ÖNKİBARIN ÇARPITMALARI VE ERBAKAN İTİRAFLARI!
Çağındaki zalim düzenlere ve merkezlere boyun eğmemiş, insanlığa yön veren tarihi projeler geliştirmiş ve işte bu nedenle: a) Hem ülkesindeki din istismarcılarının ve taklitçi tabakaların (cahiliye toplumlarının), b) Hem de yeryüzündeki Hak din düşmanlarının ve şeytani odakların korkulu rüyası haline gelmiş ve her iki tarafın da ortak adavet ve husumetini çekmiş büyük lider şahsiyetler ancak şu iki kesimden doğru şekilde öğrenilebilir:
1- Bunların yakınında ve yolunda bulunmuş yüksek feraset ve fazilet sahibi hizmet ehli seçkin talebe ve takipçilerinden, doğrudan
2- Bu zatların çağında yaşayıp da, şeytani damarları nedeniyle kasıtlı nefret duyan kimselerin onlarla ilgili anlatıp yazdıklarından, dolaylı olarak
İşte Erbakan Hocayı tanıma, kutlu çabalarını ve amaçlarını izan ve vicdan terazisinde tartma şerefine ve yeteneğine sahip olmasa da; Erbakana düşman olan hem dindar kesimlerle hem dinsiz çevrelerle irtibatlı bulunan ve her fırsatta Hocaya kin kusan Sabahattin Önkibar yazdığı kitapta şu itirafları dile getirmektedir.
Ama heyhat, bugün TGRT ve dayandığı İhlas Camiası Tayyip Erdoğanı Mehdi Aleyhisselam gibi görüyor ve ona destek vermeyi ibadet gibi sunuyordu. Oysa daha önceleri, Milli Görüşte iken başta Enver Ören bunlara destek vermeyi küfür sayıyordu. Aslında sadece İhlas Grubu ya da Işıkçılar değil, Fetullah Gülen Camiasından diğer Nurcu kanatlara ve Süleymancılara kadar pek çok cemaat Milli Görüş Hareketini fitne diye niteliyor ve küfürde olmakla itham ediliyordu, 2002 yılına kadar hiçbiri bu kesime oy vermiyordu. Ama 1970lerde Süleyman Demirel İhlas Camiası için asrın evliyasıydı. Bu durum 80lerde Özal lehine değişiyordu. 90larda ise evliyalık makamına Tansu Çiller oturtulmuştu. Aynı şeyler genel anlamda diğer cemaatler için de geçerliydi. Cemaatlere göre kim iktidar ya da başbakan olursa evliyalık makamı onundur. Cemaatlerin pek çoğu durakta yani muhalefette beklemiyor. Ve amblemi ne olursa olsun iktidar otobüsüne biniyordu.[1]
Evet, Sn. Önkibar doğru söylüyordu. Çünkü:
a) Pek azı hariç İslami kesimlerin (tarikat ve cemaatlerin) önemli kısmı Erbakana ve Milli Görüş davasına ters bakıyor ve fitne merkezi olarak görüyordu. Zira, bunların samimiyetli ve ibadet-hizmet ehli taraftarları değil ama, üst kademe adamları Siyonist güçlerin ve masonik mahfillerin dolaylı güdümüne alınmış bulunuyordu. Erbakanın kendi zulüm ve sömürü düzenlerine nasıl bir çomak sokacağını bilen şeytani odaklar, İslami kesimlere sızdırılan veya onlar üzerinde etkili olan adamları vasıtasıyla Hoca aleyhine aynı merkezlerden düğmeye basıldığı sırıtan bir şekilde karalama kampanyaları başlatılıyordu. Yoksa bu guruplar aslında birbirlerini de pek sevmiyordu, her nedense sadece Erbakana karşı ortak hareket ediliyordu.
b) Yani, iddia ve iftira edildiği gibi Erbakan Hoca bu İslami kesimler aleyhine konuşup kötülemiyor, asıl onlar Milli Görüşe kin tutuyor ve hatta küfürle suçluyorlardı.
c) Haktan ve hayırdan değil, hep güçlü olandan ve iktidardan taraf olanlar arasında Sn. Önkibar da bulunuyordu. Çünkü sonradan asılsız ithamlar ve isnatlarla sataşmaya başladığı Erbakana, Refah-Yolun Başbakanı iken ne iltifatlı övgüler diziyor ve başarılarını anlatıyordu. Bu tür yazıları hala Türkiye Gazetesi arşivlerinde duruyordu.
Cemaat-AKP Savaşının Bilinmeyen Yanları
Birinci boyut, bu iki kesim siyasi olarak 2006ya kadar hiç beraber olmamıştı, tersine hep karşı cephelerdeydi. Fetullah Gülen Grubu aslında Milli görüş hareketine karşı devletin destek verip büyüttüğü tepki cemaatiydi. Demirelden Evrene, Özaldan Ecevite kadar anti-İslamcı iktidar sahipleri bu cemaati bunun için desteklemişlerdir. 1970lerden bugüne F Tipi cemaat Milli Görüş partilerine değil oy vermek, tersine hep açıktan muhalefet etmişti. Keza aynı cemaat Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğunda Refah Partisine oy vermemişti. Sadece Fetullah Gülen Grubu değil, diğer Nurcu gruplar, Süleymancılar ve Işıkçılar Erbakan Ekolüne karşıydılar Yalnız Çarşamba yani Mahmut Efendi Camiası onlarla flört ediyordu. Pek çok cemaatte var olan bu duruş büyük ölçüde MİTin ve korkunun eseriydi[2] diyen yazar doğruları yazmakta, ama bunları yanlış maksatlar için kullanmaktaydı.
Peki bu iki kesim niye birlikte yola çıkmıştı?
Bunun birden çok sebebi vardı: Birincisi iki kesim de emperyal güç olarak aynı merkeze bağlıydı. Başka bir anlatımla 2000lerden sonra küresel efendileri aynıydı. Fetullah Gülen hareketi 1995 sonrasında küresel aktör haline dönüştü ve onların operasyonlarında yer almaya başlamıştı. 100 küsur ülkede açılan okullar iyi incelendiğinde ardında ABD ve Musevi lobisinin olduğu anlaşılmaktaydı. CIA ile MOSSAD pek çok ülkeye İslam ve Türk bayrağı ile yani bu okullar sayesinde sızmış ve faaliyet yapmıştır. Bu okullar adı güya Türk olsa da gerçekte Amerikan okullarıydı, eğitim bile İngilizce yapılmaktaydı.[3]
Fetullah Okullarındaki CIA Ajanları
Uzun yıllar Enver Örenin paralı yalakalığını yapan Sabahattin Önkibar, bir zaman da Fetullahçıların reklamını yapmış ve TSK tarafından uyarıldığını şöyle anlatmıştı:
1990ların ikinci yarısıydı Bir gün Genelkurmaya çağrıldım. Korgeneral rütbeli komutan şunu söyledi: -Sayın Önkibar, Uzakdoğudaki Türk okulu laikliğimiz için nasıl tehdit? başlıklı yazınıza hayret ettik!..
Evet, böyle bir yazı yazmıştım. Şakir Süter ile beraber Demirelin Uzakdoğu seyahati esnasında davet üzerine bir Türk okulunu ziyaret etmiş ve orada Atatürk köşesini görünce dört köşe olmuştuk
O paşamız bana şunları hatırlatmıştı:
-Yurt dışındaki o okullar Amerikan okullarıdır. Bu kesin bilgidir. Üstelik, o okullar ülkemizin kaynakları ile faaliyette Öğretmeni ve parası büyük ölçüde bizden gidiyor. Ama ondan önemlisi CIA ile bu cemaat yol arkadaşı oldular. Bugün Uzak Asyada beraber olanlar yarın Güneydoğumuzda beraber olabilirler. Bir başka hadise CIA (Ilımlı) İslam argümanını bu cemaat aracılığıyla kullanmak isteyebilir.[4]
Cem Özerin +1 TVdeki programına konuk olan Merkez Parti Başkanı Abdurrahim Karslı AKPnin nasıl ve niçin kurulduğunu Abdurrahman Dilipakın itiraflarıyla anlatmıştı.
Abdurrahim Karslının iddiasına göre Abdurrahman Dilipak AKPnin bir proje partisiolduğunu ve ABD, İngiltere ve İsrailin desteğiyle kurulduğunu söylemişti. İddiaya göre; Dilipak ABD, İngiltere ve İsrailin AKPden talepleri olduğunu ve anlaşmanın şu maddeler üzerinde olduğunu da belirtmişti:
1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. İktidarda size sorun çıkaracakları opere edip (size yarayacak konuma sokalım).
3. Size gerekli finansal destekleri sağlayalım.
Buna karşılık sizde:
1. İsrailin güvenliğini arttıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
2. Büyük Ortadoğu Projesine (yani 26 İslam ülkesinin sınırlarının değişmesine) katkı sunacaksınız.
3. İslamın yeniden yorumlanmasında (yani yozlaştırılmasında) bize yardımcı olacaksınız.
Abdurrahman Dilipaka göre, bu teklifler dolaylı biçimde Erbakan Hocaya da iletilmiş ama kesin bir dille reddedilmişti.
19 Aralık 2014, Yeni Akit, A. Dilipak bu iddiaları şöyle yanıtlamıştı:
A. Karslının bir tv kanalı ve özel sohbetlerindeki açıklamalarının basına yansıyan şekli ile AKPnin ABD tarafından kurdurulduğu şeklinde bana atfen bir iddia dolaşıyor… İşin aslı, her zaman yazdığım söylediğim gibi, Paralel yapının AKPyi desteklemesi ve AKPye dayatılan BOP projesi ile ilgili. AKPyi bu projenin siyasi ayağını oluşturması için destekleyeceklerdi.. Bunun da maksadı İsrailin varlık ve güvenliği açısından sorun teşkil etmeyen, Batı değerler sistemi ve siyaseti için risk oluşturmayan, alametifarikaları yok edilmiş bir İslam icat etmek ve ABDnin, NATOnun askeri ve stratejik hedefleri ile uyumlu bir siyaset ve din algısı üretmekti Bu maksatla bunların abileri 90ların başında benim de kapımı çaldılar. Gül, tezkereyi geçirmeyince ve bugün paralel yapı dediğimiz ılımlı İslamcıların derin devlete entegre ve enjekte edilmesine karşı çıkan derin devlet içindeki Ulusalcı-Kemalist kadroları tasfiye edemeyince, risk alması açısından Erdoğanın siyaset yasağını kaldırdılar. Yine de Erdoğana güvenmedikleri için Baykalı Cumhurbaşkanı yapacaklardı başaramadılar diyen Dilipak bu iddiaları açıkça yalanlayamamış, hatta dolaylı biçimde doğrulamıştı. Kendi ayarınca: Erdoğan ABD ve İsrailin projesinde görev aldı ama bu fırsatı Milli çıkarlarımız ve İslami amaçlarımız istikametinde kullandı, bu nedenle gözden çıkarıldı!? şeklinde anlaşılacak yorumlar yapmıştı.
Bu arada Sn. Dilipak… Bunların abileri 90ların başında benim de kapımı çalmışlardı… buyurmaktaydı. Herhalde bu Abiler, ya ABD derin devleti Yahudi Lobilerinin yetkilileriydi veya yerli işbirlikçileriydi… İyi de bu karanlık merkezler veya kiralık görevlileri, Abdurrahman Dilipakı hangi maksatla ziyaret etmişlerdi ve Ona bu denli itimat ve itibar(!) etmelerinin sebebi neydi? Yoksa Kadir Mısıroğlu üstatları gibi Abdurrahman Dilipak da AKPnin bu tekliflere ikna edilmesi görevini mi üstlenmişti?
Erdoğanın Yükseliş Macerası!
Gelelim Necmettin Erbakan ile Tayyip Erdoğanın yol ayrımına Erbakan ile yakın çevresi dik mizaçlı olan Tayyip Erdoğanı sevmezdi Tayyip Erdoğan bu sertliğinin sonucu olarak 1989daki Beyoğlu belediye seçimlerinde seçim kurulunda görevli olan hâkimlere hakaret etmiş ve sonrasında tutuklayıp Sağmalcılar cezaevine koymuşlardı. Şevket Kazan o günlerde Tayyip Erdoğanı cezaevinden çıkarmak için ANAPtan Korkut Özal ve Mehmet Keçeciler dâhil pek çok eski yol arkadaşını devreye sokarak Erdoğanı kısa süre içinde hapisten çıkarmıştı.
1991 genel seçimlerinde ise Erdoğan Eyüp-Gaziosmanpaşa Bölgesinden RPnin İstanbul İl Başkanı olduğu için RP-MHP-IDP ittifakı tarafından birinci sıradan aday yapılmıştı. Yüksek Seçim Kurulu önce genel seçim sonuçlarını açıklamış, buna göre alınan oy bağlamında Tayyip Erdoğan mebus seçilmiş ve tebrikleri kabul etmeye başlamıştı. İki gün tebrikleri kabul-caka derken Yüksek Seçim Kurulu Tayyip Erdoğanın seçildiği bölgeyle alakalı tercih itiraz sonuçlarını açıklamıştı. Tablo Erdoğan için hüsrandı. Karara göre vekillik Tayyip Erdoğandan alınmış ve çok daha fazla tercih oyu alan Mustafa Başa aktarılmıştı.
O sürece tanıklık eden isimlerden biri olan Refah Partisi eski Trabzon Mebusu Şeref Malkoç yıllar önce Yeniçağ gazetesindeyken kendisiyle yaptığım mülakatta özetle şunları anlatmıştı:
Tayyip Bey kalabalık bir grupla Mustafa Başı yakalamak için Ankaraya çıkarma yaptı. Biz Başı o dönem bir evde saklayıp dışarı çıkarmadık. Tayyip Bey ısrarla istifa etsin yoksa karışmam diyordu. Baktık durum ciddi, Mustafa Beyi bir gün arka kapıdan Meclise sokup yemin ettirdik ve ertesi gün hemen Hollandaya kaçırdık. Evet Mustafa Baş Tayyip Beyin korkusu sebebiyle üç ay Türkiyeye dönmeyi göze alamadı.[5]
O gün bunları anlatan ve Recep beyi kınayan Şeref Malkoç, sonunda AKPye katılmış ve koyu bir Erdoğan yalakası olup çıkmıştı; çünkü mayaları aynıydı!
Yıllardır yazıyoruz: Recep T. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı seçildikten sonra Milli Görüş Camiasının ilgi alanının dışındaki egemen batı dünyasına yanaşmıştı. İstanbul Belediye Başkanlığı görevi Türkiyedeki bir siyasetçi için en büyük laboratuvardı ki Tayyip Erdoğan bunu iyi kullanmıştı. Erdoğan Başkanlıkla beraber sadece İstanbul sermayesinin metotlarını ve değerlerini değil aynı zamanda küresel olguları da kavrayarak ona göre tavır almaya başlamıştı. O dönem ABDnin İstanbul Konsolosu olan Caroline Hagins ile yakınlaşmış, peşi sıra Graham Fuller, Morton Abramowitz, Silver Lawrence ve Kenny Bop ile direk ve dolaylı temasları hızlanmıştı.[6]
Erdoğan ve Gülün Yahudi Abraham Foxman ile buluşmaları
Sekreterim, Necmettin Erbakan arıyor deyince görüştür dedim.
-Sabahattin Bey ben Sayın Erbakan değilim. Kendi ismimle ararsam belki ulaşamam diye çekindim. Ben Fazilet Partisindenim Adım M. A Size çok önemli bir bilgi vereceğim.
-Nedir?
-Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül Dünya Yahudi Konseyi Başkanı ile yarın gizli bir görüşme yapacaklar. Bu bilgi kesin. Abdullah Beyin en yakınından Sayın Erbakana arz edildi Biz de tarafsız bir gazeteci olarak sizi haberdar ediyoruz. Görüşme İstanbulda olacak herhalde çünkü Abdullah Bey yarın çok erken saatte İstanbula gidiyor.
Telefonu kapattım. Önce bir düşündüm. Akabinde İstanbul Emniyet istihbaratında çalışan üst düzey bir tanıdığımın telefon numarasını tuşladım: (S. Önkibar MİTin medyadaki bir maşası olduğunu da böylece ağzından kaçırıyor ve Foxmanla Erdoğanların görüşmesi konusunda bizzat Erbakan tarafından uyarıldığını bile anlamıyor.)
-Senden bir ricam var.
-Buyurun Sabahattin Bey.
-Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan yarın İstanbulda yabancı biriyle bir görüşme yapacaklar. Bu görüşmenin kiminle olacağı ve nerede olacağını öğrenebilir miyiz?
Akşamın ilerleyen saatlerinde bilgi geliyor.
-Görüşülecek adamın ismi Abraham Foxman. ABDli Dünyanın en büyük Yahudi örgütlerinden ADLnin Başkanı. Buluşmada Abdullah Gülün yanı sıra Tayyip Erdoğan da varmış.
Ertesi gün hemen Abdullah Gülü aradım:
-Sayın Gül Sabahattin Önkibarım. Abraham Foxman ile ne konuştunuz? Abdullah Bey panikledi:
-Ne kim anlayamadım?
-ADL Başkanı Abraham Foxman ile ne konuştunuz diyorum.
-Ne dediğinizi anlayamıyorum?
-Abdullah Bey, kiminle görüştünüz diye sormuyorum. Tayyip Erdoğan ile beraber böyle bir görüşmeyi dün yaptığınızı biliyorum. Sadece ne konuştuğunuzu merak ediyorum, deyince Abdullah Gül direnmedi:
-Kim sızdırdı size bunu? Sabahattin Bey bu konu çok hassas!?[7] diyen ve AKPli kadroların Erbakana hıyanetleri karşılığı, Siyonist merkezlerle parlatılıp iktidara getirildiğine şahitlik eden Sn. Önkibarın şimdi kalkıp bunların talan ve tahribatlarının suçunu Erbakana yıkmaya çalışması tam bir sahtekârlık değil miydi?
Deniz Baykal Erdoğanın Önünü Neden Açmıştı?
Tayyip Erdoğan Meclise ve hükümete katılmalı, ne olduğu ortaya çıkmalı. Aksi takdirde büyüsü hiç bozulmayacak diyen Deniz Baykal dediğini yapmış ve CHP Anayasa değişikliği bağlamında AKPye omuz vererek Tayyip Erdoğanın önünü açmıştı. O süreç içinde yaşananları hatırlamak lazımdı. ABD Büyükelçisinin Yüksek Seçim Kurulu ziyaretinin hemen sonrasında kurul suya tirit gerekçesiyle Siirt seçimlerini iptal ederek Tayyip Erdoğana bir seçim çevresi açmış ve bu şekilde Erdoğan Meclise alınarak Başbakanlığa taşınmıştı. Baykalındemokrasi gereği öyle davrandık beyanı ise siyaseten söylenmiş bir laftır. Güya Deniz Beyin amacı Erdoğan balonunu patlatmaktı[8]
İhlas Holdingin ortaya çıkışı ve Işıkçıların tırmanışı!
Bu küçük cemaat 1960lı yıllarda ortaya çıkarak Müslümanlardan zekât ve kurban derisi toplamaya başlayarak sermaye birikimi oluşturmuşlardı. Bu parayla 1970li yıların başındaTürkiye gazetesi akşam gazetesi olarak birkaç yüz baskı adediyle yayın hayatına atılmışlardı. Peşi sıra yine yardım toplanarak Darüşşafaka Caddesinde Işık Kitapevi açılmış ve orası merkez yapılmıştı. Aynı yıllarda Cağaloğlu yokuşunda Serhend Kitabevi açıldı. Zamanla Vefa bozacısının yanındaki vakıf binasında öğrenci yurdu açıldı ve üniversiteye giden talebeler devşirilmeye başlandı.
Enver Örenin Hüseyin Hilmi Işıkın damadı olması ise; Hüseyin Hilmi Işıka rağmen tamamen Işık Hocanın kızı ve eşinin tercihi ve diretmeleri sonucudur ki bunu bana bizzat Enver Bey anlatmıştı. Hüseyin Hilmi Işıkın asıl damat adayı şimdilerde İhlas Holdingin inşaat işlerinin başında olan Zeki Celepti.
Işıkçılar 70li yıllarda sıkı Demirelciydiler ve onu Allahın yeryüzündeki vekili görüyorlardı. Öyle ki İhlasın öğrenci yurdunda kalan gençler seçimlerde Demirele korumalık görevi yaparlardı. Erbakan hareketi ise onlara göre küfür ve fitne sayılmaktaydı. İlaveten bütün cemaatlerde olduğu gibi Işıkçılar da diğer cemaatleri sapkın olarak görür ve kıyamet günü cehennemden kurtulacak tek fırkanın kendileri olduğuna inanırlardı.
1980 ihtilali tecrübesiyle, el konmasın diye İhlas cemaatine ait bütün mal ve birikimler, Kuleli Askeri Lisesinden ayrıldıktan sonra Fen Fakültesi Biyoloji bölümünü bitirip öğretmenlik yapmaya başlayan Hüseyin Hilmi Işıkın damadı Enver Örene aktarılmıştı. Hilmi Işık Hocanın Abdülhakim diye bir oğlu vardı ancak kendi halinde biri olduğu için veliaht o günlerden itibaren damat Ören olup çıkmıştı.[9]
İhlas Holdinge MİT elemanlarının doldurulması!
MİTin medyayı yakından izlediği sır sayılmazdı. Hiç unutmam, adını vermeyeceğim bir başbakanın Enver Örene aynen şunları söylediğine şahitlik yapmıştım: Sayın Ören, sizin İhlas ilginç bir yapı Devletin bütün istihbarat kurumlarının sizde elemanları var. İhlas neredeyse istihbaratçıların staj yeri.
Sadece İhlasta değil MİT elemanları medyanın her yerinde bulunmaktaydı. Hürriyette yazarları vardı. Yine bir devlet yetkilisinden öğrendiğime göre MİT en çok gazetecileri dinlermiş zira en iyi haber kaynağı onlarmış.. Burada bir parantez açıp benzer sohbet toplantılarının sadece MİTte değil örneğin Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığında da olduğunu belirtmemiz lazımdır.[10]
Sabahattin Önkibar, yıllarca yalakalığını ve yazarlığını yaptığı Enver Örenin ahlak yapısını anlatırken aslında kendi ayarını da ortaya koymaktaydı!
Yüksek faiz (kar payı) tuzağıyla aldatılan vatandaşlardan toplanan paralar ABDde bazı Emlaklara yatırılmıştı. Türkiyede Coca-Colaya alternatif olarak düşünülen Kristal Cola gibi yatırımlar hüsranla sonuçlanmıştı. Tabi İhlas Finans mevduatının en çok savrulduğu yer hatıra dayalı kredilerle TGRT harcamalarıydı. Yakından biliyorum, Ankaradan kim telefon ettiyse onların yakınlarına ipoteksiz krediler sağlanmış ve bunların pek çoğu geri ödenmeyip batırılmıştı.
Buna ilaveten TGRT için servetler saçılmıştı:
Mesela Sibel Canın Boğazın en nadide yerlerinde biri olan Nakkaştepede bugün fiyatı 7-8 milyon dolar olan havuzlu tripleks villalardan birine sahip olmasına yardımcı olundu ki o villanın aynısından bir tane de 28 Şubatta askerle İhlasın arasını bulsun diye transfer edilen Kenan Evrenin basın danışmanı Ali Baransele hediye edilmiştir. Keza Gülben Ergen TGRTde kazandığı büyük paralarla Tarabyadaki Nurol Malikânelerinde mülk sahibi olmuştu. Kadir İnanırla milyon dolarlık mukaveleler yapılırken Seda Sayanlar, Muazzez Ersoylar, Orhan Gencebaylar, Julide Ateşler, Murat Soydanlar rüyalarında göremeyecekleri paralar kazanmışlardı. Barış Manço bile aldığı muhteşem villanın TGRTden kazandığı paralar sayesinde olduğunu TGRTdeki karşılaşmamızda anlatmıştı. Kuşkusuz bütün bunlar program karşılığıydı ama büyük meblağlar ve tamamı İhlas Finanstan karşılanmaktaydı.[11]
Sadece bunlar değil o dönem neredeyse bütün sanat camiası TGRT ile karnını doyurmaktaydı. Enver Ören sanat camiasının adeta rızık tanrısıydı ve konuklarını odasına Cumhuriyet altınlarına sarılmış çikolata sağanakları ile karşılıyordu ki bunun bir örneği, tesadüfen tanıklık ettiğim için biliyorum, Serdar Ortaçtı. Enver Örenin Holding odasında bir gün Hülya Avşarla iş konuşur, ertesi gün Türkan Şoraya dizi teklifleri yapardı. Dahası hangi sanatçının ayağına diken batsa Enver Ören hazır ve nazırdı. Ebru Gündeş beyin kanaması geçirince yardımına ilk koşan ve bütün hastane masraflarını karşılayan Enver Hocaydı.
Ören Cumhurbaşkanı Demireli izlemek için göreve giderken otobüsü kaza yapıp ölen muhabirimiz Ahsen Çetinerin Ankaradaki cenaze törenine gelememe gerekçesini hiç unutmam telefonda şöyle açıklamıştı: Sibel Canın ayağı kırılmış. Geçmiş olsuna gideceğim. O daha mühim!
Mahsun Kırmızıgülün Hilmi Topaloğlu ile ortak olduğu Prestij Müzik şirketi çok zora düşünce, adını yazarsam Türkiyede gündem konusu olacak birinin talebi üzerine Enver Ören 3 milyon dolar nakit parayı Mahsunun önüne serdi ki Kırmızıgül bile Enver Abi bana bu parayı veriyorsun ama ben bunu zor geri ödeyebilirim, dedi ve Canın sağolsun karşılığını aldı. Ve yine Beyaz namıyla maruf Beyazıt Öztürke milyonlarca dolar aktarmıştı[12]
Enver Örenin Gizli Kasetleri (başının belası)
İhlasın hikâyesinde Enver Ören nasıl temel özne ise Şoförü Kamil Tekin bir başka çok önemli figürdür. Türk Silahlı Kuvvetlerinden mürtecilik suçlamasıyla teğmenken atılanlardandır. Şoför Kamilin önemli olması kısa süre içinde İhlas Holdingi eline geçirir bir pozisyona yükselmesi ve de Enver Öreni teslim almasıdır. Öyle ki İhlas Holdingi ve Enver Öreni Kamil Tekinin elinden MİT ile Cumhurbaşkanı Demirel kurtarmıştır. Elektronik teknolojiye meraklı olan Kamil Tekin Enver Bey ile sık gittiği yurtdışı gezilerinde teknoloji harikası olan dinleme ve kayıt cihazları edinmiş ve bunlarla Enver Örenin bütün yaşamını kayda almıştır.[13]
Enver Ören Çevik Bir Karşısında Elleri Titreyerek Yalvarmıştı.
Refahyol iktidarına mecburen destek veren ve ÇED Raporu olmadan Başbakan Erbakanın yardımcısı Çilleri de çağırarak Düzcede araba fabrikası temel atma tiyatrolarını sergileyen Ören, 28 Şubat iklimiyle paniğe kapılmış ve benden Çevik Birden randevu almam için ricada bulunmuşlardı. Çevik Biri tanımıyordum, dolayısıyla önce bir aracı araştırdım. Mehmet Ağara Çevik Birle hukukun var mı deyince var dedi ve randevuya aracı olacağını söyleyip bizi rahatlattı. İki gün sonra Çevik Birin karşısında olan Enver Ören:
–Paşam size teslim olmaya geldim, emredin! diye yalvarmıştı.
Enver Bey mübalağasız titriyordu. Öyle ki su doldurayım derken sürahiyi düşürerek patlatmıştı. Çevik Bir: –Sakin olun Enver Bey, bizim İhlas ile temelde bir sıkıntımız yokdeyince yatışmıştı.[14]
Erbakan Hocanın Enver Öreni Şaşırtması!
Gelelim 28 Şubatın ne olduğuna Birincisi İstanbul sermayesinin Süleyman Demirelin açık desteğiyle çok kızdığı Tansu Çilleri iktidardan süpürme olayıdır. Asker bu olayda kurumsal olarak kullanılmış ve laiklik hassasiyeti özellikle kaşınmıştır. Buna Genelkurmay Başkanı olma hayalleri kuran Çevik Birin ihtirasları eklenince öyle bir tablo ortaya çıkmıştır diyen Önkibar gerçekleri ağzından kaçırmaktadır.
Prof. Erbakan Başbakan olduğu dönem bir gün Enver Örenle beraber yanına gittik. Enver Örenin ilk sözü:
–Hocam size teslim olmaya geldim, oldu. Erbakan:
–Teslim olmak lafla olmaz Enver Bey, anahtarları getir!
-Anlamadım Hocam?
–İşine gelmeyince anlamıyorsuuuuun Anahtarları getir dedim, anahtarlar!
-Neyin anahtarları hocam?
–Neyin olacak TGRTnin.
-Ne yapacaksınız?
–Artık biz açıp kapatacağız TGRTyi…[15]
Erbakan Hocanın mesajı açıktı:
Sn. Enver Ören, öyle riyakârlık ve yılışıklıkla, eski hükümetler gibi devlet imkânlarının sana peşkeş çekileceğini sanarak aldanıyorsun Bize teslimiyet sözlerinde samimi isen, önce şu TGRTnin Hakkın ve hayrın hizmetinde ve halkın çıkarları istikametinde kullanılmasına ve bunu sağlayacak Milli Görüşçü kadroların atanmasına razı olmalısın
Bunun ne anlama geldiğini, dış güçlerin ve masonik merkezlerin buna asla izin vermeyeceğini bilen Enver Ören, umduğunu bulamadan huzurdan ayrılmıştı.
Cemaat-Hükümet kavgasını kimler kızıştırmıştı?
İsrail Recep T. Erdoğanın barış ödüllü övünç vesilesi Cumhurbaşkanı Şimon Peresi bütün dünya önünde Van Minüt şovuyla aşağılanmasını unutamıyordu. Buradan hareketle İsrail Erdoğanın yerine mesela kendilerine daha yakın gördükleri Abdullah Gülü getirmeye çalışıyordu. Keza İsrail hasta olan Erdoğanın ani bir ölümü halinde bir sürprizle karşılaşmak istemiyordu. Bunun için bugünden harekete geçmeyi uygun görmüştü. Bunun gerçekleşmesi için Türkiyedeki en önemli partnerleri Fetullah Gülen Cemaatini kullanıyordu. Fetullah Gülen ile İsrail arasındaki ilişkiler o kadar derindi ki Mavi Marmara olayında İsrailli komandolar 10 Türkü katletmesine rağmen Gülen Yahudi devletini açıktan kutsayıp haklı görüyordu. Ayrıca AKP ile PKK arasında yapılan görüşmelerde devre dışında bırakılması da Cemaati tedirgin ediyordu. Cemaat önceleri Güneydoğudaki devlet kadrolarını topyekûn talep ederek PKK ile kendinin muhatap edilmesini istiyordu. Tayyip Erdoğan PKKnın itirazı ile kendi oy tabanını düşünerek buna yanaşmayınca yine bir kırılma yaşanıyordu. Gelinen nokta ise sadece kopuşu değil aynı zamanda göğüs göğüse muharebeyi çağrıştırıyordu. Aynı şekilde Tayyip Erdoğanın yıllardır sırtladığı cemaatin birden çete olduğunu keşfetmesi siyasi mizah olmanın ötesinde garabet örneği sergiliyordu[16] diyen Önkibar çaktırmadan Erdoğan reklamı yapıyordu.
Sonuç:
1- Bu tür soygun ve vurgunlar, ahlaka ve milli çıkarımıza aykırı durumlar korkunç bir artma gösterse de- sadece AKP döneminde değil, daha önceki sağcı ve solcu partilerin ve koalisyon hükümetlerinin döneminde de yaşanıyordu.
2- Bunların sebebi İslamın aslı değil istismarıydı. Kasıtlı olarak yozlaştırılan sistem, insanımızı imkân ve fırsatı nispetinde yoldan çıkarmakta, haksızlık ve ahlaksızlığı yaygınlaştırmaktaydı.
3- Atatürkten sonraki cumhuriyet sürecinde, en olumlu ve onurlu hizmetler Milli Görüşün koalisyon ortaklıklarında başarılmıştı ve özellikle Refah-Yol iktidarı tam bir huzur ve refah ortamı sağlamışken, dış güçler ve işbirlikçilerce hedef alınıp yıktırılmıştı.
4- Bu nedenle; hem din istismarcılarının hem din düşmanlarının ortak kuşkuları ve kurtulmaya çalıştıkları Erbakan Hocaydı. İnsanların ayarı, Ona karşı tavrında saklıydı. Herkes Erbakanı kendi aklı ve ahlakı derecesinde algılamaktaydı.
5- Her türlü tahribat ve kumpasa rağmen, genel olarak en sağlam ve en duyarlı kalan, girişim ve gelişmeleri doğru okuyup yorumlayan kurum ise hala TSKydı.
6- Milli haysiyet, cesaret ve projelerden mahrum sağcı-solcu ve İslamcı iktidarlar ve onların yüksek bürokratları da, Sabahattin Önkibar gibi yalaka ve kiralık yazar-yorumcu takımı da, maalesef milletimizin mayasını ve manasını yansıtmaktan uzaktı.
[1] Takkeli Firavunlar sh: 10-11
[2] sh: 183-184
[3] sh: 184
[4] sh: 185-186
[5] sh: 47-48
[6] Sh.49
[7] Sh:140 ve 141
[8] Sh:161
[9] Sh:35
[10] Sh:70
[11] Sh:16
[12] Sh:17)
[13] Sh:14
[14] Sh:103
[15] Sh:102
[16] sh: 190
http://www.millicozum.com/mc/nisan-2015/onkibarin-carpitmalari-v