LÜBNAN
SAVAŞINDA ERBAKANIN KURTARMA OPERASYONU
Lübnan Savaşı'nda Erbakan
Hoca'nın Kurtarma Operasyonu – Özel Haber
İsrail'in 2006 yılında saldırdığı
Lübnan'dan tahliye edilen Türk
vatandaşlarının arasında bulunan çok önemli isim kimdi?
Batının şımarık çocuğu İsrail, bundan
10 yıl önce Lübnan'a saldırdığında takvimler 12 Temmuz tarihini gösteriyordu.
Yaklaşık 1 ay süren savaşın neticesinde hezimeti yaşayan İsrail, geri çekilmek
zorunda kalmış ve tüm dünyanın gözü önünde yenilgiyi kabul etmişti. Vahşi
saldırılarının devam ettiği 1 aylık süre içerisinde ağır kayıplar vermiş, aynı
zamanda da çoğu kadın ve çocuk binden fazla Lübnan vatandaşını
katletmişti.
Yakın tarihimizin en şiddetli
saldırılarından biri yaşanırken, Türkiye, Lübnan'da bulunan Türk vatandaşlarını
24 Temmuz 2006 günü, Deniz Kuvetleri ve Dışişleri Bakanlığı'nın gerçekleştirdği
ortak operasyon neticesinde, İskenderun feribotuyla tahliye etmiş ve Mersin'e
getirmişti.
Ancak yıllar sonra ortaya çıkan bir
gerçek var ki, 54. Hükümetin Başbakanı Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın,
Ümmetin her ferdini ayrı ayrı düşündüğünü bir kez daha ortaya koyuyor. 1200
Türk vatandaşının taşındığı ve Beyrut'tan 50 mil açıkta bekleyen İsrail
hücumbotlarının arasından geçen, Deniz Kuvvetleri'ne ait İskenderun feribotunda
Merhum Erbakan'ın kadim dostu Lübnan'lı Mustafa Tahhan ve ailesi de
bulunuyordu.
Mustafa Tahhan Hoca'nın, olayın perde
arkasını, yolculuğu ve Türkiye'de misafir edilişini anlattığı yazısında,
Erbakan için söylediği, “Bazıları niye ben son ana kadar Erbakanla beraberim bunu
garipsiyorlar. Bunun sadece siyasi bir duruştan ibaret olduğunu zannediyorlar.
Hayır dostlar! Bu aynı zamanda zayıf anımızda bizi kollayan, biz sıkıntılarla
boğuşurken boğulmadan önce imdada yetişen kişiye bir vefa duruşudur
O mümin,
salih kişiyi aradım ve yardım çığlığı attım. Ve hemen ikinci bir telefon geldi,
kendimizi hazırlamamızı, bir Türk savaş gemisinin bizi Beyruttan alıp
Türkiyenin Mersin limanına götüreceğini haber verdi.” ifadeleri dikkat çekiyor.
İŞTE O YAZI:
Korku ve Ümit Arasında Lübnan Seyahati
Dünyanın Dört Bir Yanından Hatıralar Yazı Dizisinden Lübnandan Hatıralar[1]
Lübnandan uzun bir ayrı kalışın
ardından
Güzel ülkemizden
Ve ahalisine özlem duyan terkedilmiş köy evimizden…
Köy sakinlerinin tamamını oluşturan
aile efradı ve akrabalar gidenleri sorup duruyorlardı. Onları duyuyorlar ama
kim olduklarını bilmiyorlardı. Ulaşılamayan her şey rağbet görür
Ailemden
birkaç kişi ile birlikte Lübnana doğru yola çıktım. Niyetimde geçen senelerin
bizi mahrum bıraktığı bazı şeyleri telafi etmek vardı.
Buydu temennim
Gerçek olmaz her temennisi kişinin – Esmez
rüzgarlar bile dilediği yöne gemilerin[2].
Üçüncü gündü. Fırtınalar koptu. İsrail
Lübnanın hayat damarlarını koparmaya başladı. Köprüleri yıkıyor, evleri harap
ediyor, uçaklarıyla yolları hendeklerle dolduruyordu. Ülke halkı enkaz altında
can veriyor, kimsecikler onlara ulaşamıyordu. İsrail, halkı en kısa sürede
evlerini boşaltmaları için uyarıyordu. İnsan tufanı anlatmak için ne söyleyebilir
ki?
Korkuyla Ümit Arasında[3]
Korku ve ümidin iki kıyısı arasında
sıkışıp kalmıştık böylece
Ümit kapısı tek iken, eller Allah
Tealaya açılıyor, yalvarıyordu: Merhamet, Esenlik.. Küçük-büyük herkesi
koruması, korkularından emin kılması, açıklarını kapatması, kalplerine sabrı ve
huzur içinde kadere rızayı ilham etmesi için eller Ona yakarıyordu. Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da
senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime
gir![4]
Korku kapısı ise farklı farklı renk,
ses ve şekillerde idi. Karadan, denizden ve havadan bombardımanın şiddeti
gün geçtikçe artıyordu. Renkler birbirine karışmıştı artık
Solgun yüzler,
kıpkızıl akan kanlar. Şimşek gibi gürleyen sesler dinmiyor. Radyo ve
televizyonlardan duyduğunuz haberler de endişenize endişe katıyordu.
Yaşadıklarımızdan uzak olan çocuklarımızdan cep telefonları ile emin
olabiliyorduk. Ta ki iletişim kesilinceye kadar. Durmuştu artık.
İnsanlar bir çıkış aramaya
başlamışlardı, ağrılar kalbimi sıktıkça sıkıyor, rahatsızlığımı arttırıyordu.
Çocuklarımın ilki; kızımı tüm çocukları ile beraber ülkeden çıkmak için
yollarda görüyordum. Ancak gidebileceği komşu ülkeler de dahil olmak üzere
hiçbir güvenli çıkış yolu yoktu. Göz yaşları döküldü. Gözyaşıyla olan ahdim,
gerçekleşmesi zor bir anlaşmaydı ancak şartlar benden daha güçlüydü. Belki de
gözyaşları durumun şiddetini hafifletiyordu.
Konuşma yok. Anladım ki oğlum
Abdurrahman, kızım Heyfânın yaptığını yapmak istiyordu. Benimle beraber Allân
(Bilal) beyi aradı, yolun açık olduğundan beni emin kılmak istiyordu. O da
yolun güvenliğini sağlamak için bazı görüşmeler yapacaktı. Tüm bunlar beni
rahatlatmaya yetmemişti: Büyük Üstat Necmettin Erbakanı aradım, bu tehlikeli
durumdan bizi kurtarması için.
Operasyona Katılan İskenderun Feribotu
Biz bu dünyanın garipleriyiz. Ne
dünyaya, ne zalimlere, ne de ayartmalara teslim olmuş kimseleriz; güçten
düştüğünde dahi mücadele uğruna elinden geleni yapan, elinden tutması ve can
simidi atması için her şeyin mihengi olana sığınan kimseler. Bunu zalim Saddam
Hüseyin Kuveyte saldırdığı zaman da tecrübe etmiştim. İstanbula taşınırken
çok zor şartlar içindeydik.
Uzak yakın bizi soran kimse yoktu.
Sevgi, muhabbet gösteren arkadaşların çoğu ya uzaklaşıyor ya da gizleniyordu.
İnsanın daha sen onla konuşmadan seni hissedip , sessizce, başa kakmadan,
minnet ettirmeden seni gözetip kollaması ne büyük bir iş!
Bazıları niye ben son ana kadar
Erbakanla beraberim bunu garipsiyorlar. Bunun sadece siyasi bir duruştan
ibaret olduğunu zannediyorlar. Hayır dostlar! Bu aynı zamanda zayıf anımızda
bizi kollayan, biz sıkıntılarla boğuşurken boğulmadan önce imdada yetişen
kişiye bir vefa duruşudur
O mümin, salih kişiyi aradım ve yardım çığlığı
attım. Ve hemen ikinci bir telefon geldi, kendimizi hazırlamamızı, bir Türk
savaş gemisinin bizi Beyruttan alıp Türkiyenin Mersin limanına götüreceğini
haber verdi.
İskenderun Feribotu Mersin Limanı'na Yanaşırken
Hemen Beyruta doğru yola koyulduk.
Beyrut yolculuğu risk doluydu. Ancak biraz da olsa ümit varsa beraberinde,
tehlikeler emniyete dönüşüverir.
Bize kendi evlatları gibi muamelede
bulundular. Uyumamız için bir oda tahsis ettiler. Son derece cömert ikramda
bulundular. Yaklaşık 30 saatlik yolculuktan sonra Mersin Limanına ulaşmıştık.
Bu heyecan verici yolculuğun ayrıntılarını anlatmak mümkün. An olur korkutucu
bombardımanın karanlığından çıkarsın, an olur derin denizin karanlıklarına
dalarsın: Birbiri üstüne karanlıklar
Bir kimseye Allah nur vermemişse,
artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.[5]
İşte bu gerçeklik anında dardaki
insan, sığınak olarak Allahtan başkasını bulamaz. Rabbine sıkıntılardan
kötülüklerden kurutulmak için dua eder. Çember daralır, baskılar artar, güçten
düşülür, dayanaklar zayıflar, bu güçsüz insan etrafına bakar ve kendini yardım
ve kurtuluş vesilelerinden soyutlanmış bir halde bulur. Ne kendi kuvvetinin ne
de bir başka kuvvetin ona yardımı olur. Zor zamanlar için yaptığı tüm
hazırlıklar ya ondan uzak kalır ya da onu terkeder. Zor anlar için tüm yardım
umdukları ya onu inkar eder ya ondan yüz çevirir. İşte o an yardım ve kurtuluş
elinde olan biricik kuvvete sığınan fıtrat uyanır; insan Allaha yönelir.
Rabbinin şu ayetini hatırlar: (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine
yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren mi
[6]
Her birinin son derece yavaş geçtiği
30 saatin ardından Adana yakınlarındaki, Kıbrıs Adasının karşısına tekabül
eden Mersin Limanına ulaştık. Gemiden indiğimizde bizi güllerle karşıladılar.
Yüksek rütbeli subayların odasına davet ediliyor, sağ salim ulaştığımız için
tebrik ediliyorduk.
Teşekkür ettik ve bizi bekleyen Saadet
Partili arkadaşları bulmak üzere yanlarından ayrıldık. Yüzlerinden can, gözlerinden
muhabbet fışkırıyordu. Bizi Erbakan Hoca aradı ve dedi ki: Eğer kurtarma gemisi ile gelmeyi
başaramazsa bir tekne kiralayıp o gemiyle getirin Lübnandan onları, dedi. dediler.
Bu sıcaklık, sevgi yeter bana, daha
fazlasına dayanamazdım. İslam ümmetinin özlediği sevgi, vefa.. Yaşıyorduk,
bizimle beraber ümit de yaşıyordu. Yüreklerimizde kurmadan İslam devletini
topraklarımızda kurulmayacaktır. Mersinden sonra, yolumuz Adanaya.
Dostlarımız Tarsus beldesine uğramamızı önerdiler. Dağ başında küçük bir belde.
Denildiğine göre burada Ashab-ı Kehfin sığındığı mağara bulunmakta.
Bu sahneye ihtiyacımız vardı, böylece
mümin kalplerdeki imanın kıssasını hatırladık. Nasıl imanla huzur bulduklarını,
nasıl imanı dünyanın süs ve şatafatına tercih ettiklerini, insanların içinde
yaşamak güçleştiğinde nasıl mağaraya sığındıklarını, Allahın bu mümin kalpleri
nasıl gözettiği, belalardan koruduğu ve rahmetiyle kuşattığını hatırladık.
Allah Teala buyuruyor: Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları
için onları uyandırdık: İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. (Kimi) «Bir
gün ya da günün bir parçası kadar kaldık» dediler; (kimi de) şöyle dediler:
«Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu
gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz
ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nâzik davransın (gizli hareket etsin) ve
sakın sizi kimseye sezdirmesin. Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya
sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman
ebediyyen iflah olmazsınız.[7]
Tarsusun bu gençlerin vatanı olma
zorunluluğu yok aslında. İhtilaflı bir konu. Ama bu bizi uzaktan yakından
ilgilendirmiyor. Önemli olan Rabbimizin Kitabındaki buyrukları. İbret almak
için bu mağarayı ziyaret etmeye çok ihtiyacımız vardı gerçekten. Mağaradan,
hemen yakınındaki mescide gidiyoruz. İki rekat namaz kılıyoruz. Buralarda Allah
Tealaya dualarımızı kabul etmesi, eksiklerimizi örtmesi, korkulardan bizi emin
kılması için dua ediyoruz. Buna ancak O güç yetirir, duaları kabul eden, darda
olanın Dua ettiğinde duasına icabet eden Odur.
Mustafa
Tahhan
24.07.2006
Mersin-Türkiye
————————————————
[1] http://www.mustafatahhan.com/?p=1662
[2] 10. yüzyılda yaşamış, Arap şiirinin en önemli isimlerinden biri kabul
edilen Ebu'ṭ-Ṭayyib el-Mutenebbînin şiirinden bir beyit : ما كل ما يتمنى المرء
يدركه .. تجري الرياح بما لا تشتهي السفن
[3] Korku
ve ümit arasında olmak aynı zamanda İslam akaidinde kullanılan bir kavramdır.
بين الخوف والرجاء Ümit ve Korku arasında olmak Müslümanın günahları ne kadar
çok olursa olsun bağışlanacağı ümidini taşıması, salih amelleri de ne kadar çok
olursa olsun cezadan-cehennemden korkması gerektiğini ifade eden ıstılahi
kullanımdır.
[4] Fecir Suresi, 27-30.
[5] Nur Suresi, 40. Ayetten bir bölüm. Ayetin içerisinde, Birbiri üstüne
karanlıklar
ibaresi de geçiyor.
[6] Neml Suresi, 62.
[7] Kehf Suresi, 19-20.
Mustafa Tahhan Kimdir?
1938'de Lübnan'da doğdu. Eğitimini
Suriye'de tamamladı. Kimya mühendisidir. İslami uyanışın içine bulunduğu
şartlar üzerinde yoğunlaşmış ve yazdığı kitaplar 60 dile çevrilmiştir. İhvan-ı
Müslimin hareketinin içerisinde önemli görevler almıştır.
IIFSO
(Dünya Müslüman Öğrenci Örgütleri Federasyonu) Kurucu Genel Başkanıdır.