Peygamber’in hâtemü’l-enbiyâ yani son Peygamber olduğunu kesin bir şekilde ifade etmiştir. (Ahzâb Suresi: 40). Nübüvvetin en önemli özelliklerinden biri, Allah Teâlâ’nın Peygamberlerine vahiy göndermesidir. Son Peygamber Hz. Muhammed’in (SAV) ebedi âleme intikaliyle vahiy de sona ermiştir. Bundan sonra kendisine vahiy geldiğini söyleyen hiç kimsenin sözüne itibar edilmeyecektir.

Müslim’in İbni Abbas’tan gelen rivayetinde, Efendimiz’in bu sözü son hastalığı sırasında, evinin perdesini açarak, Ashâb-ı Kirâm Ebû Bekir’in arkasında namaz kılmak üzere saf tutmuş vaziyetteyken söylediği belirtilir. Hz. Âişe’den gelen bir rivayete göre ise:“Benden sonra size sadece mübeşşirât kalıyor” buyurdukları bilinmektedir. (Mâlik İbni Enes, Muvatta, Rü’yâ 2-3).

Hadiste geçen mübeşşirât, “tebşîr” masdarından türemiş olan “mübeşşire” kelimesinin çoğul şeklidir. Tebşîr, muhâtabın gönlüne rahatlık ve sevinç koymaktır ki, dilimizde müjde vermek diye ifade edilir. Bu sebeple ihlâs sahibi mü’minlerin gönülleri rüyalarla ilâhî müjdelere ve telkinlere açık hale gelir. Ebü’d-Derdâ’dan rivayet edilen bir hadise göre, o Peygamberimiz’e “Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlara!” (Yûnus sûresi, 64) ayetinin mahiyetini sormuş, Efendimiz de: “Müslümanın gördüğü veya kendisine gösterilen saf rüyadır” cevabını vermişlerdir. (Tirmizî, Rü’yâ 3). Dârimî’nin bir rivayetinde aynı soruyu sorup benzer cevabı alan bir başka Sahâbînin Ubâde İbni Sâmit olduğundan bahsedilir (Dârimî, Rü’yâ 1).

Saf ve sâlih rüyadan maksat, mutlaka gerçekleşmesi beklenen ve sanki kesin bilgi gibi gözlenen rüya değil, hâle muvafık görülen, müjdeleyip ümit ve gayrete getiren, görüntülerdir. Sâdık bir rüya bazı kere elem verici olabilir. Elem arzu edilen bir şey olmadığı için, muhataba müjde teşkil etmesi söz konusu değildir. Ama iyi olsun kötü olsun, Arapça’da her doğru habere müjde adı verilir. Kur’an’da cennetle müjdelenmek kadar cehennemle müjdelenmekten de bahsedilir. Bu adlandırış haberi duyan kişinin yüzünün değişmesi sebebiyledir. Fakat bizim geleneğimizde müjdenin iyi haber için kullanılması o kadar yaygındır ki, bu durum onun sadece iyi ve güzel haberlere has olduğu kanaatini yerleştirmiştir. Oysa içinde korku olan bazı rüyalar insan için bir uyarı niteliği taşıyabilir. Nitekim gördüğü rüyalar sebebiyle kötü ve günahkâr halini terk eden, tövbe kapısına yönelen insanlar hiç de az değildir. Sâlih ve saf rüyanın Müslümana has olması, Müslümanın doğru rüya görme hususundaki hâlinin Resûl-i Ekrem’in haline uyması sebebiyledir. Bilindiği gibi Efendimiz’in nübüvveti, sâlih ve sadık rüyalarla başlamıştı. Rüyasında her gördüğü aynen çıkardı. Bu hal altı ay sürmüştü ve Peygamberimizin bilgi ve teselli kaynağıydı. İşte bu nedenle Peygamberimiz birçok Sahâbînin rivayet ettiği bir hadise göre mü’minin sadık rüyasını nübüvvetin kırk altı bölümünden biri saymıştır.

Bu hadisten çıkardıklarımız:

1. Resûl-i Ekrem Efendimiz son peygamber olup, ondan sonra peygamber gelmeyecek, hiç kimseye vahiy de gönderilmeyecektir.

2. Mübeşşirât, sâlih ve saf rüya demek olup nübüvvetten sonra ümmete kalan önemli bir özellik ve müjdedir.

3. Sâlih ve sâdık rüya, hayır ve arzu edilen şeyin görülmesi anlamında değildir; rüyada görülen elem verici bir şey de olabilir, önemli olan bunların eğitici ve öğretici mahiyetidir.

4. Ancak ve mutlaka bilinmelidir ki; Rüyalar Dini bir delil, ve herkesi uymaya mecbur eden kesin bilgi değildir. Çünkü İslam Dini kemale erdirilmiş ve her şey Kur’an’ın ve Resulüllah’ın diliyle bu ümmete bildirilmiştir. Bu nedenle sarih ayetlere, sahih hadislere ve icma-ı ümmete ters düşen hiçbir rüya salih ve sadık değildir.

Ancak rüyaları hepten önemsiz ve geçersiz saymak da en azından Kur’an’a ve Resulüllah’a saygısızlıktır. Çünkü tarih boyunca her dönemde ve her medeniyette, yani geçmişten günümüze kadar rüya olgusu insanlar için özel bir önem taşımıştır. İnsanlar gördükleri rüyaların anlamlarını hep merak edip durmuşlardır. Rüyaların, sadece insanların geçmiş yaşamları için değil, gelecekleri hakkında da çeşitli işaretler verme konusunda haberci ve ikaz edici nitelikleri de bulunmaktadır. Günümüzde on binlerce insan rüyalarının ne anlama geldiğini öğrenmek için internetteki rüya tabiri sitelerine başvurmaktadır. Her geçen gün bu halka genişlediği için de daha önce bedava rüya tabiri yapan pek çok site bu işi üyelik yöntemi ile paralıya çevirmiş yani bir istismar aracı haline getirmiş durumdadır. Kitapçılarda ise rüya tabiri kitapları her zaman alıcı bulmaktadır.

Diğer taraftan Tasavvufçular (Sufiler) rüyayı özellikle seyru süluk sırasında manevi işaret ve beşaret yollarından biri olarak saymış ve görülen rüyalardan manevî terakkiye deliller çıkarmaya çalışmışlardır. Nitekim Kuşeyrî Risalesi, et-Taarruf, İhyâ gibi tasavvuf klasiklerinde, rüya için özel bölümler açılmıştır. Rüya, sufiler için bir ikaz ve irşat kaynağı olmuş, İbn-i Arabî ve İsmail Hakkı Bursevi gibi bazı sufiler hadislerin rüya yoluyla bazı hikmetlerin alınabileceğine kail olmuşlardır. Bazı tarikat ve gruplar da varlık amaçlarını sadece rüyalara dayandırmışlardır ki bu bir safsata ve sapkınlıktır.

Rüyanın aslı ve kısımları

Rüya kelimesi bilindiği üzere Arapça bir kelimedir. “Rüya, “Ra-E-Ye” fiil kökünden “Fa’la” kalıbında bir mastar olup uykuda bir şeyi görmek demektir. İsim olarak da uykuda görülen şey manasına gelir. Âlimler, rûhî bir hâdise olduğu için, rüyanın tanımında ihtilaf etmişlerdir. Bu bakımdan, rüyanın birçok ilmî disiplin açısından tanımı yapılagelmiştir. Örneğin; İbn-i Haldun rüya’yı: “Ruhani bir şey olup uykuda iken insani olan ruhun, manalar âlemine dalması sonunda gaibten kendisine akseden varlıkların şekil ve suretini bir anda görmesinden ibarettir” şeklinde tarif etmiştir. İsmail Köksal’ın rüyalarla ilgili çalışmasında rüya, “Misal âlemindeki kaderle alâkalı levhaların, aynen veya değişik yansımalar halinde uyku halinde ruhumuza aksetmesidir” diye belirtmiştir.

İnsan ruhunun bu yaşadığımız âlemle ilişkisi olduğu gibi, daha yüce âlemlerle de ilişkisi vardır; zaten bu kabiliyette yaratılmıştır. İnsan ruhu yüce âlemle ilişkisini arttırmaya çalışırsa, birçok şeylere muttali olabilecek kapasitede bulunmaktadır. Bu ise bedeni ihtiyaçların sarıp sarmaladığı insan için çok zor ulaşılacak konulardır. Uykuda ruh, beden ile ilgisini en aza indirdiğinden kısmen de olsa serbest kalmakta, kendi aslî âlemiyle, yani ruhlar âlemiyle irtibata başlamaktadır. Âlem-i melekûtta, geçmiş, hal ve gelecekle ilgili bilgiler kayıtlıdır. Bu bilgilerden ruh kendisi ile ilgili olanlarını alır. Bu aldıkları bilgileri hayal dünyasına gönderip, mütehayyile bu görüntüleri uygun bir kalıba dökerek, hissi müştereğe yani insanlar için ortak olan hislere dönüştürmüş olmaktadır. Böylece rüya hakikati ortaya çıkmaktadır.

Rüyayı, batılı bilginlerin “gün içinde karşılaştığımız olayların bilinçaltında büründüğü hal” olarak tanımlamasına karşılık İslam alimleri, bu görüşe katılmakla beraber, rüyayı daha çok bir ilahi ve uyarıcı mesaj olarak görmüş ve yorumlamışlardır. İslam’a göre ise rüya görme, insan nefsinin, kendi iç dünyasında, bir an için olayların hakikatinin suretlerini mütalaa etmesi olarak değerlendirilebilir. Konuyla ilgili olarak Allame İbn-i Kesir,“Şüphesiz ki nefs, ruhani olduğu zaman (manevi bir hale geldiği vakit) olayların suretleri onda bilfiil mevcut hale gelir”[8]  demektedir. İslâm’ın iki aslî kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’te rüya konusuna sıklıkla değinilir. Kur’ân-ı Kerîm’de; Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Mısır hükümdarının gördüğü rüyalardan söz edilmekte (Yusuf 12/5, 43, 100; el-İsrâ 17/60; es-Sâffât 37/105), Hz. Peygamber’in gördüğü bir rüyanın Yüce Allah tarafından doğru çıkarıldığı belirtilmektedir. (Feth 48/27).

Hadislerde Resulüllah’ın (SAV) rüyaları üç guruba ayırdığı ifade edilmektedir. Bunlar da; Allah tarafından ilham edilen sadık rüyalar, şeytanın vesvese ve korkutmalarından doğan ahlâm ve bir de nefsin hayal ve kuruntuları şeklinde vukua gelen rüyalardan ibarettir.[9] Nitekim bir hadisinde Hz. Peygamberimiz “Rüyası en doğru olanınız, en doğru sözlü olanınızdır”[10] buyurarak rüyada görülenlerin kalp temizliği ile doğru orantılı olarak gerçeğe dönüştüğünü açıklamıştır.

Yukarıda da değindik sadık rüyayı Hz. Peygamber, (SAV) nübüvvetin kırk altı cüzünden biri olarak belirtmiştir. Bu hadisi İmam Zebidî şöyle şerh etmiştir: “Sadık rüya, işaret ve isabet itibariyle Peygamberliğin kırk altı parçasından birine denktir. Resul-i Ekrem’e rüya-i saliha ve sadıka suretiyle vahiy, altı ay devam etmiştir. Peygamberimizin nübüvvet ve risalet hayatı yirmi üç sene devam ettiğine göre, rüya tarikiyle vahiy müddeti, nübüvvetleri zamanının kırk altı cüzünden bir cüzüne denktir. Bu cihetle salih mü’minin Kur’an ahkamına ve İslam ahlakına uygun gördüğü rüya, müjde ve mesaj itibariyle nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzüne muvafık olur demektir. Yalnız buradan, sadık rüyanın Peygamberliğin bir parçası olarak kaldığı, peygamberlik kadar kuvvetli bir mahiyet taşıdığı neticesi çıkarılmaya asla yeltenmemelidir. Aksi takdirde sadık rüyayı vahiy ve nass derecesine çıkarmış oluruz ki, bu çok tehlikelidir.

Allame İbn-i Kesir de: “Sadık rüyaların doğruluğuna delalet ve sıhhatine şehadet eden birtakım deliller bulunmaktadır. Öyle ki, rüya gören şahıs uyku sırasında (bu deliller ve işaretler vasıtasıyla) Allah tarafından kendisine bir müjdenin verildiğini hissedip anlamaktadır: Birinci alâmet, rüya görenin derhal uyanmasıdır. Diğer bir alâmet bu idrakin devamlı ve sabit olmasıdır. Çünkü bu rüya bütün teferruatıyla hafızasına nakşedilmiş olmaktadır. Hiçbir şekilde yanılma ve unutma hali onu kuşatmamaktadır. Bu Allah’ın özel bir ikramıdır. Şayet bir rüya, uykudan uyandıktan sonra ancak düşünülerek ve üzerinde durularak hatırlanabiliyor ve hatırlanınca da birçok tafsilatı unutuluyorsa o çeşit rüya aslı olmayan ahlam (karışık) denilen rüyalardandır.”

Bir de Sadık rüya ile bağlantılı yakaza terimi hakkında bilgi verelim: “Uyanıklık anlamına gelen yakaza, bazı kişilerin uyku ile uyanıklık arasında veya doğrudan uyanıkken, rüyay-ı sadıka türü bazı olaylara şahit olmasıdır. Bu hale daha çok riyazet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran şahıslar ulaşır. Böyle bir durum, uyumadan geçekleştiği için rüyadan farklıdır. Bilinen maddi âlemin şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömer’in cemaat önünde hutbe verirken komutanı Sâriye’ye “Dağa, dağa!…”[11] diyerek, harp anında önemli bir taktik vermesi örnek olarak anlatılır. Değerlendirme açısından yakaza, sadık rüya kapsamındadır.”[12]

Bazı tasavvuf ehli, rüyayı ilham ve işaret alma yollarından saymışlardır. Bu konudaErzurumlu İbrahim Hakkı şöyle buyurmaktadır: “Kalp ve ruh temizliği içinde uykuya dalan bir kimsenin ruhu, bedeni terk ederek âlem-i melekût’a kadar yükselebildiğinde akl-ı evvel ile karşılaşır ve ruhlar âleminin idrak melekesi ve vasıtası olan bu akl-ı evvel ile maddi olaylar dünyası ile sırf ruhlar dünyası arasında bir dünya olan ve bütün varlık ve olayların kendisinde yaşadığı Berzah âlemini idrak edebilir ve bu şekildeki bir idrakle insan ruhu idrakinin konusu olan varlık veya olay hakkında bazı bilgi ve beşaretlere ulaşılabilir.”[13]

İbn-i Hazm bu iddia karşısında der ki: “Peygamberlerin rüyaları dışında herhangi bir konuda bir kişinin rüyası ile (dini ve sosyal alanda) hüküm vermek kesinlikle caiz sayılmamıştır. Çünkü rüya, (zannî bir işaret olması sebebiyle) asla kaynak ve dayanak olamayacaktır. Rüyanın doğru olup olmadığını tespit etmek de imkânsızdır. Rüyalarda bazen zıddı ile kıyas vardır. Dinde ise kıyas, benzeri ile yapılır. Bu sebeple rüyalarla dini hükümler çıkarılamaz, dini hayat rüya üzerine kurulamaz, bu hakikatlere aykırıdır.[14]

Kendisi de tasavvuf erbabı olan Said Havva (rh.a.) der ki: “Mutasavvıflar bazen rüyaya göre, Allahu Teala’nın şeriatına ve onun hükümlerine aykırı hükümler çıkarmaktadır. Sofuların bu rüyaya dayanarak alakasız hükümlere vardığına ve buna göre bir tavır aldığına rastlanır. Mesela rüyaya dayanarak bazıları bir kâfir’e bağlılığını açıklamaktadır.[15] Oysa İslami hakikatlere düşman kafirlere ve Kur’ani hükümleri gereksiz sayıp dışlayan hainlere dostluk ve taraftarlık kesinlikle haramdır. Nasslar bunu kesinlikle yasaklamıştır. Mesela günümüzden bir örnek: “(Bir arkadaşı rüyasında Hz. Peygamberimizi görmüş ve o şarlatana demiş) Akşam rüyamda Efendimizi gördüm: Size selam söyledi ve“Evlendiği gün ölür ve cenazesine de gelmem” iddiaları hem Dinimize aykırıdır, hem de riyakarlık ve sahtekârlıktır.[16]

 

 


[1] Buharî, Ta'bir 26; Müslim, Rüya 8, (2263); Tirmizî, Rüya 1, (2271); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5019).

[2] Buharî Tıbb 39, Bed'ü'l-Halk 11, Tà'bir 3, 4, 10,14, 46; Müslim, Rüya 5, (2262); Muvatta 1, (2, 957); Tirmizî, Rüya 4, (2288); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5021).

[3] Buharî, Tabir 2, 10; Müslim, Rüya 10; (2266); Muvatta, Rüya 1, (2, 956).

[4] Tirmizî, Rü'ya 6, (2279, 2280); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5020).

[5] Tirmizî, Rü'ya 3, (2275).

[6] Buharî, Tabir, 5; Muvatta, Rüya 3, (2, 957); Ebu Davud, Edeb 96,(5017).

[7] Buhârî, Ta’bîr 5. Ayrıca bk. Müslim, Salât 207-208; Ebû Dâvûd, Salât 143; Tirmizî, Rü’yâ 2; Nesâî, Tatbîk 9; İbni Mâce, Rü’yâ 1

[8] İbn-i Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, s.4080, (Çev. Bekir Karlığa- Bedrettin Çetiner). İstanbul, Çağrı Yayınları,1985

[9] Buhârî, Talih-, 26; Müslim, Ru’yâ, 6

[10] Müslim, Rüya 6

[11] İsmail Köksal, Rüyaların Fıkhi Boyutu, s.50

[12] Bak: Muhammed İmamoğlu – 11 Ekim 2011

[13] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, s.99-100, Kitap San. Yay., İstanbul,1984,

[14] İbn-i Hazm, El-İhkam, Kahire, c.4,s407, h.1404,m.1984

[15] Said Havva, Ruh Terbiyemiz, s.313-314 ,Kayıhan Yay.,İstanbul,1989

[16] Fethullah Gülen, Küçük Dünyam, Zaman Gazetesi, 12.3.1992



















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi