Anasayfa » Önce AKP’ci, şimdi PKK’cı CIA Hocası!

Önce AKP’ci, şimdi PKK’cı CIA Hocası!

Yazar: yonetici
0 Yorum 163 Görüntüleyen

Önce AKP’ci, şimdi PKK’cı CIA Hocası!

Fetullah Gülen'den İğrenç kıyaslar: Annemle
Kâbe’de Fuhuş İle Suçlanayım ki…”

Kendini
ülkeye ve hatta dünyaya yıllarca 'Hocaefendi' olarak tanıtan firari şahıs
Fetullah Gülen'in rezillikleri, bir bir ortaya serilmektedir. Türkiye'de
kurduğu ve küresel aktörlerin desteği sayesinde Emperyalizm'e Hizmet amacıyla
dünya çapında yaygınlaştırdığı yapıya, 'tüm dini ve siyasi yapıların üzerinde
bir oluşum' imajı vermeyi amaçlayan firari şahıs Fetullah Gülen'in, işte bu
algı operasyonu ve imaj çalışması adına, 'Fetullahçılık- Fetullahçılar' ve
'Fetullah Hocacılar' gibi terimlere savaş açtığı görülmektedir.[2]

Fetullah
Gülen'in bu tavrı, uzun yıllardır sürdürdüğü ve ilmik ilmik ördüğü 'Emperyalizm'e Hizmet / Türkiye'ye İhanet Organizasyonu'nu
-ona göre- eklektik ifadelerden uzak tutmak adına tutarlı bir hamle gibi
görülebilir. Ancak “Bu ifadeyi sevmiyorum ve istemiyorum” gibi normal
bir ifade yerine “Anamla kabe'nin dibinde Zina
isnat etseler…”
 ve
daha sonrasında “Anama fuhuş isnat
etseler…”
 gibi
sözler, zorlukla kamufle edilmiş hezeyan dolu bir sinenin dışavurumu olarak
oldukça sinsi ve tehlikeli bir karakter gizlemektedir. Değil bir ilim adamına
hatta köprüaltı kabadayısına bile yakışmayan bu iğrenç sözler, Fethullah
Gülen'in nasıl bir ruh sefaletine düçar olduğunun belgesidir.

“Namazda sallananlar cinsel organlarını çıkarıp üstüme
işesinler! Kabul ediyorum bu bir hezeyan ama dedim işte!”
 şeklindeki sözleri, video görüntüleriyle birlikte O’nun ayarını
göstermektedir.[3]

Efendimiz
İslam peygamberi Hz. Muhammed (SAV) için “Hz. Meryem'in kocası, Hz.
İsa'nın Babası ancak o olabilir”
 şeklinde sapık ifadeleri
O’nun dalalet alametidir. Meryem Suresi 19. ayette Allah, Hz. İsa'nın babasız
yaratıldığını açıkça bildirilmesine rağmen, hala kitaplarında bu sözler
geçmektedir.[4]

Yine
Hz. Peygamberimizin Başakşehir'deki Atatürk Olimpiyat Stadı'na geldiğini[5]
iddia etmesi, Peygamber Efendimizi kamyona bindiren dizinin senaryolarına
destek vermesi,[6] “Peygamber'le
Görüştük! Ülkeyi Cemaatimize Verdi”
 şeklindeki video
görüntüleri,[7] “Hâkimleri
satın alın, rüşvet verin gerekirse, biz destekleriz yani”[8]
 ifadeleri, Fetullah
Gülen'in cemaatinden ayrılanların şahitliklerine göre, popüler hezeyanlarının
sadece birkaç tanesidir. Bunların çok daha fazlası cemaat tarafından 'Peygamber
sözü gibidir, eleştirilemez' denilerek sümenaltı edilmektedir.

“Anamla Kâbe’nin dibinde zina ile suçlansam, bu kadar
üzülmem” lafzı, işte tüm bu hezeyanlarla birlikte düşünüldüğünde,
Fetullahçı Terör Örgütü'nün ne sıkıntılı bir beyin ve hastalıklı zihin
tarafından yönetildiğine dair, net bir akıl ve ahlak tutulması olarak karşımıza
çıkıvermektedir.

Ayrıca
Risalelerde Üstat Said Nursi'nin sıkça 'Nurcular' şeklinde bir ifadesi bilinmekte
ve Nur şakirtlerinin de 'Nurcu' tanımlamasından kaçmadıkları görülmektedir.
Oysa Fetullah Gülen'in “Bir kişi Fetullahçı ya da şucu
bucuyum dese dinden çıkar. Müslüman kelimesinin önüne ya da arkasına insan
isimleri eklemek ve kendimizi onunla tanımlamak şirktir, benim ismimi bu büyük
günaha alet edenlere yazıklar olsun!”
 gibi asılsız iddialara
da girişmektedir. Buna göre Gülen, bizatihi takip ettiğini iddia ettiği Said
Nursi'ye ve şakirtlerine Müşrik demektedir. Kendisinin aslı astarı karışık olan
Fetullah Gülen, Said Nursi 'Kürt' olduğu için (?) bir kez dahi ziyaretine gidip
yüzünü görmediğini Küçük Dünyam adlı biyografisinde belirtmiştir. Ayrıca Gülen,
Said Nursi'yi mezarından çıkarıp kaçıran Cemal Tural Paşa'nın yanında
askerliğini yapmış ve ne hikmetse (!) Allah, Peygamber ve Kur'an kelimelerini
yasakladığı iddia edilen bu Fanatik komutan tarafından 'Askeri kıyafetinin
üstüne cübbe giymesine ve sarık takılmasına izin verilerek hutbe' irad
etmiştir. Dolayısıyla Gülen'in 'Ben şucuyum demek şirktir!' ifadesi, sadece bir
hezeyan değil, Fetullahçılar'ı gizliden gizliye büyük nefret duyduğu Said
Nursi'ye ve okurlarına karşı bir yönlendirme olarak değerlendirilmelidir.

İşte
Fetullahçılık'ın kurucusu Fetullah Gülen'in ABD'ye gidip CIA ile daha sıkı
ilişkilere girdikten sonra resmi ve kişisel sitesinden sildirdiği ama hem
görsel arşivlerimizde hem de fanatik tetikçilerinden eski polis Önder Aytaç'a
ait olduğu iddia edilen bir sitede bulunan o ahlaksız ifadeleri:

“Fetullahçı diye iğrenç bir ifade kullanıyor ve alçakça
iftira ediyorlar. Annemle Kâbe’de zina ile suçlansam bu kadar üzülmezdim. Bir
kişi Fetullahçı ya da şucu bucuyum dese dinden çıkar. Müslüman kelimesinin
önüne ya da arkasına insan isimleri eklemek ve kendimizi onunla tanımlamak
şirktir, benim ismimi bu büyük günaha alet edenlere yazıklar olsun! Onlara
hakkımı helal etmiyorum!”[9]

“Asker düşmanı zibidiler”in
pişmanlık numarası mı?

“Türk basınında özellikle “malum medya içinde” bazı “zibidiler”
var, “asker düşmanı” doğmuşlar, “asker düşmanı” ölecekler! Sözüm ona bu
arkadaşlar “demokrasi âşığı”, sözüm ona “liberal-demokrat” aydın geçinmekteler.
Terörist unsurları “sözde demokrasi fiyonguyla” legal hale getirmeye çalışan
yine bu “asker düşmanı” kalemler… Adamın sorası geliyor: acaba Türk askeri
bunlara ne yaptı da, böylesine kinlenmişler?.. Sevgili dostlar, Türk Silahlı
Kuvvetleri, “içindeki bazı bireylerin” vahim hataları sonucu 1960, 1980 ve 28
Şubat gibi süreçlerde “inanılmaz olaylara” imza atmış olabilir… Ancak “asker”
kimdir? Sensin, benim, babam, ağabeyim, dayım, komşum, arkadaşım, kardeşim… Bu
ülkenin sokaklarında büyüyen, dayağını yiyen, pis suyunu içen, kısacası
hepimizin “yaşadıklarını” yaşayarak büyüyenlerdir… Kimsenin “el üstünde”
büyümüş, “baba beni şuraya başkan yap” dediği cinsten “saklı seçilmişleri”
değildir”
 diyen Cumhurbaşkanı
Danışmanı ve baş yalaka yazarı Yiğit Bulut’un tespit ve tarifleri en çok AKP’li
yandaş yazarlara ve ahmak İslamcılara uymaktaydı.

Not: Özellikle Türk kamuoyunda bazılarının askerimizi bilerek
“aşırı kötülediğini” ve bu yolla “yerleşiklerin ayrıştır politikası”
doğrultusunda “asker-halk-devlet” arasında “ayrılık” tohumları ektiğini
düşünüyorum. Bu tuzağa düşmeyelim! Kimin “kim” olduğunun “belli olmadığı”
günlerden geçilmektedir! Malum medya unsurlarına ve attıkları adımlara DİKKAT!
(edilmelidir)
 diye not düşen yandaş
Bulut, tam bir Yahudi dönmesi tavrı ortaya koymaktaydı.

 Kaynak Makalemizin Tamamı:

TÜRKİYE NATO’DAN ÇIKARILACAK, YERİNE İRAN MI ALINACAKTI?

Meşhur İran Devrimi’nden beri, her fırsatta ve samimi bir tavırla
İran İslam Cumhuriyetini savunduğumuza, İran’a yönelik karalama, kışkırtma ve
kuşatma girişimlerine cesaret ve ciddiyetle karşı durduğumuza ait yüzlerce
yazımız ve onlarca kitabımız ortadadır. Ama İran bir türlü net ve mert tavır
alamamaktadır. Erbakan Hoca’nın D-8 girişimine katılmak ve destek çıkmakla,
1400 yıllık Ehlisünnet ve Şia arasındaki inatlaşmayı bitirmek, kutuplaşmayı
kucaklaşmaya çevirmek yolunda tarihi ve talihli adımlar atan İran’ın, şimdi ABD
ve AB ile (dolaylı olarak İsrail’le) nükleer barış (yani atom yapımını askıya
alış) ve ambargolardan sıyrılış hatırına uyguladığı programsız ve omurgasız
politikalar, en hafif tabiriyle, maalesef güven aşılamamaktadır.

Bunun en somut ve somurtucu örneği İran’ın Suriye sorununa
yaklaşımında yaşanmıştır. Evet, bu konuda AKP iktidarının da çok ciddi hataları
vardır ve tarafımızdan defalarca tenkidi yapılmıştır. Ancak İran’ın tavrı da
asla yapıcı, kucaklayıcı ve özellikle “İslamcı” olmamıştır. İran Suriye’nin
tamamını ve bütün halkını bu beladan kurtarıcı bir rol oynamak yerine, sadece
Şiilik taassubuyla Esed Rejimini ve geleceğini koruma gailesine kapılmıştır.
Türkiye 2 milyon Suriyeli mülteciyi barındırmasına rağmen İran bir tane bile
almamış ve bunlara hiçbir maddi yardıma yanaşmamıştır. Kardeşçe uyarıyoruz;
İran yanlış taraftadır ve sakat ata oynamaktadır.

İbrahim Karagül, ‘uluslararası güçler‘in devreye girdiğini, çok
yakın zamanda Basra Körfezi’nin karışarak İran’ın Suudi Arabistan’ı, Irak’ın
Kuveyt’i vurabileceğini iddia etti.

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, ‘Tanklar Kâbe’ye dayanacak’ yazısında İran’ın ‘niyetlerini’ şöyle açıkladı: “Tahran üç denizde birden açılmaya dönük ciddi bir jeopolitik
harita uyguluyor. Irak’ı tam denetimine almış görünüyor. Basra Körfezi kontrolü
altında tutuyor. Lübnan üzerinden Akdeniz’de bulunuyor. Yemen üzerinden de
Kızıldeniz’e açılırken S. Arabistan’ın direncini kırmaya çalışıyor. Nükleer
anlaşma Tahran’ın elini güçlendirmişe benziyor. Bölgesel bir fırtına estirmeye
çalışıyor. Müthiş bir özgüven, hırs, şımarıklık ve açgözlülükle her yere
müdahil oluyor. Görünüşte bütün bunları mezhep demografisi üzerinden yürütüyor.
Ama aslında psikolojik alt yapısı Fars milliyetçiliği ile örülmüş. Bu politikaların
da bilhassa hedefinin ‘dengeleyici pozisyon alma özelliği olan tek ülke’ dediği
Türkiye olduğunu öne süren Karagül, analizini bir üst noktaya götürerek, “Bunun
bir adım sonrası Basra Körfezi’dir. Bir yerlere kaydedin gün gelir İran Suudi
Arabistan’ı, Irak Kuveyt’i vurabilir. Şahsi kanaatim, iki yıl içinde Basra
Körfezi’ndeki ülkelerin ciddi bir şekilde karışacağı yönündedir. Zaten ciddi
bir mezhep krizi var ve bu ülkeler yoğun İran tehdidi altına girmiştir. Tahran,
Mekke odaklı, S. Arabistan odaklı, Basra Körfezi odaklı bir çılgınlık
içindedir” diye yazan Karagül, yazısını şöyle bitirmişti: “Bu yeni emperyal
ihtirasın Basra Körfezi’nde girişeceği tehlikeli macera, bütün bölgeyi
sarsacaktır. Bu imparatorluk hesabının yol açtığı dalgalar Türkiye sınırlarını
bile yoklamaktadır. Çok geçmeden, tanklar Kâbe’ye erişmeden, Basra Körfezi’nde
başlayan kriz Mekke Savaşı’na dönüşmeden bu ihtirasın dizginlenmesi lazımdır”
 diyen Sevgili Karagül bazı doğru tahlil ve tahminler yapmakta, ama
İran’ı asıl kışkırtan Siyonist odakları her nedense atlamakta ve AKP’nin aynı
odakların işbirlikçisi olduğunu bilmiyor gibi davranmaktadır.

ABD, IŞİD’i Türkiye’ye saldırtacaktır!

Amerikan
savaş uçaklarının İncirlik’ten devreye girip, IŞİD hedeflerini bombalamaya
başlamasıyla, Türkiye yeni bir tehlikeyle karşı karşıyadır. PKK’nın da yularını
elinde tutan ABD, IŞİD’i üzerimize saldırtacak Türkiye’nin içi-dışı IŞİD’in
operasyonlarıyla sarsılacaktır.

Hatırlayalım:
IŞİD, Irak el-Kaide’si, bir diğer adıyla el-Kaide el-Rafideyn yani Mezopotamya
el-Kaidesi olan örgütün devamıdır. O örgütün ilk adı ise “Tevhid ve Cihad”dır
ve kurucusu 2006 yılında bir Amerikan hava operasyonunda öldürülmüş olan
(Ürdün’lü) Abu Musab el-Zarkavî olmaktadır. Abu Musab el-Zarkavî’nin örgütü,
2003 Kasım ayında yani Irak Savaşı’nın başlamasından altı ay sonra, İstanbul’da
iki ayrı tarihte (ikincisi 20 Kasım) büyük çaplı terör eylemlerine başlamış,
Sinagog, İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC’deki büyük bombalama eylemleri, çok
sayıda insan hayatını mal olan kanlı operasyonları (CIA ve MOSSAD marifetiyle)
başarmıştı! Abu Musab Zarkavî’yi “kurucu atası” sayan ve onun devamı olan
IŞİD’in, Suriye topraklarındaki varlığına karşı Amerika’nın Türkiye üzerinden
savaşa girmesi üzerine, Türkiye’yi saldırılarından –cezalandırma ya da caydırma
amacıyla- hedef alması bahane olarak yeterli sayılmaktadır. Tıpkı, Abu Musab
el-Zarkavî’nin 2003 yılındaki Tayyip Erdoğan hükümetini “ABD ile işbirliği”
halinde görerek ve göstererek, İstanbul’u kana bulayan eylemlere kalkışmasını
hatırlatacak IŞİD hücumları artacaktır ve tekrar hatırlatalım ki, bunların
arkasında asıl Amerika ve İsrail (CIA-MOSSAD) bulunacaktır. IŞİD sadece bir
taşeron terör firmasıdır.

ABD Başkanı Barack Obama tatile girmeden önce İsrail'in füze
savunma sistemi Demir Kubbe'nin yenilenmesi çerçevesinde yapılan Kongre’de
kabul edilen 225 milyon dolarlık tasarıyı imzalamıştı. Demir Kubbe'nin,
İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'dan gelebilecek roket ya da diğer hava
saldırılarına karşı oluşturduğu gelişmiş bir hava savunma sistemi olmaktaydı.
İşte bu İsrail uşağı Obama’yı, hala “Erdoğan’ın kankası, korkusuz kahraman
sanan” zavallılar bir kez daha aldanmışlardı.

Milli Çözüm Dergimiz Mayıs 2012 sayımızdaki “Türkiye’nin Geleceği ve
Erbakan’ın Gölgesi”
 yazımızda
şunlar hatırlatılmıştı:

Türkiye’yi yıkma tezgâhı şöyle planlanmıştı:

1- Türkiye,
ABD ve AB’nin zorlamasıyla Halep dahil Suriye’nin kuzeyine asker sokacaktı.

2- 
Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye sınırına askeri yığınak yapacaktı.

3-
 İsrail, Türkiye üzerinden, İran’a hava saldırıları başlatacaktı.

4-
Bunun üzerine İRAN, Malatya Kürecik radar üssü ve füze savunma kalkanı
nedeniyle,“Türkiye’yi
İsrail’e yardım etmekle”
 suçlayacak
ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.

5- Bu
arada Rusya ve İran da kendisini satmasıyla devrilen Esad rejiminden sonra,
muhalefetteki ajanları vasıtasıyla Suriye’yi de kontrolüne alan ve parçalayan
Batılı güçler, bu sefer Türk askerini işgalcilikle suçlayacak ve derhal
Suriye’den çıkması için kampanya başlatacaktı.

6-
Suriye kürdistanının kurulup Türkiye’nin parçalanması amaçlandığını sezen
halkımızın baskısı üzerine Ordu ABD’yi dinlemeyince…

• “Kürtlere
demokratik özerklik tanımıyor.

• Kendi
halkına ve PKK’ya aşırı güç kullanıyor.

• Suriye
ve İran’a karşı Batı birliğinin değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor”
 gibi gerekçelerle Türkiye
NATO’dan çıkarılacak ve savaş açılacaktı.

7-
6 Nisan 1946'da solcu ve Kemalist İnönü iktidarında Amerikan Mıssouri savaş
gemisi gövde gösterisi için İstanbul’a geldiğinde, “Milletimiz
Arapça anlamıyor”
 diye
Ezan’a izin vermeyen İsmet Paşa’nın, camilere “Welcom Missouri” diye mahyalar astırması gibi; AKP
iktidarı da “Türkiye’ye ileri demokrasi’yi
getirmek ve bizi AB ile bütünleştirmek için”
geldiklerini
söylediği ABD ve NATO askerlerini, yandaşlarına “Hoş
Geldin”
 sloganlarıyla
karşılatmaya kalkışınca, Milli bir direniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk
ordusu bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail hedeflerine “yıldırım
hücumları”
 başlatacaktı.

ABD ile Türkiye arasındaki gizli gerilim tırmanmaktaydı!

Amerikan
Times gazetesi Suriye’nin kuzeyinde güvenlik bölgesi oluşturma projesinin 2
ülke arasında büyük gerilime neden olduğunu yazmıştı. IŞİD’den temizlenecek
Cerablus-Azez arasında, 98 kilometre en, 45 kilometre derinlikteki bu bölge
için ABD ile Türkiye arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunduğunu belirten
Times’ta, “Türkiye ve ABD, bu güvenli bölge
planları konusunda çarpıcı şekilde zıt yorumlar yapmaktaydı. Bu durum, perde
arkasında gerilimin hala sürdüğüne işaret sayılmaktaydı”.
 Yahudi
güdümlü Times: Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun, “IŞİD’den arındırılacak bölgenin denetimi ve
güvenliğinden Suriyeli muhalif güçler sorumlu olacak, hava desteği ABD ve
Türkiye tarafından sağlanacak”
 açıklamasının ABD Dışişleri Bakanlığı
Sözcüsü Mark Toner tarafından, “Bir tür bölge konusunda bir anlaşma
yok”
 diyerek
yalanladığını da hatırlatmıştı.

Washington’un
2 hafta içinde Türkiye’nin açıklamalarını üç kez yalanlaması, iki taraf
arasında ciddi görüş ayrılığı ve güvensizlik olduğu yorumlarına yol açmıştı.
Müsteşar Sinirlioğlu’nun güvenli bölge iddialarını yalanlayan ABD Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, AA’nın Türk diplomatik kaynaklara dayandırdığı,
Suriye’de IŞİD’den arındırılacak bölgeye PYD’nin girmemesi konusunda ABD ile
mutabık olunduğu şeklindeki iddialarını yanıtlamıştı. Toner, günlük basın
toplantısında, “Bugün basında yer alan haberlerde
IŞİD’den arındırılmış bölgeye YPG veya PYD güçlerinin girişine izin
verilmeyeceği iddia ediliyor. Bunu doğruluyor musunuz?”
şeklindeki
soruya “Hayır. Doğrulamıyorum” cevabıyla karşı çıkmıştı. Bununla ABD Dışişleri
Bakanlığı son 2 hafta içinde 3. kez Türk diplomatik yetkililerinin iddialarını
yalanlamış olmaktaydı.

AB'den Türkiye'ye flaş “PKK çağrısı”nı nasıl okumalıydı?

Avrupa Birliği, Türkiye’yi PKK saldırılarına karşılık verirken
“orantılı” olmaya çağırmıştı. AFP'nin haberine göre, Avrupa
Birliği'nden yapılan açıklamada dönemin AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan
Bozkır ile AB Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi
Johannes Hahn'ın görüşmesine ilişkin bilgi aktarılmıştı. Görüşmede Hahn'ın
Bozkır'a Türkiye'nin “terörün her türlüsüne tepki verme hakkının
olduğunu”, ancak “Bu yanıt orantılı, hedeflenmiş olmalı ve hiçbir
şekilde demokratik siyasi diyalogu tehlikeye atmamalı” diye eklediği
ortaya çıkmıştı. Bizim Mayıs 2012’de yazdıklarımız hatırlanırsa, AB’nin niyeti
daha iyi anlaşılacaktı.

Türkiye’den birileri (veya birimleri) Maraş’taki Alman Patriot
sistemini hack’lediği yazılmıştı

Almanya’da
aylık yayınlanan kamu sektörü dergisi Behörden Spiegel,
Türkiye’deki Alman Patriot hava savunma sisteminin kısa bir süreliğine
hack’lendiğini yazmıştı. Dergiye konuşan Alman kaynaklar, Kahramanmaraş’ın
Suriye sınırında konuşlandırılan Patriot ve iki radar ile altı ateşleyiciden
oluşan sisteminin, “açıklanamayan” komutları uyguladığını aktarmıştı. Derginin kaynakları bunun
sebebinin sisteme girmeyi başaran bir hacker saldırısı olduğunu açıklamıştı.
Alman Savunma Bakanlığı ise Die Welt gazetesine gönderdiği açıklamada, hacker
saldırısının olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığını ve böyle bir saldırının
“son derece ihtimal dışı” olduğunu bildirse de durum gayet açıktı. Behörden
Spiegel’ın kaynakları ise hackerların sisteme girmek ve ekipmanı kontrol
edebilmek için ancak iki olası yolu kullanmış olabileceğini hatırlatmıştı:

– Birinci ihtimal hackerların, füze kontrol sistemi ile ateşleyici
arasındaki bilgi değiş-tokuşunu sağlayan, bu iki birim arasındaki bağlantıyı
kuran Sensör-Ateşleyici-Enteroperabilite (SSI) sistemine girmeyi başarmış
olmalarıydı.

– İkinci ihtimal ise hackerların füzelerin amaçlanan hedefe
yönlendirilmesini sağlayan bilgisayar çipinin programını ele geçirip kontrol
altına almalarıydı. Kaynaklar, Patriot füzelerinin boş çiplerinin Asya’da
üretildiğini vurgulamıştı.

Amerikan üretimi Patriot sistemi, Türkiye’nin talebi üzerine
2013’te sınıra konuşlandırılmıştı. Geçen aylarda Almanya Patriot sistemlerini
ABD, İtalya ve Almanya tarafından ortak üretilen MEADS (Medium Extended Air
Defence System) hava savunma sistemi ile değiştirmeyi planladığını açıklamıştı.
Bu değişim Almanya’ya 4 milyar dolara mal olacaktı.

Türkiye imkânsızı mı başarmıştı?

Uzmanlara göre, hackerların haberde bahsedilen iki olası yolu
kullanabilmeleri için operasyon sisteminden önemli bilgiler çalmış olmaları
lazımdı. Eskiden İngiltere merkezli bir hacker olan, şimdi ise özel sektörde
bilgisayar güvenliği danışmanlığı yapan Robert Jonathan Schifreen, askeri
sistemleri hacklemeye “amatör” hacker gruplarının gücünün yetmeyeceğini
vurgulamıştı. Laconicly şirketinin kurucusu olan Amerikalı güvenlik uzmanı
Billy Rios’a göre ise asıl risk, sistem güncellemeleri sırasında oluşmaktaydı.
Rios, bu tip sistemlerin ancak güncellemeler sırasında internet ya da ağa bağlı
olduklarını hatırlatmıştı. Bu halde Türkiye imkânsızı mı başarmıştı?

Bilgisayar yazılım (Silah) sistemleri dünyanın en güvenilir ve
hacklenmesi en zor olan teknolojilerden biri sayılmaktaydı. Ve bilinen en güçlü
Hackerlar Almanlarındı. Bu Alman sistemini hackleyenlerin verdiği mesaj
“Almanları hacklediysek herkesi hackleriz” anlamındaydı. Haberde de zaten bunun
şahıs değil ancak bir devlet tarafından yapılabileceği Alman uzmanlarca
özellikle vurgulanmıştı. Ayrıca haberde (iyibilgi.com); Alman patriot
sistemlerinin 17 tırla taşınması, taşıma sırasında refakat eden polisin kaza
yapması ve kaza yaptığı adresin arabanın sahibinin isminin ve plakasının da
verilmiş olması haberin doğruluğunu ispatlamaktadır.

Ardından Almanya'dan şaşırtıcı Türkiye kararı çıkmıştı!

Alman Savunma Bakanlığı Türkiye'de konuşlandırılan Alman patriot
sistemlerini kaldıracağını ve 250 askerin geri çağrılacağını açıklamıştı. Alman
Savunma Bakanlığı Türkiye'de konuşlandırılan Alman patriot sistemlerini
durdurduğunu ve 250 askerin geri çekileceğini duyurmuş, geri çekilmenin
önümüzdeki aylarda gerçekleşeceği vurgulanmıştı. Oysa Kahramanmaraş'a 250 Alman
askeri yerleştirilmiş ve bu sayının 400'e çıkarılması planlanmıştı. Alman
askerlerinin 31 Ocak 2016'ya kadar kalması planlanmış, ancak bu süre Almanya'da
tartışma konusu yapılmıştı. Alman Sözcü, çekilme kararının
 “Suriye'den Türkiye'ye artık bir saldırı tehdidinin bulunmaması
gerekçesiyle”
 alındığını söylese de,
Alman politikacılar Türkiye'nin IŞİD yerine PKK’ya yönelik saldırılarda
bulunarak NATO'nun iç politika malzemesi olarak kullanıldığını ve NATO
Sözleşmesi’nin 1. maddesinin Türkiye tarafından ihlal edildiğini
düşünüyorlardı. Yoksa Türkiye’yi NATO’dan çıkarma gerekçeleri mi hazırlanmaktaydı?

Türkiye'deki Alman askerlerinin görev süresi bu yılın başında 31
Ocak 2016'ya kadar uzatılmış ve asker sayısının 400'e kadar çıkarılması kararı
alınmıştı. Ancak Türkiye'de bir ay önce başlayan şiddet olaylarının ardından
Almanya'daki muhalefet partileri askerlerin çekilmesi yönünde çağrılarını
yoğunlaştırmıştı. Yeşiller'in dış politika uzmanı Jürgen Trittin, iki hafta
kadar önce “eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürtlere karşı
savaşı tırmanırsa, askerlerin çekilmesinin ciddiyetle ele alınması
gerektiğini” hatırlatmıştı. Sol Parti lideri Bernd Riexinger de
“Alman hükümetinin Erdoğan'ın yıkıcı politikalarına izin vermemesini”
isteyerek Patriot sistemlerinin Türkiye'den kaldırılması ve ayrıca Türkiye'ye
silah satışının da durdurulması gerektiğini savunmaktaydı. Ayrıca Alman Ordu
Mensupları Birliği Başkanı Andre Wüstner de Alman askerlerinin öngörülen
takvimden önce çekilmesini talep ederek bunun tabu olmaması gerektiğini
vurgulamıştı. Alman birlikleri 2,5 yıl önce Suriye'den gelebilecek olası saldırılara
karşı NATO misyonu çerçevesinde Patriot savunma sistemleriyle birlikte
Türkiye'ye konuşlandırılmıştı. Kahramanmaraş'ta görev yapan Alman askerlerinin
bulunduğu üste geçen aydan beri olası terör saldırılarına karşı güvenlik
önlemleri en üst seviyeye çıkarılmış, askerlerin dışarı çıkması bile
yasaklanmıştı. Patriotların Hacker’lenmiş olması ve TSK’nın PKK’nın belini
kıracak operasyonlar başlatması herhalde gâvurları telaşlandırmıştı.

Ve sonunda Alman Patriot Birliğinin sevkiyatı başlamıştı!?

Kahramanmaraş'ta konuşlu hava savunma birliğindeki askeri
malzemeler 17 tırla İskenderun Limanı'na gönderilmeye başlanmıştı.
Kahramanmaraş'ta konuşlu Alman Patriot Hava Savunma Birliğindeki bazı askeri
malzemeler, Almanya’ya ulaştırılmak üzere İskenderun Limanı’na taşınmaktaydı.
Askeri malzemeleri taşıyan 17 tırın, İskenderun'dan gemiyle Almanya'ya
gönderileceği anlaşılmıştı. Bu arada konvoyda görevli polis memurunun
kullandığı motosiklete, Lütfi Köker Bulvarı'nda Nurettin Kıyrak'ın idaresindeki
46 PD 362 plakalı hafif ticari aracın çarpması da enteresandı. Yaralanan polis
memuru, 112 Acil Servis ekiplerince hastaneye kaldırılmıştı, ama bu duraklama
esnasında acaba yeni bir teknolojik müdahale mi yapılmıştı?

Ve arkasından Amerika da, ani bir kararla Türkiye’deki patriot füze rampalarını geri
çekeceğini açıklamıştı. Anlaşılan Türk Hackerler, ABD patriotlarının da beyin
mekanizmasına sızmış ve uzaktan kumanda imkanı bırakmamıştı. Evet evet, Erbakan
Hoca’nın haber verdiği teknoloji harikalarıyla gavurların milyonlarca dolarlık
silah ve saldırı sistemleri kilitlenip işe yaramaz hale sokulmaktaydı ve tabi
büyük hesaplaşma yakındı ve kaçınılmazdı.

İnsanın aklını, doğru düşünme ve değerlendirme olanağını, vicdani
duygu ve duyarlılığını örten ve kirleten 3 şey vardı. Bunlardan kurtulmadıkça
onun aklı ve vicdanı esir konumundaydı:

1- Zihninde büyüttüğü kof korku ve kuşkuları,

2- Hayalinde oluşturduğu boş kuruntu ve kurguları,

3- Bağımlısı olduğu şehvet duyguları ve tutkuları,

Hala
ABD’yi huzur hamisi, AB’yi demokrasi garantisi, bunların işbirlikçisi dinci
hükümetleri ise Mevla’nın bir lütfu ilahisi görenlerin aklı da, vicdanı da ve
tabi imanı da mutlaka kararmıştı.

Fox News’ın iddiası: Türkiye PKK hücumlarını sadece 10 dakika önce
ABD’ye aktarmıştı!?

Lucas Tomlinson ve Jennifer Griffin imzalı 10 Ağustos’ta
yayınlanan habere göre Türkiye, geçen ay İncirlik Üssü’nün IŞİD’e karşı savaşta
kullanılmasına izin veren anlaşmadan saatler sonra Amerikalı askeri liderleri
şaşırtan bir hamle yapmış, aniden PKK mevzilerine hücum başlatmış, bunun
üzerine IŞİD’e karşı savaşta iki ülkenin ittifakı konusunda soru işaretleri
artmış, ABD kuşkulanmaya başlamıştı.

Sitenin
ismi açıklanmayan askeri bir kaynağa dayandırdığı haberine göre Türkiye, 24
Temmuz’da Kuzey Irak’ta PKK hedeflerine yönelik hava saldırısını, bölgede
IŞİD’e karşı hava saldırısı düzenleyen koalisyona liderlik yapan müttefiki
ABD’yi sadece 10 dakika öncesinden haberdar kılmıştı. Geç bildirimle ilgili
terör örgütü IŞİD’e karşı savaşan uluslararası koalisyonun karargâhı Birleşik
Ortak Görev Gücü Merkezi’nde (BOGGM) gerilim yaşandığını öne süren askeri
kaynak, Fox News’a yaptığı açıklamada, “Bir Türk yetkili bize uğradı ve 10
dakika içinde hava saldırısının başlayacağını söyleyerek müttefik kuvvetlere
ait uçakların hızlıca Musul’un kuzeyine çekilmesini hatırlattı. Büyük öfkeye
kapıldık. ABD kuvvetlerinin Türk bombalarıyla vurulması riskini alamazdık”
 diye sızlanmıştı.

ABD’li
yetkililerin, Türk ordusunun ani kararının IŞİD’e yönelik düzenlenen hava
saldırıları nedeniyle “dost ateşi” riskini artırdığına inandığını söyleyen
kaynak: “Türklerin hava saldırısı düzenlediği
bölgeye yakın bir yerde Peşmerge güçlerine eğitim veren ABD Özel Kuvvetleri’ne
ait birlikler vardı. Türk savaşçıların kim olduğu, sinyallerinin ne olduğu,
hangi frekansı kullandıkları, irtifaları vb. konularda hiçbir fikrimiz
bulunmamaktaydı!”
 Habere
göre ayrıca ertesi gün Türk istihbarat subayı yeni bir saldırıyı haber vermek
için uluslararası partnerlerini bilgilendirmeye gittiğinde ABD’li askeri
yetkililerin itirazlarıyla karşılaşmıştı. Amerikalılar, Türk subayından Türk
savaş uçaklarının uçuş planlarını isterken Türk yetkilisi ise ABD’li
eğitmenlerin yerini öğrenmek istemiş, merkezdeki koalisyon yetkilileri önce
bilgileri paylaşmayı reddetse de sonunda mecbur kamışlardı. ABD’li Askeri
kaynak, “Eğer bizim çocuklardan biri
vurulsaydı, Türkler bizi suçlardı. Bu nedenle Türklere koordinatları vermek
zorunda kaldık. ABD kuvvetlerinin Türkler tarafından bombalanması riskini göze
alamazdık”
 itirafında
bulunmuşlardı.

'Türkiye kendi uygun
gördüğü zamanda
 bildirim
yapmaktaydı!'

Hürriyet’e
konuşan ve isminin açıklanmasını istemeyen Türk yetkili, Kuzey Irak’a yönelik
son hava operasyonlarıyla ilgili ABD’nin bilgilendirildiğini doğrulamış, ancak
bunun operasyondan kısa süre önce yapılıp yapılmadığıyla ilgili sessiz
kalmıştı. Aynı yetkili, “Ancak Türk tarafında, bu bildirimin
çok daha önceden yapılması durumunda bölgedeki Amerikalıların PKK’yı
bilgilendirmesi kaygısı yüksek bir olasılıktır. Bu nedenle Türkiye, kendi uygun
gördüğü zamanda bildirimini yapmıştır”
 diyen Türk irtibat subayın bu
bildirimi, koalisyon güçlerinin karadaki ana karargâhı olan Katar’da mı,
Ankara’da ABD Savunma İşbirliği Bürosunda mı (ODC) yoksa Erbil’deki
komutanlıktan mı yaptığına dair bir bilgi vermekten kaçınmıştı.

Evet, “Tarih yeniden yazılmaktaydı” Ama Amerika ve Avrupa’ya
rağmen bu iş başarılmaktaydı!

Konuyu
hiç bilmeyen biri gelip baksa “Bu Avrupa ne kadar medeni”, “Ne
kadar şefkatli”, “Ne kadar insancıl” ve “Ne kadar bölge
insanını düşünüyor” diye aklından geçirirdi! Gerçek neydi peki? Avrupa
Birliği’nin, ABD'ye ve gizli müttefiki Rusya'ya karşı kurulduğu sanılmaktaydı.
Oysa AB tam bir Siyonist sermaye planıydı. Yalta'da Amerika, Rusya ile el
sıkışıp kalktı ama o gün bugün (danışıklı) kavga halindeler(!) Almanya, Fransa
ve İngiltere Türkiye'yi Kürtleri dışarıda bırakacak şekilde içlerinde
istiyordu. PKK için cömert davranan Avrupa, Türkiye'nin AB'ye üyeliği gündeme
geldi mi “Aman ha! Kürtleri bırakın öyle gelin!” diyordu! Özellikle
Almanya-Fransa, Kürtler'i de kapsayan yoğun nüfusla Ankara'nın Avrupa'ya
gelmesini istemiyordu. birlik içindeki dengenin 78 milyonla altüst olmasına
razı değillerdi. Bu nedenle Kürtler ayrı bir devlet olarak Türkiye'nin komşusu
olmalıydı. Hem Türkiye hem de yeni kurulacak Kürdistan buradan çok rahat
yönetilebilirdi! Dolayısıyla Doğu'dan Rusya, Batı'dan ABD'nin yaptığı PRES böylece
kırılmış olur ve Ortadoğu haritada Avrupa'ya bağlanırdı! Tabii bu anlamlı ve
büyük hamleydi. ABD bunu hiç istemedi. Bu nedenle Irak'a girdi! Eğer ABD'nin
derdi petrol olsaydı kendisine hiç sıcak olmayan bir rejimi barındıran
Venezuela'yı alırdı! Hem bir düşmandan kurtulur hem de burnunun dibindeki
petrol zenginliğine otururdu. Ama böyle olmadı. Irak'a girildi…

Robert Fisk: “Kürt
sorununu biz ortaya çıkardık!”

Independent
gazetesinin kıdemli Ortadoğu muhabiri Yahudi Robert Fisk, Kürt
sorunu ile ilgili önemli açıklamalar yapmıştı. Agos gazetesine konuşan Robert
Fisk, “Kürt sorunu”nun 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmasında kendilerinin
payı olduğunu belirterek “Bizim sınırlarımız yapaydı. Ürdün, Filistin, İran,
Suriye, Lübnan arasında İngiliz ve Fransız sınırları ayarlandı. Lübnan’ı, I.
Dünya Savaşı sonrasında yarattık. Fakat Kürtler, Ermeniler ve Filistinliler ya
da bir devlet talep eden ve kötü muamele gören halkların sınırları hiç olmadı
veya hesaba katılmadı. İşte bu yüzden Kürt meseleniz ortaya çıktı.”

Robert Fisk şunları söyledi:

“I. Dünya Savaşı’nın amaçlarından birincisi, Osmanlı Devleti’ni
yıkmaktı. Bu konu, Batılı tarih yazımında karartıldı. Türkler intihar
edercesine (Gafil ve hain Mason İttihatçılar eliyle M.Ç.) İttifak Devletleri
safına katılmıştı. Ve düşman safında yer aldıkları için yenik sayılmışlardı.
Çünkü savaşın amaçlarından birisi, Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bu da
‘Avrupa’nın hasta adamı’ söyleminde ortaya çıkmıştı. Yani, Biz Batılılar
aslında Türkiye Devleti’nin olmasını arzulamamıştık. Ermenistan Devleti’nin,
Kürt Devleti’nin, Filistin Devleti’nin olmasını arzuladığımız gibi. Ama
Türkleri korumak için hiçbir şey yapmadık, çünkü düşman sayılmaktaydı. I. Dünya
Savaşı’ndan sonra, yapay devletler ve sınırlar vasıtasıyla Avrupa Medeniyeti’ni
getirmek için şansımız oldu. Bizim sınırlarımız yapaydı. Ürdün, Filistin, İran,
Suriye, Lübnan arasında İngiliz ve Fransız sınırları ayarlanmıştı. Lübnan’ı, I.
Dünya Savaşı sonrasında yarattık. Fakat Kürtler, Ermeniler ve Filistinliler ya
da bir devlet talep eden ve kötü muamele gören halkların sınırları olmadı. İşte
bu yüzden Kürt meseleniz ortaya çıktı. Bunu yaptık, çünkü savaşın sonunda
dünya, halklara ne olduğunu pek de umursamamıştı. Wilson İlkeleri’ni yeniden
okumakta fayda var, bugünle yakından bağlantılıydı.”

“ABD Türkiye'yi Değil Ama Türkiye ABD'yi kullanıyor olabilir” itirafı!

Hava
araçlarının uçurulması için ABD’nin İncirlik’e ihtiyacı olmadığını belirten
Robert Fisk’in:“Politik
olarak şüphe duyduğum şey, burada Türkiye’nin Amerika’yı kullanıyor olduğudur”
yaklaşımı
enteresandı. “Hava aracını her yerden
uçurabilirsiniz. Teknik olarak bunun için İncirlik’e ihtiyacınız yok”
 diyen Fisk şöyle devam etti:

“Bu İncirlik anlaşması, garip bir durum. Bana göre mantıklı bir
yanı yok. Türkiye’nin şimdiye kadarki askerî hareketliliği, Kürtlerle savaşma
konusunda IŞİD’e nazaran daha hevesli olduğunu gösteriyor. Ve öyle görünüyor
ki, PKK masum polisleri ve askerleri öldürerek kendini ayağından vurdu ve Türk
ordusuna gerekçe sundu. Ama Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK pozisyonlarını
bombaladığında ne yaptığını biliyordu. Türkiye’yle ilgili hatırlanması gereken
şey, artık bağımsız ruha sahip bir devlet olduğuydu. ABD, 2003’te Türkiye’nin
Irak’ı işgal etmesine izin vereceğini sanırken ve hatta deniz piyade birliği
İzmir’e gelmişken, Türkiye parlamentosu ‘hayır’ demesinin de tesadüf olmadığı
biliniyordu.”

“Özgür Suriye Ordusu” Suriye için bir Truva Atıydı!

“Kaos Yaklaşımı, bölge insanını aciz bırakarak teslim almak ve
“yeni sömürgecilik” anlayışını kabullenmesini sağlamak amacıyla
uygulanmaktadır. Bugün, Afganistan-Pakistan hattında,
Irak-Suriye-Filistin-Lübnan hattında, Yemen-Somalı-Sudan hattında ve
Libya-Mali-Orta Afrika hattında yaşananlar, kaosun şuurlu bir şekilde
yaygınlaştırılmaya çalışılmasından başka bir şey sanılmamalıydı.

Bugün şer ittifakı, Suriye’nin kantonlaşmasına çalışmaktadır.
Yarın kantonlardan meydana gelen federal bir yapı; öbür gün de kantonların ayrı
ayrı devletçiklere dönüşmesini arzulamaktadır. IŞİD-PYD düzleminde meydana
getirilen çatışmalar, etnik ve mezhepsel göç olayını sağlayarak kantonlaşmaya
hazır bölgeler oluşturmaktadır ve bu nispeten sağlanmıştır. Şimdi bunlara
özerklik verilmesi, ardından bağımsız devletlere dönüştürülmesi amaçlanmıştır.
Bunun için bölgede çatışmaların yoğunluğunun azaltılması, her bir kantondan
belli insan unsurunun ABD’ye götürülerek eğitilip hizaya sokulması ve yeni
kurulacak devletlerin temellerinin atılması ve yönetilmesinin sağlanması
çalışmaları yapılacaktır.”

“ABD-İsrail / Siyonizm-İngiltere şer ittifakı, “Kaos Teorisi”nin
birinci aşaması olarak Büyük Ortadoğu coğrafyasının birçok bölgesinde tüm
otoriteleri yıkarak ve toplumları etnik, dini ve mezhebi olarak birbiri ile
savaştırarak herkesin herkese düşman olduğu bir kaos ortamı oluşturmuşlardır.
Teorinin ikinci aşamasında ise kaostan, yıpranmış, iç göçlerle dini, mezhebi ve
etnik olarak ayrışmış olan coğrafyada ve birbirine düşman küçük özerk kanton
bölgeler kurmayı; üçüncü aşamada da bu kanton bölgeleri devletçiklere
dönüştürmeyi amaçlamıştır. Kaos teorisinin ikinci aşamasına göre Suriye’de
meydana gelen gelişmeleri göz önüne aldığımızda Suriye’nin, dört ya da altı
bölgeli kantonlara ayrılması; daha sonra da kantonların ayrı devletler halinde
ortaya çıkarılması hesaplanmıştır.”[1]

Önce AKP’ci, şimdi PKK’cı CIA Hocası!

Fetullah Gülen'den İğrenç kıyaslar: Annemle
Kâbe’de Fuhuş İle Suçlanayım ki…”

Kendini
ülkeye ve hatta dünyaya yıllarca 'Hocaefendi' olarak tanıtan firari şahıs
Fetullah Gülen'in rezillikleri, bir bir ortaya serilmektedir. Türkiye'de
kurduğu ve küresel aktörlerin desteği sayesinde Emperyalizm'e Hizmet amacıyla
dünya çapında yaygınlaştırdığı yapıya, 'tüm dini ve siyasi yapıların üzerinde
bir oluşum' imajı vermeyi amaçlayan firari şahıs Fetullah Gülen'in, işte bu
algı operasyonu ve imaj çalışması adına, 'Fetullahçılık- Fetullahçılar' ve
'Fetullah Hocacılar' gibi terimlere savaş açtığı görülmektedir.[2]

Fetullah
Gülen'in bu tavrı, uzun yıllardır sürdürdüğü ve ilmik ilmik ördüğü 'Emperyalizm'e Hizmet / Türkiye'ye İhanet Organizasyonu'nu
-ona göre- eklektik ifadelerden uzak tutmak adına tutarlı bir hamle gibi
görülebilir. Ancak “Bu ifadeyi sevmiyorum ve istemiyorum” gibi normal
bir ifade yerine “Anamla kabe'nin dibinde Zina
isnat etseler…”
 ve
daha sonrasında “Anama fuhuş isnat
etseler…”
 gibi
sözler, zorlukla kamufle edilmiş hezeyan dolu bir sinenin dışavurumu olarak
oldukça sinsi ve tehlikeli bir karakter gizlemektedir. Değil bir ilim adamına
hatta köprüaltı kabadayısına bile yakışmayan bu iğrenç sözler, Fethullah
Gülen'in nasıl bir ruh sefaletine düçar olduğunun belgesidir.

“Namazda sallananlar cinsel organlarını çıkarıp üstüme
işesinler! Kabul ediyorum bu bir hezeyan ama dedim işte!”
 şeklindeki sözleri, video görüntüleriyle birlikte O’nun ayarını
göstermektedir.[3]

Efendimiz
İslam peygamberi Hz. Muhammed (SAV) için “Hz. Meryem'in kocası, Hz.
İsa'nın Babası ancak o olabilir”
 şeklinde sapık ifadeleri
O’nun dalalet alametidir. Meryem Suresi 19. ayette Allah, Hz. İsa'nın babasız
yaratıldığını açıkça bildirilmesine rağmen, hala kitaplarında bu sözler
geçmektedir.[4]

Yine
Hz. Peygamberimizin Başakşehir'deki Atatürk Olimpiyat Stadı'na geldiğini[5]
iddia etmesi, Peygamber Efendimizi kamyona bindiren dizinin senaryolarına
destek vermesi,[6] “Peygamber'le
Görüştük! Ülkeyi Cemaatimize Verdi”
 şeklindeki video
görüntüleri,[7] “Hâkimleri
satın alın, rüşvet verin gerekirse, biz destekleriz yani”[8]
 ifadeleri, Fetullah
Gülen'in cemaatinden ayrılanların şahitliklerine göre, popüler hezeyanlarının
sadece birkaç tanesidir. Bunların çok daha fazlası cemaat tarafından 'Peygamber
sözü gibidir, eleştirilemez' denilerek sümenaltı edilmektedir.

“Anamla Kâbe’nin dibinde zina ile suçlansam, bu kadar
üzülmem” lafzı, işte tüm bu hezeyanlarla birlikte düşünüldüğünde,
Fetullahçı Terör Örgütü'nün ne sıkıntılı bir beyin ve hastalıklı zihin
tarafından yönetildiğine dair, net bir akıl ve ahlak tutulması olarak karşımıza
çıkıvermektedir.

Ayrıca
Risalelerde Üstat Said Nursi'nin sıkça 'Nurcular' şeklinde bir ifadesi bilinmekte
ve Nur şakirtlerinin de 'Nurcu' tanımlamasından kaçmadıkları görülmektedir.
Oysa Fetullah Gülen'in “Bir kişi Fetullahçı ya da şucu
bucuyum dese dinden çıkar. Müslüman kelimesinin önüne ya da arkasına insan
isimleri eklemek ve kendimizi onunla tanımlamak şirktir, benim ismimi bu büyük
günaha alet edenlere yazıklar olsun!”
 gibi asılsız iddialara
da girişmektedir. Buna göre Gülen, bizatihi takip ettiğini iddia ettiği Said
Nursi'ye ve şakirtlerine Müşrik demektedir. Kendisinin aslı astarı karışık olan
Fetullah Gülen, Said Nursi 'Kürt' olduğu için (?) bir kez dahi ziyaretine gidip
yüzünü görmediğini Küçük Dünyam adlı biyografisinde belirtmiştir. Ayrıca Gülen,
Said Nursi'yi mezarından çıkarıp kaçıran Cemal Tural Paşa'nın yanında
askerliğini yapmış ve ne hikmetse (!) Allah, Peygamber ve Kur'an kelimelerini
yasakladığı iddia edilen bu Fanatik komutan tarafından 'Askeri kıyafetinin
üstüne cübbe giymesine ve sarık takılmasına izin verilerek hutbe' irad
etmiştir. Dolayısıyla Gülen'in 'Ben şucuyum demek şirktir!' ifadesi, sadece bir
hezeyan değil, Fetullahçılar'ı gizliden gizliye büyük nefret duyduğu Said
Nursi'ye ve okurlarına karşı bir yönlendirme olarak değerlendirilmelidir.

İşte
Fetullahçılık'ın kurucusu Fetullah Gülen'in ABD'ye gidip CIA ile daha sıkı
ilişkilere girdikten sonra resmi ve kişisel sitesinden sildirdiği ama hem
görsel arşivlerimizde hem de fanatik tetikçilerinden eski polis Önder Aytaç'a
ait olduğu iddia edilen bir sitede bulunan o ahlaksız ifadeleri:

“Fetullahçı diye iğrenç bir ifade kullanıyor ve alçakça
iftira ediyorlar. Annemle Kâbe’de zina ile suçlansam bu kadar üzülmezdim. Bir
kişi Fetullahçı ya da şucu bucuyum dese dinden çıkar. Müslüman kelimesinin
önüne ya da arkasına insan isimleri eklemek ve kendimizi onunla tanımlamak
şirktir, benim ismimi bu büyük günaha alet edenlere yazıklar olsun! Onlara
hakkımı helal etmiyorum!”[9]

“Asker düşmanı zibidiler”in
pişmanlık numarası mı?

“Türk basınında özellikle “malum medya içinde” bazı “zibidiler”
var, “asker düşmanı” doğmuşlar, “asker düşmanı” ölecekler! Sözüm ona bu
arkadaşlar “demokrasi âşığı”, sözüm ona “liberal-demokrat” aydın geçinmekteler.
Terörist unsurları “sözde demokrasi fiyonguyla” legal hale getirmeye çalışan
yine bu “asker düşmanı” kalemler… Adamın sorası geliyor: acaba Türk askeri
bunlara ne yaptı da, böylesine kinlenmişler?.. Sevgili dostlar, Türk Silahlı
Kuvvetleri, “içindeki bazı bireylerin” vahim hataları sonucu 1960, 1980 ve 28
Şubat gibi süreçlerde “inanılmaz olaylara” imza atmış olabilir… Ancak “asker”
kimdir? Sensin, benim, babam, ağabeyim, dayım, komşum, arkadaşım, kardeşim… Bu
ülkenin sokaklarında büyüyen, dayağını yiyen, pis suyunu içen, kısacası
hepimizin “yaşadıklarını” yaşayarak büyüyenlerdir… Kimsenin “el üstünde”
büyümüş, “baba beni şuraya başkan yap” dediği cinsten “saklı seçilmişleri”
değildir”
 diyen Cumhurbaşkanı
Danışmanı ve baş yalaka yazarı Yiğit Bulut’un tespit ve tarifleri en çok AKP’li
yandaş yazarlara ve ahmak İslamcılara uymaktaydı.

Not: Özellikle Türk kamuoyunda bazılarının askerimizi bilerek
“aşırı kötülediğini” ve bu yolla “yerleşiklerin ayrıştır politikası”
doğrultusunda “asker-halk-devlet” arasında “ayrılık” tohumları ektiğini
düşünüyorum. Bu tuzağa düşmeyelim! Kimin “kim” olduğunun “belli olmadığı”
günlerden geçilmektedir! Malum medya unsurlarına ve attıkları adımlara DİKKAT!
(edilmelidir)
 diye not düşen yandaş
Bulut, tam bir Yahudi dönmesi tavrı ortaya koymaktaydı.

 

1[1]Prof. Dr. Burhanettin Can, Milli Gazete

2[1]http://www.analizmerkezi.com/fethullah-gulen-tehdit-etmesin-hesap-versin-34823h.htm

3[1]http://www.analizmerkezi.com/fethullah-gulen-tenasul-uzuvlarini-cikarip-ustume-isesinler-video-34972h.htm

4[1]http://www.analizmerkezi.com/fethullah-gulen-hz-meryem-ile-hz-muhammedi-neden-nikahladi-24221yy.htm

5[1]http://www.analizmerkezi.com/gulenin-din-yolsuzlugu-peygamber-turkce-olimpiyatina-geldi-35101h.htm

6[1]http://www.analizmerkezi.com/erdogan-peygamberimizi-miractan-indirip-kamyonet-kasasina-bindiren-ahlaksizlar-35978h.htm

7[1]http://www.analizmerkezi.com/fethullah-gulen-hz-muhammed-turkiyeyi-bize-verdi-video-35022h.htm

8[1]http://www.analizmerkezi.com/fethullah-gulenden-rusvet-emri-hakimleri-kiralayacaksiniz-destekleriz-video-34949h.htm

 

9[1]Analizmerkezi.com Özel Haber, Kaynak:
http://www.analizmerkezi.com/f-gulenden-bir-sapiklik-daha-annemle-kabede-fuhus-ile-suclansam-bu-kadar-uzulmem-60521h.htm

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi