Anasayfa » İSLAM DAVASI VE CİHAT KAVRAMI (3. BÖLÜM)

İSLAM DAVASI VE CİHAT KAVRAMI (3. BÖLÜM)

Yazar: yonetici
0 Yorum 10k Görüntüleyen


İSLAM DAVASI VE CİHAT
KAVRAMI


(3. BÖLÜM)

 

                                  CİHAT VE HİZMET


 HİDAYET VE CİHAT İLİŞKİSİ

 

Hidayet; iyilik ve
kolaylıkla yol göstermek, emniyet ve selamet bulmaya rehberlik etmek manalarına
gelir. Karşılıksız iyilik ve ikram anlamına gelen ”Hediye”de buradan
gelmektedir.

İnsanların dünya ve ahirette gerçek kurtuluş ve mutluluk yolunu bulması,
iman, İslam ve Kur’an yolunu tutması demek olan ”hidayet” ise, her şeyden önce
ilahi hikmet, ezeli nasip ve kısmet meselesidir.

“Allah kime hidayet ederse onlar Hak yolu bulur. Her kimi de sapıtırsa
onlar mutlak hüsran ve ziyan içindedirler.” [1]

De ki: ”Gerçek hidayet Allah’ın yol göstermesidir.” …

De ki: ”Her türlü nimet ve fazilet Allah’ın elindedir. Ve Allah iyilik
ve inayetini dilediğine verir… Allah rahmetini dilediğine tahsis eder”[2]  gibi ayetler ve ”herkes ve her şey ne maksat
ve ne hikmetle yaratılmışsa, ancak ona muvaffak ve müyesser olur” mealindeki
hadisler ”Hidayet” ve ”Dalalet” meselesine takdir penceresinden ve hikmet
gözlüğüyle bakmamız gerektiğini şart kılmaktadır. Zira” Cenab-ı Hakkın her
işinde mutlaka hayır ve hikmet vardır. Ve Allah yaptıklarından dolayı da,
kimseye karşı sorumlu değildir.” Biz bu bölümde, İlahi hidayet ve inayete
ulaşmak hususundaki kararlığımız ve başkalarının hidayete ermesi konusundaki
sorumluluklarımız üzerinde duracağız.

Kur’anı incelediğimiz zaman, dört çeşit hidayetten bahsedildiğini
görürüz.

Birincisi: ”Rabbimiz
her şeye yaratılış ve yaşayış kabiliyetini verip, sonra da hidayet edendir.”[3]“O Rab ki, her şeyi yarattı, düzene koydu ve (her şeyin) vaktini, vazifesini,
vasıflarını takdir etti ve hidayet buyurdu.”[4]ayetlerinde belirtildiği üzere, otlar, ağaçlar ve hayvanlar gibi, bütün
varlıkların yaratılış hikmetine ve fıtri hizmetine uygun yetenek ve içgüdülerle
donatılması şeklindeki genel hidayettir. Ki, ağaçlar bu hidayetle meyveye
durur, arı bu hidayetle bal yapar, koyun bu hidayetle süt verir ve insanlar
ancak bu genel hidayet ve yeteneklerle hayatlarını geliştirerek
sürdürebilmektedirler…

İkincisi:Peygamberler, mürşitler ve mehdiler vasıtasıyla imana ve İslam’a davet,
şeklindeki hidayettir.

“Biz onları emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.”[5]mealindeki pek çok ayet buna işaret etmektedir. Halkı, Hakka davet etmek
müslümanlar için mühim bir ibadet ve büyük bir fazilettir. Peygamberimiz (sav):
”Sizin vasıtanızla bir kişinin hidayete ermesi sahralar dolusu sadaka vermekten
daha hayırlıdır.” buyurması boşuna değildir. Ancak bizim görevimiz en uygun
şekilde ve en etkili yöntemlerle tebliğ ve davetle sınırlıdır. Hidayet ise
ancak Allah’ın elindedir.

“Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Allah dilediğine hidayet
verir.”[6]ayeti bu gerçeği bildirmektedir.

Üçüncüsü:
İslam davetçilerinin kurtuluş çağrısına uyarak, kendi irade ve ihtiyarlarıyla
batıldan hakka yönelen, gerçeği kabullenip iman ve istikamet yoluna giren
kimselere ”ibadetleri yapmak ve günahlardan kaçınmak” hususun da kendilerine
gösterilen ilahi kolaylık ve manevi huzur şeklindeki özel hidayettir.

“İhtida edenlere (ve İslam’a yönelenlere) gelince, Allah onların
hidayetlerini artırmış, takvalarını (artırmış ve karşılığını) vermiş (iman,
ibadet ve cihad üzerinde kendilerine kolaylık ve başarı sağlamış) tır.”[7]  

“Her kim (eline geçen imkanları Allah yolunda) harcar ve (her halde
Allah’tan korkarak) günahtan sakınırda, en güzel olan (Kur’anın sözünü) tasdik
ederek (Hakka ve hidayete tabi olursa) biz ona en kolay (ve en güzel nimet ve
faziletlerin kapısını açar) en güzel ibadet ve hizmetleri ona kolaylaştırır ve
onu cennet ve saadet yoluna sokarız.”

Fakat her kim de, cimrilik ve bencillik eder, (elindeki nimet ve
faziletlere güvenerek) Allah davasına, İslam cemaatına girmeye tenezzül etmez
ve (kendisini hizmete ve cennete çağıran) en güzel daveti de yalanlar ve yan
çizerse biz ona dayanılması güç şartların ve zor durumların kapısını açar,
dalalet ve felaket yollarını kolaylaştırırız.” [8]

“İman edip salih amel işleyenleri ise, Rableri onları bu iman (ve ihlaslarından)
dolayı gerçek hidayete erdirir.”[9]gibi ayetler gösteriyor ki, nasıl karbüratörden gelen benzin miktarı arttıkça,
motorun devri yükselmekte, devir yükseldikçe de benzin miktarı artmakta ve
böylece giderek arabanın hareketi hızlanmakta ise, aynen bunun gibi, yukarıdaki
ayetlerden de anlaşılacağı üzere halis niyetlerle ibadet ve cihad gibi salih
ameller arttıkça, bu samimi gayretler, Allahın yardımını artırmakta ve mü’min
gerçek hidayet ufkuna ve cennet yurduna doğru yol almaktadır.

“Ey iman edenler, Allah’tan korkun; (onun rahmetine ve rızasına) ulaşmak
için de vesileler ve vasıtalar arayın ve (bu maksatla) onun yolunda cihad edin
ki, kurtuluşa eresiniz.”[10]ayeti bu gerçeği anlatmaktadır.  

İnsanlara ve özellikle müslümanlara maddi ve manevi hakaret ve haksızlık
eden zalimlerin ve onları destekleyenlerin ve yine makam, menfaat ve nefsi
rahatları yüzünden, Allah yolunda hizmeti terk eden kimselerin ise, asla
hidayet ve inayet olunmayacaklarını Kur’an şöyle bildirmektedir. 

“Allah zalimler topluluğuna hidayet etmeyecektir.”

“Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmeyecektir.”[11]Münafık yapılı bir kısım insanların bile bile hidayet yolunu terk edip dalalet
yoluna girdiklerin de yine Kur’an haber vermektedir.

“İşte onlar öyle kimselerdir ki, hidayeti verip karşılığında dalaleti
satın aldılar. (Ama ne yazık ki) bu alışverişlerinden de kar etmediler ve
(artık) hidayet yolunu da bulamadılar.”[12]

“Semud kavmine de Hak yolunu gösterdik. Fakat onlar kötülüğü hidayete
tercih ettiler (bile bile isyan ve inkar ettiler)”[13] 

Hidayet ve istikamet yoluna girdikten sonra, tekrar sapıtmaktan Allah’a
sığınmalı ve ”Rabbimiz, bizi hidayete erdikten sonra, bir daha kalplerimizi
caydırma, ayaklarımızı kaydırma, bize katından rahmet ve inayet lutfet.”[14]duasını dilimizden düşürmemeliyiz. Bunun için de her türlü zulümden ve
kötülükten mutlaka sakınmalıyız.

“İman edenler ve imanlarına zulüm ve haksızlık karıştırmayanlar var ya,
işte asıl emniyet ve selamet içinde olanlar ve gerçek hidayeti bulanlar
onlardır.”[15]

“Ve Kur’an (herkese değil, sadece) Allah’tan korkup günahtan sakınanlara
hidayet rehberidir.”[16]

Dördüncü mertebedeki hidayet ise; Ahiret aleminde ve herkesin şaşkın ve
çaresiz bulunduğu kıyamet gününde, hayatını Allah için feda eden kimselere
rahatlık ve kolaylıkla cennet yolunun gösterilmesi şeklindeki hidayettir.

“Allah, kendi yolunda öldürülenlerin amellerini asla boşa çıkarmayacak,
Allah onlara (ebedi kurtuluşa) hidayet edecek, durumlarını düzeltecek ve
(Kur’anda haber verip tanıttığı cennetine koyacaktır. Ey iman edenler! Eğer siz
cihad ederek Allah’a (dinine)  yardım
ederseniz, Allah da size yardım eder. (Dünyada hürriyeti, ahirette cenneti
buluncaya kadar) sizi hidayet üzerinde sabit ve sağlam tutar.”[17]ayeti bunu bildirmektedir.

Sahabeden birisi gelip: ”Ya Resulullah! cahiliye döneminde öldürülmek ve
diri diri toprağa gömülmek üzere sahraya götürülen kız çocuklarını, para ile
satın alıyor sonra da onları besleyip büyüterek gelin ediyordum. Acaba bundan
dolayı bana bir sevap var mıdır? diye sorduğunda, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz:
”Elbette… Bu hayır ve hizmetinden dolayı hidayet buldun ya…” cevabını
verdiler.

Görülüyor ki şefkat, merhamet, iyi niyet ve hayırlı hizmetler Allah’ın
hidayet ve inayetini celp ediyor. Hidayet ve inayet ise insanı gerçek imana,
ihlasa ibadet ve doğruluğa ve Allah yolunda cihada sevk ediyor. Cihad ise,
hürriyete ve cennete ulaştırıyor…

Her türlü, haksızlık, hainlik ve haramlar ise, insanı adım adım
sapıklığa doğru çekip götürüyor.

“Bize düşen ise herhalde doğruyu göstermektir.”[18] 

Ya Rabbi bizi sıratı müstakime hidayet
et. Kendilerine nimet ve devlet verdiğin nebilerin, sıddıkların, şehitlerin ve
salihlerin yoluna ilet. Amin!

KUR’AN DA CİHAD HUKUKU

Kur’an’da  “cihad” genel olarak
iki anlamda kullanılmıştır:

1- Milli savunma:

Dışarıdan saldıracak düşmanlara karşı askeri ve silahlı cihad (Mukatele)
gereklidir

2- Hakkı koruma ve hayrı yayma:

Ülke içindeki ahlaki yozlaşmalara ve hukuki zorbalıklara karşıda ilmi ve
siyasi yönden yapılacak gayretlerdir.

Temel insan haklarını korumaya ve evrensel hukuk kurallarını uygulamaya
yönelik, bu tür hizmetlerde asla kavgaya ve silahlı çatışmaya izin yoktur. Bu
davranış sadece anarşiye yol açar ki, bu toplum için en büyük felaket olur.

Türkiye’miz için gerekli ve geçerli olan cihad, “örnek bir laikliğin ve
gerçek bir demokrasinin yerleşmesi, ülkemizin ekonomik ve teknolojik yönden
gelişmesi ve her türlü sömürü ve sefalete son verilmesi” için yapılacak,
girişim ve gayretlerdir.

Silahlı savunma ve savaş konusunda bile, Kur’an insani ve vicdani
kurallar koymuş, masum halkın, kadınların, çocukların, ihtiyarların,
hayvanların, ağaçların ve doğanın zarar görmesine müsaade etmemiştir.

Dahili
cihat: ilimle ve siyasetledir.

İslam ülkesinde dahili cihat, ilimle ve kalemledir, İnsani amaçlı bir
siyaset ve strateji güdülmelidir. Yoksa silahlı ve sataşmacı bir yola asla izin
verilmemiştir. Bediüzzaman Said Nursi (ra) Hazretleri bu konuda şöyle
buyurmaktadır:

“Harici
tecavüze karşı silahlı kuvvetle mukabele lazımdır. Çünkü (Yurdumuzu ,
namusumuzu, insani ve İslami onurumuzu korumak için bu silahlı savunma farzdır
ve sonunda) düşmanın malı ve evladı ganimet hükmünde olacaktır. Dahilde ise
öyle değildir. Dahildeki hareket; müspet bir şekilde, manevi tahribata karşı
manevi (tedbir ve tedaviler gereklidir ve vazifemiz) ihlas sırrı ile hareket
etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar
hakiki talebeleri, Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde
ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. (Hiçbir anarşik harekete
ve silahlı mukavemete asla izin vermeyeceğiz) Bu zamanda dahil ve hariçteki
cihad-ı maneviyedeki fark, pek azimdir.” (Saldırgan düşmanlara ve onlarla
işbirlikçi iktidar ve zorbalara karşı lazım gelen askeri cihat ile ülke
içindeki manevi, imani, ilmi ve siyasi cihat biri birine karıştırılmamalıdır.)
(Emirdağ Lahikası / Mektup No: 151)

Müslümanların yaşadığı bir ülkede münafıklar ve fasıklar olabildiği
gibi, kafirler de olabilir. Bunların hıyanete yönelmesi durumunda mücadelemiz
ilmi ve siyasi olmalıdır. Ülke içerisinde maddi silahla mücahede ve mücadele
etmek yanlıştır, yasaktır. Yeri geldiğinde harice karşı maddeten cihat etmek
elbette devletin görevi olduğu gibi; icap ederse dahilde teröristlere karşı
askeri mücadele vermek de yine devletin vazifesidir. Düşmanlar ülkemize girerse
veya hile ile sömürgeleştirmeye yeltenirse o zaman cihat, herkese farz-ı ayn
olur. Ülke içinde alimlerin, mürşitlerin ve tüm müminlerin vazifesi sadece ve
sadece halkı irşattır. Yani Kur’an ve hadislerin emrettiği esasları ve İslam
alimlerinin ittifak ettiği hususları topluma açıklamak ve bununla halkı
birleşmeye çağırmaktır. Bizim vazifemiz, bu esaslar dairesinde birlik ve
beraberliği kurmaya çalışmaktır. Madem vazifemiz dahilde asayişi, birlik ve
beraberliği temin etmek ve ilmi ve siyasi cihadı yapmaktır. Öyle ise
Müslümanlar, ülkemizdeki asayişi, birlik ve beraberliği bozacak hal ve
hareketlerden sakınmalı, niyetlerini halis kılmalı, her konuda ve her olayda
özellikle ilim ve irfan ehli şu ayeti kerimenin emrine uymalıdır:

“Ey
ehl-i iman! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa bir kötülük edersiniz ve onların
haklarına tecavüz edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz”[19]

Hem Hazreti Aişe validemizin ifk hadisesinde olduğu gibi, bir hadise
işitildiği zaman peşin kararlı olmadan

“Bunu
konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır”[20]
demeli, Kur’anın bu emrine imtisal ederek fitneyi uyandırmamalıdır.

Hem Resul-i Ekrem (as)’ın “Fitne
uykudadır. Onu uyandırana Allah lanet etsin”
hadisindeki tehdide muhatap
olmaktan sakınmalıdır.

Ülke içinde mümine yaraşan hal, diğer mümine karşı Hazret-i Adem (as)’ın
oğlu Habil’in Kabil’e söylediği gibi mukabelede bulunmaktır. Yani

“Sen,
beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak
değilim. Çünkü ben, Alemlerin Rabbi olan Allah’dan korkarım” (Maide / 28)
demek
olmalıdır.

Öyle ise bütün cemaatlere, cemiyetlere, partilere ve mümin
kardeşlerimize düşen görev:

Kendi aramızda mümin mümini sevmeli ve saymalı, onu fikren ve siyaseten
savunmalı ve afv nazarıyla bakmalı diğer bütün farklı din ve düşüncelere mensup
zimmi vatandaşlarımıza, devletimize ve ülkemize hıyanete kalkışmadıkları sürece
hepsine saygı duymalı ve insanca davranmalıdır. Eğer inancında ve itikadında kusuru
varsa ilmen izah edip iknaya çalışmalıdır. Her şeye rağmen düzelmediği
taktirde, onu ıslah etmek ulemanın vazifesi değil, Adil devletin vazifesidir.
Öyle ise Adil bir devlet nizamının ve asil bir iktidarın kurulmasına ilmen ve
siyaseten yardımcı olmalıdır. Harici saldırgan oluşumlara karşı Milli savunma
farzdır. Ancak bu vazife fertlerin değil, devletin vazifesidir. Ülke içerisinde
hiç kimseye kendi kafalarına göre, çevrede fitneyi uyandıracak ve fesat
çıkaracak şekilde silahlı hareket hakkı verilmemiştir. Sadece düşman, ülkemize
yönelirse veya hain ve gafil iktidarlar dış düşmanlarla işbirliği yapıp
halkımıza zorla ve silahla baskı ve barbarlığa yeltenirse o zaman maddi
mukavemet hakkı doğacaktır.

Kur’an tüm hayatı kuşatan, fert ve toplumun (maddi ve manevi) her türlü
ihtiyacını karşılayan ilahi program ve prensipler bütünüdür. Bir başka deyimle
Kur’an; Fıtrat dini olan İslam’ın temel kaynağıdır. Kur’andaki ahkam
ayetlerinin (Tabii kanunların) başlıca konuları şunlardır.

1-
İbadet hükümleri
: (Namaz, oruç, hac, adak, yemin gibi) insanın Rabbine karşı olan kulluk
görevlerini düzenleyen ayetler.  (140
kadar)

2-
Aile ve miras hukuku
: (70 kadar)

3-
Ticaret Hukuku
: (Şahıslar ve kuruluşlar arasındaki her türlü alışveriş, kira, rehin,
kefalet, ortaklık, borçlanma, taahhüt, kar ve zarar işlerini düzenleyen
ayetler. (70 kadar) ‘

4-
Ceza Hukuku
: (30 kadar)

5-
Usül Hukuku
: (13 kadar)

6-
Anayasa Hukuku
: (25 kadar) .

7-
İktisadi ve mali hukuk
: (10 kadar)

Bunlardan anlaşılacağı gibi tekrarları çıkarırsak geri kalan 100 kadar
ayetle bugün kullanılan modern hukukun bütün dallarıyla ilgili hükümler en
kamil ve en adil biçimde Kur’an da yer almıştır.

Bu genel hükümler esas alınarak, temel insan haklarına, evrensel hukuk
kurallarına, halkın ihtiyaçlarına ve yaşam standartlarına uygun kanunlar, her
devrin ilim erbabınca yapılacaktır.

Bu ayetlerin sayısı belirli konuları tespit bakımından ve genel bilgi
olsun diye verilmiştir. Yoksa Ebu Bekir El-Cassas (ölümü: 917 miladi) ”Ahkamül
Kur’an” adlı eserinde, ahkam ayetlerinin sayısını 1050 olarak vermektedir.

Bunlardan ayrı olarak Kur’an da ”cihad hukuku” (savaş ve barış esasları)
ile ilgili 400’den ziyade ayeti kerime zikredilmektedir. Şöyle ki:

A- Cihadın anlamı, amacı ve önemi,

B- Farziyetinin şartları (kimlere, ne zaman ve nasıl farz olduğu),

C- Cihad’ın edasının şartları,

1- Cihadın topluca tek bir teşkilat halinde genel kurallara bağlı olarak
yapılmasını gerekli kılan ayetler. Çünkü İslam’da keyfi ve kişisel hareketlere
izin yoktur.

2- Cihadın, herkesin itaate mecbur olduğu bir komutanın emrinde
yapılmasını öngören ayetler.

3- Her müslüman (asker)’in bu ordu içindeki birliğini, bölüğünü ve
merkeze bağlı özel görev ve sorumluluğunu bilmesi, öğrenmesi ve bunu en iyi
şekilde yerine getirmeye çalışması, hizmet ve nöbet mahallini asla terk
etmemesi hususundaki ayetler.

D- Savaş esnasında uyulması gereken kurallar,

E- Barışın şartları ve kuralları,

F- Esirlerin durumu, temel insan hak ve hürriyetlerinin korunması,

G- Ganimetlerin tayini ve taksimi, tenfil (ganimet dışı teşvik Payı)

H- Cizye, fidye, haraç ve harp tazminatı gibi konular,

İ-  Cihada hazırlık, harp, silah
ve vasıtalarının temini, eğitimi, tatbikatı,

J-  Darul harp ve darül İslam
şartları,

K- Değişik zaman ve mekanlara uygun çeşitli cihat metotlarına gelince;

1- Dıştaki açık ve saldırgan düşmanlara karşı savunma ve hücum
savaşları, oyalama ve aldatma taktikleri ve diğer caydırıcı tedbirler…

2- İçteki zalim yönetimlere karşı uyarı (ikaz ve irşat) hizmetleri ve
”siyasi cihat” örnekleriyle ilgili pek çok ayetlerin Kur’an da yer aldığını
hayret ve ibretle görüyoruz.

Yeryüzünde ”zulmü ortadan kaldırma, hak ve adaleti koruma” amacına
yönelik cihat hareketini kendi hukuk düzeni içinde böylesine esaslara bağlayan
başka bir sistem mevcut değildir ve olamazda. Çünkü, tevhid nuruna ve iman
şuuruna kavuşmamış ve İslam’la tanışamamış batıl kafalı insanların
”Lafzatullah” (Allah cc), ”cihat”
“bereket
” gibi İslam’i kavramları anlamaları zaten mümkün değildir.

Müslümanlar, bütün ibadet ve hareketlerini nasıl, ”emredildiği şekilde
ve emredildiği kadar” yapmak zorundalarsa, ”cihat” görevini de, yine İslam’ın
koyduğu şartlar içinde yapmak durumundadırlar.

İtaatsiz, teşkilatsız başı boş hizmetler, ferdi ve fevri hareketler asla
cihat sayılmaz.

Cihat bir ibadettir, bu ibadetin de farzları, sünnetleri, mekruhları ve
müfsitleri vardır.

Bugün kuru heves ve heyecanlarını tatmine yönelik, cemaatten kopuk
birtakım hizmet ve hareketleri, cihat zanneden bazı kimselerin bu aldanışları
biraz da cihadın ilmihalini bilmediklerindendir.

Zira ”İslam’ın canı din gayretidir, cihatsız din kuru cesettir.”
gerçeğini çok iyi bilen şeytani güçler ve yönetimler, nice yıllardır, çıkan
dini kitaplarda cihadın anlamını, önemini, amacını ve, nasıl yapılacağını
yazdırmadılar, okutmadılar, konuşturmadılar ve unutturdular.

Ama Cenab-ı Hak dinini yeniden ihya edecek ve unutulan gerçekleri
öğretecek, müslümanlara hizmet ve hürriyet yolunu gösterecek bir cemaat
lütfetti.

“Ya Rab! Katından bize bir yardımcı ve sahip gönder.”[21]duaları kabul gördü… Ve böylece şuurlu ve onurlu bir hareket, mutlu ve
muhteşem bir medeniyeti, yeniden kurmak üzere, hizmete koyuldu.

 

 

 

CİHAD İLMİHALİ

 

İslam, hem hak dini ve hayat disiplini olduğu gibi; hem de bir imtihan
vesilesidir. Cihat ise, bu imtihanın çok önemli şartlarından birisidir. Bu
kulluk imtihanını kazanabilmek için, diğer ibadet ve emirler gibi, cihat
vazifesinin de hakkıyle yerine getirilmesi gerekir.

Cihat, Kur’an, sünnet, icma ve kıyasla farz olan çok önemli bir
ibadettir. Cihadın farziyetini ve önemini inkar etmek veya küçümsemek küfürdür.
Korkaklık, tembellik, rahatına ve menfaatine düşkünlük gibi sebeplerle cihadın
terki veya ertelenmesi ise, büyük günahtır. Cepheden ve hizmetten kaçmak ise en
büyük günahlardan biri sayılmıştır.

Din yolunda
gayret ve hizmeti terk edip, kolayımıza gelen ibadet ve işlerle uğraşarak
imtihanı kazanmak mümkün değildir.

“İnsanlardan kimisi de (dinin tamamına teslim olmadan) Allah’a bir
kenarından ibadet eder. Eğer (nefsine) hayırlı (gördüğü, rahatına ve menfaatine
uygun bir emir ve takdir) ona ulaşırsa bununla memnun (ve meşgul) olur. Yok
eğer (cihad ve musibet gibi) nefsine ağır bir imtihana uğrarsa, bundan yüzüstü
döner. (Allah’ın bir çok emir ve hükümlerine itiraz ve isyan ederek, nefsine
hoş gelen ibadet ve hizmetlere uğraşır). Bunlar dünyasını da ahiretini de
kaybetmiştir. Apaçık ve en büyük ziyan da işte budur.”[22]  Evet, kendimizi bütünüyle İslam’a uydurmak
hidayet, ama İslam’ı keyfimize uydurmaya çalışmak ise dalalettir.

“O insanlar bir imtihana tabi tutulmadan sadece ”iman ettik” demekle
bırakılacaklarını (ve kurtulacaklarını mı zannediyorlar? Doğrusu biz onlardan
önce gelip geçenleri imtihan ettik (ki) Allah (bu imtihan sonunda – dininde ve davasında) gerçekten sadık ve
samimi olanları da bilecek, yalancı (ve yapmacık tavırlı) olanları da
bilecek…

Yoksa küfür ve kötülük işleyenler, bizi atlatacaklarını (ve hak
etmedikleri halde imtihanı kazanacaklarını) mı zannediyorlar? Ne kadar yanlış
düşünüyorlar… 

Artık kim cihad ederse (bilsin ki) o kendi menfaati için cihad
etmektedir. Çünkü Allah (cc) hiç bir şeye muhtaç değildir.”[23]  Buyurmakla kulluk imtihanında asıl bilinmesi
ve yapılması gereken ibadetlerin başında cihadın geldiğine; Ancak cihat
imtihanı sonunda herkesin ayarının ve, değerinin belli olacağına işaret
edilmektedir.

“Allah böyle yapmakla halislerle habisleri (temizlerle pisleri) biri
birinden ayıklamak istiyor.”[24]ayeti bu hikmeti anlatmaktadır. Unutulmamalıdır ki her ibadet ancak emredildiği
şekilde ve kendi şartları içinde yapılırsa makbul olur. Bu nedenle ibadetlerin
farzlarını, sünnetlerini, müfsitlerini ve mekruhlarını gösteren ilmihal
kitapları yazılmıştır. Bugün her ibadetin ilmihalini anlatan çeşitli kitapları
bulmak mümkün olduğu halde, cihadın önemini, amacını ve şartlarını öğreten ve
günümüze hitap eden bir ilmihal, maalesef elimizde yoktur.

Biz Cenab-ı Hakkın lütfu inayetiyle bu mühim boşluğu kısmen dolduracak
bir risaleyi yazmaya karar verdik. En azından bu konuda daha doyurucu ve ilmi
çalışmalara bir başlangıç ve teşvik olsun istedik.

Doğrular Rabbimizden, hatalar nefsimizdendir. ”Ve ma tevfiki illa
billah”   

“Konularla ilgili ayet ve hadis meallerini arz ederken, parantez
içinde açıklayıcı ifadeler kullanılması gerekmiştir. Bunlar keyfi ve şahsi
katmalar değil, gerekli ve ilmi açıklamalardır.

Ayrıca bazı muteber fıkıh kitaplarından alınan nakillerde de, gerektiği
yerde sadeleştirmeler yapılmış ve yine parantez içinde açıklayıcı ve manayı
tamamlayıcı ifadeler kullanılmıştır. Bu tür alıntı ve nakiller daha çok bilgi
olsun diye verilmiştir. Yani metinlerdeki şekilden çok, mananın korunmasına
özen gösterilmiştir.

Cihat konusunu şu başlıklar altında arz etmeyi münasip gördük:

A – Cihadın anlamı,

B – Farz edilmesindeki hikmetler ve cihadın amacı,

C – Cihadın diğer ibadetlerden farklı özellikleri,

Ç – Cihadın farz-ı ayın olduğu durumlar

D – Cihadın metotları ve siyasi cihat,

E – Cihadın edasının şartları (Cihadın farzları)

F – Cihad hususunda uyulması gereken emirler

      (Cihadın vacipleri ve
sünnetleri)

G – Cihad esnasında mutlaka sakınılması gereken yasaklar,

      (Cihadın müfsitleri ve
mekruhları)

 A – CİHADIN ANLAMI;

Cihad, insanları hak dine ve adalet düzenine davet etmek ve bu davete
mani olan engelleri ortadan kaldırmaktır. [25] 

İbni Kemal ise cihadı şöyle tarif ediyor;

Bir müslümanın, Allah yolundaki bir çalışmaya ve çarpışmaya bizzat
katılması, malı ile, dili ile ve re’yi ile yardımda bulunması, bunlara gücü
yetmiyor ise İslam cemaatini kalabalık göstermek için orduya katılması, veya
yiyecek, giyecek ve mühimmat tedariki için geri hizmetlerde çalışması,
habercilik, elçilik, casusluk, postacılık ve benzeri görevlerde bulunması gibi,
bütün faaliyet ve fedakarlıkların hepsine birden cihad denir. [26] 

Görülüyor ki, cihad deyince, akla sadece harp gelinmemelidir.
Gerektiğinde saldırgan ve fesat çıkaran düşmana karşı yapılacak silahlı savaş
(mukatele) ise cihadın sadece bir çeşididir.

O halde cihad; Her türlü zulmü, haksızlığı ve ahlaksızlığı ortadan
kaldırmak, hakkı ve adaleti hakim kılmak amacı ile, bir ibadet niyeti ve
teşkilat disiplini içerisinde yapılması emredilen, bütün gayret ve hizmetlerin
tamamıdır.

Tekrar belirtelim ki askeri cihad (Milli Savunma) dış düşmanlara karşı
ve silahlı yapılır. Şartları ve kuralları farklıdır.

Ama ülke içindeki, yanlışlık ve haksızlıkları önlemeye ve düzeltmeye
yönelik hizmetler de bir nevi cihad sevabı kazandırır. Ancak bu türlü hizmetler
ilmi, fikri ve siyasi metotlarla yapılır. Toplumu kavga ve kaos ortamına itecek
davranışlardan sakınmalıdır.

B – FARZ EDİLMESİNDEKİ HİKMETLER VE
CİHADIN AMACI.

1 – İslam’a, müslümanlara ve İslam ülkelerine yapılacak tecavüzleri
önlemek,

2- İslam’i ve ictimai hayatın huzur ve hürriyetini korumak,  barışı ve emniyeti sağlamak,

3- Zulüm hakimiyetini ve sömürü sistemlerini yıkıp, hak ve adalet
düzenini yerleştirmek,

4- Kimden gelirse ve kime karşı olursa olsun, yeryüzünde temel insan hak
ve hürriyetlerine karşı yapılacak tecavüz ve saldırıları durduracak, üstün bir
güç ve sistem oluşturmak,

5- İslam’ın herkese ve her yerde anlatılmasına, gerçek bir söz ve fikir
hürriyetinin oluşmasına mani olan engelleri ortadan kaldırmak,

6- İnsanlığın yaratılış gayesine uygun, adil ve dengeli, ekonomik,
sosyal ve siyasal bir hukuk ve hayat sistemini kurmak ve yürütmek,

7- Yeryüzünde fitne ve fesat (odaklarını) ortadan kaldırmak.[27]Ve ”İlayı Kelimetullah” ı (Allah kelime ve kelamının yani Kur’an ahlakının
hakim kılınmasını) gerçekleştirmek gibi, önemli hikmetleri ve genel hedefleri
nedeniyle, cüzi ve geçici zararları ve sıkıntıları da olsa – cihad üzerimize
farz kılınmıştır.

Bu konuda Cebab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Pek hoşunuza gitmediği halde, savaş (ve cihad) size farz kılındı. (Buna
sabredin) Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda çok hayırlı olabilir ve
hoşunuza giden bazı şeyler de, sizin için zararlı olabilir. (Bunları) Allah
bilir, siz bilemezsiniz.” [28]  

C – CiHAD’IN DİĞER İBADETLERDEN FARKLI
ÖZELLİKLERİ VE ÜSTÜN TARAFLARI

1- Cihad, dinimizde ilk farz kılınan ibadettir. Çünkü cihad, Hakkı
yaymak ve yerleştirmek için yapılan gayret ve fedakarlıkların hepsidir. Bu
hizmet ve mesuliyet de, nübüvvetle başlamıştır. Hicretten sonra izin verilen
ise, mukatele (silahlı çarpışma) dır.

“Kendileriyle savaşılan (mü’min) lere (silahlı çarpışmaya) izin verildi.
Çünkü onlara zulmedilmiştir (ve silahla savaşılacak olgunluğa ve hazırlığa
erişilmiştir) ve şüphesiz Allah müslümanlara yardım etmeye kadirdir”[29]

2- Kur’an-ı Kerim’de, hakkında en çok ayet bulunan ibadet, cihad’dır.
Namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlerle ilgili ayetlerin toplamı 140 kadar
olduğu halde, sadece cihad’la ilgili ayetlerin sayısı 400’ü geçmektedir.

3- Cihat, en büyük ibadettir. ”Mü’minler’den özürsüz olarak yerlerinde
oturanlarla, malları ve canlan ile Allah yolunda cihad edenler (asla) bir
olamazlar. Allah mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece bakımından,
oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine güzellikler
vaat etmiştir. Ancak mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirlerle üstün
kılmıştır. (Allah cihad edenlere) kendi katından çok büyük mertebeler vermiş,
onlara mağfiret ve rahmet etmiştir.”[30]ayeti bunu açıkça göstermektedir.

Ebu Hureyre Hz. lerinin rivayet ettiğine göre, sahabeden birisi gelerek;

 – Ya Resulullah bana cihadın
(faziletine) denk bir ibadet gösterir misin? diye sorunca, Peygamberimiz;

– Ben cihad değerinde başka bir ibadet bilmiş ve bulmuş değilim ki, sana
da öğreteyim, buyurdu ve devamla;

– (Sana sorarım) Hiç gücün yetişir mi ki, mücahit (sefere) çıkağında (o
dönünceye kadar) sen de mescide girip, hiç ara vermeden devamlı namaz kılasın,
hiç iftar etmeden devamlı oruç tutasın? deyince o adam:

– Buna kimin gücü yeter ki? dedi. [31]   

Yine Ebu Zer Gıfari Hz. leri:

– Ya Resulullah en efdal ibadet hangisidir, diye sorduğunda, Efendimiz:

– Allah’a iman ve Allah yolunda cihad… cevabını vermiştir. [32]  

4- Diğer bütün ibadetlerin gönül huzuruyla yapılması ve İslam’i
kuralların bütünüyle uygulanması da cihada bağlıdır. Zira cihad’sız emniyet ve
hürriyet olmayacağı açıktır. Ekonomik, teknolojik ve psikolojik yönden
hazırlıksız toplumlar, başka milletlerin kölesi olacaktır.

5- Peygamberlikten sonra, en yüce makam olan şehitlik rütbesine ancak
cihad ile ulaşılabilir. Bir Hadis-i Şerifte şöyle bildirilmektedir.

“Yeryüzünde hiçbir insan cennete girdikten ve Allah katındaki nimet ve
faziletleri gördükten sonra, artık dünyanın tamamı bile kendisine verilse, yine
asla geri gelmek istemez.  Ancak şehitler
(ve şehitlerin o yüksek makamını görenler) hariç… Onlar (cihad ederek)
yeniden şehit olmak üzere, tekrar be tekrar dünyaya dönmek isterler…”[33]

6- Her ibadet için belli bir zaman ve miktar tayin edildiği halde, cihad
belli bir süre ve sayı ile sınırlanmamıştır Çünkü cihad, hayat boyu sürecek ve
dünya durdukça devam edecek bir ibadettir.

7- Namaz, oruç ve hac gibi ibadetler işlenirken, insanın canına, malına
bir zarar gelmesi ihtimali ve endişesi ortaya çıkarsa, o ibadetler tehir edilebildiği
halde cihad yolunda, mal ve canın feda edilmesi emredilmekte ve mutlaka cihadın
sürdürülmesi gerekmektedir.

8- Allah ve Resulünden sonra herkesten ve her şeyden daha çok sevilmesi
ve yapılması gereken amel cihad’dır. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:       

“(Ey Resulüm inananlara) de ki: Eğer babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mal, servet ve
memuriyetiniz, düzeninin bozulmasına korktuğunuz ticaretiniz, pek hoşlandığınız
ve ferahladığınız evleriniz, (evet) şayet bunlar size Allah’tan, Resulünden ve
onun yolunda cihad etmekten daha sevgili geliyor (ve bütün bunları elden
kaçırırım korkusu ile cihat’tan geri kalıyorsanız) o zaman Allah’ın emri ile
(zillet ve esaret) gelinceye kadar bekleyin. (Başınıza gelecekleri
göreceksiniz.) Allah (cihattan kaçan) fasıklar topluluğuna, asla (hidayet ve
inayet) etmeyecektir.”[34]   

9 – Cihad etmeyenlere, cepheyi ve nöbet (hizmet) yerini terk edenlere
selam verilmemesi ve onlara genel boykot ilan edilmesi öngörülmüştür.

“Ve (cihad’tan) geri kalan (ve hizmetten kaçan) o üç kişinin tövbelerini
(Allah) kabul buyurdu: (çünkü, Peygamberin emri ile kendilerine uygulanan
manevi boykot yüzünden) bütün genişliğine rağmen, dünya kendilerine dar gelmeye
başlamış, canları sıkıştıkça sıkışmış, (nihayet) Allah’ın (azabından) yine
Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı…”[35]ayeti bu durumu haber vermekte ve nefislerine uyarak Tebük seferinden geri
kalan üç büyük sahabeye uygulanan “selam vermeme ve ilgilenmeme” cezası sonucu
çektikleri ızdırabı dile getirmektedir.

Halbuki cihadın dışında, başka ibadetleri terk edenlere böyle bir ceza
uygulanmamıştır.

10- Cihadı terk etmek en büyük tehlike sayılmıştır ”(Paranızı ve
imkanlarınızı) Allah yolunda (ve cihad uğrunda) harcayın (cihadı terk etmek
suretiyle) kendi ellerinizle, kendinizi tehlikeye atmayın. Allah yolunda ihsan
ve iyilik edin. Doğrusu Allah (verilen görevleri iyi yapan ve imkanlarını cihad
yolunda harcayan) muhsinleri sever.”[36]  ayeti bu tehlikeden sakındırmaktadır.

11- Cihad; Ashabı Kiramın tarikatıdır. Onların cihadı sayesinde İslam
yerleşmiş ve yayılmıştır. Hz. Peygamber (sav) in ”Küçük cihad’dan büyük cihada
dönüyoruz” sözü yanlış anlaşılmıştır. Bu emriyle, Efendimiz (sav), ”Ashabım,
bugüne kadar sadece Allah rızası ve ahiret düşüncesiyle hizmet ve hareket
ettiniz. Ancak bundan sonra komutanlık ve benzeri makamlar ve ganimet gibi
çeşitli menfaatler yüzünden sakın ihlasınızı bozup, birbirinize düşmeyin”
ihtarında bulunuyordu ve sahabe bunu böyle anlıyordu. Zira bu sözü duyduktan
sonra hiç bir sahabenin cihadı terk edip ”nefsimi temizliyorum” bahanesiyle
evine kapandığı görülmemiştir.

Hem madem örneğimiz, peygamberimizdir. Öyle ise, İbadet ve
hizmetlerimizi sıraya koyarken ve bir zamanlama yaparken ona uyulması gerekmez
mi? O halde geliniz, bizler de ”küçük cihadı” tamamlayalım, zulmün ve sömürünün
esaretinden kurtulalım, adalet ve hürriyet ortamını birlikte hazırlayalım,
ondan sonra nefis terbiyesi ile uğraşalım.

Gerçek odur ki, nefsi cihatla fiili ve siyasi cihad mutlaka birlikte
sürdürülmesi gerekmektedir. Bunlardan birisi olmadan, diğeri de anlamını ve
amacını yitirmektedir. Tarikat terbiyesi alamamış ve devamlı bir nefis
muhasebesi yapacak olgunluğa ulaşamamış insanların, fiili ve siyasi cihad’da da
başarılı ve faydalı olmadıkları ve hedefe varamadıkları görülmektedir. Bunun,
gibi sözde zikir, ibadet ve riyazetle meşgul görünüp, cihad’dan, sosyal ve
siyasal hayattan uzak kaçanların ise, maalesef İslam’i onurlarını
koruyamadıkları, mason ve münafıklarca istismar aracı yapıldıkları bilinen bir
gerçektir.

Müritlerinden bazıları Allah dostlarından bir zata gelip, nefis
terbiyesi için kendilerini çileye sokmasını isterler. Hazret onlara sorar: Avam
çilesi mi istiyorsunuz, yoksa Ashab çilesi mi?

Bunların ne anlama geldiğini sorduklarında ise, şöyle cevap verir;

Sadece dünyayı ve günahları değil, yemek, içmek, uyumak ve eşlerinizle
olmak gibi helal ve mübah olan arzularımızı bile terk edip, 40 gün mescidin
karanlık bir köşesinde ibadet ve riyazetle meşgul olmak, avamın çilesidir!..

Ama, insanların onurunu ve huzurunu korumak, barış ve bereket şartlarını
hazırlamak, zulüm ve sömürüyü ortadan kaldırmak üzere çalışmak ve bu yolda
sıkıntılara katlanmak ise Ashabın çilesidir.

12- İnananların, Allah (cc) ve Resulüne (sav) muhabbet ve
teslimiyetlerinin ve dindeki ihlas ve samimiyetlerinin en keskin ölçüsü de,
cihad hususundaki gayret ve ciddiyetleridir.

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri, Allah ve Resulünden ve
mü’min lerden başkasını kendisine dost ve lider edinmeyen (gerçek müslümanları)
diğerlerinden ayırmak ve açığa çıkarmak üzere, imtihan etmeden bırakılacağınızı
mı sandınız?”[37]  

“Mü’min lerden (bir kısmı da, silahlı savunma ve savaşa izin veren) bir
sure indirilmesi gerekmez mi? (Yeter artık eli kolu bağlı durduğumuz) derlerdi.
Fakat (ne zaman ki) hükmü açık bir sure indirilip, düşmanlarla çarpışmaktan söz
edilince, kalplerinde hastalık bulunan (bu tiplerin) ölümden korkarak bayılıp
düşenler gibi, (ürkek ve isteksiz) sana baktıklarını görürsün.”Halbuki onlara
yakışan (cihad’la ilgili emir ve görevlere) itaat etmek ve güzel (teşvik edici
sözler) söylemektir. İş ciddiye bindiği zaman (sahte, kahramanlık
numaralarında) Allah’a sadık kalsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı
olurdu.”[38]ayetleri, bu ölçüleri ortaya koymaktadır.

13- Cihad ibadeti asla zarar ihtimali bulunmayan, bir manevi ticaret ve
en karlı meşguliyettir.

“Ebedi olan ahiret hayatını satın almak isteyenler, fani olan dünya
hayatı ve menfaatini Allah yolunda versinler. Kim Allah yolunda çarpışırken o
yolda ölürse veya galip gelerek (zafere ererse) her iki, halde biz ona yakında
pek büyük bir mükafat vereceğiz.”[39]ayetinde (galip gelse veya mağlup olsa) denmiyor. Zira bu yolda asla mağlup
olunmayacak ve hizmetler boşa çıkmayacaktır.

Ç – CİHADIN FARZ -I AYIN OLDUĞU
DURUMLAR.

Cihad; Kur’an, Sünnet ve icma ile farz olan bir ibadettir. Adalet
düzeninin hakim olduğu, milletin hak ve hürriyetlerini koruyacak ve savunacak
milli orduların kurulduğu, tebliğ ve irşat görevini yürütecek ulema ve
mürşitlerin hazır bulunduğu bir ortamda diğer sade müslümanlara cihad farz-ı
kifayedir. Cihadın farz-ı kifaye olduğu bir dönemde, muhtaç ve mağdur olan ana
– babaya hizmet, ilim tahsili ve nefis terbiyesi, sanat ve meslek talimi ve
helal rızık talebi gibi hizmetler tercih edilerek, cihad terk edilebilir.

Ancak ülkenin genel bir düşman saldırısına ve işgale uğraması, veya
müslümanların zorba rejimlerin tasallutuna mahkum bırakılması durumunda ise,
kadın – erkek her mü’mine cihad farz-ı ayın olur. Böyle bir zulüm ve esaret
altında bulunan, ekonomik, sosyal ve siyasal haksızlıklara uğrayan, İslam dışı
cahili bir hayat yaşamaya mecbur tutulan müslümanların, bu zulümlerden
kurtulmak, hürriyet ve adalet ortamına kavuşmak için çalışmaları
kaçınılmazdır. 

Cihadın herkese farz-ı ayın olduğu böyle bir ortam da, gerekirse çocuk
babasından, hanım kocasından, köle (hizmetçi) efendisinden izin almak zorunda
kalmadan bile ülke savunmasına ve hizmet yarışına katılacaktır. Bu durumlarda
cihadı terk ederek yapılacak hiçbir hizmet Allah’ın makbulü değildir.

“Siz hacılara su verme ve Mescidi Haramı onarma (işini yapanı)
Allah ve ahiret gününe inanarak, Allah yolunda cihad edenle bir mi
tutuyorsunuz? (Hayır) Bunlar Allah katında bir olamazlar… Allah cihadı terk
eden zalimler topluluğuna hidayet etmez.”[40]  ayeti, cihad’ın farz-ı ayın olduğu bir
ortamda, inanan herkesin cihada önem ve öncelik vermesi gerektiğini, cihadı
terk edenlerin, mevcut zulme göz yumduklarından dolayı, bir nevi suçlu ve
sorumlu olacaklarını haber vermektedir.

“Nefiri am” Genel seferberlik halinde (cihad farz-ı ayın olunca)
köleler, kadınlar, alimler, hatta savaşa gücü yeten çocuklar da, cihad’la
mükellef olurlar. Düşman saldırısını ve genel zulmü ortadan kaldırmak
mecburiyeti hasıl olduğu için çocuk babasından, köle (hizmetçi) efendisinden,
kadın kocasından izin almak zorunda değildir. Çünkü (dini ve vatanı) korumak
gibi, genel belayı önlemek için, özel zarar ve zahmetler göze alınır. [41]

“Ancak cihad faaliyetlerine katılmaktan aciz, çaresiz ve zayıf oIanlar,
ağır hastalar (ve sakatlar), cihad yolunda harcayacak hiç bir şeyi olmayanlar –
bunlar cihad hareketini söz ve dua ile desteklemek ve halka öğüt verip teşvik
etmek şartıyla – cihada katılmayabilirler”[42]Ayeti cihadın farz-ı ayın olduğu dönemde, kimlerin ve hangi mazeretinden dolayı
cihada katılmayabileceklerini. bildirmektedir.

“Ey iman edenler, (uyanık bulunup) korunma ve savunma tedbirlerinizi
alın Bölük bölük, ya da hep birlikte cihada çıkın.”[43]  Ayetinde ”sübatin” (bölük bölük) kelimesi,
cihadın farz-ı kifaye olduğu – döneme, ”cemian” (topyekün hepiniz) emri de
cihadın farz-ı ayın olduğu zamana işaret eder.

Velhasıl, düşman tehlikesinden ve zalim yönetimlerin esaretinden
kurtulmak, can, mal ve namus emniyetini korumak, din ve düşünce hürriyetini
sağlamak, İslam’ca ve insanca bir hayat yaşamak için, cihadın farz-ı ayın
olduğu hususunda icma ve ittifak vardır.

D – CİHAD’IN METOTLARI VE SİYASİ
CİHADIN ANLAMI

Kur’an da birçok konudaki hükümler ”mutlak” tır, ama ”mukayyet”
(kayıtlı) değildir. Yani, özelikle itikat ve ibadet dışında kalan, muamelat
(ticaret, iktisat, sanat ve siyaset gibi) yaşanan hayat konularında  “mutlak hükümler, genel ve temel ölçüler”
koymakla beraber, o hükümlerin icrasının (uygulanmasının) şeklini, değişen ve
gelişen şartlara uygun içtihatlara bırakmıştır. Böylelikle, İslam, dar kalıplar
ve kuru kabuklar içinde sıkışıp kalan, ölü prensipler yığını olmaktan
kurtarılıp, her çağa yön ve şekil veren ve her çıkmaza yol gösteren, diri ve
dinamik bir din olma özelliğine kavuşturulmuştur.

Bu hikmete binaen, İslam, ”her türlü zulmü ortadan kaldırmak, Hakkı ve
adaleti hakim kılmak” için mutlak surette emredilen cihadın, genel ve temel
esaslarını bildirmekle beraber, cihadı’n şeklini, metodunu ve vasıtalarını açık
olarak göstermemiş, bunları değişen ve gelişen şartların durumuna bırakmıştır.

Ancak bu metotları iki ana bölümde ele almak mümkündür:

1- Dışarıdan gelecek harbi ve saldırgan düşmanlara karşı, silahlı
savunma ve hücum harpleri ve hazırlıkları, hile, oyalama ve aldatma taktikleri,
barış ve anlaşma stratejileri.

2- İçerideki zalim yönetimlere karşı ise, basın ve yayın gibi en etkili
vasıtalarla kamuoyu ve baskı unsurları oluşturarak yapılacak, ikaz ve irşat
hizmetleri ve ”siyasi cihad” hareketleri…

“Kafirlere (ve zalim rejimlerine) itaat etme (boyun eğme) onlara, karşı
bununla (Kur’an ile) büyük cihad et.”[44]ayeti, Kur’ani örnek ve ölçülerle yapılacak ilmi ve siyasi cihada işaret
etmekte ve bunun ”en büyük cihad” olduğunu bildirmektedir.

“Siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri, hak yola irşat
etmekle, onların salahına ve felahına çalışmaktır.”[45] 

Siyaset, devleti hak ve adalete uygun olarak yönetmek ve insanları
iyilikle idare etmek mesleğidir.

Zira Cenab-ı Hak, insanlar arasında mutlaka adaletle hükmedilmesini
emretmiş, adaletle hükmedilmesi için de emanetlerin (devlet yönetimine ait
vazifelerin) ehline verilmesini istemiştir. [46]  Ülkemizde, temel insan haklarına ve evrensel
hukuk kurallarına uygun bir sistemi yerleştirmek, en hayırlı hizmettir.

Müslümanların en önemli ve öncelikli vazifelerinin başında, adil bir
hükümet kurmaları gerektiği, Kur’an ayetleri, Resulullahın hadisleri ve Ashabın
icması ve uygulamasıyla sabittir. Peygamberimizin vefatından sonra, Ashabı
Kiram’ın, O nun cenaze hizmetlerini bile erteleyip, Hz. Ebu Bekir’i devlet
başkanı seçmek sureti ile ona biat etmeleri ve meşru bir hükümet kurulmasına
son derece önem ve öncelik göstermeleri, bunun açık bir delilidir. [47]  

Çağımızın önde gelen alimlerinden Said Havva ”İslam Erinin, Ahlak ve
Kültürü” adıyla dilimize çevrilen kıymetli eserinin ”siyasi cihad” bölümünde
şunları söylemektedir.

“…….. Çağımız cemiyetleşme ve kitleleşme çağıdır. Müslümanlar,
çeşitli isimler altında kuracakları cemiyet (ve teşkilatların) çatısı atında,
hem tanışıp toparlanacaklar, hem de birlikte İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya
çalışacaklardır…”

“………….. Kanunların tanıdığı imkanları, hayır yolunda
kullanmak ve hukuki haklardan yararlanarak her gün biraz daha ileriye gitmek ve
fırsatları değerlendirmek lazımdır…”

“……….. Kalbinde zerre kadar imanı bulunan bir insanın, hak ve
adalete dayalı bir hükümet düzeninin kurulması için çalışması farz-ı ayındır.
Bütün bu hizmetler ise, ancak siyaset çatısı altında yapılabilecek işlerdir.
Siyasetten kaçan ve korkan bir müslüman, şüphesiz bunların hiçbirini, yapamayacaktır…”

Bugün İslam’ı savunmak ve haklarımızı korumak için siyasetle uğraşmak
müslümanlar için zorunluluktur. Eğer müslümanlar haklarını ve dinlerini korumak
istiyorlarsa, kendi ülkelerinde siyasi faaliyet gösteren (batıl zihniyetlere)
karşı koyabilmek için mutlaka bir siyasi partinin çatısı altında
toplanmalıdırlar…

“……….. Yahudi Siyon protokollerinin beşinci maddesi Şöyledir;
Yahudiler bulundukları her yerde, birbirine zıt düşünceleri ortaya atarak
halkın siyasetten uzak durmalarını ve bu sahanın Yahudi ve masonların tekelinde
kalmasını sağlamalıdırlar…”

“…….. .. Bugün siyaset düşüncesini kafasından atan ve ondan
uzak duran bir müslüman, ya İslam’ı anlamayacak kadar şuursuz bir insandır,
veya İslam’ın hükmünü savunmaktan çekinen bir korkaktır…”

“……….. Bir takım özel sebepler ve mazeretlerle, İslam’ın
menfaati gereği bazı kimseler zahiren siyasi parti faaliyetlerine
katılmayabilirler. Ancak bunlar siyasi faaliyetlerin aleyhinde bulunamazlar ve
başka müslümanları da siyasi cihad’dan soğutamazlar. Böyle yapmaları halinde
iki büyük günah işlemiş olurlar:

1 – Kendileri (adil bir devlet düzeni kurmak için yapılan) siyasi
cihattan kaçtıklarından,

2 – Kendilerine uyan müslümanları, bu önemli hizmetten geri
koyduklarından…”

“Biz siyasi parti faaliyetlerini bırakıp, önce fert fert insanları irşat
ve ıslah etmeliyiz.” düşüncesinde olanlara karşı da Mevdudi şöyle cevap
veriyor:

“Siz eğer ahlaki ve sosyal inkılabı bir an önce elde etmek istiyorsanız,
evvela bu (sosyal) inkılabı (gerçekleştirebilecek) vasıtaların neler olduğunu
düşünmeniz lazımdır. Elbette ki bu vasıtalar; eğitim, öğretim, genel ahlakın
ıslahı ve (batıl) zihniyetlerin değişmesi gibi şeylerdir. Bunlar için de  (adil) bir hükümetin (mutlaka) kurulması ve
onun kanuni ve siyasi vasıtalarının kullanılması gereklidir. (çünkü) hükümet
kudreti, yalnız tek başına bir ıslah vasıtası olmakla kalmaz, (aynı zamanda)
diğer ıslah vasıtaları üzerinde de (çok büyük) tesirler icra eder.”

Artık bu gerçekler ortada iken ”hükümet vasıtalarından istifade
etmeyelim (ve siyasetle uğraşmayalım) demek manasızdır. Bizim verdiğimiz reyler
ve ödediğimiz vergilerle (zaten batıl ve zalim zihniyetler) hükümet icraatına
devam edeceklerdir. Şimdi biz bu yanlışlık ve ahmaklığı nasıl kabul edebiliriz
ki, bir yandan ferdi ve ahlaki bakımdan toplumun ıslahına çalıştığımızı
söyleyelim,  diğer taraftan da hükümetin
ahlakı ve hayatı düzeltecek (eğitim sistemi, televizyon, basın gibi) en etkili
vasıtalarını (hayır yolunda) kullanmaktan kaçınıp, bunları küfür ve kötülük
yolunda faaliyet yapmasına göz yumalım…”[48]  

Müslümanlara hikmet ve siyaset dersi vermek üzere indirilen sure-i
celilede Hz. Yusuf’un (as) Firavunlardan biri olan Mısır melikinden maliye
bakanlığı görevini istemesi ve üstlenmesiyle ilgili 55. ayetin tefsirinden şu
sonuç çıkarılmıştır.

“Bu ayeti celile bir kimsenin beşeri kanunları yoluyla hizmete ve
siyasete imkanı ve fırsatı olur ve o işi ondan başka başaracak birisi
bulunmazsa, (müslüman’ın) o memuriyete muktedir olduğunu açıklayıp ispat etmek
(ve bizzat istemek) suretiyle o göreve talip olması caizdir. İsterse, o göreve
tayin edecek kimse kafir bile olsa (hayırlı işlerde) onunla yardımlaşarak
(toplumu) Hak’ka ve huzura doğru çekip götürmek lazım olduğuna dalalet ettiği”
Beyzavi tefsirinde bildirilmektedir. [49]

Ebu Hureyre (ra) da rivayet ettiğine göre, Resulullah (sav) şöyle
buyurmuştur:

“İsrailoğullarının peygamberleri siyaset yapardı (idare ederdi). Her ne
zaman bir peygamber gider (ölür) se, onun yerine başka bir Peygamber geçerdi.
Benden sonra ise şüphesiz hiç bir peygamber olmayacaktır. Sahabiler:

– Şu halde (senden sonra) ne olabilir, diye sordular. Peygamber (sav):

–  (Benden sonra) halifeler olur
ve sayıları çoğalabilir, buyurdu.

Sahabiler ;

– (Ya Resulullah) Halifelerin sayısı artınca  (birden fazla lider ortaya çıkınca) nasıl
yapacağız? diye sordular. Peygamber (sav) :

– Birinciye ettiğiniz biat’a bağlı kalınız. (Çünkü ilk biat sahihtir) ve
üzerinizdeki (emrini dinleme ve itaat etme) hakkını ödeyiniz. Onlara da

The dynamic response body size is over the limit, the response will be truncated by the web server. The limit is set in the key ‘maxDynRespSize’ located in the tuning section of the server configuration, and labeled ‘max dynamic response body size’.

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi