RESMİ DİLİMİZ TÜRKÇEYİ DOĞRU VE GÜZEL
KONUŞMAK
Dil; duygu ve düşüncelerimizi, bilgi ve becerilerimizi, ümit ve hayallerimizi, plan ve projelerimizi, strateji ve hedeflerimizi, arzu ve isteklerimizi başkalarına anlatıp aktarmanın ve iletişim kurmanın en önemli öğesidir. Yazı bile, dilin sembollerle ifade edilen şeklidir. Konuşma ve duygularımızı paylaşma aracı olan DİL, Yüce Yaratıcının insanlara bahşettiği en önemli fazilet ve meziyetlerin başında gelir. Konuşulan dilleri insanlar kendileri tasarlayıp meydana getirmiş değildir. Farklı kavimlerin yaşadıkları coğrafi şartlara uygun değişik renk ve biçimlerde yaratılmaları gibi ayrı ayrı DİLleri onlara ilham eden de yine Rabbimizdir ve bu Allahın hikmet ve ibret ayetlerinden birisidir. (Bak: Rum 22. ayet) Evet, insanlara, dil icat etmekten ziyade, kendi dillerini geliştirmek, sistemleştirmek, devlet ve medeniyet dili haline getirmek fırsatı verilmiştir.
(Allah) İnsanı halk etmiş ve ona beyanı (iletişim kurmayı ve duygularını başkalarına anlatmayı) öğretmiştir. (Rahman Suresi 4. ayet)
Biz hiçbir Elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara (ilahi gerçekleri ve insani görevlerini) apaçık beyan edip (anlatabilsin) (İbrahim Suresi: 4) ayeti de, her ülkede gerekli ve geçerli olan resmi dili çok güzel ve düzgün konuşmak lüzumuna işaret etmektedir.
Asla unutulmasın ki, bir toplumu millet yapan ve birbirine bağlayıp güçlü, onurlu ve huzurlu kılan öğelerin en önemli ilk ikisi; DİN birliği ile DİL birliğidir. Dil insanlık tarihiyle birlikte meydana gelmiş ve devam etmiş tabii bir ihtiyacın eseri ve öğesidir. Bu nedenle, dillerin yozlaşması, bozulması ve kısırlaşması, toplumun kültür seviyesini düşürecek ve medeniyet sürecini körletecektir. Çünkü insanlar, ancak konuşup yazabildikleri DİL seviyesinde düşünce ve çözüm üretebilecektir. Başkalarıyla doğru ve doyurucu iletişim kurabilmeleri de, yine ancak konuşup yazabildikleri dilin zenginliği ve güzelliği sayesindedir. Dil sadece iletişimin değil, başkalarını olumlu biçimde etkilemenin ve yönlendirmenin de en önemli aracı olma özelliğine sahiptir.
Türkçeyi güzel ve doğru konuşmanın önemi:
Türkçemiz, aynı zamanda binlerce yıllık inanç ve kültür değerlerimizin ve medeniyet birikimlerimizin kodlarını ve şifrelerini özünde taşıyan kelime hazinemiz ve ortak zihnimizdir. Dil, bilgisayar gibi sadece bilgilerin yüklendiği bir depo değil, aynı zamanda yeni bilgilerin ve düşüncelerin üretildiği, eski bilgilerin tazelenip güncel ihtiyaç ve amaçlara uygun sentezlendiği bir ifade ve iletişim sistemidir. Yani insanın kelime hazinesi ve Türkçeye hâkimiyeti, onun düşünce ve değerlendirme seviyesinin de göstergesidir. Ama bugün maalesef üniversite mezunları bile Atatürkün Nutkunu anlayamaz ve dedesinin hatıralarını okuyamaz hale getirilmiştir. Gerekli ve yeterli bilgi üretmenin ve yeni beceriler ve keşifler geliştirmenin vazgeçilmez iki unsuru: zengin bir dil hazinesi ve bağımsız düşünme, zihnetme ve mantık yürütme yeteneğidir.
Bunun için de:
a) Anadilimizi geçmişte konuşulan ve yazılan şekliyle (Osmanlıca kelimelerle) bugünkü Türkçemize yerleşen yeni sözcüklerle birlikte öğrenme gayreti gütmek
b) Türkçe karşılığı bulunan veya uzun zaman içinde Türkçeleşmiş sayılan kelime ve deyimler varken, yabancı ve özellikle İngilizce sözcüklere asla tenezzül etmemek
c) Türkçemizi, dil bilgisi kurallarına uygun ve düzgün konuşmaya özen göstermek
d) Ve özellikle, hem de ivedilik (öncelik)le, mahalli şiveleri ve bölgesel lehçeleri kesinlikle terk etmek gerekir.
Çünkü:
1) Mahalli şiveler ve bölgesel lehçelerle, duygu ve düşüncelerimizi ifade etme imkânı kısıtlı hale gelmekte, dolayısıyla beynimiz kısır bir iletişime mahkûm edilmektedir.
2) Türkçemizi mahalli şivelerle konuşmak, ortak iletişim aracımız ve Milli kaynaşma kaynağımız olan dilimizi birbirimize yabancılaştırmakta ve maalesef Batılı Doğuluyla, Akdenizli Karadenizli ile anlaşamaz duruma gelmektedir.
3) Bölgesel şive ve lehçeler, dış güçler tarafından bir ayrışma vesilesi olarak teşvik edilmektedir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgemizdeki Kürt kökenli kardeşlerimiz Türkçeyi kendilerine özgü bir şiveyle konuşarak, bu lehçeyi PKKnın ve sivil uzantılarının bir parolası ve birbirini tanıma vasıtası gibi kullanma eğilimindedir.
4) Filmlerde, dizilerde, tiyatro sahnelerinde, hatta kitap ve gazete dilinde, Doğu şivesi, Karadeniz şivesi, Ege şivesi, Trakya şivesi, İç Anadolu şivesi, Elazığ-Erzurum lehçesi sürekli ve sistemli şekilde gündeme getirilmek suretiyle, hatta daha da ileri giderek Kürtçenin, Laz dilinin, Çerkezcenin resmi eğitim dili olması talepleriyle ve masumane bir insan hakkı görüntüsüyle, Milli birlik ve dirliğimiz dinamitlenmek istenmektedir.
5) Bu tehlikeyi frenleyip önlemek üzere:
a) Aile fertleri olarak: kendi aramızda Türkçeyi İstanbul şivesiyle ve doğru şekilde konuşma ve mahalli şiveleri bırakmaya özel bir dikkat gösterilmelidir. Çocuklarınıza bırakılacak en güzel miras onlara dilimizi güzelce öğretmektir.
b) Resmi ve özel eğitim birimleri olarak: öğretmenler ve okul yöneticileri ilk, orta ve lise seviyesindeki öğrencilerimizin, Türkçeyi kesinlikle İstanbul şivesiyle konuşmaları ve yerel lehçeleri mutlaka bırakmaları konusunda rehberlik etmeli ve bu maksatla çok özel kampanyalar yürütmelidir.
c) Özel ve resmi radyo ve TVler olarak: yerel ve bozuk şivelerle sunum yapma, tartışma açma, fıkra ve güldürü sanatında kullanma girişimlerini, çok gerekli olmadıkça yer vermemeli, güzel ve etkili Türkçe konuşmayı özendirmelidir.
d) Devlet ve hükümet yetkilileri olarak: Kürtçe gibi, isteyenlerin anadilini rahatlıkla öğrenme, geliştirme, yerel TV ve radyolarda kullanabilme imkânları sağlamak ve bu temel insan hakkına saygı duyulmak yanında, Türkçeyi İstanbul şivesiyle ve yazıldığı şekliyle öğretmek ve bunu yaygın hale getirmek üzere, kaba ve bozuk mahalli lehçelerin tedricen terk edilmesi konusunda, etkin projeler üretmeli ve bunu Milli bir devlet politikası haline getirmelidir.
Resmi ve ortak dilin, en güzel şiveyle ve en etkin biçimde kullanılması, Kuranın da emridir.
Rabbimiz, Nisa suresi 63. ayetinde:
(Ey Elçim) Sen onlara vaaz ve nasihatle öğüt ver ve onların içlerini (nefislerini ve gönüllerini) etkileyecek beliğ (açık, anlaşılır ve vicdanlarda iz bırakır) şekilde düzgün ve güzel söz söyle ayeti ortak dilimizi en doğru şekilde kullanmayı emretmektedir.
Büyük İslam halifesi Hz. Ömerin bu ayete dayanarak Arapçayı bozuk şivelerle konuşanları ve ortak iletişim vasıtasını yozlaştırma çabalarını yasakladığı, uymayanları cezalandırdığı ve bu amaçla özel bir kampanya başlattığı rivayet edilmektedir.
(Hz. Musa) Dedi ki: Rabbim, göğsümü aç (gönlümü ferahlandır ve ilmimi arttır)
(Zalim yöneticilere ve gafil halk kesimlerine karşı iman ve ahlak esaslarını tebliğ etme sorumluluğumda) işimi kolaylaştır
Dilimden düğümü çöz (güzel ve etkili konuşma becerisi kazandır)
Ki (insanlar) söyleyeceklerimi (kolaylıkla) kavrasın (ve iletişimde bir sıkıntı yaşanmasın) (Taha Suresi: 25-26-27-28) ayetleri de gayet açık ve nettir.
Doğru kullanılan ortak ve resmi dil; yüksek edebiyat ve medeniyetin kilidi yerindedir
Dil, düşüncenin, fikir ve zikir ikliminin ana rahmi gibidir. Hikmet ve hakikat rehberi yüksek düşünceler, örnek ve orijinal projeler, ancak, doğru, zengin ve doyurucu bir anadil ikliminde ve zemininde çiçek açabilir. Biz, eğer bilimi ve düşünce sistemini TÜRKÇE üretip, TÜRKÇE ifade edemiyorsak, biz o bilgi ve becerinin gerçek sahipleri değiliz demektir. Bir insanın yabancı ve yaygın İngilizce gibi dilleri öğrenmesi, elbette onun ufuklarını ve dünyaya ulaşma imkânlarını genişletecektir. Ve hele Yüce Dinimizin temel kaynağı olan Kuran lisanının (Arapçayı) bilmek, insanın olgun düşünme ve değerlendirme yeteneğini oldukça derinleştirecektir. Ancak bir başka dili doğru anlamanın ilk şartı, kendi anadilini düzgün ve özgün öğrenmektir.
Dil sistemi ve özellikle Türkçemiz; karşıtlık (zıtlık) ilkesi üzerine şekillenir. Ünlüler ünsüzlerle, eş anlamlı kelimeler zıt anlamlı sözcüklerle bir karşıtlık (zıtlık) düzeni içinde konuşma ve anlaşma dili haline gelir. Bunların en önemli gereği ise, sözcükleri seçme ve sıraya dizme eksenidir.
Bir dili kullanırken sözcükleri, dil bilgisinden bildiğimiz bir düzende “özne, tümleç, nesne, yüklem” düzeninde sıralamak gerekir. Buna sıralama ekseni adı verilir. Sıralama ekseninde sözcüklere, cümle içindeki görevlerine göre yeni bir anlam yüklenir. “Ahmet kediyi yakaladı.” cümlesinde Ahmet eylemi yapan öznedir, kedi ise bu eylemden etkilenen varlık yerindedir. “Kedi fareyi yakaladı.” cümlesinde eylemi yapan kedidir. Bu, şu anlama gelmektedir: Sözcüğün cümle içindeki konumu, ona yeni bir anlam kazandırıverir. Buna, sözcüğün dil bilgisi anlamı denir. Sıralama ekseninde yapılan değişiklikler, çok ciddi anlam değişmelerine yol açabilir. Türkçe, söz dizimi açısından kurallı bir dil olduğundan onu doğru kullanmanın temel şartlarından birisi, sıralama eksenine dikkat etmektir.
Sıralama ekseninde yer alan sözcükler bulundukları konuma bağlı olarak dil bilgisel (gramatikal) bir anlam kazandıkları gibi, önünde veya ardında bulunan sözcüklere göre ve birbirlerine bağlanış biçimlerine göre yeni anlamlar kazanabilir. Bu anlama, kelimenin söz dizimi anlamı denir. “Göz” sözcüğü bir cümle içinde kendisinden sonra gelen sözcüğe göre yeni anlamlar içerir: “Göz alıcı, göz hekimi, göz hakkı, göz hapsi, göz kararı, göz koymak, göz önü, gözyaşı, göz yummak, gözden düşmek, göze gelmek, gözden kaçmak, gözden kaybolmak, göze girmek, gözü tok” gibi kullanımlarda “göz” sözcüğüne çok farklı anlamlar yüklenmiştir.
Sıralama ekseninden başka, dilde bir de seçme ekseni önemlidir. Seçme ekseni; sıralama ekseninde yer alan sözcüklerin yerini alabilecek sözcüklerin oluşturduğu listedir. Bir cümlenin öznesinin “Mehmet” olduğunu düşünelim. Bu cümlede “Mehmet” yerine “o, arkadaşım, kardeşim, bizim yaramaz” sözcüklerini kullanabiliriz. Dilimiz bize, cümlede bulunan bir sözcüğün yerini alabilecek başka sözcük listesi sunacak kadar zengindir. Bu listeye seçme ekseni adı verilmektedir. Dili doğru kullananlar bu listeden en uygun sözcüğü seçenlerdir. Bu sözcüğü seçerken cümleye en uygun olanını bulmamız önemlidir. Bu sözcüğün seçiminde; kiminle, nerede ve hangi düzeyde konuştuğumuzun veya yazıda kime ve hangi şartlarda yazdığımızın da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu konu doğru anlatımın temelini oluşturan önemli bir dil ilkesidir.
Dikkat edilecek olursa seçme ekseninde yer alan sözcükler iki zıt özelliği kendilerinde toplayabilir. Onlar bir bakıma eş anlamlı sözcüklerdir. Özne olarak bir cümlede “Ahmet” sözcüğünü kullanabileceğimiz gibi “o” zamirini de kullanabiliriz. Bu durumda “Ahmet” ve “o” aynı varlığı dile getirir ve eş anlamlı sözcüklerdir. Diğer yönden Ahmet'ten “Ahmet” veya “o” diye söz etmemiz arasında ince bir anlam farkı da sezilir. “Ahmet” sözcüğü ile “o” sözcüğü bir “karşıtlık” hâli içindedir. Doğru ve doyurucu anlatım, en uygun sözcüğü seçebilmektir.
Etkili ve verimli iletişim prensipleri:
Önce dinlemeyi bilin: Birçoğumuz, ne söyleyeceğimizi düşünmekten, başkalarının söylediklerini doğru dürüst dinlemeyiz. Oysa siz onları dikkatle dinlerseniz, onlar da sizi, ilgiyle dinleyecek ve saygı gösterecektir.
Başkalarını ilgilendiren konulardan söz edin: Karşınızdakine yetenekli olduğu konuda konuşma imkânı verirseniz, sıkıntılı bir sessizliği önlersiniz ve çoğunlukla karşınızdaki, anlattıklarına o denli dalar ki, iki insanın konuşmasına en çok engel olabilecek olan sıkılganlığı kayboluverir.
Sıkıcı ayrıntılara girmeyin: Konuşurken, en küçük ve gereksiz detaylara dalarsanız, siz ana konuya gelinceye kadar karşınızdaki kişi sıkılıp ilgisi dağılabilir.
Kesin ifadelerle konuşmaya gayret gösterin: Konuşmaya, başlamadan durup, önce aklınızda kelimeleri seçin. Bir konudan ötekine geçmeyin. Konuşurken, konuştuğunuz kişinin yüzüne bakın, mırıldanır ve mızmızlanır gibi konuşmayı terk edin.
Etkili ve dikkat çekici sorular yönelttin: Bir sorunun akıllıca sorulmasıyla, karşınızdaki kişinin açılmasını sağlarsınız. İşler nasıl? ya da ne haber? gibi sorular gereksizdir. Fakat, işe nasıl başladınız? veya sizce nasıl gibi sorular karşınızdaki kişiyi konuşturacak ve sizin de gerekenden fazla konuşmanızı önleyecektir.
Öfkelendirmeden itiraz etmeyi öğrenin: Çoğu kez, ne konuştuğunuz değil de, nasıl konuştuğunuz önemlidir. Dostça bir tartışma konuşmayı zenginleştirir, fakat sertçe sarf edilen bir söz, iki tarafın da hırsa kapılıp, birbirlerinden uzaklaşmalarına yol açabilir.
Kimsenin sözünü kesmeyin: Biri konuşurken konuşmaya girmeniz gerekirse, konuşmayı keserken yumuşak ve gönül alıcı bir cümle kullanmanız gerekir.
Hoşgörülü ve anlayışlı hareket edin: Çoğu kez bizi sinirlendiren ve rahatsız eden kişilerle konuşmak zorunda kalabiliriz. Böyle durumlarda konuşulan konu ile ilgilenmeye ve saygı göstermeye gayret edin.
Konuşurken dinleyenlere övgü ve iltifattan çekinmeyin: Birini haklı olarak övmek onun ilgisini kazanmak demektir. İnsanlara iltifat etmeyi öğrendiğiniz an, sohbetiniz de daha zenginleşir.
Kendinizi birçok konuda geliştirin: Bol bol kitap okuyun, Kuran Meali üzerinde kafa yorun, uğraş alanları (spor, müzik vb.) bulun, araştırıcı olun. Böylece sohbetleriniz zenginleşir, unutmayınız, güzel satıcı ve pazarlayıcı olmak önemlidir, ancak sermayeniz ve satacak şeyiniz kısıtlıysa, güzel pazarlamacılık yetersizdir.
Bu konuda değerli Hocamız Muhsin Bozkurt Türkçe Dil Bayrağımız başlığı altında önemli tespitlerde bulunmaktadır:
Avrupa Parlamentosu ve AB ülkeleri Türkiyede Kürtlerin, kendi dillerinde konuşmalarına, eğitim yapmalarına ve kültürlerini yaşamalarına izin verilmediğini söylüyorlar. Kürt sorunu diye adlandırılan sorunun çözümlenebilmesi için etnik hak olarak Kürtçenin kullanılmasının serbest bırakılmasını istiyorlar. Kürtçeyi Anadolunun Güneydoğusunda ve Doğusunda yaşayanların kimliğinin temel unsuru sayıyorlar.[1]
Hâlbuki Türkiye Irak İran üçgeninde yerleşik bulunan çeşitli etnik toplulukların (Zaza, Goran, Lur, Kelhur, Beluci, Asurî, Dürzî, Feyli, Hawramani, Bahtiyari, vb.) bunların hepsinin Kürt adıyla adlandırılmaları ne kadar yanlış, kasıtlı ve kışkırtıcı ise, bu toplulukların, birbirlerinden çok farklı olan lehçe ve dillerine, genel bir ifade ile Kürtçe denilmesi de o derece yanlış ve hatalıdır.
1597 tarihinde, Bitlis Sancağı Beyi Şeref Han tarafından yazılan Şerefnamede, Kürt diye nitelendirilen topluluklar, konuştukları dillere göre; Kurmanci, Lor, Kelhur, Goran[2] şeklinde sınıflandırılmıştır.
Tasnifi yapılan dillerin her biri de kendi içerisinde çeşitli konuşma gruplarına (lehçe, şive, ağız) ayrılmaktadır.[3]
Rojgi denilen Bitlis Kürtlerinin kendi aralarında kullandıkları sözler vardır ki bunları diğer yerlerdeki Kürtler anlayamamaktadır.[4]
XVI. asrın meşhur seyyahı Evliya Çelebi, bölgeye ait izlenimlerini şöyle aktarır: Burada çeşitli (16 farklı) diller konuşulmakta olup bunlar: Zaza, Lulu, Hakkâri, Avniki, Mahmudi, Şirvani, Cezrevi, Pesani, Sencari, Hariri, Erdelani, Sorani, Halifi, Cenvani, İmadi ve Roziki lisanlarıdır.
Diyarbakırlı sosyolog Ziya Gökalp de, 20. yüzyılın başlarında bu konuyu irdelerken; Kurmanci, Zaza, Soran, Goran, Lur, Bahtiyari, Kelhur, Feyli, Lek gibi dil / (ve) lehçeleri saydıktan sonra, şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
Kürtçenin birbirinin mensupları tarafından katiyyen anlaşılmayan dört muhtelif lisana (Kurmanc, Zaza, Soran, Lur) âlem olduğu anlaşılıyor. Bu dört lisanın sahipleri birbirinin dillerini anlamazlar. Dolayısıyla aradaki farklar lehçe farkları değil, lisan farklarıdır. Bu dört dilin her biri, lisaniyat itibariyle müstakil bir lisandır. Her biri müteaddit (çeşitli) lehçelerden de mürekkeptir.[5]
Irak Kürtlerinden Prof. Tevfik Vehbinin tasnifi ise; 1. Zaza, 2. Goran (Hawrami, Zengene, Kakeyi, Bajelan), 3. Lurhi (Mamesani, Kelhori, Feyli, Laki, Baxtiyari), 4. Kurmanci (Bahdinan, Hekari, Asthi, Bohtan, Beyazidi), 5. Sorani (Seneyi, Suleymani, Mukri) (Tori, Ferheng, Kurdi Tırki, İstanbul 1992, s: 6,7.) şeklinde olmaktadır.
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi eski Genel Sekreteri Dr. Şıvan da; Kurmanci, Sorani, Zazaki, Gorani, Hevramani lehçelerini saydıktan sonra, Bunların yanı sıra, büyük aşiretlerin ve vadilerin de kendilerine özgü birtakım şiveleri vardır ve birbirini anlamakta zorlanır.[6] tespitinde bulunmaktadır.
Nitekim yine bir Kürt orijinli olan Mesud Faninin; Kürtçe bir göçebe dili sınırını aşamamıştır, bunun yanı sıra da, biri diğerinden farklı birçok lehçeden oluşmaktadır (Messoud Fany, La Nation Kurde et son Evolution Sociale, Paris 1933, s:85, 86; Türkçe Basım: Mesud Fani (Bilgili), Kürtler ve Sosyal Gelişimleri, Ankara 1993, s: 44) şeklindeki sözlerinin üzerinde de durulması lazımdır.
Öte yandan; bazı Kürtçü ideologların politik çıkarlar gereği Kürtçeye dâhil ettikleri (Zazaca, Goranice, Lurca, vs. gibi) bazı dilleri, Batılı ve insaflı araştırmacılardan V. Minorski, David N. Mackenzie, Joyce Blau, Karl Hadank, Oskar Mann, Meyer Benedictsen, Peter Alford Andrews vb. gibi tanınmış bilim adamlarının yanı sıra, bazı Kürt yazarları bile Kürtçenin dışında tutmuşlardır.
Örneğin; Şeref Han, Kamuran Ali bedirxan, Ciğerxwin vb. gibi bazı Kürt tarihçi ve dilcileri, Zaza dilini Kürtçeden ayırmışlardır. Ayrıca, Zaza orijinli yazar ve araştırmacılar da, Zazacanın Kürtçeden ayrı ve bağımsız bir dil olduğunu vurgulamışlardır.
Mesud Faninin deyişiyle; bir göçebe dili ve aşiret sevgisi sınırını aşamamış olan Kürtçenin, onlarca lehçe, yüzlerce şive ve ağız farklılığı yansıtan özelliği, onun eğitim dili olmasına imkân tanımamaktadır.
Kürt dili için hangi lehçenin temel alınacağı konusu da öteden beri Kürt yazarları arasında tartışma konusu yapılmıştır. Örneğin, Iraklı Kürtler Soranice üzerinde duruyor. Celadet Bedirxan, kendi dili olan Kurmancinin Botan şivesini öneriyor. Kürt tarihçi M. Emin Zeki ise Mukri lehçesinde ısrar ediyor. Ve şu gerekçeyi sunuyor: Etnografik, filolojik, coğrafik durumlar, tarihi belgeler, rivayetler, toplumsal kanıtlar gösteriyor ki, Sabalah bölgesindeki Mukri Kürtlerinin lehçelerini Kürt dili için temel olarak almamız gerekiyor.[7] Başka Kürt yazarları da daha başka lehçeleri öne çıkarmaktadır.
Bir kabile dili özelliğine sahip bulunan ve adına Kürtçe denilen Kurmanciyi öne çıkararak, bunu yazı dili haline getirme gayreti içerisinde bulunan çevrelerin yazdıklarını halk okuyamamakta ve anlayamamaktadır. Çünkü en gelişmiş lehçe olarak kabul edilen Kurmanci bile yazı diline uyarlanamamaktadır. Kurmancide karşılığı bulunmayan kelimeler, başka dil ve lehçelerden alınarak dildeki yetersizlik giderilmeye çalışılmaktadır.
Kürtçe adı altında birleştirilmek istenen Kurmanci, Sorani, Gorani, Luri, Zazaki vb. gibi kabile dillerinin eğitim öğretim dili olamayacağı gerçeğini, insaflı Kürt orijinli yazar, eğitimci ve politikacılar da hatırlatmaktadır.
Bölgenin coğrafi şartları, konuşma çeşitlerini birbirlerinden büyük farklılıklar gösteren bir biçimde kesin sınırlarla ayırmıştır. Öyle ki, bazı yörelerde, bir köyde konuşulan diyalekt (lehçe) ile komşu köyde konuşulan diyalekt arasında bile anlaşılırlığın olmadığı anlaşılır. Her bir konuşma çeşidi, fonetik ve morfolojik bakımdan ancak kendi içlerinde ortak noktalar ihtiva eden diyalektler gruplardır. Her bir diyalektin, bir bölgede veya komşu bölgelerde çok dar bir alanda kendi içinde anlaşılabilirliği gerçeği hesaba katılmalıdır.
Bunun da ötesinde asıl sorun, Kurmancinin diğer dil veya lehçelerinin (Zazaki, Gorani, Luri, Sorani, Bahtiyari, Feyli, Leki, Kelhuri, Mukri, Şexbızıni, vb.) halkın hepsine dayatılmasında yaşanmakta, bölgedeki diğer dilleri / lehçeleri konuşanlar, Kurmanci konuşup yazmaya zorlanmaktadır.
(Oysa) gerçek dil, kullanıma hazır geniş bir kelime hazinesi olan yazılı – eğitim lisanıdır.
Kelime hazinesi çoğunlukla başka dillerden çalıntıysa, cümle teşkili ve ifade şekli başka bir dilden alınmışsa, morfoloji sisteminde denge yoksa, kendine ait ve dilin özelliklerini koruyan bir alfabesi bulunmuyorsa, edebiyat ve eğitim düzeyine ulaşmamışsa, konuşulduğu yöreye göre değişiklikler arz ediyor ve o belirli yörede sınırlı kalıyorsa, bu durumlar ilkel anlaşma dillerinin tanımıdır. Bu iletişim şekilleri, sadece vernaküler olup, eğitim ve kültür dili olamazlar.[8]
İstanbulda kurulan Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti (1908) ve Kürdistan Teali Cemiyeti (1918) ile Lübnanda teşkil edilen Hoybun Cemiyetinin (1927) kurucuları arasında yer alan Diyarbakır / Erganili Dr. Mehmet Şükrü Sekban, 1933te yayınlanan kitabında; Irakta, Kürtçe konuşulan Süleymaniye ve diğer bazı kentlerde, Kürtçe eğitim yapılmasına rağmen hiçbir olumlu neticenin alınamadığını, çünkü Kürtçenin en temel ihtiyaçlara bile kâfi gelmeyen bir dil özelliği taşıdığını ve bununla kültürde ilerleme sağlanamayacağını bizzat açıklamak zorunda kalmıştır.[9]
Fransa / Strasbourg Üniversitesinde dilbilimi profesörü olan Japon asıllı Goichi Kojima, 1970 1986 yılları arasında Türkiyeye hemen her yıl yapmış olduğu seyahat ve incelemelerden edindiği izlenimlerini anlattığı kitabında:
Kürtçenin bir dil değil, ancak bir diyalektler topluluğu sayılabileceğini, Kurmançça ve Zazacanın gramatik özellikleri ve kökeni itibariyle büyük farklılıklar gösterdiğini, dolayısıyla bölge insanının tamamının birbiriyle anlaşmasını sağlayabilecek ortak iletişim yaratma özelliğinden yoksun olduğu gerçeğini, Türkiyede üç grup Zazaca, beş grup Kurmançça konuşulageldiğini, bunların birbirlerini anlamakta güçlük çektiklerini, aslında Doğu ve Güneydoğu Anadoluda her 40 50 kmde yeni bir Kürtçeye rastlanıverdiğini, tüm bu dillerin yazılı şekli olmadığı gibi, edebiyat ve kültür dili düzeyine de gelemediklerini, bu nedenle eğitimde, Kürtçelerden birini seçip öteki gruplara dayatmanın ne pratik ne de insan haklarına uygun bir iş olamayacağını ortaya koymuşlardır.[10]
Paristeki Kürdoloji Enstitüsünün Zazaca yazılı metinleriyle Kirmançinin gerçekten tek yazılı türü olan Süleymaniye Kirmançisiyle yazılmış metinleri Anadoluda kime okunduysa anlamamıştır.
Sorun, Kojimanın işaret ettiği gibi, Kirmançi diyalektlerinin neredeyse sayısız parçaya bölünmüş olması ve temel kelime haznesinin yetersiz bulunması dolayısıyla, dilbilim açısından yarattığı olağanüstü güçlüklerden kaynaklanmaktadır.[11]
1996 Mart ayında Başbakan Mesut Yılmazın Iğdırda yaptığı konuşmadaki açılımından sonra, Kojimayı Türkiyeye, Dışişleri Bakanlığına davet ettim ve kendisine beş Kirmançi alt grubu için ortaokullarda haftada birkaç saat okutulacak seçimlik ders kitapları hazırlayıp hazırlayamayacağını sordum. Gülerek buna imkân olmadığını, zira her alt grubun altında da çok sayıda birbiriyle anlaşamayan diyalektler bulunduğunu hatırlatmışlardır.[12]
Bütün bu açıklamalar çerçevesinde söylenebilecek husus şudur: Her şeyden önce, onlarca dil / lehçe / diyalekt ile yüzlerce şive ve ağızı Kürtçe adı altında toplamak, bilimsel gerçeklere aykırıdır. Bununla birlikte, Kürt politik çevrelerince öne çıkarılmak istenen Kurmanci dilinin, eğitim-öğretim için yetersizliğinin yanı sıra, diğer dil / lehçe / diyalekt ve şiveleri konuşanların da bu dilden (Kurmanci) eğitime tabi tutulmak istenmesi, eğitim dili yaratmak adına yapılan bir zorlamadan ibarettir ve aynı zamanda bölgede diğer dil ve lehçeleri konuşan geniş kitleleri de yok sayan anti-demokratik bir yaklaşımdır.[13]
Naklettiğimiz bu bilgiler doğrultusunda, önceki yıllarda Genelkurmayın açıklaması oldukça isabetli ve anlamlıdır:
Kürt diliyle eğitim yapılması ve TV yayınlarının yaygınlaştırılması pratikte mümkün değildir. Bu zorluk beş lehçe ve çok miktarda ağız farklılığından ileri gelmektedir. Ayrıca Türkiyede Türk kimliğiyle bütünleşmiş birçok değişik köken aleyhine Kürt kökenli vatandaşlara ayrıcalık tanınması Anayasanın eşitlik ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi, eğitim birliği yasasına da uygun düşmemektedir.
Genelkurmayın açıklamasında, Batılı ülkelere de şu uyarılar yapılmıştır:
Türkiyedeki devlet görevleri ve kademelerinin, köken farkı gözetmeden herkese açık olduğuna dikkat çekilen açıklamada: Hangi kökenden gelirse gelsin, vatandaşlarımız istediği okula gidebilir, istediği mesleği seçebilir. Denilerek şu görüşlere yer verildi: Hiç kimseye, hiçbir yerde ve hiçbir alanda yaşam, can ve mal güvencesi, hukuk ayrımı yapılmaz. Dillerini, konuşma ve isim koyma gibi kültürel içerikli konularda hiçbir kısıtlama yoktur.[14]
Sonunda, bu gerçeği kavrayanlardan biri olan mezkûr Dr. Şükrü Mehmet Sekban, 1881de Erganide doğmuştur. 1903 yılında Yüzbaşı rütbesi ile Askeri Tıbbiyeden mezun olmuştur.
Emperyalist devletlerin el altından destekledikleri Kürtçülük akımı ülkemizde başlamıştı. Kürtçü çevrelerle temas kuran Dr. Sekban, 1908 İkinci Meşrutiyetinden sonra kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasında bulunmuş, Kürtçülük davasının bir numaralı savunucularından olmuştur.
Ancak, derin araştırmalar sonucunda gerçeği gören Dr. Şükrü Mehmet Sekban, 1933 yılında Pariste Fransızca olarak La Question Kurde (Kürt Meselesi) adlı kitabını yazmıştır. 1960 yılında, İstanbulda hayata gözlerini yummuştur.
Araştırmasında, Kürtlerin büyük kısmının aslen Türk olduklarını ilmi delilleriyle ortaya koyan Dr. Sekban, ayrıca Kürtçenin eğitim için yeterli bir dil olmadığını ve bir dönem Irakta Kürtçe eğitim denemesi yapıldığı halde hiçbir sonuç alınamadığını da özellikle vurgulamıştır.
Eğitim dili gerçeği ve Kürtçe konusunu yakın tarihten bir tespitle noktalayalım: (Muş eski milletvekili Gıyasettin Emre, Menderesle ilgili hatıralarında şunları aktarmaktadır:
Menderesin Kürtçe konusundaki tavrı:
Sn. Başbakan, ilk defa ziyaret ettiği Muşta görülmemiş bir kalabalık tarafından karşılanmış ve tren istasyonu yanında kurulan kürsüde, çok heyecanlı, coşturucu bir konuşma yapmıştı.
Onun ardından, Meclis Başkanı Refik Koraltan halka hitap ederken, birden bire vali, emniyet müdürü, koruma görevlileri ve polisler paniğe kapılmıştı. Çünkü, Menderes ortadan kaybolmuşlardı. Sonra anlaşıldı ki, Başbakan, miting alanından hayli uzak bir bostanın çadırı altında, bir vatandaşla sohbet ederken bulunmuşlardı.
O sırada, bostan sahibi vatandaş, radyo yayınlarını ve Menderesin konuşmalarını anlayamadıklarından yakınmaktaydı. Çünkü 7-8 kişilik ailesinde, kendisinden başka Türkçe bilen bulunmamaktaydı. Çevredeki tablo da o durumdadır. Kısacası, adam Kürtçe yayın arzusunu ve lüzumunu anlatmaya çalışmaktaydı. Başbakan, Kürtçenin 4 lehçesi (Kurmançi, Gorani, Sorani, Dımıli) olduğunu, bu ayrı lehçeleri konuşanların birbirlerini zaten hiç anlamadıklarını hatırlatıp, müşterek bir diliniz yok mu? sorusuna Türkçe cevabını alınca da: O halde, müşterek dili bir yaygınlaştıralım, herkes Türkçeyi konuşsun, okuyup yazsın. Bunun için okullar açalım, böylece birbirimizle rahatça konuşuruz. Dolayısıyla, kalkıp yeni ve ortak bir Kürtçe uydurmaktansa çocuklarınızın Türkçeyi öğrenmesi daha iyi olacaktır teklifi o vatandaşın da aklına yatmıştır.
1 Gündüz Aktan, Goichi Kojima ya da Kürtçeler, Radikal, 23 Aralık 1998, s.11
2 Şeref Han, Şerefname, Çev: M. Emin Bozarslan, İst. 1971, s. 22
3 Ziya Baran, Eğitim Dili Gerçeği ve Kürtçe, Zaman, 12 Ocak1999, s.15
4 Mehmet Zıllioğlu Evliya çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt: 3 4, Üçdal Neşriyat, İstanbul (Tarihsiz), s: 1168.
5 Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler -Haz: Şevket Beysanoğlu- İstanbul – 1992, s: 24, 25, 95, 96.
6 Dr. Şıvan, Zmane Kurd / Kürt Dili, İstanbul 1976, s: 28,29.
7 M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, İstanbul 1977, s: 174
8 Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kürt Uygarlığı ve Ağızları Hakkında Düşünceler, Ankara 1991, s: 20 21
9 Dr. Mehmet Şükrü Sekban, Türkçe basım: Kürt Sorunu, İstanbul 1970, s: 24 25
10 Prof. Dr. Goichi Kojima, Türkiyenin Bir Başka Veçhesi, Japonya 1991, s: 200
11 Gündüz Aktan, Kojimanın Düşündürdükleri, Radikal, 30 Aralık 1998, s: 11
12 Gündüz Aktan, Goichi Kojima ya da Kürtçeler, Radikal, 23 Aralık 1998, s:11
13 Ziya Baran, Eğitim Dili Gerçeği ve Kürtçe, Zaman, 12 Ocak 1999, s: 15