Anasayfa » Mustafa Kemal’in Samimi İnancının BELGESİ

Mustafa Kemal’in Samimi İnancının BELGESİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 172 Görüntüleyen

MUSTAFA
KEMAL; şanlı Kurtuluş ve yeniden kuruluş Mücadelemizin öncü şahsiyeti; tarihi
direniş ve talihli diriliş hamlemizin simgesidir; bu nedenle iki türlü istismar
edilir:

1-
Kimileri Onu tabulaştırıp, putlaştırıp, hatta bazen tanrılaştırıp; kendi dinsiz
ve Darwinist ideolojilerine ve masonik hedeflerine Atatürk’ü alet ve toplumu
nefret ettirmektedir.

2-
Ama kimileri de, Atatürk’ü din düşmanı gösterip, halkımıza onun rejiminden
kurtaracaklarını vaad edip; emperyalizm ve Siyonizm uşaklıklarına sahte
dindarlıklarını bir kılıf olarak geçirmektedir.

Oysa
Atatürk İslam’a değil, yozlaşmış bazı kurallara ve koflaşmış kurumlara karşı
birisidir.“Şeriat” diye on
üç asır öncesi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı döneminin şartları ve
ihtiyaçları için Kur’an ve Sünnetten çıkarılan fetvaları bu güne aynen
uygulamaya kalkışmak divaneliktir ve mümkün değildir. Ancak: Aklı Selimin,
Müsbet bilimin, vicdani tatmin ve kanaatin, tarihi birikimin, Kur’an’ı Kerim’in
ve Peygamber öğretilerinin, hepsinin ortaklaşa gerekli, güzel ve yararlı
bulduğu doğruları esas alarak ve bunlara aykırı yanlışlardan sakınarak,
çağımızın ihtiyaçlarına ve Milli yapımıza uygun adil bir düzen kurmamız;
böylece Din ile Devleti karıştırmak değil, ama barıştırmamız ve geçmişimizle
geleceğimizi uzlaştırmamız önemlidir.

Mustafa
Kemal’in samimi inancının, Allah’a bağlılığının ve Kur’an’a saygısının resmi
tescilli belgesi İstiklal Marşımızdır. Çünkü “Bu
Ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” 
dizelerini barındıran Mehmet
Akif’in şiirini, yüzlerce şiir arasından özelikle ve bilinçle seçmiştir. Merhum
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızdaki “kahraman
ırkıma bir gül”
 dizelerindeki
ifadeleri asla ırkçılık kasıtlı değil, Türklerin kahramanlık damarını
vurgulamak ve kamçılamak içindir. Çünkü Akif’in ırkçılığı reddedip lanetleyen
şu mısraları onun müspet milliyetçilik kanaatinin belgesidir:

“Hani,
milliyetin İSLAM idi… Kavmiyet ne?

Sarılıp
sımsıkı dursaydın a milliyetine…

“Arnavutluk”
ne demek? Var mı şeraitte yeri?

Küfr
olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın
Türk’e; Laz’ın Çerkes’e, yahud Kürt’e;

Acemin
Çinliye rüchanı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta
“anasır” (ırkçılık)mı olur muş? Ne gezer!

Fikri
kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber”[1]

Tarih
bir milletin ortak beyni ve birikimidir. Geniş bir hendeği atlamak için
hızlanmak üzere biraz geriye gidildiği gibi, yeni ve Milli atılımlar için de
tarihimizden hız ve heyecan almamız ve geleceği geçmişin üzerine kurmamız
gerekir. Bu nedenle özellikle yakın geçmişimizdeki, örneğin Sultan Vahdettin’le
Mustafa Kemal gibi şahsiyetleri düşman gösterip boğuşturmak yerine, onları
uyuşturmak ve kutlu gelecek inşasına uygun yorumlamak daha hayırlı ve yararlı
bir düşüncedir. Yoksa bir tarafın birisini hain, karışı tarafın diğerini kâfir
saydığı ve kamplaştığı bir toplum, mutlu ve güçlü ortak bir gelecek nasıl inşa
edecektir?

 

 

Tavsiye Makalemizin Tamamı:

TÜRKÇÜLÜK VE MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARI

“Türk Milleti”: Necip
Türk kavminin yüksek inancı, insani amaçları ve kahramanlık damarıyla;
Anadolu’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki, Ortadoğu’daki farklı köken ve
kültürdeki insanları, İslamiyet mayası, adalet kimyası ve devlet-medeniyet
DNA’sıyla meczedip bütünleştirdiği ve bütün dünyanın böyle bilip tarif ettiği,
tarihi ve tabii gerçekliğin ifadesidir. Türk Milleti kavramı; Kürtleri,
Çerkezleri, göçmenleri asla inkâr ve istihfaf (hafife alma) değildir; hatta
hepsini barındıran ve onurlandıran bir tariftir. Anadolu coğrafyasını Türkiye,
saydığımız asil ve aziz toplulukları Türk Milleti yapan bu şanlı ve şanslı
kavmin varlığını ve kurucu rehberlik payını inkâr etmek, hem kaderin taksimine
itiraz gafleti, hem de fiili birlik ve dirliğimizi dinamitleme girişimidir.
Bunun yanında İslam’ı dışlayan veya “Türklüğün aksesuarı” gibi yaklaşan
kesimler de, hem milletimize, hem de yüce dinimize karşı en büyük kötülüğü
işlemektedir. Üstelik bu satırları yazan kardeşinizin bir tarafı ZAZA
kökenlidir.

Fikirleri ve felsefesi
çok tartışılan ve zaman zaman yine gündeme taşınan Nihal Atsız’ın Türkçülük
anlayışını, inanç dünyasını, karakter yapısını; ciddi ve gerçekçi bir
araştırmayla, üstelik net bir tavırla ortaya koyan, böylece hem Nihal Atsız’ın
hem de düşünce tarzının daha iyi anlaşılmasına kolaylık sağlayan bir kitaba
“Son Türkçü Atsız” isminin koyulmasını anlamlı bulmamıştım. Acaba Onun
Türkçülük anlayışı akla, mantığa, vicdana, İslam’a ve bilimsel dayanaklara
aykırı bulunduğu için mi, Milliyetçi kesimlerce terk edilmişti ve bu yüzden
Nihal Atsız’la bu akım sona ermişti? Yoksa halkımızın Milliyetçilik damarı
tamamen kuruyuvermişti de bu nedenle mi yeni Nihal Atsız’lar yetişmemişti?
Sorusuna kapı aralandığı kanaatine varmıştım. Bu ikincisini kabullenmek
topyekün Milletimize haksızlık ve hakaret sayılacaktır. Hiçbir insanın her
görüşü iyi veya her yönü kötü değildir; Nihal Atsız da Türk Milletinin
bağımsızlık ve bekası, devletimizin güçlenip kalkınması, bilinçli, bilgili ve
sağlıklı nesiller hazırlanması hususunda belki samimi gayretler ve gayeler
taşımıştır. Ancak bu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusundaki düşünce ve
yöntemleri aklıselime, bilimsel verilere, tarihi ve sosyolojik gerçeklere,
ortak vicdani kanaatlere ve tabi İslami prensiplere aykırıdır.

Böylesi şahsiyetlerin
İslam’a, Kur’an’a ve Şeriata bu denli karşı olmalarının bir nedeni de; maalesef
Kur’an’ı yanlış yorumlayan, Resulullah’ı yanlış tanıtan; aklıselime, müspet
bilime, doğal yaşam prensiplerine ve çağdaş gereksinimlere aykırı fetvaları ve
taklitçi uygulamaları din diye dayatan yobaz kişilerin ve bağnaz kesimlerin
tavrıdır. Oysa asırlar öncesi şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda Kur’an’dan ve
Sünnetten çıkarılan ve Şeriat kitaplarında yer alan kuralları, yüzlerce kat
gelişmiş ve değişmiş olan bugünkü standartlara uydurmaya çalışmak boşuna bir
çabadır. İnsanda hayranlık uyandıran ve çok kompleks bir yapıda yaratılan
hücrelerden, genlerden gezegenlere, milyarlarca canlı türlerinden galaksilere,
oldukça mükemmel tabiatın ve muhteşem kainatın kör tesadüfler sonucu
kendiliğinden oluşamayacağını düşünen her akıl sahibi, sonsuz kudret ve rahmet
sahibi Allah’ın varlığını elbette inkara kalkışmayacaktır. Ancak, insanı farklı
ve faziletli kılan Yüce Allah’ın, herhalde bir dini, düzeni, prensipleri, elçileri
ve emirleri olduğu da muhakkaktır. Birbirleriyle daha kolay tanışmaları,
dayanışmaları ve farklı meziyet ve marifetlerinden yararlanmaları için değişik
kavim ve kabileler şeklinde yarattığı insanlardan bazısını diğerlerinden üstün
ve ayrıcalıklı kılması ve bir toplumun kendilerini başkalarını hor görmeye ve
sömürmeye layık bulması; Allah’ın adaletine aykırıdır ve böyle düşünmek zaten
ırkçılıktır. Mustafa Kemal’in yüzlerce şiir içinden özellikle ve bilinçli bir
tercihle Milli marş olarak seçtiği İstiklal Marşımızın şairi merhum Akif’in
müspet milliyetçilik anlayışı haklı ve kaynaştırıcı iken, İslam’ı dışlayan ve
suçlayan Türkçülük yaklaşımı, milli ve manevi dinamikleri kısırlaştırıcı ve
bünyemizdeki diğer kavim ve kökenleri kışkırtıcıdır.

Unutmayalım ki önemli
ve kıymetli şeylerin taklidi üretilir, her zaman gerekli ve geçerli olan
değerler istismar edilir.

• İSLAMİYET, çok
değerli ve gerekli İlahi ve evrensel bir müessesedir; bu nedenle istismar
edilir. Günümüzde: 1- Ilımlaştırarak 2- Katılaştırarak din istismarı
sürdürülmektedir. Bazı ılımlı-Protestan cemaatleri ve tarikatları da, El Kaide
tipi radikal anarşi örgütlerini de aslında aynı odaklar besleyip yönlendirir.

• Müsbet MİLLİYETCİLİK
de; oldukça önemlidir ve bir toplumun nefsi yerindedir. Her insanın nefsi;
kendi haklarını ve çıkarlarını savunmak, tehdit ve tecavüzlere karşı haysiyet
ve hürriyetini korumak için elbette gereklidir. Ama sapıtıp azgınlaşırsa nefis
insanın başına bela getirir. Kendi şerefine ve ailesine sahip çıkmayanlara
“NEFİSSİZ” denir. Bunun gibi Milliyetçilikte bir toplumun izzeti nefsidir,
haysiyet ve hürriyetini koruma refleksidir. Milliyetçilik iki türlü istismar
edilir:

1- Irkçılık yaparak ve
İslam’dan soyutlaştırıp yozlaştırarak nefret ettirilir. Oysa İslam Aziz
Milletimizin birlik mayası, dirlik kimyası ve hatta devlet ve Medeniyet DNA’sı
yerindedir.

2- Müsbet
milliyetçiliğin ve tarih boyunca bizi dünyaya şerefle tanıtıcı meşhur ve meşru
sıfatımız olan Türk kimliğinin, kasıtlı ve ısrarlı bir tavırla ırkçılık gibi
gösterilmesi ise, ikinci bir tehlikedir.

• Ve MUSTAFA KEMAL;
şanlı Kurtuluş ve yeniden kuruluş Mücadelemizin öncü şahsiyeti; tarihi direniş
ve talihli diriliş hamlemizin simgesidir; bu nedenle iki türlü istismar edilir:

1- Kimileri Onu tabulaştırıp,
putlaştırıp, hatta bazen tanrılaştırıp; kendi dinsiz ve Darwinist
ideolojilerine ve masonik hedeflerine Atatürk’ü alet ve toplumu nefret
ettirmektedir.

2- Ama kimileri de, Atatürk’ü din
düşmanı gösterip, halkımıza onun rejiminden kurtaracaklarını vaad edip;
emperyalizm ve Siyonizm uşaklıklarına sahte dindarlıklarını bir kılıf olarak
geçirmektedir.

Oysa Atatürk İslam’a değil, yozlaşmış
bazı kurallara ve koflaşmış kurumlara karşı birisidir.“Şeriat” diye
on üç asır öncesi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı döneminin şartları ve ihtiyaçları
için Kur’an ve Sünnetten çıkarılan fetvaları bu güne aynen uygulamaya kalkışmak
divaneliktir ve mümkün değildir. Ancak: Aklı Selimin, Müsbet bilimin, vicdani
tatmin ve kanaatin, tarihi birikimin, Kur’an’ı Kerim’in ve Peygamber
öğretilerinin, hepsinin ortaklaşa gerekli, güzel ve yararlı bulduğu doğruları
esas alarak ve bunlara aykırı yanlışlardan sakınarak, çağımızın ihtiyaçlarına
ve Milli yapımıza uygun adil bir düzen kurmamız; böylece Din ile Devleti
karıştırmak değil, ama barıştırmamız ve geçmişimizle geleceğimizi uzlaştırmamız
önemlidir.

Mustafa Kemal’in
samimi inancının, Allah’a bağlılığının ve Kur’an’a saygısının resmi tescilli
belgesi İstiklal Marşımızdır. Çünkü “Bu Ezanlar ki, şahadetleri
dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” 
dizelerini
barındıran Mehmet Akif’in şiirini, yüzlerce şiir arasından özelikle ve bilinçle
seçmiştir. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızdaki “kahraman
ırkıma bir gül”
 dizelerindeki ifadeleri asla ırkçılık kasıtlı
değil, Türklerin kahramanlık damarını vurgulamak ve kamçılamak içindir. Çünkü
Akif’in ırkçılığı reddedip lanetleyen şu mısraları onun müspet milliyetçilik
kanaatinin belgesidir:

“Hani, milliyetin
İSLAM idi… Kavmiyet ne?

Sarılıp sımsıkı
dursaydın a milliyetine…

“Arnavutluk” ne demek?
Var mı şeraitte yeri?

Küfr olur, başka
değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın Türk’e; Laz’ın
Çerkes’e, yahud Kürt’e;

Acemin Çinliye rüchanı
varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anasır”
(ırkçılık)mı olur muş? Ne gezer!

Fikri kavmiyeti tel’in
ediyor Peygamber”[1]

Tarih bir milletin
ortak beyni ve birikimidir. Geniş bir hendeği atlamak için hızlanmak üzere
biraz geriye gidildiği gibi, yeni ve Milli atılımlar için de tarihimizden hız
ve heyecan almamız ve geleceği geçmişin üzerine kurmamız gerekir. Bu nedenle
özellikle yakın geçmişimizdeki, örneğin Sultan Vahdettin’le Mustafa Kemal gibi
şahsiyetleri düşman gösterip boğuşturmak yerine, onları uyuşturmak ve kutlu
gelecek inşasına uygun yorumlamak daha hayırlı ve yararlı bir düşüncedir. Yoksa
bir tarafın birisini hain, karışı tarafın diğerini kâfir saydığı ve kamplaştığı
bir toplum, mutlu ve güçlü ortak bir gelecek nasıl inşa edecektir?

Ben şimdi Nihal
Atsız’ın şahsi hayatı ve hatırası değil, fikir ve felsefe yapısı üzerinde
durmak istiyorum.

Açık İnkârcılığı ve
Katı İslam Karşıtlığı

Nihal Atsız, “Kur’an’ın
Allah kelamı değil, Muhammed’in kendi talimatı olduğunu”
savunmaktadır. Yani
ona göre Hz. Muhammed “Ben Peygamberim” diye ortaya çıkıp halkı aldatan, haşa
bir sahtekâr konumundadır.

Atsız Mecmua'nın 12.
sayısında yayınlanan “Aynı Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz” adlı
makalesinde “Dilimize önce Allah girerek Tanrı’yı kovdu.
Arkasından 'Muhammed' geldi
” diyerek derin kinini göstermektedir.[2] Yine
Atsız Mecmua'nın 17. sayısında çıkan “Çanakkale Savaşı” adlı
makalesinde, gençliğin bir gemiyle eğlenip içerek Çanakkale’ye gitmesini
eleştirir ve Türk gençliğine şöyle seslenir: “Sen Arap Muhammed'in
mezarını artık bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar
değil midir? Sen kâbene, rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa
yalçın yollarda vaktiyle Çanakkale'de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği
zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin?”[3]
 (sh: 530)

Önce; “Kur’an’ın
Muhammed’in talimatı” olduğunu söylemek Hz. Peygamberin kendi kafasından
kurguladığı şeylerle, bunlar Allah kelamı diye insanları aldattığını iddia
etmektir. Ki bu Onu -haşa- yalancılık ve sahtekârlıkla ithamla eşdeğerdir. Ve
zaten o günün müşriklerinden günümüzün Haçlı müsteşriklerine kadar bütün
kâfirlerin ortak iftirası: “Kur’an’ı Hz. Muhammed’in kendisi
hazırlayıp, Allah bana vahyediyor diye halkı peşine takmasıdır.”

“De ki: ben ancak
sizin gibi bir beşerim. Sadece bana, sizin İlahınızın tek bir ilah olduğu
vahyolunuyor” 
(Fussilet: 6) “Sahibiniz (Peygamberiniz
olan Hz. Muhammed AS. Asla Haktan) sapmadı ve azgınlaşmadı. O kendi kafasından
ve havasından konuşmaz. O(nun söyledikleri) ancak (Allah tarafından) vahyolunan
bir vahiydir” 
(Necm: 2-3-4)gibi yüze yakın ayetin ve yüzlerce
hadisin haber verdiği gibi, Kur’an’ı Kerim, Hz. Peygamber Efendimizin kendi
kurgu ve kuruntuları değil, bizzat Allah’ın vahyettiği gerçeklerdir. İmanın ve
İslam’ın bu en temel hakikatini inkâr edip “Kur’an Muhammed’in
talimatıdır” 
diyen birisi, bu açık inkarından sonra bir de kalkıp “İslam
Türk’ün ve Turan’ın dinidir” 
demesi, inanmadığı İslam’ı istismar
etme, aksesuar olarak değerlendirme ve halka hoş görünme niyetiyledir.

Maalesef şu soruların
yanıtı bir türlü verilmemektedir: İslam dışı bir Türkçülük düşüncesinin: Hukuki
kuralları, iktisadi esasları, siyasi (devlet ve hükümet sistemiyle ilgili)
kanunları var mıdır, varsa nelerdir? Oturup bir “Türklük anayasası” yapılabilir
mi? Haçlı Batıdan kopya edilen kanun, kural ve kurumlara biraz da İslam sosu
ekleyerek uydurulup uygulanacak bir düzenle bu millet nereye varabilir?

Asrısaadetten günümüze
Milyarlarca Müslümanın, milyonlarca evliya ve ulemanın: “Hz.
Muhammed’in kendi uydurduğu söz ve hükümlere Allah kelamı diye aldanıp
kapıldıklarını ve böyle bir yalanın ve sahtekarlığın peşine takıldıklarını” 
iddia
edecek kadar sapıtanların, bu millete ve insanlık alemine verecekleri hiçbir
şey olmadığı kesindir.

Hayat felsefemiz;
Vahşi hayvanlar ve düşmanlarla dolu ormanlık bir alanda ve gece karanlığında,
kurtuluş yolunu bulmak için: İman ışığımız, Kur’an haritamız, akıl pusulamız,
Resulüllah rehberimiz, Müsbet milliyetçilik ise gayretimiz ve direncimiz
yerindedir. Yüce Yaratıcımızın buyruklarına uyarak Onun rızasını aramak, ölüm
sonrası sonsuzluk hayatına hazırlanmak; Ülkemize, milletimize ve devletimize
sahip çıkıp hizmet sunmak amacıyla yaşamak ve insanlığın hayrına fedakârlıkta
bulunmak yegâne hedefimizdir.

Aydınlık’ın karanlık
kafalarından Özdemir İnce’nin “Kur’an’da değişiklik yapılmıştır”
iması ve iftirası!

25 Ekim 2013 tarihli
yazısında “Tanrı sözü (Allah Kelamı) olduğu için değişmez yasa
olarak kabul edilen din kurallarının toplum ve bireyin beynini ve yüreğini
taşlaştırdığını kabul etmeden laik olmak mümkün değildir. Böyle bir kutsal
kurallar toplamının geçerli olduğu toplumda zaten demokrasinin “D”si bile hayat
bulamaz” 
diyerek Dini Kurallara uydukları için bütün Müslümanlara “beyni
ve yüreği taşlaşmış” 
şeklinde aşağılayıp hakaret yağdıran Özdemir
İnce sapkını “İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’ın vahiy yoluyla
indiği ve Allah’ın kelamının hiç değişmediği, sadece bir iddiadır. Kur’an, Hz.
Muhammed’in ölümünden yıllarca sonra derlenmiş ve kitaplaşmıştır. Bu süreçte
her şey mümkündür”
diyerek, Kur’an’ın Hz. Peygamberden sonra
değiştirildiğini iddia edecek kadar kafirleşip saldırıyordu!

Şimdi asıl soru şuydu:
Bu ulusalcı dönmelerle, bazı ırkçı Türkçülere: “Kur’an’ı Hz.
Muhammed’in uydurduğu veya Ondan sonra bozulduğu”
 şeklindeki ortak
kanaatleri hangi şeytanlar öğretiyordu?

Yavuz Bülent Bakiler,
“Atsız Şamanist miydi?” başlıklı yazısında aynı konuya değinmiştir:
“Sırrı Yüksel Cebeci'nin bir yazısı, bazı kafaları karıştırdı. Cebeci’ye
göre Nihal Atsız ile Alparslan Türkeş'in arasının açılması, Atsız'ın, Türk'ün
milli dini olarak Şamanizm’i kabul etmesinden doğdu. Atsız'ın Şamanizm’i
karşısında Türkeş İslam'ı benimsiyordu.
 (sh: 531-532)

Nihal Atsız, “İslamiyet’in
Türkleri gerilettiğine ve körlettiğine
” inanmaktadır!

“Türklere milli
mazisini unutturan önce Manihaizm, sonra da İslamiyet olmuştur. Gök Türklerden
sonra 745'te Türkeli'nin başına geçip dokuz Oğuz-On Uygur ve kısaca Uygur denen
Türklerin üçüncü kağanı Alp Külüg Bilge Bögü Kağan (759-780), 763'te Manihaizmi
resmi din diye kabul etti. Onuncu yüzyılda kabul olunan İslamiyet de Milli
maziye aynı darbeyi vurmuştur. Hem bu seferki darbe birincisinden daha yaman
olmuş, maziyi unutmak faciası halk tabakasına kadar bulaşmıştır.
 (sh: 538)

Hele Türklerin
İslamiyet’ten sonra büyük devlet kurabildikleri iddiası ise sadece gülünçtür.
Çin seddinden Avrupa ortasına kadar uzanan büyük ve şanlı Hun Devleti yedi
yüzyıl sürmüş; Çin'den Doğu ve Batı Roma'dan haraç almıştır. Basit bir barbar
topluluğu ne bu kadar uzun yaşayabilir, ne de bu büyük ve medeni devletleri
vergiye bağlayabilirdi.
 (sh: 543)

Tarihi gerçek şudur
ki: Türkler Müslümanlık sayesinde değil, Müslümanlık Türkler sayesinde
yükselmiş ve yaşamıştır. 
(sh: 544)

Türklük bakımından
komünizmle nurculuğun hiçbir farkı yoktur. İkisi de Türk Milletini ve kültürünü
yok etmek için uğraşmaktadırlar biri Arapçılık davasıdır. Bunun farkında
olmayan binlerce şuursuz Türk bu iki düşman ülkünün kucağına kurtarıcı diye
atılmaktadır. Kıbrıs’ta Türkleri yok etmek için çalışan Rumlara Müslüman
Mısır'ın silah yardımı yaptığı radyo tarafından resmen açıklanmıştır. Buna
rağmen hala İslam kardeşliği ve İslam birliği kuruntusu peşinde koşan
beyinsizler varsa, gerçek Türkler, o gibilerin kasıtlı veya kasıtsız millet
haini olduğunu bilmelidir.

• Millet ve vatan
haini olmak için mutlaka askeri sırları çalarak para ile düşmana satmak icab
etmez. Kendi milletinin düşmanlarına yani Araplara hayranlık beslemek, onların
davasını gütmek, kendi kültür ve mazisini inkâr etmek de hainliktir.”
 (sh: 545) diyecek
kadar İslam’a derin bir kin ve nefret taşımaktadır.

Yahudi karşıtlığındaki
aşırılığı ve çelişkili tavırları:

1925 yılında İsmet
İnönü, Türk Ocağı temsilcilerine yaptığı konuşmada şöyle der: “Görevimiz Türk
vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe
muhalefet edecek unsurları kesip atacağız.”

Necmettin (sadak) 16
Eylül 1925 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan yazısında şunları söyler:
“Türkiye’de yaşamak ve hayatlarını kazanmak isteyenler, dinleri ve ırkları ne
olursa olsun, Türk gibi düşünmek, Türk gibi konuşmak ve Türk gibi yaşamak
zorundadırlar.”
[4]  (sh: 283)

• “Yahudiler Lozan
Antlaşması'nın kendilerine tanınan hakları düzenleyen 42. maddesindeki
haklardan vazgeçerler. Bunun üzerine Bursa, Yakacık, Yalova ve Alemdağ'a kadar
serbestçe dolaşmalarına izin verilir. Azınlıklar buralara sadece yazları
gidebilirler ve sürekli ikamet edemezler, taşınmaz edinemezlerdi. Bir süre
sonra da yeni Medeni Kanun kabul edilir. 1 Ağustos 1926'da Hahamhane'de 80
kişiyle bir toplantı yapılarak 42. maddeden feragat konusu görüşülür. Önemli
bir ayrıntıdır ki, toplantı Türkçe yapılır ama toplantıya katılanlardan bir
kısmı Türkçeyi bilmediklerinden İspanyolca ve Fransızca konuşurlar.

• 1927'de Elza Niyego
cinayetinden sonra Yahudilere karşılık tekrar yükselmeye başlar. Cinayet şudur:
Abdülhamit'in eski emir subayı olan evli ve 42 yaşındaki Osman Ragıp, 22
yaşında bir Yahudi kızı olan Elza Niyego'ya âşık olur. Osman Ragıp kıza evlenme
teklif eder ama kız kabul etmez. Kızı öldüreceğini söyler. Kızın ailesi şikâyet
eder. Bir ay hapiste yatar. Osman Ragıp hapisten çıkınca 17 Ağustos 1927
tarihinde Elza'nın yolunu kesip, boğazını keserek öldürür. Yahudiler olaya
tepki gösterirler. Ancak tepkiler giderek gövde gösterilerine dönüşür.
Sokaklarda Türklere hakaret eden sloganlar atılır. Kin gösterisi sergilenir.
Cenazede Türklere hakaretlere devam edilir. Bunun üzerine resmi makamlar
Yahudilere bazı tedbirler uygulamaya karar verirler. Gösteri yapan bazı
Yahudiler gözaltına alınırlar. Yahudilerin taşkınlıkları ve hakaretleri
karşısında Türkler de tepki gösterirler. Edirne Uzunköprü'de Yahudilere ait
evler taşlanır. İzmir'de olaylar olur. Bu olaylardan dolayı Rumlara, Ermenilere
uygulanan serbest dolaşma yasağı 29 Ağustos 1927'den itibaren tekrar Yahudilere
de uygulanmaya başlanır. Ancak bir süre sonra kaldırılır. Elza Niyago olayları
tekrar Türkleşme ve Türkçe konuşma konularını öne çıkarır. 
(sh: 284)

Oysa bütün kanunlara,
siyasi ve toplumsal olaylara, propagandalara rağmen biz Kırgız'ı kardeş,
Yahudi'yi de köpek Çıfıt olarak tanıyoruz. Çünkü Kırgız’ın damarındaki kanın
kendi damarımızdaki kan olduğunu, Yahudi’nin ise bize düşmanlıkla yoğrulduğunu
biliyor, seziyoruz…

“Buradaki Yahudi
de her yerde tanıdığımız Yahudi'dir. Sinsi, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü
Yahudi… Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda k.pekçe yaltaklanan, bozgun
çağlarımızda küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve p.ç
milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz… Kurtuluş
Savaşında Bursa'ya Yunanlılar girerken kocaman bir Yunan bayrağıyla onları
karşılayan fakat Türkler Bursa’yı geri alırken aynı bayrağı ordumuzun ayakları
altına seren bu vatansız Yahudi'dir… Yahudi şimdiye kadar hiçbir kötülük görmediği
Türk'e düşmandır. Çünkü onun mayası Yahudilik, yani kahpeliktir. Türkeline
[Türkiye'ye] 'eroin'i dost(!) bir milletin genelkurmayı sokuyor, onun
Türkiye'deki komisyonculuğunu da Ermeni ve özellikle Yahudi vatandaşlar
yapmıyor mu?..
[5] (sh: 295-296)” diyerek katı ve aşırı bir Yahudi düşmanlığı
sergileyen Nihal Atsız’ın, Türkçülük akımının Yahudi üstatlarını ve çıraklarını
aklamaya çalışması, onun çelişkili tavrını yansıtmaktadır.

“Gökalp'in Yahudi
asıllı Durkheim'den bazı sosyal fikirler almış olması onun Yahudi
istismarcılığına alet olduğunu göstermez. Her bilgin, her filozof, her fikir
adamı, hatta her peygamber kendisinden önce gelenlerden bazı unsurlar alır.
Nitekim İslam Peygamberi de daha öncekilerden bazı şeyler almış ve onların
devamı olduğunu söylemiştir”

“Bir de Moiz Kohen
adında bir Yahudi’nin Gökalp'in etkisinde kalarak 'Turan' adlı bir kitap
yazması vardır ki bu da Ziya Gökalp'in etki gücünü gösterir. Nitekim yine bir
Yahudi olan Halide Edip de Ziya Gökalp'in etkisinde kalarak 'Yeni Turan' diye
bir roman yazmıştır” 
(sh: 549) (Not: Atsız gerçeği çarpıtıyor,
çünkü aslında Ziya Gökalp Moiz Kohen’lerin etkisindedir.)

Nihal Atsız’a göre “İslam
Türklüğün esası değil, aksesuarı ve istismar aracıdır.”

“Hiç Şüphe yok ki
Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar
alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din on yüzyıldan beri bizim milli
dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak için mutlaka Müslüman olmaya lüzum
yoktur. Çünkü bugünkü Türkler arasında birkaç yüz bin Şamani, birkaç yüz bin
Hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk (Karayımlar) de vardır. Din ayrılığı
yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur.
 (sh: 535)

• Dini taassubun
dünyanın her köşesinde yerini müsamahaya bıraktığı günümüzde bile Hıristiyan,
Şamani ve Musevi Türkler, hatta Şii-Alevi Türkleri bizden saymayacak kadar gözü
dönmüş sözde aydın mutaassıplar aramızda hiç de az değildir. (sh: 541)

Niçin Milletler
Yahudilere Düşman olmuşlardır?

• Burada esas şunu
sormak gerekir: Neden tüm dünya, tarih boyunca Yahudilerden şikâyetçi olmuş,
onları ülkelerinden kovmuş ve istememişlerdir? Yani Yahudiler, içinde
yaşadıkları ülkelerde ne yapmışlardır ki onlardan böylesine nefret edilmiş ve
yok edilmek istenilmiştir? Bence esas bu soruya cevap verilmesi gerekir! Çünkü
antisemitizmin cevabı bu soruya makul, objektif ve gerçeklere uygun verilecek
cevaptadır. Aksi takdirde, bu tür soruları reddederek, öyle oldu, şöyle oldu
diye acındırmalar ile sorun çözülmez; gerisi ezberden başka şey değildir! (sh:
301) sorusu, aslında gerçek sorunları da, çözüm yollarını da içinde
barındırmaktadır.

İslam’dan ve Kur’ani
kurallardan kaynaklanan Bediüzzaman düşmanlığı

“Türkçülük insanlara
hiçbir vaatte bulunmuyor, maddi veya manevi bir şey vermiyor. Yalnız istiyor.
Fedakârlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet vaadinde bulunuyor. Ebedi
saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler vaad ediyor… Kafası işlemeyen,
hatta aslında materyalist olanlar doğaldır ki Nurculuğu seçecektir. Nitekim
bunu kendileri de söylüyor 'Türkçülük mezara kadar… Ondan sonra ne olacak?'
diyor… Tabii ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.
 (sh: 571) sözleriyle
Nihal Atsız Bediüzzaman’ın şahsında İslam’a ve Kur’an inancına saldırmaktadır.

Bediüzzaman’ın: “Ey Asurlular ve
Ahemenidlerin cihangirlik zamanında onların öncüleri ve kahraman askerleri olan
arslan Kürtler! Beş yüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa
vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlahi hikmet denilen
âlem makinesinin düzeni ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan
Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilahi hikmet, ezel ufkundan kader
parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık
sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip
kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir genel ve milli cazibe teşkili
ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslam ve Osmanlı
şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla dengeyi
ve genel uyumu koruyunuz” sözlerini Nihal Atsız şöyle çarpıtmaktadır:

“Görülüyor ki Kürt
Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü
yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemi ifadesiyle
Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir
tevili, yorumu yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu
açlıktan sonra onun bir İslamcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur…
 (sh: 571-572) Oysa
“Milli bir cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi İslam ve Osmanlı
şevket Güneşinin mevkibinde (yani yörüngesinde, Türkiye’nin kontrol ve
güdümünde) parlak bir yıldız gibi…” ifadeleri; İslamiyet’e, Osmanlı Devletine
ve bunların varisi Türkiye Cumhuriyetine Kürtlerin tabi olması gerektiğini
vurgulamaktadır.

“Siz Türk ve Müslüman
mısınız? Türk’seniz, hangi sebeple cahil bir Kürt’ün ardından gidiyor, onun
telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda ‘Türkçe
de dil mi?’ diyen ahmaklar, resmi dilin Arapça olmasını isteyen hainler var.
Evet sizin göreviniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık
ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye’yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle
yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriatı Anayasa ve Medeni Kanun durumuna
getirerek, evlenmeyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı
getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslamiyet’ten önceki tarihimizi küfürdür
diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız”
 (sh: 573) sözleri
maalesef ırkçı yaklaşımlı kışkırtmalardır. “Kur’an’ın Allah kelamı değil,
Muhammed’in talimatı” olduğunu söyleyenlerin, bir de kalkıp “Bediüzzaman
kendisine vahiy gelmiş gibi davranıp şirke düşmektedir” iddiaları tam bir
tutarsızlıktır.

Hâlbuki Üstat Bediüzzaman Hz.leri “…Türklerin
hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini
kaldırıp…”[6]
 ifadesinde “milleti” din yerine değil, kavim
karşılığı kullanmıştır.

Ve yine:

“Bahusus bazıların milli gururları Hz.
Ömer’in (ra) darbeleriyle dehşetli yaralandığından… Onun için Yahudi gibi zeki
ve dessas (sinsi ve siyasetçi) bir kısım ve münafıklar (Müslüman görünüp,
ırkçılık damarlarını tahrik ederek) o halet-i ictimaiyeden istifade ettiler”[7]
 ifadelerinde ise
milliyeti din karşılığı değil, kavmiyetçilik anlamında kullanmıştır.

Ve yine Bediüzzaman:

“(Batı dünyası) Her taraftan ellerini
uzatan dindaşlarının hayat damarlarına kuvvet vermeye (dünyanın her yerindeki
Hıristiyan ve Yahudileri gözetmeye ve misyonerlik faaliyetlerini yürütmeye);
ama İslamların en can alıcı hayat damarlarını (ekonomik, askeri ve ahlaki güç
ve imkânlarını) kesmeye çalışıyor… (Hala) görülmüyor mu ki: en hürriyetperver
(demokrasi havarisi) maskesini giyen (İngiliz ve Amerika) ellerini uzatıp
arıyor, nerde bir Hıristiyan bulsa (sahip çıkıp) hayat veriyor… İşte
Habeş(istan’da) Sudan(da)… İşte Lübnan’da… İşte Arnavutluk’ta işte Kürt ve
Ermeniler (arasında), işte Türk ve Rumlar (arasında): nerede ve ne kadar gizli
açık Hıristiyan ve Yahudi varsa, batılılar sadece onlara destek verip sahip
çıkıyor ve Müslümanlara karşı kışkırtıp kullanıyor.”
 (Sünuhat, 7 yıl
önce yazılan bir risalenin zeyli, 2. Sebep) tespitleriyle, Yahudi ve
Hıristiyanların sadece kendi dindaş ve yandaşlarına yardım ettiklerini, hatta
Kürtler ve Türkler içinde de gizli Yahudi ve Hıristiyanların mevcudiyetini
açıkça ifade etmektedir.

Menfi ve şeytani kavmiyetçiliğe
ve özellikle “Kürtçülüğe ve bölücülüğe” şiddetle karşı olan Bediüzzaman,
şunları söylemektedir:

“(Ey Kürt
Kardeşlerim!) Emin olunuz, biz Kürtler başka (ırklara) benzemiyoruz. Yakinen
biliyoruz ki: (Bizim) içtimai (sosyal ve siyasal) hayatımız (hürriyetimiz ve
rahatımız, ancak ve sadece) Türk (kardeş)lerimizin hayat ve saadetinden neşet
eder. (Türklerden ayrı bir devlet ve bağımsız bir hükümet arzusu, Kürtlerin
felaketi demektir.)” (Münazarat)

Buna rağmen
Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe ve bölücülüğe alet etmek isteyenler, sadece
sahtekârlık etmektedir. Hatta Bediüzzaman; İttihat ve Terakkicilerin (ve
cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal’in) Türkleri ve Kürtleri tek millet şeklinde
ilan etmelerini ve bu siyasetlerini övmekte ve “iyi ki mecz edip
birleştirdiniz”
 demektedir. (münazarat)

Irk üstünlüğüne
dayanan ve İslam’dan uzak duran kavmiyetçilik düşüncesinin Türk milletini
yozlaştırmak ve Batılılara köle yapmak için kışkırtıldığını söyleyen
Bediüzzaman:

“(Dünyanın) Neresinde
Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan
Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. Macarlar gibi” “Ey Türk kardeş!… Sen,
bilhassa dikkat et! Senin milletin İslamiyet’le (öylesine) imtizaç edip
(kaynaşmış ki), ondan (Türk Milliyetçiliğinin İslam’dan ve Kur’an’dan)
ayrılması asla mümkün değildir. Şayet ayrılmaya kalkıştığında, mahvu perişan
olacaksın demektir.”
[8]sözleriyle milletimizi
ikaz ve irşat etmektedir.

İstiklal Şairimiz
merhum Mehmet Akif’ten uyarlanan:

“Hani, milletin İslam
idi; kavmiyetçilik nedir?

Irkçılık yapanların
hıncı, bilesin ki dinedir!..

Türk, Kürt, Arab diye
ayırmak, var mı İslam’da yeri?

Fesatçılık olur
vallahi, ırkı sürmek ileri..

Arab’ın Türk’e, Laz’ın
Kürd’e, üstünlüğü, ne haber,

Küfür diye lanetliyor,
öğren, Hazreti Peygamber”

Dizeleri ne kadar
yerindedir…

Nihal Atsız’ın çelişen
Amerikan gıcıklığı ve NATO yandaşlığı!

Birleşik Amerika
hakkında: “Siyasi ahlakları sıfırdır. Hem demokrasi havarisi geçinir, bütün
milletlerin demokrat olmasını ister, Zenci devletlerinde seçim yaptırmak için
yırtınır, faşizm ve komünizme karşı cephe alır, hem de kendi vatandaşları olan,
savaşlarda Amerika için kan akıtıp, Olimpiyatlarda birincilikler sağlayan
Zencilere köle muamelesi yapar… Amerika'da olup da başka yerde olmayan şeyler
yalnız rezaletle cıvıklıktır. Neden böyle? Çünkü henüz millet olamadılar.
Amerika büyük değil, iridir. Avrupa’dan giden maceracı, serseri, katil, hırsız
güruhu ile bu güruhun kadın ihtiyacı için ithal olunan malum seviyedeki
dişilerin neslinden geldikleri için böyledirler. Onları parlak gösteren şey
sonsuz servetlerdir. Bu servetle dünyanın en büyük ve en iyi bilginlerini,
uzmanlarını kendi memleketlerine toplayabiliyorlar.
 (sh: 590)

. Birkaç günde başarabileceğimiz Kıbrıs çözümüne engel olarak onu cihan
çapında bir mesele haline getiren, binlerce Türk'ün acı ve sefalet çekmesine
sebep olan ve kendisi de bir çözüm yolu bulamayan Amerika bizim dostumuz mu?
 (sh: 591) diye
soran ve sorgulayan Nihal Atsız’ın NATO taraftarlığı kafaları karıştırmaktadır.

NATO’ya Hayır. Peki
Sonra?

“Çoğu
üniversiteli olan bir takım gençlerin aylardan beri şuraya buraya kireçle ve
büyük harflerle 'NATO'ya Hayır' diye yazdıkları görülmektedir… Diyelim ki
gençler yüzde yüz doğru düşünüyor… NATO’ya girmek yanlıştır. Çıkalım ve
NATO'nun verdiği silahları geri göndererek üsleri, rampaları, alanları ortadan
kaldıralım. Bununla komünizmin [Rusya'nın] Türkiye üzerindeki kötü niyetleri ve
ihtirası dinecek mi? Moskof'un Türk'e düşmanlığı sırf Amerikan casus uçağı ve
NATO rampaları yüzünden midir? Deli Petro zamanında ortada Amerika bile yoktu
ama Moskof düşmanlığı vardı. Türk-Rus savaşlarının hepsine Moskoflar birer
bahane bulmuşlardır. Bir zamanlar Türkiye’deki Hıristiyanların koruyucusu ve
kurtarıcısı rolünde idiler. Bir zamanlar Boğazların kendileri için hayati
değerini öne sürdüler. Şimdi de Amerika'nın Türkiye'deki üsleri birer bahane
oldu… Rusların Türkiye’ye karşı tutumlarının sebebi tesis ve rampa meselesi
değil, Türk-Amerikan ittifakıdır.
 (sh: 593) sözleriyle,
Rusya ve komünizm tehdidine karşı ABD ve NATO ile ittifakı haklı gören Nihal
Atsız’ın aynı gerekçelerle Amerika ve Avrupa’ya sarılan Nurcuları ve bazı
tarikatçıları suçlayıp saldırmaya ne hakkı vardı?

İslam ve Şeriat
düşmanı komünist Yaşar Kemallerle Irkçı Nihal Atsız’ın samimi yakınlığı!
 Yaşar
Kemal’i Anlayan Tek Adam’mış!?

Atsız'ın oğlu, 1975-81
yılları arası Yaşar Kemal ile sıkı ahbap olmuş. Yaşar Kemal, Yağmur Atsız'ın
Köln'deki evinde kalırmış. Yaşar Kemal Atsız’ın ölümünden birkaç yıl sonra
Yağmur Atsız'a, Atsız'la ahbap olduklarını şöyle anlatmış:

“Biliyor musun
ben senin babanla da rakı içerdim… Hem de öyle ağım şahım yerlerde değil,
ikindi üzerleri zaman zaman Sirkeci’deki meyhanelerde buluşup rakılar ve
laflardık. Sonra o Karaköy’den karşıya geçerdi… Benim İnce Memed’i okumuş ve
çok hoşuna gitmiş. Ben bu gençle tanışmak istiyorum demiş. Götürüp
tanıştırdılar. Birbirimizden hoşlandık. O tabii ki benim Komünist olduğumu
biliyordu. Bende onun Turancı olduğunu. Ama yine de iyi anlaştık. Zaten öyle
olmasa buluşup rakı içmemiz mümkün mü?.. Çok şey konuşurduk ama o Türkmenleri
merak ederdi. Anlatırdım. Ben de sık sık Turancılık hakkında sorardım.”
 (sh: 607) şimdi
insan düşünmeden edemiyor; acaba kafatasçı ırkçıların ve ulusalcı solcuların
ortak paydası: İslami kurallara düşmanlık mıydı?

Sadece Müslüman
oldukları ve İslami kurallara uydukları için gizli Osmanlı düşmanlığı: “Sultan
Vahdettin – Kara Kağan – Hain Başkan!”

“Bin yıl geçiyor. Gene
kötü günler geliyor. Yine bir Kara Kağan, yine küçük adamlar, yine el
dalkavukları… ve tarih: 30 Ekim 1918. Osmanlı mütareke imzalıyor. Delegemiz
İngilizler güvence verdi diyor. Kara Kağan Vahdettin İngilizler dostumuz diyor.
Anlamıyorlar. Ertesi gün Musul işgal ediliyor. Niyet belli oluyor… Türkiye
altı ay işgal ediliyor… Türkler hakarete uğruyor… Yedi düvel Türk’e karşı
birleşiyor; hepsi Türkler geldikleri yere gitsinler diyor… Türk vatanını
Ermenilere, Rumlara, Kürtlere verelim diyorlar… Sömürgenin adı manda
oluyor…
 (sh: 613)”

Vahyi inkâr edenler-
masallara sarılıyor!

(Çin Başkenti
Sıganfu’da tutsak edilen 40 Türk kahramanın destansı öyküsü anlatılıyor.)

Bir yanda Mete, Bilge
Kağan, Atatürk; diğer yanda Tonyukuk, Akçura, Gökalp, Atsız var. Ama hepsinin
ortak noktası ve esas olan, Türk milletidir. Dünyaya ve tarihe böyle bakmak
gerekir. Aksi takdirde her zaman zarar görmeye ve kaybetmeye mahkûm oluruz.
 (sh: 14) cümlelerinde
İslam’la özdeşleştiği için mi 630 yıllık şanlı Osmanlı medeniyeti sanki yok
sayılmaktadır?

Biz, tarihi
şahsiyetleri ve hadiseleri; inancımız ve ihtiyacımız, ortak amaçlarımız ve
milli çıkarlarımız doğrultusunda yorumlamanın, toplum barışı ve Adil bir
gelecek inşası için daha yararlı olacağına inanıyoruz.

Nihal Atsız ve
takipçilerinin, şeriat diye Kur’ani kurallara ve İslami esaslara şiddetle ve
nefretle karşı çıkmalarına ve bu yüzden Osmanlıya bile gizli bir kin
tutmalarına rağmen; Barbar Batılı dedikleri Avrupa ve Amerika’dan kopya edilen
Haçlı gâvurların kanun ve nizamlarına “Türk Hukuku” diye sahiplenip saygı
duymalarındaki tezat ve tutarsızlık her haliyle sırıtmaktadır. Nihal Atsız’ın
Türkçülük anlayışının, milletimizin fıtratına, hayat tarzına ve benimseyip
özümsediği İslami duyarlılıklara asla uymadığı açıktır. Bu yaklaşım ve
yakıştırmalarla hiçbir yere varılamayacağı zaten bu yüzden taban ve taraftar
bulamadığı ortadadır.

Atatürk’ün söylediği,
Nihal Atsız’ın da bazen istismar niyetiyle tekrar ettiği: “İslam
milletimizin tabii dinidir” 
tespiti iyi anlamak lazımdır. Çünkü İslam
Fıtrat (insan doğasına en uygun) Din konumundadır. Bütün mevcudatı ve insanı
yaratan Yüce Allah (c.c.), Onun ihtiyaçlarına ve doğru hayat tarzına en uygun
kuralları elbette en iyi kendisi bilip koyacaktır. Bu nedenle “Vücudumuz Türk,
ruhumuz İslam” deyimi uygun bir algıdır.

Biz görüşlerimizi,
gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, 
“Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak
hareket etmekteyiz. 
“Doğru” ve“Yanlış” tespitinde ise
şu beş değeri ölçü ediniriz:

1-Aklı Selim 2-Müsbet
ilim 3-Tarihi deneyim ve birikim 4-Vicdani kanaat ve tatmin 5-İlahi Din
 (Kur’an’ın
muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam sünneti)

İşte bu beş temel
ölçünün ittifakla:

“Yararlı, hayırlı
gerekli ve güzel”
 bulduğu şeyleri doğru; ve yine bu temel
değer birimlerinin ittifakla, 
“Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri yanlış biliriz. Çünkü
Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müsbet bilimi ve
aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve
vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alametidir.

Bir insanın kendi
ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi
fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir. Ve
dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların kendi özel geleneklerini, örf ve
adetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu
nedenle cemiyetteki Milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis,
kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı
kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum Türkler için olduğu
kadar Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak, şayet bu nefsi
dizginlemez, haksız ve ahlaksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim
felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan Milliyetçilik de
böyledir; kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi
ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir
ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini
seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve
taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve
aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam hiçbir
beşeri ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün
jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam herkesten ve her şeyden yücedir, her
kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.

Tarihe yön vermiş,
büyük medeniyetler meydana getirmiş ve 1300 yıldır, İslam’ın gönüllü bayraktarı
olma şerefini hak etmiş Türk kavminden olmayı, yüce Rabbimin takdiri kadar,
taltifi de biliriz. Haçlı Batılılar nazarında, Türklükle İslam’ı mezcedip
kaynaştıran ve aynı anlamda kullandıran aziz ceddimize layık olma
gayretindeyiz. Kur’an’a inanan, Müslüman olduğunu savunan hiç kimsenin, bundan
başka türlü düşüneceği kanaatinde değiliz. Mustafa Kemal’in “Türk Milleti”
kavramıyla da, ırkçılık yaptığını değil, çok farklı kavim ve kesimlerden, İslam
potasında kaynaşmış bir toplumu amaçladığını bilmekteyiz. Yani biz insanları
kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil,
imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlaklarına, insanlık onurlarına,
vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi
anayasadan “Türk Milleti” kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de, “ılımlı İslam”
diye yüce dinimizi dejenere edip “Protestan Müslüman” tipi oluşturmak
isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Ama
Moiz Kohen Yahudi Hahamının Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi
İslam’dan koparmak için yaptığı TÜRKÇÜLÜK kafasıyla bu tahribatların
önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz.

Ülkemizde ve aziz
milletimiz üzerinde Türk ırkçılığının da, Kürt ayrımcılığının da hep Yahudi
dönmelerince başlatılmış olması bir tesadüf sanılmamalıdır.

Örneğin Munis (Kohen)
Tekinalp Türkçülüğün kurucularındandır. Namı diğer “Moiz Kohen” Osmanlı’nın
Serez beldesinde bir hahamın oğlu olarak 1883’te doğmuşlardır. Selanik’te sıkı
bir hahamlık eğitimi almıştır. Koyu bir Sultan Abdülhamit düşmanıdır. Selanik’te
çıkan Asır gazetesinde yazılar yazmış, aynı gazetenin genel yayın
yönetmenliğini yapmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’ne katılmış, 1907 yılında
masonluk faaliyetlerine başlamıştır. 1909 yılında Hamburg’da düzenlenen Dünya
Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak giden insandır. 1920 yılında
Hakimiyeti- Milliye gazetesinde “Kahrolsun Şeriat, Mustafa Kemal Paşa
Türk Peygamberidir”
 diyecek kadar küstahlaşmış, Hz. Ali’ye “Sen
İlahsın!” diyen İbni Sebe Yahudisinin yerini almıştır. Moiz Kohen’e göre, “Türkler
İslam’ı bırakmalı ve eski Şaman inanışına dönüş yapmalıdır”
 Bunu
söylerken Yahudilerin de Türklerin İslam öncesi halini çok benimsediğini
yazmıştır. Kohen’in “Kahrolsun Şeriat” sözleri bugün daha cılız olsa da, yakın
zamana kadar bazı katı ulusalcılar ve Kemalist takımınca sıkça kullanılan bir
slogandır. Bir de“Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” bahanesiyle
Türkçü Moiz Kohen İslam düşmanlığına Arap karşıtlığı kılıfı sarmıştır. Kohen,
Türkiye’de Arap düşmanlığı yaparken, meslektaşı ve dindaşı ve İsmet İnönü’nün
Lozan’daki özel danışmanı Yahudi Hahamı Haim Nahum da Mısır’da Arapları
Türklere karşı kışkırtmaktaydı.

Uzun yıllar Türk Dil
Kurumu’nda çalışan “Türk Ruhu” kitabının yazarı, Ziya
Gökalp’in akıl hocası ve CHP kayıtlısı olan 
Munis Tekinalp, yani
Moiz Kohen
, 1956 yılında emekli olduktan sonra Fransa’nın Nice şehrine
yerleşince, her nedense “Öldüğümde sakın beni Türkiye’de defnetmeyin” vasiyetinde
bulunmuşlardı. 1961 yılında vasiyetine uygun bir şekilde Fransa’da (Gizli
Yahudilerin gömüldüğü bir kilise mezarlığına) bırakılmıştı.

Şimdi Soralım:

Moiz Kohen (Munis
Tekinalp) gibi Yahudi sapıkların, Şamanizm’e ve Siyonizm’e uyarladığı, İslam
düşmanlığına kılıf yapılan TÜRKÇÜLÜK ideolojisinin:

•Kendine özgü ekonomik
esasları var mıdır, varsa nelerden oluşmaktadır? Örneğin FAİZ uygulanacak
mıdır, vergi nelerden ve hangi ölçülerle alınacaktır?

•Bu Türkçülüğün
kendine ait Hukuk nizamı ve temel anayasa kuralları var mıdır, varsa hangi
kaidelere dayanmaktadır?

•Bu Türkçülüğün,
ahlaki ve ailevi yapısında; içecek, yiyecek ve giyecek konusunda, orijinal
prensipleri var mıdır ve nerelerden kaynaklanır?

•Bu Türkçülüğün;
siyaset (yönetim) kanunları ve devletin asli kurumları hangi şartlara ve
standartlara göre ayarlanmaktadır?

•Bu Türkçülüğün,
eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında gözetilecek temel esasları ve
programları var mıdır, neye göre belirlenmiş olacaktır?

İslam dışı kafatasçı
Türk veya Kürt ırkçılarının bu sorulara verecekleri bir tek doğru ve doyurucu
yanıtları yoktur. Çünkü Türk, Kürt vb. sadece bir ırktır, kendilerine ait bazı
gelenek ve görenekleri dışında, özel ve orijinal hukuk nizamları ve sistem
kavramları bulunmamaktadır. Oysa, Avrupa’dan kopya edilen, barbar Batılı
değerleri taklit yoluyla şekillenen kurum ve kurallar esas alınarak, biraz Kapitalizm,
biraz sosyalizm, biraz Osmanlı geleneği karıştırılıp üzerine de biraz İslam
sosu katılarak, maalesef Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi hain Yahudilerce
uydurulan ve hiçbir ilmi temeli bulunmayan kuruntular yerine, İslami değerler
ve tarihi birikimlerle şekillenen müspet bir Milliyetçilik elbette daha tutarlı
ve kucaklayıcı olacaktır.

Şu AKP döneminde
maalesef;

a-İslam Dinini
istismar edip ılımlaştırma ve yozlaştırma girişimlerine hız verilmiştir.

b-Müsbet Türk
Milliyetçiliğini ise inkâr edip, Milli duygu ve duyarlılıklarımızı
soysuzlaştırma yolu benimsenmiştir. Hatta Öyle ki “TC”den gıcık alan ve
kaldırmaya çalışan resmi ve sivil WC’ciler türemiştir. Bu ülkede Türkler,
Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Zazalar, Göçmenler ve diğer kökenler; bunların
hepsi ayrı kavim olabilir, ama aynı millettir. Resmi ve ortak dilleri
Türkçedir, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin devletidir ve hepimizin ortak haysiyet
ve hürriyet garantimizdir.

Mustafa Kemal Türk
Milliyetçiliğini, ırkçı bir anlayış ve yaklaşımdan uzak, kuşatıcı ve
kucaklayıcı bir zihniyetle ve zaten fikren ve fiilen dünyada öyle bilinen
haliyle özümseyip resmileştirilmiştir. Ancak ondan sonraki süreçte, Türkçülük
yeniden ittihatçıların mason kanadı gibi, ırkçı ve dışlayıcı bir mecraya
evrilmiştir.

Şu tarihi ve tescilli
gerçek de asla unutulmasın ki, Müslüman olmayan veya sonradan İslam’dan çıkan
Türkler, Türklüklerini de, Türkçeyi de muhafaza edememişler (istisnai örnekler
dışında) başka kavimler ve kültürler içerisinde eriyip gitmişlerdir. Hatta Ehli
Sünnet istikametinden (Sünnilikten) koparılıp, geçmişte Şiilik, günümüzde
Vehhabilik, El-Kaide’cilik, İranlı Ali Şeriati’cilik gibi aykırı mezheplere
kayan Türklerin bile, tarihte Osmanlı Devletine, şimdi de Türkiye Cumhuriyetine
düşman hale getirildikleri görülecektir. Mustafa Kemal’in şimdi kaldırılmaya
çalışılan Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken, İslam’ın ehli Sünnet çizgisini
ve Maturidi’lik düşünce sistemini tercih etmesi boşuna değildir.

“(İslam’ı ve Kur’ani
esasları gereksiz ve geçersiz sayıp) İnkâr edenler (hangi kavim ve görüşten
olursa olsun onlar) birbirlerinin velileri (ve şeytani düşüncelerin
destekleyicileri)dir. (Ey Mü’minler) eğer siz böyle hareket etmez (Hak ve hayır
üzerinde birbirinizi desteklemezseniz) yeryüzünde (ve ülkenizde) fitne ve
hezimet meydana gelecek ve büyük bir fesatçılık ve bozgunculuk alıp
yürüyecektir”
 (Enfal: 73)

Ayetinin yanında; tüm
akli, ilmi, vicdani ve tarihi göstergelerin gereği olarak; Milletimizin birlik
ve dirliğine, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin güçlenerek devam etmesine,
varlığımızın ve ayakta kalmamızın sigortası olan silahlı Kuvvetlerimize yönelik
tahrip ve tertiplere karşı el ve gönül birliği yapmamız, kof saplantı ve
safsatalar uğruna inatlaşmayı bırakmamız, işte Milliyetçiliğin ta kendisidir.

Yahudi ve
Hıristiyanlar, Budistler ve Moon’lar AKP iktidarı ve Fetullahcıların elebaşları
(iyi niyetli taraftarları değil) hepsi birden, yukarıdaki ayetin belirttiği
gibi, “faizci kapitalizmin ve Siyonist emperyalizmin” hâkimiyeti için
kenetleşip birbirlerini kolladıkları ve çok çirkin bir din istismarı yaptıkları
bir süreçte, bizlerin hala kof kuruntular, boş ve batıl kavramlar için
didişmemiz, dış güçlerin ve işbirlikçilerin ekmeğine yağ sürmek değil midir?
Asıl Milliyetçilik; Milleti, memleketi ve devleti uğrunda ve bu kurum ve
kavramların oluşmasının asıl mayası olan İslam odaklı ve herkesin temel insan
haklarına saygılı yaklaşımlarla kendi parti, dernek ve ideolojik taassubunu
terk edebilmektir.

Tekrar belirtelim ki:
“Türk Milleti”: Necip Türk kavminin yüksek inancı, insani amaçları ve
kahramanlık damarıyla; Anadolu’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki,
Ortadoğu’daki farklı köken ve kültürdeki insanları, İslamiyet mayası, adalet
kimyası ve devlet-medeniyet DNA’sıyla meczedip bütünleştirdiği ve bütün
dünyanın böyle bilip tarif ettiği, tarihi ve tabii gerçekliğin ifadesidir. Türk
Milleti kavramı; Kürtleri, Çerkezleri, göçmenleri asla inkâr ve istihfa (hafife
alma) değildir. Anadolu coğrafyasını Türkiye, saydığımız asil ve aziz
toplulukları Türk Milleti yapan bu şanlı ve şanslı kavmin varlığını ve kurucu
rehberlik payını inkâr etmek, hem kaderin taksimine itiraz gafleti, hem de
fiili birlik ve dirliğimizi dinamitleme girişimidir. Bunun yanında İslam’ı
dışlayan veya “Türklüğün aksesuarı” gibi yaklaşan kesimler de, hem milletimize,
hem de yüce dinimize karşı en büyük kötülüğü işlemektedir. Üstelik bu satırları
yazan kardeşinizin bir tarafı ZAZA kökenlidir.

 


[1] (Safahat. 3.
Kitap: Hakkın Sesleri-Üç beyinsiz kafanın (ittihatçı masonların) derdine, 3
milyon halle-Sh. 189 / Ravza Yay. İST. 2007)

[2] Atsız, “Aynı
Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz”, Atsız Mecmua, 1932, Sayı:12

[3] Atsız,
“Çanakkale Savaşı”, Atsız Mecmua, 1932, Sayı: 17

[4] 1925 Yılında
böyle yazan Necmettin Sadak, 1944’te Irkçılık-Turancılık davası sırasında Falih
Rıfkı Atay ve diğerleri ile birlikte Türkçülere saldıran makaleler yazar.

[5] Atsız,
Çanakkale’ye Yürüyüş-Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri sh:9-10

[6] 29. Mektup 6.
kısmın zeyli

[7] 15. Mektup 2.
makam

[8] 26. Mektup 4.
Mesele

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi