Anasayfa » LGBT’LİLERE RESMİYET VE SERBESTİYET SAĞLAYANLARIN HÜKMÜ NEDİR?

LGBT’LİLERE RESMİYET VE SERBESTİYET SAĞLAYANLARIN HÜKMÜ NEDİR?

Yazar: yonetici
0 Yorum 87 Görüntüleyen

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Sn. MEHMET KAPUKAYA

ve Yeni Akit Yazarı Sn. ABDURRAHMAN DİLİPAK!

          

LGBT’LİLERE RESMİYET VE SERBESTİYET SAĞLAYAN;

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ”Nİ İMZALAYIP

YÜRÜRLÜĞE KOYANLARIN VE BUNA SES

ÇIKARMAYANLARIN HÜKMÜ VE FETVASI NEDİR?

          

Yeniakit.com.tr'ye konuşan Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mehmet Kapukaya; “Eşcinselliğin bir özgürlük değil, meydan okuma ve tahrik olduğunu” vurgulayıp, Lut Kavmi’nin Kıssası’nı hatırlatarak“Eşcinsellik yaşamak da bu ilişki tarzına destek çıkmak da sapkınlıktır.” diyerek, Müslüman topluma şunu sormuşlardı: “Allah size ahirette; 'Neden benim helak ettiğim bir toplumun, benzer hareketlerini yapan insanlara sahip çıktınız?' diye sorarsa nasıl cevap vereceksiniz?”

 “Toplumumuzda da eşcinsel tarzlar her zaman kötü karşılanmıştır. Bu bir tercih meselesi değildir, bu bir sapkınlıktır. Bu tür insanların, tedaviye ihtiyaçları vardır. Benim Müslüman ülkemde, bu tür hareketlerin yapılması özgürlük değil; meydan okumaktır, tahriktir ve tahribattır. Bir Müslüman, bunlara destek çıkamaz. Maalesef bazı Müslümanlar da fikir özgürlüğü diyerek, bunlara destek çıkmaktadır. Ben de onlara soruyorum: Siz bunlara sahip çıktığınız zaman, yarın Allah size; 'Neden benim helak ettiğim bir toplumun (Lut Kavmi’nin), benzer hareketlerini (ve sapkınlık tercihlerini) yapan insanlara sahip çıktınız?' diye sorarsa (cevapları ne olacaktır?)” diyerek, sorumluları ve suç ortaklığını hatırlatan, Diyanet İşleri Başkanlığı-Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Sn. Mehmet Kapukaya’ya şunu sormak lazımdı:

Görünüşte AB dayatması olduğu halde, gerçekte Siyonist odakların finansörlüğünü yaptığı LGBT (eşcinseller ve lezbiyenler gibi sapıkların) haklarını sağlama ve koruma amaçlı, malum ve mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de imzalayıp, 2014’te yürürlüğe sokan; hatta halkın haklı tepkisini törpülemek için: “E canım Allah kanunu değil ya, gerekirse vazgeçeriz!..” demesine rağmen, bu rezaletle ilgili düzenlemeleri “uyum yasaları” diye tek tek kanunlaştırıp, kural ve kurumlarını yaygınlaştıran Sn. Erdoğan’ın, ahlâki ve ailevi yapımızın temeline dinamit koyan bu anlaşmayı bir türlü askıya almaması…

 Acaba nasıl yorumlanmalıydı ve hangi hikmete dayandırılmalıydı? Kur’an-ı Kerim’in sarih Ayetlerine, Peygamber Efendimizin sahih Hadislerine, İcma-i Ümmet’e, ahlâki değerlerimize, ailevi temellerimize ve vicdani kanaatlerimize göre; Sn. Erdoğan’ın ve iktidarının FETVA’sı niye açıklanmazdı? Sizin ifadenizle; bu “sapkınlığa”  resmiyet ve serbestiyet kazandıranları savunmak, sahip çıkmak veya bu tür haksızlık ve ahlâksızlıklar karşısında susmak, insanı “Dilsiz Şeytan!” konumuna sokar mıydı, sokmaz mıydı?

 Bay Dilipak, niye bunları yazmaz ve konuşmazdı?

 “Ey dindar kahraman Cumhurbaşkanımız! Siyonist İsrail’le imzaladığınız NORMALLEŞME (İsrail teröristiyle iyi geçinme) anlaşmasını geri çek! LGBT’lilere özgürlük sağlamayı amaçlayan ve ahlâki ve aile yapımızın altına dinamit koyan bir anlaşma olan İstanbul Sözleşmesi’ni iptal et!” diye bir yazı niye kaleme almazdı? Yoksa bu küçük ve düşük hataları, kaale mi almazdı? Veya büyük patronları ve baronları kızdırmayı göze mi alamazdı?

 Bu Bay Dilipak; laf cambazlığını, edebiyat kurnazlığını, bilgiç ve muttaki ağabey havasını, kısaca riyakârlık ve ucuz kahramanlık tarzını bırakıp; bir sefer olsun mertçe, mü’mince bir tavırla, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın AB’ye üyelik âşkıyla ve aşağılık duygusuyla kapıldığı tuzaklardan kurtulması için; samimi, ciddi ve cesaretli bir çağrı yapmaya niye hiç yanaşmazdı? Yoksa yandaşlık ve paydaşlık, imandan ve davadan daha mı ağır basmaktaydı?

 “10 soruda, 15 Temmuz” anketi, Erdoğan'ı hayal kırıklığına uğratmıştı!

Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan; “15 Temmuz hain darbe girişimi” ile ilgili anketten, Erdoğan'ı üzecek sonuçlar çıkmıştı. Ankete göre, vatandaşların yüzde 35'i “vatan için sokağa çıktığını” söylerken, sadece yüzde 10'u “Cumhurbaşkanı Erdoğan için sokağa çıktığını” vurgulamıştı.

Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan “10 Soruda, 15 Temmuz” adlı çalışmada, darbe girişimi sırasında sokağa çıkan vatandaşların, hangi partinin seçmeni olduklarına ilişkin sorular vardı. Buna göre, 15 Temmuz darbe girişiminde; MHP seçmeninin yüzde 65’inin, CHP seçmeninin de yüzde 37.7’sinin sokağa çıktığı anlaşılmıştı.

Çalışmada; vatandaşların 15 Temmuz’da “neden sokağa çıktığına”ilişkin soruya verilen yanıtlarda, ilk sıraya yüzde 35 oranıyla “vatan için”yanıtı alınırken, “Cumhurbaşkanına destek için”yanıtını verenlerin oranı yüzde 10’da kalmıştı.

Çalışmada, “Darbeye giden süreç nasıl başladı?” sorusuna: 1- Kasım 2005’te, yaşanan Şemdinli olaylarının, ordudaki tasfiye sürecine yol açtığı, 2- Şubat 2006’da Rahip Santaro katliamı, 3- Mayıs 2006’da Danıştay saldırısı, 4- Ocak 2007’de Hrant Dink cinayeti, 5- Nisan 2007’de Zirve Yayınevi katliamı, 6- Haziran 2007’de Ergenekon operasyonları ve 7- Haziran 2010’da Balyoz davası, ordudaki tasfiye süreci olarak aktarılmıştı. 8- Temmuz 2010 tarihinde ise şike davasıyla Fenerbahçe üzerinden FET֒nün futbol sektörünü ele geçirme girişiminde bulunduğu da hatırlatılmıştı. 9- Ekim 2010’da HSYK seçimlerinde yargının ele geçirildiği, 10- Şubat 2011’de askeri casusluk davasıyla ordunun ele geçirilmek istendiği, 11- Mart 2011’de de Odatv davasıyla Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanarak, muhaliflerin susturulmak istendiği vurgulanmıştı. 12- 2013’te Gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonuyla, hükümetin devrilmek istendiği de savunulmaktaydı.

Cumhurbaşkanlığı’nın bu çalışmasında; FET֒ye ilişkin ilginç bir tanımlama da yer almıştı. “FET֒nün; emekli bir imam olan Fetullah Gülen’in direktifleriyle bir araya gelen, fanatik insanların oluşturduğu ‘silahlı bir kült örgütü’olduğu” vurgulanmıştı.

“Kırgın, küskün ve kızgın” olan Binali Yıldırım’ın, gönlü nasıl alınacaktı?

Orhan Uğurlu; Binali Yıldırım’a çok yakın bir siyasetçinin; “Binali Bey’in çok kırgın, küskün ve kızgın”olduğunu vurguladığını aktarmıştı.

Binali Yıldırım'ın siyasi kariyerini hatırlatayım:

1994-2000 yılları arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmeleri'nde (İDO) Genel Müdürlük görevi yaptı. 1994 yılından, 23 Haziran 2019 tarihindeki İstanbul seçimine kadar, Recep T. Erdoğan'ın “en güvendiği” yol arkadaşıydı.

1999-2002 yılları arasında, gemi işletmeciliği ve armatörlük yaptı. Sosyal medyada, kendisi ve ailesinin yazılan ve paylaşılan mal varlığı doğru ise hayli zengin durumdaydı.

3 Kasım 2002 Genel Seçim’inde, AKP İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girerek, 58. ve 59. AKP Hükûmetlerinde Ulaştırma Bakanı olarak görev aldı.

22 Temmuz 2007'de AKP'den Erzincan Milletvekili seçildi ve tekrar Ulaştırma Bakanı yapıldı. 12 Haziran 2011 Genel Seçim’inde, AKP İzmir Milletvekili seçildi ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak, kabinedeki görevinin başındaydı. Özgeçmişine yazmaya utandı mı bilmem. Ancak; 2014 Yerel Seçim’inde, Erdoğan tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterildi ama CHP'den 14 puan geride kaldı.

Kasım 2015'te tekrar AKP Erzincan Milletvekili seçildi ve 64. Hükûmet'te yeniden Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak yine yer aldı.

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından azledilmesi nedeniyle, Mayıs 2016'da AKP Genel Başkanlığına taşındı. 65. Hükümeti kurdu ve artık Başbakandı.

Devlet Bahçeli'nin önerisi ve desteği ile 16 Nisan Referandumu ile parlamenter rejim yerine, Cumhurbaşkanlığı rejiminin oluşmasında etkin rol oynadı. 24 Haziran 2018 erken seçiminde, AKP İzmir Milletvekili oldu… Erdoğan da 2. kez Cumhurbaşkanı seçildi. “Tek adam” rejimi yürürlüğe girince; Başbakanlık yürürlükten kalktı ve Başbakanlık koltuğu Yıldırım'ın elinde kaldı. 12 Temmuz 2018'de MHP'nin desteği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yapıldı.

31 Mart seçiminde, Erdoğan tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına adaylığı açıklandı. Erdoğan'ın; “istifasına gerek yok” demesi üzerine, Binali Bey; dünya siyaset tarihine geçen şu yorumu yapmıştı: “Belediye Başkanlığı seçimi, siyasi faaliyet değildir. Meclis Başkanlığından istifa etmem gerekmez…” buyurmuşlardı. Ama 18 Şubat 2019'da Meclis Başkanlığından istifa etmek zorunda kalmıştı.

31 Mart'ta 13 bin farkla, Millet İttifakı’nın CHP adayı Ekrem İmamoğlu'na karşı seçimi kaybettiği anlaşıldı. Yandaş Seçim Kurulunun 7 üyesi, hukuk dışı bir kulp takınca; YSK İstanbul seçimini iptal kararı aldı. Ama 23 Haziran'da, Binali Bey bu kez 800 bin oy farkla donakaldı!..

Erdoğan'ın; “Binali Yıldırım tercihinin” yanlış olduğu, genç siyasetçi İmamoğlu'nun gösterdiği başarı ile kanıtlanmıştı. Sadece muhaliflere değil, birçok AKP’liye göre de AKP'nin İstanbul ve Ankara'da yaşadığı siyasi hezimetin tek sorumlusu Erdoğan'dı!?

Artık Meclis Başkanlığını da kaybeden Binali Yıldırım; sade bir Milletvekili olarak, yakın siyasi arkadaşının deyimi ile “kırgın, küskün ve kızgındı!”Çünkü; “Binali Bey İstanbul adaylığına sıcak bakmamış, ancak Erdoğan tarafından bir nevi zorlanmıştı. Buna rağmen, bu sonuçlardan kendisi sorumlu tutulmaktaydı. Ve hele, “23 Haziran’dan sonra unutulduğu” kanaatine kapılmıştı. Oysa; 800 bin oy farkı ile kaybettiği siyasi itibarının, Erdoğan tarafından yeni bir görevlendirme ile unutturulacağını ummaktaydı. Bütün bunlar olmayınca, artık Binali Yıldırım da dost meclislerindeki siyasi sohbetlerinde; “Erdoğan'ın damadı Albayrak'ın, ekonomi yönetimindeki hatalarını” sıkça ve açıkça gündeme taşımaktaydı”[1] Acaba; Binali Yıldırım’ı Cumhurbaşkanı vekili yapma çabaları, gönlünü alma ve AKP’den kaçmasına engel olma amaçlı mıydı?

Saray’daki “SETA” yapılanmasının CIA bağlantısı!?

SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları) Vakfı; güya tarafsız ve bağımsız bir düşünce ve yayın kuruluşu olarak ortaya çıkmıştı. 18 Ocak 2018’de Washington’da bir ofis açmışlardı ve artık “SETA DC”diye namlanmışlardı. “Gölge CIA”diye tanınan ve Siyonist stratejist George Friedman tarafından çıkarılan STRATFOR’la da bu SETA’nın kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcı irtibatları vardı. İşte bu arkası ve amacı karanlık SETA Vakfı’nın, Sarayda ve Sn. Erdoğan’ın etrafında oldukça etkin ve yetkin konumda bulunmaları, bazı acabaları gündeme taşımaktaydı. Barış Terkoğlu’nun bu konuyla ilgili saptamaları ve soruları ise hâlâ yanıtsızdı.

“Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, göreve gelmeden önce SETA İstanbul Genel Koordinatörlüğü ve SETA Genel Koordinatör Yardımcılığı yapmıştı. Diğer isim, “SETA” denilince akla gelen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise SETA’nın kurucu başkanıydı. Hatırlayın; seçim arifesinde Cumhurbaşkanlığında, bir de “Apo kazası” yaşanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi Burhanettin Duran, Abdullah Öcalan’a televizyonda “sayın” diye hitap buyurunca, ortalık ayağa kalkmıştı. Ne hikmetse, seçim için Apo’nun devreye sokularak mektup yazdırılması da bundan sonra yaşanmıştı. İşte bu Burhanettin Duran, SETA’nın Genel Koordinatörü olmaktaydı.

Devletin içindeki ‘SETA ağı’

Elbette her düşüncenin, politika üreten bir kuruluşu olabilirdi. Hatta olmalıydı; ancak Türkiye’de garip bir şekilde bu SETA ortaya çıkmıştı. AKP’nin entelektüel liderliğine soyunan oluşum, bir düşünce kuruluşundan çok daha fazlasıydı. AKP içinde bile rahatsızlık yaratan, devletin içinde hemen hemen herkesin farkında ve rahatsız olduğu bir yapılanmaydı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan üniversitelere, devletin kritik kurumlarından (başta Sabah olmak üzere) medya yöneticilerine kadar uzanan garip bir “SETA ağı” vardı.

Örneğin; Hatice Karahan, Cumhurbaşkanı’nın “Ekonomiden Sorumlu Danışmanı” yapılmıştı. Özgeçmişine bakınca, SETA’da ekonomi araştırmaları yaptığı anlaşılmıştı.

15 Temmuz gecesi, saat 22:10’da kendisini arayan gazeteci Hande Fırat’a; “Neler olduğundan haberim yok!” diyen MİT Basın Müşaviri Nuh Yılmaz’a bakınca ve özgeçmişini okuyunca; SETA’nın Washington Koordinatörü olduğu, ya da Sabah-ATV geçmişi bulunduğu ortaya çıkmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına atanan Muhammet Mücahit Küçükyılmaz ise aynı zamanda “SETA Vakfı’nda İletişim Koordinatörü” olarak görev yapmaktaydı. İşte bu SETA Lobisi; düne kadar Kürt ya da Ermeni açılımı politikalarında ya da kumpas davalarında, Washington koridorlarında “özgürlükçülük” oynamaktaydı.

Gölge CIA’nın istihbarat kaynağı ve SETA ortaklığı!

Yandaşlık yapmayıp, yabancı medyada(!) çalışan Türkleri fişleyen; SETA’nın kurucu Başkanı İbrahim Kalın’dı. 15 Temmuz gecesi, Erdoğan’ın uçağının lokasyonunu paylaşan Stratfor’u hatırladınız mı? Teksas merkezli, Siyonist Yahudi George Friedman tarafından yönetilen kuruluşa, yandaş ya da muhalif tüm medya “gölge CIA” yakıştırması yapmaktaydı. Zira kuruluş; güvenliğin özelleştirildiği dünyada, ücreti karşılığında istihbarat hizmeti sağlamaktaydı. Wiki-Leaks; Stratfor’un arşivini yayımlayınca, Türkiye’deki kaynakları da açığa çıkmıştı. Meğer Stratfor’un Türkiye’deki istihbarat kaynaklarından biri de işte bu SETA’nın kurucu başkanı İbrahim Kalın’mış. “Gölge CIA”nın Türkiye uzmanı Reva Bhalla’nın, 10 Mart 2010’da Başbakanlık ofisinde İbrahim Kalın’la görüştüğü belgelerde yer almıştı. Stratfor Direktörü George Friedman’ın; “Gülen hareketi ile aramızı düzeltmemize yardım et” ricasını, Kalın’ın yerine getirmesi de enteresandı.

31 Mayıs 2010’da bu Siyonist stratejist Friedman, eşiyle istihbarat toplama gezisi için Türkiye’ye geldiğinde; altlarına araba ve şoför ayarlayan kişi Sn. İbrahim Kalın’dı. Friedman, 14 Eylül 2010 tarihli e-postasında Kalın’dan bahsederken:

“Bu adam büyük bir kaynak… Bu adamla kurduğum ilişki ve yaptığım görüşme, kesinlikle gizli kalmalıdır!” buyurmuşlardı.

Bugün meşhur fişlemeleri yapan SETA’nın kurucusu İbrahim Kalın’ın, Stratfor’a gönderdiği bir e-posta da hâlâ arşivlerinde durmaktaydı. Yabancı medyada çalışmak ne ki! E-postada anlattığına göre Kalın, Türkiye’de medyaya “gölge CIA” lehine haber yaptırmıştı ve bunu “patronlarına” şöyle aktarmıştı:

“Sevgili George ve Kamran; bazı medya kuruluşlarına Stratfor’un Türkiye ve Balkanlar hakkındaki raporunu haber yapmalarını söyledim ve ürettikleri haberlerin linklerini aşağıda gönderiyorum. İbrahim.”

Evet; bir zamanlar Washington’da ABD ofislerinden, Fetullahçıların kurumlarından çıkmayan; işte bu İbrahim Kalın’dı… FET֒nün para aktardığı Georgetown Üniversitesi’nin 2009 yılında hazırladığı; “en etkili 500 Müslüman” listesine, Fetullah Gülen’i 13. sıradan sokan da bu İbrahim Kalın’dı… Kavga başlayana kadar, FET֒nün Today’s Zaman’ında yazan da İbrahim Kalın’dı… (08 Temmuz 2019 – Cumhuriyet) İddia ve ithamları hâlâ yanıtlanmamıştı ve yalanlanmamıştı! Sahi Bay Abdurrahman Dilipak’ın bu yapılanmadan nasıl da haberi olmamıştı?!

STRATFOR’da ve diğer ABD istihbarat raporlarında, Sisi ve Erdoğan’ın benzerlikleri yer almıştı.

Mısır’da darbeyle iktidara gelen Abdülfettah El Sisi; İstanbul seçimlerinde Recep T. Erdoğan’ın, Ekrem İmamoğlu’na kara çalmak için kullandığı malzemelerden birisini oluşturmaktaydı. Stratfor dahil, ABD istihbarat raporlarına göre Sisi’nin; aslında İmamoğlu’ndan çok, Erdoğan ile ortak yanları olduğu saptanmıştı. Ama birisi diktatör,diğeri demokratrolüyle siyasete sokulmuşlardı. Evet, El Sisi ile ilgili ABD sivil ve askeri istihbaratının hazırladığı onlarca rapor vardı. Bu raporlardan birinden yola çıkarak, ABD Ordusu istihbaratçılarından Mısır uzmanı Robert Springborg, El Sisi ile ilgili şunları aktarmıştı:

“İslamcı yanı hatta eşinin kara çarşaflı olduğu biliniyordu.  Radikal bir yanı yoktu, ancak sürekli İslam’a atıfta bulunuyordu. Çok ciddi bir görünümü vardı. O dönem, Mısır ordusunun gelecek kuşak yıldızı olarak yetiştirilenler arasındaydı. Tüm bunların yer aldığı raporları bizzat gördüm.”

El Sisi’nin, ABD Askeri Akademisi’ndeki “hoca”larından Yahudi asıllı Albay Steve Gerras (ilginç bir şahıstı ve uzun yıllar Ankara’da görev yapmıştı) da öğrencisi ile ilgili şu saptamaları yapmıştı:

“ABD’ye çok yakın duruyordu. Ciddi bir yanı vardı. Yani, öyle birlikte maça gidilecek bir yanı yoktu. Ama zevkli bir sohbeti vardı. Sürekli İslami referanslar kullanıyordu. Evime birkaç kez ziyarette bulundu. Başarılıydı ama içe kapanık tavrı, dikkatlerden kaçmazdı ve bu daha çok işimize yarardı…”

Albay Gerras’ın; bu “içe kapanık”nitelendirmesi, aslında çok şey anlatıyordu. Çünkü, ketumluğa varacak kadar içe kapanık biri olan El Sisi, Mısır’a döndükten sonra askeri istihbaratın başına getiriliyordu. İşte burada bir parantez açmak gerekiyordu. El Sisi, Suudi Arabistan’da da askeri ataşe olarak görev yapıyordu. Bu nedenle, Suudi Arabistan ve bu ülke üzerinden Birleşik Arap Emirlikleri askeri yetkilileriyle çok sıkı ilişkiler geliştiriyordu ve bunu hâlâ sürdürüyordu.

Mısır’da patlak veren olaylardan sonra, Cumhurbaşkanlığı’na gelen Mursi tarafından; -Müslüman Kardeşler yönetiminin “Bize yakın”diyerek tavsiye etmesi ile- istihbaratçı Sisi, Savunma Bakanlığı’na getiriliyordu. ABD istihbaratı, bu kritik göreve gelen El Sisi ile ilgili hazırlanan raporları, bir kez daha gözden geçiriyordu. O dönem, Obama’nın danışmanlığını yapan eski CIA Başkanı John Brennan, söz konusu raporları okuyup Mısır’a hareket ediyor ve El Sisi ile gizli ve de özel bir yemek yiyordu. Bu görüşme; Sn. Erdoğan ve Abdullah Gül’ün, 2001’de İstanbul’da ADL Başkanı Siyonist Abraham Foxman’la buluşmalarını hatırlatıyordu.

Evet, Mısır’daki darbeyi okumak için; El Sisi’nin ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini çok iyi bilmek gerekiyordu. Ve şimdi söyleyin, Sisi’nin irtibatlarıyla, Sn. Recep T. Erdoğan’ın bağlantıları benzemiyor muydu?[2]

Bu SETA Vakfı, Kaz Dağları soygunlarına niye kılıf uydurmaktaydı?

Kaz Dağları’nın ardına gizlenen tezgâh, inanılmaz boyutlara varmıştı. 23 Nisan 2008 günü maden sahipleri, Maden Fuarı’nda bir toplantıda buluşmuşlardı. Kürsüde, Çevre Bakanlığı Orman Genel Müdür Yardımcısı Kemal Kara vardı. Ünvanına bakınca, ormanların önemiyle ilgili konuşacağı sanılmıştı. Oysa durum çok farklıydı. Soyguncu madencilere ince taktikler öğretiyorlardı: “Şehirlerin, kasabaların arka görünümlerinde bu işi yapmak varken… Gelin bunu önde yapmayalım, o taraflarda yapalım. Medya gidiyor, anayolda devam ederken fotoğrafı çekiyor. Medyayı, bir tepenin arkasına götürmek isteseniz gitmez.” Salonda heyecan dalgası, hep bir ağızdan bağırıyorlardı: “Bu medyayı boğalım!” Kemâl Kara, pişkin pişkin sırıtıyorlardı. O sırada, dinleyiciler arasında bulunan Milten Madencilik Başkanı Cemil Ökten: “Gidip havadan çekiyorlar. Eskiden top atış sahasıydı, uçuşa yasaktı, rahattık!” diye sızlanmıştı.

İşte Kaz Dağları, Şirince, Bergama ve daha nice cinayet de böyle planlanmıştı. Sabırla bekleyip alt yapı hazırlatmışlar; medyadan, yargıdan kaçmışlardı. Ta ki birileri, cinayetleri onlar için yasal hale getirene kadar. Nasıl mı?

Bu Kemâl Kara; 2008 yılı biterken, emekliye ayrılmıştı. Ardından, Orman Genel Müdürlüğü’nde; üst düzey iki bürokratla beraber, Büyük Anadolu Ormancılıkşirketini kurmuşlardı. Ve enerji, maden, inşaat şirketlerinin ormanlık arazilerdeki faaliyetleri için hizmetler sunmaya başlamışlardı. İnternet sitelerinde gururla sıralanan referanslar arasında; Akfen, Doğuş, Yüksel İnşaat, Sur Enerji, Enya Enerji ve Eni Enerji bulunmaktaydı. Esas dikkat çeken isim ise, şu sıralar gündemde olan Kaz Dağları’nı üç koldan kuşatmış; Alamos Gold olmaktaydı.

Bu ilişki ağı, karşı karşıya kaldığımız tehlike hakkında çok şeyler anlatmaktaydı. O gün sömürücü madencilerin şikâyet ettiği ne varsa; medyası, kanunu, bürokrasisi hepsi hizaya sokulmuşlardı. Düne kadar otoyol, HES’ler, köprüler, havalimanları, özelleştirmeler aracılığıyla yer üstündeki kaynakları tüketen şirketlerin neredeyse tamamı, bugün yer altında çalışmaktaydı. Kaz Dağları’nın bir eteğini Cengiz deliyorsa, diğerini Koç oyuyordu. Bir su kaynağını Eczacıbaşı kirletiyorsa, ötekini Bergama’yı zehirleyen Koza çürütüyordu.

Nitekim, 11 yıl önce o toplantıda konuşulan sinsi taktikler adım adım geliştirilmiş; hukukuyla, bürokrasisiyle, şirketiyle, kolluk gücüyle bir kleptokrasiye, yani ‘hırsızlar rejimi’ne evrilmiş durumdaydı. Türkiye’nin 24 Haziran seçimiyle geçtiği Saray Yönetimi ve SETA Prensleri de, buna zemin hazırlamaktaydı. İnanmayan, dönüp 10 Temmuz 2018 günü Resmi Gazete’de yayımlanan 1 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne baksındı. Orada; “Ekonomik İşler Olağanüstü Hal Komisyonu” adlı bir kurulun, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 7’nci Maddesi’ne eklendiğini okuyacaktı. Kanuna göre; bu kurulun aldığı her karar, kamu yararı sayılmaktaydı. Peki bunu niye yapmışlardı? Onun cevabı da 2015’te aynı maddede yapılan değişiklikte yatmaktaydı: “Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, kıyı kanunu ile korunan bölgeler, 1’inci derece askeri yasak bölgeler, 1’inci derece SİT alanları dahil aklınıza gelebilecek her yerde madenciliğe izin” çıkarılmıştı. Böylece son engeller de kurul sayesinde aşılmış olmaktaydı. Kurulun oluşturulmasından sekiz gün sonra, Resmi Gazete’de; 616 maden sahasının, Başkanın imzasıyla ihaleye açıldığını duyurmuşlardı.

18 Şubat 2011’de Çanakkale’de düzenlenen toplantıda, Maden İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Mehmet Tombul“Adamlar dağı sırtlayıp götürecek değil ya” diye çıkışmıştı. Bugün sadece Kaz Dağları ve çevresinde -arama/işletme olarak- 900’e yakın maden ruhsatı dağıtılmıştı. Dağı götürmek bir yana, anlaşılan dümdüz edip bırakacaklardı.

Bütün bunlar; ülkenin ne kadar kaynağı varsa, etrafına ürkütücü bir rant ağının örüldüğünün kanıtıydı. Bu ağın basit bir haritasını merak ediyorsanız eğer, tek bir adrese bakmanız yeterli olacaktı: Encon Çevre Danışmanlık Şirketi. İnternet sitesinde; gelecekte, “bu ülkeyi kimler mahvetti?” diye soracak olanlara, gösterebileceğiniz koca bir liste durmaktaydı. Ha, sahi bu arada; AKP ve Erdoğan’ın ucuz ve uyuz bir yandaşı haline gelen Aydınlıkçılardan, bazı duyarlı yazarlar bu yüzden ayrılmışlardı.

“Encon” şirketi, ne mi yapmaktaydı?

Çevreye, ormanlara, sulara, tarihsel ve kültürel mirasa zararlı hangi proje varsa; yasal olarak önünü açmıştı. Hemen hemen her projede karşımıza çıkan ve Türkiye’nin ilk; Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını hazırlamakla yetkilendirilmiş şirketlerinden. 1994’te kurulan şirket; şimdiye kadar yerli-yabancı, maden, enerji veya otoyol olarak onlarca proje için ÇED raporları hazırlamıştı. Mesela; 2006’da İzmir’in su havzasını kirleten Nurol Holding’e bağlı TÜPRAG’ın, Efemçukuru’nda açtığı altın madeni için ÇED’i, bu şirket hazırlamıştı. Aynı şirketin, Uşak Kışladağ Altın Madeni’nde de imzası vardı. Yine on binlerce ağacın kesildiği, Manisa Çaldağı’ndaki nikel madeninin ÇED raporu da Encon’undu. Tek tek anlatmak sayfalar tutacağından, kamuoyunun yakından bildiği bazı projeleri hızlıca sayalım: Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu Barajı, Eti Maden, TÜMAD Madencilik, Eldorado Gold, Rönesans Holding, Nabucco Gaz Boru Hattı, Pera Madencilik, Koza Altın, Limak, Dedeman Madencilik, Akenerji, GAMA Enerji, İÇTAŞ Enerji, OMV, Yıldızlar Holding, Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolu, İstanbul Havalimanı… Ve Alamos Gold.

Hâlâ projelerin sonuçlarına bakıp, çevreyi koruyan bir ÇED raporuna imza atılabileceğini düşünen herhalde çıkmazdı. Çevre Bakanlığı’nın yetkilendirdiği, böyle 337 özel şirket daha iş başındaydı. Devletin üstlenmesi gereken denetleme işinin dahi, bir rant kaynağına dönüşmesi; yer altına kurulan tezgâhın boyutlarını ortaya koymaktaydı. Sömürücü sermayenin, ekonomik krizlere bakışını özetleyen veciz bir söz vardır: “İyi bir krizi, asla boşa harcamamak lazım.”Şu anda iktidarın ve şirketlerin yaptığını da böyle okumalıydı. İşsizliğin, yoksulluğun ve ekonomik sorunların yarattığı vasat iklimi, bir yağma bayramına çeviriyorlardı. Kaz Dağları, bu nedenle hayati bir simge konumundaydı. Yerin üstünü ve altını kuşatanların yol açtığı/açacağı yıkımın manzarasıydı. Kaz Dağları, “Hırsızlar rejimi”ne karşı direniş hattıydı. Dağ düşerse, halkın da düşeceği unutulmamalıydı…[3]

 Şimdi soruyoruz: Türkiye’nin şu meşhur ve güvenilir(!) araştırma merkezleri; neden acaba, Otoyol ve Hava Limanı gibi büyük arazi vurgunlarının ve rant alanlarının kapışıldığı Holdinglerin ve maden arama şirketlerinin… Hangi Siyonist sermayenin uzantıları olduklarını ve SARAY’la hangi pazarlık ve paylaşımlar karşılığı çalıştıklarını hiç yazmaz, hatta gündeme bile taşımazlardı?

 


[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/binali-yildirim-kirgin-kuskun-kizgin-52820yy.htm

[2] https://jöntürk.net/abd-istihbarat-raporlarinda-sisi-ve-erdogan-ile-benzerlikleri

[3]  bozgur@gazeteduvar.com.tr / 06 08 2019






















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi