ÖNSÖZ II: KOMPLO TEORİLERİ ÜZERİNE
Bir komplonun ilk tedbiri, herkesi bir
komplonun var olmadığı konusunda ikna etmektir.
Gary Allen, None Dare Call It Conspiracy
Bu kitapta dile getirilen en temel iddialardan biri, bazı güç merkezlerinin tarihin gelişimi üzerinde sıradan insanlar tarafından farkedilemeyen bir etkiye sahip olduklarıdır. Kitapta, belirli bir güç odağının uzun vadeli planlar yaparak tarihin akışını değiştirdiği ve kendi hedeflerine uygun olan bazı büyük sosyal değişimler oluşturduğu anlatılmaktadır.
Ancak bazı insanlar bu bakış açısına “komplo teorisi” adı verirler ve komplo teorisinin dünyayı anlamak için son derece kötü ve eksik bir yöntem olduğunu öne sürerler. Onlara göre, sosyal olayların arkasında bazı güç odaklarının planlı eylemlerinin, yani “komplo”larının var olduğunu düşünmek, bir tür paranoyadır. Aksine, sosyal olaylar, birbirinden çok farklı ve bağımsız etkenlerin biraraya gelmesiyle oluşur ve dolayısıyla bir grup insanın bu olayları yönlendirmesi asla mümkün olmaz.
Komplo teorilerine olan bu alerji, asıl olarak 20. yüzyılın önemli bilim felsefecilerinden Karl Popper`in görüşlerinden kaynak bulmaktadır. Bu nedenle, Popper`in bu konudaki düşüncelerine değinmek gerekiyor.
KARL POPPER VE KARL MARX`IN SEFALETİ
Karl Popper, 19. yüzyılın modernist bilim anlayışına karşı çıkmış ve bu anlayışa karşı son derece tutarlı eleştiriler getirmişti. Modernist bilimcilerinin en büyük özellikleri ise determinizmi benimsemeleriydi. Determinizm, olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini kesin kurallara bağlıyor ve “aynı şartlar her zaman aynı sonuçları verir” kanununu kabul ediyordu.
Kimi modernistler, fizik, kimya gibi pozitif bilim dalları için geliştirdikleri bu determinizm kuralını sosyal bilimlere de uygulamaya çalıştılar. Bir kimya işleminde reaksiyona giren maddeler bilindiğinde, ortaya çıkacak sonuç da önceden bilinebiliyordu. Aynı mantık sosyal bilimlere uygulığında ise ortaya şu sonuç çıktı: Bir toplumdaki sosyal şartlar analiz edilirse, sonuçta bir sonraki sosyal gelişme de önceden bilinebilir.
Bu modernist sosyal bilim anlayışının en önemli örneği ise Marksizm oldu. Karl Marx, sosyal olayları da determinizm süzgecinden geçirdi ve kendince “tarihin bilimsel yorumu”nu yaptı. Marx`ın adına “Bilimsel Sosyalizm” denen ideolojisine göre, fizik ya da kimyanın kuralları olduğu gibi tarihin de kuralları vardı. Sözde, bir “dahi” olan Marx bu kuralları keşfetmişti ve bunlara bakarak gelecekte neler olacağını önceden açıklayabiliyordu. Marx, tarihi olayların iki büyük aktörünün olduğu sonucuna varmıştı: Sermaye sahipleri ve emekçiler. Ona göre, tüm tarih, bu iki sınıf arasındaki çatışmanın “bilimsel” yasalara uygun bir biçimde gelişmesinden ibaretti.
İşte Karl Popper, Marxizm`de şekillenmiş olan tüm bu modernist düşüncelere karşı çıktı. En çok üzerinde durduğu konu ise, “tarihin kuralları” diye bir şeyin olamayacağıydı. Ona göre, tarih birbirinden bağımsız ve bilinçsiz sonsuz sayıdaki faktörün birleşmesiyle yürüyordu ve kesinlikle bir kurala ya da istikamete sahip değildi. Hiçbir tarihsel gelişme hiçbir kurala uydurulamaz, dolayısıyla tarih önceden kestirilemezdi.
Kısacası Karl Marx (ya da benzeri modernist ideologlar) ile Karl Popper, birbirine tümüyle zıt iki düşünce savunuyorlardı. Birincisine göre, tarihin kuralları ve bir istikameti vardı. Ötekisine göre ise, tarih bir kaostu ve hiç bir şekilde kuralı ve istikameti olamazdı.
Ancak bu iki zıt düşünürün ortak bir özellikleri vardı. Her ikisi de seküler, yani din-dışı bir zihin yapısına sahiptiler. İkisi de hiç bir şekilde ilahi bir yol göstericiye sahip değildiler.
Fakat biz böyle düşünemeyiz. Çünkü insanın yegane gerçek yol göstericisi kendi aklı değil, Allah`tan ona ulaşan bilgi, yani vahiydir. Elimizdeki tek değiştirilmemiş vahiy de Kuran olduğuna göre, tarihin anlamı ile ilgili soruları da Kuran`ın yol göstericiliği ile cevaplamamız gerekir.
Kuran`a baktığımızda ise bu konuda çok farklı gerçeklerle karşılaşırız. Öncelikle, tarih, Popper`in iddia ettiği gibi tesadüf yığını bir kaos değildir. Aksine, tüm varlıklar belirli bir amaca uygun olarak yaratılmışlardır ve ne olursa olsun yaratılış amaçlarına boyun eğerler. Hiç bir şey, boşuna, amaçsız, gelişigüzel değildir; ilahi hedeflere sahiptirler. Var olan her şey O`nun ilmi içindedir ve O`nun belirlediği şekilde davranır. Bir ayet, bu büyük gerçekten şöyle söz eder:
Gaybın anahtarları O`nun katındadır, O`ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (En`am, 59)
Allah, tüm bilgileri bilendir ve “ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır”. (En`am, 80) Bir başka ayet ise şöyledir:
Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. olsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. (Meryem, 93-94)
Bu ayetlerin de bize gösterdiği gibi var olan her şey Allah`ın ilmi ile kuşatılmıştır. Her şey Allah`ın belirlediği kadere göre yaratılmıştır ve asla bu kaderi aşıp değiştiremez. İnsanlar da bu kadere dahildir. Dolayısıyla tarih de Allah tarafından belirlenip tespit edilmiş bir kaderden başka bir şey değildir. Bu tarihin kuralları da vardır. Tarih, Allah`ın koyduğu kurallara (sünnetullah) göre işler ve bu kurallar asla değişmez: “… Sen, Allah`ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah`ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.” (Fatır, 43)
Kısacası, Karl Popper`in tarihin hedefsiz ve kuralsız olduğu yönündeki düşüncesi temelden yanlıştır.
Ama elbette Marx`ın düşünceleri de temelden yanlıştır. Çünkü Marx, tarihin hedefinin ve kurallarının kendisi tarafından keşfedildiğini sanmış, insan aklının böyle bir yeteneğe sahip olduğunu vehmetmişti. Oysa bu bir safsatadır. Çünkü var olan tüm bilgi Allah`a aittir ve O`nun tarafından yaratılan insan da ancak O`nun dilediği kadar bilgiye ulaşabilir. Ayette dendiği gibi insanlar “dilediği kadarının dışında, O`nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar”. (Bakara, 255)
Kısaca şunu söyleyebiliriz; tarih belirli bir amaca yönelik ve belirli kurallara bağlı olarak işlemektedir. Ancak biz bu kuralları ve amacı kendi sınırlı bilgimizle çözüp kavrayamayız.
Ünlü bir hikaye vardır. Üç-dört tane kör biraraya gelir ve bir fili inceleyip tanımlamaya çalışırlar. Biri filin hortumunu tutar ve hayvanın uzun bir boruya benzediğini söyler. Öteki filin karnına dokunur ve büyük yayvan bir tepsi tuttuğunu iddia eder. Bir diğeri hayvanın kuyruğunu yakalamıştır ve elindeki canlının bir tür yılan olduğunu düşünmektedir… İnsanoğlunun elde edebileceği bilgi de bu fil hikayesinden pek farklı değildir. Sonsuz bir evrendeki sonsuz bilginin yanında, insanın son derece sınırlı olan aklı ve algıları, fili inceleyen körlerin halinden bile daha acıklıdır.
Dolayısıyla gerçek bilgiye ulaşmanın tek yolu, elimizdeki bilgi ve akıl kırıntılarıyla yetinmek değil, bilgi ve aklın yegane kaynağına yönelmektir. Kuran, bu kaynaktan bize ulaşan vahiydir ve yegane yol göstericimizdir.
Eğer tarih hakkındaki gerçekleri öğrenmek istiyorsak, temel referansımız da yine Kuran olmalıdır.
KURAN`DA “KÖTÜLÜĞÜ ÖRGÜTLEYİP DÜZENLEYENLER”
Tarihin anlamı ve kanunları hakkındaki bu ön bilgiden sonra, bu önsözün asıl konusu olan “komplo teorileri”ne girebiliriz.
Karl Popper, tarihin bir kaos olduğunu iddia ettiğinde, doğal olarak komplo teorilerine de şiddetle karşı çıkmıştı. Çünkü komplo teorileri, bazı güç odaklarının tarih üzerinde kontrole sahip olduğunu ileri sürmektedir, oysa Popper`e göre tarihin elle tutulup değiştirilebilecek hiçbir yanı yoktur. Tarih, ona göre kuralsız bir tesadüfler mozayiğidir. Dolayısıyla bir insan ya da insan grubu, önceden belirlediği bir hedef için tarihi değiştirmeye kalktığında, hiç hesaba katmadığı faktörlerle karşı karşıya kalır ve büyük olasılıkla başarısız olur.
Popper, komplo teorilerine inanmanın bazı insanları “ilahlaştırmak” anlamına geldiğini de öne sürer. Ona göre, bir grup insanın ardarda başarılı komplolar gerçekleştirdiğini düşünmek, onlarda insan-üstü bir güç vehmetmekten kaynaklanmaktadır
Oysa Popper`in bu iddiaları da geçersizdir. Çünkü tarih az önce belirttiğimiz gibi bir tesadüfler kaosu değil, belirlenmiş bir kaderdir. Ve eğer bu belirlenmişlik içinde bazı insanlara “komplocu” rolü verilmişse, bu insanların bu rolü oynamaları son derece doğal olacaktır. Bu tür insanlar olduğunu öne sürmek, onları “ilahlaştırmak” anlamına gelmez. Aksine, komplocuların da gerçekte basit bir figüran oldukları sonucu çıkmaktadır.
Olayların arkasında bazı komplocuların rol oynadığından söz ediyoruz, çünkü Kuran bizlere bu yönde bilgiler vermektedir. Bazı ayetlerde, yeryüzündeki kötülüklerin (Allah`a isyan, bozgunculuk, zulüm, kargaşa gibi) kendi kendilerine oluşmadıkları, aksine bazı “komplocu”lar tarafından üretildikleri haber verilir.
Örneğin Nahl Suresi 45. ayette “kötülüğü örgütleyip düzenleyenler”den söz edilir. Fatır Suresi`nin 10. ve 35. ayetlerinde yine “kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler”den bahsedilir. Bunların yanısıra, çok sayıda ayette, yeryüzünde “hileli-düzenler” kuran komplocuların varlığından haber verilmektedir.
Bu ayeterden, yeryüzünde “komplo” kurmayı kendilerine iş edinmiş insanların var olduğunu öğreniyoruz. Kurdukları komploların hedefi ise, ilgili ayetlerin çoğunda vurgulığı gibi asıl olarak müslümanlardır.
Bazı başka ayetlerden anladığımıza göre de, komplocuların kurdukları “hileli-düzen”lerin bir diğer amacı, dini ortadan kaldırmak ve yerine inkarı yerleştirmek ya da ayakta tutmaktır. Hz. Nuh`un bir duasında bu açıkça belli olur:
Nuh (dedi ki): “Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular. Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd`i, ne Suva`ı, ne Yeğus`u, ne Ye`uk`u ve ne de Nesr`i. Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.” (Nuh, 21-24)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi bazı inkarcılar, insanları gerçek dinden uzak tutabilmek için “hileli- düzenler”, yani komplolar kurmuşlardır. Bu durum, yalnızca Hz. Nuh`un dönemi ve toplumu için değil, tüm zamanlar ve toplumlar için geçerlidir elbette. Nitekim bir başka ayette, ahiret günü cehenneme giden inkarcılar arasındaki diyaloglar anlatılırken, inkarcı avamın liderlerine “… siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah`ı inkar etmemizi ve O`na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz” (Sebe, 33) diyecekleri haber verilir.
Kısacası, Kuran`ın haberlerine göre, yeryüzündeki kötülükler sadece kendiliğinden oluşmamakta, aksine birileri tarafından bilinçli bir şekilde üretilmektedirler. Bu kötülüklerin başında ise, Allah`ı inkar ya da O`na isyan gelir. Kuran`da “küfür” adı verilen bu durum, insanların Allah`ı unutmaları, O`ndan bağımsız bir hayat kurmaya çalışmaları ile ortaya çıkar. Kuran`ın “küfür” adını verdiği bu durumun Batı kökenli bir diğer ifadesi ise “sekülerizm”dir. Seküler olmak, dinin hükümlerine ve dini kıstaslara göre düşünmemek ve davranmamak anlamına gelir ki, “küfür” de zaten tam olarak budur.
Bugün içinde yaşadığımız dünyanın düzeni ise, tek kelimeyle seküler bir düzendir. 17. yüzyıldan itibaren Batı`daki Aydınlanma felsefesi ve onu izleyen seküler ideolojiler dinin toplum hayatındaki rolünü en aza indirmiş ve Avrupa`da tam anlamıyla seküler bir düzen kurulmuştu. Bu düzen, ya da yaygın adıyla modernite, daha sonra Avrupa`nın yayılmacılığı ile diğer medeniyetlere de ihraç edildi. Sonuçta da tarihte hiç olmadığı kadar seküler bir dünya kuruldu.
İşte bu kitabın çıkış noktası buradadır. Madem Kuran bizlere sekülerizmin kendi kendine oluşmadığını, “komplocu” birileri tarafından üretildiğini haber vermektedir, o halde mevcut seküler dünya düzeni de mutlaka bir takım “komplocu”lar tarafından üretilmiş olmalıdır. Bu komplocuların varlığına inanmak, düzenledikleri komploları, ya da büyük komployu araştırmak ise Popper`in iddia ettiğinin aksine onları “ilahlaştırmak” anlamına gelmez. Çünkü, başta da belirttiğimiz gibi komplocular da gerçekte belirlenmiş kader içinde kendilerine düşen rolü yerine getirmektedirler. Bir ayet bu konuyu şöyle açıklar:
Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun `varlık ve güç sahibi önde gelenlerine` emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra, 16)
Komplocuların yeryüzünde ürettikleri bozgunculuğun en önemli içeriği sekülerizm, yani “küfür”dür. Ancak sekülerizmin yan etkileri de olur; adaletsizlik, anarşi, zulüm, terör, işkence, savaş, ahlaki dejenerasyon gibi. Dolayısıyla komplocuların etkilerini tüm bu yan etkilerde de görebiliriz. Bir başka deyişle, dünyadaki adaletsizliklerde, haksız yere dökülen kanlarda, suçsuz yere çekilen acılarda, katliamlarda ve savaşlarda da komplocuların rolü vardır.
Ancak burada önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Komplocular tüm bu icraatlarını hiçbir zaman itiraf etmezler. Kuran, bu durumu, “kendilerine: `yeryüzünde fesat çıkarmayın` denildiğinde: `Biz sadece ıslah edicileriz` derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır… ” (Bakara, 11-12) ayetleriyle haber verir. Buna göre, komplocular, komplo kurarak yeryüzünde bozgunculuk yaptıklarını asla kabul etmemekte, aksine kendilerinin gerçekte iyilik istediklerini ve bu yönde çaba gösterdiklerini iddia etmektedirler.
Bu durumda, eğer bugün dünyadaki seküler düzen ve onun yansıması olan bozgunculuklar bir takım komplocular tarafından oluşturulmuş ve halen de oluşturuluyorsa ki öyle olması gerektiğini Kuran`dan öğreniyoruz bu komplocular, ortada bir komplo olmadığı konusunda son derece ısrarlı davranacaklardır. Çünkü, Amerikalı araştırmacı Gary Allen`ın None Dare Call It Conspiracy (Kimse Buna Bir Komplo Diyemiyor) adlı kitabının önsözünde dediği gibi, “bir komplonun ilk tedbiri, herkesi bir komplonun var olmadığı konusunda ikna etmektir”. (Garry Allen, None Dare It Conspiracy, New York: 1971, s. 7)
Eğer gerçekten de günümüzde komplocular varsa, düzenledikleri komplonun ilk tedbirini de iyi bir biçimde almış olduklarını söyleyebiliriz. Çünkü bugün tüm dünyada, Karl Popper`in komplo teorileri hakkındaki düşünceleri neredeyse resmi ideoloji haline dönüşmüş durumda. Entellektüel çevrelerin hepsinde, komplo teorilerine karşı büyük bir alerji var. Sosyal olayların ardında güç odakları aramanın yanlış olduğu yönündeki paradigma, ezici bir çoğunlukla kabul edilmiş durumda. Oysa bu önkabul, pek çok konuda gerçeklerin ortaya çıkmasına engel oluşturmaktadır. Noam Chomsky de, bu konuya değinir ve siyasi konulardaki çoğu gerçeğin “komplo teorisi yaftası yapıştırılarak kolayca görmezlikten gelinebildiğini” söyler. Ünlü yazara göre, “düşünceyi önlemenin ve kurumları incelemeden korumanın gerekli olduğu zamanlar için bilinen bir reflekstir bu.” (Noam Chomsky, Medya Gerçeği, çev. Abdullah Yılmaz, 1.b., İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık, Ağustos 1993, s. 177.)
Biz yine de iki ihtimali birden göz önünde bulunduralım. Eğer bugün entellektüel çevrelerde ezici bir komplo teorisi düşmanlığı varsa, bunun iki açıklaması olabilir. Ya, gerçekten komplo teorisi çok hayali, çok gerçekdışıdır. Ya da, komplocular insanları komplo olmadığına inırmak için komplo teorilerini kötüleşmişler ve bu komplo da tutmuştur.
Bu iki ihtimalin hangisinin doğru olduğunu anlamak içinse, araştırma gerekir. Elinizdeki kitap, bunu yapmaktadır.