Ölüm Uykusu
Son zamanlarda muhafazakarlar veya
dindarlar arasında bir hastalık baş gösterdi. Milli hassasiyetlere vurgu
yaparsanız, klişe deyimle vatan-millet-Sakarya edebiyatı yapmakla itham
olunup ya faşist ya da ırkçı ilan ediliveriyorsunuz. Bağımsızlığı uğruna kan
dökmüş, imanını kendisine en büyük silah eylemiş bu toprakların ruh kökünden
(ki bu toprakların vatan haline gelmesi de vatan-millet-Sakarya edebiyatı diye
burun kıvrılan fütuhat ruhu iledir) giderek uzaklaşan neoliberal zehirle zihni
kirletilmiş, ruhu emperyalizme zincirlenmiş yeni muhafazakarlar, utanmadan
faşizm veya ırkçılık diyebiliyorlar maalesef.
Halbuki, biraz düşünseler bu ülkenin, bu
toprakların manevi iklimi ve değerler silsilesinde ırkçılık gibi bir kavrama
hiçbir zaman yer olmadığını kavrayabilirler. Biraz araştırsalar, bu ülke
insanının asırlar boyunca dualarına Allah vatana, millete, devlete zeval
vermesin temennisini de eklediğini görebilirler. Gayri milli olmayı bayrak
edinen sağdan veya soldan çakma liberal omurgasızlıklara tornistan etmek
yerine, aynı zamanda imanın da gereği olan vatan sevgisi uğruna biraz mesai
harcasalar keşke.
Ne zaman bağımsızlığa, vatan sevgisine
dair bir konuşma geçse anında hamasi nutuk yaftasını yapıştıranlarla aynı
safta yer alma zavallılığına düşenler var maalesef. Güce ve otoriteye eleştiri
gelmesin diye doğruları bile koşullu olarak savunma açmazındaki muhafazakarlar,
yine aynı telaşla bayrağın inmesi olayını bile önemsiz gösterme veya saçma
sapan provokasyon, hükümete komplo ahmaklıklarına sapabildiler. Her ne
kadar, Musul olayıyla birlikte bu olay unutulsa da, bu tavırlar hatırda
kalmalı. Bir devletin, hem de kendi toprağında bayrağının inmesi, açıkça
bağımsızlığına halel getirir. Savaş meydanındaki sancağın inmemesi için sarf
edilen gayreti de mi bilmiyorsunuz acaba?
Lafa gelince vatanseverlik nutku
atanlar, İslamın sembolü olan hilali ve yıldızı barındıran bayrağı bez
parçasına indirgeyebiliyorlar. Bu toprakların imanının sancağı olan bayrağı
sahiplenmeyi bile saçma sapan bir faşistlik, ırkçılık yaftalarına kurban
edenler, güce ve iktidara tapınma seanslarından fırsat bulup düşünseler, ne
menem bir yanlışta olduklarını anlayacaklar. Ve belki o zaman, bir kerecik
olsun sorumluluk mevkiindekilerden hesap soracaklar. Ama bu kafayla mümkün
değil tabii!
Anadolunun kahraman evladı Maraşın,
nasıl ve ne uğruna kahraman olduğunu bilmeyene hatırlatırken, bayrağın
önemini de vurgulayalım. Maraşın Fransızlar tarafından işgalinin ardından
galeyana gelen Ermeniler, işgalciler onuruna ileri gelenlerden Hırlakyanın
konağında balo düzenler. Hırlakyanın torununu dansa davet eden komutan genç
kız tarafından, Kendimi hala esaret ve zillette yaşayan bir kadın olarak
görüyorum. Kalede Türk Bayrağı dalgalandığı sürece sizinle dans edemem diye
reddedir ve böylece kaledeki bayrak iner. 28 Kasım 1919 Cuma günü, namaz için
çok büyük bir kalabalık toplanır ve halk dışarıda Bayraksız namaz kılınmaz
diye bağırır. O esnada Rıdvan Hoca, Hürriyet olmayan bir yerde namaz kılınmaz
der. Bunun üzerine halk topluca kaleye hücum eder ve bayrağı yeniden kaleye
diker. Cuma namazını da orada eda eder. İmanlı halk bilir ki, bayrak demek,
vatan demektir, bağımsızlık demektir, iman demektir.
Bayrak, yani bağımsızlık uğruna zalime
ayaklanan halktan, iktidar partisine laf gelmesinden başka hiçbir hassasiyeti
kalmamış kitleye savruluş! Bayrağın inmesi, teröristin yol kesmesi,
konsolosluğun basılması derken bir milletin şeref ve haysiyetinin ayaklar
altına alınması söz konusudur. Yol kesilmesinde, bayrağın indirilmesinde hemen
suçu askere, polise atanlar; IŞİDin konsolosluk baskınını (ki Musulu ele
geçirmesi bile bir kırmızı çizgi ihlalidir Türkiye için) hangi günah keçisine
yükleyecek?
Hem iç, hem de dış siyasette gidilen bu
yanlış yol bile Anadoluyu yattığı ölüm uykusundan uyandırmayacaksa, başımıza
gelecek musibetlere de davet çıkarıyoruz demektir.