Anasayfa » KUR’AN’DA KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ

KUR’AN’DA KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 203 Görüntüleyen


KUR’AN’DA KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ

      

Bazılarının zan ve iddia ettiği gibi, İslam kadını asla ikinci sınıf bir varlık gibi düşünmemekte ve onu temel insan haklarından mahrum etmemektedir. Aslında her şeyi çift yaratan[1] ve bu çiftlerle birbirini tamamlayan ve bir bütün oluşturan Cenab-ı Hak, insanı da erkek ve dişiden ibaret, ikili bir bütün olarak var etmiştir.[2] Yaratılış hikmetlerine uygun şekilde fizyolojik ve psikolojik (bedeni ve ruhi) yapılarında, tabii olarak bazı farklılıklar bulunmakla beraber, Kur’an nazarında kadın ve erkek eşittir.

Evet kadın ve erkek:

1- “Kulluk”ta ve “Kıymet”te eşittir:

“Şüphesiz Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, itaatkâr erkekler ve itaatkâr kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, (Allah'tan) saygıyla korkan erkekler ve saygıyla korkan kadınlar, sadaka veren ve oruç tutan erkekler ve kadınlar, (Allah'ı) çokça zikreden erkekler ve çokça zikreden kadınlar. İşte bunlar için Allah, hem bir bağışlanma hem de büyük bir ecir hazırlamıştır.”[3] ayetinde açıkça ifade edildiği gibi, erkek ve kadın Allah katında, hem kullukta hem de her türlü hayır ve hizmetlerinden dolayı alacakları mükâfatta eşittir. Hiçbir ayrıcalık ve haksızlık söz konusu değildir.

2- Hatadan dönmede özür ve mazeretlerinin kabulünde de kadın ve erkek EŞİTTİR:“Allah, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tövbesini kabul edecektir.”[4] ayeti bu gerçeği dile getirmektedir.

3- Kadın ve erkek, ilim öğrenmede ve eğitim görmede eşittir:

“İlim, kadın ve erkek her Müslüman üzerine farzdır.” Hadis-i Şeriftir. Başörtülü kızlarımıza okuma hakkını çok gören çağdaş yobazlara, bu Hadis bir ibret dersidir.

4- Her türlü hayır hizmetlerinde ve salih amellerde kadın -erkek eşittir: “Erkek olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak salih bir amelde (hayırlı ve yararlı bir hizmette) bulunursa, onlar cennete girecek ve asla haksızlık edilmeyecektir.”[5] ayeti buna işaret etmektedir.

5- Erkek ve kadın, sosyal hayatta ve hürriyette eşittir:

“Erkek ve kadın, salih amel işleyen mü’minleri, hiç şüphesiz güzel bir hayatla (huzur ve hürriyetle) yaşatırız ve iyi hallerinin ve hizmetlerinin karşılığını, en güzel biçimde veririz.”[6] ayeti bunu göstermektedir.

6- Kadın ve erkek, temel insan haklarında ve insanlık onurunda eşittir:

“Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara işlemedikleri bir suç nedeniyle hakaret ve zahmet edenler (ve onların haklarına ve onurlarına tecavüze yeltenenler), gerçekten büyük bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.”[7] ayeti erkekler kadar, kadınların da temel haklarını ve onurlarını garanti etmektedir.

7- Kadın ve erkek, ekonomik girişimlerde ve ticarette eşittir:

“Erkeklere kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.”[8] ayeti buna işaret etmektedir.

8- Kendi malını hayır yolunda dilediği gibi harcamada kadın-erkek eşittir:

“Gerçek şu ki, sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar ve (böylece) Allah'a güzelce borç verenler için, şerefli bir karşılık vardır.”[9]

9- Kadın ve erkek hem siyasette (seçme ve seçilmede), hem de toplumun ıslahı için ortak sorumlulukta eşittir:

“Mü'min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. (Birbirlerinin koruyucuları ve yöneticileridirler.) İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.”[10] ayeti bu durumu haber vermektedir.

10- Kadın ve erkek hukuk ve adalette eşittir:

“Kim bir kötülük (suç) işlerse, kendi mislinden başka ceza görmez. Erkek olsun, kadın olsun, kim de mü’min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız rızıklandırılmak üzere cennete girerler.”[11]

11- Erkek ve kadın evlilikte eşittir:

a- Nikâhta hürriyet: Erkeğin kadını seçme hakkı olduğu gibi, kadının da evleneceği erkeği seçme ve tercih etme hakkı vardır.[12] Kadın istemediği ve beğenmediği insanla evlenmeye zorlanamaz. Evlilikte “denk”liğe, yani ekonomik, sosyal, kültürel, fiziksel ve yaş cihetinden yakınlığa ve uygunluğa önem verilecektir.[13]

b- İslam’da aslolan tek evliliktir. Kur’an’ın tavsiyesi de bu yöndedir. “Şayet adalet sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir eşle yetinin.”[14] ayeti bunu emretmektedir. İkinci evlilik ise, çok özel mazeret ve mecburiyetler halinde ve sadece ruhsat şeklinde geçerlidir. Bu duruma, çağdaş hukuk sistemlerinde de izin verilmektedir.

c- Kadın, evlenirken kocasının üzerine kendi izni olmadan ikinci bir eş alamayacağını, eğer buna uymazsa boşanma hakkını kullanacağını şart koşabilir.

d- Kadınlarla güzel geçinmeyi, kusurlarını hoş görmeyi ve onlara eziyet ve hakaret etmemeyi Kur'an istemektedir.[15]

e- Kadının huysuzluğu halinde, erkeği önce öğüt verir ve tatlılıkla uyarır, olmazsa bir müddet küser ve yatağını ayırır, bu da olmazsa üzüntüsünü ve kızgınlığını göstermek üzere hafifçe sıkıştırır. Bütün bunlar sonuç vermezse veya tam tersine erkek kadınına hakaret ve eziyet ederse, o takdirde erkek ve kadının ailelerinden birer hakem seçilerek, aralarını bulmaya ve uyuşturmaya çalışılır.[16] Bütün bu girişimler de hayırlı bir sonuç vermezse ve bu birlikteliğin devamından ümit kesilirse, yine iyilik ve güzellikle boşanmaya gidilir.

f- Nikâhta aleniyet ve resmiyet şarttır. İki şahit bile bulunsa, yakın çevrelerinden ve toplumdan saklanan “gizli nikâh” geçersizdir ve caiz değildir.

12- Mirasta da kadın erkek arasında adalet gözetilmiş ve dolaylı bir eşitlik yerine getirilmiştir.

a- Evlenirken, düğün masraflarını erkeğin karşılamak zorunda kalması,

b- Hanımın ve çocuklarının bakımını ve eğitim giderlerini erkeğin üstlenecek olması,

c- Evinin diğer bütün ihtiyaçlarını erkeğin hazırlamak mecburiyetinde bulunması,

Bunlara karşılık, kızların, genellikle;

d- Evlenirken masraf yapmak durumunda bulunmaması,

e- Evinin giderlerini karşılamak zorunda olmaması, gibi nedenlerden dolayı mirasta erkek kardeşe iki, kız kardeşe bir hisse verilmesi bir denge kurmak, adaleti ve eşitliği sağlamak amacına yöneliktir.

Ve hatta: “Ana-babanın ve (yakın) akrabaların geriye bıraktıkları mirastan erkekler için bir hisse vardır, kadınlar için de bir hisse vardır”[17] ayeti bu konuda adalet ve eşitliği açıkça öngörmektedir.

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hocamız 1991/Almanya’daki “İslam, İlim ve Gerçek” konulu konferansında şunları dile getirmişti:

“Neden Batı’ya İslam’ın tanıtılmasında ilim yolunu seçmek gerekiyor? Çünkü eğer gözümüzü açıp da dikkatle bakacak olursak, Batı’da genellikle ilim adamlarının Müslüman olduklarını, entelektüel insanların, düşünen insanların Müslüman olduklarını görüyoruz. İlim ve araştırma imkânına sahip olmayan, geniş halk yığınları ise propagandalara kapılıyor ve dünyadan haberleri olmuyor. Ancak, ilim adamlarıdır ki araştırmaları sayesinde gelip İslam’ı buluyorlar. Bunda şaşacak hiçbir şey yoktur. Çünkü “İslam, ilim ve gerçek”; bunların üçü de aynıdır. İslam demek; Cenab-ı Hak’kın insanlara dünya ve ahiret saadeti için gönderdiği, gösterdiği yol demektir. Gerçek; Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ı (takdirat ve icraatlarındaki İlahi adet ve adalet kuralları) demektir. Cenab-ı Hak ne yapıyorsa gerçek odur. İlim ise; bu Sünnetullah’ın kaideleri (keşif ve tespit edilmiş prensipleri) demektir. Onun için “İslam, ilim ve gerçek” aynı hakikatin farklı tezahürleridir. Bunların bir müşterek hususiyetleri vardır, o da; üçünde de tezat olmaz ve gerçek tek çözümdür. Neden tezat olmaz bunlarda? Çünkü Cenab-ı Hak Kemal sıfatıyla muttasıftır. Tezat ise noksanlık alametidir. Bunlar ise Cenab-ı Hak’kın gönderdiği yol (Kur’an’ın ve Resulûllah’ın öğretileri), Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ı (kâinat, tabiat ve hadisattaki adetleri ve adalet prensipleri), Cenab-ı Hak’kın Sünnetullah’ının kaideleri (müspet bilimin neticeleri) olduğu için hepsinde Kemal vardır ve bunlarda noksanlık yoktur. Yani tezat olamaz ve gerçek tek çözümdür. Siz gerçeği kaldırıp onun yerine bir ikinci çözüm koyamazsınız, koyarsanız da o çözüm tutmaz. Nitekim, birçok polisiye filmlerde hep buna şahit oluyoruz. Acaba katil kim? Bu filmlerde hatırlarsınız, mahsus başka insanlar katil gibi gösterilmeye çalışılır, ama sonunda katilin kim olduğu bulunur. Neden? Çünkü gerçek katilin yerine siz suni olarak ikinci bir çözümü koyamazsınız, o koyduğunuz çözüm mutlaka bir yerde sırıtır, bir yerde tezat teşkil eder. Bu filmlerin ana fikri bu esasa dayanmaktadır. Şimdi ben ne anlatmak istiyorum? Batılılara: “Gelin size İslam nedir öğretelim” demek yerine, “Gelin gerçeği arayalım, birlikte ilmi araştırma yapalım” demek, çok daha sağlam ve kolay bir yoldur. Çünkü ilmi araştırma yapıldıktan sonra, eğer bunun sonunda bulunan hakikaten gerçek ilimse, o zaten İslam demektir. Bundan dolayıdır ki, Batılılar bu araştırmaları yaptıkları zaman sonunda İslam’a geleceklerdir. Mesela Muhammet Faysal bir olay yaşamıştır, bizlere de anlatmıştır. Kendisinin, -işte burada- başkanı bulunan Tekafül firmasını kurarken, Amerikalılara yaptırdığı bir araştırma olmuştur. Cenevre’de kurduğu bir araştırma enstitüsüne Amerikalı profesörleri getirtmiş ve tam dört sene fırsat vermiş; “Biz bir İslami Tekafül müessesesi (sigorta şirketi) kurmak istiyoruz, acaba bize kendilerini sigorta ettirecek erkeklerden ne kadar sigorta primi alacağız, kadınlardan ne kadar sigorta primi alacağız? bunu bize bilimsel olarak araştırın” demişlerdir. Tam dört yıl süren araştırmada Amerikalı uzmanlar, profesörler -kendisinin bizzat Bize anlattığı bir olayı naklediyorum- erkeklerin hayattaki riski ne kadar, kadınların ne kadardır? En ince teferruatına kadar hesaplamışlar ve bu dört yıl sonraki hesaplarda, “çalışmamız tamamlandı, şimdi size neticeyi bir brifingle taktim edebiliriz” demişler ve bu hususta yaptıkları brifingde dosyalarla, ilmi araştırmalarla gelip şunları söylemişler: “Hanımların hayatlarındaki riskleri, erkeklerin risklerinin yarısı kadardır. Erkeklerin riskleri iki katıdır” demiştir. Bu ilmi araştırmanın neticesinde, Muhammet Faysal onlara: “Eğer sizin Müslümanlık Dini hakkında bilginiz olsaydı, bu takdirde, bu araştırmalarınız için dört sene uğraşmaz, bu neticeyi daha baştan bilirdiniz. Çünkü Müslümanlıkta miras taksimi bu esaslar gözetilerek, bu risk esasına göre yapılmaktadır.” Bunu söylediği zaman Amerikalı profesörler: “Aman demeyin, sahi İslam’da böyle bir şey var mı?” demişler, koşmuşlar, Kur’an-ı Kerim’i incelemişler, yerini görünce hayretler içerisinde kalmışlardır. Bu bir misaldir. Neyin misalidir? Gerçek arandığı zaman, eğer o hakikaten gerçekse sonunda gelir, İslam ile buluşur ve uyuşur. Çünkü İslam demek, Cenab-ı Hak’kın insanlara dünya ve ahiret saadeti için gösterdiği (şaşmaz, başkalaşmaz ve asla aşınmaz olan, hakikat ve huzur) yolu demektir. Sünnetullah, Cenab-ı Hak’kın yaptıkları (takdirat ve icraatındaki yöntemleri ve sistemleri) demektir, gerçek (demektir). İlim ise; o gerçeğin kaideleri (ve müspet neticeleri) demektir. Bunların hepsi Cenab-ı Hak’kın fiilleri olduğundan dolayıdır ki, neticede birbirlerini destekler, birbirlerini teyit ederler, birbirlerinin aynı sonuçları verirler. Ve bunlarda tezat olmaz ve bunlar tek çözümdürler.”[18]

Evet günümüzde bile, dünya genelinde “Evlenme ve düğün masraflarını karşılama, aile yuvasının geçiminden ve giderlerinden sorumlu olma” konusunda; erkeklerin kadınlardan iki misli daha fazla risk ve zorluk altında bulundukları inkâr edilmez bir gerçektir. Sıkıntı ve sorumlulukların kadın-erkek arasında birlikte ve eşit biçimde paylaşıldığı durumlarda ise zaten (Nisa: 7) ayetinin hükümleri devreye girecektir.

13- Aynı suça aynı ceza konusunda da, erkek ve kadın arasında yine bir eşitlik söz konusudur.

“Zina eden erkekle kadından her birine (öldürecek ve kırıp dökecek şekilden ve tehlikeli bölgelerinden sakınarak) yüz celde (ince çubuk) vurun”[19] ayeti buna açık bir örnektir.

Hasan Basri Hz'lerine göre zina işlediği, 4 (dört) adil şahitle ispatlanan kadınlar hakkında önce “Sizden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de eziyete koşun, (el ve dil ile zahmete ve zillete tabi tutun.)[20] ayeti gelmiş ve uygulanmış,

Daha sonra “ölüm kendilerini alıp götürünceye kadar, evlerde (özel yerlerde) hapsedilmeleri”[21] hükmüne göre davranılmıştır. (Bak. Meal Hasan Basri Çantay) Ve nihayet yukarıda mealini verdiğimiz “yüz celde” ile dövülmesiyle ilgili Ayet-i Kerime nazil olmuştur.

Bazı alimlere göre ise, “İslami hayatın ve Kur’an ahlakının, ne denli yürürlükte olduğu ve mevcut şartların genel ahlaka ne oranda uygun bulunduğu göz önüne alınarak; bu hükümlerden mümkün ve münasip olanı tercih ve tatbik edilebilir. Ancak bu cezaların tatbiki, zina olayını bizzat gören dört adil şahidin itirafını gerektirdiği, bunun da pratikte pek mümkün görülmediği için Kur'an; karısını suçlayan kocanın iddialarının doğru olduğuna dair dört sefer Allah adına yemin ettikten ve“Eğer yalan söylüyorsam Allah’ın laneti üzerime olsun!” denildikten ve karşı tarafta aynı şekilde bu isnadı reddettikten sonra, hâkim tarafından boşanmalarını”[22] öngörmektedir.

Velhasıl erkek ve kadınlardan bir kısmı ötekilerine, nizamı alemin yürümesi ve imtihanın gereği olarak güzellik, akıl, yetenek, sosyal ve ekonomik seviye bakımından farklı ve faziletli kılındığı gibi,

a- Bin türlü zahmette çalışıp kazanması,

b- Eşinin ve çocuklarının bakımına mecbur tutulması,

c- Ailesini her türlü saldırıya karşı korumakla yükümlü bulunması,

d- Yurt savunmasına, barış ve huzur ortamının sağlanmasına fiilen katılması,

e- Bütün bu yükleri kaldıracak biçimde, bedeni yapı olarak genellikle daha güçlü ve dirayetli yaratılması nedeniyle, erkekler hanımlar üzerine, hizmet eden makamında hâkimdir.

Ayette “Erkekler kadınlar üzerine “kavvam”dır.” buyruluyor.[23] Kavvam ise;hanımlarının hizmeti ve çocuklarının huzuru için, devamlı ayakta ve atakta olan ve sorumluluğu nispetinde de selahiyeti bulunan kimse anlamındadır. (Elmalı M. Hamdi Yazır)

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, kadına gerçek değerini veren yalnız İslam’dır ve kadınlar ancak İslami bir ortam içinde, huzur ve hürriyetine kavuşacaktır. Kadını orta malı ve şehvet hamalı haline getiren bugünkü bozuk ve batıl düzenler ise, yine şuurlu ve onurlu mücahide hanımların gayretiyle yıkılacaktır.

“Herkese ve her hususta mutlak eşitlik” ise, sadece bir safsatadır ve imkânsızdır!

“Herkese ve her hususta eşitlik” sloganı, insanları aldatmak ve oyalamak için uydurulmuş bir sahtekârlık kılıfıdır. Çünkü eşitlik: a- Aynı suçu aynı şartlar içinde işleyenlere; aynı cezayı uygulamak gibi kanun ve adalet karşısında… b- Aynı işi yapanlara aynı ücreti vermek gibi; hakkaniyet konusunda… c- Eğitimde, meslek seçiminde ve hür teşebbüste, herkese aynı fırsatları sağlamak hususunda… d- Din, dil, ırk ve renk ayırımı gözetmeden herkesi, can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti gibi temel insan haklarından yararlandırmada, ancak uygulanabilir.

Yoksa erkeklik ve kadınlık gibi durumlarda ve değişik cinsiyette… Akıl ve anlayış gibi hususlarda ve farklı kabiliyette… Bilgi ve beceri konularındaki değişik seviye ve yetenekte olan insanları aynı kalıba koymak ve eşit saymak, hem yanlıştır hem de böyle mutlak bir eşitliği sağlamak zaten imkânsızdır. Nizam-ı alemin kurulması ve yürümesi için, Ezeli Kudret insanları hem cinsiyet, hem milliyet, hem feraset, hem kabiliyet, hem servet, hem de rütbe ve etiket bakımından farklı yaratmıştır.

“Mutlak Eşitlik” safsatasını savunanlar yoksa, “Rabbinin rahmetini (ve nimetlerini) kendileri mi bölüştürüyorlar? Hâlbuki onların dünya hayatındaki geçim şartlarını (maişet farklılıklarını) Biz tayin ve taksim ettik. Ve onlardan kimisini kimisine (çeşitli) derecelerle üstün kıldık ki, biri diğerine iş görebilsin…”[24]

Bir ordu komutanıyla bir onbaşı, bir devlet başkanıyla bir odacı, ancak kanun karşısında ve temel insan haklarında ve görevlerindeki gayret ve samimiyet ölçüsünde İlahi adalet ve uhrevi mükâfat konusunda eşit olabilirler. Yoksa bunları yetki ve sorumluluk bakımından eşit saymak, elbette haksızlıktır ve imkânsızdır. Çünkü nimet külfet dengesi esastır.

“Sizi yeryüzünün halifeleri (adil devlet düzeninin görevlileri) yapan, sizi verdiği şeylerde, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur.”[25]

“Allah dilediğinin rızkını genişletir, (istediğini) kısar, fakirleştirir.”[26]

Bu durum hem imtihan içindir, hem de devlet ve cemiyet düzeni için gereklidir. İnsanlar aynı fabrikada üretilen robotlar olmadığına göre, aralarında mutlak eşitlik de söz konusu olamaz. Hele hele haksız ve ahlaksız girişimlerle, hayırlı ve yararlı hareketlere, aynı imkân ve fırsatları tanımak, hatta İslami ve insani hizmetlerin yolunu tıkayıp, insanları şerli ve şeytani işlerde yarıştırmak ve bunun adını da eşitlik koymak, çağdaş münafıklığın bir alametidir.

“De ki, pislikle temizlik eşit olamaz.”[27]

Bu eşitlik anlayışı daha doğrusu bu “eşitlik hastalığı” nedeniyle, pek büyük riskleri ve külfetleri göze alarak; çeşitli yatırım ve üretim tesisleri gerçekleştiren bir girişimciyle… Milyarlarını bankaya koyup, bedavadan faiz alan ve hak etmediği halde milyarlar kazanan adama eşit imkânlar tanımak, hem haksızlık hem de ahlaksızlık değil midir? Alimle cahili, zalimle adili, hizmet edenle hıyanet edeni, tespih çekenle tetik çekeni eşit tutmak!.. Hatta huysuzları ve hırsızları daha üste çıkarmak şeytani bir düşüncedir.

Hâlbuki, “Körle gören eşit olamaz”, “Karanlıkla aydınlık bir tutulamaz”, “Gölge ile hararet de aynı değildir”, “Dirilerle ölüler de eşit olmaz.”[28]

İstikamet ve doğruluk üzerinde bulunup, adalet ve hakkaniyetle iş yapan kimseler, hayırsız, beceriksiz kimselerle eşit sayılabilir mi?[29]

Görülüyor ki, “Eşitlik” ve “Özgürlük” sloganları sömürü ve zulüm düzenini yürütmek ve insanları uyutmak için birer sahte makyajdır ve zehirli birer çikolatanın dışındaki parlak ambalajdır.

Ey, okullarda ve resmi kurumlarda herkese tanıdığınız özgürlüğü, başını örtenlere uzun yıllar tanımayan ikiyüzlüler!.. Vatan haini katil anarşistlerin “Hapishanede yerleri dar geliyor” diye haklarını savunup, bir dönemler namaz kıldığı için kurumundan, başörtüsü taktığı için okulundan atılanlara sahip çıkmayan yüzsüzler! Hani eşitlik? Hani insan hakları? Hani demokrasi? Hani özgürlük? Ve hani, nerede kalmıştı kadın hakları? Artık herkesin inanması ve anlaması gerekir ki, kadına gerçek değerini veren ve ona mutluluk yollarını gösteren İslam’dır. İnsanı sadece maddi yönüyle ele alan ve batıl düşünceler üzerine kurulan materyalist Batı medeniyeti, kadını Ortaçağ cehaletinden daha beter bir esaretin kucağına atmıştır.

Kadın bugün maalesef servetin kölesidir. Basit bir reklâm aracı olarak şehvetin kölesidir. Hanımlık onurunu yitiren zavallı kadın, moda mostrası ve sosyete soytarısı durumuna getirilmiştir. Her gün bir başka erkeğin kollarında oynamayı, her gece bir başka erkeğin koynunda sabahlamayı hürriyet zanneden, açılıp saçılmayı medeniyet zanneden, bu ruhen ölmüş ve ahlaken çürümüş zavallıları yeniden hayata ve huzura kavuşturacak İslam düşüncesine ne kadar muhtacız!..

Kadınımızı kocasından ve sıcak aile yuvasından koparıp, sokaklara düşürmek, fuhuş bataklığında çürütmek ve herkesin ortak malı haline getirmek için, televizyonlar, sinemalar, gazeteler, modaevleri, sosyete salonları ve fuhuş simsarları yarışmaktadır. Üç-beş yıl sonra gençliği ve güzelliği kaybolacak, her yerden kovulacak ve dışlanacak olan bu kadınlar, ya bunalımlara düşüp akıl hastanelerine veya modern hapishane diyebileceğimiz huzurevlerine kapatılacak, mutsuz ve umutsuz bir zindan hayatına mahkûm olacaklardır. Analık şefkatinden, hanımefendilik şerefinden, çocuk sevgisinden, akraba ve arkadaş ilgisinden ve samimi bir koca himayesinden ebediyen mahrum kalacaklardır. Bunların geride bıraktıkları çocuklar da haliyle, huysuz, huzursuz ve soysuz bir nesil oluşturacak ve böylece milletimiz; içinden yozlaşmış ve yıkılmış olacaktır. İşte sahte kadın hakları savunucularının varmak istedikleri netice bunlardır.

İslam, kadın-erkek eşitliğinden de öte, her ikisini bir bütünün bölünmez parçaları kabul etmiştir. Hazreti Havva anamızın ayrı bir çamurdan değil de, Hazreti Adem’in vücudundan bir parça olarak yaratılması bunun içindir. Hazreti Peygamberimiz, “Evlenen kişi dininin yarısını korumuş ve kurtarmış olur…” buyurmakla, kadınsız erkeğin her yönden yarım ve eksik olduğuna işaret etmiştir. “Gerçekten erkeği ve dişiyi (birbirine) eş yaratan O (Allah)dır.”[30] ayeti de, erkek ve kadının bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğini ifade etmektedir.

“Allah’ın ayetlerinden (vahdet ve rahmet alametlerinden) birisi de, kendileriyle huzura kavuşmanız (ve kaynaşmanız) için, size kendi içinizden eşler yaratması ve aranıza muhabbet ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için, ne büyük hikmet ve ibretler vardır.”[31]

Elbette kadınlar da, bütün temel insan hak ve hürriyetlerine sahiptir. Okumak, eğitim yapmak, fıtratına uygun iş ve meslek sahibi olmak, onların da hakkıdır ve bu haklar İslam’da asla kısıtlanmamış, hatta teşvik edilmiş ve garanti altına alınmıştır.

“Bir kimse sakın hanımına kızmasın ve haksızlık yapmasın. Eğer onda hoşlanmadığı huyları varsa, buna karşılık mutlaka seveceği ve beğeneceği halleri de vardır.”[32]

“Şunu iyi biliniz ki, kadınlarınız üzerinde sizin haklarınız olduğu gibi, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.”[33]

 “Sizin en hayırlı olanlarınız, kadınlara karşı en iyi davrananlarınızdır.”[34]

“İlim Çin'de de olsa arayıp alınız. Çünkü ilim erkek-kadın her Müslüman’ın üzerine farzdır.”[35] emirleri Avrupa'nın henüz “Kadınlar insan mıdır, şeytan mıdır?” münakaşasını yaptığı bir dönemde, İslam Peygamberinin hadisleri ve hükümleridir.

Sırf inancından dolayı başını örtüyor diye yıllarca okullardan atılan, eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılan ve yine başını örtüyor diye işyerlerinden, hatta hastane kapılarından kovulan kızlarımıza ve kadınlarımıza bu zulmü reva görenler; çağın değil, insanlığın bile dışındadırlar.

Üstelik bütün bunları yaparken laiklik perdesi altına saklanan ve Atatürkçülük istismarı yapan sahtekârlara, Atatürk'ün şu sözlerini hatırlatalım.“Eğer kadınlarımız İslam’ın tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle ve faziletin icab ettiği bir tavr-u hareketle içimizde bulunur, milletimizin ilim, sanat ve içtimaiyat faaliyetlerine iştirak ederlerse, bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi takdir etmekten geri durmaz.”[36]

 Ama artık yalvarmakla, ağlamakla gasp edilen hak ve hürriyetlerimizi geri alamayacağımızın farkına varmalıyız. Bir ülkede namuslu insanlar, en az namussuzlar kadar gayret ve cesaret sahibi değillerse, ezilmeyi ve üzülmeyi hak etmişler demektir. Moda ve medeniyet adına kadınlarımızı; neslimizin ve milletimizin devamı için çocuk yapmaktan ve çocuğuna bakmaktan nefret eder hale getiren soysuzlar, onları finolara hizmetçi yapmıştır… Bebeklerini kreşlere, yurtlara terk edenler, gecede birkaç kere kalkıp köpeklerini çişe götürmektedir. Resmi istatistiklere göre, sayıları yüz binleri bulan kadınımız, fahişe belgesiyle sokaklarda sürtmekte ve sürünmektedir.

Bütün bunların tek suçlusu ve gerçek sorumlusu ise, elbette bu batıl düzendir ve bu düzeni devam ettirenlerdir. Adil bir Düzen kurulmadan ve Adil bir Düzenin kurulması için çalışıp yorulmadan, bu dertler devam edecektir. Ve korkarım asıl günah da herkesin gaflet uykusunda bulunduğu bir sırada, uyanık bulunup bu yangını görüp de söndürmek için ciddi bir gayret göstermeyenlerin sırtına binecektir!…

 

 


[1] Zariyat: 49

[2] Necm: 45

[3] Ahzab: 35

[4] Ahzab: 73

[5] Nisa: 124

[6] Nahl: 97

[7] Ahzab: 58

[8] Nisa: 32

[9] Hadid: 18

[10] Tövbe: 71

[11] Mü’min: 40

[12] Nisa: 32

[13] Nur: 26

[14] Nisa: 3

[15] Nisa: 19

[16] Nisa: 34-35

[17] Nisa: 7

[18] https://www.youtube.com/watch?v=aHdhCh9pnIE&feature=youtu.be

[19] Nur: 2

[20] Nisa: 16

[21] Nisa: 15

[22] Nur: 6,7,8,9

[23] Nisa: 34

[24] Zuhruf: 32

[25] Enam: 165

[26] Rad: 26

[27] Maide: 100

[28] Fatır: 19, 20, 21, 22

[29] Nahl: 76

[30] Necm: 45

[31] Rum: 21

[32] Riyazü’s- Salihin: 1-318

[33] Riyazü’s- Salihin: 1-319

[34] Riyazü’s- Salihin: 1-320

[35] Keşfu’l- Hafa: 1/138, no: 397

[36] Mustafa Kemal. Prof. Afet İnan, “Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması Tarih Boyunca Türk Kadınlarının Hak ve Görevleri. 1968





















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi