Prof. Dr. Abdülaziz
Bayındırın temelsiz iddiaları!
20 Mayıs 2017 tarihinde Hilal TVde bir programa katılan Abdülaziz Bayındır şunları ortaya atmışlardı:
Kuran-ı Kerim'in neresinde kurum kavramını görmüşler? Resulüllah (SAV)in bir devlet kurmak için ortaya çıktığı var mı? Bütün Nebiler şunu söylemiyor mu insanlara? Sizden bir karşılık istemiyorum. Benim alacağım ücret Âlemlerin Rabbi Allah'a aittir, Allah verecektir. Peki, şimdi siz geliyorsunuz diyorsunuz ki, Ben Türkiye'de kimseden bir şey istemiyorum, sadece devleti verin yeter. Öyle olmuyor mu? Ne kaldı geride zaten? Devleti kurmak için ortaya çıkan bir tane Nebi var mı? Resulüllah devlet kurmak için mi ortaya çıktı? Rivayetlere göre: Mekkede Ona en az iki kez Seni başımıza geçirelim! dediler, hiçbir şey yapmadı (kabule yanaşmadı). Eğer dünyalık peşinde koşarsanız sisteminizi ona göre kurarsınız. İnsanları kendi etrafınızda toplamaya çalışırsınız. Ama Allah'ın dini peşinde koşarsanız, o zaman Allah ne emretmiştir onu anlatırsınız Yav kurumun dini olur mu hiç. Devletin namaz kıldığını göreniniz var mı? Devlet oruç tutuyor mu? Devletin ahiret korkusu olur mu? Devlete inan desen kime diyeceksin? Devlet kim? Hiç devletten tokalaşanınız var mı? Devlet de oturup bir bardak çay içeniniz var mı? Yav, bu ne biçim kafadır Allah aşkına yav!..[1]
Oysa, evet Resulüllah (SAV) elbette nihai hedef olarak; Kuran'a, vicdana, akla ve ahlaka uygun bir devlet düzeni kurmak üzere görevli kılınmıştı. Bu maksatla;
1. Tebliğ ve davet aşamasından,
2. Teşkilat ve organize olma aşamasından sonra,
3. Otorite sahibi bağımsız Devlet kurma aşamasına ulaşmıştı.
Hz. Peygamber Efendimize cahiliye önderlerinin, Mekke yönetiminde yetkili ve etkili makam verme teklifleri; İslam davasından, Kurani inanç ve ahlak esaslarından vazgeçip, Şirkin Şeytani ve gayri insani kurum ve kurallarına uyma ve uygulama şartına bağlıydı. Üstelik bu teklifin bir tuzak olduğunu Efendimiz hemen anlamıştı; çünkü müşrik liderler, Peygamberimiz kabul etse de vermeye yanaşmayacaklardı, zaten küfür ve sömürü iktidarları elden gitmesin diye İslama karşı çıkmışlardı.
Peki, Allahın kurallarını devlet düzeyinde uygulamak için sizin harekât fıkhınız tarzınız nasıl olacaktır? Müslümanlar Allahın kurallarına devlet düzeyinde nasıl kavuşacaktır? sorusunu ise Sn. Bayındır şöyle yanıtlamıştı:
Devlet dediğiniz kimdir? İçinizde devletle oturup bir bardak çay içeniniz varsa parmak kaldırsın. Ya da içinizde devletle tokalaşanınız, selamlaşanınız var mı? Devlet insanların kurduğu bir düzendir. Bu düzenin parçaları kimdir? İnsan. İşte devlet benim kardeşim, devlet sensin, devlet odur. Şimdi devlet diye hayalimizde bir yapı oluşturuyoruz, onun tepesinde olanlara birtakım şeyler veriyoruz. Ondan sonra onları Müslüman edeceksin. Hiç kimseyi hiç kimsenin Müslüman etme yetkisi yoktur. Böyle bir şey yok. Senin zihnindeki devlet yüzde yüz Kuran-ı Kerimi uygulasa da sen bir başarıya ulaştığını mı zannedeceksin? Bu (İSLAM) inanılması gereken bir şeydir. Sen Müslümansan İslamı kendinde tatbik edersin. Ailene sözün geçiyorsa ailende tatbik edersin. Bakın Lut (A.S.)ın karısına sözü geçmemiştir, Nuh (A.S.)de öyle. Onun da karısına ve oğluna sözü geçmemiştir. Gücün yetiyorsa. Ne zaman Devlet dediğimiz insanlar Allahın dinini yaşamaya karar verirlerse zaten devlet uygulamaya başlamış demektir. Allahü Teâlâ şöyle diyor: Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ Allah kimseyi gücünün üstünde bir görevle, bir yükle yükümlü tutmamıştır. Bizim burada anlattıklarımız o. Bazı insanlar devletin birtakım makamlarına gelmek için böyle can atıyorlar. Dinden başka kullanacakları bir şeyleri kalmamış O zaman Müslümanların dindarlığını istismar ederek kendilerine makam açmaya çalışıyorlar. Biz böylelerinin oyununa asla gelmeyiz.[2]
Oysa, Kuran-ı Kerim, o dönemin şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun otorite ve organizeler (devlet müesseseleri) kuran, Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf gibi Nebi ve Resulleri anlatmaktadır. Kaldı ki, en son ve en mükemmel örnek (üsvetün hasene) olan Hz. Muhammed Aleyhisselamın hayatı zaten ortadadır. Hatta Hz. Davut'u ve Hz. Süleyman'ı, kurdukları ve İslami kanunları uyguladıkları devlet yöneticiliğinden dolayı, Ehli Kitap onları “Kral ve Hükümdar” olarak anmaktadır. Ve yine bütün İslam uleması bir konuda içtihada esas alınmak yani delil ve dayanak sayılmak hususunda tek bir ayeti ve örneği bile yeterli saymışlardır.
Abdülaziz Bayındır 20 Haziran 2013 tarihinde yayımlanan söyleşisinde:Miras paylaşımının müminlere ait olduğunu söylüyorsunuz. Burada müminler devlet mi oluyor? sorusuna verdiği yanıtlar da tutarsız ve asılsızdır.
Batı anlayışındaki devlet bizde yoktur. Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan bir devlet anlayışı var. Bizde her insan devlettir. Niye biliyor musunuz? Çünkü Müslümanlar Allah'tan başkasına kul olamazlar. Bu ne demektir herkesin özne olması demektir, her insan öznedir. Ne demek ki özne olmak? Her insan yapabileceği her şeyden sorumludur demektir. Ve devlet başkanı da olsa sorumludur, en küçük vatandaş da olsa sorumludur. Onun için bak dikkat edersen bizim geleneğimizde ordu yoktur. Herkes askerdir. Bizim geleneğimizde bugünkü gibi devlet teşkilatı falan yoktur, çünkü herkes görevini yapacak. Polis Teşkilatının kuruluşunun kaçıncı yıl dönümü. Efendim Jandarma Teşkilatının kuruluşunun kaçıncı yıl dönümü. Savcılık ne zaman başladı? Herkes savcıdır, herkes jandarmadır, herkes polistir, herkes bekçidir. Herkes devletine de sahip çıkmak zorundadır, sokağına da evine de şehrine de. Ama Fransız ihtilalinden sonra oluşan devlet yapısında devlet tanrılaşmıştır. Teokratik devlet vardır bugün. Hâlbuki bizde böyle bir şey olmaz. Allahu Teâlâ Nisa Suresinin 59. ayetinde diyor ki: Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle müminler Allaha ve Resule itaat edin, Resul kimdir? Allahın sözünü tebliğ eden. O zaman Resule itaat eden kime itaat etmiş olur? Allaha itaat etmiş olur. Ondan sonra ve ulil emri minkum içinizden olan yetkililere de itaat edin. Ondan sonra fe in tenâza'tum fî şey'in herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz. Kiminle anlaşmazlığa düşülür. Allahla anlaşmazlığa düşülür mü? Kiminle düşülür? Yetkiliyle. O zaman her vatandaşın devletin her kademesindeki yetkiliyi mahkemeye verme hakkı vardır.[3] sözleri de içinde çok açık çelişkileri barındırmaktadır. Önce “içinizdeki, yetkililere itaat edin” ayetinin hükmü nasıl uygulanacaktır? Eğer kurulmuş bir devlet otoritesi ve organizesi yoksa bu yetkilileri kim atayacaktır? Ve yine sormak lazım: “Vatandaşın devletin her kademesindeki yetkiliyi şikâyet edeceği MAHKEME'ler” nasıl kurulacak, bu mahkemeler hangi kanun ve kurallara göre karar alacak ve bu kararlara uymayanları kim hesaba çekip hizaya sokacaktır? Hâlbukidevletsiz toplum, beyinsiz bir vücuttan farksızdır.
Velhasıl, Dinimizin; İslami amaçlara ve temel insan haklarına uygun Adil bir Devlet düzeni kurmak ve bütün dünyada bir barış ve bereket medeniyeti oluşturmak gibi bir amacının olmadığını savunmak, cahillikten çok öte kasıtlı bir safsata ve saptırmadır ve açıkça din tahribatıdır. Elbette ve kesinlikle “İslamın devlet talebi vardır…” ancak bunu “Bütün Müslümanların tek bayrak altında toplanması lazım” şeklinde anlamak yanlıştır. Çünkü, İslam Birleşmiş Milletler teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı ve İslam İlim ve Kültür dayanışması gibi evrensel kurumlar, Bütün Müslümanların yekvücut olmalarını zaten sağlayacak ve böylece tüm mazlumların da sığınağı olacaktır.
“İslam Devleti yüreklerde kurulmalıdır” sözleri ise kof bir edebiyattır ve İslamın sadece gönüllere hapsedilmesi ve devlet hayatından sökülmesi amaçlıdır. Bu tür yaklaşımlar, hayatın her safhasına uygun kural ve kurumlar koyan Yüce Dinimizi, yozlaştırılmış Hıristiyanlık düşüncesine, Budizm, Şintoizm, Taoizm seviyesine indirgemek anlamını taşımaktadır. Bu tür iddialar İslama iftiradır, Haktan inhiraftır ve hidayet kararmasıdır. Bunlar acaba, gerçekten bu denli kalın kafalı mıdır, yoksa Ilımlı İslamcıların farklı bir versiyonu olarak, özel mi kiralanmışlardı?
Kaynak Makalenin Tamamı
İçin: