KKTCNİN İDAM FERMANI
Gümrük Birliğini Rum Kesimini de içine alacak
şekilde genişleten ek protokolün imzalanması Kıbrısın idam fermanı olarak
değerlendiriliyor. Ek protokolün Kıbrısı siyasi ve ekonomik anlamda tam bir
kuşatma altına alacak sonuçlar ortaya çıkaracağına dikkat çekiliyor.
Çünkü AB ile imzalanacak ek protokol içinde Güney
Kıbrısın da içinde yer aldığı 10 yeni AB üyesi ile genişletiyor. Avrupa
Birliği Kıbrıs Rum Kesimini “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı ve
bu tanımlama bütün adayı ifade ettiği için protokolün imzasından sonra Türk
limanlarında Rum bandıralı gemiler görmek kimse için sürpriz olmayacak.
Ek protokolün imzalanması Türkiyeyi AB ile
ilişkilerinde de zora sokacak. Çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu süreçte
Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla taraf olacak. Bu durumda Türkiyenin Kıbrıs
politikasını kökünden değiştirecek ve telafisi imkânsız sonuçlar ortaya
çıkaracak. Örneğin Kıbrıs üzerinden yapılacak tüm ticarette Kıbrıs Cumhuriyeti
sıfatıyla Rum kesimi tek otorite olacak. KKTCli bir işadamı ticari mallarda
menşe şahadetnamesini Rum Yönetiminden almak zorunda kalacak.
Anavatan Türkiyenin KKTC ile yapacağı ticarette
imkânsız hale gelecek. Rum yönetimi Türkiyeyi Kuzey Kıbrısla illegal ticaret
yaptığı için ABne şikâyet edebilecek.
Güney Kıbrıs AB üyesi bir devlet olarak, Rum gemi
ve uçaklarına Türk havaalanlarını ve limanlarını açılmasını isteyebilecek.
Türkiye itiraz etse bile konu AB Adalet Divanına götürülmesi halinde Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla haklı bulunacak.
Ek Protokolün imzasının, Yunan ve Rumların konumunu
iyice güçlendirmiş olacak. Sonraki aşamalarda Rum Yönetimi, yine AB üyesi bir
devlet olarak Türkiyeden, askerlerinizi Adadan çekin, Türkiyeden göç eden
Türkleri geri götürün taleplerini daha güçlü olarak seslendirecek. Bu
taleplerinde AB nezdinde daha güçlü konuma gelecek.
Buna karşılık AKP Hükümetinin bir taraftan Milli
Dava Kıbrıs politikasını telafisi imkânsız sonuçlara sürükleyecek imzada ısrar
ederken, yayınlanacak ılımlı bir deklarasyonla tepkileri geçiştirmeye çalışması
dikkat çekiyor. Avrupa Birliğinin tepkisini çekmemek için olabildiğince ılımlı
ve yumuşak bir dille hazırlanması beklenen bu deklarasyonun hukuki olarak AB
nezdinde hiçbir hükmünün olmadığı kaydediliyor.[1]
Muhalefet tek yumruk olup imzalama dedi.
Ama Başbakan Erdoğan imzaladı
Kıbrısta ek protokolü imzalayarak, AB yolunda
önemli bir adım attığını düşünen ve hayırlı bir iş yaptığına inanan hükümete
bütün siyasi partiler hep bir ağızdan tepki gösteriyor. İşte hükümetin, ABye
yönelik imzaladığı gümrük birliği ek protokolüne gösterilen sert tepkiler:
Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan;
Sonu belli olmayan AB uğruna inanılmaz tavizler
verildi Türkiye Milli Dava Kıbrısta bir oldubittiyle karşı karşıya bırakıldı.
Tarih AKPyi Kıbrısı vermiş olanlar diye kaydedecektir.
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu
Bu imza KKTCyi ortadan kaldıran bir imzadır.
Türkiye hem dolaylı hem de direkt olarak Rumları Kıbrıs olarak tanımıştır.
İktidarı kınıyorum.
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar:
Bu deklarasyon Türkiyenin beklentilerini
karşılayamaz. Zaten Avrupa komisyonu bildirisinde, Türkiyenin Kıbrıs
Cumhuriyetini tanımama kararının geçerli olmadığı dolaylı olarak ifade
etmiştir. Türkiye daha da zora girdi.
ANAP Erkan Mumcu
Ek protokolün imzalanması diplomatik tanıma
anlamına gelmemekle birlikte bir defacto tanıma durumu yaratır. Kıbrıs
sorununda boşa geçen her dakika Güney Kıbrıs Rum Kesimi üzerinden Türkiyenin
ve Kıbrıs Türklerinin yarınına ipotek koymak demek.
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer:
AKP hükümeti ek protokolü imzalamakla Kıbrıs Rum
kesimini 40 yıldır Türkiyenin tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Ankara
anlaşmasına taraf haline getirdi. Ek protokol ve açıklanan deklarasyon AKP
hükümetinin acizlik belgesi olarak tarihteki yerini aldı.
Başlangıç mı son mu?
AVRUPA Birliği (AB) ile 3 Ekim 2005 tarihinde tam
üyelik müzakerelerine başlama hayaliyle yanıp tutuşan Adalet ve Kalkınma
Partisi (AKP) iktidarı, 29 Temmuz Cuma gecesi gözlerini kapattı ve kendisini
boşluğa bıraktı. Yani… AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği protokolünü,
geçen yıl üyeliğe kabul edilen 10 ülkeye de uygulayacağına dair bir belge
imzalayıp ABye teslim etti. Ama diyeceksiniz, onun ardından Güney Kıbrıstaki
yönetimin temsil ettiği devleti tanımadığını ayrıca açıkladı.Yani Türkiye bu
imza ile hiçbir şey kaybetmedi denmek isteniyor. İşte o nokta belli değil.
Çünkü bu imza tarihe, 1950lerden beri izlediğimiz Kıbrıs politikasının ölüm
raporu olarak geçebilir. Gerçi Avrupalı liderler, Türkiyenin Gümrük Birliği
ile ilgili yükümlülüğünü genişletmeye razı olduğunu bildirmesi, Rum yönetimini
resmen tanıdığı anlamına gelmez anlamında demeçler verdiler. Bunlardan
özellikle AB Dönem Başkanı sıfatını taşıyan İngiltere Başbakanı Tony Blairin
sözleri hem önemli hem de net idi. Ama biz Türkler, belli bir şeyi yapmamızı
sağlayıncaya kadar böyle gönlümüze hoş gelen laflar eden o kadar çok Batılı
gördük ki… Doğrusu sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek içmesi gibi bir
duruma geldik. Yeri gelmişken geri dönüp bakalım: Geçen yıl nisan ayında
Kıbrısta Annan Planı için yapılan halkoylamasını anımsıyor musunuz? O oylamada, Türkler evet derlerse, artık
izole halde yaşamayacaklar… Avrupa Birliği, Kuzeyi de bir olgu olarak
dikkate alacak… Ve AB fonlarından Kuzeydeki Türkler de yararlanacaklar türü
az mı vaaz dinledik? Gidin Kuzey Kıbrısa bakın… Rauf Denktaşı tasfiye
amacıyla ve o yönde gayret gösteren kişi ve kuruluşlara gönderilenler dışında
ABden gelen tek kuruş bulamazsınız. Açık söyleyelim: Ülkemizi yöneten
dahilerin izlediği politikaların bizi sonuçta Güney Kıbrısı o adanın meşru
temsilcisi saymaya mecbur edeceğini düşünerek derin bir üzüntü duyuyoruz
Bu
adım Türkiye için, Avrupa Birliğinin başlangıcı mı olacak yoksa Kıbrısın sonu
mu?[2]
Tanımıyoruz öyle mi?
Türkiye, Gümrük Birliği'ni genişleten ve Kıbrıs'ı
da içine alan ek protokolü imzaladı. Altına da 6 maddelik bir deklarasyon
ekledi: “Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanımıyoruz.” AB Dönem Başkanı
İngiltere ise, anında cevap verdi. Ama biz tanıyoruz. Bize, “Sen istediğin
kadar tanımadığını söyle. Kıbrıs Cumhuriyeti, AB tarafından tanınmaktadır”
mesajı eletildi. Sözün kısası… “Sen de tanımak zorundasın” denildi!
Biz, Kıbrıs Rum Kesimi'nin adanın tek ve meşru temsilcisi olarak tanınmasından
rahatsızdık. Hep şikâyet ediyorduk: – Adada bir de Türkler var. Şimdi şikâyet
hakkımız ortadan kalktı. Artık kimseye tek kelime edecek durumda değiliz. Çünkü
Rum Kesimi'nden imtiyazlı mal alım satımını sağlayan bir belgeye imza attık.
“Tanımadığımız Rumlarla” her türlü ticareti yapacağız. Peki ya KKTC
ne olacak? İşin o tarafı biraz karışık. Bu belge ile dünyanın ambargo
uyguladığı KKTC'ye biz de ambargo uygulamak zorunda kalabiliriz.
Hemen “nasıl olur” demeyin… Altına imza
attığımız Gümrük Birliği Mevzuatı bunu gerektiriyor!
Kabul ettiğimiz ek protokol, bakın ne anlama
geliyor: Ticarette geçerli bütün menşe şehadetnameleri ile ilgili tek yetkili
Kıbrıs Cumhuriyeti olacak. Yani, tanımadığımız Kıbrıs Rum Kesimi, adanın dış
ticaretini yönlendirecek. Bütün gümrük düzenlemeleri Rumların kontrolüne
geçecek. KKTC ile ticaret yapmamıza izin vermeyecekler. Biz “İlle de
yapacağız” dersek, olacaklar belli… Rumlar, AB'ye başvuracaklar. Bizi yerden
yere vuracaklar: Türkiye, illegal ticaret yapıyor! Hemen Ankara Antlaşması'na
sarılacaklar. Yedinci Madde'yi hatırlatacaklar.. “Antlaşma hedeflerinin
gerçekleşmesini tehlikeye düşürecek her türlü girişimden uzak durma
yükümlülüğüne uymadığımızı” söyleyecekler. Bitmedi… Yakında, Rum
gemilerine ve uçaklarına limanlarımızı açmak zorunda kalacağız… Çünkü 9.
Madde “Uyrukluluğa dayalı ayrım yapılamayacağını” hükme bağlamış. Ek
protokol ile tam 40 yıldır tanımadığımız Kıbrıs Rum Kesimi'ni, Ankara Antlaşması'nın
tarafı haline getirdik. Rumların ellerini güçlendirdik. Biz, Kıbrıs
Meselesi'ne, BM içinde çözüm bulmak için çaba sarf ediyorduk. Şimdi ipler
tamamen Rumların eline geçti. Artık, sorunu AB içinde çözmeye çalışacaklar. Ek
protokol ile Rumların eline bu kozu biz verdik. Tanımadığımız Kıbrıs Rumları,
ticarette bizim “imtiyazlı ortağımız” oldular! Biz hâlâ,
yayınladığımız deklarasyondan bahsediyor ve Kıbrıs Rumlarını
“tanımadığımızı” söylüyoruz… Söylesek ne olur?.. Söylemesek ne fark
eder? Belli ki, kendi kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Yayınladığımız
deklarasyon, pratikte hiçbir işe yaramayacak. Sonucu değiştirmeyecek. Kıbrıs
Rumları, giderek daha da güçlenecekler. Yaptığımız işin “züğürt
tesellisinden” hiçbir farkı yok.[3]
Kıbrısı elden çıkaranlar Türkiyeyi de
koruyamazlar
Bu haksız ve zorba kabul üzerine teslimiyetçi AKP
iktidarının, Gümrük Birliği anlaşmasını Güney Kıbrısa da şamil olacak şekilde,
önce resmen tanımaya karar vermesi ve sonra da bir deklarasyon avutmasıyla, biz
Güney Kıbrısı tanımış olmadık demesi, emperyalistlerin aleyhimize almış olduğu
kararların üzerine tüy dikmiştir.
Şu haliyle Kuzey Kıbrısın siyasî hayatı, küvez
içerisinde yaşatılmaya çalışılan bir bebeğin hayatına benzetilebilir. Zira
bütün ekonomik, siyasi, kültürel can damarları peşinen Güney Kıbrısın eline
teslim edilmiştir. AKP hükümeti ise artık onu yaşatma ve kontrol etme
inisiyatifini kaybetmiş, biraz da işine öyle geldiği için ihmal ederek Kıbrısı
mukadder akibetine terk etmiştir.
Her ne kadar İngiltere Türkiyeye sahip çıkar gibi
gözüküyorsa da ve her ne kadar Yunanistan, biz Türkiyenin ABye girmesine
karşı değiliz diyorsa da bunlar birer danışıklı dövüştür, bunlar birer kendi
aralarında paslaşmadır. Görüldüğü gibi Güney Kıbrısı öne sürüyorlar, onun
aracılığı ile Türkiyenin AB ile müzakereye başlamasını veto ettirmeye
çalışıyorlar.
Kuzey Kıbrısın şu küveze mahkûm edilmiş durumu
karşısında Erbakan Hoca, bundan sonra Bize çekilin gidin diyecekler diyerek
durumun vehametini ortaya koymuştur.
Tarihçilerimiz hep şikâyet ederler. Biz asker
millet olarak savaş alanlarında galip geliriz amma zaferin sonucunu, masa
başında kaybederiz derler. Doğrudur. Erbakan Hocanın girişimleri ve
askerimizin süngüsüyle kazandığımız Kuzey Kıbrıstaki haklarımızı, Tayyib Bey
iktidarı masa başında millete fazla hissettirmeden kaybetmenin manevralarını
yapıyor. Herkes şunu bilsin ki ortaya çıkacak Kıbrıs hezimetini ört bas etmek
için Tayyib Beyin çektiği hamasi nutukların Kıbrısa ve milletimize asla bir
yararı olmayacaktır.
Hezimetler böyle gelişir. Ruslar Afganistanda
kaybettiler, bu hezimeti, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin yıkılışı takip
etti. Balkan Harbinden önce yapılan siyasi hatalar, Balkanların elden
çıkmasına sebebiyet verdi. Bu sebepten ne yapıp yapıp mutlaka Kıbrısı elden
çıkarmamak için, milletin makûs talihini bir kere daha yenmeliyiz.
Aksi halde güney sınırlarımızı işgal eden
emperyalist Batı, sıranın Türkiyeye geldiğini düşünecektir. Nitekim, AB ile
hiç alâkası olmadığı halde, AB ilerleme raporu daha şimdiden Fırat-Dicle
havzalarındaki suların, uluslararası bir idareye devrini ve bu sulardan
İsrailin yararlandırılmasını istemeye başladılar.
Çare nedir? Çare ilk önce ülkemizde iç barışı
sağlamaktır. Devlet-millet kaynaşmasını pekiştirmek için, lâik anti-laik çekişmesini
bertaraf edip, iman, sevgi ve kardeşlik potasında, tıpkı İstiklâl Savaşından
önce olduğu gibi, manevî ve millî birlik ve bütünlüğümüzü, sıkılmış bir yumruk
gibi takviye ederek, millî ve tarihî şahsiyetimize yakışır, şahsiyetli bir dış
politika rotasına geçerek, içerisinde bulunduğumuz iç ve dış meseleler
karşısında, Kıbrıs çıkarmasında bir örneğini gösterdiğimiz aktivitelerle
Yeniden Büyük Türkiyenin inşasına başlamaktır.[4]
Ek Protokol Bilmecesi
Türkiyenin Avrupa Birliği üyeliği konusunda da pek
çok bilinmeyen var. Hükümetin verdiği mesajlar ile medyanın kamuoyuna
yansıttığı imajların ardında aslında acı gerçekler bulunuyor. Oysa medyanın
görevi, kamuoyunu bilgilendirmek, aydınlatmak, farklı görüşleri yansıtmak değil
midir? Medya görevini yapmıyor, Türkiyenin Avrupa Birliği üyeliği konusunda
pek çok gerçeği kamuoyuna duyurmuyor, tam bir karartma uygulanıyor.
Medya karartmasıyla, gerçeklerin üzeri örtülmek
isteniyor. Kamuoyunun bilgilenme, gerçekleri öğrenme, farklı görüşlerden
haberdar olma hakkı gasbediliyor. Başbakanın uçağına binen gazeteciler, siyasal
iktidarın dikte ettiği bilgilerin dışında farklı görüşlere yayın organlarında
yer veremiyorlar.
Bunun son örneği Ankara anlaşması ek protokolünün
Türkiye tarafından imzalanması konusunda yaşandı. Gündem belirleme gücüne sahip
olan yayın organlarında Türkiyenin imzaladığı ek protokolün hangi
olumsuzlukları beraberinde getirdiği konusunda kamuoyuna bilgi verilmiyor,
savaş yıllarını hatırlatan bir “karartma” uygulanıyor.
Mesela imzalanan ek protokolle birlikte Kuzey
Kıbrıstaki iş gücü ve sermayenin Güneye kayacağı kamuoyuna söylenmiyor.
KKTCli işadamları iş yapmak istiyorlarsa Rumlara mahkûm olacaklar. Kuzey
Kıbrıstan Türkiyeye gelecek mallar için Güneyden menşe şehadetnamesi
alınması gerecek. Rumlar “olur” vermeden Kıbrıslı Türk işadamı hiçbir
malı adanın dışına çıkartamayacak. Dışalımlarda da Rumların gümrük kuralları
geçerli olacak, onlar kontrolden geçirecek. Ayrıca imzalanan ek protokolle
Limasol portakalı Türkiyeye sıfır gümrükle girecek, Lefke portakalı için ise
yüzde 16 vergi ödenerek ancak Türkiyeye sokulabilecek. Böyle olunca da Kuzey
Kıbrıs Türklerinin ürettiği mallar, Rumlarla rekabet edemeyecek hale gelecek.
Bunlar işin ekonomik boyutu
Siyasal anlamda ise
imzalanan ek protokolle birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin varlığı
önemli bir tehditle karşı karşıya kalacak. Çünkü Türkiye ek protokolü ABnin
üye olarak kabul ettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile imzaladı. O
cumhuriyetin içinde Kıbrıslı Türkler bulunmuyor. Ek protokole atılan imza, bu
nedenle KKTCnin varlığını da tehdit edecek.
Siyaseti sömürgeleştiren medya
Türkiyede uygulanan medya karartması demokratik
sisteme zarar verir hale gelmiştir. Halkın doğru bilgilenmediği, gerçeklerin
üzerinin örtüldüğü, şeffaflığın ve özgür düşüncenin olmadığı yerde, demokrasi
de olmaz.
Medya siyaseti esir almış durumdadır. Thomas Meyer,
“Medya demokrasisi” isimli kitabında medyanın siyaseti nasıl
sömürgeleştirdiğini çarpıcı bir biçimde anlatmaktadır. Mevcut medya yapısını ve
sistemini analiz eden Meyer, siyasetin medya eliyle yönlendirildiğine şöyle
dikkat çekmektedir: “Siyaset alanı medya sisteminin etkisi altına girer
girmez önemli ölçüde değişir, medya sisteminin kurallarına bağımlı hale gelir.
Medya sisteminin mantığı siyaseti sömürgeleştirirken yalnızca siyasalın
betimlenme şeklini yâda diğer sistemlerle ilişkisini yeniden yapılandırmaz;
siyasal süreci üretim düzeyinde, yani siyasal alanın benzersiz bir yaşam
biçimi olarak ortaya çıktığı düzeyde etkiler. Medya mantığının kuralları, siyasal
mantıktaki kurucu faktörleri, birçok durumda onlara yeni anlamlar vererek ve
medya yasalarından alınan yeni öğeler ekleyerek yeniden kalıba döker. Bu
anlamda sömürgeleşme, siyasetin medya sisteminin mantığına neredeyse koşulsuz
teslim olması demektir
”
Medya sistemi, siyaseti sömürgeleştirirken bunu
zorla yapmıyor, siyasetçinin iktidar olabilmek amacıyla medyayı kullanma istek
ve arzusu sömürüye boyun eğmeyi de beraberinde getiriyor. Oyunun kurallarını
medya belirliyor, siyasal sisteme sadece kuralların nasıl uygulanacağı
konusunda küçük bir alan bırakılıyor.
Medyanın gerçeklerin üzerini örtmek amacıyla
uyguladığı “karartmayı” Türkiyenin bugün karşı karşıya kaldığı en
önemli tehlikelerden biri olarak görüyorum. Siyasal iktidarın belki bugün için
işine gelen bu karartmaya destek vermesi de ülkemize zarar vermektedir.
Tartışmaktan, özgür düşünceden, muhalefetten, farklı fikirlerden korkarak,
onları görmezden gelerek bir yere varamayız. Medyanın ipiyle kuyuya
inilmeyeceğini herkesin artık anlaması gerekiyor.[5]
İngiltere ve AB, bugüne kadar hangi sözünü tuttu?..
Kıbrısın boynuna İngiliz ipi geçirildi!..
KKTC tehlikede:
AKP hükümeti, KKTCyi yutacak AB Gümrük Birliği Ek
Protokolü imzalayarak dönüşü olmayan bir yola girecek. Başbakan Erdoğan ile dün
Londrada bir araya gelen İngiltere Başbakanı Tony Blair, Türkiyenin ek
protokolü imzalamasının yanı sıra bir deklarasyon yayımlama isteğini normal
karşıladığını belirterek, Türkiye istediği açıklamayı yapar diye konuştu.
Kıbrısı Osmanlıdan kiralayıp daha sonra geri vermediğini hatırlatan uzmanlar,
İngilterenin Başbakanı Blairin tam bir İngiliz siyaseti izleyerek Kıbrısın
Türkiyenin garantörlüğünden çıkartılıp KKTCnin yok edilmesini amaçladığına
dikkat çekiyor.
Erdoğan halkı avutmakla görevli:
Türkiyede halkın tepkisinden çekindiği için Ek
Protokolün imzalanması ile ilgili tedirginlikler de yaşanıyor. Aynı endişeleri
taşıdığı gözlerden kaçmayan Başbakan Erdoğan, Daimi temsilcimizin imzalaması
ile bu iş bitmeyecek. İmzalanacak metnin Türkiye Büyük Millet Meclisinin de
onayından geçmesi gerekiyor dedi. Başbakan Erdoğan, Yunanistanın Ege sorununu
gündeme getirmesi ihtimalinden söz ederek, Avrupa Birliği Müzakere Çerçevesi
Belgesinin Konseyin önünde beklediğini hatırlattı. ABnin referandum sonrasında
KKTCnin ticari olanaklarını genişletme sözünü yerine getirmemesi halen
hafızalarda.[6]
Tanımış olduk…
Siz bu satırları okurken, Türkiye, Güney Kıbrıs'ı
tanımış olacak. Yanlış okumadınız. Eğer dün geceki resmi maç oynandıysa, Rum
Kesimi artık “muhatabımız” demektir. UEFA'nın azizliği bu. Belki de
muzipliği. Biz oraya yıllarca ne voleybolcu yolladık, ne hentbolcu. Resmi
toplantılarda Rum yöneticilerle hiç yan yana gelmedik. Selâm mesafesine bile
girmedik. Şimdi ne oldu? “O ihtimal” gerçekleşti: Şampiyonlar Ligi ön
eleme maçında bir Türk Takımı'yla (Trabzonspor'la) bir Rum Takımı (Anarthosis)
eşleşti… Çare yok. Gitmeseydik, hükmen mağlup sayılacaktık. Üstelik UEFA'dan
ceza da alacaktık… Gittik. Maçtan saatlerce önce yazıyorum bu yazıyı. İleri saatlerde
herhalde sahaya çıkıp maçı oynadık. Öyle gözüküyor. Sahiden oynadıksa, demek ki
Kıbrıs Rum Kesimi'ni resmen tanıdık. Hayırlı olsun. Tanımak nedir? İlle
havaalanlarını, limanlarını, gümrüklerini açmaktan mı ibarettir? Hayır. Bu da
tanımak'tır işte. Bir adım sonrası da Rum Konsolosluğu'na izin vermektir.
Bekleyin, görün. İyidir, kötüdür o ayrı bir konu. “Tanıdık…”
“Tanıştık…” Futbol, diplomasiyi deldi dostlar.[7]
Protokolün imzalanmaması gerekiyordu çünkü bu metni
imzalamakla Türkiye, Kıbrıs Davası konusundaki son kalesini de kaybetmiş
oluyor, fiili olarak Güney Kıbrıs Rum Kesimini Kıbrıs Cumhuriyeti Olarak
tanınmış oluyor. Bu protokol içerdiği maddeler itibariyle Ankara Antlaşmasının
mevcut konjonktüre uyarlanması anlamına geliyor. Mevcut haliyle gümrük birliği
ek protokolünün imzalanması halinde bu imza ile birlikte KKTC ekonomisinin de
fiilen sona eriyor ekonomik anlamda da KKTC nin Rum kesimine bağımlı hale
getiriliyor zaten Rum kesimi Kıbrıs cumhuriyeti adıyla KKTC vatandaşlarına
pasaport veriyor ve KKTC şirketlerinde Rum kesiminde tescil yaptırıyor.
Kıbrıs için maskeli tanıma!..
Bu maskeli tanıma kime karşı?
– Türk halkına mı?
– Kuzey Kıbrıs a mı?
– ABye mi yâda Yunanistana mı karşı?
Bilindiği gibi AKP iktidarı, ABye sonradan giren
10 ülkeyi, gümrük birliği anlaşmasına dahil etmek için bir anlaşma imzalayacak
böyle bir tanıma anlaşmasının yapılmasını AB istedi. Gümrük birliğine dahil
edilecek ülkeler arasında Güney Kıbrıs Rum Devleti de var. Güney Kıbrıs niçin
dahil edilecek? Çünkü deniliyor ki, devlet olarak tanınmamış olan bir Güney
Kıbrısla Türkiye hangi sıfatla masaya oturacak? Uluslar arası kurallara göre
bu on ülke meyanında Güney Kıbrısa da devlet statüsü tanınmadan mukavelenin
tarafları teşekkül etmez,
Ama gel gör ki, işin içinde, Sayın Erdoğan ve gülün
öteden beri başını ağrıtmakta olan bir kuzey Kıbrıs var Güney Kıbrısı adanın
tek devleti olarak masaya davet edersiniz, Kuzey Kıbrısın, iyrabta yeri
kalmayacak, yani Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti bu arada tarihe karışacak.
AKP iktidarı kendi aklına ve mantığına göre bu
ikilemi çözmek için bir çare bulmuş. O çare de önce Güney Kıbrısı tanımak, sonra bu tanımanın, tanıma anlamına
gelmediğini belirten bir deklerasyon yayınlamak.
Biz buna kendi kendini nakzeden, yani kendi içinde
çelişkiye düşme anlamına gelen bu anlaşmaya Maskeli Tanıma diyoruz.[8]
KAYNAK: AKP VE AKIBETİ KİTABI , AHMET AKGÜL
[1] Milli Gazete / 28.Temmuz.2005 / Mustafa Yılmaz
[2] Hürriyet / 31.07.2005 / Oktay Ekşi
[3] Tercüman / 31.07.2005
/ Emin Pazarcı
[4] Milli Gazete / 01.08.2005 / Süleyman Arif Emre
[5] Milli Gazete / 01.08.2005 / Dr. Abdullah Özkan
[6] Milli Gazete / 28.07.2005
[7] Tercüman / 27.07.2005 / Rauf Tamer
[8] Milli Gazete / 28.Temmuz.2005 / Süleyman Arif Emre