Anasayfa » NEFİS CİHADININ HAKİKATİ

NEFİS CİHADININ HAKİKATİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 54 Görüntüleyen

İNSANLIĞIN SAADETİ İÇİN CİHAD EDECEĞİZ!

NEFİS CİHADININ
HAKİKATİ

 

Günümüzde bazı kimseler ve bazı kesimler ”Biz en
büyük cihad olan nefis terbiyesiyle uğraşıyoruz, bu nedenle sosyal hizmetlerle
uğraşmaya vakit ayıramıyoruz.” diyerek, her müslümanın yapması farz olan bir
kısım ibadet ve hizmetlerden kendilerini sorumlu saymamaktadır.

Evet, ”nefis terbiyesi' ‘büyük bir cihaddır.
Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz, ”Gerçek mücahid Allah'a itaat ve ibadet etmek
için nefsiyle mücahede ve mücadele eden kimsedir.” buyurmaktadır. Cenab-ı Hak
ise ayet-i kerimede ”O, (kafir ve zalimlere) cihad-ı ekber ile cihad ediniz.”
buyurmaktadır.

İlk bakışta Kur’anın ayetiyle Peygamberin (sav)
hadisi arasında bir çelişki var gibi görünmektedir. Öyleyse, gerçek ve büyük
cihad, nefisle olan cihad mı? Yoksa adaleti hakim kılmak için yapılan cihad mı
dır?

Zahirde çelişki gibi görünen bu iki emir aslın da
birbirini tamamlamakta ve ”Biz insanları ve cinleri ancak, bana kulluk etsinler
diye yarattım.” ayetinin gerçeğini ortaya koymaktadır.

Şöyle ki: Madem yaratılış gayemiz Allah'a iman ve
itaat içindir. İbadet ve kulluk ise ancak emir ve yasak çerçevesinde hareket
etmekle olur: Allah'ın emirlerini yerine getirebilmek ve yasaklarından
sakınabilmek için de nefse muhalefet etmek, nefisle mücadele etmek
gerekmektedir. Çünkü ”Muhakkak (nefsin iyilik ve ibadetlere gözü yoktur), nefis
hep kötülüğü emredicidir.”[1]

İşte nefsi terbiye etmek ve temizlemek için en
keskin ve en çetin ibadet ise cihad’dır. Zira, yıllar süren ibadet, riyazet ve
çilelerle ancak varılabilen velayet noktasını, cihad, bir kaç günlük nefsi
feragat ve fedakarlık neticesi, şahadet rütbesiyle geride bırakmaktadır.

Elbette cihad dışında, namaz, oruç, hac, zekat,
zikir, fikir vb. bütün ibadet ve hizmetler de nefsi terbiye ve tezkiye edip
temizleyen ve insanı yaratılış gayesine yetiştiren önemli vesilelerdir. Ancak
bunların hiç birisi, küfür ve zulümle cihad kadar nefsin (hayat, rahat, servet,
şöhret ve şehvet gibi) putlarını en kısa zamanda yıkma konusunda etkili
değildir. Nasıl ki bir insan “ben nefis terbiyesi ve tarikat hizmetiyle
meşgulüm, artık namazla veya oruçla uğraşacak vaktim yok” diyemez, bu açık bir
sapıklık olur. Zira, zaten namaz ve oruç gibi ibadetler, nefsi terbiye etmek ve
Allah'a boyun eğdirmek için emredilmiş kulluk imtihanıdır.

Bunun gibi ”Biz nefis terbiyesi ile meşgulüz,
siyasi gayret ve hizmetlerle uğraşamayız.” diyenler de şayet İslam'ın apaçık
emirlerini anlamayacak kadar zavallı değillerse, mutlaka sorumluluktan kaçmak
için bahane uyduran, rahatına ve menfaatine düşkün kimselerdir.

Allah Resulünün sadık talebeleri olan ve Kur’anı
en iyi anlayan Sahabe-i Kiram, elbette nefis terbiyesine de herkesten ziyade
dikkat ve riayet eden kimselerdi. Ama onlar nefis terbiyesini, hakka davet
yollarında ve cihad meydanlarında yapıyor, asla ”post üzerinde dost arayanlar”
gibi nefsin arzularına hizmet etmenin adını cihad koymuyorlardı.

Allah dostlarından birine, müritleri gelip
kendilerini nefis terbiyesi için riyazet ve çileye sokmasını isterler. Mürşitleri
onlara: ”Ashab çilesi mi istersiniz, yoksa avam çilesi mi?” diye sorar,
Bunların ne anlama geldiğini ise şöyle izah eder. 

Avam çilesi; yemek, içmek, uyku gibi nefsin mübah
olan ihtiyaç ve arzularını bile kısarak, halktan uzak bir köşede devamlı ibadet
ve riyazetle meşgul olmaktır.

Ashab çilesi ise, haktan habersiz insanlara
İslam'ı öğretmek, zulüm ve küfür sistemlerinin tuzağında kıvranan insanları,
İslam’ın saadet kucağına çekmek üzere ev ev, köy köy dolaşarak Allah yolunda bu
hizmeti sürdürmektir ve bu uğurda insanlardan gelecek sıkıntı ve zorluklara
katlanabilmektir, der. Bunun bir benzerini de biz kendi üstadımızda gördük. Çok
sevdiği sadık dervişi Hacı Yusuf’u da alarak Rahmetullah Haydar Baba
Hazretlerine gidip, bizi itikafa sokmasını istedik. Bizi itikafa ve riyazete
sokmak yerine, yaklaşık kırk köyün bulunduğu Elazığ'ın Karaçor bölgesini
dolaşıp tasavvuf terbiyesiyle, İslam davasını tebliğ etmemizi emretti ve öyle
yapıldı.

Evet; Ashab-ı Kiram'ın tarikati cihad’dı. Bugün
Hicaz ikliminde Mekke ve Medine bölgesinde yüz binlerce sahabeden, ancak birkaç
yüz sahabinin kabrine rastlayabilirsiniz, geri kalan on binlerce sahabe,
Allah'ın dinini yaymak ve insanları İslam'la tanıştırmak için cihad yollarına
düşmüşlerdir. Mübarek topraklarda ve mukaddes mekanlarda ibadet ve huzur içinde
yaşamayı bırakıp, Afgan illerinde, Afrika çöllerinde ve Eba Eyyubi Ensari (ra)
gibi İstanbul önlerinde, yurdundan, yuvasından uzak, bin türlü zahmet ve zorluk
içinde ölmeyi göze alanlardır ki, nefisle cihadın ne demek olduğunu bize
öğretmiş ve fiilen göstermişlerdir. Bir vesile ile gittiğimiz Erzurum
yakınlarında, sahabe olarak bilinen Abdurrahmani Gazi Hazretlerinin kabrini
ziyaret ederken, orada bulunan cemaatle şöyle dertleşmiştik:

“Bu zat şu anda makamından doğrulsa, korkarım
bizi huzurundan kovacaktır.”

“Ben Hicaz illerinden ta buralara kadar insanlar
küfür ve kötülükten kurtulsun, dünya ve ahiret saadet yolunu bulsun, insanlar
İslam'ı tanısın diye geldim. Buralarda Tevhid inancı yerleşsin, Kur’anın
adaleti yürüsün, içki, kumar, faiz, fuhuş ortadan kalksın diye evimi barkımı
terk edip yollara düştüm. Ama siz bu ülkede her türlü haksızlık ve
ahlaksızlıkları yerleştiren ve yaygınlaştıran, Kur’an emirlerini hiçe sayan,
bozuk zihniyet ve şahsiyetleri seviyor, hatta kendi ellerinizle seçip başınıza
koyuyorsunuz. Hala ne yüzle benim ziyaretime gelebiliyorsunuz?” diyecektir.

Evet, eğer onlar, gerçek ve örnek mürşit olan Hz.
Peygamberin sadık müritleri ve talebeleri olan sahabiler, bu dini yaymak için
cihad etmeyip buralara kadar gelmeselerdi biz bugün, belki boynumuza haç takıp
dolaşan kimselerden olacaktık. Zira ”Erzurum” ismi, Arz-ı Rum kelimesinden
gelmiştir. Yani buralar ehli cihadın gayretiyle küfür diyarı olmaktan kurtulup
İslam diyarı haline gelebilmiştir.

Bu sözlerimiz, ”nefis terbiyesi ve tarikat
hizmeti görüyorum” bahanesiyle dini gayreti ve İslami hizmeti terk eden, hatta
bilerek zülme destek veren siyasi şuur olgunluğuna erişmemiş bedbahtların
yanlışlığını ortaya koymak içindir. Yoksa, haşa, İslam'ı bizzat yaşamanın adı
olan tarikatları kötülemek, şuurlu ve huzurlu insan yetiştiren manevi kışlalar
hükmündeki ahlak ve maneviyat üniversiteleri olan tekke hizmetlerini küçümsemek
gibi bir yanlışlıktan Allah'a sığınıyoruz.

İmam-ı Beyhaki’nin rivayet ettiği ve Efendimizin
Hayber Fethi dönüşü Ashabına buyurduğu, ”Küçük cihad’dan büyük cihada
dönüyoruz. Büyük cihad ise nefisle cihattır.” mealindeki Hadis-i Şerifi ise
doğru anlamak zorundayız.

Önce o güne gelinceye kadar Ashab-ı Kiram yıllarca
”küçük cihad’la uğraşmış, her türlü işkence ve sıkıntılara katlanmış, nihayet
hicret ederek Medine İslam Devleti’ni kurmuşlardı. Böylece küfür cephesinin
kaleleri bir bir yıkılıyordu.

Artık müslümanlar, savaşlar ve zaferler sonucu
ganimet ve servetlere kavuşmuş, ordu komutanlığı, valilik ve elçilik gibi cazip
makamlar nefislerin iştahasını kabartmaya başlamıştı. Aleyhissalatü Vesselam
Efendimiz, ”küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” emriyle, bugüne kadar sırf
Allah rızası için ve ahiret hesabına yapa geldiğimiz hizmet ve ibadetleri,
sakın ha, dünyalık mal ve makam sevdasına kapılıp, nefsi heves ve hesaplar
peşine düşüp boşa çıkarmayasınız” manasında, ashabını ve ümmetini ikaz
ediyordu.

Hem madem Efendimiz (sav) örneğimizdir, onun
hareketlerini, yapılış sırasına göre takip etmeliyiz. Önce ”küçük cihadı”
başaralım, selamet ve adalet sistemine kavuşalım. Ondan sonra, makam ve
menfaatleri ve hakkımız olan ganimetleri terk edip, ”nefisle büyük cihadı”
yapalım. Buyurun…

Yoksa minareyi tepesinden kurmaya çalışanlardan
farkımız olmaz.

HAKKI
TUTMAK

İnsanoğlu, genellikle çoğunluktan taraf olmaya,
kalabalıkların yanında bulunmaya meyillidir. Çoğunluk yanlış ve batıl bir yol
üzerinde de bulunsa, nefsine hoş ve kolay geldiği için hazır kalabalığın
safında olmayı tercih eder. ”Alem nasılsa ben de öyleyim.” , ”Elle gelen düğün
bayram” mantığıyla kendini avutmaya çalışır. Hatta çoğunluğun, ”Haklı”
olduğunu, ekseriyet nasıl düşünüyor ve nasıl yaşıyorsa onun, ”Doğru”
sayılacağını savunmaya başlar. Halbuki Cenab-ı Hak En'am suresi 116. ayet-i
kerimesinde:

“Eğer yeryüzündeki insanların ekserisine uyarsan,
onlar seni Allah yolundan sapıtırlar. Onlar ancak zan ardında yürürler ve
sadece yalan uydururlar” buyurmaktadır.

Bu ayet-i kerimeden şunları anlıyoruz ki :

1- Her asırda yeryüzündeki insanların büyük
ekseriyeti cehalet ve dalalet üzerinde olacaktır.

2 – Çoğunluğa değil, Hakka ve doğruya uymak
lazımdır.

3– Çoğunluk ”Hak” tan ve mutlak ”doğrudan” ziyade
kuru zan ve tahminlerin peşinde koşacaktır.

4- Batıl üzere olan çoğunluk bilerek ”yalan”
uyduracak ve yanlışı savunacaklardır.

5- Ayette herhangi bir din ve mezhep mensubu
belirtilmeyip mutlak olarak ”yeryüzündekilerin ekserisi” buyrularak daha önce
”Hak” iken sonradan tahrif ve yozlaştırılmış, Yahudi ve Hıristiyan dini mensupları
olabileceği gibi, sözde şeklen müslümün görünen ve dindar geçinen, ama İslam’ın
hayat disiplinini kabul etmeyen ve müşrikler gibi yaşadıkları halde hala
kendisini müslüman zanneden ”kalabalıklar” a da uyulmaması öğütlenmektedir.

“İnandığınız gibi yaşayamazsanız, yaşadığınız
gibi inanmaya başlarsınız” hikmetince yaşaya geldiği bozuk hayat tarzını
giderek sevmeye ve savunmaya başlayan topluluklar, ”Her ümmete böylece
amellerini süslemişizdir.”[2]ayetlerinin kapsamına girerler…

“Her parti kendi yolunun doğru olduğu kanaatiyle
avunup övünmektedir.”[3]

Şu bir gerçektir ki, geçmiş ümmetlerin çoğunu
(iman ve itaatten çıkan) fasık ve facir kimseler bulduk.”[4]  ayetiyle, her zaman ve her yerde, asla
çoğunluğun değil, doğruluğun yanında olmamız gereğine işaret edilmektedir.
İnsanların ve özellikle inananların bir kısmı da, gerçeği görür. Kalben tasdik
eder. Ama ne var ki başkalarının kınaması ve ayıplaması korkusuyla hakkın
safına geçemez. Halbuki Cenab-ı Hak müminleri, ”Onlar cahil ve gafil
kimselerin, ayıplamasından korkmazlar.” şeklinde tarif ve tavsif etmektedir.

Her
yerde ve her halde çıkarının değil, Hakkın rızasını gözetenler, rahatını ve
menfaatını davasının hatırına feda edenler kazançlıdır… Bugün Hindistan'da
bir milyara yakın insanın ineğe tapıyor olması, inekperestliğin mübarek
olduğunu gösteremeyeceği gibi, bu kadar hürmet ve ibadet edeninin bulunması da,
ineği ”muhterem” kılmaz.

 

 


 



[1] Yusuf Suresi.

[2] En’am. 108

[3] Rum. 32

[4] Araf: 102

KAYNAK : İSLAM DAVASI VE CİHAT KAVRAMI isimli eser….

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi