İktidar muhalefet kol kola giriyordu!
Libya müdahalesine Türk askeri ve gemilerinin katılmasına ilişkin tezkere; iktidar partisi AKP ile muhalefet partileri CHP ve MHP’yi yan yana getirip kucaklaştırmıştı.
AKP hükümeti tarafından TBMM’ye sunulan tezkere, AKP içinde az da olsa bir sıkıntı yaratmıştı. Ancak Tezkereye CHP’nin karşı çıkmayacağının öğrenilmesi üzerine AKP rahatlamıştı. Muhalefet etmesi beklenen milletvekillerinin kontrol altına alınmasına artık gerek duyulmamıştı. Hatta bazılarına “Ret verecekseniz oylamaya katılmayın” uyarısı yapılmıştı.
Oylama sırasında Kılıçdaroğlu İstanbul’daydı
TBMM’de dün Libya’ya asker göndermeyi içeren tezkere görüşülürken CHP’nin ne tutum alacağı merak ediliyordu. CHP grup yönetimi görüşme öncesinde 2 saat süren bir toplantı yapmıştı. Zaman zaman sert tartışmaların yapıldığı toplantıda, Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla tezkerede “kabul” oyu verilmesi kararlaştırılmıştı. TBMM’de Türkiye açısından kritik öneme sahip karar alınırken, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu İstanbul’da Sabancı Müzesi’ni gezmiş, Sarıyer’de çay yudumlamıştı.
CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ise Antalya’daydı. CHP yönetiminin Tezkereye Kabul oyu verilmesi kararı alması milletvekilleri arasında hayal kırıklığı yaratmıştı. Milletvekilliği aday listesinin karara bağlanacağı 11 Nisan’a az bir süre kaldığı için açıktan tutum almayan bazı milletvekilleri, tepkilerini kulislerde açıklamıştı. Bir milletvekili. “Malum nedenlerle açık konuşamıyoruz. Ama parti patlamak üzere. Partinin yeni yönetimindeki bazı kişiler CHP’nin felsefesine aykırı davranışlar sergiliyor. Kimi ‘meclis’e türbanlı milletvekili gelebilir’ diyor, kimi Amerika’ya gidiyor. Yeni CHP değil, yeni AKP olduk. Büyük hesaplaşmalar yaşanacağı açık” şeklinde yakınmaktaydı.
Tezkere TBMM’ye gelmeden önce ABD büyükelçisi Ricciardone’nin CHP’yi ziyaret ettiği hatırlanmalıydı. Arkasından Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Kılıçdaroğlu ile buluşmuşlardı. Kılıçdaroğlu bu görüşmelerden sonra hükümetin Libya politikasını doğru bulduğunu açıklamıştı.” Yani, AKP, CHP ve MHP temel konularda dış güçlerin talimatı doğrultusunda hareket ediyorlardı. Birbirlerine atıp tutmaları, sadece teferruattı..
Obama Erdoğan’a niye teşekkür ediyordu?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama’nın Libya konusunda yaptıkları telefon görüşmesinde, Obama Türkiye’ye; Amerika’ya yardımlarından dolayı teşekkürünü aktarmış ve liderler Libya’da NATO dâhil ‘geniş tabanlı uluslararası gayret’in gereğinde mutabık kalmıştı.
Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan’a Türkiye’nin Libya’da dört New York Times muhabirinin serbest bırakılması ve Tunus’a sağ salim ulaşması dâhil, devam eden insani yardımları konusunda ‘şükran’larını ifade ettiği açıklanmıştı. Erdoğan ve Obama, Libyalılara halkın iradesine saygılı bir demokratik sistem kurarak ‘ülkelerini dönüştürme fırsatı’ sağlama hedefinde yardıma ‘müşterek bağlılıkları da özellikle vurgulanmıştı.”[1] Bunun anlamı, Libya’nın BOP çerçevesinde parçalanmasıydı.
Libya’da Irak Batağı korkusu yaşanıyordu
Batılı güçlerin Libya’da başlattığı operasyonun komutasını kimin devralacağı konusunda fikir ayrılıkları yaşanırken, savaşın Irak ve Afganistan’daki gibi bir açmaza dönüşeceği yönündeki endişeleri giderek artmıştı. Güvenlik uzmanlarına göre, BM tarafsız olur, sivil katliamını önlemeye çalışırsa çözüm sağlanırdı. Kara operasyonu ise ülkeyi kaosa ve kardeş kavgasına taşırdı. Ve zaten böyle olması amaçlanmıştı
Ancak Türkiye, ne Fransa ne de Amerika tarafından yeterince dikkate alınmamış, sadece figüran olarak kullanılmıştı. İngiltere Savunma Bakan Yardımcısı Nick Harvey’in Libya’ya kara birliği konuşlandırma seçeneğinin ihtimal dışı tutulamayacağını söylemesi, Irak senaryosu konusundaki endişeleri artırmıştı. Rusya, Çin, Almanya ve Arap Birliği’nden de operasyona ilişkin aykırı sesler çıkmaya başlamıştı. Çin yönetimi, müdahalenin sivillerin ölmesinden duyduğu “derin kaygıyı” dile getirerek, “insani felaket” olabileceği uyarısında bulunup bu ülkedeki çatışmaların sona erdirilmesi çağrısını yapmıştı. Hindistan, uluslararası koalisyonun Libya’nın işlerine karışma hakkı bulunmadığını açıklamıştı. Kuzey Afrika ülkesi Cezayir de uluslararası koalisyonun Libya’ya hava bombardımanının BM kararına göre orantısız olduğunu belirterek, çatışmaların derhal durdurulması çağrısı yapmıştı.[2]
Erdoğan iki günde niçin çark ediyordu?
Daha önce Libya’ya müdahaleye karşı olduğunu açıklayan Başbakan Erdoğan, birdenbire Libya’ya savaş gemileri ile denizaltı gönderecek noktaya geliyordu. Türkiye’nin bu kadar önemli bir konuda kısa sürede karar değiştirmesinin sebebi kamuoyu tarafından merak ediliyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e Gazze’de yaptıkları saldırılar sonrası söylemiş olduğu ‘One minute’ sözü sonrası İslam ülkelerindeki imajı birden yükseliyordu. Son dönemdeki Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’da yapmış olduğu etkili dış politik açılımlar sonrası dünyada edindiğimiz imaj bu günlerde ise giderek azalıyordu.
Önce “Libya’da NATO’nun ne işi var” diye horozlanıyordu!?
Tunus ile başlayıp Mısır ve Libya ile devam eden halk ayaklanmaları sonrası Türkiye’nin ortaya koyduğu tavır, daha önceki tavrından neredeyse ters bir istikamette devam ediyordu. Son olarak Libya konusunda yaklaşık bir ay önce Başbakan Erdoğan, Türk Alman Ticaret ve Sanayi Odası tarafından düzenlenen Ekonomi Buluşması adlı toplantıda Ortadoğu’daki halk hareketlerine değinerek, önemli açıklamalarda bulunmuştu.
NATO’nun Libya’ya müdahale taleplerinin karşısında olduklarını bir ay önce açıklayan Erdoğan, Almanya’da şu ifadeleri kullanıyordu: “NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edebilir? Bakın Türkiye olarak biz dedik ki bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez. Ve şunu bilmeliyiz. Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse değil. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın. Sıkıntı burada. Demokrasi adına, temel hak ve özgürlükler adına tavsiyelerde bulunalım ama petrolün hesabını yapmayalım. Çünkü bunun faturası, bunun bedeli çok ağır olur. Burada, Libya halkını ve yabancı ülkelerin vatandaşlarını sıkıntıya sokacak her türlü girişimden sakınılması gerekiyor.”
Libya’ya askeri saldırı yapılmadan önce Erdoğan’ın yapmış olduğu bu çıkışa rağmen, BM kararı doğrultusunda gerçekleşen müdahale sonrası yaptığı açıklama herkesi şaşırtıyordu. Erdoğan’ın AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmadaki şu sözleri dönekliğin yeni bir versiyonuydu: “Libya halkının esenliğini, huzurunu, Libya’nın iç barışını temel hedef olarak görüyoruz. Bunu sağlayacak şekilde adımlar atılması için temaslarımızı yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Türkiye asla ve asla Libya halkına silah doğrultan taraf olmayacak. Sonuç getirecek, Libya’nın iç barışını tesis edecek çabalara da Türkiye her zaman destek olmaya devam edecek” Yani Erdoğan Libya’ya askeri müdahaleye yeşil ışık yakıyordu.
Önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye soran Başbakan Erdoğan’ın, kısa bir süre sonra TBMM’ye kendi imzası ile gönderdiği tezkere ile NATO’nun emrine savaş gemilerini vermek istemesi dikkat çekiyordu. Libya konusunda hükümet tezkeresi daha TBMM’de görüşülüp oylanmadan Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemileri çoktan yola çıkarılıyordu. TBMM’den onay alınmadan hangi emir ve yetki ile bu kararın alındığı bilinmiyordu.
Tezkere, 3 saatte ve CHP ile MHP’nin katkısıyla geçiyordu!
TBBM Genel Kurulu’nda “Libya’da istikrar ve güvenliğin yeniden sağlanması için uluslar arası çabalara çok boyutlu katkıda bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin” başbakanlık tezkeresi kabul ediliyordu. Genel Kurulda tezkerenin kapalı oturumdaki görüşmeleri, yaklaşık 3 saat sürüyordu. Tezkerenin gerekçesinde; “Ülkemizin bölgeyle siyasi, ekonomik, tarihi ve kültürel ilişkileri çerçevesinde alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasına askeri katkı da dâhil destek vermesi ve uluslar arası çabalara etkin şekilde katılması aynı zamanda ulusal çıkarlarımızın bir gereğidir” mazeretlerine yer veriliyordu.[3]
Recep Bey, BOP eşbaşkanlığının gereğini yapıyordu!
Recep Erdoğan’ın iki yüzü ortaya çıkmıştı! Bir yüzünde “Libyalı kardeşlerimize silah doğrultan taraf olmayacağız” sözü vardı. Öteki yüzünde ise “Türkiye Libya’da ABD’nin hamisi, koruyucu gücü olacak” iddiası yer almaktaydı! “Libyalı kardeşlerimize silah doğrultmamak” ne kadar doğru ise, “Libyalı kardeşlerimize silah doğrultan ABD’nin koruyucu gücü olmak” o denli yanlıştı!
ABD’nin hamisi olmak gibi bir laf ilk etapta kulağa çok hoş geliyordu! “Amerika sıkıştı, biz de onların yardımına koşuyoruz” gibisinden bir hava estiriliyordu! Ancak “Amerika neden sıkıştı, başı niye derde girdi?” gibi sorulara cevap arayınca estirilen havanın arkasındaki gerçek ortaya çıkıveriyordu! Amerika, Libya’ya silah doğrultunca, Libya’da ülkesindeki Amerikalılara karşı tavrını sertleştiriyordu!
Şimdi Recep Bey, ABD’nin Libya’daki hamisi olarak, orada sıkışıp kalan Amerikan vatandaşlarına elçilik hizmetleri vaat ediyordu.
Bazılarımız Erdoğan’ın: “Silah doğrultan taraf olmayacağız” lafını “Silah doğrultanlara da arka çıkmayacağımız” şeklinde algılayıp yanılıyordu. Bu arada AKP’nin NATO operasyonlarına Arap dünyasının katılması yolunda yapılan çalışmaların mantığını da kimse çözemiyordu.
NATO’nun operasyon yapmasının önüne geçmek yerine bu operasyonlara Arap dünyasının katılmasını önermek BOP eşbaşkanına düşüyordu.
Libya’ya hızlı müdahale Boşnakları şaşırtıyordu
Bosna-Hersek’te 1992-1995 yılları arasında süren savaşta işlenen cinayetlere, sistematik tecavüzlere, hatta ”güvenli bölge” ilan ettiği Srebrenitsa’da daha sonra ”soykırım” olarak tanımak zorunda kaldığı trajediye karşı müdahalede bulunmayan BM’nin, Libya’ya karşı hava saldırısı başlatması, başta Boşnakları ve diğer halkları şaşırtmıştı.
Avrupa’nın tam ortasındaki Bosna-Hersek’te yaşanan savaşta yüz binin üzerinde sivil katledildi, 50 bine yakın kadın ise toplama kamplarında sistematik tecavüze uğramıştı. Savaşın başladığı 1992 yılından sona erdiği 1995 yılına kadar defalarca toplanan BM ve NATO’dan, Sırp saldırılarını ve Çentiklerin katliamlarını durdurmak için bir türlü askeri müdahale kararı çıkmamıştı. Boşnaklar, bu kararın çıkmamasında en büyük engelin dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand olduğunun farkındaydı. Savaşı yaşayan Boşnak yetkililer, BM ve NATO’nun savaş zamanında Çentiklere müdahalesinin sürekli Mitterrand tarafından engellendiğini belirtiyor ve bugün aynı Fransa’nın Libya’ya karşı saldırıda öncü rol oynamasının altındaki gerekçeyi merak ediyordu.
Savaş zamanında Bosna-Hersek ordusunda Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan, halen Travnik Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Emekli Korgeneral Doç. Dr. Cemal Nayetoviç, Libya’ya karşı yapılan hava saldırısını değerlendirirken: “Bosna’daki savaş sırasında NATO birliklerinin Çetniklerin askeri hedeflerini vurması gerekirken, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın, ”Bosna’ya askeri müdahaleye gerek olmadığı, sadece insani yardıma ihtiyaç olduğu” yönündeki sözlerinin bu harekâtı doğrudan engellediğini söylüyordu.
Fransa’nın şimdiki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Libya’ya karşı ”alelacele” Paris’te bir toplantı düzenlediğine işaret eden Nayetoviç, bu toplantıya bölgenin önemli bir ülkesi konumundaki Türkiye’yi çağırmamasını ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ”acele müdahalenin zararları” yönündeki cılız uyarılarını ise şaşırtıcı bulduğunu ifade ediyordu.
Bosna-Hersek için 3,5 yılda hava saldırısı kararı alamayan bir BM’nin Libya için bir günde karar çıkarma hızı karşısında şaşkına uğradığını ifade eden Nayetoviç, şunları kaydediyordu:
”Ben (Libya lideri Muammer) Kaddafi’nin avukatı değilim, fakat devrilme zamanı geldiyse bunu Libya halkı yapmalıdır. Devlet politikalarında devamlılık esastır. Dün Bosna’ya karşı engelleyici tutum sergileyen Fransa, bugün Libya’da neden öncü. Sarkozy’nin bu kadar acele etmesinin altındaki sebep nedir?”[4]
Haçlı Seferlerinden hayır bekleyenler aldanıyordu
Birleşmiş Milletler kararlarını hiçbir zaman uygulamayan, işgal ettiği ülkede terör devleti oluşturan, Gazze’yi dünyanın gözleri önünde bombalayan ve bin beş yüzün üzerinde sivil halkı katletmekten sakınmayan Siyonist İsrail konusunda kılı kıpırdamayan, “Birleşmiş Milletlerden” AKP ve yandaşları barış ve demokrasi bekliyordu..
Irak’ta otuz yılda otuz bin insan öldüren bir zalimden sizi kurtaracağım diyerek gelen ve iki senede bir buçuk milyon insan öldüren, ellerindeki ekmeği de alıp açlığa terk eden Amerika’nın getireceği Demokrasinin ne olduğunu Recep Erdoğan ve yalakaları herkesten iyi biliyordu.
AKP Türkiyesi hangi safta bulunuyordu?
Türkiye’de çokları hatta dış politika ile uğraşanlar bile algılamakta zorlanıyordu: Neden Bingazili kadınlar Sarkozy lehinde yürüyor da Türkiye aleyhinde sloganlar atıyor ve Türk bayrağını indiriyordu? Cevabı basit: Özensizlik ve pragmatik politikalar yüzünden neredeyse Türkiye, Arap alemindeki bütün kazanımlarını tehlikeye atıyordu. Libya’da meydana gelen dış politika çatlağı nedeniyle Arap dünyasında da hükümet aleyhindeki şüphe bulutları çoğalıyordu. Selman Avde ve Yusuf Kardavi gibi İslam dünyasının kanaat önderi mesabesindeki uleması, AKP’nin safını sorguluyor ve ‘Kaddafi’nin yanında mısın yoksa halkın yanında mısın, safını belli et’ diye soruyordu. Yani Libya’da AKP’nin talihleri dönüyor, gündönümü yaşanıyordu. Batı’dan sonra Doğu’da da hükümetin itibarı sarsılıyordu. Hükümet aleyhinde yürüyen sadece Bingazililer değil, Mısır’daki Libyalılar da Erdoğan hükümeti aleyhinde yürüyordu.
Operasyonu fırsatçı ve narsist Sarkozy’nin elinden alarak NATO’ya devrederek iyi mi yaptık kötü mü yaptık? Sorusunun yanıtı hala verilemiyordu. Halk, ‘Sarkozy olmasaydı Kaddafi çoktan Bingazi’de canımıza od tıkamıştı’ minnetini paylaşıyor ve NATO operasyonları Sarkozy’ye rahmet okutuyordu. Şimdi muhalifler NATO ve Türkiye’ye ateş püskürüyordu.
Azmi Bişare gibi solculardan Al Misruyyun yazarı İslamcı Cemal Sultan’a kadar herkes Türkiye’nin Libya politikasını eleştiriyordu. Sanki AKP’nin dış politikası Libya çölüne saplanmış görünüyordu. Sözgelimi, Cemal Sultan bir makalesinde: “Başbakan Erdoğan milyonlarca Arabın gönlüne taht kurmuştu şimdi bu rezervini harcıyor, tüketiyor’ diye yazıyordu. (5/4/2011, Al Misriyyun) Ve üstelik aynı hatalar Suriye’de tekrarlanıyordu.[5]
[1] Ali H. Aslan / Zaman / 23.03.2011
[2] Zaman / 23.03.2011
[3] Milli Gazete / 25.03.2011
[4] Milli Gazete / 23.03.2011
[5] Milli Gazete / Mustafa Özcan
http://www.millicozum.com/mc/mayis-2011/recep-beyin-hacli-hizmet