Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Sn. MEHMET KAPUKAYA
ve Yeni Akit Yazarı Sn. ABDURRAHMAN DİLİPAK!
LGBTLİLERE RESMİYET VE SERBESTİYET SAĞLAYAN;
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİ İMZALAYIP
YÜRÜRLÜĞE KOYANLARIN VE BUNA SES
ÇIKARMAYANLARIN HÜKMÜ VE FETVASI NEDİR?
Yeniakit.com.tr'ye konuşan Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mehmet Kapukaya; Eşcinselliğin bir özgürlük değil, meydan okuma ve tahrik olduğunu vurgulayıp, Lut Kavminin Kıssasını hatırlatarak, Eşcinsellik yaşamak da bu ilişki tarzına destek çıkmak da sapkınlıktır. diyerek, Müslüman topluma şunu sormuşlardı: Allah size ahirette; 'Neden benim helak ettiğim bir toplumun, benzer hareketlerini yapan insanlara sahip çıktınız?' diye sorarsa nasıl cevap vereceksiniz?
Toplumumuzda da eşcinsel tarzlar her zaman kötü karşılanmıştır. Bu bir tercih meselesi değildir, bu bir sapkınlıktır. Bu tür insanların, tedaviye ihtiyaçları vardır. Benim Müslüman ülkemde, bu tür hareketlerin yapılması özgürlük değil; meydan okumaktır, tahriktir ve tahribattır. Bir Müslüman, bunlara destek çıkamaz. Maalesef bazı Müslümanlar da fikir özgürlüğü diyerek, bunlara destek çıkmaktadır. Ben de onlara soruyorum: Siz bunlara sahip çıktığınız zaman, yarın Allah size; 'Neden benim helak ettiğim bir toplumun (Lut Kavminin), benzer hareketlerini (ve sapkınlık tercihlerini) yapan insanlara sahip çıktınız?' diye sorarsa (cevapları ne olacaktır?) diyerek, sorumluları ve suç ortaklığını hatırlatan, Diyanet İşleri Başkanlığı-Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Sn. Mehmet Kapukayaya şunu sormak lazımdı:
Görünüşte AB dayatması olduğu halde, gerçekte Siyonist odakların finansörlüğünü yaptığı LGBT (eşcinseller ve lezbiyenler gibi sapıkların) haklarını sağlama ve koruma amaçlı, malum ve melun İstanbul Sözleşmesini 2011de imzalayıp, 2014te yürürlüğe sokan; hatta halkın haklı tepkisini törpülemek için: E canım Allah kanunu değil ya, gerekirse vazgeçeriz!.. demesine rağmen, bu rezaletle ilgili düzenlemeleri uyum yasaları diye tek tek kanunlaştırıp, kural ve kurumlarını yaygınlaştıran Sn. Erdoğanın, ahlâki ve ailevi yapımızın temeline dinamit koyan bu anlaşmayı bir türlü askıya almaması
Acaba nasıl yorumlanmalıydı ve hangi hikmete dayandırılmalıydı? Kuran-ı Kerimin sarih Ayetlerine, Peygamber Efendimizin sahih Hadislerine, İcma-i Ümmete, ahlâki değerlerimize, ailevi temellerimize ve vicdani kanaatlerimize göre; Sn. Erdoğanın ve iktidarının FETVAsı niye açıklanmazdı? Sizin ifadenizle; bu sapkınlığa resmiyet ve serbestiyet kazandıranları savunmak, sahip çıkmak veya bu tür haksızlık ve ahlâksızlıklar karşısında susmak, insanı Dilsiz Şeytan! konumuna sokar mıydı, sokmaz mıydı?
Bay Dilipak, niye bunları yazmaz ve konuşmazdı?
Ey dindar kahraman Cumhurbaşkanımız! Siyonist İsraille imzaladığınız NORMALLEŞME (İsrail teröristiyle iyi geçinme) anlaşmasını geri çek! LGBTlilere özgürlük sağlamayı amaçlayan ve ahlâki ve aile yapımızın altına dinamit koyan bir anlaşma olan İstanbul Sözleşmesini iptal et! diye bir yazı niye kaleme almazdı? Yoksa bu küçük ve düşük hataları, kaale mi almazdı? Veya büyük patronları ve baronları kızdırmayı göze mi alamazdı?
Bu Bay Dilipak; laf cambazlığını, edebiyat kurnazlığını, bilgiç ve muttaki ağabey havasını, kısaca riyakârlık ve ucuz kahramanlık tarzını bırakıp; bir sefer olsun mertçe, mümince bir tavırla, AKP iktidarının ve Erdoğanın ABye üyelik âşkıyla ve aşağılık duygusuyla kapıldığı tuzaklardan kurtulması için; samimi, ciddi ve cesaretli bir çağrı yapmaya niye hiç yanaşmazdı? Yoksa yandaşlık ve paydaşlık, imandan ve davadan daha mı ağır basmaktaydı?
10 soruda, 15 Temmuz anketi, Erdoğan'ı hayal kırıklığına uğratmıştı!
Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan; 15 Temmuz hain darbe girişimi ile ilgili anketten, Erdoğan'ı üzecek sonuçlar çıkmıştı. Ankete göre, vatandaşların yüzde 35'i vatan için sokağa çıktığını söylerken, sadece yüzde 10'u Cumhurbaşkanı Erdoğan için sokağa çıktığını vurgulamıştı.
Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan 10 Soruda, 15 Temmuz adlı çalışmada, darbe girişimi sırasında sokağa çıkan vatandaşların, hangi partinin seçmeni olduklarına ilişkin sorular vardı. Buna göre, 15 Temmuz darbe girişiminde; MHP seçmeninin yüzde 65inin, CHP seçmeninin de yüzde 37.7sinin sokağa çıktığı anlaşılmıştı.
Çalışmada; vatandaşların 15 Temmuzda neden sokağa çıktığınailişkin soruya verilen yanıtlarda, ilk sıraya yüzde 35 oranıyla vatan içinyanıtı alınırken, Cumhurbaşkanına destek içinyanıtını verenlerin oranı yüzde 10da kalmıştı.
Çalışmada, Darbeye giden süreç nasıl başladı? sorusuna: 1- Kasım 2005te, yaşanan Şemdinli olaylarının, ordudaki tasfiye sürecine yol açtığı, 2- Şubat 2006da Rahip Santaro katliamı, 3- Mayıs 2006da Danıştay saldırısı, 4- Ocak 2007de Hrant Dink cinayeti, 5- Nisan 2007de Zirve Yayınevi katliamı, 6- Haziran 2007de Ergenekon operasyonları ve 7- Haziran 2010da Balyoz davası, ordudaki tasfiye süreci olarak aktarılmıştı. 8- Temmuz 2010 tarihinde ise şike davasıyla Fenerbahçe üzerinden FETÖnün futbol sektörünü ele geçirme girişiminde bulunduğu da hatırlatılmıştı. 9- Ekim 2010da HSYK seçimlerinde yargının ele geçirildiği, 10- Şubat 2011de askeri casusluk davasıyla ordunun ele geçirilmek istendiği, 11- Mart 2011de de Odatv davasıyla Nedim Şener ve Ahmet Şıkın tutuklanarak, muhaliflerin susturulmak istendiği vurgulanmıştı. 12- 2013te Gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonuyla, hükümetin devrilmek istendiği de savunulmaktaydı.
Cumhurbaşkanlığının bu çalışmasında; FETÖye ilişkin ilginç bir tanımlama da yer almıştı. FETÖnün; emekli bir imam olan Fetullah Gülenin direktifleriyle bir araya gelen, fanatik insanların oluşturduğu silahlı bir kült örgütüolduğu vurgulanmıştı.
Kırgın, küskün ve kızgın olan Binali Yıldırımın, gönlü nasıl alınacaktı?
Orhan Uğurlu; Binali Yıldırıma çok yakın bir siyasetçinin; Binali Beyin çok kırgın, küskün ve kızgınolduğunu vurguladığını aktarmıştı.
Binali Yıldırım'ın siyasi kariyerini hatırlatayım:
1994-2000 yılları arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmeleri'nde (İDO) Genel Müdürlük görevi yaptı. 1994 yılından, 23 Haziran 2019 tarihindeki İstanbul seçimine kadar, Recep T. Erdoğan'ın “en güvendiği” yol arkadaşıydı.
1999-2002 yılları arasında, gemi işletmeciliği ve armatörlük yaptı. Sosyal medyada, kendisi ve ailesinin yazılan ve paylaşılan mal varlığı doğru ise hayli zengin durumdaydı.
3 Kasım 2002 Genel Seçiminde, AKP İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girerek, 58. ve 59. AKP Hükûmetlerinde Ulaştırma Bakanı olarak görev aldı.
22 Temmuz 2007'de AKP'den Erzincan Milletvekili seçildi ve tekrar Ulaştırma Bakanı yapıldı. 12 Haziran 2011 Genel Seçiminde, AKP İzmir Milletvekili seçildi ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak, kabinedeki görevinin başındaydı. Özgeçmişine yazmaya utandı mı bilmem. Ancak; 2014 Yerel Seçiminde, Erdoğan tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterildi ama CHP'den 14 puan geride kaldı.
Kasım 2015'te tekrar AKP Erzincan Milletvekili seçildi ve 64. Hükûmet'te yeniden Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak yine yer aldı.
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından azledilmesi nedeniyle, Mayıs 2016'da AKP Genel Başkanlığına taşındı. 65. Hükümeti kurdu ve artık Başbakandı.
Devlet Bahçeli'nin önerisi ve desteği ile 16 Nisan Referandumu ile parlamenter rejim yerine, Cumhurbaşkanlığı rejiminin oluşmasında etkin rol oynadı. 24 Haziran 2018 erken seçiminde, AKP İzmir Milletvekili oldu Erdoğan da 2. kez Cumhurbaşkanı seçildi. “Tek adam” rejimi yürürlüğe girince; Başbakanlık yürürlükten kalktı ve Başbakanlık koltuğu Yıldırım'ın elinde kaldı. 12 Temmuz 2018'de MHP'nin desteği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yapıldı.
31 Mart seçiminde, Erdoğan tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına adaylığı açıklandı. Erdoğan'ın; “istifasına gerek yok” demesi üzerine, Binali Bey; dünya siyaset tarihine geçen şu yorumu yapmıştı: “Belediye Başkanlığı seçimi, siyasi faaliyet değildir. Meclis Başkanlığından istifa etmem gerekmez ” buyurmuşlardı. Ama 18 Şubat 2019'da Meclis Başkanlığından istifa etmek zorunda kalmıştı.
31 Mart'ta 13 bin farkla, Millet İttifakının CHP adayı Ekrem İmamoğlu'na karşı seçimi kaybettiği anlaşıldı. Yandaş Seçim Kurulunun 7 üyesi, hukuk dışı bir kulp takınca; YSK İstanbul seçimini iptal kararı aldı. Ama 23 Haziran'da, Binali Bey bu kez 800 bin oy farkla donakaldı!..
Erdoğan'ın; Binali Yıldırım tercihinin yanlış olduğu, genç siyasetçi İmamoğlu'nun gösterdiği başarı ile kanıtlanmıştı. Sadece muhaliflere değil, birçok AKPliye göre de AKP'nin İstanbul ve Ankara'da yaşadığı siyasi hezimetin tek sorumlusu Erdoğan'dı!?
Artık Meclis Başkanlığını da kaybeden Binali Yıldırım; sade bir Milletvekili olarak, yakın siyasi arkadaşının deyimi ile “kırgın, küskün ve kızgındı!”Çünkü; “Binali Bey İstanbul adaylığına sıcak bakmamış, ancak Erdoğan tarafından bir nevi zorlanmıştı. Buna rağmen, bu sonuçlardan kendisi sorumlu tutulmaktaydı. Ve hele, 23 Hazirandan sonra unutulduğu kanaatine kapılmıştı. Oysa; 800 bin oy farkı ile kaybettiği siyasi itibarının, Erdoğan tarafından yeni bir görevlendirme ile unutturulacağını ummaktaydı. Bütün bunlar olmayınca, artık Binali Yıldırım da dost meclislerindeki siyasi sohbetlerinde; Erdoğan'ın damadı Albayrak'ın, ekonomi yönetimindeki hatalarını sıkça ve açıkça gündeme taşımaktaydı[1] Acaba; Binali Yıldırımı Cumhurbaşkanı vekili yapma çabaları, gönlünü alma ve AKPden kaçmasına engel olma amaçlı mıydı?
Saraydaki SETA yapılanmasının CIA bağlantısı!?
SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları) Vakfı; güya tarafsız ve bağımsız bir düşünce ve yayın kuruluşu olarak ortaya çıkmıştı. 18 Ocak 2018de Washingtonda bir ofis açmışlardı ve artık SETA DCdiye namlanmışlardı. Gölge CIAdiye tanınan ve Siyonist stratejist George Friedman tarafından çıkarılan STRATFORla da bu SETAnın kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcı irtibatları vardı. İşte bu arkası ve amacı karanlık SETA Vakfının, Sarayda ve Sn. Erdoğanın etrafında oldukça etkin ve yetkin konumda bulunmaları, bazı acabaları gündeme taşımaktaydı. Barış Terkoğlunun bu konuyla ilgili saptamaları ve soruları ise hâlâ yanıtsızdı.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, göreve gelmeden önce SETA İstanbul Genel Koordinatörlüğü ve SETA Genel Koordinatör Yardımcılığı yapmıştı. Diğer isim, SETA denilince akla gelen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise SETAnın kurucu başkanıydı. Hatırlayın; seçim arifesinde Cumhurbaşkanlığında, bir de Apo kazası yaşanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Burhanettin Duran, Abdullah Öcalana televizyonda sayın diye hitap buyurunca, ortalık ayağa kalkmıştı. Ne hikmetse, seçim için Aponun devreye sokularak mektup yazdırılması da bundan sonra yaşanmıştı. İşte bu Burhanettin Duran, SETAnın Genel Koordinatörü olmaktaydı.
Devletin içindeki SETA ağı
Elbette her düşüncenin, politika üreten bir kuruluşu olabilirdi. Hatta olmalıydı; ancak Türkiyede garip bir şekilde bu SETA ortaya çıkmıştı. AKPnin entelektüel liderliğine soyunan oluşum, bir düşünce kuruluşundan çok daha fazlasıydı. AKP içinde bile rahatsızlık yaratan, devletin içinde hemen hemen herkesin farkında ve rahatsız olduğu bir yapılanmaydı. Cumhurbaşkanlığı Sarayından üniversitelere, devletin kritik kurumlarından (başta Sabah olmak üzere) medya yöneticilerine kadar uzanan garip bir SETA ağı vardı.
Örneğin; Hatice Karahan, Cumhurbaşkanının Ekonomiden Sorumlu Danışmanı yapılmıştı. Özgeçmişine bakınca, SETAda ekonomi araştırmaları yaptığı anlaşılmıştı.
15 Temmuz gecesi, saat 22:10da kendisini arayan gazeteci Hande Fırata; Neler olduğundan haberim yok! diyen MİT Basın Müşaviri Nuh Yılmaza bakınca ve özgeçmişini okuyunca; SETAnın Washington Koordinatörü olduğu, ya da Sabah-ATV geçmişi bulunduğu ortaya çıkmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına atanan Muhammet Mücahit Küçükyılmaz ise aynı zamanda SETA Vakfında İletişim Koordinatörü olarak görev yapmaktaydı. İşte bu SETA Lobisi; düne kadar Kürt ya da Ermeni açılımı politikalarında ya da kumpas davalarında, Washington koridorlarında özgürlükçülük oynamaktaydı.
Gölge CIAnın istihbarat kaynağı ve SETA ortaklığı!
Yandaşlık yapmayıp, yabancı medyada(!) çalışan Türkleri fişleyen; SETAnın kurucu Başkanı İbrahim Kalındı. 15 Temmuz gecesi, Erdoğanın uçağının lokasyonunu paylaşan Stratforu hatırladınız mı? Teksas merkezli, Siyonist Yahudi George Friedman tarafından yönetilen kuruluşa, yandaş ya da muhalif tüm medya gölge CIA yakıştırması yapmaktaydı. Zira kuruluş; güvenliğin özelleştirildiği dünyada, ücreti karşılığında istihbarat hizmeti sağlamaktaydı. Wiki-Leaks; Stratforun arşivini yayımlayınca, Türkiyedeki kaynakları da açığa çıkmıştı. Meğer Stratforun Türkiyedeki istihbarat kaynaklarından biri de işte bu SETAnın kurucu başkanı İbrahim Kalınmış. Gölge CIAnın Türkiye uzmanı Reva Bhallanın, 10 Mart 2010da Başbakanlık ofisinde İbrahim Kalınla görüştüğü belgelerde yer almıştı. Stratfor Direktörü George Friedmanın; Gülen hareketi ile aramızı düzeltmemize yardım et ricasını, Kalının yerine getirmesi de enteresandı.
31 Mayıs 2010da bu Siyonist stratejist Friedman, eşiyle istihbarat toplama gezisi için Türkiyeye geldiğinde; altlarına araba ve şoför ayarlayan kişi Sn. İbrahim Kalındı. Friedman, 14 Eylül 2010 tarihli e-postasında Kalından bahsederken:
Bu adam büyük bir kaynak… Bu adamla kurduğum ilişki ve yaptığım görüşme, kesinlikle gizli kalmalıdır! buyurmuşlardı.
Bugün meşhur fişlemeleri yapan SETAnın kurucusu İbrahim Kalının, Stratfora gönderdiği bir e-posta da hâlâ arşivlerinde durmaktaydı. Yabancı medyada çalışmak ne ki! E-postada anlattığına göre Kalın, Türkiyede medyaya gölge CIA lehine haber yaptırmıştı ve bunu patronlarına şöyle aktarmıştı:
Sevgili George ve Kamran; bazı medya kuruluşlarına Stratforun Türkiye ve Balkanlar hakkındaki raporunu haber yapmalarını söyledim ve ürettikleri haberlerin linklerini aşağıda gönderiyorum. İbrahim.
Evet; bir zamanlar Washingtonda ABD ofislerinden, Fetullahçıların kurumlarından çıkmayan; işte bu İbrahim Kalındı… FETÖnün para aktardığı Georgetown Üniversitesinin 2009 yılında hazırladığı; en etkili 500 Müslüman listesine, Fetullah Güleni 13. sıradan sokan da bu İbrahim Kalındı… Kavga başlayana kadar, FETÖnün Todays Zamanında yazan da İbrahim Kalındı… (08 Temmuz 2019 Cumhuriyet) İddia ve ithamları hâlâ yanıtlanmamıştı ve yalanlanmamıştı! Sahi Bay Abdurrahman Dilipakın bu yapılanmadan nasıl da haberi olmamıştı?!
STRATFORda ve diğer ABD istihbarat raporlarında, Sisi ve Erdoğanın benzerlikleri yer almıştı.
Mısırda darbeyle iktidara gelen Abdülfettah El Sisi; İstanbul seçimlerinde Recep T. Erdoğanın, Ekrem İmamoğluna kara çalmak için kullandığı malzemelerden birisini oluşturmaktaydı. Stratfor dahil, ABD istihbarat raporlarına göre Sisinin; aslında İmamoğlundan çok, Erdoğan ile ortak yanları olduğu saptanmıştı. Ama birisi diktatör,diğeri demokratrolüyle siyasete sokulmuşlardı. Evet, El Sisi ile ilgili ABD sivil ve askeri istihbaratının hazırladığı onlarca rapor vardı. Bu raporlardan birinden yola çıkarak, ABD Ordusu istihbaratçılarından Mısır uzmanı Robert Springborg, El Sisi ile ilgili şunları aktarmıştı:
İslamcı yanı hatta eşinin kara çarşaflı olduğu biliniyordu. Radikal bir yanı yoktu, ancak sürekli İslama atıfta bulunuyordu. Çok ciddi bir görünümü vardı. O dönem, Mısır ordusunun gelecek kuşak yıldızı olarak yetiştirilenler arasındaydı. Tüm bunların yer aldığı raporları bizzat gördüm.
El Sisinin, ABD Askeri Akademisindeki hocalarından Yahudi asıllı Albay Steve Gerras (ilginç bir şahıstı ve uzun yıllar Ankarada görev yapmıştı) da öğrencisi ile ilgili şu saptamaları yapmıştı:
ABDye çok yakın duruyordu. Ciddi bir yanı vardı. Yani, öyle birlikte maça gidilecek bir yanı yoktu. Ama zevkli bir sohbeti vardı. Sürekli İslami referanslar kullanıyordu. Evime birkaç kez ziyarette bulundu. Başarılıydı ama içe kapanık tavrı, dikkatlerden kaçmazdı ve bu daha çok işimize yarardı
Albay Gerrasın; bu içe kapanıknitelendirmesi, aslında çok şey anlatıyordu. Çünkü, ketumluğa varacak kadar içe kapanık biri olan El Sisi, Mısıra döndükten sonra askeri istihbaratın başına getiriliyordu. İşte burada bir parantez açmak gerekiyordu. El Sisi, Suudi Arabistanda da askeri ataşe olarak görev yapıyordu. Bu nedenle, Suudi Arabistan ve bu ülke üzerinden Birleşik Arap Emirlikleri askeri yetkilileriyle çok sıkı ilişkiler geliştiriyordu ve bunu hâlâ sürdürüyordu.
Mısırda patlak veren olaylardan sonra, Cumhurbaşkanlığına gelen Mursi tarafından; -Müslüman Kardeşler yönetiminin Bize yakındiyerek tavsiye etmesi ile- istihbaratçı Sisi, Savunma Bakanlığına getiriliyordu. ABD istihbaratı, bu kritik göreve gelen El Sisi ile ilgili hazırlanan raporları, bir kez daha gözden geçiriyordu. O dönem, Obamanın danışmanlığını yapan eski CIA Başkanı John Brennan, söz konusu raporları okuyup Mısıra hareket ediyor ve El Sisi ile gizli ve de özel bir yemek yiyordu. Bu görüşme; Sn. Erdoğan ve Abdullah Gülün, 2001de İstanbulda ADL Başkanı Siyonist Abraham Foxmanla buluşmalarını hatırlatıyordu.
Evet, Mısırdaki darbeyi okumak için; El Sisinin ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini çok iyi bilmek gerekiyordu. Ve şimdi söyleyin, Sisinin irtibatlarıyla, Sn. Recep T. Erdoğanın bağlantıları benzemiyor muydu?[2]
Bu SETA Vakfı, Kaz Dağları soygunlarına niye kılıf uydurmaktaydı?
Kaz Dağlarının ardına gizlenen tezgâh, inanılmaz boyutlara varmıştı. 23 Nisan 2008 günü maden sahipleri, Maden Fuarında bir toplantıda buluşmuşlardı. Kürsüde, Çevre Bakanlığı Orman Genel Müdür Yardımcısı Kemal Kara vardı. Ünvanına bakınca, ormanların önemiyle ilgili konuşacağı sanılmıştı. Oysa durum çok farklıydı. Soyguncu madencilere ince taktikler öğretiyorlardı: Şehirlerin, kasabaların arka görünümlerinde bu işi yapmak varken Gelin bunu önde yapmayalım, o taraflarda yapalım. Medya gidiyor, anayolda devam ederken fotoğrafı çekiyor. Medyayı, bir tepenin arkasına götürmek isteseniz gitmez. Salonda heyecan dalgası, hep bir ağızdan bağırıyorlardı: Bu medyayı boğalım! Kemâl Kara, pişkin pişkin sırıtıyorlardı. O sırada, dinleyiciler arasında bulunan Milten Madencilik Başkanı Cemil Ökten: Gidip havadan çekiyorlar. Eskiden top atış sahasıydı, uçuşa yasaktı, rahattık! diye sızlanmıştı.
İşte Kaz Dağları, Şirince, Bergama ve daha nice cinayet de böyle planlanmıştı. Sabırla bekleyip alt yapı hazırlatmışlar; medyadan, yargıdan kaçmışlardı. Ta ki birileri, cinayetleri onlar için yasal hale getirene kadar. Nasıl mı?
Bu Kemâl Kara; 2008 yılı biterken, emekliye ayrılmıştı. Ardından, Orman Genel Müdürlüğünde; üst düzey iki bürokratla beraber, Büyük Anadolu Ormancılıkşirketini kurmuşlardı. Ve enerji, maden, inşaat şirketlerinin ormanlık arazilerdeki faaliyetleri için hizmetler sunmaya başlamışlardı. İnternet sitelerinde gururla sıralanan referanslar arasında; Akfen, Doğuş, Yüksel İnşaat, Sur Enerji, Enya Enerji ve Eni Enerji bulunmaktaydı. Esas dikkat çeken isim ise, şu sıralar gündemde olan Kaz Dağlarını üç koldan kuşatmış; Alamos Gold olmaktaydı.
Bu ilişki ağı, karşı karşıya kaldığımız tehlike hakkında çok şeyler anlatmaktaydı. O gün sömürücü madencilerin şikâyet ettiği ne varsa; medyası, kanunu, bürokrasisi hepsi hizaya sokulmuşlardı. Düne kadar otoyol, HESler, köprüler, havalimanları, özelleştirmeler aracılığıyla yer üstündeki kaynakları tüketen şirketlerin neredeyse tamamı, bugün yer altında çalışmaktaydı. Kaz Dağlarının bir eteğini Cengiz deliyorsa, diğerini Koç oyuyordu. Bir su kaynağını Eczacıbaşı kirletiyorsa, ötekini Bergamayı zehirleyen Koza çürütüyordu.
Nitekim, 11 yıl önce o toplantıda konuşulan sinsi taktikler adım adım geliştirilmiş; hukukuyla, bürokrasisiyle, şirketiyle, kolluk gücüyle bir kleptokrasiye, yani hırsızlar rejimine evrilmiş durumdaydı. Türkiyenin 24 Haziran seçimiyle geçtiği Saray Yönetimi ve SETA Prensleri de, buna zemin hazırlamaktaydı. İnanmayan, dönüp 10 Temmuz 2018 günü Resmi Gazetede yayımlanan 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine baksındı. Orada; Ekonomik İşler Olağanüstü Hal Komisyonu adlı bir kurulun, 3213 Sayılı Maden Kanununun 7nci Maddesine eklendiğini okuyacaktı. Kanuna göre; bu kurulun aldığı her karar, kamu yararı sayılmaktaydı. Peki bunu niye yapmışlardı? Onun cevabı da 2015te aynı maddede yapılan değişiklikte yatmaktaydı: Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, kıyı kanunu ile korunan bölgeler, 1inci derece askeri yasak bölgeler, 1inci derece SİT alanları dahil aklınıza gelebilecek her yerde madenciliğe izin çıkarılmıştı. Böylece son engeller de kurul sayesinde aşılmış olmaktaydı. Kurulun oluşturulmasından sekiz gün sonra, Resmi Gazetede; 616 maden sahasının, Başkanın imzasıyla ihaleye açıldığını duyurmuşlardı.
18 Şubat 2011de Çanakkalede düzenlenen toplantıda, Maden İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Mehmet Tombul; Adamlar dağı sırtlayıp götürecek değil ya diye çıkışmıştı. Bugün sadece Kaz Dağları ve çevresinde -arama/işletme olarak- 900e yakın maden ruhsatı dağıtılmıştı. Dağı götürmek bir yana, anlaşılan dümdüz edip bırakacaklardı.
Bütün bunlar; ülkenin ne kadar kaynağı varsa, etrafına ürkütücü bir rant ağının örüldüğünün kanıtıydı. Bu ağın basit bir haritasını merak ediyorsanız eğer, tek bir adrese bakmanız yeterli olacaktı: Encon Çevre Danışmanlık Şirketi. İnternet sitesinde; gelecekte, bu ülkeyi kimler mahvetti? diye soracak olanlara, gösterebileceğiniz koca bir liste durmaktaydı. Ha, sahi bu arada; AKP ve Erdoğanın ucuz ve uyuz bir yandaşı haline gelen Aydınlıkçılardan, bazı duyarlı yazarlar bu yüzden ayrılmışlardı.
Encon şirketi, ne mi yapmaktaydı?
Çevreye, ormanlara, sulara, tarihsel ve kültürel mirasa zararlı hangi proje varsa; yasal olarak önünü açmıştı. Hemen hemen her projede karşımıza çıkan ve Türkiyenin ilk; Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını hazırlamakla yetkilendirilmiş şirketlerinden. 1994te kurulan şirket; şimdiye kadar yerli-yabancı, maden, enerji veya otoyol olarak onlarca proje için ÇED raporları hazırlamıştı. Mesela; 2006da İzmirin su havzasını kirleten Nurol Holdinge bağlı TÜPRAGın, Efemçukurunda açtığı altın madeni için ÇEDi, bu şirket hazırlamıştı. Aynı şirketin, Uşak Kışladağ Altın Madeninde de imzası vardı. Yine on binlerce ağacın kesildiği, Manisa Çaldağındaki nikel madeninin ÇED raporu da Enconundu. Tek tek anlatmak sayfalar tutacağından, kamuoyunun yakından bildiği bazı projeleri hızlıca sayalım: Hasankeyfi sular altında bırakan Ilısu Barajı, Eti Maden, TÜMAD Madencilik, Eldorado Gold, Rönesans Holding, Nabucco Gaz Boru Hattı, Pera Madencilik, Koza Altın, Limak, Dedeman Madencilik, Akenerji, GAMA Enerji, İÇTAŞ Enerji, OMV, Yıldızlar Holding, Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolu, İstanbul Havalimanı Ve Alamos Gold.
Hâlâ projelerin sonuçlarına bakıp, çevreyi koruyan bir ÇED raporuna imza atılabileceğini düşünen herhalde çıkmazdı. Çevre Bakanlığının yetkilendirdiği, böyle 337 özel şirket daha iş başındaydı. Devletin üstlenmesi gereken denetleme işinin dahi, bir rant kaynağına dönüşmesi; yer altına kurulan tezgâhın boyutlarını ortaya koymaktaydı. Sömürücü sermayenin, ekonomik krizlere bakışını özetleyen veciz bir söz vardır: İyi bir krizi, asla boşa harcamamak lazım.Şu anda iktidarın ve şirketlerin yaptığını da böyle okumalıydı. İşsizliğin, yoksulluğun ve ekonomik sorunların yarattığı vasat iklimi, bir yağma bayramına çeviriyorlardı. Kaz Dağları, bu nedenle hayati bir simge konumundaydı. Yerin üstünü ve altını kuşatanların yol açtığı/açacağı yıkımın manzarasıydı. Kaz Dağları, Hırsızlar rejimine karşı direniş hattıydı. Dağ düşerse, halkın da düşeceği unutulmamalıydı [3]
Şimdi soruyoruz: Türkiyenin şu meşhur ve güvenilir(!) araştırma merkezleri; neden acaba, Otoyol ve Hava Limanı gibi büyük arazi vurgunlarının ve rant alanlarının kapışıldığı Holdinglerin ve maden arama şirketlerinin Hangi Siyonist sermayenin uzantıları olduklarını ve SARAYla hangi pazarlık ve paylaşımlar karşılığı çalıştıklarını hiç yazmaz, hatta gündeme bile taşımazlardı?
[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/binali-yildirim-kirgin-kuskun-kizgin-52820yy.htm
[2] https://jöntürk.net/abd-istihbarat-raporlarinda-sisi-ve-erdogan-ile-benzerlikleri
[3] bozgur@gazeteduvar.com.tr / 06 08 2019