Anasayfa » Milli Görüş Budur Kıbrıs’ta Milli Duruş Budur

Milli Görüş Budur Kıbrıs’ta Milli Duruş Budur

Yazar: yonetici
0 Yorum 139 Görüntüleyen


    Milli Görüş Budur

Kıbrıs'da Milli Duruş Budur


'İHL yaptırmak istedik, yer
yerinden oynadı!..”

Milli Görüş Lideri Erbakan'ın
işaret ettiği 1. MC hükümetinde Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev
yapan Hasan Aksay da şunları belirtmişti:

“Feyzioğlu, Demirel ve
Denktaş Kıbrıs'a imam hatip yapılmasına ısrarla karşı çıkmışlardır. Diyanet'ten
Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığım dönemde, Hoca'nın Kıbrıs'a yönelik
'manevi kalkınma' projelerini hayata geçirmek için elimizden geleni yaptık.
Lakin müthiş bir direnç oluştu. Mason Locaları bu işe imkan vermedi!.. Evrensel
gizli örgütler, Kıbrıs Türkü'ndeki Milli heyecanın; İmam Hatiplerin, Kur'an
Kurslarının katkısıyla yükselmesini engellemek için, organize hareket etti. O
dönemde, ben Kıbrıs'ta din hizmetleri vermek, insanımızı irşat etmek üzere, 18
kadro çıkarttım. Fakat, o kadroları maalesef başka işlerde kullanıldı.”

Hükümete çağrı yapılmıştı

O dönemde engellemeler
yüzünden Kıbrıs'a İmam Hatip açmanın mümkün olmadığını ifade eden eski Devlet
Bakanı Hasan Aksay; “…İnsanlığın boşluk içinde olduğu bir zamandayız.
İslam gibi fertleri ve toplumları bütün kötülüklerden arındıran, insanları
vatan-millet sevgisi ile dolduran bir manevi kuvvet kaynağından mahrum bırakmak
felaketlere yol açmaktır. İmam Hatip okulunun burada açılmaması, çok büyük
kayıptır. Bugüne kadar açılmamasının vebali vardır. Zararın neresinden
dönülürse kardır. Kıbrıs'a bir an önce İmam Hatip açmak zarureti vardır.
Bugünkü Hükümet yetkililerine çağrıda bulunuyorum; Kıbrıs'a Allah rızası için
İmam Hatip açın.”

“Kıbrıs eriyip
gidiyor!..”

“Zamanında, Rahmetli
Adnan Menderes, Kıbrıs'tan Adana İmam Hatip'te okutmak üzere 7 kişi getirmişti.
Bunlar Adana İmam Hatip'ten mezun olup gitmişti. Ancak, o zaman yetiştirilen bu
7 kişiden hiç birinden din adamı olarak Kıbrıs'ta istifade edilmedi. Bunlardan
bir kısmı mecburen lokantacılık vesaire gibi işlere girişmişti. Biz Kıbrıs'ta
manevi eğitim için uğraştık, engellendik. Şimdi, parlamento aritmetiği ve diğer
şartlar açısından AKP’ye uygun bir ortam ve imkân verilmiştir. Kıbrıs'a bir
İmam Hatip okulunun açılması elzemdir. Kıbrıs eriyip gidiyor. Evrensel gizli
örgütler niçin İmam Hatip okuluna düşmanlık ediyor? Niçin Kıbrıs'ta İmam Hatip
okulu açılması istenmiyor?.. Milleti eritmek için. Esrar, içki, kumarla milleti
eritip yok etmek, insanları daha rahat kullanılır hale getirmek için…
Allah'ın önünde eğilmeyen, menfaatinin kulu oluyor. Localar, insanımızı daha
rahat kullanabilmek için, Kıbrıs'ta İmam Hatip okuluna karşı çıkıyor.
Hükümetin, bu işe el atması gerekiyor. Bu konu, hem Kıbrıs'ın, hem de
Türkiye'nin güvenliği için hayati önem taşıyor. Kıbrıs'a Allah rızası için İmam
Hatip açın” çağrısına şu AKP niçin kulak tıkıyor?
[1]

Kağan Güner’in tespitleriyle:

Irak işgaliyle iktidara gelen
AKP, Kıbrıs yüzünden gideceğe benziyordu. Kıbrıs Türk’ü Erdoğan’a rağmen AB’ye,
ABD’ye ve AKP’ye “Hayır” diyordu. Annan Planı’nda “Yes be anam” diyerek AB’ye
girmek isteyen Kıbrıs Türkü ve Kıbrıs’taki Türkiyeli göçmen nüfus uzun bir
süredir kötü bir şekilde kandırıldığının farkında ve bugün bu kırılganlığından
Eroğlu ile onurlu ve egemen bir halk olarak çıkmak istiyordu.

Özetle:

a) Ne, Kripto Yahudilerin ve
onların maşası olan Rotary ve Lions kulüplerinin
“KKTC’den İsrail’in arka
bahçesi ve güvenlik bölgesi”
 olarak gizli bir siyon
devleti yaratma; ama Türkiye cumhuriyetine ve askerine de bedava bekçilik
yaptırma hevesleri

b) Ne, Rumlarla birleşmeyi ve
Avrupa ile bütünleşmeyi, Türk askerinin himayesinde hayat sürmeye tercih eden
bazı soysuzlaşmış kesimlerin keyifleri.

c) Ne de, KKTC’yi “kolay para aklama merkezi,
kumarhane ve fuhuş bölgesi, ucuz tatil cenneti”
 gören veya “bağımsızlığımızı
haçlı emperyalizmine devretmek anlamına gelen AB’ye giriş niyetiyle bir
pazarlık aleti ve taviz rüşveti” 
olarak değerlendiren
Türkiye’li gafil ve hainlerin beklentileri için değil; Kıbrıs, Türkiye
Cumhuriyetinin ve aziz milletimizin, Akdeniz’deki son kalesi, yani güvenlik
garantisi ve Hz. Peygamberimizin süt halasından başlayarak bugüne kadar uğrunda
verilmiş on binlerce şehidin bize emaneti ve hediyesi olduğu için sahip
çıkılacak ve hiç kimseye bırakılmayacaktı.

Kıbrıs Bizimdi, Bizim
Kalacaktı!

Tanzimatçı ve İttihatçı
Masonların meymenetsizliği yüzünden Ada'nın İngilizlere devri… İngiliz
yönetiminde adadaki tüm dengelerin altüst edilişi. Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere'nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tesisi. ENOSİS planlarının
yavaş yavaş devreye girmesi. Kundaktaki bebeklerin bile katledildiği Rum
baskınları ve katliamlarının gerçekleşmesi. Nihayetinde Erbakan Hoca’nın yüksek
dirayet ve cesaretiyle ve Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı ile birlikte Ada'da barış ve huzurun temini sağlanmıştı.

İsmail Cem İpekci'nin
Dışişleri Bakanlığı döneminde önemli tavizler verilmesi. Ekonomide Kemal Derviş
politikalarına devam eden AKP'nin Kıbrıs'ta da İsmail Cem İpekci politikalarına
aynen devam ettirmesi… AB sürecinin hızlanmasıyla birlikte Kıbrıs'ın pazarlık
masasında AKP tarafından koz olarak kullanılır hale gelmesi… Kıbrıs Rum
Yönetimi'nin AB'ye girmesi, Türkiye'nin bu gelişmeyi sadece seyretmesi, hatta
zımnen desteklemesi. Annan planının referandumda bizatihi AKP tarafından
desteklenmesi, ve yine Ankara'nın desteğiyle Talat'ın Denktaş'ın koltuğuna
yerleştirilmesi 
sürecinde, nasıl hiçbir siyonist tezgah amacına
ulaşamadıysa, Milli Türkiye bundan sonraki oyunları da bozacaktı…

Çeşitli vesilelerle yaptığımız
Kıbrıs Gezilerinde, beynelmilel Yahudi siyonizminin ve ırkçı emperyalizmin
karakolları olan ve Atatürk tarafından kapatılan Mason Localarının alt
kuruluşları sayılan Rotary ve Lionsların görkemli binalarını bizzat
gözlemlemiştik.

Şayet Derviş Eroğlu ve
yandaşları da bu masonların ve Lionsların güdümünde ise, zaten emperyalizmin
hizmetinde demektir. Gerisi boş laf ve emektir. Çünkü AKP’de aynı masonik
merkezlerin emrindedir.

Recep T.
Erdoğan, Yahudi ve Siyonistlerle irtibatlarını ve masonlar eliyle paşaları
hizaya sokacaklarını şöyle itiraf etmiştir:

18 Ekim 2005 tarihli Star
Gazetesi'nde Faruk Mangırcı “Bu kadar demokrasi fazla” başlıklı
yazısında, Sesar adlı internet sitesinde yer alan ve “Başbakan Erdoğan'a
sorular” başlığı ile yayınlanan konulara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete
sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan
gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve
Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazıda özetle
şöyle deniyordu: 
“Tüm dünyadaki Yahudi
Lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi
yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolündedir. Tüm paşalar ya masondur ya da
masonların kontrolündeki kimselerdir. İsrail’le stratejik işbirliği yapıldığı
için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason Localarının
kapatılmasının hesabını soracaktır. Atatürkçülüğü ve Atatürk'ü Türkiye'den
silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaktır. (Meşhur Mason ve Yahudi asıllı
işadamı) İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi, arkamız sağlamdır.”


[1] Serdar Arseven /
Vakit

Kaynak: http://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/kibris-meselemiz-ve-milli-mesuliyetimiz#comment-744

 

KUR’AN’SIZ KIBRIS KİME YARAR?

Mabedinde din öğretilmeyen tek ülke KKTC nereye
kayıyordu?

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Milli Eğitim
Bakanlığı ve Din İşleri Dairesi'nin birlikte koordine ettiği “yaz kuran
kursları” yine sendikaların baskınına uğramıştı.

Tamamen anayasal çerçevede düzenlenen, KKTC Milli
Eğitim Bakanlığı ve Din İşleri Dairesi tarafından kontrol edilen ve liyakat
sahibi formasyonlu görevlilerin ders verdiği Kur'an kursları, KKTC'de yaz
tatilinin başlamasıyla yine gündeme taşınmıştı. Lefkoşa'da eylem yapan Kıbrıslı
sendika görevlileri, “Kur'an kurslarına asla izin vermeyeceklerini”
açıklamıştı.

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS)
Başkanı Ahmet Eraslan ve sendika üyesi öğretmenlerin, yaz Kuran kurslarına
baskın düzenlemesi kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştı. KTOEÖS Başkanı Eraslan,
“sendika olarak yaz Kur'an kurslarına asla izin vermeyeceklerini” vurgulamıştı.
Kursların siyasi bir amaca hizmet ettiğini iddia eden Eraslan, “Kur'an
kursularının yaz tatilinde çocuklara verilmesine karşıyız. Bunu engellemek için
sendika olarak elimizden geleni yapacağız. Bu durumu Sayın Milli Eğitim
Bakanımıza da ilettik” diye çıkışmıştı.

“Milli Eğitim Bakanlığı okul kapılarına polis
koymalı”

Demokratik Haklar ve İnanç Platformu sözcüsü Mustafa
Tıngır ise istenmeyen olayların ortadan kalkması için KKTC Milli Eğitim
Bakanlığının sendikaları durdurması gerektiğini hatırlatmıştı. Verilen
kursların tamamen yasal olduğuna dikkat çeken Tıngır, “Milli Eğitim
Bakanlığı gerekirse okul kapılarına polis koyarak, olması muhtemel
provokasyonları engellemeli” uyarısı yapmıştı.

Türkleri Hıristiyanlaştırma Kiliselerine ses
çıkarmayan Mason Sendikalar niye Kur’an Kurslarına saldırıyordu?

KKTC Din Görevlileri Birliği Başkanı Hayri Koç ise
KKTC'de yaşanan kurs skandalıyla alakalı olarak sendikaların hadlerini aştığını
belirtip yapılan eğitimin tamamen yasal olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Din
İşleri Dairesi'nin kontrol ettiği yasal bir oluşumu sendikaların sabote
ettiğini ve anayasal suç işlediğini söylüyordu. MEB'in olaylar karşısında
sessiz kalmasını da eleştiren Koç, “Sanki tavşana kaç, tazıya tut oyunu
oynanıyor. Tamamen yasal bir eğitim verilirken, sendikalar gelip kursları engelliyor
ve bu vatandaşlara hiçbir yasal işlem yapılmıyor. Bunun arkasının araştırılması
gerekir” tespitleri dikkat çekiyordu.

İstenmeyen olayların yaşanmasından korkuluyordu.

Geçen sene de okulların basıldığını ve öğrencilerin
taciz edildiğini belirten Koç, “Milli Eğitim Bakanlığı'nın tahsis ettiği
formasyonlu öğretmenlere, yine bakanlığa bağlı okullarda tüm yasal prosedürler
uygun olduğu halde polisle beraber baskın yapıldı. Çocukların özel eşyaları,
çantaları didik didik arandı. Flash belleklerine el koyuldu ama hiçbir suç
unsuru bulamadılar ve hâlâ sendikaların bu tavrına bir dur diyen yok”
değerlendirmesinde bulunup ayrı bir noktaya da dikkat çekerek: “Dünyada
mabedinde din eğitimi alamayan tek ülke Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir.
Sendikaların yaptığı baskınlarla vatandaşlarımız huzursuz edilmektedir.
Sendikaların bu tavrı devam ettikçe istenmeyen olaylar yaşanabilir” diyordu.
Geçen yıl Alayköy'de vatandaşlarla sendikalılar arasında çıkacak istenmeyen
olayların halkın sağduyusuyla çözüldüğüne dikkat çeken Koç, vatandaşların
tahrik edildiğini belirtiyordu.

Girne Protestan Pastörüne göre: Kuzey Kıbrıs’ta şu ana
kadar 300 Türk aile Hıristiyanlığı seçmiş bulunuyordu!

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Dini Bilgiler
Kursları'nın basılmasıyla tartışılmaya başlanan din eğitimi ve din özgürlüğü
konusu, Ada'da son zamanlarda şubelerini arttıran kilise evler ve diğer
dinlerin merkezleri konusunu da gündeme taşımıştı.

Kuzey Kıbrıs'ta son iki yıl içerisinde Yehova
Şahitleri'ne ve Protestanlara ait ikişer kilisenin yanı sıra bir de sinagog
açılmıştı. Bunlardan biri de Girne'de faaliyet gösteren “Lütuf Kilisesi”
olmaktaydı. Kilisenin Türk Pastörü (Protestan papazlarına 'pastör' adı
veriliyor) Kemal Başaran, Cihan'a yaptığı açıklamada Kuzey Kıbrıs'ta şu ana kadar
300 ailenin Hıristiyanlığı seçtiği bilgisini açıklamıştı. “Benim annem
babam da Türk doğdu. Türkler; 'Biz Müslümanız Evelallah' düşüncesine sahip ama
hakikatte yarım yanlış bir Fatiha'dan öteye gidemeyen, ezan sesi duyup da
tanımak dışında İslam’la ilgili hiçbir şey bilmeyen insanlardı annem babam”
diyen Türk kökenli Papazın anlattıkları çok acı gerçekleri yansıtmaktaydı.

KKTC Din İşleri Dairesi Başkanı Yusuf Suiçmez,
Müslümanları baskı altında tutup diğer dini oluşumların denetlenmemesini
Müslüman Kıbrıs halkının dinine karşı haksız bir rekabet ortamı oluşturduğuna
dikkat çekiyordu. Kamuoyunda İslamiyet'le ilgili dezenformasyon yaşandığını
belirten Suiçmez, şunları söylüyordu: “İslamiyet'i karalamaya, Kur'an ve
İslam öğretimi üzerinde bir baskı kurulmaya çalışılıyor. Kendi inancımız
toplumda bu şekilde lanse edilirken diğer din unsurlarının saf gösterilmesi ve
istismar edilebilecek unsurların görülmemesi bazı kasıtlı hıyanetlerin
gizlenmesine yarıyor.”

Hiçbir Hıristiyan'ın bulunmadığı mahallelerde
kiliseler açıldığını ifade eden Suiçmez, bazı kişi ve grupların toplumu
yozlaştırmak için bilinçli girişimlerde bulunduğunu dile getiriyor ve “Bir
yerde kilise açılacaksa aynen Kur’an Kursunda olduğu gibi uzmanlık eğitimi
istenmesi lazımdır. İnsanlarımızı istismardan korumak için devletin denetleme
görevini doğru yapması şarttır. Ama kilise ve havralara kolaylık sağlayıp Kur’an
Kurslarına zorluk çıkarmak kasıtlı ve sakat bir kafa yapısını yansıtmaktadır”
diye yakınıyordu.

Türk Protestan Pastör tam bir gâvurluk sergiliyordu!

Girne'de faaliyet gösteren 'Protestan Türk Kilisesi'
ya da diğer adıyla 'Lütuf Kilisesi'nin Pastörü Kemal Başaran, öğretmenler
sendikasının dini bilgiler kurslarına yaptığı müdahaleye destek veriyordu.
“Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta Hıristiyan düşmanlığı yapıldığını ve Kuran
Kurslarında diğer din ve ırklara karşı düşmanlık aşılandığını” öne süren Pastör
Papaz Başaran, Türkiye'deki Hıristiyan din adamlarına geçmişte yapılan bazı
saldırıları örnek gösteriyordu. Başaran Gavurcuğu: “Kur'an kurslarında
doğru eğitim verilmediği için, Batı'ya ve Hıristiyanlığa karşı şüphe
yaşanıyor” iddiasını ortaya atıyordu. Böylece Haçlı AB’ye sahip çıkıyor ve
AB’ye üyelik girişimlerini destekliyordu. Sözde AB karşıtı ulusalcıların bu
Papaz kafalı sendikacılara arka çıkması ise dikkat çekiyordu.

KKTC'de Dini Bilgiler Kursları'na yapılan müdahaleleri
'baskın' olarak değerlendirmeyen Papaz Kemal Başaran, “Baskın yaptılar da
ne yaptılar, ellerindeki sopalarla birilerinin kafasını mı kırdılar?” diyerek
tam bir gâvurluk sergiliyordu. Devletin Sünni İslam'a ayrıcalık tanıdığını öne
süren Kıbrıs Türkü ve Protestan Pastörü, “Kurslar, Sünni olmayan kişilerden
tarafından denetlenmeli. Ben öğretmenlerin denetlemesini destekliyorum”
diyordu.

Türkiye'den gelenler de Hıristiyan oluyordu!

Aileleri, 'Çocuklarımız dinlerini öğrenmek istiyor'
diyerek onları kurslara göndermekle eleştiren Kıbrıs türkü Hıristiyan Papaz
Kemal Başaran, “Zavallı yavruların yaz tatillerini din dersi almakla
geçirme arzusunda olduklarına inanmıyorum” deyip kendi ailesinden örnek
veriyordu: “Bütün Kıbrıslı Türkler gibi Müslüman'dık. Benim annem babam da
Müslümandı, güya Müslümandı. Çünkü İslam'ın beş şartı var, benim annem babam o
beş şartın hiçbirini yerine getirmedi. Bugün Kıbrıs Türkleri 'yüzde doksan
dokuzu Müslüman olan bir halk.' İslam'ın şartı beş ise halk yüzde bir
Müslümandır. Bu insanların yüzde biri bile camiye gitmiyor. 'Biz Müslümanız
Evelallah' düşüncesine sahip ama hakikatte belki Fatiha bile okuyamayan, ezan
sesi duyup da tınmayan insanlardı annem babam.” 20 yaşında Protestanlığı
seçtiğini belirten Başaran'a göre KKTC'de Hıristiyan olanlar arasında Kıbrıslı
Türklerin yanı sıra Türkiye ve Bulgaristan'dan gelen Türkler de bulunuyordu.

KKTC Hükümeti, Kur’an Kursu sorununa el atmıştı: Çözüm
kurumsallaşmadır,

Sendikalar halt ediyordu!

KKTC Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım
Çavuşoğlu her yaz baskınlarla gündeme gelen Dini Bilgiler Kurslarını
kurumsallaştırarak bu sıkıntıyı halledeceklerini söyledi. Toplumun her
kesiminden destek istediklerini belirten Çavuşoğlu, “Kurumsallaşmaya doğru
çıktığımız bu yolda herkesin bizi anlamasını bekliyoruz ve ne yaptığımızın
bilinmesini istiyoruz. Kimse buna takoz koymaya çalışmasın, çünkü bu
yapılmadığı takdirde insanlarımız farklı noktalardan bu eğitimi almaya çalıyor,
işte asıl tehlike oradadır” diyordu. KKTC'de yaz tatilinin başlamasıyla gündeme
gelen ve her yıl olduğu gibi bu yıl da baskınlarla kamuoyu oluşturan dini
bilgiler kurslarına hükümet ve bakanlık tarafından sahip çıkılıyordu. Milli
Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım Çavuşoğlu, kurslar konusunda yaşanan
sıkıntıları çözmek için toplumsal mutabakat amaçladıklarını belirterek hükümet
olarak bu sorunu, tarafları memnun ederek çözeceklerini belirtiyordu.

Eğitmenler ilahiyat mezunu ve pedagojik formasyonlu

Kurslarda eğitmenlik yapan öğretmenlerin tamamen
liyakat sahibi olduğunu vurgulayan Bakan Çavuşoğlu, öğretmenleri üç günlük
hizmet içi eğitimle hazırladıklarını ve kurs müfredatını doktoralı görevlilerle
birlikte oluşturduklarını hatırlatıp, Kurslardaki eğitimin tamamen uzman
kişilerce verildiğini, öğretmenlerin ilahiyat mezunu ve pedagojik formasyonlu
kimselerden seçildiğini belirtiyordu. Çavuşoğlu, hazırlanan müfredatın şuanda
okullardaki öğrencilerin ihtiyacını karşılayacak şekilde olduğunu da
vurguluyordu.

Sendikaların kursları engellemeye hakları yoktu

Sendikaların görüşlerini ortaya koymaya haklarının
olduğu gibi yasal çerçevede eylem yapma haklarının da olduğunu belirten
Çavuşoğlu, ancak sendikaların sınırlarını çiğneyerek kursların devamını
engellemeye haklarının bulunmadığını belirtiyordu.

Çözüm için toplumsal mutabakat aranıyordu

Kurumsallaşma çerçevesinde belli bir noktaya gelindiğini
hatırlatan KKTC Gençlik Bakanının: “Geldiğimiz nokta şu anda kursların
kurduğumuz sistem içinde devam etmesi. İlahiyat mezunu pedagojili hocalarla
eğitime devam edilmesi yönündeki tavrımız devam edecek. Hükümet ve bakanlık
olarak bu sorunun ortadan kalkması için toplumsal mutabakatı hedefledik. Bizim
buradaki gayretimizin amacı bunun her yıl gündem yapmaktan kurtarmak,
istikrarlı bir şekilde düzene getirip sağlıklı bir şekilde kursların devamını
sağlamaktır. Bu çerçevede bazı şahıslar kasıtlı ve kışkırtıcı fikirler öne
sürüyorlar, bazıları karşıdır, bazıları taraftır, ama bu sıkıntıları aşacağız”
açıklaması olumlu bulunuyordu.

Çünkü toplumun talepleri konusunda kursların Milli
Eğitim Bakanlığı'nca denetlenerek halka hizmet vermesi gerekiyordu. Müslüman
halkın talebini karşılamak zaten yasal ve anayasal olarak Milli Eğitim
Bakanlığı'nın görevi oluyordu.

KKTC'de sendikalar iyice azıtıyordu

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bir okuldaki Kuran
kursunu basan eğitim sendikası ve derneği yetkilileri, bir başka Kuran kursu
daha basıyordu.

Sendika üyelerinin, Gönendere'de bir Kuran kursuna
baskın düzenledikleri, öğretmen ve öğrencileri dışarı çıkardıkları
anlaşılıyordu.

Yaz tatilinin başlamasıyla beraber çocuklarının dini
eğitim almasını isteyen velilerin talebi üzerine harekete geçen KKTC Milli
Eğitim Bakanlığı ve KKTC Din İşleri Dairesi, yaz kuran kurslarının okullarda
verilmesini kararlaştırıyordu. Ancak Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler
Sendikası (KTOEÖS), sendika üyeleriyle kursları basarak eğitime engel olmaya
çalışıyordu.

KKTC Eğitim Bakanı; “Kur'an Kurslarına baskın bir daha
yaşanmayacak” teminatını veriyordu

KKTC Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım
Çavuşoğlu, sendikaların Kur'an kurslarına yaptığı baskınlara sert tepki
göstererek: Kişilerin inanç özgürlüğünü sonuna kadar koruyacaklarını belirtiyor
ve bir daha baskınların yaşanmayacağı teminatını veriyordu.

Çavuşoğlu, sendikaların siyasete bulaşmalarına ve
kamuoyunda manipülasyonlar yapmalarına sonuna kadar karşı duracaklarını ifade
ederken KTÖS Başkanı Güven Varoğlu'nun, “Kıbrıslı Türkleri
Müslümanlaştırma politikası güdülüyor. Geçmişte Türkleştirme konusunda aynısı
yapıldı” sözlerine de “Buradan Sayın Varoğlu'na söylüyorum, buradaki halk
Türk'tür ve Müslüman'dır. Biz de Türk'üz ve Müslüman'ız” karşılığını veriyordu.

Geçmiş hükümetlerin ve AKP’nin gaflet politikası
meyvesini veriyor, KKTC’de ekonomi ve siyaset batıyordu!

“KKTC, malum, henüz başka ülkeler tarafından
tanınmaması sebebiyle doğru dürüst bir gelir kaynağı olmadığı için, ağırlıklı
olarak Türkiye'den gönderilen yardımlarla ayakta duran bir ülke konumundaydı.

Türkiye'de ortalama memur maaşları 1.300-2.000 TL
düzeyinde iken, KKTC'de 2.500-5.000 TL aralığındaydı.

Türkiye ve KKTC resmi kaynaklarından derlenen bazı
rakamlar şunlardı:

KKTC'nin nüfusu 265 bin kişiye, Adadaki taşıt sayısı
245 bine ulaşıyordu. Nerdeyse kişi başına bir araç düşüyordu.

100 milyon nüfuslu Japonya'da 5 bin makam aracı
varken, KKTC'deki resmi araç sayısı 2.400'ü aşıyordu.

Akaryakıt fiyatları aşağı-yukarı bizdekinin yarısı
kadarına satılıyordu.

Adada asgari ücret net 1.237 lira ama ortalama
aylıklar 2 bin liranın üzerinde bulunuyordu. Adadaki bütün ücretlilere bir de
ikramiye niyetine 13. maaş ek hakları veriliyordu.

Bazılarının 10-15 sene çalışarak emekli olduğu ifade
edilen toplam 37 bin emeklinin olduğu Adada, kamu emeklilerinin maaşları 2-3
bin liradan başlayıp, 5 hatta 6 bin liralara tırmanıyordu. Emekli olunurken
alınan ikramiye rakamları ise Türkiye ile mukayese edildiğinde, dudak
uçuklatacak cinsten: Bizde devletten emekli olanların ikramiye miktarları 25-70
bin lira arasında iken, KKTC'de kamu emeklilerinin ikramiyeleri 200 bin lira
ile 2 milyon lira arasında değişiyordu.

Haftalık çalışma saatleri kışın 40, yaz aylarında ise
35 saati geçmiyordu.

Adada devletten maaş alanların sayısı 70 bin civarında
tahmin ediliyordu.

Türkiye'de 15 milyon öğrenciye karşılık 600 bin
öğretmen varken, KKTC'de 36 bin öğrenci için 6 bin öğretmen mevcuttu. Yani 6
öğrenciye bir öğretmen düşüyordu. (KKTC öğrencileri, üniversiteye giriş ikinci
aşama sınavlarında, Şırnak'ın ardından 82. olmuştu!”

Adanın var olan ekonomisi 10 kadar ailenin denetiminde
idi ve birbirlerine rakip gibi gözüken bu aileler, aynı Rotary, Lions ve İnner
Wheel kuruluşlarında birlikte hareket ediyordu!

KKTC'lilerin Türkiye'den gelenlere karşı davranışları,
hiçte insaflı ve insancıl görülmüyordu.

Son olarak açılan Kur'un kurslarına yönelik bazı
öğretmenlerin saldırıları ile Türkiye gündemine gelen adada, bazı şeylerin
değişmesi için, biraz da Türkiye'nin zoruyla, ekonomik tedbirler için düğmeye
basılması gerekiyordu.

KKTC, İflasın eşiğinde bir devlet görüntüsü veriyordu

KKTC'de yürekler acısı olan sadece ekonomi değil,
siyasi sistem de batıyordu Ekonomide dönen paranın çoğu elinden geçtiği için
politika bir dağıtım ve bölüştürme merkezine dönüşüyordu. Rüşvet ve yolsuzluk
kol geziyor, bazı istisnalar dışında halk kolaya alıştığı için bu müflis
sistemi destekliyor, durum feci olmasına rağmen reform talebinde bulunmuyordu.
“Toplum halinden memnun toparlanma ihtiyacı duymuyordu.”

Siyasetin iş yapıcı kolu olan bürokrasinin durumu da
endişe veriyordu. Çoğu pis ve bakımsız olan devlet dairelerinde iş bilmeme,
bilgisizlik, disiplinsizlik hüküm sürüyordu. “Bakanlıklar çalışmama
üzerine kurulmuş” diyen eski bir bakan her şeyi özetliyordu. Siyasi
partiler durumu ters çevirecek entelektüel altyapı ve yetenekten yoksundu.
Hiçbirinin dişe dokunur ekonomik programı, gelecek için vizyonu yoktu.
“Siyasetçi çözüm üretmiyor. Bundan dolayı herkes neye sahipse onu korumaya
çalışıyor. Kamu çalışanları, emekliler maaşına sarılıyor. Sendikalar ele
geçirdikleri yasal yetkilere sarılıyor. Turizm tesisleri kumar lisanslarına
sarılıyor. İşadamlarının bir kısmı ya ithalatta tek, ya tek bayi. Onlar da bu
durumlarına sığınıyorlar. Başka aktörleri devre dışı bırakmaya çalışıyorlar.

“Sendika yöneticileri, siyasetçiler, imtiyaz
üzerine iş kurmuş işadamları bu sistem değişmesin diye engelliyorlar
desteklemek yerine. Üstü kapalı mutabakat var KKTC'de: Türkiye'den daha fazla
para nasıl alınır. Başka hiçbir konuda mutabakat yok” diyenlere maalesef
hak vermek gerekiyordu.

Aydınlık ise bu olayı: “AKP tehditle, okullarda Kur’an
Kursları açtırıyor” diye çarpıtıyordu

Türkiye'de Türk ile Kürdü ayırmaya çalışan AKP'nin son
birkaç aydır Kuzey Kıbrıs'ta “Kıbrıs Türkü” ile “Türkiye
Türkü”nü ayırmaya çalışan girişimleri şaşkınlık ve tedirginlikle
izleniyor” şeklinde çarpıtıyor ve “Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS),
kuran kursu veren okulları işgal ederek, “Kuzey Kıbrıs Milli eğitiminin laik
bir eğitim sistemi olduğunu açıklayarak, okulların Kur’an Kursu için
kullanılmasına izin vermeyeceklerini belirtiyor” diyerek, Kıbrıs Türkünün
İslam’dan uzaklaşmasına ve Hıristiyanlaşmasına dolaylı destek veriyordu. Sanki
AKP değil de CHP veya DP Kıbrıs’a Kur’an Kursu açsa buna sahip çıkacaklarmış
gibi sahte bir tavır takınılıyordu.

Bazı duyarlı Müslüman konuşmacıların vurguladığı 'Din
eğitiminin Rum Kesimi'ndeki gibi serbest bırakılmasını' arzulamalarını, en
azından KKTC’deki kiliseler ve havralar kadar Kur’an Kurslarına da müsamahalı
davranılmasını bile Aydınlıkçılar içine sindiremiyordu.

Aydınlık: “Türkiye'nin Lefkoşa Büyükelçiliği önündeki
eylemde, KTÖS Başkanı Güven Varoğlu, KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ile
KTOEÖS Başkanı Adnan Eraslan’ın: “Kuran kurslarının ülkede ayrımcılık ve
ayrılıkçı bir ortam yarattığı, insanların çatışma durumuna hazırlandığı,
Türkiye hükümetlerinin Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs'ta azınlık durumuna düşürmeye
çalıştığı” iddialarını haklı bulması ise bizleri şaşırtmıyordu. Çünkü bunların
ulusalcılıktan, aydınlanmacılıktan anladıkları şeyin İslam’a düşmanlık olduğu
tarafımızdan biliniyordu.

Aydınlık’ın: “Bu
müdahaleler sonucunda ortaya çıkan sosyal tablo oldukça tehlikeli. Kıbrıslı
Türk'ü Türkiyeliye karşı ve Türkiyeliyi de Kıbrıs Türk'üne karşı konumlandırılınca;
Kıbrıs Türk'ünün tepkisi Türkiye'ye dönüyor, AKP'ye değil. Bu haliyle de
sokaktaki sendikal hareket her an bir bir turuncu devrime dönüşme tehlikesi
taşıyor. 'İşgalci Türkiye' sesi çok yakında Türk Ordusunun kışlaları önüne
gelirse kimse şaşırmasın. Belki bu da Ergenekon komplosunun bir parçası olarak
çoktan planlanmıştır. Çünkü Türk Ordusu'nun belinin Kuzey Kıbrıs'tan kırılması
gerektiğini çok iyi biliyorlar!”[1]
 yorumu ise,
“Kıbrıs Türk’ü Kur’an’ı öğrenmek ve İslami bilince erişmektense, Rum gâvuruna
köleleşmeyi tercih etmektedir. Hatta bunu engelleyen Türk ordusunun, “işgalci
asker defolsun” diye adayı terk etmesini bile isteyebilir ve bunun suçlusu da
Kur’an kursunu ve İslami şuuru verenlerdir” küstahlığının dolambaçlı anlatımı
oluyordu.

Şimdi insaf ve izanla söyleyecek olursak; Aydınlıkçı
geçinen bu karanlık kafalar, bu dinsiz Masonluğa gönüllü kalfalar bulundukça,
bütün akrepliklerine rağmen bu halkın niye AKP’yi desteklediği de ortaya çıkıyordu.

Kökü dışarıda fesat yuvaları olduğu için Atatürk’ün
kapattığı mel’un Mason Localarının alt kurumları olan LİONS VE ROTARY
KULÜPLERİNİN, KKTC’nin en kıymetli yerlerinde ve şatovari en görkemli köşklerde
faaliyet yapmasına, “Kıbrıs Türk’ünü” Hıristiyanlaştırma çabalarına ve en
mümbit ve stratejik bölgelere siteler ve semtler kuran Yahudilerin havralarına
ve Kabala safsatalarını yaymalarına sesini çıkarmayan bu aslı ve astarı
karanlık takımının, Kur’an Kurslarına ve İslami kurallara şeytan gibi tepkili
olmalarının altında ne yatmaktaydı?

Bu gâvur âşıklarının, Kıbrıs’a yerleştirilen ve
kendilerinin de varlık ve bağımsızlık sigortası haline getirilen “ANADOLU
TÜRKÜNDEN” artık gizlenemeyen bir nefret ve husumetle bahsetmeleri, yoksa İslam
kaynaklı mıydı? Yıllardır Rum gâvurlarının ve Yunan tarafının dile getirdiği,
“Anadolu Türklerinin geri gönderilmesi” tezine şimdi “Kıbrıs Türkleri”nin de
böylece bir nevi destek vermesi, bunların sadece imanından değil, kanından da
şüphe edilmesi sonucunu doğuracaktı.

Ama şunu Rum gâvurları da, Kur’an ve İslam düşmanı
soysuzlar da iyice bilsinler ki, Kıbrıs onların hatırı ve keyfi için değil,
Türkiye’nin Akdeniz’deki son kalesi olduğu için savunulup sahip çıkılmıştı ve
sonsuza kadar böyle kalacaktı!

[1] 8
Ağustos 2010 Aydınlık Sh: 14-16

Kaynak: http://www.millicozum.com/mc/ekim-2010/kuransiz-kibris-kime-yarar#comment-931

 

 “Kafes”
tertibinin hedefi de yine Kıbrıs’tı

Ergenekon savcıları deniz subaylarını sorgularken
100’ü aşkın kurmay albay ve amiralin ismini sormuşlardı. BOP’un Kıbrıs planı
çerçevesinde Türk askerinin adadan çıkarılabilmesi için, TSK’nın köşeye
sıkıştırılıp teslim alınması planlanmıştı. Kıbrıs söz konusu olduğunda Deniz
Kuvvetleri çok özel bir önem taşımaktaydı. İşte bu gücün zayıflatılması
amaçlanmıştı.

İlter Türkmen gerçekleri çarpıtmaktaydı!

KKTC'nin kuruluşu kolay olmamıştır. Kıbrıs Türkünün
var oluş ve özgürlük mücadelesi destansıdır. Özgürlük adına adada 131 yıldır
mücadele sonuçsuz kalmayacaktır. Bin bir meşakkatle kurulan KKTC’yi ortadan
kaldırmak için iç ve dış mihraklar iş başındadır. KKTC'nin hiçbir şartta
yıkılmayacağını, çok yakında herkes anlayacaktır.

Her fırsatta KKTC'nin varlığına saldırmayı maharet
sayanlardan biri de KKTC'nin kurulduğu dönemde Anavatan Türkiye Dışişleri
Bakanlığı yapan İlter Türkmen'dir. Türkmen hatırlanacağı gibi KKTC'yi ortadan
kaldırmayı öngören Annan Planı'nın da ateşli savunucularındandır. KKTC'nin 26.
kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkmen bazı basın kuruluşlarına beyanatlar vermiş,
daha doğrusu yaptığı açıklamalarla tarihi gerçekleri çarpıtarak adeta
saçmalamıştır.

Türkmen KKTC’nin kuruluşunu, Denktaş’ın koltuk
sevdasına bağlayarak “Kıbrıs’ın Yunanistan’dan ziyade Masonların daha etkin
bulunduğu Türkiye’nin elinde olmasını isteyen İsrail hesaplarını ve Denktaş’ın
sabataist bağlantılarını saklamaya çalışmakta ve gerçeği saptırmaktadır.

Recep Erdoğan’ın gizli telefon talimatlarıyla; “Çözüm,
insanlığa yapabileceğimiz en büyük katkıdır” diyen Cumhurbaşkanı Talat:
''sürecin hızla ilerlemesi için çalışan ve çözüme ilgi gösterenleri katkı
koymaya çağıran bir strateji izliyoruz'' sözleriyle KKTC’yi Rumlara
pazarladığının işaretlerini vermişti.

Ey Erbakan’ın Milli ve haysiyetli projelerine,
adaletli ve merhametli yönetimine, bol ve bereketli ekonomisine ve özellikle
1974 Kıbrıs’ın kurtuluşundaki tarihi rolüne burun büken, nankörlük eden, hatta
dış güçlerle ittifak edip postmodern darbelere girişen askerler, siviller!.. Ve
ey bunları alkışlayan sefihler, sersemler!..

Şimdi AKP’nin akrepliklerinden sızlanmaya ne hakkınız
var. İlahi adalet sizden intikam alıyor ve vicdan ehlini intibaha (uyanışa)
getirmeye çalışıyor.

“Ey Erbakan Hoca, nerde kaldın? Gel başımıza geç ki
kurtulalım!” diye bin pişmanlıkla Onu arayacağımız güne kadar da bu
perişanlığımız devam edeceğe benziyor.

Bu arada Rusya’nın KKTC’yi tanıma teklifine AKP
yanaşmamıştı.

Rusya, Güney Osetya ve Abhazya’nın tanınması
karşılığında KKTC’yi tanıyacaktı. Bu yönde gelişmeler ve haberler dış basında
ve Türk basınında yer almıştı. Hatta bazı Rus kaynaklar KKTC, Abhaz ve Oset
yetkililerle Türk ve Rus yetkililerin bir araya geleceği toplantıların
planlandığını açıklamıştı. Ama ABD, AB ve İsrail’in korkusundan AKP böyle bir
fırsatı bile dikkate almamıştı.

Eliyahu Sasson, Ankara'daki
ilk Israel elçisi olmaktaydı
 ve
zamanın Başbakanı Adnan Menderes
onu;
 “kardeşim” diye çağırmaktaydı!?

Türk dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 1902
Şam doğumlu ve önce Osmanlı ve daha sonra İngiliz mandasına karşı savaşmış,
istihbaratçı ve şimdiki sözcükle “Mossadçı”,
Siyonist Eliyahu Sasson ile Roma’da düzenli olarak,
 “regularly” buluşuyordu.

Kıbrıs'ın tarihindeki her dönüşümde Yahudi
manivelasını hesaba katmak gerekiyordu. Adanın Türkler tarafından alınmasında
Yahudi Yasef Nasi’nin telkin ve teşviki biliniyordu; İkinci Selim’in, Kıbrıs'ı,
Yahudilere yurt olarak vermek üzere almasını istiyordu.

Yalçın Küçük, “Çalışmalarımda, Yahudilere,
en uzak kavmin
 Araplar
değil Elenler (Yunanlılar) ve en
yakının ise
 Türkler
değilKürtler olduğunu” yazıyordu.

Kıbrıs'ta Türk Mukavemet Teşkilatı'nın, asıl
kurucusunun F. Rüştü Zorlu olduğunu
 söylüyordu.

Öyleyse, Eliyahu Sasson-Fatin Zorlu’nun düzenli
buluşma ve planlamalarında, “Mossad” ve Israel katkısını hesaba
katmak gerekiyordu.

Sasson-Zorlu düzenli görüşmelerini açığa çıkaran
kitap, “Israel'in Gizli Savaşları” başlığını taşıyordu
 ve Uğur
Mumcu
 bu kitaptan
haberdar bulunuyordu.

Uğur, Lan Black ve Benny Morris'in bu çalışmasına
dayanarak, Israel-Kürt ilişkilerine dikkati
çekmişti
; belki de parmağını doğru yere koyan ilk yorumcuydu, Kuzey
Irak'ta Barzani Ailesi, Israel ile ortak bir savaş yürütüyordu, Israel'in gizli
savaşları arasında bu konu önem ve öncelik taşıyordu.

Uğur Mumcu, bunu yazdıktan, on beş gün sonra
öldürülüyordu!? 

İsrail'in Kıbrıs üzerindeki hedefleri ve planları

Toprakları İsrail'in “Tevratsal Sınırlar”ı
(Arz-ı Mev’ud) içinde yer alan ülkelerden biri de Kıbrıs'tır. Kıbrıs, Yahudiler
için tarih boyunca önemli bir konumda sayılmıştır. İsrail'in kurulmasından önce
Filistin'e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da, “askeri bakımdan ve
istihbarat açısından değerli bir koz” olarak kontrolde tutulmaya çalışılmıştır.

Kıbrıs'a yönelik Yahudi ilgisinin ilk somut örneğine
Osmanlı'nın Kıbrıs'ı fethi sırasında rastlanır. O dönemde Saray'da danışman
olarak bulunan eğitimli bir Yahudi olan Yasef Nassi “Kıbrıs Kralı”
olmak hevesine kapılmıştır. Bundaki amacı, adanın “bir Yahudi yerleşim
merkezi haline getirilmesi”dir. Yasef Nassi'den sonra adaya merak saran
bir başka Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere Başbakanlığı koltuğuna
oturan Benjamin Disraeli olmuş, Disraeli, çok sayıda Romanyalı Yahudi'nin
Kıbrıs'a transfer edilmesini sağlamıştır.

Ancak Kıbrıs'ın Yahudiler açısından taşıdığı önem,
asıl olarak Siyonist hareketin ada üzerindeki talepleriyle ortaya çıkmıştır.
Siyasi Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini
Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild'e, Temmuz 1902'de şöyle
aktarmıştır:

“Önce Kıbrıs'ı düzene sokmalıyız, ardından bir
gün İsrail'in üzerine gitmeliyiz ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs'tan Müslümanlar
giderse, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satıp, Atina'ya veya Girit'e göç
ederler. Filistin Yahudiler için çok küçüktür, bu nedenle Filistin'e yakın bir
yer sağlamamız gerekiyor. Filistin'e Kıbrıs ve El Arish de dahil edilmelidir.”     

Bu doğrultuda, Kıbrıs'taki Yahudi nüfusunu artırmak
için çeşitli yöntemler denenmiştir. 1897'de İngiliz Hükümeti'nin isteğiyle JCA
(Jewish Colonization Association-Yahudi Kolonileşme Birliği), İngiltere'den 33
Rus Yahudi ailesini 3 koloni kurarak Kıbrıs'a yerleştirmiştir.
[1]

 1900-1906 yılları arasında da Siyonist
önderlerden Warburg, Kıbrıs'ta Yahudi zirai yerleşimi ve köyleri oluşturulması
konularıyla yakından ilgilenmiş ve JCA'yı bu amacında desteklemiştir.
         

1952 yılı AB'nin temeli olan Avrupa Konseyi'nin
kurulduğu senedir. Yahudi Derin Devleti o zamandan 2000'li yılları
görebilmiştir. “Birleşik Avrupa, bir gün Kıbrıs'ı da sınırları içine dâhil
ederek “Roma İmparatorluğu”na giden yolda, Doğu Akdeniz'de egemenlik
ilan edebilir” diyerek Avrupa Birliğini ve Kıbrıs’ın bu birliğe girmesini
teşvik etmişlerdir.  Bu dönem aynı zamanda İngiltere'nin de adadan
çekilmeye başladığı dönemdir. İngiltere Kıbrıs'tan giderken Türkiye adaya yönlendirilerek
Kıbrıs üzerinde Hıristiyan Avrupa'nın tam hâkimiyetinin önüne geçilmek
istenmiştir. Çünkü Yahudiler, Kıbrıs’ın Yunanistan’dan ziyade, Türkiye’nin
elinde kalmasını tercih etmiştir.

Avrupa Birliğine Kıbrıs'ın bir ada ülkesi olarak
bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Planı öncesi ve sonrasında
Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle
adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs'ın
gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için batı standartlarına uygun bir ülke
yaratılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk Ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan
geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış
ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir batılı ülke konumunda bir Kuzey
Kıbrıs amaçlanmıştır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinde
Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan
inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girerek, adeta İngiltere ve Türkiye
üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail'in karşı
kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır.
Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi'nin yerleştirilmesi
hesaplanmaktadır.

Adadaki Türk toprakları üzerinde parselasyon
çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum
öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmıştır. Kuzey
Kıbrıs bölgesinde yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudileri tarafından
satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında
kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve
yerleşmek üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır.[2]

Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın Türk
nüfusunun Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin
Yahudiler Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı
kıyısında yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen
İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kurmaya çalışmaktadır.
KKTC'de kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları
yaratmakta ve hızlı bir gayrı menkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu
artırılmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi'nin adaya yerleşmesi ile
birlikte İsrail de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf
olabilecek ve böylece adanın Avrupa, ya da Hıristiyan egemenliği altına
girmesine izin vermeyerek Doğu Akdeniz bölgesinde merkezi olarak kurulmuş olan
Yahudi hegemonyası oluşturulacaktır.

İsrailli Yahudilerin son yıllarda Türkiye'nin Antalya
kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail
merkezli gündeme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve
Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak
istendiğini de açıkça anlaşılmaktadır.

Kıbrıs'a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi,
Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri de heyecanlandırmıştır. Doğu Akdeniz
üzerinden bütün Orta Doğu'yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi
hegemonyasında Türkiye Yahudileri ve Sabataycıları da etkin olmak istemişler ve
bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen
izleyicisi, savunucusu, ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır.

Tek İsrail ile bütün Ortadoğu'ya egemen
olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudileri aracılığıyla 2. İsrail'i
Kuzey Irak'ta kurmaya çalışmakta, hem de Türkiye'deki Yahudi lobileri ve
Maronitler üzerinden 3. İsrail'i de Kıbrıs'ta kurabilmelerinin yolunu
aramaktadır.

İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan
Kıbrıs'ın geleceği Ortadoğu'daki yeniden yapılanma ile yakından ilgili
bulunmaktadır. Kıbrıs, İsrail'e hem bir giriş kapısı, hem de çıkış bölgesidir.
Kıbrıs'tan zaman içinde Türklerin kaçırtılması, Hıristiyanların topraklarının
para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi,
Siyonizm'in ana hedeflerinden biridir. Türklerin ve Rumların birbirlerine karşı
kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenerek Kıbrıs'a Ortadoğu'da
askeri birlik bulunduran ABD'nin müdahale edebileceği öne sürülmektedir.
ABD'nin bir askeri işgali sonrasında, ya da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından
sonra, NATO üzerinden Kıbrıs'ta oluşturulacak Amerikan etkisinden
yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir.
Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik
yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile
Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı
altında gündeme getirilen Siyonist planın Kıbrıs kısmı bu doğrultuda
sonuçlanırsa ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi
sonucunda Kıbrıs, Ortadoğu'da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir.

Kürt Yahudilerine kurdurulan Kürdistan ile beraber
Ortadoğu'da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezi Yahudi
devleti Kürdistan ile doğuya karşı, Kıbrıs ile de batıya karşı kendisini koruyabilecek
sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.[3]

Bu kapsamda Kıbrıs'ta oynanan bir oyunu daha gündeme
getirmekte yarar görüyorum. Sıdıka Atalay, Asil Nadir ile birlikte Küçük
Erenköy(Yeni Erenköy)'de bir liman yeri aldıktan sonra burayı Yahudi kökenli
bir İngiliz firmasına devrettiği anlaşılır. Firma burada bir liman inşaatı
başlatır. Bilindiği üzere bu bölge KKTC'nin en batı ucundadır. Şimdi gelelim
KKTC'nin doğu ucuna. Magosa Askeri Bölgesi'nin hemen içinde deniz kıyısında ve
Gülseren Bölgesi'nde, “Danya” adlı firma bir Yahudi Kolonisi kurmak istemektedir.
Proje ilk kez E. Korg. Ali Yalçın'ın KTBKK'lığı sırasında gündeme getirilir.
Ali Yalçın paşa ret cevabı verir. O tarihten bu yana her KTBKK değiştiğinde
konu tekrar gündeme taşınır. Konuyu takip eden kişiler ise oldukça dikkat
çekicidir. Mehmet Ali Talat'ın Yakovas'la birlikte eş başkan olarak
görevlendirdiği Özdü Nami. Bu şahıs Kıbrıs'ı terk etmek zorunda kalan ve
Avustralya'da sürgünde bulunan eski polis müdürü Kamil Nami'nin oğludur.
Kıbrıs'ı neden terk ettiğini merak edenler biraz araştırırsa bu kişinin İsrail
ve Yahudilerle ilişkisine dair ilginç tespitlerle karşılaşacaktır.

İsrail KKTC'de Üs Kuruyor, TSK Çıkarılmaya
Çalışılıyor, Bu Hıyanetle Eş Anlamlıydı!

Yasal boşluklardan faydalanarak KKTC'de dönüm dönüm
toprak satın alan İsrailli Yahudilerin adada cemaat olarak tanınmak için
hükümetle irtibat kurduğu ortaya çıktı.

Ambargo ile mücadele eden hükümetin cemaat olma
arzusundaki Yahudi grupların cazip tekliflerine boyun eğdiği anlaşıldı. Durumu
doğrulayan Kıbrıs Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen
İsrailli Yahudi sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir
şekilde adanın belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik
getiri sebebiyle yetkililerin buna göz yumduğunu açıkladı. Baskılar yüzünden kendilerinin
dini görevlerini dahi yerine getirmekte zorlandıklarını kaydeden Dere, adaya
yerleşen Yahudilerin ise her türlü dini isteklerini özgürce yerine
getirebildiğini hatırlattı.

Son birkaç yıl içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne
İsrail ve ABD'den yüz kadar Yahudi ailenin göç edip arazi aldıkları adanın
güneyinden gelenlerle birlikte Kuzey Kıbrıs'ta cemaat kurdukları ve birkaç
aydır da Kıbrıs hükümetinin cemaatlerini tanıması için lobi çalışması
başlattıkları vurgulandı. Haim Azimov isimli Hahamın liderliğindeki Yahudi
grubunun, Tel Aviv ve Hayfa'da yaptıkları tanıtım çalışmaları ile Kıbrıs'a
yerleşimi özendirmeye çalıştıkları; İsrailli firmaların ise yatırımları ile
hükümeti baskı altına aldığı belirtiliyor. Dünyanın büyük çoğunluğu tarafından
tanınmayan ve ambargo uygulanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yatırım yapan
ülkelerin başında da İsrail geliyor. Adanın İsrail'e olan yakınlığı sebebi ile
hafta arasını Kıbrıs'ta geçiren, hafta sonunda ise evine dönen, İsrailli
firmaların çalışanları da, adadaki Yahudi Cemaati'ne sempatizan topluyor.

Kıbrıslı Türkler Endişeli

Kıbrıslı Türkler tarafından kaygıyla karşılanan bu
durum, 'Yahudilerin Kıbrıs ablukası' şeklindeki yorumlanırken; Kıbrıs Din
Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen İsrailli Yahudi
sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir şekilde adanın
belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik getiri sebebiyle
yetkililerin buna göz yumduğunu anlattı. Dere, “Bir hayli İsrailli
Kıbrıs'a yerleşmiş durumda. Arazi alımı yapıyorlar ve bu arazilerde inşatlar
devam ediyor. Yahudilerin yerleşim için seçtiği alan ise, adanın kuzey batısı,
Tatlısu bölgesi. Bu bölge, deniz kıyısı olmasının yanı sıra tıpkı İsrail'in
Filistin'de işgal ettiği ilk bölgeleri gibi tarıma çok elverişli yeşil alanlar.
Yahudiler ambargo yüzünden Kuzey Kıbrıs'ın ciddi bir sıkıntı içinde olduğu
bilinciyle hareket ediyor. Satın alma güçleri fazla olduğu için yetkililer
sistematik yerleşim hareketine göz yumuyor.

Yahudilere tanınan özgürlük Müslümanlara tanınmıyor

Kıbrıs'a yerleşen Yahudilerin rahatça hareket edip
dini özgürlüklerini yaşayabildiğini belirten, Mehmet Dere, kendilerinin ise
Yahudilerle mukayese edildiğinde büyük sıkıntı içinde olduklarını söylüyor.
Dere, “Üzerimize farz olan bilgilendirme görevini dahi yerine
getiremiyoruz. Yaz kursları konusunda büyük bir sıkıntı içindeyiz, okullarda
durum daha da vahim. Dini bilgilerin öğrenilmesi için 30 yerde kurs açılacaktı,
onu da bloke ettiler. Yani anlayacağız garip bir işgal altındayız” diye
konuştu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Milli Eğitim Bakanlığı ile
Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokol ile okullarda iki ay
süreyle dini bilgiler ve Kur'an-ı Kerim öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Kıbrıs
halkının yoğun talebi üzerine açılması kararlaştırılan kurslarda eğitim 1
Ağustos'ta başlayacakken Kıbrıs Öğretmenler Sendikası ve benzeri çevrelerin
baskısı yüzünden protokol iptal edildi. Yahudi ablukası Ada basını tarafından
da dikkatle izleniyor. Kıbrıs'ta yayın yapan Havadis gazetesi, Yahudi grubu
başkanı Haim Azimov ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın birlikte
çekilmiş fotoğraflarını yayınladı.[4]

Bu arada, Kuzey Kıbrıs’a Yahudiler yerleştirilirken,
Türk Askerinin adadan çıkarılma girişimlerine hız verilmesi kafaları
karıştırmaktaydı. Bay Mehmet Ali Talat, Yahudi kolonilerine destek çıkarken,
bir yandan da Kur’an Kurslarıyla savaşmaktaydı! Ve nedense Rauf Denktaş’tan, bu
konularda hiç ses çıkmamaktaydı?


[1] Ramazan Kağan Kurt,
Nassi-Disraelli-Kissinger ve Kıbrıs / Vatan Gzt / 01 05 2006

[2] Anıl Çeçen / İsrail ve Kıbrıs 2023
Dergisi Ankara 2004

[4] http://www.marmarahaber.net 28 Temmuz 2009

Kaynak: http://www.millicozum.com/mc/ocak-2010/bitmeyen-kibris-kavgasi-ve-israilin-hesaplari#comment-743

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

konya-konferans-10-aralik-pazar