Anasayfa » LOZAN MÜZAKERELERİ VE ATATÜRK'ÜN VASİYETİ

LOZAN MÜZAKERELERİ VE ATATÜRK'ÜN VASİYETİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 42 Görüntüleyen

LOZAN MÜZAKERELERİ VE
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ

   Büyük Millet Meclisi’nin 23
Nisan 1920 Cuma günü açılmasına müteakip ilk hükümet Fevzi (Çakmak) Paşa
tarafından kurulmuş, 1921 yılından 19 Mayıs günkü ikinci hükümete de Fevzi Paşa
başkanlık etmiş, “Hamidiye kahramanı” ünvanıyla meşhur Rauf (Orbay) Bey’in 12
Temmuz 1922’de kurduğu üçüncü hükümette ise; Fethi (Okyar) İçişleri; Yusuf
Kemal (Tengirşek) Dışişleri Bakanı olarak girmişlerdir.

Lozan’a gidecek heyetin teşkiline çalışıldığı o günlerde Yusuf Kemal
Bey’in-kendi ifadesiyle- geçirdiği bir ameliyat dolayısıyla bakanlıktan
istifası üzerine; Dışişlerinin başına 26-Ekim–1922 günü İsmet (İnönü)
getirilmiş, böylece Lozan’a gidecek heyet İsmet Paşa başkanlığında kurulup
gönderilmiştir.

Rauf (Orbay)’ın Feridun Kandemir’e anlattıklarına göre: İsmet Paşa heyet
başkanı olarak Lozan’a gidince, müzakereler esnasında zorluklarla karşılaştığı
anlarda, önceleri hükümet başkanı olarak kendisinden fikir sorduğunu, Bakan
arkadaşlar ve çok defa Mustafa Kemal Paşa ile istişare ederek İsmet Paşa’ya
yardımcı olunduğunu; ancak sonradan İsmet Paşa’nın bir takım dış telkin ve
tesirlere kapılıp huzursuzluk ve uyumsuzluk göstererek hükümetle zıtlaşmaya
koyulduğunu, söylemektedir.

Başbakan Rauf Bey’in bu anlattıkları İsmet Paşa’nın Lozan’daki tavrının
tespiti bakımından olduğu kadar, hakkında çok yazılıp söylenen ve elbette daha
da yazılıp söylenecek olan Lozan Antlaşması’nın iç yüzünü teşhir yönünden de
oldukça önemlidir.

“İsmet Paşa, bilhassa hükümetten sorduğu konulara, sıkışık durumlarda
istediği talimatı bizim pek geç cevap vererek kendisini müşkül durumlara
soktuğumuzdan şikâyet ediyordu. Bu şikâyetleri bazen doğrudan Mustafa Kemal
Paşa’ya yapıyordu. Hâlbuki şifre yalnız hükümet başkanlığında bulunduğumdan
çektiği telgraflar yine benden geçiyordu” diyerek hükümetle İsmet Paşa
arasındaki anlaşmazlığın sebeplerini sayan Rauf Bey devamla diyor ki:

“&8213; Anlaşmazlık bundan ibaret değildi. Konferanstan çok daha önce
Hariciye Vekâleti’nde hazırlattığımız sulh esaslarımıza göre, işgal ettikleri
yurdumuzun en mamur yerlerini yakıp yıkarak harabeye çeviren Yunanlılardan
tamirat bedeli istiyorduk. Bu mesele Lozan’da Yunanlılarla hayli tartışılmıştı.
Bu konuda arabulmak isteyen İtilaf devletleri tamirattan vazgeçmemiz için bize
Trakya sınırımızdaki Karaağaç’ı bırakmak teklifinde bulunmuşlardı.

Lozan’dan İbret Sahneleri

Hükümet başkanı olarak ben, Mustafa Kemal Paşa ile mutabık kalarak bu
teklifi kabul etmeyip, “Karağaç’ın ehemmiyeti yoktur, tamirat bedelinden, yani,
tazminat istemekten vazgeçmemeliyiz” diyorduk. Sonra, Dünya Savaşı başlarında,
henüz bizim harbe girmediğimiz günlerde yapımı tamamlanıp bedelleri de
tarafımızdan tamamen ödenmiş olduğu halde, memleketimize getirilecekleri sırada
İngilizlerin el koymuş oldukları Sultan Osman, Sultan Reşad ve Fatih adlı
firkateynlerimizin, tahminen on iki milyon İngiliz altını tutan bedellerinin
geri verilmesi meselesi vardı. Bu, İngilizlerin pek açık bir borcu idi ve bu da
Karaağaç’a karşılık verilmek istenmiyordu..

Lozan’daki heyet başkanı İsmet Paşa, Karaağaç’ı gözünde büyüterek,
İngilizlerin ödeyeceği ve Yunanlıların vereceği tamirat ve tazminattan da, bu
gemi borcundan da vazgeçilmesi yönünde maalesef ikna edilmiştir.Hatta sonunda
“vazgeçtim, Karaağaç’a karşılık terk ettim” dedi..

Hükümetin Mustafa Kemal Paşa’nın da muvafakatini alarak Lozan
Müzakerelerini hassasiyetle takip etmesi ve zaman zaman yerinde müdahale etmesi
İsmet Paşa’yı sinirlendirmiş ve 26 Haziran 1923’te Ankara’ya çektiği telgrafta
kullandığı sert ve ters ifadeler Başbakanı, bütün hükümet üyelerini ve
Mustafa Kemal Paşa’yı pek müteessir edip endişelendirmiştir… Rauf Bey bu
telgraftan bahisle diyor ki:

“&8213; İsmet Paşa’nın hepimizi üzen bu telgrafında; “Evvelce
verilmiş talimattan başka olarak bütün hatt-ı hareketimin teferruatıyla Ankara’dan
idaresi isteniyorsa ben bırakıp döneyim, siz benim yerime gelin, İ’tilaf
devletlerine istediklerinizi kabul ettirin” deyişi karşısında benden fazla
Mustafa Kemal Paşa’yı sinirlendirmiş ve hemen o gün kendisine çektiği bir
telgrafta: “Çok asabi bir halde yazmış olduğunuz telgraftan dolayı sizi haksız
buldum” demiştir.

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’nın bu hırçın ve haksız çıkışından
duyduğum üzüntü ve ürküntüyü pek haklı bulduğunu ifade etmekle beraber, bunu
yalnız benim şahsıma ait telakki etmememi verilen kararlarda kendisinin de oy’u
olduğunu, kendisinin ve hatta bütün bakan arkadaşların da, aynı haksız tarize
uğramış olduklarını, ancak zamanın nezaketi hasebiyle şimdilik bunu hoş
görmemiz gerektiğini söyledi..

Ben; “Nasıl hoş görebiliriz? İsmet Paşa evvelce talimat üzerine talimat
isterken, şimdi adeta işi kimseye sormadan yapmak istiyor.. Buna nasıl
muvafakat edebiliriz? Bu olmaz… Bakanlar Kurulu da buna muvafakat edemez”
diyince Mustafa Kemal Paşa da: “Evet elbette olmaz, şimdi ona vereceğimiz son
talimatı tespit edelim” dedi.

Birbirimize bakarak bir an durduk. Sonunda kat’i kararla delegasyon
başkanı İsmet Paşa’ya “Son teklifimizi kabul ederlerse imza et, etmezlerse
müzakerelerin kesilmesini ilan edip geri dön” demeyi münasip gördük. Mustafa
Kemal Paşa biraz daha düşündükten sonra buna şu iki cümleyi ekledi: “Neticesi
ne olursa olsun, bunu silah kuvveti ile halletmeye kudretimiz vardır. Ordumuz
hazırdır ve hatta sabırsızdır.”

Yalçın Küçük, Ayşe Arman’la yaptığı bir söyleşi de, İsmet İnönü’nün Siyonist
ve sabataist şebekenin güdümüne girdiğini, zaten bu yüzden, Yahudi kökenli
Mevhibe Hanımla evlendirildiğini ve çocuklarının da İbrani geleneklerine göre
yetiştirildiğini söylemektedir ve şu çarpıcı ifadeleri dile getirmektedir:

Ben gizli kalmayı tercih eden sabataistleri afişe ediyorum. Çünkü onların
bu ülke için zararlı olduğunu düşünüyorum. Benim çalışmalarım ve Soner
Yalçın’ın kitabı şunu ortaya çıkardı: İslam da aslında Yahudiliğin kontrolünde.
Ve pek çok şey yanlış biliniyor.

Ne gibi?

&8213; 15 ve 16. yüzyılda İspanya ve Portekiz’den Yahudiler
kovulmadı. Din değiştirenler kovuldu. Sebebi de şu: Tıpkı bugün bizde olduğu
gibi bütün üst görevlere bunlar hakimdi. En büyük din adamları bile Kripto
Yahudi’ydi. Ama Hıristiyan görünürdü. Bunları ben icat etmedim. Şu kitabın adı
nedir? Cedid el İslam. Kripto Yahudilere İran’da verilen ad. Yıllarca sokakta
Müslüman olmuşlar, evlerinde Yahudi yaşamışlardır. Bizde de böyle çok insan
var. Sokakta Türk Müslüman bilinir evde Yahudi’dir.[1] 

Atatürk’ün Vasiyeti ve Hilafet

Akşam gazetesinde (10 Kasım 2004) bütün Türkiye’yi ayağa kaldırması
gereken önemli bir yazı yayınlandı. “Atatürk’ün Gizlenen Vasiyetini Açıklayın”
başlıklı bu yazıda, araştırmacı-yazar Aytunç Altındal’ın bir takım iddialarına
yer verilmekteydi.

1. Atatürk bir vasiyetname hazırlamış, ölümünden elli sene sonra bunun
açıklanmasını istemişti. Bu vasiyet, “Toplum henüz buna hazır değildir”
bahanesiyle gizlenmiştir. Böylece Atatürk’ün hakları çiğnenmiştir.

2. Altındal, Atatürk’ün elyazılı notlarından Hilafetle ilgili fikir ve
tekliflerinin yer aldığını tahmin ediyor. Atatürk, Hilafetin babadan oğula
geçecek şekilde değil de, İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir
şekilde yeniden ihyasını istemiştir.

3. Adnan Menderes, iktidarının son yıllarında Demokrat Parti Meclis
grubunda milletvekillerine hitaben “Arkadaşlar siz isterseniz Hilafet’i bile
geri getirebilirsiniz..” bir söz etmişti. Acaba Menderes Atatürk’ün vasiyetini
biliyor muydu? Bu sözleriyle müminlerin mi yoksa Siyonistlerin mi dikkatini
çekmişti?

4. Atatürk’ün vasiyetinin açıklanmasına ve millete duyurulmasına Kenan
Evren’in engel olduğu söylenir. Acaba Kenan Paşa, Diyalogçu ve Ilımlı
İslamcıların ve Siyonist simsarların istismarını engellemek için mi böyle
hareket etmiştir?

Bir iddiaya göre, Kenan Evren zamanında vasiyetname açıldığı vakit,
İsrail’in MOSSAD casusluk teşkilatı bunun kopyasını elde etmiş ve Tel Aviv’e
göndermiştir. Yahudilerin Atatürk’le yakından ilgilendiği zaten bilinmektedir.

Vasiyetnamede, Hilafet ile ilgili bilgiler ve tekliflerden başka,
Atatürk’ün bazı yakınlarına servetinin bir kısmının dağıtılması konusunda da
istekleri yer alıyormuş. Bu isteklerde hasıraltı edildiği söylenmektedir.

Şu anda ABD, İsrail ve Papalık Müslüman dünyasının başına bir Halife
geçirmek için harekete geçmiştir.

Ama, nasıl bir Halife?

1.        Ya Ermeni veya Yahudi
asıllı olacak.

2.        Yahut, dini bir
cemaatin başkanı olup Siyonist ve Evangelistlerle işbirliği yapacak.

3.        Ama her hâlü kârda,
İslama ve Müslümanlara hizmet etmeyecek, efendilerine, yani Amerikalılara,
Siyonist odaklara ve Haçlılara hizmet sunacaktır.

Amerikalılar, dünya siyonizmi, papalık ve diğer İslam dışı güçler
Müslümanların başını bağlamak, kendilerine itaat edecek, kendi emirlerini
yerine getirecek bir Halife seçmek için şimdiden büyük masraflar yapmaktadır.

Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik faaliyetlerinin perde
arkasında bu Hilafet aşını pişirecek kazan kaynamaktadır.

1924’ten beri Müslümanlar başsız bırakılmıştır. Dünyada her dinin, her
teşkilatın, her cemaatin bir reisi, başkanı var da Müslümanların yoktur.

Katoliklerin Papa’sı var.

Anglikanların kendi başpiskoposları var.

Yahova Şahitlerinin başı var.

Masonların üstad-ı azamları var.

Tibet Budistlerinin Dalay Lama’ları var.

Yahudilerin Hahambaşıları var.

Ama maalesef Müslümanların Halifesi, İmam-ı Kebir’i, Emirül-mü’mini
bulunmamaktadır.

Böyle bir şey bir kısım dinsizlere göre gericilik sayılmaktadır. Ve buna
kesinlikle karşı çıkmaktadır.

Bu konu Müslümanların zaten gündeminde değil.

Ama eloğlu boş durmuyor. ABD, İsrail, Papalık, agresif Evangelistler
İslam dünyasına bir Halife seçmek için kolları sıvamıştır.[2]

Bu sinsi ve Siyonist merkezlerin asıl amacı: Görünüşte Müslümanların
duygularını ve gururlarını okşayacak ama gerçekte kendi kuklaları olacak “bir
layt Halife” ile İslam dünyasını oyalamak ve böylece daha rahat gözlerini
oymaktır.

 



[1] Hürriyet
/ 07 06 2004

[2] Milli
Gazete/ 12 11 2004 / M. Şevket Eygi


BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi