Kıbrıs Harekatının 42. Yıldönümü Kutlu Olsun
İşte Makaslanan Kıbrıs Roportajı
Ne ki; 1689 Karlofçadan beri sürekli toprak kaybedişin, gerileyişin durdurulması, ilk defa toprak kazanmanın adıydı Kıbrıs Zaferi.
Peygamber Efendimizin halası Larnakada burayı mutlaka almalıyız
Ne ki; 1689 Karlofçadan beri sürekli toprak kaybedişin, gerileyişin durdurulması, ilk defa toprak kazanmanın adıydı Kıbrıs Zaferi. Önce Kıbrıs Fatihi!, sonra Kenya Fatihi diye dağa taşa Karaoğlan Ecevit yazdırılıp seçim zaferi kazandırılabilirdi belki ama, artık 39 yıl sonra Kıbrıs Gerçeklerini yalan söylemeyen tarihe not düşmenin zamanı geldi. Sultan Fatihi ve İstanbulun Fethini 40 yıl boyunca stadyumlarda milletiyle birlikte kutlayarak Fetih şuurunu bayrak yapmış ve Kıbrısa çıkarma için Asker gemiye bindi mi bir daha inmez kararlılığındaki bir Liderin Kıbrıs Harekatı ile ilgili görüşleri çok önemli. Adaya barışı getiren Kıbrıs Zaferinin 39. Yıldönümünde Harekatın Mimarı Erbakanın Kıbrıs Davasını ve o günleri anlatan Makaslanan röportajın tamamını yayınlıyoruz.
O kargaşalık esnasında gidip Adaya huzuru getirmek lazımdı. Eceviti Afyona uğurladıktan sonra yaptığımız Genel İdare Kurulu toplantımızda kesinlikle bir kanaate vardık, biz o kararı aldık. Bir an evvel bu müdahale yapılmalıdır. Bir nevi bendeniz tam yetki ile partimiz adına, arkadaşlarımla beraber bir an evvel bu harekatı yaptırmanın gayreti içindeydim. Ayrıca Efendimiz Aaleyhisselatü veselamın Halası Ümmü Haramın türbesi Larnakada bulunduğu için burayı mutlaka almamız gerekir diye kesin kararlılıkla hareket ettik.
Liderler Tereddütlüydü, Baykal Şahit
BİR kısım liderlerimiz, bu harekatın yapılmasını arzu ediyorlardı ama kendilerini bizim istediğimiz kararlılıkta görmüyorduk. Hepsi tereddütler izhar ediyordu. Belki isimlerini açıklamak doğru olmaz ama Deniz Baykal Bey de müzakerede beraberdi.
MSP ısrar etti…
Ecevit hiçbir zaman kesin emir vermedi. Biz Milli Güvenlik Kurulunda konuyu konuştuk. Konuştuğumuz zaman zaten Afyona giderken Ecevite olay çok önemlidir gitmeyin dedik. Ondan sonra da biz MSP olarak Ecevit , Afyonda iken kendi Genel İdare Kurulu toplantımızı yaptık. Mutlaka müdahale etmek lazımdır noktasına geldik MSP olarak.
Oylama yaptık
Onun için Milli Güvenlik Kurulunda da MSP kanadı olarak biz hep bir an evvel müdahale edilmelidir diyorduk. Halk Partisinin önemli bir kısmı Bu macera olur, sakın ha böyle bir şey yapılmasın, edilmesin dediği için bir oyalama oluyordu.
Ecevit geldiği zaman gemiler yüklenmişti
Milli Selamet Partisi, Kıbrıs Barış Harekatının fiilen başlamasında en önemli tarihi rolü oynamıştır. Çünkü Ecevit, Londradan döndükten sonra biz Başbakanlıkta Kuvvet Komutanları ile kendisini bekliyorduk. O havaalanından Oğuzhan Asiltürk Bey ve Hasan Esat Işık Bey ile beraber döndüler, geldiler. Onu uğurladığımız zaman kendilerine yani Kuvvet Komutanlarına Yükleyin askerleri, bindirin, toplayın. Harekat bir nevi fiilen başlasın dedik. Onlar da bunu yaptılar. Ecevit geldiği zaman gemiler yüklenmişti. Ve artık ertesi gün sabahleyin limandan ayrılacakları noktadaydık.
Türkiyede 1990 yılının Temmuz ve Ağustos ayları boyunca 8 bölümlük Kıbrıs Belgeseli yayınlanmıştı. Ancak nedense Belgesel, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatını hep o günkü Hükümetin iki ortağından birisinin gözüyle anlatmıştı. Oysa Harekata karar veren Hükümetin sayısal olarak küçük, lakin amblemindeki anahtar gibi etkin ve esas ortağı MSP ve onun Lideri Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakandı. Belgeselin Yönetmeni Mehmet Ali Birand, Erbakan ile tam bir saatlik televizyon röportajı yaptı. Ancak sadece 3 dakikası yayınlandı. Ne ki; 1689 Karlofçadan beri sürekli toprak kaybedişin, gerileyişin durdurulması, ilk defa toprak kazanmanın adıydı Kıbrıs Zaferi. Önce Kıbrıs Fatihi!, sonra Kenya Fatihi diye dağa taşa Karaoğlan Ecevit yazdırılıp seçim zaferi kazandırılabilirdi belki ama, artık 39 yıl sonra Kıbrıs Gerçeklerini yalan söylemeyen tarihe not düşmenin zamanı geldi. Sultan Fatihi ve İstanbulun Fethini 40 yıl boyunca stadyumlarda milletiyle birlikte kutlayarak Fetih şuurunu bayrak yapmış ve Kıbrısa çıkarma için Asker gemiye bindi mi bir daha inmez kararlılığındaki bir Liderin Kıbrıs Harekatı ile ilgili görüşleri çok önemli. Adaya barışı getiren Kıbrıs Zaferinin 39. Yıldönümünde Harekatın Mimarı Erbakanın Kıbrıs Davasını ve o günleri anlatan Makaslanan röportajın tamamını yayınlıyoruz.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan: Evet kısaca açıklayayım.Biz o zaman Sayın Başbakanı, Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık ve Oğuzhan Asiltürk Bey ile birlikte havaalanından Londraya uğurladık. Bu uğurlama merasiminde Kuvvet Komutanları, Genelkurmay Başkanı da beraberinde bulunmaktaydılar. Kendileri ile bir durum müzakeresi yapmak üzere hemen bir odaya çekildik. Bizim o zamanki Devlet Bakanımız Sayın Süleyman Arif Emre Bey de dışarıda bekliyordu. Kuvvet Komutanları ile Şimdi Ecevit İngiltereye gidiyor, durum nedir? diye aramızda müzakere ettik . Onlar da Siz şimdi Başbakan vekilisiniz. Bizim şu anda dahi önemli bazı hususlarda nasıl hareket edeceğimizin bize bildirilmesine ihtiyacımız vardır dediler. O esnada zaman faktörünü çok iyi kullanmak gerekiyordu. Sampson, Adada ihtilal yapmış ama herkes onu hemen kabul etmemiş. Makarios taraftarları ile Sampson arasında çeşitli yerlerde silahlı mücadele oluyor. İşte biz bu kargaşadan yararlanmaya önem veriyorduk. Onun için bir an evvel çıkartmanın yapılmasını istiyorduk. Kuvvet Komutanları da aynı arzu içerisindeydiler. Onlar da bunu takdir ediyorlardı. Ve böyle olmalıdır diyorlardı. Ancak dediler, bunun böyle olması için bize şimdi emir verilmesi lazım .
ASKERLER: BU ORDUYLA BİR DAHA KIBRIS HAREKATI YAPAMAYIZ!
16. GENELKURMAY BAŞKANINA YAPILAN HAKSIZLIK
KAYNAK
http://www.tsk.tr/1_tsk_hakkinda/1_2_genelkurmay_baskanlari/konular/semih_sancar.htm
BU KISIMDA CUMHURİYET TARİHİNDE SON ZAFERİ GERÇEKLEŞTİREN
16. GENELKURMAY BAŞKANIMIZ MERHUM ORG. SEMİH SANCARIN
20 TEMMUZ 1974 TARİHİNDEKİ KIBRIS BARIŞ HAREKATINDAKİ
ÜSTÜN BAŞARILARINDAN BİR KELİME OLSUN SÖZ EDİLMEMİŞTİR.
TÜM KAMUOYUNA DUYURULUR
ASKERLER: BU ORDUYLA BİR DAHA KIBRIS HAREKATI YAPAMAYIZ!
Askerlerimiz bizlere şunu ifade ettiler: Bize kesin emir verilmesi lazım. Çünkü bizim askerimiz, ordumuz Kıbrıs olayları tarihinde bugüne kadar iki defa bir nevi düş kırıklığına uğramıştır. Bunlardan bir tanesi İsmet İnönü zamanında Yükleyin dendi, yükledik . Sonra arkasından ABD Başkanı Johnsonun mektubu üzerine Hayır, geri dönün dediler. Biz götürdük askeri İskenderuna çıkarttık. Ve böylece bir manevra görüntüsüne büründü yaptığımız iş. Süleyman Demirel zamanında da Yükleyin dendi, yükledik. Tekrar bizim topraklarımıza çıkardık. Şimdi bu aynı ordudur. Bugün bu ordunun içerisinde siz bize yükleyin ve yola çıkın derseniz ve ondan sonra da yoldan geriye çevirirseniz, biz artık bu askeri hiçbir zaman hakiki harekatın yapılacağını inandıramayız. Bunun önemini dikkate alarak ne yapacağız söyleyin dediler?
O an kendilerine şu suali sordum: Şimdi şu anda farz edin ki biz Hükümet olarak bu emri size verdik. En erken ne zaman Girneye çıkartma yapacaksınız? Dediler ki Bizim birtakım birliklerimiz ta İskenderunda, Niğdede. (Komando Birliği vs.) Bunları oralara getirip bütün her türlü silahlarıyla beraber gemilerin hepsini yüklemek Oradan hareket edip Adaya gitmek, bütün bunların hepsi en erken Cumartesi günü sabahleyin olabilir. Eğer şimdi bu emir bize kesin olarak verilirse.
Mgk Ve Hükümet Karar Almadan, Havaalanında Harekat Emrini Verdik
O ana kadar o emir kesin olarak verilmemiş miydi?
Hayır verilmemişti. Çünkü Ecevit İngiltereye gidecek. İngilizlerin ne diyeceği belli değil. Ecevit hiçbir zaman kesin emir vermedi. Biz Milli Güvenlik Kurulunda konuyu konuştuk. Konuştuğumuz zaman zaten Afyona giderken Ecevite olay çok önemlidir gitmeyin dedik. Ondan sonra da biz MSP olarak Ecevit , Afyonda iken kendi Genel İdare Kurulu toplantımızı yaptık. Mutlaka müdahale etmek lazımdır noktasına geldik MSP olarak. Onun için Milli Güvenlik Kurulunda da MSP kanadı olarak biz hep bir an evvel müdahale edilmelidir diyorduk. Halk Partisinin önemli bir kısmı Bu macera olur, sakın ha böyle bir şey yapılmasın, edilmesin dediği için bir oyalama oluyordu. Ve biz ne Bakanlar Kurulu olarak ne Milli Güvenlik Kurulu olarak kesin bir karar vermiş değildik. Bununla beraber olayın gecikmemesi gerektiği için işte orada bendeniz, Yükleyin ve bu harekatı başlatın dedim. Şunu düşünerek söyledim. Ecevit gelecek Perşembe günü akşamı. Geldiği zaman gemiler, bu hazırlıklar yapılacak, yüklenecek ancak harekat Cuma sabahı olabilecek. Şayet bir aksilik olursa yani ille de hayır yapılmasın, edilmesin derlerse bu takdirde gemileri hareket ettirmek veya harekatı tekrar bizim kıyılarımıza çıkartmak gibi yani eski hükümetlerin yaptığının bir tekrarına dönüşür bu iş diye düşündüğüm için yapın bunu dedim. Ve diğer bir ihtimalde tabii Ecevit gitmeden önce İngiliz bölgesine çıkartalım gerekirse diye düşünceleri vardı konuşmalar esnasında. Bir ihtimal olarak da onu gözetiyordum. Askerlerin, bir an evvel harekatı başlatmak için Hükümet adına istedikleri söz, o günkü muhtemel şartlar dikkate alınarak orada kendilerine söylenmiş oldu.
Zaman Kaybetmeden Harekat Başlatılmalıydı
Siz Bülent Ecevitin İngiltereye gitmesini tensip etmiş miydiniz?
Efendim biz başlangıçta tensip etmiyorduk. Biz Bülent Ecevitin Londraya gitme teklifine muhatap olduğumuz anda bunun lüzumsuz bir şey olduğu kanaatindeydik. Çünkü zaman çok mühimdi. Bize zaman kaybettirecek, oyalanacaktık. İkincisi İngilizler ile yapılacak harekat bu adanın dolaylı yoldan yine Yunanlılara verilmesi demektir. Biz bunları biliyoruz. Garantör devlet isek vazifemizi yapalım diyorduk. Biz böyle dururken onlar tereddütte oldukları için konu Milli Güvenlik Kuruluna geldi. Yani önce gidilsin denildi. En kısa zamanda. Bir iki gün gecikebiliriz de. Buna razı olun dediler. Biz onun üzerine razı olduk.
Mspde Kararlılık, Chp De Tereddüt
Yani MSPnin bu çıkarmadaki tutumu ne idi?
Bu çıkarma için daha ilk günden itibaren yıllardan beri birikim içindeyiz. O kargaşalık esnasında gidip Adaya huzuru getirmek lazımdı. Eceviti Afyona uğurladıktan sonra yaptığımız Genel İdare Kurulu toplantımızda kesinlikle bir kanaate vardık, biz o kararı aldık. Bir an evvel bu müdahale yapılmalıdır. Bir nevi bendeniz tam yetki ile partimiz adına, arkadaşlarımla beraber bir an evvel bu harekatı yaptırmanın gayreti içindeydim. Ayrıca Efendimiz Aaleyhisselatü veselamın Halası Ümmü Haramın türbesi Larnakada bulunduğu için burayı mutlaka almamız gerekir diye kesin kararlılıkla hareket ettik.
Halk Partisinde tereddüt var mıydı? Yani kabinede tereddüt var mıydı?
Tabii. O gitmeden önce yapılmış olan Bakanlar Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulunun arkasından biz toplantımızı yaptık. Halk Partisinin bir kısmı bizi destekliyordu. Bir kısmı ise Bu macera olur, sakın böyle bir şey yapılmasın bu bütün dünyaya karşı savaş açmak demektir vesaire gibi uzun uzun sözler söylediler. Bizde bunların hep aksini savunduk ve bir nevi onları ikna etmek için saatlerce uğraştık. Onlar peki hele bir İngiltereye bakalım diye bir nevi zaman kazanmaya çalışıyorlardı, oyalanıyorlardı.
KAYNAK: http://www.milligazete.com.tr/haber/Iste_makaslanan_Kibris_Roportaji/286830#.UexfPtLQDpt
————————————————————————————————————————————————————————
MSP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, barış Harekatı'nı yapan Türk Ordusu'nun Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'a MSP milletvekillerinin bir aylık maaşlarının çekini taktir ve tebrik hisleriyle takdim ederken…
Prof. Dr. NECMETTİN ERBAKAN, Türk 2000 Vakfı Toplantısı. Kıbrıs davası, RP Dönemi
KKTC 22. YILI KUTLAMASI 1996 RP CD-2
SAADETİN 2.YILI KUTLAMASI, MİLLİ GÖRÜŞ 34. YILI ANKARA ALTIN PARK ( 20 TEMMUZ 2000 )
KONUYLA İLGİLİ KAYNAK MAKALELERİMİZ:
……………………………………………………………..
KIBRIS MESELEMİZ VE MİLLİ MESULİYETİMİZ
Sn. Rauf Denktaşın vefatıyla ilgili duygusal ve hamasi nutuklar atıladursun, İsrail Kıbrıs Rum Kesimine füzelerini yerleştirmeye başladı. Aynı askeri anlaşmaları bütün Balkanlarda; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Makedonya ile yapan İsrailin Türkiyeyi bir düşman ittifakı ve füze rampalarıyla kuşattığı açıktı. İsmet İnönünün Yunanistana peşkeş çektiği burnumuzun dibindeki adalardan ve Girit dağlarından sonra, şimdi de Kıbrısa askeri yığınak yapan İsrailin bütün bunları İran ve Suriyeye yönelik konuşlandırdığına inanmak, saflıktan da öte şapşallıktır.
Evet, Kıbrıs Rum Kesimiyle İsrail arasında savunma işbirliği anlaşması imzalandı. Bunun Türkiyeye karşı yapıldığı tartışılamazdı. Bu aynı zamanda Akdenizde yapılacak bir hesaplaşmanın da yaklaştığı anlamını taşımaktaydı. Rusyanın Suriyeye bir uçak gemisi göndermesi de hatırlanırsa, bölgemizde sular ısınmakta ve kara bulutlar dolaşmaktaydı.
KKTCde yapılan seçimler sonucu tavizci ve teslimiyetçi Mehmet Ali Talatın yerine, Milli sorun ve sorumluluklar konusunda daha duyarlı ve tutarlı bir tavır sergileyen Derviş Eroğlunun Cumhurbaşkanı olması olumlu ve umutlu bir olaydı.
Derviş Eroğlu, seçim sonucunu kutlayan binlerce taraftarına, ''Müzakere masasında onurumuzla mücadele edeceğiz'' diye seslenirken Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas'la Kıbrıs sorununu çözeceğine inandığını söylemesi seçim öncesinde kendisine yöneltilen Eroğlu uzlaşmazdır, Eroğlu gelirse görüşmeler kopar şeklindeki iddiaları çürütme amaçlı değilse maalesef bir yanılgıydı.
Çünkü Kıbrıs Rum kesimi, KKTC'de Cumhurbaşkanlığını kazanan Derviş Eloğlunun seçim zaferinin “olumsuz” bir gelişme olduğunu açıklamıştı. Rum kesimi hükümet sözcüsü Stefanos Stefanu, Eroğlu'nun sözleri ve görüşlerini göz önüne aldığında, seçilmesinin endişe yarattığını vurgulamıştı.
Talatın: Yeni bir dönemin başlangıcı saptaması!?
Seçimi kaybeden KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Derviş Eloğlunun ilk turda kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının, ''yeni bir dönemin başlangıcını işaret ettiğini'' söylerken ''Benim çözüm hayalim devam etmektedir. Kıbrıs sorununun çözümünün son derece hayati olduğunu düşünüyorum. Çözüm süreci için bundan sonraki yaşamımda elimden gelen çabayı ortaya koyacağım'' ifadeleri ise kafa karıştırıcıydı.
Tapu Müslümanların, kullanma hakkı gâvurların mı?
Aklımız neredeydi! diye soran Melih Aşık haklıydı.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının 2006 Yılı Raporunda şu ifadeler yer alıyordu: Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdenizde petrol aramaya başlamasıyla TPAO, MTA ya da 9 Eylül Üniversitesinin denizlerde petrol aramacılığında kullanılabilecek bir gemi satın alması Türkiyede tartışılmaya başlanmıştır. Hangi kuruluş gemi satın alırsa alsın, mutlaka TPAOnun gemiye ortak olması… yararlı olacaktır.
Bu haber Cumhuriyette Murat Kışlalı imzasıyla çıkmıştı.
Kıbrıs Rum tarafının petrol aramaya başladığı ve Türkiyenin de bir gemi satın alması gerektiği 5 yıl önce gündeme taşınmıştı.
Ne var ki, hükümet geleceği göremiyor, sadece zaman zaman kof tehditler savuruyordu!
Rumlar bu zaman zarfında arkalarına İsrail, Yunanistan ve ABDyi alıyor. Sondajlara başlıyordu..
Türkiye aramaları önleyemezse emsal olacak, diğer parsellerde aramalar başlayacaktı. Muhtemelen onlara da seyirci kalınacaktı. Anlaşmaya çalıştığımız Norveç firması sismik araştırmalara başlar mı? Bir diplomat dostumuz anlatmıştı:
Türkiyeden Kıbrısa su borusu döşenmesi için birkaç yıl önce deniz dibi araştırmaları yapılacaktı. Bir İtalyan firmasıyla anlaştık. Ancak Rumlar öyle baskı yaptı ki, İtalyan firması bıraktı gitti… Norveç firması aynı sebeple u dönüşü yapabilir. diye hatırlatmıştı.
Sorum çok basit, İsrail, Kıbrıs Rum Kesimiyle Doğu Akdenizde Petrol sondajlarına başladı. Şimdi coğrafyayla baş başa kalın ve hafızanızda Kıbrısın ortada durduğu Doğu Akdeniz haritasını gözlerinizin önüne getirip hatırlayın:
Tunus Müslüman, Mısır Müslüman, Gazze Şeridi Müslüman, Lübnanın yarıdan çoğu Müslüman, Suriye Müslüman, Kıbrıs Türk Kesimi Müslüman, Türkiye Müslümandı. Ve bu Müslüman haritanın içinde sadece İsrail ve Kıbrıs Rum kesimi ve Lübnanda Marunîler Yahudi ve Hristiyandı.
Ancak Müslümanların çevirdiği bu Müslüman haritada petrolü Batılılar, yani Müslüman olmayanlar çıkarmaktaydı.
Tekrar edelim: fiziki gerçeklik şu, Mısır, Gazze şeridi, Suriye, Lübnanın bir yarısı, Türkiye, Tunus, Kıbrısın bir yarısıyla hâkim olduğun coğrafyada petrol gayri Müslimlerin kontrolündeydi.
Fiziki gerçeklikten hemen siyasi gerçekliğe geçelim: sınırlarıyla nüfuslarıyla İsrail ve Rum Kesiminin yüz kat belki daha fazla büyüklüğü olan bu Müslüman ülkeler petrolü çıkartamıyor, bu fiziki gerçeklikten yüz kat küçük İsrail ve Rum kesimi bunu başarıyordu. Görünen gerçek bu iken maalesef kayıtsız şartsız bütün medyanın yüzde doksan dokuzu Tayyip Erdoğandan DÜNYA LİDERİ diye söz ediyordu. Burada hipnoza tutulmuş yüzlerce yazarla siyasi bir münakaşa yapmak istemiyorum, şunu söylüyorum, AKP ve Erdoğanla ilgili KURULAN HAYAL başka, gerçek bambaşkaydı!
KKTCnin geleceği şu soruların yanıtlarıyla yakından alakalıydı:
– Güney Kıbrısta 735 resmi ve açık kimlikli Yahudi, buna karşılık 5312 (kripto) gizli Yahudi bulunmasına rağmen, Kuzey Kıbrısta ise 1213 resmi Yahudi, ama 9912 gizli Yahudi bulunmasının (Bak. hhmemis.blogspot.com) ve bu sayının hızla artmasının sebebi hikmeti neydi?
– Kuzey Kıbrıstaki partiler, enteller ve şirketler içerisinde kripto Yahudiler kimlerdi ve ne denli etkiliydi?
– Sn. Serdar Denktaşın bu kesimlerle ilişkisi neydi ve bu konuda neden hiç söz etmemekteydi?
– Yahudi Siyonizmin ve beynelmilel Masonizmin alt kuruluşları olan Rotary ve Lions Kulüplerinin KKTCde saray yavrusu villa evlerde ve özel barınaklar içersinde faaliyet yürütmeleri kimlerin sayesindeydi?
-Kıbrısın fundamantalist Hıristiyan Yunanistandan ziyade masonların ve Sabataist odakların etkili olduğu Türkiyenin güdümünde kalmasını, ancak kof hatta Moskof kafalı ulusalcılıkla oyalayıp İslami şuurdan uzak tutulmasını isteyen; yani resmen Türkiyenin garantörlüğünde ama fiilen İsrailin kontrolünde olmasını hedefleyen ve bu nedenle koca Kıbrıs Türk halkına bir tek dini eğitim okulunu reva görmeyen kimlerdi?
-KKTC Cumhurbaşkanlığını Derviş Eroğlunun kazanması üzerine Aydınlıkın: Kıbrısta kilise cami ittifakının iflası yazısının başlığının ise:
Kıbrısta, Siyonist Yahudi güdümlü emperyalist Haçlı kilise-kapitalist ılımlı cami ittifakının iflası şeklinde olması gerekirdi. Zaten bu AKPnin ve işbirlikçi dincilerin dinler arası diyalog zırvasını da yansıtan bir gerçekti. Ama sadece cami-kilise ittifakı hem asla söz konusu değildi, hem de mertçe açığa vurulmayan bir din düşmanlığının ve dinsiz-komünist mantığının bir göstergesiydi.
Kıbrısa İmam Hatibe Mason Locaları engel çıkarmıştı!
Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan, “Kıbrıs'a bir an önce İHL açın” çağrısının önemine dikkat çekip şunları söylemişti:
“Son derece hayati bir meseleye işaret ediyorsunuz. Allah rızası için çok hayırlı bir hizmette bulunuyorsunuz. Biz, 1975 yılında hükümet ortağı iken, 'Her köyden bir çocuk alalım, bir İmam Hatip kuralım' diye harekete geçmiştik. Ancak başta Turhan Feyzioğlu olmak üzere ortaklarımız ve o zamanki Kıbrıs yönetimi, bu işe karşı çıkmışlardı. Feyzioğlu, kendisiyle koalisyon ortağı olarak aynı çatı altında bulunduğumuz dönemlerde, Kıbrıs'a İmam Hatip açıldığı takdirde koalisyondan çekileceğini bile söylemiştir. Öte yandan, Kıbrıs'taki yönetim de, bu işe şiddetle karşı çıkıyordu. Öne sürdükleri sebep ise 'gericilik' idi. İmam Hatip açmak, Kur'an Kursu açmak, gericilik imiş. İşte bu hastalıklı kafadır, bu cahilliktir. Bir ülkenin gerçek gücü ne parasıdır, ne tankıdır. Bir ülkenin gerçek gücü milli, manevi değerlere bağlı evlatlarıdır. Şehit kanlarıyla elde edilmiş Kıbrıs'ımıza bir İmam Hatip açılmamış olması, büyük bir eksikliktir. Bugünkü hükümeti, en kısa sürede bir İmam Hatip açmaya davet ediyorum. Bu çok hayırlı bir hizmet olacaktır. Kıbrıs, manevi boşluk içindedir. Gençlik hızla dejenere olmaktadır. Bu durum böyle devam ederse, bundan papaz zihniyeti istifade eder. Siyonistler istifade eder. Kıbrıs'ımızın-Allah muhafaza-yıkılışı manevi boşluktan ve bunun yol açtığı dejenerasyondan olur. Aman, bu iş ihmal edilmesin!..”
'İHL yaptırmak istedik, yer yerinden oynadı!..”
Milli Görüş Lideri Erbakan'ın işaret ettiği 1. MC hükümetinde Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Hasan Aksay da şunları belirtmişti:
“Feyzioğlu, Demirel ve Denktaş Kıbrıs'a imam hatip yapılmasına ısrarla karşı çıkmışlardır. Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığım dönemde, Hoca'nın Kıbrıs'a yönelik 'manevi kalkınma' projelerini hayata geçirmek için elimizden geleni yaptık. Lakin müthiş bir direnç oluştu. Mason Locaları bu işe imkan vermedi!.. Evrensel gizli örgütler, Kıbrıs Türkü'ndeki Milli heyecanın; İmam Hatiplerin, Kur'an Kurslarının katkısıyla yükselmesini engellemek için, organize hareket etti. O dönemde, ben Kıbrıs'ta din hizmetleri vermek, insanımızı irşat etmek üzere, 18 kadro çıkarttım. Fakat, o kadroları maalesef başka işlerde kullanıldı.”
Hükümete çağrı yapılmıştı
O dönemde engellemeler yüzünden Kıbrıs'a İmam Hatip açmanın mümkün olmadığını ifade eden eski Devlet Bakanı Hasan Aksay; “…İnsanlığın boşluk içinde olduğu bir zamandayız. İslam gibi fertleri ve toplumları bütün kötülüklerden arındıran, insanları vatan-millet sevgisi ile dolduran bir manevi kuvvet kaynağından mahrum bırakmak felaketlere yol açmaktır. İmam Hatip okulunun burada açılmaması, çok büyük kayıptır. Bugüne kadar açılmamasının vebali vardır. Zararın neresinden dönülürse kardır. Kıbrıs'a bir an önce İmam Hatip açmak zarureti vardır. Bugünkü Hükümet yetkililerine çağrıda bulunuyorum; Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın.”
“Kıbrıs eriyip gidiyor!..”
“Zamanında, Rahmetli Adnan Menderes, Kıbrıs'tan Adana İmam Hatip'te okutmak üzere 7 kişi getirmişti. Bunlar Adana İmam Hatip'ten mezun olup gitmişti. Ancak, o zaman yetiştirilen bu 7 kişiden hiç birinden din adamı olarak Kıbrıs'ta istifade edilmedi. Bunlardan bir kısmı mecburen lokantacılık vesaire gibi işlere girişmişti. Biz Kıbrıs'ta manevi eğitim için uğraştık, engellendik. Şimdi, parlamento aritmetiği ve diğer şartlar açısından AKPye uygun bir ortam ve imkân verilmiştir. Kıbrıs'a bir İmam Hatip okulunun açılması elzemdir. Kıbrıs eriyip gidiyor. Evrensel gizli örgütler niçin İmam Hatip okuluna düşmanlık ediyor? Niçin Kıbrıs'ta İmam Hatip okulu açılması istenmiyor?.. Milleti eritmek için. Esrar, içki, kumarla milleti eritip yok etmek, insanları daha rahat kullanılır hale getirmek için… Allah'ın önünde eğilmeyen, menfaatinin kulu oluyor. Localar, insanımızı daha rahat kullanabilmek için, Kıbrıs'ta İmam Hatip okuluna karşı çıkıyor. Hükümetin, bu işe el atması gerekiyor. Bu konu, hem Kıbrıs'ın, hem de Türkiye'nin güvenliği için hayati önem taşıyor. Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın çağrısına şu AKP niçin kulak tıkıyor?[1]
Kağan Günerin tespitleriyle:
Irak işgaliyle iktidara gelen AKP, Kıbrıs yüzünden gideceğe benziyordu. Kıbrıs Türkü Erdoğana rağmen ABye, ABDye ve AKPye Hayır diyordu. Annan Planında Yes be anam diyerek ABye girmek isteyen Kıbrıs Türkü ve Kıbrıstaki Türkiyeli göçmen nüfus uzun bir süredir kötü bir şekilde kandırıldığının farkında ve bugün bu kırılganlığından Eroğlu ile onurlu ve egemen bir halk olarak çıkmak istiyordu.
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri üç temel slogan ve iki aday üzerinde şekilleniyordu.
Derviş Eroğlunun seçim sloganı: Fark var, arkasında halk var.
M. Ali Talatın sloganı: Ya dün, ya dünya.
Tahsin Ertuğruloğlunun sloganı ise: Hanedandan korkmadan oy ver.
Bu üç slogan aslında partilerin perde arkasını da ele veriyordu.
Talata AKP, ABD ve AB desteği ne amaçlıydı?
M. Ali Talatın Ya dün, ya dünya, Kıbrıs Türkünü dünya ile birleştirecek lider Talat diye sunulan reklâm kampanyası bunlar küreselleşme hevesiyle, Siyonist sömürü sermayesine köleleşme hedefleri güdülüyordu.
AKP bu imajı, Tahsin Ertuğruloğlunun sloganı ile destekliyor. Hanedandan korkmadan oy ver. Hanedan ile Rauf Denktaşa gönderme yapan Ertuğruloğlu ise seçimler öncesinde Ankaraya çağrılıyor ve UBPnin içinden Eroğluna karşı Cumhurbaşkanı adayı olarak devreye sokuluyor ve böylece Derviş Eroğlunun oyları parçalanıyordu!.
AKPnin K. Kıbrıs uzantısı Özgürlük ve Reform Partisi ise sağdan Talat adaylığına destek veren tek siyasi parti olarak seçime giriyor. Bu ittifak arkasına AB ve ABDyi de alıyor. Hilary Clinton Talatı arıyor. Jack Straw Talatın elini sıkıyor. BM Genel Sekreteri Kuzey Kıbrısta Talat ile buluşuyor. STAR Gazetesi Kuzey Kıbrısa Talat propagandası için çıkartma yapıyor, ama hiçbirisi tutmuyordu.
Bu bloğun karşısında; UBP adayı Eroğlu; doğrudan halkı ve Kıbrıs Türkünün iradesini referans vererek seçime giriyor. Ve bu seçimin sonucu; AKP iktidarının ve AB politikalarının iflasının, Kuzey Kıbrıstan gelen ilk habercisi sayılıyordu.
Özetle:
a) Ne, Kripto Yahudilerin ve onların maşası olan Rotary ve Lions kulüplerininKKTCden İsrailin arka bahçesi ve güvenlik bölgesi olarak gizli bir siyon devleti yaratma; ama Türkiye cumhuriyetine ve askerine de bedava bekçilik yaptırma hevesleri
b) Ne, Rumlarla birleşmeyi ve Avrupa ile bütünleşmeyi, Türk askerinin himayesinde hayat sürmeye tercih eden bazı soysuzlaşmış kesimlerin keyifleri.
c) Ne de, KKTCyi kolay para aklama merkezi, kumarhane ve fuhuş bölgesi, ucuz tatil cenneti gören veya bağımsızlığımızı haçlı emperyalizmine devretmek anlamına gelen ABye giriş niyetiyle bir pazarlık aleti ve taviz rüşveti olarak değerlendiren Türkiyeli gafil ve hainlerin beklentileri için değil; Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyetinin ve aziz milletimizin, Akdenizdeki son kalesi, yani güvenlik garantisi ve Hz. Peygamberimizin süt halasından başlayarak bugüne kadar uğrunda verilmiş on binlerce şehidin bize emaneti ve hediyesi olduğu için sahip çıkılacak ve hiç kimseye bırakılmayacaktı.
Kıbrıs Bizimdi, Bizim Kalacaktı!
Tanzimatçı ve İttihatçı Masonların meymenetsizliği yüzünden Ada'nın İngilizlere devri… İngiliz yönetiminde adadaki tüm dengelerin altüst edilişi. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tesisi. ENOSİS planlarının yavaş yavaş devreye girmesi. Kundaktaki bebeklerin bile katledildiği Rum baskınları ve katliamlarının gerçekleşmesi. Nihayetinde Erbakan Hocanın yüksek dirayet ve cesaretiyle ve Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte Ada'da barış ve huzurun temini sağlanmıştı.
İsmail Cem İpekci'nin Dışişleri Bakanlığı döneminde önemli tavizler verilmesi. Ekonomide Kemal Derviş politikalarına devam eden AKP'nin Kıbrıs'ta da İsmail Cem İpekci politikalarına aynen devam ettirmesi… AB sürecinin hızlanmasıyla birlikte Kıbrıs'ın pazarlık masasında AKP tarafından koz olarak kullanılır hale gelmesi Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB'ye girmesi, Türkiye'nin bu gelişmeyi sadece seyretmesi, hatta zımnen desteklemesi. Annan planının referandumda bizatihi AKP tarafından desteklenmesi, ve yine Ankara'nın desteğiyle Talat'ın Denktaş'ın koltuğuna yerleştirilmesi sürecinde, nasıl hiçbir siyonist tezgah amacına ulaşamadıysa, Milli Türkiye bundan sonraki oyunları da bozacaktı
Çeşitli vesilelerle yaptığımız Kıbrıs Gezilerinde, beynelmilel Yahudi siyonizminin ve ırkçı emperyalizmin karakolları olan ve Atatürk tarafından kapatılan Mason Localarının alt kuruluşları sayılan Rotary ve Lionsların görkemli binalarını bizzat gözlemlemiştik.
Şayet Derviş Eroğlu ve yandaşları da bu masonların ve Lionsların güdümünde ise, zaten emperyalizmin hizmetinde demektir. Gerisi boş laf ve emektir. Çünkü AKPde aynı masonik merkezlerin emrindedir.
Recep T. Erdoğan, Yahudi ve Siyonistlerle irtibatlarını ve masonlar eliyle paşaları hizaya sokacaklarını şöyle itiraf etmiştir:
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı “Bu kadar demokrasi fazla” başlıklı yazısında, Sesar adlı internet sitesinde yer alan ve Başbakan Erdoğan'a sorular başlığı ile yayınlanan konulara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazıda özetle şöyle deniyordu: “Tüm dünyadaki Yahudi Lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolündedir. Tüm paşalar ya masondur ya da masonların kontrolündeki kimselerdir. İsraille stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason Localarının kapatılmasının hesabını soracaktır. Atatürkçülüğü ve Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaktır. (Meşhur Mason ve Yahudi asıllı işadamı) İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi, arkamız sağlamdır.”
Serdar Denktaş,Acaba Hangi Dinden ve Hangi Kavimden Olmaktaydı?!
1-4 Kasım 2007 tarihlerinde, “Türkiye'nin savunması, Kıbrıstan Başlar” sloganıyla yola çıkan 300 kadar duyarlı ve milli gayret erbabı aydınlarımızla, Yavru Vatan'a gidilmişti. Çok verimli ve önemli konferans, seminer ve ziyaretler gerçekleştirilmiş ve adadaki halkımıza ve haklı davamıza bir destek mitingi tertip edilmişti. ABD ve ABye, Emperyalist ve Siyonist merkezlere tarihi ve cesaretli mesajlar verilmişti.
Yürüyüş bitip Miting meydanında toplandığımız sırada, Sn. Rauf Denktaş'ın oğlu ve KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş gözümüze ilişti. Miting alnına, sanki gizli bir servisin sivil görevlisi gibi gelmiş, uzaktan seyredip gitmiş ve bizlere bir “Hoş geldiniz” demeye bile tenezzül etmemişti.
Yani Serdar Denktaş, Türkiye'den kendilerine destek için yollara düşmüş misafirlerine, bir selamlama konuşması yapmaya, bir hatır sorup şükranlarını sunmaya bile gerek görmemişti… Ve bu talihsiz ve terbiyesiz tavrı, Rum gâvurundan daha çok bizleri incitmiş ve hançer gibi içimize işlemişti.
Ey Serdar Denktaş!..
Bizlere bir “hoş geldiniz”, deseydiniz, yoksa İsrailli ve ABDli dostlarınız sizi mi azarlardı?
Yunanlı ve Rum yoldaşlarınız mı kızardı?
Avrupalı Haçlı gâvurlarınız, gönül mü koyardı?
Veya Cumhurbaşkanınız Talat mı, sizi haşlardı?
Size hiç, Türk geni bulaşmamış mıydı?
Kaymağını yediğiniz Kıbrıs Davasına nasıl bu denli ilgisiz kalınırdı?
Oysa eli kanlı İsrail'den, bir hahamlar heyeti Kıbrıs'a yönelselerdi, herhalde çiçeklerle resmigeçitlerle karşılardınız…
Avrupa'dan bir hain Haçlı misyoner ekibi gelseydi, hürmetle kucaklardınız…
Yunanistan'dan lezbiyenler ve eşcinseller ekibi, turistik bir geziye niyetlenselerdi; zil takar oynardınız…
Türkiye'den şantözler, dansözler, dönmeler ve dönekler, göbek atmaya ve kumar oynamaya gelselerdi, devlet töreniyle ağırlardınız…
Kökü dışarıda hıyanet odakları ve emperyalist-Siyonist merkezlerin karakolları oldukları için. Atatürk tarafından kapatılan Masonlar, Rotaryanlar ve Lionslar Kıbrıs'a teşrif(!) etselerdi, kesinlikle ayaklarına halılar serip, saygılar sunardınız…
Hâlbuki bir selam vermeye ve hoş geldiniz demeğe değer görmediğiniz Türkiyeden kalkıp Kıbrısa gelenler içinde, çok değerli ve duyarlı profesörler, öğretim üyeleri ve Hocalarımız vardı…
Bizzat Kıbrıs Gazisi ve eli öpülesi emekli subaylarımız ve paşalarımız vardı.. Önemli Parti Liderleri, kanaat önderleri ve devlet adamlarımız vardı…
Seksen beş yaşında ve yırtık ayakkabısıyla, kıt kanaat geçindiği mütevazı maaşından kısarak sakladığı paralarla ve bir milli dava duygusuyla, bu organizeye katılan emekli öğretmenlerimiz, şehit babaları dedelerimiz, ninelerimiz ve çok değerli sanatçılarımız vardı.
Haydi, bu heyetin kadru kıymetini idrak edecek izan ve insaftan yoksunsunuz, peki Muratağa, Sandallar ve Taşkent şehitlerinin, gazilerinin ve ailelerinin hakkı ve hatırı da mı hesaba katılmamıştı?
Umarız bundan sonra, aziz şehitlerimizin hatırasına saygılı, Milli ve manevi değerlerimize bağlı davranılır ve rahmetli babanızın kemikleri sızlatılmazdı.
Sn. Serdar Denktaş, herhalde sizin de tanımış olmanız gereken ve şanlı Kıbrıs çıkarması öncesi, sevgili hanımını ve beş evladını kurban veren Kamil Simtaş'ı dinlemişsinizdir. Şehitler anıtında şunları atlatmıştı:
1974 Mutlu Barış Harekâtı esnasında, Türk askeri önünden kaçan Rum çapulcular ve EOK'cı Yunanlılar, oğulları ve eşleri esir alınmış sivil Türk halkını soykırımdan geçirmişlerdi. Ağustos sabahı gözleri dönmüş Rum barbar sürüleri Murat ağa köyüne girmiş ve burada korku ile beklemekte olan kadın, çoluk çocuk ve yaşlı tüm köylüleri, evlerinden toparlayıp, köyün doğusundaki çöplük diye bilinen yerde katlederek üzerlerine çöpleri örtmüşlerdi. Kayıp olan köylülerin akıbetleri tespit edildikten sonra toplu mezarlar açılmış ve şimdi bulunan yerde üst üste, tek bir vücut gibi gömülmüşlerdi.
Şehit köyleri denince, akla Murat ağa, Sandallar ve Atlılar gelmektedir. Murat ağa köyünün doğusunda Sandallar köyü vardır. Aynı tarihte, yani 14 Ağustos'ta Rum sürüleri, Sandallar köyüne de gitmişler, korku ve panik içerisindeki köylüleri toplayıp Murat ağa köylüleri ile birlikte topluca katletmişlerdi.
Bir diğer köyse Atlılar köyüdür.
Diğer iki köy gibi Rum katiller 14 Ağustos sabahı buraya da gelmiş ve davar güder gibi, suçsuz ve savunmasız bütün köylüyü dere yatağı olan kamışlık bir yere getirmişlerdi. Burada vurulan köylüler kazılmış olan çukura adeta canlı canlı gömülmüş, üzerlerine buldozerle kazılan toprak örtülmüş ve bulunmasınlar diye silindirle düzeltilmişti. Bu toplu mezar tespit edildikten sonra şehitler şimdiki şehitliğe nakledilmişti. (Atlılar köyündeki soykırım katliamında, Kamil Simtaşın eşi ve tüm çocukları da hunharca öldürülmüş, ailesinin kucağında bulunan bir buçuk yaşındaki Kaanın körpe vücudunda, hem de BM temsilcileri huzurunda, tam kırk kurşun izi belirlenmiştir.)
Güney'de kalan Taşkent'te ise, köyde yaşayan Rumlarla Yunanlılar Türklerin silahlarını BM Barış Gücü'ne teslim etmeleri halinde bir şey yapmayacaklarını bildirmiş, Barış Gücü ise köyün güvenliğini sağlayacağı sözünü vermişti. Ne var ki, silahları alan Barış Gücü kahpelik yaparak ve sözünü tutmayarak köyden ayrılmış, Türk bölgesine giren Rumlar ise, tüm erkekleri toplayarak Limasol yakınlarına götürmüş ve orada tam 90 Türk erkeğini kurşuna dizerek hemen açtıkları toplu mezara gömmüşlerdi. Bu katliamdan sadece Suat Hüseyin adlı bir Türk ağır yaralı olarak kurtulmuş ve soykırımın ortaya çıkmasına şahitlik etmişti.
Velhasıl, bu şehitlerin ruhları, eninde sonunda nankörleri çarpardı!
…………………………………………………………….
……………………………………………………………..
KURANSIZ KIBRIS KİME YARAR?
Mabedinde din öğretilmeyen tek ülke KKTC nereye kayıyordu?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Milli Eğitim Bakanlığı ve Din İşleri Dairesi'nin birlikte koordine ettiği yaz kuran kursları yine sendikaların baskınına uğramıştı.
Tamamen anayasal çerçevede düzenlenen, KKTC Milli Eğitim Bakanlığı ve Din İşleri Dairesi tarafından kontrol edilen ve liyakat sahibi formasyonlu görevlilerin ders verdiği Kur'an kursları, KKTC'de yaz tatilinin başlamasıyla yine gündeme taşınmıştı. Lefkoşa'da eylem yapan Kıbrıslı sendika görevlileri, Kur'an kurslarına asla izin vermeyeceklerini açıklamıştı.
Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Başkanı Ahmet Eraslan ve sendika üyesi öğretmenlerin, yaz Kuran kurslarına baskın düzenlemesi kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştı. KTOEÖS Başkanı Eraslan, sendika olarak yaz Kur'an kurslarına asla izin vermeyeceklerini vurgulamıştı. Kursların siyasi bir amaca hizmet ettiğini iddia eden Eraslan, “Kur'an kursularının yaz tatilinde çocuklara verilmesine karşıyız. Bunu engellemek için sendika olarak elimizden geleni yapacağız. Bu durumu Sayın Milli Eğitim Bakanımıza da ilettik diye çıkışmıştı.
“Milli Eğitim Bakanlığı okul kapılarına polis koymalı”
Demokratik Haklar ve İnanç Platformu sözcüsü Mustafa Tıngır ise istenmeyen olayların ortadan kalkması için KKTC Milli Eğitim Bakanlığının sendikaları durdurması gerektiğini hatırlatmıştı. Verilen kursların tamamen yasal olduğuna dikkat çeken Tıngır, “Milli Eğitim Bakanlığı gerekirse okul kapılarına polis koyarak, olması muhtemel provokasyonları engellemeli” uyarısı yapmıştı.
Türkleri Hıristiyanlaştırma Kiliselerine ses çıkarmayan Mason Sendikalar niye Kuran Kurslarına saldırıyordu?
KKTC Din Görevlileri Birliği Başkanı Hayri Koç ise KKTC'de yaşanan kurs skandalıyla alakalı olarak sendikaların hadlerini aştığını belirtip yapılan eğitimin tamamen yasal olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Din İşleri Dairesi'nin kontrol ettiği yasal bir oluşumu sendikaların sabote ettiğini ve anayasal suç işlediğini söylüyordu. MEB'in olaylar karşısında sessiz kalmasını da eleştiren Koç, “Sanki tavşana kaç, tazıya tut oyunu oynanıyor. Tamamen yasal bir eğitim verilirken, sendikalar gelip kursları engelliyor ve bu vatandaşlara hiçbir yasal işlem yapılmıyor. Bunun arkasının araştırılması gerekir” tespitleri dikkat çekiyordu.
İstenmeyen olayların yaşanmasından korkuluyordu.
Geçen sene de okulların basıldığını ve öğrencilerin taciz edildiğini belirten Koç, “Milli Eğitim Bakanlığı'nın tahsis ettiği formasyonlu öğretmenlere, yine bakanlığa bağlı okullarda tüm yasal prosedürler uygun olduğu halde polisle beraber baskın yapıldı. Çocukların özel eşyaları, çantaları didik didik arandı. Flash belleklerine el koyuldu ama hiçbir suç unsuru bulamadılar ve hâlâ sendikaların bu tavrına bir dur diyen yok” değerlendirmesinde bulunup ayrı bir noktaya da dikkat çekerek: “Dünyada mabedinde din eğitimi alamayan tek ülke Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir. Sendikaların yaptığı baskınlarla vatandaşlarımız huzursuz edilmektedir. Sendikaların bu tavrı devam ettikçe istenmeyen olaylar yaşanabilir diyordu. Geçen yıl Alayköy'de vatandaşlarla sendikalılar arasında çıkacak istenmeyen olayların halkın sağduyusuyla çözüldüğüne dikkat çeken Koç, vatandaşların tahrik edildiğini belirtiyordu.
Girne Protestan Pastörüne göre: Kuzey Kıbrısta şu ana kadar 300 Türk aile Hıristiyanlığı seçmiş bulunuyordu!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Dini Bilgiler Kursları'nın basılmasıyla tartışılmaya başlanan din eğitimi ve din özgürlüğü konusu, Ada'da son zamanlarda şubelerini arttıran kilise evler ve diğer dinlerin merkezleri konusunu da gündeme taşımıştı.
Kuzey Kıbrıs'ta son iki yıl içerisinde Yehova Şahitleri'ne ve Protestanlara ait ikişer kilisenin yanı sıra bir de sinagog açılmıştı. Bunlardan biri de Girne'de faaliyet gösteren Lütuf Kilisesi olmaktaydı. Kilisenin Türk Pastörü (Protestan papazlarına 'pastör' adı veriliyor) Kemal Başaran, Cihan'a yaptığı açıklamada Kuzey Kıbrıs'ta şu ana kadar 300 ailenin Hıristiyanlığı seçtiği bilgisini açıklamıştı. “Benim annem babam da Türk doğdu. Türkler; 'Biz Müslümanız Evelallah' düşüncesine sahip ama hakikatte yarım yanlış bir Fatiha'dan öteye gidemeyen, ezan sesi duyup da tanımak dışında İslamla ilgili hiçbir şey bilmeyen insanlardı annem babam diyen Türk kökenli Papazın anlattıkları çok acı gerçekleri yansıtmaktaydı.
KKTC Din İşleri Dairesi Başkanı Yusuf Suiçmez, Müslümanları baskı altında tutup diğer dini oluşumların denetlenmemesini Müslüman Kıbrıs halkının dinine karşı haksız bir rekabet ortamı oluşturduğuna dikkat çekiyordu. Kamuoyunda İslamiyet'le ilgili dezenformasyon yaşandığını belirten Suiçmez, şunları söylüyordu: “İslamiyet'i karalamaya, Kur'an ve İslam öğretimi üzerinde bir baskı kurulmaya çalışılıyor. Kendi inancımız toplumda bu şekilde lanse edilirken diğer din unsurlarının saf gösterilmesi ve istismar edilebilecek unsurların görülmemesi bazı kasıtlı hıyanetlerin gizlenmesine yarıyor.”
Hiçbir Hıristiyan'ın bulunmadığı mahallelerde kiliseler açıldığını ifade eden Suiçmez, bazı kişi ve grupların toplumu yozlaştırmak için bilinçli girişimlerde bulunduğunu dile getiriyor ve “Bir yerde kilise açılacaksa aynen Kuran Kursunda olduğu gibi uzmanlık eğitimi istenmesi lazımdır. İnsanlarımızı istismardan korumak için devletin denetleme görevini doğru yapması şarttır. Ama kilise ve havralara kolaylık sağlayıp Kuran Kurslarına zorluk çıkarmak kasıtlı ve sakat bir kafa yapısını yansıtmaktadır diye yakınıyordu.
Türk Protestan Pastör tam bir gâvurluk sergiliyordu!
Girne'de faaliyet gösteren 'Protestan Türk Kilisesi' ya da diğer adıyla 'Lütuf Kilisesi'nin Pastörü Kemal Başaran, öğretmenler sendikasının dini bilgiler kurslarına yaptığı müdahaleye destek veriyordu. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta Hıristiyan düşmanlığı yapıldığını ve Kuran Kurslarında diğer din ve ırklara karşı düşmanlık aşılandığını öne süren Pastör Papaz Başaran, Türkiye'deki Hıristiyan din adamlarına geçmişte yapılan bazı saldırıları örnek gösteriyordu. Başaran Gavurcuğu: “Kur'an kurslarında doğru eğitim verilmediği için, Batı'ya ve Hıristiyanlığa karşı şüphe yaşanıyor” iddiasını ortaya atıyordu. Böylece Haçlı ABye sahip çıkıyor ve ABye üyelik girişimlerini destekliyordu. Sözde AB karşıtı ulusalcıların bu Papaz kafalı sendikacılara arka çıkması ise dikkat çekiyordu.
KKTC'de Dini Bilgiler Kursları'na yapılan müdahaleleri 'baskın' olarak değerlendirmeyen Papaz Kemal Başaran, “Baskın yaptılar da ne yaptılar, ellerindeki sopalarla birilerinin kafasını mı kırdılar? diyerek tam bir gâvurluk sergiliyordu. Devletin Sünni İslam'a ayrıcalık tanıdığını öne süren Kıbrıs Türkü ve Protestan Pastörü, “Kurslar, Sünni olmayan kişilerden tarafından denetlenmeli. Ben öğretmenlerin denetlemesini destekliyorum diyordu.
Türkiye'den gelenler de Hıristiyan oluyordu!
Aileleri, 'Çocuklarımız dinlerini öğrenmek istiyor' diyerek onları kurslara göndermekle eleştiren Kıbrıs türkü Hıristiyan Papaz Kemal Başaran, “Zavallı yavruların yaz tatillerini din dersi almakla geçirme arzusunda olduklarına inanmıyorum deyip kendi ailesinden örnek veriyordu: “Bütün Kıbrıslı Türkler gibi Müslüman'dık. Benim annem babam da Müslümandı, güya Müslümandı. Çünkü İslam'ın beş şartı var, benim annem babam o beş şartın hiçbirini yerine getirmedi. Bugün Kıbrıs Türkleri 'yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir halk.' İslam'ın şartı beş ise halk yüzde bir Müslümandır. Bu insanların yüzde biri bile camiye gitmiyor. 'Biz Müslümanız Evelallah' düşüncesine sahip ama hakikatte belki Fatiha bile okuyamayan, ezan sesi duyup da tınmayan insanlardı annem babam.” 20 yaşında Protestanlığı seçtiğini belirten Başaran'a göre KKTC'de Hıristiyan olanlar arasında Kıbrıslı Türklerin yanı sıra Türkiye ve Bulgaristan'dan gelen Türkler de bulunuyordu.
KKTC Hükümeti, Kuran Kursu sorununa el atmıştı: Çözüm kurumsallaşmadır,
Sendikalar halt ediyordu!
KKTC Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım Çavuşoğlu her yaz baskınlarla gündeme gelen Dini Bilgiler Kurslarını kurumsallaştırarak bu sıkıntıyı halledeceklerini söyledi. Toplumun her kesiminden destek istediklerini belirten Çavuşoğlu, “Kurumsallaşmaya doğru çıktığımız bu yolda herkesin bizi anlamasını bekliyoruz ve ne yaptığımızın bilinmesini istiyoruz. Kimse buna takoz koymaya çalışmasın, çünkü bu yapılmadığı takdirde insanlarımız farklı noktalardan bu eğitimi almaya çalıyor, işte asıl tehlike oradadır diyordu. KKTC'de yaz tatilinin başlamasıyla gündeme gelen ve her yıl olduğu gibi bu yıl da baskınlarla kamuoyu oluşturan dini bilgiler kurslarına hükümet ve bakanlık tarafından sahip çıkılıyordu. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım Çavuşoğlu, kurslar konusunda yaşanan sıkıntıları çözmek için toplumsal mutabakat amaçladıklarını belirterek hükümet olarak bu sorunu, tarafları memnun ederek çözeceklerini belirtiyordu.
Eğitmenler ilahiyat mezunu ve pedagojik formasyonlu
Kurslarda eğitmenlik yapan öğretmenlerin tamamen liyakat sahibi olduğunu vurgulayan Bakan Çavuşoğlu, öğretmenleri üç günlük hizmet içi eğitimle hazırladıklarını ve kurs müfredatını doktoralı görevlilerle birlikte oluşturduklarını hatırlatıp, Kurslardaki eğitimin tamamen uzman kişilerce verildiğini, öğretmenlerin ilahiyat mezunu ve pedagojik formasyonlu kimselerden seçildiğini belirtiyordu. Çavuşoğlu, hazırlanan müfredatın şuanda okullardaki öğrencilerin ihtiyacını karşılayacak şekilde olduğunu da vurguluyordu.
Sendikaların kursları engellemeye hakları yoktu
Sendikaların görüşlerini ortaya koymaya haklarının olduğu gibi yasal çerçevede eylem yapma haklarının da olduğunu belirten Çavuşoğlu, ancak sendikaların sınırlarını çiğneyerek kursların devamını engellemeye haklarının bulunmadığını belirtiyordu.
Çözüm için toplumsal mutabakat aranıyordu
Kurumsallaşma çerçevesinde belli bir noktaya gelindiğini hatırlatan KKTC Gençlik Bakanının: “Geldiğimiz nokta şu anda kursların kurduğumuz sistem içinde devam etmesi. İlahiyat mezunu pedagojili hocalarla eğitime devam edilmesi yönündeki tavrımız devam edecek. Hükümet ve bakanlık olarak bu sorunun ortadan kalkması için toplumsal mutabakatı hedefledik. Bizim buradaki gayretimizin amacı bunun her yıl gündem yapmaktan kurtarmak, istikrarlı bir şekilde düzene getirip sağlıklı bir şekilde kursların devamını sağlamaktır. Bu çerçevede bazı şahıslar kasıtlı ve kışkırtıcı fikirler öne sürüyorlar, bazıları karşıdır, bazıları taraftır, ama bu sıkıntıları aşacağız açıklaması olumlu bulunuyordu.
Çünkü toplumun talepleri konusunda kursların Milli Eğitim Bakanlığı'nca denetlenerek halka hizmet vermesi gerekiyordu. Müslüman halkın talebini karşılamak zaten yasal ve anayasal olarak Milli Eğitim Bakanlığı'nın görevi oluyordu.
KKTC'de sendikalar iyice azıtıyordu
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bir okuldaki Kuran kursunu basan eğitim sendikası ve derneği yetkilileri, bir başka Kuran kursu daha basıyordu.
Sendika üyelerinin, Gönendere'de bir Kuran kursuna baskın düzenledikleri, öğretmen ve öğrencileri dışarı çıkardıkları anlaşılıyordu.
Yaz tatilinin başlamasıyla beraber çocuklarının dini eğitim almasını isteyen velilerin talebi üzerine harekete geçen KKTC Milli Eğitim Bakanlığı ve KKTC Din İşleri Dairesi, yaz kuran kurslarının okullarda verilmesini kararlaştırıyordu. Ancak Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS), sendika üyeleriyle kursları basarak eğitime engel olmaya çalışıyordu.
KKTC Eğitim Bakanı; Kur'an Kurslarına baskın bir daha yaşanmayacak teminatını veriyordu
KKTC Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Nazım Çavuşoğlu, sendikaların Kur'an kurslarına yaptığı baskınlara sert tepki göstererek: Kişilerin inanç özgürlüğünü sonuna kadar koruyacaklarını belirtiyor ve bir daha baskınların yaşanmayacağı teminatını veriyordu.
Çavuşoğlu, sendikaların siyasete bulaşmalarına ve kamuoyunda manipülasyonlar yapmalarına sonuna kadar karşı duracaklarını ifade ederken KTÖS Başkanı Güven Varoğlu'nun, “Kıbrıslı Türkleri Müslümanlaştırma politikası güdülüyor. Geçmişte Türkleştirme konusunda aynısı yapıldı sözlerine de “Buradan Sayın Varoğlu'na söylüyorum, buradaki halk Türk'tür ve Müslüman'dır. Biz de Türk'üz ve Müslüman'ız karşılığını veriyordu.
Geçmiş hükümetlerin ve AKPnin gaflet politikası meyvesini veriyor, KKTCde ekonomi ve siyaset batıyordu!
KKTC, malum, henüz başka ülkeler tarafından tanınmaması sebebiyle doğru dürüst bir gelir kaynağı olmadığı için, ağırlıklı olarak Türkiye'den gönderilen yardımlarla ayakta duran bir ülke konumundaydı.
Türkiye'de ortalama memur maaşları 1.300-2.000 TL düzeyinde iken, KKTC'de 2.500-5.000 TL aralığındaydı.
Türkiye ve KKTC resmi kaynaklarından derlenen bazı rakamlar şunlardı:
KKTC'nin nüfusu 265 bin kişiye, Adadaki taşıt sayısı 245 bine ulaşıyordu. Nerdeyse kişi başına bir araç düşüyordu.
100 milyon nüfuslu Japonya'da 5 bin makam aracı varken, KKTC'deki resmi araç sayısı 2.400'ü aşıyordu.
Akaryakıt fiyatları aşağı-yukarı bizdekinin yarısı kadarına satılıyordu.
Adada asgari ücret net 1.237 lira ama ortalama aylıklar 2 bin liranın üzerinde bulunuyordu. Adadaki bütün ücretlilere bir de ikramiye niyetine 13. maaş ek hakları veriliyordu.
Bazılarının 10-15 sene çalışarak emekli olduğu ifade edilen toplam 37 bin emeklinin olduğu Adada, kamu emeklilerinin maaşları 2-3 bin liradan başlayıp, 5 hatta 6 bin liralara tırmanıyordu. Emekli olunurken alınan ikramiye rakamları ise Türkiye ile mukayese edildiğinde, dudak uçuklatacak cinsten: Bizde devletten emekli olanların ikramiye miktarları 25-70 bin lira arasında iken, KKTC'de kamu emeklilerinin ikramiyeleri 200 bin lira ile 2 milyon lira arasında değişiyordu.
Haftalık çalışma saatleri kışın 40, yaz aylarında ise 35 saati geçmiyordu.
Adada devletten maaş alanların sayısı 70 bin civarında tahmin ediliyordu.
Türkiye'de 15 milyon öğrenciye karşılık 600 bin öğretmen varken, KKTC'de 36 bin öğrenci için 6 bin öğretmen mevcuttu. Yani 6 öğrenciye bir öğretmen düşüyordu. (KKTC öğrencileri, üniversiteye giriş ikinci aşama sınavlarında, Şırnak'ın ardından 82. olmuştu!
Adanın var olan ekonomisi 10 kadar ailenin denetiminde idi ve birbirlerine rakip gibi gözüken bu aileler, aynı Rotary, Lions ve İnner Wheel kuruluşlarında birlikte hareket ediyordu!
KKTC'lilerin Türkiye'den gelenlere karşı davranışları, hiçte insaflı ve insancıl görülmüyordu.
Son olarak açılan Kur'un kurslarına yönelik bazı öğretmenlerin saldırıları ile Türkiye gündemine gelen adada, bazı şeylerin değişmesi için, biraz da Türkiye'nin zoruyla, ekonomik tedbirler için düğmeye basılması gerekiyordu.
KKTC, İflasın eşiğinde bir devlet görüntüsü veriyordu
KKTC'de yürekler acısı olan sadece ekonomi değil, siyasi sistem de batıyordu Ekonomide dönen paranın çoğu elinden geçtiği için politika bir dağıtım ve bölüştürme merkezine dönüşüyordu. Rüşvet ve yolsuzluk kol geziyor, bazı istisnalar dışında halk kolaya alıştığı için bu müflis sistemi destekliyor, durum feci olmasına rağmen reform talebinde bulunmuyordu. “Toplum halinden memnun toparlanma ihtiyacı duymuyordu.”
Siyasetin iş yapıcı kolu olan bürokrasinin durumu da endişe veriyordu. Çoğu pis ve bakımsız olan devlet dairelerinde iş bilmeme, bilgisizlik, disiplinsizlik hüküm sürüyordu. “Bakanlıklar çalışmama üzerine kurulmuş” diyen eski bir bakan her şeyi özetliyordu. Siyasi partiler durumu ters çevirecek entelektüel altyapı ve yetenekten yoksundu. Hiçbirinin dişe dokunur ekonomik programı, gelecek için vizyonu yoktu. “Siyasetçi çözüm üretmiyor. Bundan dolayı herkes neye sahipse onu korumaya çalışıyor. Kamu çalışanları, emekliler maaşına sarılıyor. Sendikalar ele geçirdikleri yasal yetkilere sarılıyor. Turizm tesisleri kumar lisanslarına sarılıyor. İşadamlarının bir kısmı ya ithalatta tek, ya tek bayi. Onlar da bu durumlarına sığınıyorlar. Başka aktörleri devre dışı bırakmaya çalışıyorlar.
“Sendika yöneticileri, siyasetçiler, imtiyaz üzerine iş kurmuş işadamları bu sistem değişmesin diye engelliyorlar desteklemek yerine. Üstü kapalı mutabakat var KKTC'de: Türkiye'den daha fazla para nasıl alınır. Başka hiçbir konuda mutabakat yok” diyenlere maalesef hak vermek gerekiyordu.
Aydınlık ise bu olayı: AKP tehditle, okullarda Kuran Kursları açtırıyor diye çarpıtıyordu
Türkiye'de Türk ile Kürdü ayırmaya çalışan AKP'nin son birkaç aydır Kuzey Kıbrıs'ta “Kıbrıs Türkü” ile “Türkiye Türkü”nü ayırmaya çalışan girişimleri şaşkınlık ve tedirginlikle izleniyor şeklinde çarpıtıyor ve Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), kuran kursu veren okulları işgal ederek, Kuzey Kıbrıs Milli eğitiminin laik bir eğitim sistemi olduğunu açıklayarak, okulların Kuran Kursu için kullanılmasına izin vermeyeceklerini belirtiyor diyerek, Kıbrıs Türkünün İslamdan uzaklaşmasına ve Hıristiyanlaşmasına dolaylı destek veriyordu. Sanki AKP değil de CHP veya DP Kıbrısa Kuran Kursu açsa buna sahip çıkacaklarmış gibi sahte bir tavır takınılıyordu.
Bazı duyarlı Müslüman konuşmacıların vurguladığı 'Din eğitiminin Rum Kesimi'ndeki gibi serbest bırakılmasını' arzulamalarını, en azından KKTCdeki kiliseler ve havralar kadar Kuran Kurslarına da müsamahalı davranılmasını bile Aydınlıkçılar içine sindiremiyordu.
Aydınlık: Türkiye'nin Lefkoşa Büyükelçiliği önündeki eylemde, KTÖS Başkanı Güven Varoğlu, KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ile KTOEÖS Başkanı Adnan Eraslanın: Kuran kurslarının ülkede ayrımcılık ve ayrılıkçı bir ortam yarattığı, insanların çatışma durumuna hazırlandığı, Türkiye hükümetlerinin Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs'ta azınlık durumuna düşürmeye çalıştığı iddialarını haklı bulması ise bizleri şaşırtmıyordu. Çünkü bunların ulusalcılıktan, aydınlanmacılıktan anladıkları şeyin İslama düşmanlık olduğu tarafımızdan biliniyordu.
Aydınlıkın: Bu müdahaleler sonucunda ortaya çıkan sosyal tablo oldukça tehlikeli. Kıbrıslı Türk'ü Türkiyeliye karşı ve Türkiyeliyi de Kıbrıs Türk'üne karşı konumlandırılınca; Kıbrıs Türk'ünün tepkisi Türkiye'ye dönüyor, AKP'ye değil. Bu haliyle de sokaktaki sendikal hareket her an bir bir turuncu devrime dönüşme tehlikesi taşıyor. 'İşgalci Türkiye' sesi çok yakında Türk Ordusunun kışlaları önüne gelirse kimse şaşırmasın. Belki bu da Ergenekon komplosunun bir parçası olarak çoktan planlanmıştır. Çünkü Türk Ordusu'nun belinin Kuzey Kıbrıs'tan kırılması gerektiğini çok iyi biliyorlar![1] yorumu ise, Kıbrıs Türkü Kuranı öğrenmek ve İslami bilince erişmektense, Rum gâvuruna köleleşmeyi tercih etmektedir. Hatta bunu engelleyen Türk ordusunun, işgalci asker defolsun diye adayı terk etmesini bile isteyebilir ve bunun suçlusu da Kuran kursunu ve İslami şuuru verenlerdir küstahlığının dolambaçlı anlatımı oluyordu.
Şimdi insaf ve izanla söyleyecek olursak; Aydınlıkçı geçinen bu karanlık kafalar, bu dinsiz Masonluğa gönüllü kalfalar bulundukça, bütün akrepliklerine rağmen bu halkın niye AKPyi desteklediği de ortaya çıkıyordu.
Bir zamanlar Kurandan derlediği bazı ayet mealleriyle dindarlık taslayan Rauf Denktaş, acaba şimdi kimin tarafındaydı? Kuran Kurslarının mı, yoksa din düşmanı sendikacıların mı?
Kökü dışarıda fesat yuvaları olduğu için Atatürkün kapattığı melun Mason Localarının alt kurumları olan LİONS VE ROTARY KULÜPLERİNİN, KKTCnin en kıymetli yerlerinde ve şatovari en görkemli köşklerde faaliyet yapmasına, Kıbrıs Türkünü Hıristiyanlaştırma çabalarına ve en mümbit ve stratejik bölgelere siteler ve semtler kuran Yahudilerin havralarına ve Kabala safsatalarını yaymalarına sesini çıkarmayan bu aslı ve astarı karanlık takımının, Kuran Kurslarına ve İslami kurallara şeytan gibi tepkili olmalarının altında ne yatmaktaydı?
Bu gâvur âşıklarının, Kıbrısa yerleştirilen ve kendilerinin de varlık ve bağımsızlık sigortası haline getirilen ANADOLU TÜRKÜNDEN artık gizlenemeyen bir nefret ve husumetle bahsetmeleri, yoksa İslam kaynaklı mıydı? Yıllardır Rum gâvurlarının ve Yunan tarafının dile getirdiği, Anadolu Türklerinin geri gönderilmesi tezine şimdi Kıbrıs Türklerinin de böylece bir nevi destek vermesi, bunların sadece imanından değil, kanından da şüphe edilmesi sonucunu doğuracaktı.
Ama şunu Rum gâvurları da, Kuran ve İslam düşmanı soysuzlar da iyice bilsinler ki, Kıbrıs onların hatırı ve keyfi için değil, Türkiyenin Akdenizdeki son kalesi olduğu için savunulup sahip çıkılmıştı ve sonsuza kadar böyle kalacaktı!
[1] 8 Ağustos 2010 Aydınlık Sh: 14-16
…………………………………………………………….
……………………………………………………………..
BİTMEYEN KIBRIS KAVGASI VE İSRAİLİN HESAPLARI
Şok iddia!
Türk askeri Kuzey Kıbrıs'tan ayrılacak mıydı?
Rum Lider Hristofyas, Türk askerinin Kıbrıstan ayrılması konusunda uzlaştıklarını açıkladı.
Kıbrıs'ta KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Güney Kıbrıs Rum Lideri Dimitris Hristofyas arasında devam eden kapsamlı müzakerelerde Rum tarafı KKTC'yi ayağa kaldıran bir iddia ortaya atmıştı. 53'üncü kez Lefkoşa ara bölgede BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi Taye Brook Zerihoun'un gözetiminde bir araya gelmelerinin ardından 24 Kasım'da buluşmak üzere ayrılan liderler kendi taraflarında basına açıklama yapmıştı. Rum lider Hristofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'la anlaştığı konularla ilgili açıklamalarda bulunarak, “Talat, Türk askerinin Kıbrıs'tan gitmesini kabul etmiştir” şeklindeki ifade Türk tarafını ayağa kaldırmıştı.
Rum Lideri Hristofyas, Güney'de gazetelerin sorularını cevaplandırdığı esnada, KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ın son zamanlarda basında yaptığı açıklamaların halkını yatıştırmaya yönelik olduğunu söyleyerek, “Talat'la çözümün federasyonla sağlanacağı, tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslar arası temsiliyeti esas alan bir devlet olacağı konusunda birleşik Kıbrısın askersizleştirilmesi ve Türk ordusunun adayı terk etmesi hususunda anlaştık sözleri AKPnin hıyanetlerini açığa çıkarmıştı.
Kafes tertibinin hedefi de yine Kıbrıstı
Ergenekon savcıları deniz subaylarını sorgularken 100ü aşkın kurmay albay ve amiralin ismini sormuşlardı. BOPun Kıbrıs planı çerçevesinde Türk askerinin adadan çıkarılabilmesi için, TSKnın köşeye sıkıştırılıp teslim alınması planlanmıştı. Kıbrıs söz konusu olduğunda Deniz Kuvvetleri çok özel bir önem taşımaktaydı. İşte bu gücün zayıflatılması amaçlanmıştı.
İlter Türkmen gerçekleri çarpıtmaktaydı!
KKTC'nin kuruluşu kolay olmamıştır. Kıbrıs Türkünün var oluş ve özgürlük mücadelesi destansıdır. Özgürlük adına adada 131 yıldır mücadele sonuçsuz kalmayacaktır. Bin bir meşakkatle kurulan KKTCyi ortadan kaldırmak için iç ve dış mihraklar iş başındadır. KKTC'nin hiçbir şartta yıkılmayacağını, çok yakında herkes anlayacaktır.
Her fırsatta KKTC'nin varlığına saldırmayı maharet sayanlardan biri de KKTC'nin kurulduğu dönemde Anavatan Türkiye Dışişleri Bakanlığı yapan İlter Türkmen'dir. Türkmen hatırlanacağı gibi KKTC'yi ortadan kaldırmayı öngören Annan Planı'nın da ateşli savunucularındandır. KKTC'nin 26. kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkmen bazı basın kuruluşlarına beyanatlar vermiş, daha doğrusu yaptığı açıklamalarla tarihi gerçekleri çarpıtarak adeta saçmalamıştır.
Türkmen KKTCnin kuruluşunu, Denktaşın koltuk sevdasına bağlayarak Kıbrısın Yunanistandan ziyade Masonların daha etkin bulunduğu Türkiyenin elinde olmasını isteyen İsrail hesaplarını ve Denktaşın sabataist bağlantılarını saklamaya çalışmakta ve gerçeği saptırmaktadır.
Recep Erdoğanın gizli telefon talimatlarıyla; Çözüm, insanlığa yapabileceğimiz en büyük katkıdır diyen Cumhurbaşkanı Talat: ''sürecin hızla ilerlemesi için çalışan ve çözüme ilgi gösterenleri katkı koymaya çağıran bir strateji izliyoruz'' sözleriyle KKTCyi Rumlara pazarladığının işaretlerini vermişti.
''İnsanlığa yapabilecek en büyük katkı''ymış!
Talat, özetle şöyle devam etmişti: Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasının bütün insanlığın yararına olduğunu da biliyoruz. Çözüm, bizim insanlığa yapabileceğimiz en büyük katkıdır. Günümüzde, dünyanın en büyük sorunu haline gelen kültürler arası çatışmaları, yepyeni bir kültürler arası dostluğa dönüştürme projesine Kıbrıs'tan başlayabiliriz.''
Kriz Grubu: Kıbrıs ya bölünecek ya birleşecek diye uyarmıştı!
Brüksel merkezli uluslar arası Kriz Grubu (ICG) Kıbrıs raporunda, Talat-Hristofyas müzakerelerinin başarısızlıkla neticelenmesi durumunda, bundan sonra çözümün hayal olacağını açıklamıştı. ICG, liderlerin anlaşmaması halinde Kıbrısta bölünmenin artık mukadder görüleceği uyarısını yapmıştı.
Bu tehditler üzerine Tayyip Erdoğan-Mehmet Ali Talat KKTCnin bitirilmesinde anlaşmıştı.
Tayyip Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı M. Ali Talat, KKTCnin bitirilerek Türk kesiminin Rum kesimine yamanmasında sözbirliğine varmıştı. Kıbrısta sürdürülen Talat-Hristofyas görüşmelerinde de bu konuda ilke kararı alındıktan sonra, yeni devletin, Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı gibi kurumlarının müzakeresine başlanmıştı.
Tayyip Erdoğan ve M. Ali Talat, 2004te referandumdaki yüzde 65 oya rağmen KKTCyi ortadan kaldırmayı başaramamıştı. Ambargoların yumuşatılması ise söz konusu bile olmamıştı. Buna rağmen 2004 Aralıkında Türkiyeyi daha derin yıkım süreçlerine sokacak AB ile pazarlıklardan sakınılmamıştı.
Ey Erbakanın Milli ve haysiyetli projelerine, adaletli ve merhametli yönetimine, bol ve bereketli ekonomisine ve özellikle 1974 Kıbrısın kurtuluşundaki tarihi rolüne burun büken, nankörlük eden, hatta dış güçlerle ittifak edip postmodern darbelere girişen askerler, siviller!.. Ve ey bunları alkışlayan sefihler, sersemler!..
Şimdi AKPnin akrepliklerinden sızlanmaya ne hakkınız var. İlahi adalet sizden intikam alıyor ve vicdan ehlini intibaha (uyanışa) getirmeye çalışıyor.
Ey Erbakan Hoca, nerde kaldın? Gel başımıza geç ki kurtulalım! diye bin pişmanlıkla Onu arayacağımız güne kadar da bu perişanlığımız devam edeceğe benziyor.
Bu arada Rusyanın KKTCyi tanıma teklifine AKP yanaşmamıştı.
Rusya, Güney Osetya ve Abhazyanın tanınması karşılığında KKTCyi tanıyacaktı. Bu yönde gelişmeler ve haberler dış basında ve Türk basınında yer almıştı. Hatta bazı Rus kaynaklar KKTC, Abhaz ve Oset yetkililerle Türk ve Rus yetkililerin bir araya geleceği toplantıların planlandığını açıklamıştı. Ama ABD, AB ve İsrailin korkusundan AKP böyle bir fırsatı bile dikkate almamıştı.
Eliyahu Sasson, Ankara'daki ilk Israel elçisi olmaktaydı ve zamanın Başbakanı Adnan Menderes onu; “kardeşim” diye çağırmaktaydı!?
Türk dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 1902 Şam doğumlu ve önce Osmanlı ve daha sonra İngiliz mandasına karşı savaşmış, istihbaratçı ve şimdiki sözcükle “Mossadçı”, Siyonist Eliyahu Sasson ile Romada düzenli olarak, “regularly” buluşuyordu.
Kıbrıs'ın tarihindeki her dönüşümde Yahudi manivelasını hesaba katmak gerekiyordu. Adanın Türkler tarafından alınmasında Yahudi Yasef Nasinin telkin ve teşviki biliniyordu; İkinci Selimin, Kıbrıs'ı, Yahudilere yurt olarak vermek üzere almasını istiyordu.
Yalçın Küçük, Çalışmalarımda, Yahudilere, en uzak kavmin Araplar değil Elenler (Yunanlılar) ve en yakının ise Türkler değilKürtler olduğunu yazıyordu.
Kıbrıs'ta Türk Mukavemet Teşkilatı'nın, asıl kurucusunun F. Rüştü Zorlu olduğunu söylüyordu.
Öyleyse, Eliyahu Sasson-Fatin Zorlunun düzenli buluşma ve planlamalarında, “Mossad” ve Israel katkısını hesaba katmak gerekiyordu.
Sasson-Zorlu düzenli görüşmelerini açığa çıkaran kitap, “Israel'in Gizli Savaşları” başlığını taşıyordu ve Uğur Mumcu bu kitaptan haberdar bulunuyordu.
Uğur, Lan Black ve Benny Morris'in bu çalışmasına dayanarak, Israel-Kürt ilişkilerine dikkati çekmişti; belki de parmağını doğru yere koyan ilk yorumcuydu, Kuzey Irak'ta Barzani Ailesi, Israel ile ortak bir savaş yürütüyordu, Israel'in gizli savaşları arasında bu konu önem ve öncelik taşıyordu.
Uğur Mumcu, bunu yazdıktan, on beş gün sonra öldürülüyordu!?
İsrail'in Kıbrıs üzerindeki hedefleri ve planları
Toprakları İsrail'in “Tevratsal Sınırlar”ı (Arz-ı Mevud) içinde yer alan ülkelerden biri de Kıbrıs'tır. Kıbrıs, Yahudiler için tarih boyunca önemli bir konumda sayılmıştır. İsrail'in kurulmasından önce Filistin'e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da, askeri bakımdan ve istihbarat açısından değerli bir koz olarak kontrolde tutulmaya çalışılmıştır.
Kıbrıs'a yönelik Yahudi ilgisinin ilk somut örneğine Osmanlı'nın Kıbrıs'ı fethi sırasında rastlanır. O dönemde Saray'da danışman olarak bulunan eğitimli bir Yahudi olan Yasef Nassi “Kıbrıs Kralı” olmak hevesine kapılmıştır. Bundaki amacı, adanın “bir Yahudi yerleşim merkezi haline getirilmesi”dir. Yasef Nassi'den sonra adaya merak saran bir başka Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere Başbakanlığı koltuğuna oturan Benjamin Disraeli olmuş, Disraeli, çok sayıda Romanyalı Yahudi'nin Kıbrıs'a transfer edilmesini sağlamıştır.
Ancak Kıbrıs'ın Yahudiler açısından taşıdığı önem, asıl olarak Siyonist hareketin ada üzerindeki talepleriyle ortaya çıkmıştır. Siyasi Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild'e, Temmuz 1902'de şöyle aktarmıştır:
“Önce Kıbrıs'ı düzene sokmalıyız, ardından bir gün İsrail'in üzerine gitmeliyiz ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs'tan Müslümanlar giderse, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satıp, Atina'ya veya Girit'e göç ederler. Filistin Yahudiler için çok küçüktür, bu nedenle Filistin'e yakın bir yer sağlamamız gerekiyor. Filistin'e Kıbrıs ve El Arish de dahil edilmelidir.”
Bu doğrultuda, Kıbrıs'taki Yahudi nüfusunu artırmak için çeşitli yöntemler denenmiştir. 1897'de İngiliz Hükümeti'nin isteğiyle JCA (Jewish Colonization Association-Yahudi Kolonileşme Birliği), İngiltere'den 33 Rus Yahudi ailesini 3 koloni kurarak Kıbrıs'a yerleştirmiştir.[1]
1900-1906 yılları arasında da Siyonist önderlerden Warburg, Kıbrıs'ta Yahudi zirai yerleşimi ve köyleri oluşturulması konularıyla yakından ilgilenmiş ve JCA'yı bu amacında desteklemiştir.
1952 yılı AB'nin temeli olan Avrupa Konseyi'nin kurulduğu senedir. Yahudi Derin Devleti o zamandan 2000'li yılları görebilmiştir. Birleşik Avrupa, bir gün Kıbrıs'ı da sınırları içine dâhil ederek “Roma İmparatorluğu”na giden yolda, Doğu Akdeniz'de egemenlik ilan edebilir diyerek Avrupa Birliğini ve Kıbrısın bu birliğe girmesini teşvik etmişlerdir. Bu dönem aynı zamanda İngiltere'nin de adadan çekilmeye başladığı dönemdir. İngiltere Kıbrıs'tan giderken Türkiye adaya yönlendirilerek Kıbrıs üzerinde Hıristiyan Avrupa'nın tam hâkimiyetinin önüne geçilmek istenmiştir. Çünkü Yahudiler, Kıbrısın Yunanistandan ziyade, Türkiyenin elinde kalmasını tercih etmiştir.
Avrupa Birliğine Kıbrıs'ın bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Planı öncesi ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş ve Kıbrıs'ın gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için batı standartlarına uygun bir ülke yaratılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk Ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir batılı ülke konumunda bir Kuzey Kıbrıs amaçlanmıştır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girerek, adeta İngiltere ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail'in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır. Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi'nin yerleştirilmesi hesaplanmaktadır.
Adadaki Türk toprakları üzerinde parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmıştır. Kuzey Kıbrıs bölgesinde yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudileri tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır.[2]
Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın Türk nüfusunun Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı kıyısında yaratacaklardır. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kurmaya çalışmaktadır. KKTC'de kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrı menkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu artırılmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi'nin adaya yerleşmesi ile birlikte İsrail de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın Avrupa, ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek Doğu Akdeniz bölgesinde merkezi olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyası oluşturulacaktır.
İsrailli Yahudilerin son yıllarda Türkiye'nin Antalya kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça anlaşılmaktadır.
Kıbrıs'a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri de heyecanlandırmıştır. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Orta Doğu'yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında Türkiye Yahudileri ve Sabataycıları da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu, ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır.
Tek İsrail ile bütün Ortadoğu'ya egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudileri aracılığıyla 2. İsrail'i Kuzey Irak'ta kurmaya çalışmakta, hem de Türkiye'deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden 3. İsrail'i de Kıbrıs'ta kurabilmelerinin yolunu aramaktadır.
İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs'ın geleceği Ortadoğu'daki yeniden yapılanma ile yakından ilgili bulunmaktadır. Kıbrıs, İsrail'e hem bir giriş kapısı, hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs'tan zaman içinde Türklerin kaçırtılması, Hıristiyanların topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm'in ana hedeflerinden biridir. Türklerin ve Rumların birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenerek Kıbrıs'a Ortadoğu'da askeri birlik bulunduran ABD'nin müdahale edebileceği öne sürülmektedir. ABD'nin bir askeri işgali sonrasında, ya da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs'ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist planın Kıbrıs kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs, Ortadoğu'da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir.
Kürt Yahudilerine kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu'da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezi Yahudi devleti Kürdistan ile doğuya karşı, Kıbrıs ile de batıya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.[3]
Bu kapsamda Kıbrıs'ta oynanan bir oyunu daha gündeme getirmekte yarar görüyorum. Sıdıka Atalay, Asil Nadir ile birlikte Küçük Erenköy(Yeni Erenköy)'de bir liman yeri aldıktan sonra burayı Yahudi kökenli bir İngiliz firmasına devrettiği anlaşılır. Firma burada bir liman inşaatı başlatır. Bilindiği üzere bu bölge KKTC'nin en batı ucundadır. Şimdi gelelim KKTC'nin doğu ucuna. Magosa Askeri Bölgesi'nin hemen içinde deniz kıyısında ve Gülseren Bölgesi'nde, Danya adlı firma bir Yahudi Kolonisi kurmak istemektedir. Proje ilk kez E. Korg. Ali Yalçın'ın KTBKK'lığı sırasında gündeme getirilir. Ali Yalçın paşa ret cevabı verir. O tarihten bu yana her KTBKK değiştiğinde konu tekrar gündeme taşınır. Konuyu takip eden kişiler ise oldukça dikkat çekicidir. Mehmet Ali Talat'ın Yakovas'la birlikte eş başkan olarak görevlendirdiği Özdü Nami. Bu şahıs Kıbrıs'ı terk etmek zorunda kalan ve Avustralya'da sürgünde bulunan eski polis müdürü Kamil Nami'nin oğludur. Kıbrıs'ı neden terk ettiğini merak edenler biraz araştırırsa bu kişinin İsrail ve Yahudilerle ilişkisine dair ilginç tespitlerle karşılaşacaktır.
İsrail KKTC'de Üs Kuruyor, TSK Çıkarılmaya Çalışılıyor, Bu Hıyanetle Eş Anlamlıydı!
Yasal boşluklardan faydalanarak KKTC'de dönüm dönüm toprak satın alan İsrailli Yahudilerin adada cemaat olarak tanınmak için hükümetle irtibat kurduğu ortaya çıktı.
Ambargo ile mücadele eden hükümetin cemaat olma arzusundaki Yahudi grupların cazip tekliflerine boyun eğdiği anlaşıldı. Durumu doğrulayan Kıbrıs Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen İsrailli Yahudi sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir şekilde adanın belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik getiri sebebiyle yetkililerin buna göz yumduğunu açıkladı. Baskılar yüzünden kendilerinin dini görevlerini dahi yerine getirmekte zorlandıklarını kaydeden Dere, adaya yerleşen Yahudilerin ise her türlü dini isteklerini özgürce yerine getirebildiğini hatırlattı.
Son birkaç yıl içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne İsrail ve ABD'den yüz kadar Yahudi ailenin göç edip arazi aldıkları adanın güneyinden gelenlerle birlikte Kuzey Kıbrıs'ta cemaat kurdukları ve birkaç aydır da Kıbrıs hükümetinin cemaatlerini tanıması için lobi çalışması başlattıkları vurgulandı. Haim Azimov isimli Hahamın liderliğindeki Yahudi grubunun, Tel Aviv ve Hayfa'da yaptıkları tanıtım çalışmaları ile Kıbrıs'a yerleşimi özendirmeye çalıştıkları; İsrailli firmaların ise yatırımları ile hükümeti baskı altına aldığı belirtiliyor. Dünyanın büyük çoğunluğu tarafından tanınmayan ve ambargo uygulanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yatırım yapan ülkelerin başında da İsrail geliyor. Adanın İsrail'e olan yakınlığı sebebi ile hafta arasını Kıbrıs'ta geçiren, hafta sonunda ise evine dönen, İsrailli firmaların çalışanları da, adadaki Yahudi Cemaati'ne sempatizan topluyor.
Kıbrıslı Türkler Endişeli
Kıbrıslı Türkler tarafından kaygıyla karşılanan bu durum, 'Yahudilerin Kıbrıs ablukası' şeklindeki yorumlanırken; Kıbrıs Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen İsrailli Yahudi sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir şekilde adanın belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik getiri sebebiyle yetkililerin buna göz yumduğunu anlattı. Dere, “Bir hayli İsrailli Kıbrıs'a yerleşmiş durumda. Arazi alımı yapıyorlar ve bu arazilerde inşatlar devam ediyor. Yahudilerin yerleşim için seçtiği alan ise, adanın kuzey batısı, Tatlısu bölgesi. Bu bölge, deniz kıyısı olmasının yanı sıra tıpkı İsrail'in Filistin'de işgal ettiği ilk bölgeleri gibi tarıma çok elverişli yeşil alanlar. Yahudiler ambargo yüzünden Kuzey Kıbrıs'ın ciddi bir sıkıntı içinde olduğu bilinciyle hareket ediyor. Satın alma güçleri fazla olduğu için yetkililer sistematik yerleşim hareketine göz yumuyor.
Yahudilere tanınan özgürlük Müslümanlara tanınmıyor
Kıbrıs'a yerleşen Yahudilerin rahatça hareket edip dini özgürlüklerini yaşayabildiğini belirten, Mehmet Dere, kendilerinin ise Yahudilerle mukayese edildiğinde büyük sıkıntı içinde olduklarını söylüyor. Dere, “Üzerimize farz olan bilgilendirme görevini dahi yerine getiremiyoruz. Yaz kursları konusunda büyük bir sıkıntı içindeyiz, okullarda durum daha da vahim. Dini bilgilerin öğrenilmesi için 30 yerde kurs açılacaktı, onu da bloke ettiler. Yani anlayacağız garip bir işgal altındayız” diye konuştu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokol ile okullarda iki ay süreyle dini bilgiler ve Kur'an-ı Kerim öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Kıbrıs halkının yoğun talebi üzerine açılması kararlaştırılan kurslarda eğitim 1 Ağustos'ta başlayacakken Kıbrıs Öğretmenler Sendikası ve benzeri çevrelerin baskısı yüzünden protokol iptal edildi. Yahudi ablukası Ada basını tarafından da dikkatle izleniyor. Kıbrıs'ta yayın yapan Havadis gazetesi, Yahudi grubu başkanı Haim Azimov ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın birlikte çekilmiş fotoğraflarını yayınladı.[4]
Bu arada, Kuzey Kıbrısa Yahudiler yerleştirilirken, Türk Askerinin adadan çıkarılma girişimlerine hız verilmesi kafaları karıştırmaktaydı. Bay Mehmet Ali Talat, Yahudi kolonilerine destek çıkarken, bir yandan da Kuran Kurslarıyla savaşmaktaydı! Ve nedense Rauf Denktaştan, bu konularda hiç ses çıkmamaktaydı?
[1] Ramazan Kağan Kurt, Nassi-Disraelli-Kissinger ve Kıbrıs / Vatan Gzt / 01 05 2006
[2] Anıl Çeçen / İsrail ve Kıbrıs 2023 Dergisi Ankara 2004
[4] http://www.marmarahaber.net 28 Temmuz 2009