Anasayfa » ÖNKİBAR’IN ÇARPITMALARI VE ERBAKAN İTİRAFLARI!

ÖNKİBAR’IN ÇARPITMALARI VE ERBAKAN İTİRAFLARI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 107 Görüntüleyen

 

ÖNKİBAR’IN ÇARPITMALARI VE ERBAKAN İTİRAFLARI!

 

Çağındaki zalim düzenlere ve merkezlere boyun eğmemiş, insanlığa yön veren tarihi projeler geliştirmiş ve işte bu nedenle: a) Hem ülkesindeki din istismarcılarının ve taklitçi tabakaların (cahiliye toplumlarının), b) Hem de yeryüzündeki Hak din düşmanlarının ve şeytani odakların korkulu rüyası haline gelmiş ve her iki tarafın da ortak adavet ve husumetini çekmiş büyük lider şahsiyetler ancak şu iki kesimden doğru şekilde öğrenilebilir:

1- Bunların yakınında ve yolunda bulunmuş yüksek feraset ve fazilet sahibi hizmet ehli seçkin talebe ve takipçilerinden, doğrudan…

2- Bu zatların çağında yaşayıp da, şeytani damarları nedeniyle kasıtlı nefret duyan kimselerin onlarla ilgili anlatıp yazdıklarından, dolaylı olarak…

İşte Erbakan Hoca’yı tanıma, kutlu çabalarını ve amaçlarını iz’an ve vicdan terazisinde tartma şerefine ve yeteneğine sahip olmasa da; Erbakan’a düşman olan hem dindar kesimlerle hem dinsiz çevrelerle irtibatlı bulunan ve her fırsatta Hoca’ya kin kusan Sabahattin Önkibar yazdığı kitapta şu itirafları dile getirmektedir.

“Ama heyhat, bugün TGRT ve dayandığı İhlas Camiası Tayyip Erdoğan’ı Mehdi Aleyhisselam gibi görüyor ve ona destek vermeyi ibadet gibi sunuyordu. Oysa daha önceleri, Milli Görüşte iken başta Enver Ören bunlara destek vermeyi küfür sayıyordu. Aslında sadece İhlas Grubu ya da Işıkçılar değil, Fetullah Gülen Camiası’ndan diğer Nurcu kanatlara ve Süleymancılara kadar pek çok cemaat Milli Görüş Hareketini fitne diye niteliyor ve küfürde olmakla itham ediliyordu, 2002 yılına kadar hiçbiri bu kesime oy vermiyordu. Ama 1970’lerde Süleyman Demirel İhlas Camiası için asrın evliyasıydı. Bu durum 80’lerde Özal lehine değişiyordu. 90’larda ise evliyalık makamına Tansu Çiller oturtulmuştu. Aynı şeyler genel anlamda diğer cemaatler için de geçerliydi. Cemaatlere göre kim iktidar ya da başbakan olursa evliyalık makamı onundur. Cemaatlerin pek çoğu durakta yani muhalefette beklemiyor. Ve amblemi ne olursa olsun iktidar otobüsüne biniyordu.”[1]

Evet, Sn. Önkibar doğru söylüyordu. Çünkü:

a) Pek azı hariç İslami kesimlerin (tarikat ve cemaatlerin) önemli kısmı Erbakan’a ve Milli Görüş davasına ters bakıyor ve fitne merkezi olarak görüyordu. Zira, bunların samimiyetli ve ibadet-hizmet ehli taraftarları değil ama, üst kademe adamları Siyonist güçlerin ve masonik mahfillerin dolaylı güdümüne alınmış bulunuyordu. Erbakan’ın kendi zulüm ve sömürü düzenlerine nasıl bir çomak sokacağını bilen şeytani odaklar, İslami kesimlere sızdırılan veya onlar üzerinde etkili olan adamları vasıtasıyla Hoca aleyhine aynı merkezlerden düğmeye basıldığı sırıtan bir şekilde karalama kampanyaları başlatılıyordu. Yoksa bu guruplar aslında birbirlerini de pek sevmiyordu, her nedense sadece Erbakan’a karşı ortak hareket ediliyordu.

b) Yani, iddia ve iftira edildiği gibi Erbakan Hoca bu İslami kesimler aleyhine konuşup kötülemiyor, asıl onlar Milli Görüşe kin tutuyor ve hatta küfürle suçluyorlardı.

c) Haktan ve hayırdan değil, hep güçlü olandan ve iktidardan taraf olanlar arasında Sn. Önkibar da bulunuyordu. Çünkü sonradan asılsız ithamlar ve isnatlarla sataşmaya başladığı Erbakan’a, Refah-Yol’un Başbakanı iken ne iltifatlı övgüler diziyor ve başarılarını anlatıyordu. Bu tür yazıları hala Türkiye Gazetesi arşivlerinde duruyordu.

Cemaat-AKP Savaşı’nın Bilinmeyen Yanları

“Birinci boyut, bu iki kesim siyasi olarak 2006’ya kadar hiç beraber olmamıştı, tersine hep karşı cephelerdeydi. Fetullah Gülen Grubu aslında Milli görüş hareketine karşı devletin destek verip büyüttüğü tepki cemaatiydi. Demirel’den Evren’e, Özal’dan Ecevit’e kadar anti-İslamcı iktidar sahipleri bu cemaati bunun için desteklemişlerdir. 1970’lerden bugüne F Tipi cemaat Milli Görüş partilerine değil oy vermek, tersine hep açıktan muhalefet etmişti. Keza aynı cemaat Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğunda Refah Partisi’ne oy vermemişti. Sadece Fetullah Gülen Grubu değil, diğer Nurcu gruplar, Süleymancılar ve Işıkçılar Erbakan Ekolüne karşıydılar… Yalnız Çarşamba yani Mahmut Efendi Camiası onlarla flört ediyordu. Pek çok cemaatte var olan bu duruş büyük ölçüde MİT’in ve korkunun eseriydi”[2] diyen yazar doğruları yazmakta, ama bunları yanlış maksatlar için kullanmaktaydı.

Peki bu iki kesim niye birlikte yola çıkmıştı?

Bunun birden çok sebebi vardı: Birincisi iki kesim de emperyal güç olarak aynı merkeze bağlıydı. Başka bir anlatımla 2000’lerden sonra küresel efendileri aynıydı. Fetullah Gülen hareketi 1995 sonrasında küresel aktör haline dönüştü ve onların operasyonlarında yer almaya başlamıştı. 100 küsur ülkede açılan okullar iyi incelendiğinde ardında ABD ve Musevi lobisinin olduğu anlaşılmaktaydı. CIA ile MOSSAD pek çok ülkeye İslam ve Türk bayrağı ile yani bu okullar sayesinde sızmış ve faaliyet yapmıştır. Bu okullar adı güya Türk olsa da gerçekte Amerikan okullarıydı, eğitim bile İngilizce yapılmaktaydı.[3]

Fetullah Okullarındaki CIA Ajanları

Uzun yıllar Enver Ören’in paralı yalakalığını yapan Sabahattin Önkibar, bir zaman da Fetullahçıların reklamını yapmış ve TSK tarafından uyarıldığını şöyle anlatmıştı:

“1990’ların ikinci yarısıydı… Bir gün Genelkurmay’a çağrıldım. Korgeneral rütbeli komutan şunu söyledi: -Sayın Önkibar, “Uzakdoğu’daki Türk okulu laikliğimiz için nasıl tehdit?” başlıklı yazınıza hayret ettik!..

Evet, böyle bir yazı yazmıştım. Şakir Süter ile beraber Demirel’in Uzakdoğu seyahati esnasında davet üzerine bir Türk okulunu ziyaret etmiş ve orada Atatürk köşesini görünce dört köşe olmuştuk…

O paşamız bana şunları hatırlatmıştı:

-Yurt dışındaki o okullar Amerikan okullarıdır. Bu kesin bilgidir. Üstelik, o okullar ülkemizin kaynakları ile faaliyette… Öğretmeni ve parası büyük ölçüde bizden gidiyor. Ama ondan önemlisi CIA ile bu cemaat yol arkadaşı oldular. Bugün Uzak Asya’da beraber olanlar yarın Güneydoğumuzda beraber olabilirler. Bir başka hadise CIA (Ilımlı) İslam argümanını bu cemaat aracılığıyla kullanmak isteyebilir.[4]

Cem Özer’in +1 TV’deki programına konuk olan Merkez Parti Başkanı Abdurrahim Karslı AKP’nin nasıl ve niçin kurulduğunu Abdurrahman Dilipak’ın itiraflarıyla anlatmıştı.

Abdurrahim Karslı’nın iddiasına göre Abdurrahman Dilipak “AKP’nin bir proje partisi”olduğunu ve ABD, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle kurulduğunu söylemişti. İddiaya göre; Dilipak ABD, İngiltere ve İsrail’in AKP’den talepleri olduğunu ve anlaşmanın şu maddeler üzerinde olduğunu da belirtmişti:

1. Biz sizi iktidara taşıyalım.

2. İktidarda size sorun çıkaracakları opere edip (size yarayacak konuma sokalım).

3. Size gerekli finansal destekleri sağlayalım.

Buna karşılık sizde:

1. İsrail’in güvenliğini arttıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.

2. Büyük Ortadoğu Projesine (yani 26 İslam ülkesinin sınırlarının değişmesine) katkı sunacaksınız.

3. İslam’ın yeniden yorumlanmasında (yani yozlaştırılmasında) bize yardımcı olacaksınız.

Abdurrahman Dilipak’a göre, bu teklifler dolaylı biçimde Erbakan Hoca’ya da iletilmiş ama kesin bir dille reddedilmişti.

19 Aralık 2014, Yeni Akit, A. Dilipak bu iddiaları şöyle yanıtlamıştı:

“A. Karslı’nın bir tv kanalı ve özel sohbetlerindeki açıklamalarının basına yansıyan şekli ile “AKP’nin ABD tarafından kurdurulduğu” şeklinde bana atfen bir iddia dolaşıyor… İşin aslı, her zaman yazdığım söylediğim gibi, Paralel yapının AKP’yi desteklemesi ve AKP’ye dayatılan BOP projesi ile ilgili. AKP’yi bu projenin siyasi ayağını oluşturması için destekleyeceklerdi.. Bunun da maksadı İsrail’in varlık ve güvenliği açısından sorun teşkil etmeyen, Batı değerler sistemi ve siyaseti için risk oluşturmayan, alametifarikaları yok edilmiş bir İslam icat etmek ve ABD’nin, NATO’nun askeri ve stratejik hedefleri ile uyumlu bir siyaset ve din algısı üretmekti… Bu maksatla bunların abileri 90’ların başında benim de kapımı çaldılar. Gül, tezkereyi geçirmeyince ve bugün paralel yapı dediğimiz ılımlı İslamcıların derin devlete entegre ve enjekte edilmesine karşı çıkan derin devlet içindeki Ulusalcı-Kemalist kadroları tasfiye edemeyince, risk alması açısından Erdoğan’ın siyaset yasağını kaldırdılar. Yine de Erdoğan’a güvenmedikleri için Baykal’ı Cumhurbaşkanı yapacaklardı başaramadılar” diyen Dilipak bu iddiaları açıkça yalanlayamamış, hatta dolaylı biçimde doğrulamıştı. Kendi ayarınca: “Erdoğan ABD ve İsrail’in projesinde görev aldı ama bu fırsatı Milli çıkarlarımız ve İslami amaçlarımız istikametinde kullandı, bu nedenle gözden çıkarıldı!?” şeklinde anlaşılacak yorumlar yapmıştı.

Bu arada Sn. Dilipak… “Bunların abileri 90’ların başında benim de kapımı çalmışlardı…” buyurmaktaydı. Herhalde bu “Abi”ler, ya ABD derin devleti Yahudi Lobilerinin yetkilileriydi veya yerli işbirlikçileriydi… İyi de bu karanlık merkezler veya kiralık görevlileri, Abdurrahman Dilipak’ı hangi maksatla ziyaret etmişlerdi ve Ona bu denli itimat ve itibar(!) etmelerinin sebebi neydi? Yoksa Kadir Mısıroğlu üstatları gibi Abdurrahman Dilipak da AKP’nin bu tekliflere ikna edilmesi görevini mi üstlenmişti?

Erdoğan’ın Yükseliş Macerası!

Gelelim Necmettin Erbakan ile Tayyip Erdoğan’ın yol ayrımına… Erbakan ile yakın çevresi dik mizaçlı olan Tayyip Erdoğan’ı sevmezdi… Tayyip Erdoğan bu sertliğinin sonucu olarak 1989’daki Beyoğlu belediye seçimlerinde seçim kurulunda görevli olan hâkimlere hakaret etmiş ve sonrasında tutuklayıp Sağmalcılar cezaevine koymuşlardı. Şevket Kazan o günlerde Tayyip Erdoğan’ı cezaevinden çıkarmak için ANAP’tan Korkut Özal ve Mehmet Keçeciler dâhil pek çok eski yol arkadaşını devreye sokarak Erdoğan’ı kısa süre içinde hapisten çıkarmıştı.

1991 genel seçimlerinde ise Erdoğan Eyüp-Gaziosmanpaşa Bölgesinden RP’nin İstanbul İl Başkanı olduğu için RP-MHP-IDP ittifakı tarafından birinci sıradan aday yapılmıştı. Yüksek Seçim Kurulu önce genel seçim sonuçlarını açıklamış, buna göre alınan oy bağlamında Tayyip Erdoğan mebus seçilmiş ve tebrikleri kabul etmeye başlamıştı. İki gün tebrikleri kabul-caka derken Yüksek Seçim Kurulu Tayyip Erdoğan’ın seçildiği bölgeyle alakalı tercih itiraz sonuçlarını açıklamıştı. Tablo Erdoğan için hüsrandı. Karara göre vekillik Tayyip Erdoğan’dan alınmış ve çok daha fazla tercih oyu alan Mustafa Baş’a aktarılmıştı.

O sürece tanıklık eden isimlerden biri olan Refah Partisi eski Trabzon Mebusu Şeref Malkoç yıllar önce Yeniçağ gazetesindeyken kendisiyle yaptığım mülakatta özetle şunları anlatmıştı:

“Tayyip Bey kalabalık bir grupla Mustafa Baş’ı yakalamak için Ankara’ya çıkarma yaptı. Biz Baş’ı o dönem bir evde saklayıp dışarı çıkarmadık. Tayyip Bey ısrarla “istifa etsin yoksa karışmam” diyordu. Baktık durum ciddi, Mustafa Bey’i bir gün arka kapıdan Meclis’e sokup yemin ettirdik ve ertesi gün hemen Hollanda’ya kaçırdık. Evet Mustafa Baş Tayyip Bey’in korkusu sebebiyle üç ay Türkiye’ye dönmeyi göze alamadı.”[5]

O gün bunları anlatan ve Recep beyi kınayan Şeref Malkoç, sonunda AKP’ye katılmış ve koyu bir Erdoğan yalakası olup çıkmıştı; çünkü mayaları aynıydı!

Yıllardır yazıyoruz: Recep T. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı seçildikten sonra Milli Görüş Camiası’nın ilgi alanının dışındaki egemen batı dünyasına yanaşmıştı. İstanbul Belediye Başkanlığı görevi Türkiye’deki bir siyasetçi için en büyük laboratuvardı ki Tayyip Erdoğan bunu iyi kullanmıştı. Erdoğan Başkanlıkla beraber sadece İstanbul sermayesinin metotlarını ve değerlerini değil aynı zamanda küresel olguları da kavrayarak ona göre tavır almaya başlamıştı. O dönem ABD’nin İstanbul Konsolosu olan Caroline Hagins ile yakınlaşmış, peşi sıra Graham Fuller, Morton Abramowitz, Silver Lawrence ve Kenny Bop ile direk ve dolaylı temasları hızlanmıştı.[6]

Erdoğan ve Gül’ün Yahudi Abraham Foxman ile buluşmaları

Sekreterim, “Necmettin Erbakan arıyor” deyince “görüştür” dedim.

-Sabahattin Bey ben Sayın Erbakan değilim. Kendi ismimle ararsam belki ulaşamam diye çekindim. Ben Fazilet Partisindenim… Adım M. A… Size çok önemli bir bilgi vereceğim.

-Nedir?

-Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül Dünya Yahudi Konseyi Başkanı ile yarın gizli bir görüşme yapacaklar. Bu bilgi kesin. Abdullah Bey’in en yakınından Sayın Erbakan’a arz edildi… Biz de tarafsız bir gazeteci olarak sizi haberdar ediyoruz. Görüşme İstanbul’da olacak herhalde çünkü Abdullah Bey yarın çok erken saatte İstanbul’a gidiyor.

Telefonu kapattım. Önce bir düşündüm. Akabinde İstanbul Emniyet istihbaratında çalışan üst düzey bir tanıdığımın telefon numarasını tuşladım: (S. Önkibar MİT’in medyadaki bir maşası olduğunu da böylece ağzından kaçırıyor ve Foxman’la Erdoğanların görüşmesi konusunda bizzat Erbakan tarafından uyarıldığını bile anlamıyor.)

-Senden bir ricam var.

-Buyurun Sabahattin Bey.

-Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan yarın İstanbul’da yabancı biriyle bir görüşme yapacaklar. Bu görüşmenin kiminle olacağı ve nerede olacağını öğrenebilir miyiz?

Akşamın ilerleyen saatlerinde bilgi geliyor.

-Görüşülecek adamın ismi Abraham Foxman. ABD’li Dünyanın en büyük Yahudi örgütlerinden ADL’nin Başkanı. Buluşmada Abdullah Gül’ün yanı sıra Tayyip Erdoğan da varmış.

Ertesi gün hemen Abdullah Gül’ü aradım:

-Sayın Gül Sabahattin Önkibar’ım. Abraham Foxman ile ne konuştunuz? Abdullah Bey panikledi:

-Ne kim anlayamadım?

-ADL Başkanı Abraham Foxman ile ne konuştunuz diyorum.

-Ne dediğinizi anlayamıyorum?

-Abdullah Bey, kiminle görüştünüz diye sormuyorum. Tayyip Erdoğan ile beraber böyle bir görüşmeyi dün yaptığınızı biliyorum. Sadece ne konuştuğunuzu merak ediyorum, deyince Abdullah Gül direnmedi:

-Kim sızdırdı size bunu? Sabahattin Bey bu konu çok hassas!?[7] diyen ve AKP’li kadroların Erbakan’a hıyanetleri karşılığı, Siyonist merkezlerle parlatılıp iktidara getirildiğine şahitlik eden Sn. Önkibar’ın şimdi kalkıp bunların talan ve tahribatlarının suçunu Erbakan’a yıkmaya çalışması tam bir sahtekârlık değil miydi?

Deniz Baykal Erdoğan’ın Önünü Neden Açmıştı?

“Tayyip Erdoğan Meclis’e ve hükümete katılmalı, ne olduğu ortaya çıkmalı. Aksi takdirde büyüsü hiç bozulmayacak” diyen Deniz Baykal dediğini yapmış ve CHP Anayasa değişikliği bağlamında AKP’ye omuz vererek Tayyip Erdoğan’ın önünü açmıştı. O süreç içinde yaşananları hatırlamak lazımdı. ABD Büyükelçisinin Yüksek Seçim Kurulu ziyaretinin hemen sonrasında kurul suya tirit gerekçesiyle Siirt seçimlerini iptal ederek Tayyip Erdoğan’a bir seçim çevresi açmış ve bu şekilde Erdoğan Meclis’e alınarak Başbakanlığa taşınmıştı. Baykal’ın“demokrasi gereği öyle davrandık” beyanı ise siyaseten söylenmiş bir laftır. Güya Deniz Bey’in amacı Erdoğan balonunu patlatmaktı”[8]

İhlas Holdingin ortaya çıkışı ve Işıkçıların tırmanışı!

Bu küçük cemaat 1960’lı yıllarda ortaya çıkarak Müslümanlardan zekât ve kurban derisi toplamaya başlayarak sermaye birikimi oluşturmuşlardı. Bu parayla 1970’li yıların başındaTürkiye gazetesi akşam gazetesi olarak birkaç yüz baskı adediyle yayın hayatına atılmışlardı. Peşi sıra yine yardım toplanarak Darüşşafaka Caddesi’nde Işık Kitapevi açılmış ve orası merkez yapılmıştı. Aynı yıllarda Cağaloğlu yokuşunda Serhend Kitabevi açıldı. Zamanla Vefa bozacısının yanındaki vakıf binasında öğrenci yurdu açıldı ve üniversiteye giden talebeler devşirilmeye başlandı.

Enver Ören’in Hüseyin Hilmi Işık’ın damadı olması ise; Hüseyin Hilmi Işık’a rağmen tamamen Işık Hoca’nın kızı ve eşinin tercihi ve diretmeleri sonucudur ki bunu bana bizzat Enver Bey anlatmıştı. Hüseyin Hilmi Işık’ın asıl damat adayı şimdilerde İhlas Holding’in inşaat işlerinin başında olan Zeki Celep’ti.

Işıkçılar 70’li yıllarda sıkı Demirelciydiler ve onu Allah’ın yeryüzündeki vekili görüyorlardı. Öyle ki İhlas’ın öğrenci yurdunda kalan gençler seçimlerde Demirel’e korumalık görevi yaparlardı. Erbakan hareketi ise onlara göre küfür ve fitne sayılmaktaydı. İlaveten bütün cemaatlerde olduğu gibi Işıkçılar da diğer cemaatleri sapkın olarak görür ve kıyamet günü cehennemden kurtulacak tek fırkanın kendileri olduğuna inanırlardı.

1980 ihtilali tecrübesiyle, el konmasın diye İhlas cemaatine ait bütün mal ve birikimler, Kuleli Askeri Lisesi’nden ayrıldıktan sonra Fen Fakültesi Biyoloji bölümünü bitirip öğretmenlik yapmaya başlayan Hüseyin Hilmi Işık’ın damadı Enver Ören’e aktarılmıştı. Hilmi Işık Hoca’nın Abdülhakim diye bir oğlu vardı ancak kendi halinde biri olduğu için veliaht o günlerden itibaren damat Ören olup çıkmıştı.”[9]

İhlas Holdinge MİT elemanlarının doldurulması!

MİT’in medyayı yakından izlediği sır sayılmazdı. Hiç unutmam, adını vermeyeceğim bir başbakanın Enver Ören’e aynen şunları söylediğine şahitlik yapmıştım: “Sayın Ören, sizin İhlas ilginç bir yapı… Devletin bütün istihbarat kurumlarının sizde elemanları var. İhlas neredeyse istihbaratçıların staj yeri.”

Sadece İhlas’ta değil MİT elemanları medyanın her yerinde bulunmaktaydı. Hürriyet’te yazarları vardı. Yine bir devlet yetkilisinden öğrendiğime göre MİT en çok gazetecileri dinlermiş zira en iyi haber kaynağı onlarmış.. Burada bir parantez açıp benzer sohbet toplantılarının sadece MİT’te değil örneğin Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nda da olduğunu belirtmemiz lazımdır.”[10]

Sabahattin Önkibar, yıllarca yalakalığını ve yazarlığını yaptığı Enver Ören’in ahlak yapısını anlatırken aslında kendi ayarını da ortaya koymaktaydı!

Yüksek faiz (kar payı) tuzağıyla aldatılan vatandaşlardan toplanan paralar ABD’de bazı Emlaklara yatırılmıştı. Türkiye’de Coca-Cola’ya alternatif olarak düşünülen Kristal Cola gibi yatırımlar hüsranla sonuçlanmıştı. Tabi İhlas Finans mevduatının en çok savrulduğu yer hatıra dayalı kredilerle TGRT harcamalarıydı. Yakından biliyorum, Ankara’dan kim telefon ettiyse onların yakınlarına ipoteksiz krediler sağlanmış ve bunların pek çoğu geri ödenmeyip batırılmıştı.

Buna ilaveten TGRT için servetler saçılmıştı:

Mesela Sibel Can’ın Boğaz’ın en nadide yerlerinde biri olan Nakkaştepe’de bugün fiyatı 7-8 milyon dolar olan havuzlu tripleks villalardan birine sahip olmasına yardımcı olundu ki o villanın aynısından bir tane de 28 Şubat’ta askerle İhlas’ın arasını bulsun diye transfer edilen Kenan Evren’in basın danışmanı Ali Baransel’e hediye edilmiştir. Keza Gülben Ergen TGRT’de kazandığı büyük paralarla Tarabya’daki Nurol Malikânelerinde mülk sahibi olmuştu. Kadir İnanır’la milyon dolarlık mukaveleler yapılırken Seda Sayanlar, Muazzez Ersoylar, Orhan Gencebaylar, Julide Ateşler, Murat Soydanlar rüyalarında göremeyecekleri paralar kazanmışlardı. Barış Manço bile aldığı muhteşem villanın TGRT’den kazandığı paralar sayesinde olduğunu TGRT’deki karşılaşmamızda anlatmıştı. Kuşkusuz bütün bunlar program karşılığıydı ama büyük meblağlar ve tamamı İhlas Finans’tan karşılanmaktaydı.[11]

Sadece bunlar değil o dönem neredeyse bütün sanat camiası TGRT ile karnını doyurmaktaydı. Enver Ören sanat camiasının adeta rızık tanrısıydı ve konuklarını odasına Cumhuriyet altınlarına sarılmış çikolata sağanakları ile karşılıyordu ki bunun bir örneği, tesadüfen tanıklık ettiğim için biliyorum, Serdar Ortaç’tı. Enver Ören’in Holding odasında bir gün Hülya Avşar’la iş konuşur, ertesi gün Türkan Şoray’a dizi teklifleri yapardı. Dahası hangi sanatçının ayağına diken batsa Enver Ören hazır ve nazırdı. Ebru Gündeş beyin kanaması geçirince yardımına ilk koşan ve bütün hastane masraflarını karşılayan Enver Hocaydı.

Ören Cumhurbaşkanı Demirel’i izlemek için göreve giderken otobüsü kaza yapıp ölen muhabirimiz Ahsen Çetiner’in Ankara’daki cenaze törenine gelememe gerekçesini hiç unutmam telefonda şöyle açıklamıştı: “Sibel Can’ın ayağı kırılmış. Geçmiş olsuna gideceğim. O daha mühim!”

Mahsun Kırmızıgül’ün Hilmi Topaloğlu ile ortak olduğu Prestij Müzik şirketi çok zora düşünce, adını yazarsam Türkiye’de gündem konusu olacak birinin talebi üzerine Enver Ören 3 milyon dolar nakit parayı Mahsun’un önüne serdi ki Kırmızıgül bile “Enver Abi bana bu parayı veriyorsun ama ben bunu zor geri ödeyebilirim”, dedi ve “Canın sağolsun” karşılığını aldı. Ve yine Beyaz namıyla maruf Beyazıt Öztürk’e milyonlarca dolar aktarmıştı”[12]

Enver Ören’in “Gizli” Kasetleri (başının belası)

İhlas’ın hikâyesinde Enver Ören nasıl temel özne ise Şoförü Kamil Tekin bir başka çok önemli figürdür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden mürtecilik suçlamasıyla teğmenken atılanlardandır. Şoför Kamil’in önemli olması kısa süre içinde İhlas Holding’i eline geçirir bir pozisyona yükselmesi ve de Enver Ören’i teslim almasıdır. Öyle ki İhlas Holding’i ve Enver Ören’i Kamil Tekin’in elinden MİT ile Cumhurbaşkanı Demirel kurtarmıştır. Elektronik teknolojiye meraklı olan Kamil Tekin Enver Bey ile sık gittiği yurtdışı gezilerinde teknoloji harikası olan dinleme ve kayıt cihazları edinmiş ve bunlarla Enver Ören’in bütün yaşamını kayda almıştır.[13]

Enver Ören Çevik Bir Karşısında Elleri Titreyerek Yalvarmıştı.

Refahyol iktidarına mecburen destek veren ve ÇED Raporu olmadan Başbakan Erbakan’ın yardımcısı Çiller’i de çağırarak Düzce’de araba fabrikası temel atma tiyatrolarını sergileyen Ören, 28 Şubat iklimiyle paniğe kapılmış ve benden Çevik Bir’den randevu almam için ricada bulunmuşlardı. Çevik Bir’i tanımıyordum, dolayısıyla önce bir aracı araştırdım. Mehmet Ağar’a “Çevik Bir’le hukukun var mı” deyince “var” dedi ve randevuya aracı olacağını söyleyip bizi rahatlattı. İki gün sonra Çevik Bir’in karşısında olan Enver Ören:

Paşam size teslim olmaya geldim, emredin! diye yalvarmıştı.

Enver Bey mübalağasız titriyordu. Öyle ki su doldurayım derken sürahiyi düşürerek patlatmıştı. Çevik Bir: –Sakin olun Enver Bey, bizim İhlas ile temelde bir sıkıntımız yok”deyince yatışmıştı.[14]

Erbakan Hoca’nın Enver Ören’i Şaşırtması!

“Gelelim 28 Şubat’ın ne olduğuna… Birincisi İstanbul sermayesinin Süleyman Demirel’in açık desteğiyle çok kızdığı Tansu Çiller’i iktidardan süpürme olayıdır. Asker bu olayda kurumsal olarak kullanılmış ve laiklik hassasiyeti özellikle kaşınmıştır. Buna Genelkurmay Başkanı olma hayalleri kuran Çevik Bir’in ihtirasları eklenince öyle bir tablo ortaya çıkmıştır” diyen Önkibar gerçekleri ağzından kaçırmaktadır.

Prof. Erbakan Başbakan olduğu dönem bir gün Enver Ören’le beraber yanına gittik. Enver Ören’in ilk sözü:

Hocam size teslim olmaya geldim, oldu. Erbakan:

Teslim olmak lafla olmaz Enver Bey, anahtarları getir!

-Anlamadım Hocam?

İşine gelmeyince anlamıyorsuuuuun… Anahtarları getir dedim, anahtarlar!

-Neyin anahtarları hocam?

Neyin olacak TGRT’nin.

-Ne yapacaksınız?

Artık biz açıp kapatacağız TGRT’yi…”[15]

Erbakan Hoca’nın mesajı açıktı:

“Sn. Enver Ören, öyle riyakârlık ve yılışıklıkla, eski hükümetler gibi devlet imkânlarının sana peşkeş çekileceğini sanarak aldanıyorsun… Bize teslimiyet sözlerinde samimi isen, önce şu TGRT’nin Hakkın ve hayrın hizmetinde ve halkın çıkarları istikametinde kullanılmasına ve bunu sağlayacak Milli Görüşçü kadroların atanmasına razı olmalısın…”

Bunun ne anlama geldiğini, dış güçlerin ve masonik merkezlerin buna asla izin vermeyeceğini bilen Enver Ören, umduğunu bulamadan huzurdan ayrılmıştı.

Cemaat-Hükümet kavgasını kimler kızıştırmıştı?

“İsrail Recep T. Erdoğan’ın barış ödüllü övünç vesilesi Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i bütün dünya önünde “Van Minüt” şovuyla aşağılanmasını unutamıyordu. Buradan hareketle İsrail Erdoğan’ın yerine mesela kendilerine daha yakın gördükleri Abdullah Gül’ü getirmeye çalışıyordu. Keza İsrail hasta olan Erdoğan’ın ani bir ölümü halinde bir sürprizle karşılaşmak istemiyordu. Bunun için bugünden harekete geçmeyi uygun görmüştü. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye’deki en önemli partnerleri Fetullah Gülen Cemaatini kullanıyordu. Fetullah Gülen ile İsrail arasındaki ilişkiler o kadar derindi ki Mavi Marmara olayında İsrailli komandolar 10 Türk’ü katletmesine rağmen Gülen Yahudi devletini açıktan kutsayıp haklı görüyordu. Ayrıca AKP ile PKK arasında yapılan görüşmelerde devre dışında bırakılması da Cemaati tedirgin ediyordu. Cemaat önceleri Güneydoğu’daki devlet kadrolarını topyekûn talep ederek PKK ile kendinin muhatap edilmesini istiyordu. Tayyip Erdoğan PKK’nın itirazı ile kendi oy tabanını düşünerek buna yanaşmayınca yine bir kırılma yaşanıyordu. Gelinen nokta ise sadece kopuşu değil aynı zamanda göğüs göğüse muharebeyi çağrıştırıyordu. Aynı şekilde Tayyip Erdoğan’ın yıllardır sırtladığı cemaatin birden çete olduğunu keşfetmesi siyasi mizah olmanın ötesinde garabet örneği sergiliyordu”[16] diyen Önkibar çaktırmadan Erdoğan reklamı yapıyordu.

Sonuç:

1- Bu tür soygun ve vurgunlar, ahlaka ve milli çıkarımıza aykırı durumlar –korkunç bir artma gösterse de- sadece AKP döneminde değil, daha önceki sağcı ve solcu partilerin ve koalisyon hükümetlerinin döneminde de yaşanıyordu.

2- Bunların sebebi İslam’ın aslı değil istismarıydı. Kasıtlı olarak yozlaştırılan sistem, insanımızı imkân ve fırsatı nispetinde yoldan çıkarmakta, haksızlık ve ahlaksızlığı yaygınlaştırmaktaydı.

3- Atatürk’ten sonraki cumhuriyet sürecinde, en olumlu ve onurlu hizmetler Milli Görüşün koalisyon ortaklıklarında başarılmıştı ve özellikle Refah-Yol iktidarı tam bir huzur ve refah ortamı sağlamışken, dış güçler ve işbirlikçilerce hedef alınıp yıktırılmıştı.

4- Bu nedenle; hem din istismarcılarının hem din düşmanlarının ortak kuşkuları ve kurtulmaya çalıştıkları Erbakan Hocaydı. İnsanların ayarı, Ona karşı tavrında saklıydı. Herkes Erbakan’ı kendi aklı ve ahlakı derecesinde algılamaktaydı.

5- Her türlü tahribat ve kumpasa rağmen, genel olarak en sağlam ve en duyarlı kalan, girişim ve gelişmeleri doğru okuyup yorumlayan kurum ise hala TSK’ydı.

6- Milli haysiyet, cesaret ve projelerden mahrum sağcı-solcu ve İslamcı iktidarlar ve onların yüksek bürokratları da, Sabahattin Önkibar gibi yalaka ve kiralık yazar-yorumcu takımı da, maalesef milletimizin mayasını ve manasını yansıtmaktan uzaktı.


[1] Takkeli Firavunlar – sh: 10-11

[2] sh: 183-184

[3] sh: 184

[4] sh: 185-186

[5] sh: 47-48

[6] Sh.49

[7] Sh:140 ve 141

[8] Sh:161

[9] Sh:35

[10] Sh:70

[11] Sh:16

[12] Sh:17)

[13] Sh:14

[14] Sh:103

[15] Sh:102

[16] sh: 190

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/nisan-2015/onkibarin-carpitmalari-v

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi