Anasayfa » Prof. Dr. Necmettin Erbakan – Adil Düzen Konferansı/ Niğde / 1991

Prof. Dr. Necmettin Erbakan – Adil Düzen Konferansı/ Niğde / 1991

Yazar: yonetici
0 Yorum 139 Görüntüleyen

Prof. Dr. Necmettin Erbakan – Adil Düzen Konferansı/ Niğde /
1991


Geçen yıl Bayrampaşa'da yapılan seçimlerde
Refah Partimiz oyların % 21 buçuğunu aldı. Buna mukabil ANAP % 20, SHP % 8, DYP
% 7 oy aldı, İstanbul’un ortasında, 300 bin nüfuslu bir ilçede. Bu sene son
olarak Nevşehir’de seçim yapıldı, kardeş vilayet Nevşehir’de, bu seçimlerde
hepimiz gördük ki, Refah Partisi bu sefer, % 25 buçuk oy aldı. Biraz sonra da
açıklayacağım sebeplerden dolayı bu TRT, Refah Partisi’nden tek kelime
söylemez. Bu memlekette bir kısım boyalı basın var. Refah Partisi hakkında tek
kelime yazmaz. TRT, tek kelime söylemediği Refah Partisi hakkında pek çok
gazetede tek kelime yazılmadığı halde, milletimiz gerçekleri görüyor. Bu
rakamları şunun için söyledim: Şimdi inşallah 2 Haziran’daki seçimde temennimiz
odur ki, Refah Partisinin oyları % 30’un üstüne çıksın. Niçin? Çünkü önümüzdeki
Ekim ayında muhtemelen Türkiye’de büyük seçim var. Bu büyük seçimin işaret
taşlarıdır bu seçim. Bütün hepimizin gayesi, bu büyük seçimde Refah Partisini
en büyük parti olarak seçimi kazandırmaktır. Oraya çıkan merdivenin
basamaklarını çıkıyoruz. Onun için 2 Haziran’daki seçime büyük önem veriyoruz.
Ve yaptığımız bu program çerçevesinde, 20 seçim bölgesini de ziyaret etmek imkânını
bulacağız inşallah. Böyle bir çalışmanın içerisinde olduğumuz için, bendeniz
bugün ta Bayburt’tan koştum, huzurlarınıza geldim. Çünkü Birko’yu bu kadar
seviyoruz. Çünkü burada yapılacak olan, inşallah, mescidin, hayırlı hizmetler
olmasını diliyoruz. Doğu Anadolu’daki bölgelerin ziyaretinden sonra şimdi
Adana’ya giderken yolumuzu sizler için buradan geçirdik, huzurlarınıza geldik.
Gelişim bir miktar gecikti, bütün bunları, bu gecikmeden dolayı mazur görmenizi
rica etmek için söylüyorum. Çünkü ta Bayburt’tan geldiğimi düşünürseniz, ümit
ediyorum ki, bu gecikmemizi mazur göreceksiniz. Aziz ve muhterem
Koyunlu-Niğdeli kardeşlerim. Bu akşam, bu salonda Allah’ın lütfuyla toplandık.
Başka partiler, birbirlerini tenkit ediyor. Laf ebeliği yapıyor. “Peki, sen
bu işi nasıl yapacaksın?”
dediği zaman, hiç birisi bir çözüm orta yere
koymuyor. Bir tane istisnası var bunun; o da Refah Partisi’dir. Refah Partisi
asıl, bu işi nasıl çözeceğini millete duyurmaya çalışıyor. Ve de bütün millete
tanıtacağız inşallah milletin desteğiyle; bu söylediğimiz Adil Düzeni
kuracağız. Hem, bütün Müslüman ülkelere örnek olacağız, hem bütün insanlığa
örnek olacağız inşallah. Çünkü hepimizin bildiği gibi Kominizim çöktü. 1 Mayıs
günü papa bir beyanat verdi, dedi ki: “Bu faizci Kapitalist nizam bir günah
yumağıdır. Ama ne yazık ki biz daha iyisini bulamıyoruz”
dedi. Kapitalist
nizam da sadece insanlara zulmediyor. Bütün insanlık, yeni bir nizam arıyor.
İşte sizinle bu konuşmalarımızı, insanlığın böyle bir dönüm noktasında
yapıyoruz. İnşallah bütün insanlık, Adil Düzen bayrağı altında toplanacak,
çekilen bütün bu ıstıraplardan inşallah kurtulunacak.

Peki, nedir bu Adil Düzen? İşte bunu
huzurlarınızda, size kısaca, bazı önemli noktalarını belirtmek için, takdim
etmek için geldim. Ancak, Adil Düzen’in ne olduğunu belirtmek için, bugün
içinde yaşadığımız düzen nedir? Bunu bilmemiz lazım.

Hemen, hepinize ifade ediyorum ki; yeryüzü boş değil. Amerika'nın Wall
Street diye bir bankalar caddesi var. O caddede Siyonistler oturuyor. Bu
Siyonistlerin altında birer gökdelen; dünyanın sermayesi bunların elinde, bütün
dünyanın parasını avuçlarına almışlar, kendileri şöyle söylüyorlar, diyorlar
ki: “Biz Yahudiyiz, Tevrat'a inanıyoruz.” Hâlbuki Tevrat'ı
elleriyle değiştirmişler ve şuna inanıyorlar, diyorlar ki: “Cenabı
Hakk'ın kulları iki kısımdır. Bir kısmı asıl Yahudiler, diğeri de Yahudi
olmayanlar. Cenabı Hakk'ın has kulları Yahudilerdir. Öbürlerini ne kadar köle
yapıp sömürürsek, o kadar ibadet ederiz. Dünyaya biz hâkim olacağız, onlar da
bizim kölemiz olacak.”
Televizyonda görüyoruz. İsrailli bir asker
Mescidi Aksa’dan çıkan bir çocuğa kurşun sıkıyor, kemiğini kırıyor. Bilelim ki
bu asker bu kurşunu sıkıp bu kemiği kırarken, kalbinden, ibadet zevki alıyor.
Neden? İnanışı böyle. Bu inanışı bilmezsek dünya olaylarını anlayamayız. Biz bu
sıkıntıları niye çekiyoruz? Bunu da anlayamayız. Çünkü dünya boş değil, orada
bir Siyonizm var: “Hepiniz benim kölem olacaksınız” diyor,
dünyayı avucuna almış. Bugün biz buradan Mekke'ye para göndereceğiz.
Gönderemezsin, mutlaka paran Amerikan Ekspres Bank’a gidecek, bir Yahudi
Bankası'na, o oradaki şubesine “Ver bu parayı” diyecek,
öyle verilecek. Eğer onların üzerinden gitmezse parayı gönderemezsin. Şimdi
Hacılar Hacca gidecek ama hepsi uçakla gidiyor, öyle isteniyor, her satın
aldığın uçak biletinin % 9’u İATA’ya gidiyor. Yani dünya Siyonizmine % 9
ödemeden buradan hacca bile gidemezsin. Buradan sen Mekke'ye telefon da
edemezsin. Şu açtığın, çevirdiğin numaralar var ya, onlar önce Paris'e ve
Roma'ya gidiyor, onlar müsaade ederlerse oraya bağlanıyor. Bak bu son Irak
harbinde, fişi onlar ta Paris'ten, Roma'dan çektiler. İstediğin kadar telefon
et, konuşamazsın. İşte dünyayı böylesine avucu içine almış bir Emperyalizm, bir
Siyonizm var. Bunlar bizi köle olarak kullanıyor. Nasıl bizi eziyorlar? Eğer
bunu bilmezsek, nasıl kurtulacağınızı da bilemeyiz! Şimdi şu memlekette 5
milyon tane insan köy kahvesinde oturuyor, çünkü işsiz. Bu kadar insan geçim
sıkıntısı çekiyor, açlık çekiyor, neden? İşte müsaadenizle, önce bugünkü düzen
bizi nasıl eziyor? Kısaca bunu belirtmek istiyorum. Köy kahvesinde işsiz oturan
bir kardeşimize söylesek: “Sen bu kahveye neden gelip oturmaya mecbur
kalıyorsun, biliyor musun? Bunun sebebi faizdir”
desek. Bu kardeşimiz “Ne
faizi ya, benim bir banka ile işim yok, tefeciyle de işim yok; faizden bana
ne?”
der. Şu toplumda faizci bir düzen olduğu için, o faiz onu nasıl
eziyor haberi yok. Ezmiş; işsiz bırakmış, aç bırakmış, haberi yok. Hasta etmiş
onu, mikroptan haberi yok. Onun için bugün, Dünya Siyonizmi tarafından
getirilip, bizim üzerimizde tatbik edilen bugünkü bu Siyonist düzen, bu faizci
kapitalist düzeni tanımak için, bu düzenin 5 tane mikrobunu önce size belirtmek
ihtiyacı duyuyorum. Mikrop kime derler? Hastalığa sebep olup da görünmeyen
şeye. İşte insanlar hasta, bugünkü düzenin bu sebeplerini bilmiyor. Onun için
bunlara “mikrop” diyorum. Bizi 5 tane mikropla eziyorlar bu düzende.

Mikroplardan bir tanesi, tekrar ifade ediyorum; faizdir. O köy kahvesinde
oturan kardeşime “Seni faiz eziyor” desem “Ne faizi” der,
niçin? Bu düzen nasıl dönüyor, farkında değil ki! “Bana bak kardeşim,
Hasan, sen gidip fırından ekmek almıyor musun?” “Alıyorum ne olmuş?”
İşte
bu düzende, sen o ekmeği almak için 600 lira verdiğin zaman, o ekmek fiyatının
içerisinde 200 lira faiz ödüyorsun. Faizi sen bankada değil, fırında ödüyorsun.
Neden? Çünkü bu düzen faizci kapitalist bir düzendir. O ekmek fırına gökten
yağmıyor; tarladan geliyor. Köylü traktör alacak parası yok. Nasıl alıyor
traktörü? Ziraat Bankası'nın kredisiyle. 15 milyonluk traktörü 50 milyon liraya
alıyor, 4 sene bono ödüyor. Nereden ödüyor bu faizleri? Toprak Mahsulleri Ofisi’ne
verdiği buğdaydan aldığı parayla. İyi ama ofis de faizle çalışıyor. O nereden
ödüyor bunları? Un fabrikasına sattığı buğdaydan. Un fabrikası da faizle
kurulmuş. O nereden ödüyor? Fırına sattığı undan. Fırın da faizle çalışıyor bu
düzende. O nereden ödüyor? Bütün bu faizler masrafa yazılıyor, ekmeği alan
fakir fukaraya ödetiliyor. Gübre fabrikasının faizle kurmuş “bana ne”diyemezsin. O faizler masrafa giriyor, ekmek alırken sana ödetiliyor. Çünkü biz
bu düzende yaşıyoruz, bu mallar bu memlekette üretiliyor. Bu memleketin
kurallarına göre fiyatlar tespit ediliyor. Böylece de hepimiz bu şekilde
eziliyoruz. Ne satın alsak şu memlekette, bilesiniz ki üçte biri faizdir. Bak
bu ceketin üçte biri faiz, şu ayakkabının üçte biri faiz. Bunu ben rastgele
konuşmuyorum. Keşke meraklı bir kardeşimiz olsa da, ona bizim hesap dosyamızı
versek, kuruşu kuruşuna bir kilo ekmeğe nereden ne kadar faiz isabet ediyor?
İşte bu hesabı yaptığın zaman görürsün ki; oooo, faizler fiyatların içine
girmiş. Bu memlekette ne varsa üçte biri faizden meydana gelmiş. 60 milyon
insanız, ekmek alıyoruz peynir alıyoruz. Bir senedeki bütün bu
alışverişlerimizden dolayı 35 trilyon faiz ödüyoruz. Nereye gidiyor bu
ödediğimiz faiz? Saddam bendenize kendisi söyledi: “Sayın Erbakan, ben
gittim Kuveyt’i işgal ettim. Zannediyor musun ki ben Kuveyt'e gittiğimde Kuveyt
petrollerinin idaresini Araplardan teslim aldım? Hayır, o şirketin başında
Amerikalı Yahudiler oturuyordu. Ben petrolleri onlardan teslim aldım”
Aynı şekilde bugün Suudi Arabistan'ın petrollerini Aramco denen başka bir
Amerikan Yahudi şirketi çalıştırıyor. Bu şirketler Müslüman ülkelerin
yöneticilerinin önüne ayda bir defa bir pusula koyuyorlar. “Şu kadar
petrol götürdük”
diyor, kimse bilmiyor. Onlar söylüyor sadece; “Bu
petrolden sana şu kadar hak düşüyor. Bu hakkın şu kadarını çekip
kullanabilirsin, geriye kalanı bizim Amerika'daki Siyonist bankada kalacak“
diyor.
Onlar her şeyi tespit ediyor işte. İşte 40 senede MÜslüman ülkelerin
petrollerinin paralarını kendi bankalarında tutmuş tutmuş; 700 milyar dolar.
Müslüman ülkelerin parası Siyonist Bankaların hesabına geçmiş. Şimdi bizim
kardeşimiz Suudi Arabistan'ın bu 700 milyar dolarının içerisinden 50 milyar
dolarını bize borç diye vermiş. Türkiye'nin dış borcu 50 milyar dolardır. Kim
veriyor bu parayı? Amerika'daki Siyonist Bankalar. Bu IMF- mimefe, o Yahudi
teşkilatlarının avukatlık kuruluşudur. Onların mukavelelerini yapar, onlara
müşavirlik yapar ama paranın sahibi onlardır. 50 milyar dolar borç alınmıştır
bunlardan. Biz Kenan Evren'in hatırına bir cevap yazdık. Kitap halinde de
basılmıştır. Okumayanlar bu kitabı okusunlar. Bak, 1983'de yeniden partiler
kurulurken, Özal, Amerika'daki Türk Elçiliğinde bu Yahudi bankalarının
müdürleri ile toplantı yapıyor. O toplantıda bu Yahudi bankerler ona diyorlar
ki: “Sizin bize 20 milyar borcunuz var. Şayet sana fırsat verirsek, bu borcu
bize ödeyecek misin? Teminat ver, ona göre sana yeşil ışık yakalım”
diyor.
20 milyar doları geldi Özal kendi döneminde ve onun arkasından 50 milyar dolara
çıkarttı. Bu 50 milyar dolar dış borcun karşılığında biz bir senede 8 buçuk
milyar dolar faiz ödüyoruz. Ne demek 8 buçuk milyar dolar? Bak, şu Koyunlu’nun
ortasına koskocaman 10 tonluk bir tır kamyonu koyun; bu kamyonun içerisine 10
ton saf altın doldurun 24 ayar, her hafta bir tır dolusu altını Amerika'daki
Siyonist Bankalara gönderin; işte Türkiye'nin ödediği faiz budur. Kim veriyor
bu altınların parasını? Sen veriyorsun. Nasıl veriyorsun? Ekmek alırken,
ayakkabı alırken, peynir alırken. Hepsinin içinde üçte bir faiz var. Biz ekmek
alırken fırıncıya ekmek parasını ödüyoruz, fırıncı un parasını un fabrikasına
veriyor ama un fabrikası faizle çalıştığı için bankaya faiz parası diye ödüyor
benim verdiğim parayı. Bankalar, Merkez Bankası'nın parasını kullanıyor. İşte 1
senede 35 trilyon Merkez Bankası'nda toplanıyor ve buradan da Amerika'daki
Siyonist bankalara gönderiliyor. Onlar ne yapıyorlar bizim ekmeğin içerisindeki
ödediğimiz bu paralarla? İsrail'e uçak alıyor, tank alıyor, tüfek alıyor,
kurşun alıyor. Niçin? Çünkü onlar inanıyor ve de cihat ediyorlar. İnandıkları
yolda gayretle çalışıyorlar. Bir davaları var, bizi sömürüyor, kendi davasına
destek oluyor. Biz burada köy kahvesinde oturmuş televizyon seyrediyoruz.
Koyunlulu Hasan, televizyonun haberlerinde yine Mescidi Aksa’dan çıkan bir
çocuğa İsrail askeri kurşun atıyor, kemiğini kırıyor. Bizim Hasan yumruğunu
masaya vuruyor “Vay Hainler. Şunların zulmüne bak!” diye bağırıyor,
çağırıyor. Sonra ne oluyor? Haberler bitiyor, içtiği çayın parasını verecek,
elini cebine atıyor, çay fincanının kenarına çayın parasını koyuyor. Hasan'ın
haberi yok ki, o koyduğu çayın parasının 3’te 1’i faiz ve biraz önce kızdığı
kurşunun parasını şimdi kendisi ödüyor. İşte Siyonizm budur; böylesine içimize
gelmiş girmiş. Biz İsrail'e kurşun parası ödemeden bu memlekette çay
içemiyoruz. İsrail'e tabanca parası ödemeden ben bir ekmek alıp yemiyorum.
Niçin? Beni Yahudi kölesi yapmışlar da onun için. İşte biz bu düzene onun için “köle
düzeni”
diyoruz. Bu faizci düzen, bir köle düzenidir!

Bu kadar mı bizi eziyorlar? Hayır. Bilesiniz ki, bizi ezen 2. mikrop;
vergiler! Şu her gün bir vergi, bir fon çıkartılıyor ya; bunların hepsi
zulümdür, sadece fakir fukarayı ezmeye yarıyor. Bugün Türkiye'de ne satın alsak
3’te 1’i vergidir, vergi. Şimdi o köy kahvesindeki oturan Hasan’a desem ki: “Hasan,
seni vergi ile eziyorlar!” “Ne vergisi Hocam yav, ben maliyeye tabi değilim,
gelirim yok, giderim yok. Ne vergisi?” “Hasan, sen ekmek almıyor musun?
Alıyorsun. İşte o ekmek parasını öderken, o paranın içerisinde
3’te 1’ini
sen vergi olarak ödüyorsun, haberin yok!”
Neden? Çünkü bu memlekette
vergi, ya gelirden ödetiliyor işçiye memura; zaten geçinemeyen adama daha
parayı verirken 3’te 1’ini kesiyor. Veya vergi KDV diye ödetiyor; yine fakir
fukaraya. Veya vergi kârdan ödeniyor. Şu yol başındaki un fabrikası Maliyeye
götürüp vergi veriyor, nereden? Kârından. O kârı nereden yapıyor? Bize sattığı
ekmekten yapıyor. Bizden alıyor. Bu memleketin vergi kanunları böyle; kârdan
alınan vergi, fakir fukarayı ezen vergidir. Rasgele konuşmuyorum hesapla
konuşuyorum. Bu memlekette ödenen her malın fiyatının 3’te 1’i vergidir. Bilmem
falanca yerdeki gübre fabrikası şu kadar vergi ödemiş. Nereden ödüyor? Sattığı
gübreden. Ee, o gübreyi köylü alıyor, masrafa yazıyor. En sonunda ekmek
satılırken onun vergisi bize ödetiliyor. Kamyon alınmış vergi ile diyelim kamyon
satan firmanın vergisi, yani bir ekmeğin içerisine unu taşıyan kamyonu tut, ne
yaparsan yap bir hesap yaparsan görürsün ki fiyatların 3te 1i vergidir. Hepimiz
ne satın alsak bu vergileri ödüyoruz. Peki, bu ödediğimiz vergiler nereye
gidiyor? Keşke bir büyük uçak olsa hepinizi ona doldursam, zaten bildiğiniz bir
gerçeği size parmağımla göstersem. “Uçakla
bizi nereye götürüp ne göstereceksin?”
Şu dağların arkasında Antalya'ya
götüreceğim. “Ne göstereceksin” Bak,
burada Sheraton diye muazzam, gemi biçimli bir otel yapmışlar.  Bu Otel
250 milyon dolara yapılmıştır. Bir tek otel. Kim veriyor bu parayı? Sen
veriyorsun. Neden? Çünkü senden vergi diye alıyor, Turizmi Teşvik Fonu’na
koyuyor. Fona koydu mu, o zaten, onun arkası “fan fin fon” oluyor. Ondan sonra nereye gittiğini Allah bilir. Oradan,
bakıyorsun ki bu Amerikalı Yahudi firmasına hazineden para verilmiş “Al faizsiz kredi. 10 sene vergi ödeme, illa
buraya bir otel yap!”
Kimin için yapılıyor bu Sheraton Oteli? Koyunlulu
Hasan için mi? O otelin bir geceliği 750 bin lira. Koyunlulu Hasan, 5 ayda 750
bin lirayı görmüyor. O otel, Münihli Hans için, Amerikalı Cony için yapılıyor,
Koyunlulu Hasan kahvede çürütülüyor. Hasan eğer: “Yav, aç kaldım; illallah. Bana bir iş göster” derse Hasan'a diyor
ki “Bak, çölde savaşan Amerikan askerleri
buraya geldi, onlar her t
ürlü ahlaksızlığı yapıyor.
Sen gideceksin, onların içki masalarını temizleyeceksin.”
İşte bu düzenin, bizim insanımıza
gösterdiği iş yeri budur. 250
Milyon dolara, 5000 kişinin helal ekmek
parası kazanacağı muazzam bir fabrika yapılır. Ama IMF bunu yaptırmaz. Böylece,
işte, vergilerle eziliyoruz. Mersin’le İzmir’in arasında otel, otel, otel,
otel, otel. Sonra, sözde Savunma Sanayii; şu 8 yıllık ANAP döneminde, 20 milyar
dolarlık savunma anlaşması yapılmış. Neymiş bu? Amerika’daki Dynamics
Firmasından uçak parçaları sandıkla gelecekmiş. Yaptıkları uçak hurdadır, bunun
adı “uçan tabut”tur. Amerikan Ordusu yasak etmiş, en çok düşen uçak olduğu
için. Japonlar bunun F-16XL diye modern tipini 21 buçuk milyon dolara alıyor;
bunlar F-16SL diye uçan tabut, yasak edilmiş uçağın parçalarını 26 buçuk milyon
dolara alıyor. Getiriyorlar, Ankara’da bir hangarda vidalarını sıkıyorlar.
Parayı sen veriyorsun. Sonra askeriyeye teslim edilirken % 20 kâr alıyor, o
kârı da yine bu Yahudi firmasıyla, onun Türkiye’deki şampanyacı ortağı holding
bölüşüyor. Para senin, sözde uçak yapıyor. Uçak diye bir şey yok orta yerde.
Uçakların hiç birisinin zaten elektronik tertibatı yok çünkü bunların
elektronik parçaları İsrail’den gelecek; o da vermiyor. İşte, Irak Harbi çıktı,
bunlar yana yakıla yalvardılar, “Aman, bizi koruyacak uçak gönderin”İncirlik’e uçak geldi. “Bizi koruyacak füze gönderin” Diyarbakır’a
Patriot Füzeleri geldi ama başında Belçikalı asker bekliyor. Sıkıştığı zaman,
onlardan silah istiyor. Hani sen uçak yapıyordun? Niye kendi uçaklarımızla bizi
korumadın? Senin uçağın uçmaz ki! Ee, nereye gitti bizim bu milyarlar? Bizim
milyarlar, Dynamics adlı Yahudi firmasına gitti. 20 milyar doların kârı %
20’dir. 20 milyar dolar bugün 80 trilyon yapar. % 20 kâr 16 trilyon yapar. On
tane, buradaki holding ile on tane Amerika’daki Yahudi firması bu paraları
bölüşmüştür. İşte, verdiğimiz vergiler nereye gidiyor? Bunu anlatıyorum.

Mikroplar bu kadar mı? Biz, neyle
eziliyoruz? Hayır. Faiz ve bugünkü vergi düzeninden başka 3 mikrop daha var;
bunlardan bir tanesi darphane mikrobu. Bak biz burada bu kadar önemli bir
memleket meselesini konuşuyoruz, şu anda, hâlbuki aynı anda Ankara’daki para
basma fabrikası takır takır 50 binlik basıyor. Şimdi bu Haziranda 100 binlik
çıkacak. Gelecek sene, 92’de de 200 binlik çıkacak. Niye? Bütçenin 40 trilyon
açığı var, 40 trilyon. 1 trilyon, milyon kere milyon lira demek. Bu 40 trilyon
açığı, gece gündüz çalışırsa basamıyor. Önüne boyuna sıfır koyması icap ediyor.“Ee, bana ne? Basarsa basın.” Öyle yağma yok. O orada o parayı basıyor,
bu ülkenin piyasasına karşılıksız olarak sürüyor. Bu memleketin piyasasında 90
senesinde 15 trilyon para var idi. 5 trilyon karşılıksız para sürüldü. Bir
ülkede 15 trilyonluk piyasaya 5 trilyon karşılıksız para sürülürse 15.000 liralık
ayakkabı 20.000 liraya çıkar. Yani herkesin cebindeki paranın % 25’i çalınmış
olur. İşte darphane ile hepimizin cebindeki para çalınıyor. Bizim şöyle bir
sözümüz var, unutmayın; başkalarına da anlatırken yararlanın. Bu taklitçi
partilerin hepsi birbirinin aynıdır ha! Şu anda ANAP bu zulmü yapıyor,
DYP’sinin SHP’sinin bir farkı yok! Bunların üçü de aynı makineden çıkmış üç
tane ıskarta maldır; çünkü üçü de faizcidir, üçü de KDV’cidir. Evet, işte bu
taklitçi partiler: “Bunların darphanede para basmak için çalışan makinelerinin
takır takır sesi, vatandaşın cebindeki parayı kemiren farenin dişinin kıtır kıtır
sesi demektir!”
O makina orada çalıştıkça, senin cebindeki para çalınıyor.
Böylece milleti eziyor; kahvede oturan Hasan'ın bundan haberi yok. Nasıl
ezildiğini bilmiyor. Sadece “Yahu bu fiyatlar neden bu kadar artıyor?”diyor. Tabii artacak ya, geçen seçimde sen oy verirken: “Ya Rabbi, ben
belamı istiyorum!”
diye oy verdin de onun için artıyor.

Diğer bir mikrop, kambiyo mikrobudur. Ne
demek kambiyo mikrobu? Bak, her gün televizyon söylüyor, gazetelerde de
yazıyor: Dolar, kaç Türk Lirası bugün? Şimdi 4150 liraya çıkartmışlar 1 doları.
40 sene evvel 1 lira 1 dolardı. Şimdi bir çuval Türk Lirasını topluyorsun 1
dolar vermiyorlar sana. Neden? Merkez Bankası'na bir adam koymuşlar, diyorlar
ki: “Bu hafta 4150 lira olacak, gelecek
hafta 4300 olacak. Her gün seninle konuşmaya vaktimiz yok; git, günlük
ayarlamaları da sen yap!”
diyorlar. Tıkır, tıkır, tıkır emirle paranın
değeri düşürülüyor. Hangi para bu? Senin cebindeki para. Ne kadar düşürülüyor?
Bir senede herkesin cebindeki paranın % 25’i de, doların değerini değiştirmek
suretiyle çalınıyor. Şimdi bunlar ne diyor? “Biz çağ atladık” diyor. Doğru, zihniyetlerini
kastetmek için söylüyorum “Çağ atlattınız siz, ama nerede? Yankesicilikde!
Çünkü bizim bildiğimiz eski devirlerin yankesicileri insanların paralarını
çalmak için kalabalığa karışır, cna hissettirmeden elini cebine sokmaya
uğraşırdı. Şimdi bunlar yeni çıkan televizyonlara benziyor; bir düğmeye
basıyorsun 2. kanal çıkıyor, sen koltukta oturuyorsun. Bir düğmeye basıyorsun
sesi artıyor. Bunlar da Ankara'da oturmuş, orada bir darphane düğmesine
basıyor; burada senin cebindeki para dondurma gibi eriyor. Bir Merkez Bankası
düğmesine basıyor orada, sen cebindeki parayı sayıyorsun “Ya hu, demin
100.000 koydum, şimdi niye 50.000 kalmış?”
diyorsun. Niye 50.000 kalacak
Koyunlulu kardeşim? Çünkü oraya Zatı Sungur oturmuş, oradan hokus pokus yapıyor.

Bu kadar mı? Hayır, bugünkü düzende bu
bankalar da aynı düzene hizmet ediyor; fakiri ezip zengine götürüp veriyor. Bu
düzenin 5. mikrobu da, bugünkü düzendeki bu bankalardır. Niçin? Çünkü sen,
hırsız çalmasın diye götürüp paranı bankaya koyuyorsun. Ne yapıyor bu bankalar?
Senin paranı alıyor, İstanbul’daki holdinglere götürüyor “kredi” diye
veriyor. Onlar bu akşam senin paranla Hilton Oteli'nde şampanya içiyor. Para
kimin? Senin. O şampanyayı içiyor. “İyi ama bu bankanın parası Hocam, sonra
geri nasıl ödeyecek bunu bu adam?”
Ne geri ödemesi, bunun adı batık kredi;
alacaksın, içeceksin o kadar. Bu Özal’ları, bu ANAP’ları iş başında kaldığı
müddetçe, bunlara karada ölüm yok. Ee, kim ödeyecek bu parayı bankaya? Gene sen
ödeyeceksin, senin paranı bir kere daha sana ödetiyor. Neden? Çünkü hepimiz
biliyoruz ki, bu bankalara götürür, sen 1 yıl vadeli para koyarsan sana % 60
faiz, ama sen bankadan kredi istersen %120 faiz alıyor senden. Gitsen banka
müdürüne desen ki: “Müdür bey, yav şu pencereden % 60 ile aldığını, insaf et,
şu tarafa dönüp %120 ile veriyorsun. % altmış, bu ne insafsızlık. Almanya'da %
6 alıyor % 7 veriyor, onlar % 1 ile çalışıyor, sen niye % 60 koyuyorsun?” desen
ne diyecek sana? “Sus kardeşim sus, eğer böyle yapmazsak biz de batarız” Niye?
“Batık kredilerimiz var. Böylece kendimizi tamir ediyoruz!” diyor. İyi ama bu
nasıl tamir? Sen batık krediyi holdinglere vermişsin onlar da şampanya içiyor,
tamiri Koyunlulu Hasan'a yaptırıyorsun.  Nasıl yaptırıyorsun? Bak, bu
gömleği yapan esnaf gidiyor bankadan %120 faizle parayı alıyor. %120 faizi
ödüyor, masrafa yazıyor. Gömleğin fiyatını ona göre hesaplıyor ve gömleği
alırken o faizi bize ödetiyor. Ne söylüyorum Koyunlulu kardeşlerim? Duyuyor
musunuz? Siz hiç şu köşe başındaki tuhafiyeciden bir gömlek alırken, o gömlek
parasını öderken, o esnada İstanbul'da Hilton'da şampanya içen adamın şampanya
parasını bu gömlek parasının içinde ödediğinizin farkında mısınız? İşte bu
millet böyle eziliyor. Size kısaca bu düzenin 5 tane mikro bunu tanıtmaya
çalıştım. Bir kere daha sayıyorum; faiz, haksız vergi, darphane, kambiyo ve bugünkü
bankacılık düzeni. İşte bunlarla 60 milyon insan bir köle gibi eziliyor. “Eziliyor
da ne oluyor?”
Bak, ne oluyor? Şimdi müsaade ederseniz, size bunları birkaç
tane şekilde göstermek istiyorum ki bu şekilde, şurada bir şey yazıyor, nedir
bu? Türkiye'de 12 tane parti yok, 2 tane parti var; birisi Refah Partisi, öteki
ise taklitçiler! Hepsi, çünkü hiçbirinin birbirinden farkı yoktur. İşte bu
gerçeği duyurmak göstermek için, bak burada ”Refah Partisi=Milli Görüş”dedik. ”ANAP=SHP=DYP= taklitçiler” dedik. Şimdi 40 seneden beri
bunlar iş başında oldular, bugünkü düzeni kurdular. Sen Koyunlulu kardeşim
olarak düzenin fırınına gidiyorsun. Fırında diyor ki “400 gram ekmek 600
lira.”
Geliyorsun burada, 600 lirayı verip bir ekmek alıp çıkıyorsun. Ee,
peki buraya, fırının duvarına Boğaz Köprüsünün resmi asılmış, niçin buraya
konulmuş? Sünnet çocuklarına hokkabaz oynatırlar, niçin? Acısını duymasın diye.
İşte bugünü düzen de seni ekmek alırken hançerliyor ama acısını duymayasın diye
televizyonu açınca Boğaz Köprüsünün resmini gösteriyor. Bu düzenin bir parçası;
milleti uyutmak. Bu gerçek hatırlatılsın diye buraya bu konulmuş. Şimdi Ekim’de
çok kuvvetle muhtemel bir seçim olacak biraz önce söylediğim gibi, inşallah bu
sefer Refah Partisi kazanacak. İşe başlarken, önce milletimize gerçekleri
göstermek için bütün fırınlara iki tane emir vereceğiz. Diyeceğiz ki “Hepiniz
bir tane değil 3 tane vezne yapacaksınız”
Neden? Vatandaş nasıl ezildiğini
görsün. 1. veznenin üzerine “faiz” diyeceksiniz; vatandaş gelecek, önce
200 lirayı buraya ödeyecek. Sonra 2. veznenin üzerine “vergi” diyeceksiniz;
200 lirayı buraya ödeyecek. Üçüncüye “alın teri” diyeceksiniz, yani
ekmeği nasıl bedeli. 200 lirayı da oraya ödeyecek, sonra ekmeği alacak. Bir
emir daha vereceğiz, şu faiz veznesinin üzerine bir ok koyacaksın “bu para
İsrail'e gider”
diyeceksin. Vatandaş nereye para verdiğini bilsin, anlasın.
Şu ikinci veznenin üzerine bir ok koyacaksın, “bu da şampanyacı holdinglere
gider”
diyeceksin. İşte Senin halin budur. Bak, şöyle düşüneceksin; Fırına
gidip 600 lira veriyorsun, fırıncı senin 600 liranı çekmeceye koyuyor ya, o
çekmecenin altından bir boru Tel Aviv'e gidiyor, 200 lirası tıkır tıkır Tel
Aviv'e varıyor. Niye? Düzen böyle kurulmuş! Bu yaşadığımız düzen böyle bir
düzendir de onun için. Bakınız, bunların yaptığı şudur; seni kalın cidarlı bir
borunun içine koymuşlar. Bu kim? Bu, Koyunlulu Hasan. Başının üzerine 5 tane
değirmen taşı yerleştirmişler. Düzenin mikropları; faiz, vergi, darphane,
kambiyo, kredi. İşte böyle eziyorlar seni onun için de belin bükük,
ayakkabıların ayaklarından çıkmış havada, yüzünden kan-ter fışkırıyor. Niye bu
borunun içindesin? Çünkü sen fırına gidince fırıncıya: “Kardeşim, bu ekmeğin asıl değeri 200 liradır. Ben İsrail'e 200 lira
uçak parası ödemeden, şampanyacı holdinglere 200 lira şampanya parası ödemeden,
ekmeğin asıl parası neyse bu parayı verip bir ekmek almak istiyorum” dersen
alamasın, aç kalırsın. 200 liraya vermez sana ekmeği. Önce İsrail'in parasını
öde, sonra holdinglerin öde, ondan sonra ekmeği alırsın; bu cenderenin
içindesin. İşte bu gerçeği göstermek için bu şekil çizilmiş. Tabii bunların
hepsi borunun içinde oluyor. Dışarıdan bakarsan “icraatın içinden”diyor, ooo, F-16 Yahudi uçağını uçuruyor, bir sürü palavra, dinle dur. Ama
gerçek ne? Gerçek bu. Ve daha acı gerçek de işte bu; bakınız sen gömlek,
ayakkabı, ekmek; ne alırsan al üçte biri faiz, bunlar Merkez Bankası'nda
toplanıyor, Amerika'daki Siyonist bankalara gidiyor. Bunlar ne? Bu ANAP'ın tır
kamyonları. Bak hiç bir tanesi eksik değil. Her hafta 10 ton bir tanesi; gidiyor,
altını teslim ediyor. Sen bu paraları ödüyorsun, bu Siyonist Bankalar senin
ekmek alırken ödediğin para ile İsrail'e uçak alıyor, tank alıyor, tüfek alıyor,
mühimmat alıyor. İsrail senin ekmek paranla Mescidi Aksa’dan çıkan çocuğa kurşun
atıyor, kemiklerini kırıyor, “Seni Ortak Pazara
sokacağım, ertesi gün de ben Ortak Pazara gireceğim, seninle tek devlet
olacağız”
diyor. Bir yandan da Irak'ı, Lübnan'ı yutup, Türkiye'yi de
yutarak Büyük İsrail'i kurmaya çalışıyor. İşte biz ekmek alırken ödediğimiz
faizlerle bu büyük İsrail'i kurmak isteyen İsrail'i besliyoruz. Bu şemanın
üzerinde başka iki tane daha şekil var, nedir bu? Ha, bak bu TRT’yi belirtiyor.
Şimdi biz bu kadar konferans veriyoruz, hiç siz TRT’de tek kelime duydunuz mu?
Hâlbuki, Refah Partisi işte Nevşehir'de oyların % 25'ine aldı. Bu TRT, dört
kelimeden bir kelimede Refah'dan bahsetmesi lazım! 4 senede bir kelime söylemez,
niçin? Bu düzen 4 günde yıkılır da onun için. Bu TRT demiyor ki millete: “Ey millet, eğer oyunuzu Refah Partisine
verirseniz, bugün bir ekmek aldığınız para ile 3 ekmek alacaksınız.”
Bunu
milletten saklıyor. Demiyor ki millete: “Ey
millet, eğer oyunuzu Refah Partisine verirseniz, sizin ekmek paranızla
Amerika'dan İsrail'e uçak gitmeyecek. O uçak Türkiye'de yapılacak ve kardeş
Müslüman ülkelere gidecek!”
Bu gerçeği de saklıyor. Ya ne yapıyor bu TRT?
Bu Yahudi çarkına yağ döküyor. Sadece bu çarkı yağlıyor ki, senin kanın-canın
İsrail'e gitsin. Bugün gömlek, ayakkabı, ekmek, ne alırsan al bunların üçte
biri faizdir. Bu faizler 4 yere gider; birisi İsrail'e gidiyor, öbürü
işbirlikçi holdinglere gidiyor batık kredilerle, diğeri faizcilere gidiyor. Bu
faizlerden % 10 vergi alıyor, onlar da bütçenin israfına gidiyor. Aynı şekilde
ne satın alırsak 3'te 1’i vergidir. Bu vergiler de İsrail'e gidiyor. Çünkü
senden “vergi” diye aldığı parayı “dış
borcun kredi faizi”
diye götürüp İsrail'e ödüyor. Öbür taraftan, demin
söyledim Harp Sanayi İhaleleri, Otel kredileri ile işbirlikçi holdinglere
veriyor vergileri. Dalkavuklara veriyor ve otomobillere, uçaklara. Boğaz Köprüsünün
açılışında, o günkü para ile 350 milyon liralık bütçeden ödenen fişeğe veriyor
senin paranı! İşte bugünkü düzen, bu söylediğimiz şekilde çalışan bir düzendir.

Ha, şimdi lütfen dikkat! Bak yine orada
konuşuluyor ve ben de gözümle görüyorum, konuşulmayacak. Bu fırsat bir daha ne
zaman elinize geçer zannediyorsunuz? Bakın burada bugünkü düzen tam bir fabrika
şeması gibi çizilmiş. Bu kim bu? Koyunlulu Hasan, vatandaş; bak, Türkiye dikdörtgen;
seni yatak gibi bunun üzerine yatırmışlar, sırtına düzenin presini koymuşlar, şimdi
ANAP sıkıyor, sıktıkça senin kanın-canın şu hunide toplanıyor. Burada bir pompa
var, senin kanını alıp iki tane dinlendirme havuzuna basıyor senin kanını. Ne
pompası bu? ANAP pompası. ANAP'ın vazifesi ne? Senin kanını emip havuzlara
basmak. Bu havuzlarda dinlendikten sonra nereye gidiyor senin kanın? Bak,
havuzlardan birisi bankalar, demin konuştuk, İsrail'e gidiyor, işbirlikçi
holdinglere, faizcilere gidiyor. Öbürü de hazine, buradan yine İsrail'e, yine işbirlikçi
holdinglere, dalkavuklara, bütçe israflarına gidiyor. Peki, bu ANAP pompasını
kim çeviriyor? IMF motoru. O ceryanı nereden alıyor? Seçim sandığından.
Vatandaşın gözü bu TRT’ye bakıyor, bu boyalı gazeteleri okuyor, onlara
aldanıyor; oy verirken şalteri aşağıya çekiyor, yani taklitçi partilere oy
veriyor. Yukarıya verse Refah Partisi'ne oy verirse Yeni Adil Düzen kurulacak, kurtulacak
ama Refah Partisi'ni duymuyor, tanımıyor. Bu gazetelere aldanıyor, şalteri
aşağıya basıyor, seçim sandığından ceryan bu gazetelere geliyor; bu düzenin bir
numaralı transformatörü. Oradan TRT ‘ye geliyor; düzenin 2 numaralı
transformatörü. Yükselen ceryan IMF'ye geliyor, ANAP pompasını çeviriyor. Senin
kanın Yahudi’ye böyle gidiyor. Ee, peki bu şekilde iki tane daha pompa var, onlar
ne? Onlar da İMF'nin yedek pompaları; Biri “SHP” diyor, sola döner; Öbürü “DYP”
diyor, sağa döner. ANAP pompası aşınınca, Yahudi bunları yerine koyacak, yedek
pompalar. İşte bu tiyatro böyle oynanıyor. Her gün gazeteyi alıyorsun, zavallı
ezilen köylü Koyunlu Niğdeli kardeşlerim, ne o? Demirel geçiyor köyden,
geliyor: “Kurtar bizi Baba” diye
bağırıyor. Vah zavallı vah. Tabii ben Demirel'in 40 senelik arkadaşıyım,
şahsını kastetmiyorum ama zihniyeti faizci. Bu faizci mi seni kurtaracak be
zavallı? 40 sene olmuş, yeter artık, yeter! Bırak bu faizcileri, bunlardan
hayır gelmez, onların yaptıkları işte bu. Bak, bu şekilde biri daha bekliyor. Kim
bu? Refah Partisi, niçin bekliyor? Ekim’deki büyük seçimi, ne yapacak seçimi
kazanınca? Bu makinanın contasını mı değiştirecek, musluğunu mu tamir edecek?
Hayır, ya ne yapacak? “Ya Allah”diyecek, bütün bu Yahudi tesisatını kökünden yıkacak. Bunun için bekliyor. Peki,
bunlar bu düzeni kurmuş da ne olmuş? Sen ister burada, Koyunlu’da bu fabrikada
çalışan bir işçi kardeşim ol, ister inşaata taş taşı sırtındaki küfeyle, istersen
demirci ol. Bak, bu düzende senin halin şudur; sen, sabahtan akşama kadar sıcak
ocak karşısında demir dövüyorsun. Niçin? Çoluk çocuğuna helal lokma götürmek
için. Nasıl götüreceksin? Akşam yevmiye alıp, gidip ekmek alacaksın. İyi ama bu
memlekette ekmeğin üçte biri faiz, bu, Yahudi’ye uçak oluyor, üçte biri vergi,
bu da holdinglere şampanya oluyor. Öyleyse sen bunlara çalışıyorsun! Bak, şimdi
hesapla konuşuyoruz. Sen burada oturmuşsun, sanayide balyoz vuruyorsun. Bir
balyozu vuruyorsun, bilesin ki bu balyozu İsrail’e uçak parası için vurdun. İkinci
bir balyozu vuruyorsun, İsrail’e tank oluyor. Bunlar hesapların neticesi ha,
rasgele şekil değil bu. Üçüncü balyozu vuruyorsun, Mersin’de beş yıldızlı
otelin kredisi oluyor. Dördüncü balyozu vuruyorsun, Hilton’da düğün parası
oluyor holdinglere. Beşinci balyozu vuruyorsun, bununla Özal’a uçak alınıyor, bütçenin
israflarına gidiyor. Ancak altıncı balyoz sofrana geliyor, onun için kuru ekmek
geliyor; çoluk çocuk toplaşıp ağlaşıyorsun. Niye? Bu düzen altıda birini sana
veriyor, beşini senden alıp Yahudi’ye ve işbirlikçi holdinge götürüyor da onun
için. İşte hesap budur.

Evet, şimdi bu hesabı, bakınız, sen
inşaata taş taşırken sadece bu taşı taşımıyorsun. Bu düzenin kayalarını; faiz, vergi,
darphane, kambiyo, kredi, hepsini taşıyorsun. Bu mikroplar yüzünden fiyatlar
artıyor, pahalılık oluyor, enflasyon oluyor. Düzenin mikropları bunlardır. Fiyatlar
artıyor, faiz üçte biri fiyatların; İsrail’e uçak gidiyor. Üçte biri vergi; Hilton’da
şampanya oluyor. Sen bütün bu İsrail’in uçaklarını, şampanyalarını sırtında
taşıyorsun. Neden? Çünkü gözün bu televizyona bakıyor, bu gazeteyi okuyorsun. Bak,
gazetenin altına bir de kuyruk konmuş. Bu ne bu? Hediye kuponu. Bu hafta üç
araba veriyormuş, Erenköy’de daire veriyormuş. Seni böyle zehirliyor. Bu
zavallı vatandaş, canı çıkmış, “üç tane
arabadan biri bana isabet etsin”
diye gazeteyi alıyor, ama o gazetenin içerisindeki
maksatlı yazıları okuyor. O yazıları okuyunca oyunu bu taklitçi partilere
veriyor. Verdikçe de sırtındaki yük kabarıyor. Refah Partisi ne yapacak? Biraz
sonra konuşacağız inşallah. Yapacağı iş çok basit ve bu şekilde gösterilmiş. Bak,
şu iki çentiğin arasını Milli Görüş testeresiyle tıkır tıkır kesip atacak. Bütün
bu dağları vatandaşın sırtından aşağıya indirecek ve bu beli bükük Koyunlulu
Hasan “Oh, Allah’a şükür, dünya varmış”diyecek. Bilesiniz ki biz, 22 seneden beri, Edirne’den Van’a, Kars’tan
Muğla’ya, gece yarılarına kadar hep koşuyoruz ve bunları anlatmaya çalışıyoruz.
Niçin biliyor musunuz? İşte bu Koyunlulu Hasan’ın, fakir fukaranın “Allah sizden razı olsun” diye duasını
almak için.

Bugün yasadığımız düzen, tarihte ilk defa
yaşanmıyor. Üç bin sene evvel, Firavunlar zamanında, Mısır’da da aynı düzen
vardı. Firavunlar halkı topladılar: “Ey
ahali, biz büyük adamız. Öldükten sonra dağ gibi mezar isteriz!”
“Ne olacak?” “Hepiniz sırtınızda taş taşıyacaksınız!” dediler. İçinizde gidip
görenler vardır. Ben bu Haliç Harbi çıkmasın diye 4 ay önce Kahire’deydim, gittim
geceleyin böyle bir saatte, gündüz vaktimiz yok toplantılardan. Şu piramitlere
baktım. Her biri, insan vücudundan daha büyük taş. Sırtlarında taşımışlar, çoğu
da bu piramitlerin önünde ölmüş. İşte Firavunların zulmü bu! Şimdi bugün, senin
Türkiye’deki halin bundan farklı değil. Bak, Mısır’ın kölesi, piramide sırtında
taş taşıyordu. Sen de bugünün kölesisin ve sırtında taş taşıyorsun. Aradaki
fark ne? O, Firavun ’un piramidine, mezarına taş taşıyordu, sen, İsrail’in uçağına
taş taşıyorsun. Taşı sen taşıdıktan sonra, kime taşırsan taşı, ne fark eder? Aynı
köle düzeni, arada bir fark var. Nedir o fark? Firavunun köleleri, o günün
modasına göre çuvaldan eteklik giyerdi, sen çağ atlamış kölesin, yamalı
pantolon giyiyorsun. İşte, düzenin farkı bundan ibarettir. “Niye Firavunlara benzetiyorsun Hocam?” Çünkü bu taklitçi partiler
Avrupa’yı taklit ediyor. Avrupa’nın kökü Eski Roma’ya dayanıyor. Eski Roma Medeniyetinin
kötü, Eski Yunan’a, Eski Yunan’ın kökü de Eski Mısır’a, Firavunlara dayanıyor
da onun için. Rasgele konuşmuyorum! Ah, vakitler geniş olsa da, ben size bu
cümlelerin altında daha neler var bir açıklasam, bir açıklasam, bir açıklasam. İşte
yaşadığımız köle düzeni budur.

Bakın, şimdi size, kuruşu kuruşuna bir
hesap veriyorum: Sen bu düzende, işte düzen böyle olduğu için, ister bu
fabrikada çalış, istersen Niğde’de bir memur ol, istersen tarlada çalış. Bak,
bu düzen ne yapıyor? Dikkat et. Farz et ki, senin hakkın 300’dür. 300 bin lira
brüt para alıyorsun. Geldin muhasebeye paranı alacaksın. Muhasebe önce senden
42 bin lira sigorta kesiyor, % 14, % 20’sini de işveren veriyor, içinizde
muhasebeciler biliyor. 42 bin lira kesince 300 bin liradan ne kalıyor? 258 bin
lira. Diyor ki “Sana 18 bin lira muafiyet
tanıyorum. 240 bin lira çok para, en aşağı % 25 gelir vergisi alacağım”
diyor, 60 bin lira da oradan kesiliyor. 42, 60 daha 102 bin lira; sen 300 bin
lira alacakken, muhasebeye giriyorsun, 198 bin lira alıyorsun. Yani, paranın
üçte birini daha verirken kesiyor. Ne demek bu? 100 liran 66 liraya indi demek.
Sonra bu aldığın parayla fırına gidiyorsun, bakkala gidiyorsun. Ee, orada satın
aldığın malların üçte biri haksız faiz. 66 liranın üçte birini de, yani 22
lirayı da faiz yoluyla senden geri alıyor, kaldı 44 liran. Ondan sonra, üçte
biri de vergi, 44’ün üçte biri 15. Onu da çıkartırsan kaldı 30 lira. Bu kadar
mı seni soyuyor? Hayır. Bir de demin konuştuk: darphaneyle senede dörtte birini
çalıyor; kaldı 22 lira. Kambiyoyla dörtte birini çalıyor; 22 liranın da dörtte
biri gitti mi kaldı 16 lira. Bu kadar mı? Hayır. Sana bu fabrikada zaten 600
bin lira verecekken 300 bin lira veriyor. Çünkü bak; Türkiye’de gelir
dağılımına bakarsan, beş katlı bir binaya insanları koyarsan; nüfusun % 20’si
milli gelirin % 4’ünü alıyor. Burada yuvarlak olsun diye 5 yazılmış. İkinci
kattaki % 20, % 7 alıyor. Üçüncü kattaki % 20, % 14 alıyor. Dördüncü kattaki %
20, % 20 alıyor takriben. En üst kattaki yağlı kaymağı yiyen holdingler ise, onlar,
% 56’sını alıyor bütün milli gelirin. Yani, şu % 60 fakir tabaka % 30 alıyor,
hakkının yarısını alıyor. Onun için, 16 lirayı da ikiye bölüyorum; 8 lira
oluyor. Ne demek bunun manası? Bugünkü düzen, hakkı 100 olan insana 8 veriyor,
92’sini elinden alıp götürüyor. Şimdi sizinle beraber, şu Niğde’nin Hükümet
Meydanında gecenin bu saatine kadar bekleyen taksi şoförü kardeşimiz Hasan’la
bir konuşma yapsak: “Hasan, gel buraya.
Bugün sabahtan beri kaç sefer yaptın?” “Hocam, bu Haliç Krizi bizim de
işlerimizi kesata uğrattı”
diyecek. Ama hesap yuvarlak olsun diye diyorum
ki 6 sefer yaptı. Hasan’a desek ki: “Bak
Hasan, bu düzen var ya, senin şu oy verdiğin düzen; bu düzen, senin yaptığın bu
6 seferden birinin parasını sana verdi, 5’ini aldı götürdü. Sen, bütün bu
yaptığın seferlerin parasının senin olsun istemez misin?”
desem ne diyecek?“Tabi isterim.” “Bugün kazandığımın altı
mislini kazanmak istemez misin?” “Deli miyim? Elbette isterim”
diyecek. Bu
kardeşimiz Refah Partisini istiyor ama ne istediğinin adını bilmiyor! Neden?
Televizyon anlatmıyor, gazeteler yazmıyor. Bak, biz siyaset yapmıyoruz. İktisat
da yapmıyoruz. Ya? Hesap konuşuyoruz. Bugünkü düzen sana hakkının 12’de 1’ini
veriyor, 100 yerine 8 veriyor. 12 mi büyük, 1 mi büyük? Tabi 12 büyük. Peki,
sen bugün kazandığının 12 mislini kazanmak istiyor musun? İstiyorum. Öyleyse
Refahçı olacaksın arkadaş, başka çaresi yok. 12’nin 1’den büyük olduğunu bilen herkes
Refahçı olmaya mecbur. Adil Düzen’i istemeye mecbur. Neden? Çünkü bugünkü düzen
seni faiziyle, vergisiyle, darphanesiyle, kambiyosuyla ve bu bankalarıyla
eziyor da onun için. Halbuki bunların hiç birine lüzum yok. Bunların hepsi,
Siyonizm’in, IMF’nin gelip kurduğu teşkilat bu. Bu teşkilatı biz mi kurduk? Yoo.
Biz balığın, suyun içinde yaşadığı gibi bu Yahudi tuzağının içinde yaşayıp
duruyoruz. Nasıl bir oyun oynanıyor? Düşünmedik bile bu güne kadar. “Aa, bu Yahudi bizim kanımızı böylece
emiyor”
Ne zannettin ya? Ee, ne olacak? Çaresine bakacağız Allah’ın
izniyle. Bak, şimdi Yahudi böylece kanımızı emiyor da ne oluyor? İşte ANAP
geldi, 83’te işe başladı. Emekçi insanların tüm gelirdeki payı % 24 idi, faizin
payı % 75 idi, 8 sene evvel de tabi aynı düzen var. Şimdi 90 senesinde % 25’ten
% 14’e düştü tüm emekçilerin payı; köylü, işçi, esnaf. Buna mukabil faiz %
86’ya çıktı. Bak, burası küçülüyor, burası büyüyor. Faizciler büyüyor,
çalışanların boğazını sıkıyor. İşte Kapitalist nizam budur. Bütçenin haline
bakın; 83’te bu kadar açık vardı, 90’da bu kadar açık var, yüzde olarak. 83’te
bu kadar borç faizi ödeniyordu, şimdi bu kadar borç faizi ödeniyor. 83’te bu
kadar iç ve dış borç toplam faizi ödeniyordu, şimdi bu kadar ödeniyor. Şimdi
105 trilyon liralık bütçenin 45 trilyonu iç ve dış faize gidiyor. Kim veriyor bu
paraları? Sen veriyorsun. İşte, bütün rakamlar gösteriyor. Bak, bu seneki 104
trilyonluk bütçenin 20 trilyonu açık, 45 trilyonu iç ve dış borç faizi, asıl
bütçe 40 trilyon kalıyor. Onun da yatırımlarını yapamıyor. Ben bu sabah
Bayburt’tan Erzurum’a mitinge yetişeceğim diye canım çıktı. Niye? Yollar patlak,
patlak; bir yolun deliğini bile kapatamıyor. Bir genelge çıkartıyor: “Tasarruf dolayısıyla yatırımlar durdurulmuştur.”Ne kalıyor? Devletin benzini, elektriği, memurun aç bırakan maaşı. Geriye kalan
neyimiz varsa bir yandan Yahudi’ye, öbür yandan içerideki onların
işbirlikçilerine gidiyor. İşte memleketin hali budur.

Evet, şunu da bir koy da bir gösterelim
bakalım kardeşlerimize! “Peki, Hocam, bu
ne?”
Haa, bak şimdi Özal: “Gel,
anayasayı değiştirelim”
diyor. Demirel’de: “Şunu şöyle yapalım, bunu böyle yapalım” diyor. İnönü de: “İyi güzel” diyor, yahut: “Böyle” diyor. Bak, şimdi bunların
üçünün konuşması neye benziyor? Bunu anlatayım ben sana. Dedikleri gibi
değişiklik yapsan ne olur? Yapmasan ne olur? Bunu anlatmak için bu karikatürü
gösteriyorum size. Bu karikatür
Löfer Garo gazetesinde
çıktı, Rusya’nın halini göstermek için ama bizim halimiz de aynen buna
benziyor. Şimdi bak, burası bir Rus köyü. Bu Rus köylüsünün evi, bu Rus
köylüsünün kendisi, bu da hanımı, bu da karasaban. Karasabanı hanım çekiyor, bu
da efendisi. Bak, ağzını açmış hanıma sesleniyor: “Hanım hanım, müjdeler olsun” diyor. “Ne var efendi?” diyor. Bunun altında yazısı var da oradan
söylüyorum. Diyor ki: “Bak, Gorbaçov reform yapıyor, kanunları değiştiriyor.”
“Ee?” “Bundan sonra bu sabanı düğmüklü iple değil, yeni iple çekeceksin,
müjdeler olsun!” diyor. İşte Özal’ın da, Demirel’in de, İnönü’nün de “Anayasayı değiştirelim, kanunları
değiştirelim”
dediği bu. Koyunlulu Hasan yine karasabanı çekecek ama
düğmüklü ip yerine sana düğmüksüz ip verecekler. Düzen değişmeyecek,
değişmedikçe de kurtuluş yok. “Ee, çaresi
ne Hocam?”
Hıı, peki koy bakalım, hatırın için Selçuk. Bak demin dedim ki: “Bugünkü Batının kökü Firavunlardır!”Bunu kendileri söylüyor. Şu gördüğünüz resim, son zamanlarda, bir Alman
mecmuasında çıkan bir resimdir. Alman elektronik sanayide Japonlar bir fabrika
kurmuşlar. Kendi mallarını tanıtmak için arkaya Firavunları koymuş. Ne diyor
burada biliyor musun? “Soicnis Ainerhoeng Culture” demek “Bizim
malullerimiz büyük bir medeniyetin, büyük bir kültürün eseridir”
diyor. Hangi
büyük kültürmüş? “Biz, Firavunlardan
geliyoruz”
diyor. Gavurlar, Firavunlardan gelmeyi marifet sayıyor. İşte onu
ehramla göstermiş. “Biz, Firavunlardan
geliyoruz, onun için büyük bir kültürün eseriyiz!”
diyor. Firavunun ne
olduğunu bilmiyor ki!

Evet, peki çözüm? Çözüm Adil Düzendir. “Adil Düzen dediğin nedir Hocam?” Bak, Adil
Düzende faiz olmayacak. “Deme ya! Faiz
olmazsa kim kime para verir?”
Adil Düzende vergi olmayacak. “Deme ya! Vergi almazsan devletin masrafını
nasıl göreceksin?”
Siz bunları anlatırken evde, kahvede, karşınızdakiler
size bu suali soracaklar. İşte ben bunun için Adil Düzeni kısaca tanıtmak
istiyorum ki, o soranlara cevap verin. Anlasın ki “Haa, bu işin bir doğrusu varmış, bizi mahsus batağın içine sokmuşlar.
Gelin bu batağı yıkalım, el birliğiyle doğrusunu koyalım!”
desin diye istiyorum.
Onun için bu suallerin cevabını kısaca size açıklıyorum. Bak, Adil Düzende 31
tane kaide anlatıyorum size. Devlet ne yapar? Para nasıldır? Kredi nasıl bulunacak?
Vergi, devlet tarafından nasıl karşılanacak? Herkesin emekliliği, sigortası
nasıl olacak? İşte bu tabloda 31 tane temel esas var.

Birinci temel esas devlete aittir. Devlet,
Adil Düzende plan yapacak, proje. Destekleme, yönlendirme, teşvik yapacak. Yani
Niğde ilinde biz insanca yaşamak için hangi fabrikaları kuracağız? Ziraatımızı
ne yapacağız? Madenimizi ne yapacağız? Bunları devlet araştırtacak. Teşvik
edecek. Devlet memuruna değil, yapanlara para verip yaptıracak. Böylece Niğde’nin
kalkınması için hangi madeni işletecekmişiz? Hangi fabrikayı kuracakmışız? Göreceğiz,
bileceğiz. Cenabı Allah bu nimetleri vermiş, bu nimetlerden nasıl istifade
edeceğiz? Bu hazırlıkları yaptırmak devletin vazifesidir. Bu fabrikaları
kurmak, bu tarlaları çalıştırmak, yani ekonomik fiilleri yapmak, Adil Düzende
şahısların, vatandaşların vazifesidir. Devlet ekonomiyle uğraşmaz Adil Düzende.
Ne yapar? Bunları hazırlatarak vatandaşa yardımcı olur. Şahıslar ya tek başına
veya ortaklıklar halinde, şirketler halinde bu işleri yapar. Peki, devlet
hiçbir iktisadi faaliyet yapmaz mı? Adil Düzende devlet, iki çeşit iktisadi
faaliyet yapar. Bunlardan bir tanesi; temel hizmetler. Nedir bu? Yol, su,
elektrik, nakliyat, hatta ambar memuru bile devlet kontrolündedir. Yeminli
muhasip gibi. Ve de tabii yeminli muhasip. 24 çeşit hizmeti devlet kendi
kontrolünde tutar. Bundan başka devlet, tanzim hizmetleri yapar. Adil Düzen
kurulduğu zaman, misal olsun diye söylüyorum, bugünkü Toprak Mahsulleri Ofisi
kalkacak, yerine Buğday Vakfı diye yeni bir kuruluş gelecek. Niye vakıf? Hiç
kâr gayesi gütmeyecek de onun için. Bu kuruluşun vazifesi ne? Benim buğdayım
var, vereceğim; karşılığında parasını alacağım. Param var, vereceğim; buğdayı
alacağım. Bu buğdayı almak, muhafaza etmek, hiç kâr etmeden vatandaşa hizmet
etmek Buğday Vakfı’nın vazifesi olacak. Bunun gibi, temel mallarda tanzim
hizmetini vakıflar görecek ve bunlar da devletin kontrolünde olacak. Ama bütün
ticari faaliyeti şahıslar yapacak.

Adil Düzende para nasıl olacak? Âlimler
inceleme yapmışlar. Bal arılarını almışlar, bakmışlar ki arılar bal yapıyor, bir
kısmını kendisi yiyor, bir kısmı artıyor, bunu da alıyoruz ki insanlar, biz
yiyoruz. Bu yapılan baldan bir kısmını dışarıya çekip almışlar. Görmüşler ki
arıların iştahı azalmış. Arılar eskiden şu kadar yiyordu, şimdi daha az yiyor. Daha
çoğunu almışlar, arılar ölmüş fakat balı bitirmemiş. Bunu görmüşler, tespit
etmişler. Niçin? Çünkü Cenabı Hak hayvanları, insanlara faydalı olsun diye
yaratmış. Onlar çok üretiyor, az tüketiyor. Yaratılışları böyle. Bize faydalı
olsun diye. Ve illa, insanoğluna gelince; insanoğlu hayvanlara benzemiyor. İnsana“Sofraya buyur” dersen hoşuna gidiyor,
yüzü gülüyor. “Şu kazmayı al” dersen
suratı asılıyor. Niçin? Çünkü insan, cennet için yaratılmış. Cennette kazma
mazma yok. Hep yiyeceksin, asıl sen orada yaşayacaksın inşallah. Ama şimdi bu
dünyada imtihandasın, bu dünyaya senin tabun uymuyor, sen burada da “hep yiyeyim, hiç terlemeyeyim”istiyorsun. Ve biz de, bu yaratılıştaki insanlarla Adil Düzen kuracağız. “Ben hep yiyeyim, hiç çalışmayayım” diyen
insanoğluna Adil Düzen nasıl kurulur? Haa, bak, bunun bir tek çaresi var: “Gel buraya Koyunlulu Hasan. Sen hep yemek
istiyorsun öyle mi? İstediğin kadar ye, müsaade ediyorum sana. Ama bir şartımız
var, nedir o? Başkasının hakkını yemeyeceksin. Ne kadar yiyeceksen, kendin o
kadar üreteceksin! Bu şartlarda istediğin kadar ye!”
Ee, nasıl temin
edeceğiz bunu? Bunu temin etmenin çaresi şu; bak, ben bu gözlüğü ürettim, getirdim,
Gözlük Vakfı’na teslim ettim. O da vitrine koydu; “İsteyen alsın” diyor. Mademki bu gözlüğü ben ürettim ve bunu da
topluma teslim ettim, bunun kıymeti kadar tüketme hakkı kazandım. Bu dört kilo
elma ediyorsa, beş kilo armut ediyorsa bunu veririm, dört kilo elmayı alır
yerim. Benim hakkımdır. Niye? Ona eş değer mal ürettim de onun için. Kendi
ürettiğimi yiyorum, başkasının ürettiğini değil. Bunu nasıl temin edeceğiz? İşte
bunu temin etmenin çaresi şudur: Ben bunu vakfa verdim mi, vakıf, bunun
kıymetini gösteren bir senet verecek bana. Bu özel senede “para” derler. Para demek bu demektir. Para demek “Bu insan bu kadar üretim yapmış, o yaptığı üretim
kadar tüketme hakkı vardır.”
Bunu gösteren özel senet demektir. Adil
Düzende paranın manası budur. Ee, böyle olmuş da ne olmuş? Haa, böyle olduğu
için, Adil Düzende mal = paradır. Ne kadar mal üretilmişse, vitrine konmuşsa, vatandaşın
cebinde de o kadar para vardır. Ne bir kuruş fazla, ne bir kuruş eksik. Adil
Düzende darphane para basamaz, neden? Çünkü Adil Düzenin anayasasında yazıyor. Bugün
sen kendin para basarsan, 500 lira basarsan beş sene hapsediyor seni, “kalpazan” diyor. Kendi 5 trilyon
basıyor, çağ atlamış oluyor. Babanın çiftliği mi burası? Nerden çalıştırıyorsun
o darphaneyi bakalım? O darphaneyi çalıştırarak sen benim cebimdeki parayı
çalıyorsun koca hırsız! Kime sesleniyorum? Düzene. Bu Siyonist düzen, işte
yaptığı iş bu. Bu taklitçilere sesleniyorum, zihniyetlerine sesleniyorum. Kendileri
de ne yaptığını bilmiyor haa! Ne zulüm yaptığını bilmiyor. Ama bilmemek mazeret
değil. Cezasını çekecek. Niye? Zalim cezasını çeker de onun için. Bileceksin,
ilim farz. Sen bir mahkemeye gitsen dünyada, Hâkim Beye desen ki: “Hâkim bey, kanunun böyle olduğunu
bilmiyordum.”
Hâkim bey sana, af edersiniz: “Atın şunu hapse. Kanunu bilmemek mazeret değil!” diyor. İşte,
mutlak mahkemede de “Ben bilmiyordum”dediğin zaman “Seni zalim seni, çek
cezanı”
derler insana. Onun için zulümden kaçınmak mecburiyetindeyiz. Bunlar
ne yaptığını bilmiyor ama suçlu. Neden? Milyonları eziyor da onun için! Bak,
nasıl eziyor, onu açıklıyorum. Bu ezilmenin ortadan kalkması için faiz
olmayacak, karşılıksız para basılmayacak. Adil Düzende faiz de yoktur,
karşılıksız para da yoktur. Piyasada satılabilen mallar; arsa, tesis, altın,
döviz; bunlar karşılığında para vardır. Herkes istediği anda parasını malla
değiştirir. Değiştirme esnasında herkese eşit muamele yapılır, fiyatlar arz
talebe dayalı olarak, kriterlere göre tespit edilir.

Şimdi, bir iki noktasını açıklayayım: Ne
açıklayacağım? Faiz, Adil Düzende neden olamaz? Faiz nedir? Şimdi, bak, ben
bunu ürettim, teslim ettim. Bunun bedeli 1000 liraymış, 1000 liramı aldım.
Bugünkü düzende bu 1000 lirayı götürüp bankaya koyuyorum. Bir sene sonra banka
da bana 1500 lira veriyor. Hemen banka müdürünün yakasına yapışmamız lazım: “Gel buraya. Bu 500 lira fazlayı nerden alıp
bana veriyorsun yaa? Ben bu esnada yeni bir şey üretmedim ki! Üretmediğim halde
bu ilave tüketme hakkını nereden veriyorsun?”
Nereden veriyor? Ya
darphanede basıp veriyor; yani herkesin hakkını çalıp bana veriyor ve ya, esnaf
Hasan’ın bankaya koyduğu parayı bana veriyor; esnaf Hasan’ın hakkını bana
veriyor. Hangisi olursa olsun, faiz demek Koyunlulu kardeşlerim; fakir
fukaranın kanını içmek, etini yemek demektir. Faiz yiyen insanın hali budur;
haksız, zalim. Onun için faiz zulümdür, senin hakkın değil. Başkasının hakkını
yiyorsun. Adil Düzen mi istiyorsun? O halde faiz olmayacak, kendi alnının
terini yiyeceksin.

Fiyat nasıl teşekkül ediyor? Uzmanlar
hesaplamış. Türkiye gibi 60 milyonluk bir ülkenin, misal söylüyorum, 1 milyon
ton yedek buğdayı olması lazım. Kıtlık var, şu var, bu var. Öyle mi? Peki. Türkiye’de
1200 tane belde, 800 tane ilçe ve il var, misal olarak söylüyorum, yuvarladık. 2000
tane buğday silosu lazım Türkiye’ye. Bütün buğday siloları, şimdiki
bankamatikler gibi birbirine bağlı. Kompüterin başında da deponun görevlisi
oturuyor. Ben de buğday üretmiş köylüyüm. Geldim, buğdayımı vereceğim Buğday
Vakfına, paramı alacağım. Memura diyorum ki: “Buğdayımı getirdim. Ne kadar bana para vereceksin?” Memur
kompüterin düğmesine basıyor, Türkiye’deki 20 tane, 2000 tane depoda toplam
buğday ne kadar? Kompüter bana gösteriyor. 1 milyon ton buğday var bütün
depolarda. İyi, güzel. Eğer bütün buğday 1 milyon ton olursa diyor ki: “Buğdayın kilosu 1000 liradır” Orada da
cetvel var, “1 milyon ton iken buğday 1000
lira olacak”
diyor. Kompüterde toplam buğdaya bakıyor, cetvelde de fiyatına
bakıyor. Bana diyor ki: “Bin liradan
alacaksın!”
Peki, verdim kendisine buğdayımı, 1000 liradan aldım paramı. Biraz
sonra yine getirdim buğday, düğmeye bastı, diyor ki: “Senin gibi herkes buğday vermiş, şimdi depoda 1 milyon 200 bin tona
çıkmış buğday. Şimdi buğdayın fiyatı 500 liraya düştü”
diyor. “Aa, çok düşmüş. Öyleyse ben buğday satmam,
ben senden buğday alırım 500 liraya” “Hayhay, buyur”
diyor. Bana 500
liradan buğday veriyor. Yine almak istiyorum, biraz sonra gidiyorum. Diyor ki: “Şu anda, bütün depolardaki buğday 800 bin
tona indi. Şimdi çıktı buğdayın kilosu 1500 liraya.” “Öyleyse ben sana satarım”
diyorum. “Hayhay” diyor, alıyor. Ne
anlatıyorum size? Bak fiyat Kars’ta da, Niğde’de de, Edirne’de de aynı. Kim
tespit ediyor? Kompüter. Neye göre tespit ediliyor? Arz-talebe göre. Depolarda
buğday azaldı mı fiyat artıyor; herkes buğdayını getirip piyasaya sürüyor. Buğday
arttı mı fiyat düşüyor; herkes buğdayı satın almaya başlıyor. Böylece 1 milyon
ton etrafında buğday inip çıkıyor. O 1 milyon ton depo muhafaza ediliyor. Herkese
eşit fiyat, her yerde eşit fiyat. Niçin? Bu Adil Düzen, bunun pazarlığı olmaz, vatandaşı
kazıklamak, aldatmak olmaz da onun için. İşte Adil Düzende para budur. Fiyatlar
böyle teşekkül eder.

“Peki, Hocam, “faiz olmayacak” dediniz. Kim kime para verir Allah aşkına
yaa? Bu devirde faiz kalkar mı?”
Bak, nasıl kredi bulunacak? Şimdi bunun
hesaplarını anlatıyorum, istediğin kadar para sana. 7 çeşit kredi var Adil
Düzende. Kredi ne demek? Benim hakkımdan fazlasını, belli bir şart altında muvakkaten
kullanma imkânına kredi denir. Büyük bir iş yapacağım, Niğde’ye bir fabrika
kuracağım, param yok. Nereden bulacağım bu parayı? Kimse de faiz olmadığı için
vermiyor. Çok kolay. Bak, Adil Düzende 7 çeşit kredi var.

1- Ortaklıkla; aynen bugünkü gibi. Yani,
bir araya geliriz, fabrikayı kurarız. Benim yoktu ama hepimiz beraber topladık,
kuruyoruz. Veya fabrikada (………….
Bu bölüm anlaşılmadı 01:15:01)
kârı bölüşürüz, tesise ortak oluruz, kâra
ortak oluruz. Bugün neyse Adil Düzende de aynen olacak. Birinci imkân bu.

2- Hakkı Müktesep Karşılığı: Ne demek bu? Benim
1000 liram var şu anda, koştum, bankamatikle bankaya koydum. 12 ay benim param bankada
durdu. Gidiyorum gelecek sene bu saatte bankamatiğe basıyorum, bu sefer 12 bin
lira alıyorum, bir ay kullanıyorum. Veya 3 bin lira alıyorum, 4 ay, 4 bin lira
alıyorum, 3 ay. Neye göre yapıyorum bu hesabı? Bankaya yatırdığım para çarpı
bankada kaldığı müddet, benim kredi hacmimi gösteriyor. Madem ben o kadar
bankaya vermişim, istediğim an onu alıp kullanma hakkına sahibim. Buna Hakkı
Müktesep Kredisi deniyor. Bu ne demek? Herkes parasını koşup bankaya veriyor
demek. Niye? Cebimde durursa kredi olmuyor. Bankada durursa kredi oluyor, bir. İkincisi,
Niğde’deki kardeşim parasını kullanmıyor, Erzurum’daki kullanıyor. O
kullanmadığı zaman da ben kullanıyorum. Yeniden piyasaya para çıkmıyor, mevcut
parayı kullanıyoruz. Onun için enflasyon olmaz ve kullandığımız para da faizsizdir
ve ben 1000 liram varken 12000 lira kullanacak hale geldim. İşte bu, Hakkı
Müktesep Kredisidir.

Bundan başka, Emek Karşılığı Kredi: Benim
Niğde’de bir konfeksiyon atölyem var. İşçi çalıştıracağım, sermayem yok. Ne
yapacağım? Hiç korkma! Adil Düzende banka hizmetini devlet görür. Hemen
gideceğim, kahvelerden boş adam arayacağım. Adil Düzende işsiz adam yok. Farz
et ki buldunuz, bir konfeksiyon atölyem var, 15 tane makinem var. Bu makinada
çalışacak işçiyi buldum, getirip koyacağım. Adil Düzende bir işçi ayda 5 milyon
lira mı alıyor? Geldiği andan itibaren onun ücreti işlemeye başlayacak. Bir ay
sonra 5 milyon lirası ödenecek. Kim ödeyecek? Banka, yani devlet ödeyecek. Kim
borçlanacak? Ben borçlanacağım, teşebbüs sahibiyim. Nasıl ödeyeceğim bu borcu? Yaptığım
konfeksiyonu satıp ödeyeceğim. Faiz var mı? Yok. Enflasyon var mı? Yok. Neden?
Para çıktı piyasaya ama karşılığında üretim yapıldı. İşçi çalışacakmış, hiç
mesele değil. İstediğin kadar; yeter ki teşvik edilmiş bir işi yap. Zaten sen,
bütün fiyatlar otomatik tespit ettiği için neyin fiyatı arttıysa onu
üreteceksin. İhtiyaçlar karşılanacak. Teferruata girmiyorum, her bir cümlenin
altında ayrıca bir cilt var, sadece hatırlatıyorum. İşte bu söylediğimin adı Emek
Kredisidir. Sen kahvede oturuyorsun. Senin loncandan sana bir kart verilmiş. “Bu müteassıs bir işçidir. 5 milyon lira aylık hakkı vardır” diyor. Bitti, senin
kartına bakıyorum, “Gel kardeşim, otur
çalış”
diyorum. Dediğim andan itibaren senin paran ödeniyor. Müteşebbis borçlanıyor
ve sonradan da üretimi satıp ödüyor. İşçi çalıştıracaksın, hiç mesele değil. İstediğin
kadar para. Yeter ki faydalı üretim yap.

Bundan başka, rehin karşılığı para
bulursun. Konuşmaya lüzum yok. Devletin gelir teminine vesile olmuşsun, o
nispette ayrıca kredi alırsın.

Sonra, yatırım projesi için kredi alırsın.
Osman Nuri Bey kardeşim demin gelirken dediler ki: “Bu fabrika Milli Selamet Partisinin ağır sanayi hamlesinde kuruldu. Sizler
o zaman bize yardımcı oldunuz. % 5,5 faizle o günkü günde 100 milyon lira para
verildi buraya ve bu fabrika böyle kuruldu”
dedi. Tabi, o zaman biz
ortaklarla beraberdik. Şimdi, 4 ay sonra ortaksız geleceğiz. 100 milyon değil,
ne kadar istersen faizsiz alacaksın. Şartı ne? Şartı üç tane kağıt. Bir tanesi;“Ben, 10 milyar liralık bir fabrika
kuracak bir adamım!”
Kim söylüyor bunu? Benim loncam. Nasıl (bu kelime anlaşılmadı- 01:19:37)vekaleti müteahhitlere karne veriyor. “Bu
adam şu kadar inşaat yapar”
diyor. Loncamız da bize karne verecek. “Bu adam müteassısdır, 10 milyon liralık bir
fabrikayı kurar!”
Bunu ortaya koydum, bir. Ben bir ahlak toplumuna
mensubum. O ahlak toplumu da b ana bir vesika vermiş: “Bu adam dürüsttür” diye. Kalleşlik yaparsam o toplum tanzim edecek
haa! Teferruata girmiyorum. Dürüst olduğum da belli. Elimde de 10 milyar
liralık teşvik edilmiş bir motor fabrikası projesi var. Bitti. Niğde’de böyle
bir fabrika kurulmasını devlet araştırtmış, tespit etmiş. Şimdi bu fabrikayı karacağız,
mesele yok. Bir arsa baktık; 500 milyon. “Hemen
bu arsanın parasını ödeyin”
diyorum ben. 10 milyar liralık fabrika kurma
yetkim var ya. Hazine, yani devlet, yani banka, 500 milyonu sahibine ödüyor,
arsayı alıyor. Demir lazım; ödetiyorum, çimento, makine; 10 milyar lirayı
harcayıp fabrikayı bitiyorum. Fabrika kuruldu, kim borçlanıyor? Ben
borçlanıyorum. Nasıl ödeyeceğim? Ya fabrikayı satacağım veya çalıştırıp
ödeyeceğim. Faiz var mı? Yok. Enflasyon var mı? Yok. Neden? Piyasaya para çıktı
ama karşılığında fabrika kuruldu, tesis kuruldu, alınıp satılacak bir mal
meydana geldi. İşte böylece, hiç enflasyon olmayacak. Şimdi bak burası Birko. Burada
kardeşlerimiz bilir; bir kumaş, şu sırtımızdaki kumaş yedi kademeden geçiyor. Bugünkü
faiz oranlarına göre hesaplarsan 100 liraya mâl olacak kumaş bugün, 712 liraya
mâl oluyor. Bu kadar faiz biniyor üzerine 7 kademeden geçerken. Faizler kalktı
mı ne olacak? 712 liralık kumaş 100 liraya inecek. İşte böylece fakir fukaranın
duasını alacağız diyorum. Çünkü bu faizler toplanıyor, Yahudi’ye gidiyor. Ne
anlattım size? Yatırım kredisi basıl bulunacak faizsiz? İşte böyle bulunacak.

Bir diğer kredi de Selem Sene Kredisidir. Ne
demek bu? Sipariş kredisi. Bunun manası şu: Benim bir peynir mandıram var,
senelerden beri işletiyorum. Aylardan ocak ayındayım. Haziranda yine peynir
yapıp satacağım ama süt alacak, yem alacak param yok, işletme sermayem yok. Nasıl
temin edeceğim işletme sermayesini? Bak, onu anlatıyorum, Adil Düzende. Geldim,
Niğdeli kardeşlerimi topladım. “Beni
tanıyorsunuz, ben peynir yapıyorum. Aylardan ocak ayındayız, haziranda kim
peynir isterse ona şu kalitede peynir teslim edeceğim. Ama biliyorsunuz ki
haziranda bir teneke peynir 100 bin liradır. Şimdi 6 ay var. Kim 70 bin lira verirse,
ben haziranda ona bir teneke peynir vereceğim”
dedim, siz düşündünüz, Haziranda
100 bin liraya almaktansa, şimdi ocak ayında 70 bin liraya almak daha iyi.
Karar verdin. “Ben bir teneke peynir istiyorum
Hocam”
dedin. “Peki”  adını yazdım, “Bir teneke peynir, bu fiş kimdeyse ona teslim edilecektir” diye
imzamı attım. “5 Haziran’da, şu kalitede
bir teneke peynir teslim edeceğim”
diye bir senedi sana verdim. İşte, Selem
Senedi budur. Senden 70 bin lirayı aldım. Sütü, yemi aldım, peyniri yaptım, Haziran’da
getirdim verdim, senedimi kurtardım, yırtıp attım. “Ee, ne var bunda Hocam? Çok basit bir şey bu” Öyle yağma yok! Bak,
bu füzelerle İsrail’i yıkamazsın Scott füzeleriyle ama Selem Senediyle İsrail’i
yıkarsın. Neymiş bu Selem Senedi? İşte bu. Bugünkü senetten büyük farkı vardır.
Bugün senet, parayı temsil ediyor. Adil Düzende senet, malı temsil ediyor. Bunun
için, ne kadar çok senet varsa o kadar çok mal var gibidir piyasada; ucuzluk
gelir. Bugün ne kadar çok senet varsa pahalılık gelir. Bundan başka, vade bugün
ne kadar uzunsa faiz o kadar çok, o kadar pahalılık geliyor. Hâlbuki Selem
Senedinde vade ne kadar uzunsa o kadar ucuzluk gelir. 6 ay varsa 70 bin lira
isterim, eğer 2 ay varsa 90 bin lira isterim. Müddet kısalınca fiyat artıyor,
müddet uzadığı zaman fiyat azalıyor. Bak, Adil Düzende senedin müddeti arttıkça
ucuzluk çoğalıyor, senedin adedi arttıkça ucuzluk çoğalıyor; bugünkü Yahudi
düzeninin tam tersine. “Ee, neden bu
senin dediğini herkes yapmıyor?”
Yahudi yaptırmaz benim bu dediğimi. Niye?
Bugünkü senetlerin farkını o topluyor da onun için. Bak, o geliyor; IMF: “Piyasaya bu kadar para çıkartacaksın. Herkes
faizle iş yapsın!”
diye o tespit ediyor. Sonra o faizleri o alıp götürüyor.“Ben de Selem Senedi çıkartacağım”dedin mi, televizyon seni de konuşmaz. Bu renkli gazeteler seni de yazmaz. Onun
için, bugünkü düzenle muharebe etmek demek, manevi savaş yapmak; İman ister,
inanç ister! Taklitçilerin yapacağı iş değil bu. Siz hiç onların ağzından “Biz faizi kaldıracağız” diye bir söz
duydunuz mu? Söyleyemezler, neden? Hemen İsrailli abileri boğazını sıkar
onların. Çünkü bu düzenin sahibi var, bizi sömürmek isteyen Emperyalizm var. Onlar
her şeyi kontrol ediyor, onlar müsaade etmiyor.

Bir noktayı daha izah edeyim; konuşmamızı
toplayıp kapatacağım. Peki, faizsiz para nasıl bulunurmuş? Bunu anladık. “Ee, “vergiler kalkacak” dediniz. Devlet
masrafını nasıl görecek?”
Bak, bunu anlatıyorum: Bak, devlet parasını nasıl
kazanıyor? Dikkat buyurun, vergiyle değil. Ya nasıl? Haa, ben, 10 milyar liralık
fabrikayı çalıştırabilecek bir insanım; loncamdan kâğıdım var. Yanımda da
arkadaşlarım var; biz yönetim kadrosuyuz. Geldik, bu salonda oturduk. Dedik ki:“Arkadaşlar, Niğde’de fabrika kurulup 10
milyar liralık bir fabrika çalıştırılacak, teşviki var biliyorsunuz. Gelin, bu
işi yapalım, çalıştıralım. Bak, bizi görüyorsunuz. Biz bunu idare edebiliriz.
İşte loncamızdan kâğıt. Eğer kabiliyetsiz çıkarsak, tazmin edecek. Peki, şimdi
Niğde’de motor yapacağız. Biz yöneticiyiz ama bize bir fabrika lazım. İçinizde
fabrikası olan var mı, bizimle çalışmak isteyen?”
dedik. Oradan bir
kardeşimiz el kaldırdı: “Bizim tam böyle
bir fabrikamız var. Biz bunu kurmuştuk. Siz de bunu iyi yönetirsiniz,
inanıyoruz. Ben sizle çalışmak istiyorum”
diyor. “Buyur, şu masaya otur” diyorum, buraya gelip oturuyor. Şimdi,
yönetici var, fabrika var. Ne lazım bize? İşçi lazım. Oradan bir kardeşimiz
elini kaldırıyor: “Ben sizin bu
fabrikanızın işçisini vermeye hazırım. Ben sendika temsilcisiyim”
diyor. “Öyle mi? Sen de buraya otur” diyoruz. Ne
lazım bize? Hammadde. Oradan bir kardeşimiz elini kaldırıyor: “Benim şirketim de bu fabrikanın hammaddesini
vermeye hazırdır. Demirini, pikini ben vereceğim”
diyor. “Sen de buraya otur” dedik. Kaç kişi olduk
şimdi masada? 4 kişi; yönetici, tesis, işçi ve hammadde. Motor yapabilir miyiz?
Yapamayız, neden? Bize elektrik lazım, su lazım, nakliyat lazım, muhasebe
lazım. Bunu kim verecek? Devlet. Onun için, beşinci olarak da devleti masaya
oturtuyoruz. “Gel, otur bakalım buraya. Sen
de bizim elektriğimizi, suyumuzu, muhasebemizi, nakliyatımızı yapacaksın”
Şimdi motoru yapar mıyız? Evet. Neden? Motoru yapmak için her şey var da onun
için. Müteşebbis var, tesis var, işçi var, hammadde var, elektrik var, su var,
yol var, hastane var, mektep var; devletin yaptığı hizmetler var. Ee, şimdi
takır takır motoru yaparız. Uzmanlar, bizim projemizde hesap yapmışlar.
Diyorlar ki: “Yapılan motorlar, bunlar
arasında bu projede, şöyle taksim edilecek!”
Biz bir ay çalıştık, beş tane
motor yaptık, ambara koyduk. Misal olarak söylüyorum; “Herkes birer tane motor alacak. Herkesin hakkı bir motordur”diyor. Ben müteşebbisim, ambara bir motor girince kâr ettim. Bu tesis sahibi;
bir motor girince kâr etti. Bu işçi, yol parası verdi, kantinde yemek yedi ama
ambara bir motor girince o da kâr etti. Bu hammaddeci, o da kâr etti. Bu da devlet,
su verdi, elektrik verdi ama ambara bir motor girince o da kâr etti. İşte
devlet, aynen işçi gibi kendi hakkının karşılığını alacak. Ve illa, bunun
dışında vergi koyamaz. “Ee, senin dediğin
bu parayla devletin geliri ne kadar olur?”
Haa, gel bir hesap yapalım. Şimdi
1991 senesinin ne olacağı belli değil. 1990’ın hesabını yapalım. 1990’da
Türkiye’nin bütçesi 44 trilyon liraydı. Bu bütçenin 14 trilyonu açıktı. Geriye
kalır 30 trilyon. 30 trilyonun 15 trilyonu borç karşılığıdır. Bunu da çık,
kaldı 15 trilyon. 15 trilyonun 5 trilyonu yatırımdır. Yolun patlağını bile
kapatamıyor. Genelgeler çıkıyor bu yatırımları yapmıyor. Neticede 10 trilyon
kalıyor. Ne bu? Memurun maaşı, bu kadar. 1990’da devletin fiili efektif geliri
10 trilyon olmuştur. Peki, Adil Düzeni ilan etmiş olsaydık ne olacaktı? Sanayiden,
tarımdan, hizmetlerden takriben devlet beşte birini kendi hakkı olarak alacak. Çünkü
onların hepsine kendisi katkıda bulunuyor. O da kendi hakkını alacaktı. Ne
kadar tutar bu? 1990 senesinde bütün bu üretimleri yekûnu 150 milyar dolardır. Bunun
% 20’si yani beşte biri 30 milyar dolar yapar. 30 milyar dolar da o günkü
parayla hesaplarsan 80 trilyon lira yapar. 10 trilyon yerine 80 trilyona
çıkıyor ilan ettiğimiz gün. Hâlbuki “Kim
fabrika kuracaksa faizsiz kredi”
dedin mi, “Kim boşsa gelsin çalışsın, maaşı verilecek” dedin mi makine
yağlanır. Fıldır fıldır fabrikalar kurula kurula önünü alamazsın. Dev gibi bir Türkiye
meydana gelir Adil Düzende. Yani bu söylediğimiz 80 trilyon bugünkü fakir
fukara hesabıyla. Adil Düzen kuruldu mu, Türkiye bir anda Almanya gibi, Amerika
gibi zengin oluverir. Ee, niye kurmuyor? Çünkü bunu Siyonizm istemiyor, İsrail
istemiyor da onun için kurulmuyor. Refah Partisinden televizyon niye
bahsetmiyorsa Türkiye’de Adil Düzen onun için kurdurulmuyor. Rejisör aynı.

Evet, şimdi bu konuştuklarımı topluyorum. Bak,
size, devlet gelirini nasıl temin edecek? Açıklamaya çalıştım. Faizsiz kredi
nasıl olacak? Açıklamaya çalıştım. Kim, kime para verir? Bak. Adil Düzende 7 türlü
kredi, istediğin kadar para, hiç bir şey isteyemez. Haa, burada bir incelik var
ha; gelir de dersen ki: “Ben, bütün piyasadan zeytinyağını toplayacağım. Üç ay sonra
yüksek fiyatla satacağım.” Adil Düzende kredi bulamazsın. Çünkü bu kredilerin
hepsi üretime veriliyor. Ticarete kredi verilmiyor. İşte Adil Düzen budur. Size
kısaca açıkladım. Şimdi bütün bu konuştuklarımızı topluyorum. Bak, çoğu gitti,
azı kaldı. Şurada Ekim’e kaç ay var? 15 – 16 Haziran günü bu ANAP kongresini yapar
yapmaz, 17’de televizyondan duyacaksınız: “Ekim’de
büyük seçim!”
Neden duyacaksınız? Çünkü bunlar ringde yumruk yiye yiye ayakta
duracak hali kalmamış yenik boksöre döndü. “Ah
şu gonk bir çalsa da, şu ringin kenarındaki sandalyeye bir otursam”
diyor,
ayakta duramıyor. Onun için, seçime koşup “Ne
olacaksa olsun”
demeye mecbur noktaya geldi. Gelecek, ne olacak? Allah’ın
izniyle, bu millet gerçekleri biliyor. O televizyonda hiç söylemesin, gazeteler
yazmasın. İşte, Nevşehir’de Refah Partisi % 25,5 oy aldı. İşte Bayrampaşa’da %
21,5; işte şimdi inşallah 2 Haziran’da Allah’ın izniyle % 30’u geçecek. Ve de
Ekim’deki seçimde Refah Partisi Türkiye’nin en büyük partisi olacak ve de
idareyi ele alacak Allah’ın izniyle. Bakınız, o gün, işe başlarken televizyonda
yapacağımız konuşmayı bugünkü gibi dinleyemezsiniz haa! Neden? Alman meclis
başkanı Fonn Hatsel diyor ki Die Welt gazetesindeki makalesinde: “Ey Avrupalılar, sizi uyandırıyorum; etmeyin,
eylemeyin. Şu Türkiye’yi hemen Ortak Pazara alın, İsrail’le birleştirin. Çünkü
Türkiye’de Refah Partisi her gün güçleniyor. Eğer siz gafil davranır da Refah
Partisi iktidar olursa ne olur biliyor musunuz? Yeni Bir Türkiye değil, Yeni
Bir Dünya kurulur!”
diyor. Doğru söylüyor. Bak, onun doğru söylediğini ben
şu anda o kadar içimden hissediyorum ki, niye? Daha 2 gün önce, Trablus’ta,
demin de söyledim, 40’tan fazla Müslüman ülkenin 1000 kadar delegesine ben
böyle hitap ediyorum. Onların hepsi: “Hocam,
şu Adil Düzeni bize ders olarak anlatın!”
dediler. Niçin, biliyor musunuz? Türkiye’de
Refah Partisi iktidara geçer geçmez, 1,5 milyarlık İslam âlemi, Türkiye’nin
etrafında kenetlenecek de onun için. Ben iki gün önce gözümle işte bunu gördüm!
Bak, şimdi, Kominizim ve Kapitalizm devri bitti. Şimdi, Refah devri; dünya iki
kutup etrafında toplanıyor. Uyanın, uyanın. Öbürlerinin hepsi boş, ya Siyonizm;
herkes ezilecek, köle olacak ve ya Refah Partisi; Adil Düzen kurulacak, insanlık
kurtulacak! Kominizim kalktı, şimdi iki tane kutup var. Onun için Alman Parlamento
Başkanı doğru söylüyor. “Refah Partisi iş
başına gelirse, Yeni Bir Dünya kurulur!”
diyor. Bu, kurulacak inşallah. Ee,
siz şimdi, o gün televizyona gelmişsiniz, Refah Partisi kazanmış, Adil Düzen
ilan edilecek. Elbette o televizyonu böyle dinleyemezsiniz. Emin olasınız ki o
gün dağlar erir dağlar! O gün o kadar, o kadar mühim bir gündür. Şimdi,
Allah’ın izniyle o gün televizyonda neler söyleyeceğiz? Bunun hepsini şimdi söyleyemeyiz.
Üç cümlesini söyleyeyim yeter; bak, şunu duyacaksınız inşallah: “Ey aziz milletimiz, bilesiniz ki, şu andan
itibaren Adil Düzen ilan edilmiştir. Ey aziz milletimiz, bilesiniz ki, şu andan
itibaren bütün faizler kalkmıştır!”
İşe böyle başlayacağız inşallah. “Ey aziz milletimiz, bilesiniz ki, şu andan
itibaren, bütün vergi kanunlarının hepsi lağvedilmiştir!”
Neden? Çünkü bak,
bu adam seni kasaplık koyun gibi çengele asmış, eline bıçağı almış, “vergi” diyor, etini kesiyor, “fon” diyor, yağını kesiyor; seni kemik
haline getiriyor. 4000 çeşit vergi ve fon maddesi var. Kimse içinden çıkamıyor.
Ezik, ezik; bu millet bu hale getiriliyor. Onun için, bunların hepsini
lağvetmekten başka çare yoktur. Peki, bütün bunları ilan edeceğiz de ne olacak?
O gün bakacaksın ki, 600 liralık ekmek 200 liraya ucuzlamış, inivermiş. “Deme yav, sen sihirbaz mısın Hocam?” Hayır.
Söylediğimiz şey sihirbazlık değil, çok basit bir şey. Neden? Çünkü bugün bu
memlekette her vatandaşın sırtında bir Yahudi’nin emme hortumu var, bir de
şampanyacı holdingin emme hortumu var. Bizim yapacağımız iş çok basit; vatandaşın
sırtındaki Yahudi’nin hortumunu, holdingin hortumunu kopartıp atacağız. Senin kanını
artık bunlar emmeyecek; sen kendi kanınla kendini güçlendireceksin. Yapacağımız
iş bu. Çünkü o ekmeğin içinde 200 lira faiz var, 200 lira da vergi var. Sadece
ucuzluk gelmekle kalmayacak haa, ya ne olacak? Bak, bugün 600 liraya bir ekmek
yapıyorsun. O gün 600 liraya üç ekmek yapacaksın. Aynı işletme sermayesiyle 3
misli fazla işçi çalışacak. Bu ne demek? İşsizlik kalmayacak demek. İşte
işsizlik böyle çözülür. İşte bugün faiz ve haksız vergi olduğu için, her şeyi
pahalılaştırdığı için, maliyetleri yükselttiği için işletme sermayeleri
yetmiyor. 5 milyon gencimiz bunun için kahvehanelerde çürüyor. Faiz çürütüyor
onları. Bu kadar mı? Hayır! Dünyada en ucuz maliyet bizde olacak. Kimse bu Birko
fabrikasıyla rekabet edemeyecek. Ne Japon’u, ne Çin’i; hiç biri. Neden? Çünkü bizde
o gün maliyetlerin içerisine ne faiz, ne vergi girmeyecek. Sadece, alın teri ne
ise maliyet o olacak. Bugün Almanya’da % 10 faiz var. Almanya’da % 35 – 40,
hatta % 52 kurumlar vergisi var. Onun için, onların maliyetleri yüksek. Bizim
maliyetimiz; alın teri, o kadar. Ne faiz, ne vergi, hiçbir şey yok. Kimse
bizden ucuz mal üretemez. Ee, ne olacak? Herkes gelip malını bizden alacak. Alacak
da ne olacak? İşte ihracat patlaması böyle olur. Hayali ihracatla, ihracat
patlamaz. Daha ne olacak? Haa, işsizlikten dolayı bu Koyunlu’dan, bu Niğde’den
Avrupa’ya giden işçi kardeşlerimiz, burada Adil Düzen ilan edilince, kısa bir müddet
sonra kendisinin ustabaşı Hans’ı çağıracak: “Hans,
gel bakalım buraya. Dur bakalım yav, bizim Koyunlu’da bir değişiklik oldu.” “Hayırdır
inşallah. Buyur ne istiyorsun?”
dediği zaman ona şunu söyleyecek, diyecek
ki: “Bana bak, dünya değişti. Şimdi
Türkiye’de Refah Partisi iş başına geldi. Adil Düzen ilan edildi. Müslüman
ülkelerle Ortak Pazar kuruldu. Bu siparişler size değil bize veriliyor. Şimdi
bizim fabrikalarımız kuruldu, sen elektronik işinden anlarsın. Bizim
Koyunlu’daki fabrikada ben seni işçi olarak çalıştıracağım. Buradan çok da para
vereceğim, haydi bakalım!”
diyecek bizim Koyunlulu Hasan. İşte, Adil Düzen
budur. Neden yapmıyorlar? Çünkü bugünkü düzenin sahibi var; Siyonizm,
Emperyalizm. O, kan emiyor, o istediği adamları iş başına getiriyor. Televizyonları
almış tesirine, gazeteleri almış tesirine, onlar etkiliyor, istediği
propagandayı yapıyor, getiriyor ve de sonunda kanımızı sömürüyor. İşte, bütün
vatanını milletini seven insanlar, bu köle düzenini el birliğiyle yıkacağız ve
Allah’ın izniyle Adil Düzeni kuracağız. Ancak bu iş oturduğun yerde olmaz. Şu
konferansı kapatırken bütün oturan kardeşlerimiz bir ayağa kalksınlar bakalım. Şu
ellerinizi de benim gibi bir kaldırın! Haa, alışmayanlar varsa alışsın. İsrail’den
yana olan varsa kaldırmasın. Hepimiz, Hakkı, adaleti hâkim etmek için çalışacağımıza
söz vereceğiz. Hazır olun: Milletimizin, saadet ve selameti için, Refah
Partisinin büyük zaferi için, bugünkü köle düzeninin bir an evvel yıkılması
için, Adil Düzenin bir an evvel kurulması için bütün gücümüzle çalışacağımıza söz
veriyoruz. Gazanız mübarek olsun, Allah’a emanet olun. Esselamü Aleyküm.

 

Prof. Dr. Necmettin Erbakan – Adil Düzen
Konferansı/ Niğde / 1991

 

http://www.necmettinerbakan.net/videolar/no-302-prof-dr-necmettin-erbakan-adil-duzen-konferansi-nigde-koyunlu-1991.html

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi