Anasayfa » IŞİD BELASI VE PERDE ARKASI

IŞİD BELASI VE PERDE ARKASI

Yazar: yonetici
0 Yorum 122 Görüntüleyen


IŞİD BELASI VE PERDE ARKASI


“Terör eylemlerinin meşruiyeti ilk defa Filistin meselesinde ortaya çıktı. İsrail karşısında çözüm üretemeyen ve yenilmişlik duygusu içinde umutsuzluğa düşen Filistinli gençler için intihar eylemlerine cevaz verenler alkışlandı. Bu fetvaya göre bir ‘mücahit' kendi hayatını feda ederek intihar eylemi yapabilecek ve bu eylem sonunda cennete nail olacaktı. Oysa intihar eyleminin dinde yeri, örneği, var mıydı ki İslam dünyası bu içtihada topyekûn karşı çıkmadı? Hâlâ da ‘ama, fakat, lakin' demeden teröre lanet okuyamıyor bir kısım Müslümanlar… Aklı başında birçok İslam âlimi bile intihar komandolarının İslam dışı bir metoda kaydığını haykıramadı. Açıkça ifade etmek gerekirse, terör metoduyla cihat yapma fikrine ve fetvasına Fetullah Gülen Hocaefendi kadar net ve kesin bir dille karşı çıkan olmadı” diyecek kadar densizleşen Zaman yazarı Ekrem Dumanlı hem Haçlı Batıya ve Siyonist odaklara yaranmaya çalışıyor, hem Fetullah Gülen’in gavur uşaklığını itiraf ediyor, hem de hiç utanmadan terörist İsrail’i haklı çıkarıp, Filistin direnişçilerini anarşist gösteriyordu!

Yahu bu çıbanbaşı İsrail’i Müslümanlar mı davet edip zehirli hançer gibi bağrımıza saplatıyordu? Masum ve mağdur Filistinli Müslümanların topraklarının elinden alınmasından dolayı İslam mı sorumluydu? Bütün bu işgal ve vahşetler işlenirken BM, ABD ve AB gibi kurumların ve dünya kodamanlarının İsrail’i hep haklı Filistin’i hep haksız bulmasından ötürü İslam mı suçluydu? Saddam’ı kışkırtıp İran’la vuruşturan, sonra Kuveyt’e saldırtıp bu bahane ile Irak’ı işgale kalkışan Amerika ve yandaşlarını milyonların katledilmesine sev eden düşünce İslam’dan mı kaynaklanıyordu? Daha önce Afganistan’ı işgal eden Rusya’nın ve Ona karşı vatanlarını savunan insanlardan El Kaideyi çıkaran Amerika’nın suçunu ve sorumluluğunu atlayıp, hala İslam’a ve Müslümanlara sataşanlar, herhalde şeytanın kuluydu!..

Üstelik Siyonizm’in güdümündeki dünyanın bütün gazete ve televizyonlar, 140 masum insanın canını alan terör eyleminin arkasında Irak- Suriye arasında kurulan ve İslam plakasıkullanan IŞİD'in olduğunu söyleyip duruyordu. Ne hikmetse bu katliamı yapan teröristler yüksek sesle sürekli Tekbir alıp IŞİD'li olduklarını haykıracak kadar ahmaklık sergiliyordu!? Bulunan pasaportlardan, kopan parmaklardan, seyahat çantalarından yola çıkılıp “Evet eylemin arkasında IŞİD var!” tezi dünyaya yutturuluyordu. Oysa böyle bir eylemi ancak CIA-MOSSAD ve Fransız istihbaratındaki elemanların yapabileceğini aklı yatan herkes biliyordu. Çünkü IŞİD, Amerika tarafından oluşturulduktan sonra ellerine silah, altlarına cip, ceplerine para konulmuştu. İSLAM adına hareket eden IŞİD'in, ne hikmetse İsrail ile ilgili hiçbir gayreti ve eylemi yoktu. Onlara saldırmayı bırakın tek söz etmiyordu. Petrol kuyularını, rafinerileri hedef alan IŞİD kısa sürede bölgenin ASLİ GÜCÜ haline getiriliyordu.

Ama IŞİD bumerang gibi kendi sahiplerine dönüyor ve giderek kontrolden çıkıyordu.

1- Dinlerinden, düşüncelerinden, renklerinden ve kökenlerinden dolayı dışlanan ve potansiyel suçlu sayılma duygusuna kapılan ve hele ailesi ve yakın çevresi, hatta halkı ve ülkesi bu yüzden zulme işgale ve işkenceye uğrayan her kes ve herkesim intikam alma hırsına kapılabiliyor, yani teröre yatkın psikolojiye düşebiliyordu. İşte böyleleri başta IŞİD ve PKK gibi terör organizelerinin hedef elemanları oluyordu.

2- Irakta, Libya’da, Suriye’de, kökten Afganistan, Pakistan’da ve Afrika’da kısmen devlet otoritesini ve düzen disiplini yok edenler şimdi, artık insanları kontrol mekanizmasını da kaybediyordu.

3- Bu örgütlerin ağına düşen ve bazı etkenler ve beklentilerle kendi ayağı ile giden ve “aile hücreleri” meydana getiren şebekelerin arasına sızmak ve kontrol altına almak daha da imkânsız hale geliyordu.

4- Türkiye’ye; “Şu anda asıl tehdit ve tehlike IŞİD’tir ve öncelikle ona karşı mücadele birliği gereklidir. Bu nedenle şimdilik Esed rejimiyle ve Kürt hareketi PYD’yle iyi geçinmelidir. Çünkü Rusya’ya göre, IŞİD’le mücadelede başarı için Esed desteklenmelidir. ABD’ye göre IŞİD’le mücadele için PYD desteklenmelidir.” seçeneği siyaseti dayatılıyordu.

5- Terör; yapılan ve masum insanları hedef alan katliam eylemleriyle şekillenip ve tarif ediliyordu. Yoksa bu eylemi yapanın fert mi, ekip mi, bir kesim mi veya devlet mi olduğu neticeyi değiştirmiyordu. Birleşmiş Milletlerin de kabul ettiği bu tarife göre, İsrail de bir terör şebekesi gibi davranıyordu. Şimdi İsrail terörünü destekleyip IŞİD’le mücadele ettiğini söyleyenlerin samimiyetleri tartışılıyordu. Silahlı ve tetikçi teröre güya karşı çıktığı halde, ahlaki ve ailevi disiplini tahriper pornografi terörünü sürekli geliştirenler elbette başka bir gaflet ve hıyanet içinde bulunuyordu.

Antalya’da yapılan “G-20 Zirvesi”nin kapanışında konuşan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ilginç bir iddia ortaya atmıştı. “DAEŞ’in petrol ticareti”ne dikkat çeken Putin:

“Dünyanın birinci gündem maddesi haline gelen terörist örgüt IŞİD’in 40 ülke tarafından finanse edildiğini biz biliyoruz… Üstelik, DAEŞ’e finans kaynağı sağlayanlar arasında bugün G-20 Zirvesi’ne katılan ülkeler de var! Meslektaşlarıma, teröristlerin yasadışı petrol ticaretinin boyutlarını ortaya koyan, uzaydan ve uçakla çekilen fotoğrafları gösterdim. Fotoğraflarda görülen petrol yüklü konvoyların uzunluğu onlarca kilometreyi buluyor” d iyerek dolaylı biçimde G-20 ülkelerini suçluyordu. Evet, sözde Esed rejimiyle savaşan IŞİD bir yandan da Esed’e petrol satıyordu.

Velhasıl, Paris katliamı, IŞİD bahanesiyle topyekun Suriye’ye saldırmak ve Türkiye’yi bu batağa çekip hırpalamak ve Kürdistan’ın kurulmasına razı ve mecbur bırakmak için tezgahlanıyordu. Zaten ABD Ankara Büyükelçisi Yahudi John Bass’ta bu yöndeki hazırları ağzından kaçırıyordu.

Bakın, IŞİD neden İsrail'e saldırmıyormuş?

İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon, ülkenin resmi radyosuna yaptığı açıklamada, IŞİD'in neden İsrail'e saldırmadığını sorusuna kargaları bile güldüren bir yanıt veriyordu. IŞİD'in İsrail'den korktuğunu belirten Yalon, “Çünkü çok sert bir karşılık alacaklarını biliyorlar” diyerek IŞİD’i kendilerinin kurgulayıp kullandıklarını gizlemeye çalışıyordu. Tel Aviv, İsrail’de yaşayan Arapların IŞİD’e karşı oldukları için, bu terör örgütünün İsrail’de barınma olanağı bulamadığını açıklayıp gülünç duruma düşüyordu.

Rahmetli Erbakan Hoca Sn. Recep T. Erdoğan’a: “Beni dinle, ey dişi bitmemiş çocuk!”diye çıkışmış ve AKP eliyle ülkenin nasıl bir felakete kaydırıldığını defalarca hatırlatmıştı.

IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) olarak tanıtılan ve şeriatçı kılıfı takılan “Amerikan kuklalarının”, bizzat İsrail tarafından silahlandırılıp gerilla eğitimlerinin Siyonist subaylarca yaptırıldığını yıllar önce Milli Çözüm Dergimizde yazdığımızda kimileri buna burun kıvırmıştı. Ama ardından Musul IŞİD’in eline geçince ve konsolosluk mensuplarımız rehin (esir) edilince iktidar ve yalakaları yeni uyanmıştı. Evet, BOP kapsamında Irak’ın daha çok parçalanması ve bunun suçunun da “şeriatçı grupların” üzerine atılması, bir ABD politikasıydı. Böylece:

a) “Merkezi Irak Devleti kendisini de, bizi de koruyamıyor” gerekçesiyle Barzani Kürdistan’ına tam bağımsızlık ilanının yolu açılmaktaydı.

b) Ve zaten IŞİD’in Musul Baskını sonucu Kerkük tamamen Barzani ve Peşmergelerin kontrolüne alınmıştı. Böylece; ‘Kerkük Kürtler’in Kudüs’ü!’ hayali gerçeğe dönüşmüş olacaktı. Böylece IŞİD yaptığı hamle ile Kürtler’e en büyük hayalini gerçeğe çevirme imkânı sunmuşlardı. Petrolün ana vatanı olarak nitelenen Kerkük, Türkmenler ve Kürtler için çok önemli konumdaydı. Türkiye açısından Misak-ı Milli sınırlarının kaybedilmiş kenti olarak görünen Kerkük’e, Kürtler ise başkentleri olarak bakıyorlardı. Geçmişte Celal Talabani verdiği bir röportajda Kerkük’ün kendileri için taşıdığı önemini anlatmak için “Kerkük, Kürtlerin Kudüs’üdür” deyip çıkmıştı. Elbette Kerkük’ün Kürtler için önemi sadece duygusal sebeplere dayanmamaktaydı. Kerkük, Irak’taki en önemli petrol yataklarının merkezinde bulunmaktaydı. Müthiş petrol rezervi ile de bölgedeki tüm ülkelerin iştahını kabartacak durumdaydı. Dünya petrol rezervinin % 4’ü Kerkük ve civarından elde edilirken bu oran Irak’ın ürettiği Petrolün de % 50’sini oluşturmaktaydı. Ve zaten IŞİD’in Musul ve Telafer’i işgalinden sonra, petrol fiyatlarının hızlı bir tırmanışa geçmesi ve bundan en çok Türk ekonomisinin etkilenmesi ve tabi Yahudi petrol kartellerinin bir seferde on milyarlarca doları cebe indirmeleri de, bunların arkasında kimlerin bulunduğunun ispatıydı.

c) ABD ve İsrail’in sözde şeriatçı ve cihatçı IŞİD’e fırsat tanımaları, bin türlü tertip ve tezgah’a rağmen Suriye tuzağına çekemedikleri Türk askerini şimdi; “eski Misakı Milli sınırlarımız içindeki Musul’u kurtarma” kışkırtmasıyla Irak batağına sürükleme amacı da sırıtmaktaydı.

d) Hatta Sn. Recep Erdoğan’ın Musul Konsolosuna telefonla “çatışmaya girmeyip IŞİD güçlerine teslim olmalarını tavsiye ettiğinin” resmen doğrulanması, “acaba IŞİD’in Iraktaki operasyonları hakkında ABD’den talimat mı alınmıştı?” sorularına haklılık kazandırmaktaydı.

e) Amerikan güdümlü IŞİD’in Tıkrid’de 700 Şii askeri vahşice katletmesi de, Şiileri kışkırtıp ayrı devlet kurmaya zorlamak ve Irak’ın fiilen parçalanmasını sağlamak amaçlıydı. IŞİD’ın Türkmenlerin yoğunluktaki Telafer’i almaları ve Kürt peşmergelerinin hiçbir tepkisiyle karşılaşmamaları da, bu planın bir parçasıydı.

Yaşananların Arkasında ABD, Katar ve Suudi Arabistan mı Bulunuyordu?

Irak'ta Şii lider Mukteda Sadr'ın partisinin Kerkük milletvekili Ekrem Fevzi, Yön Haber Sitesi Haber Müdürü Erdal Emre'ye ilginç açıklamalarda bulunarak Musul'un IŞİD'in eline geçtiğini, Kerkük'ün de Kürtlerin elinde olduğunu belirtmiş ve “Irak’ın resmen üçe bölündüğünü”açıklamıştı. Yaşananların arkasında ABD, Katar ve Suudi Arabistan'ın olduğunu belirten Fevzi,ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Irak'ı üçe bölme politikasının uygulandığını vurgulamıştı. Musul'da askerlerin ve yöneticilerin devlete ihanet ettiğini söyleyen milletvekili Fevzi, “Bağdat'ı bir günde ABD'ye teslim eden askerler, şimdi de Musul'u IŞİD'e teslim ettiler” diyerek bir gerçeğe parmak basmıştı.

IŞİD nasıl ortaya çıkıyordu?

IŞID lideri Ebubekir El Bağdadi Irak’ın 2003’te işgalden sonra ABD ordusunun güvenliği sağlayamadığı Felluce’ye gitmiş ve burada Irak ABD ordusuna yapılan saldırılara katılmıştı. Felluce’de savaşan Saddam Hüseyin’in eski komutanlarıyla temasa geçip küçük gruplarla gerilla savaşı başlatmıştı. İşte bu dönemde ABD tarafından yakalanmış cezaevine tıkılmış, işkenceler yapılmış, sonra beyni yıkanıp CIA güdümlü şeriatçı lider yapılmıştı. Hapishanede diğer radikal İslamcı militanlarla irtibat sağladığı ve onlardan etkilenip IŞID’i kurma kararı aldığı iddiasına ABD yönetimi şimdiye kadar nedense sessiz kalmıştı. Önce 2004 yılında Irak’ta kurulan Tevhid ve Cihat örgütü sonrasında El Kaide lideri Usame bin Ladin’in emriyle kurulan “Mezapotamya’da El Kaidesi” örgütüne katılan Bağdadi de bu örgütte düşük bir rütbeyle faaliyet göstermeye başlamıştı. Örgüt, 2006 yılında adını“Irak İslam devleti”olarak değiştirmiş. Örgütün komutanları peş peşe ABD ordusunca öldürülmesine rağmen, her nasılsa El Bağdadi hayatta kalmıştı. ABD tarafından Irak hapishanelerinden serbest bırakılan militanların çoğunu kendi saflarına almayı başarmıştı. Gerilla savaşına ve bomba yapımına aşina bu adamları örgütüne kattı. ABD ve Irak ordusuna düzenlediği saldırılar örgütünü radikal savaşçılar tarafından çekim merkezi yaptı ve yabancı savaşçıları da saflarına kattı.

4 Ekim 2011’de ABD yoğun baskılardan ve sorumluluktan kurtulmak için IŞİD’i terör örgütü listesine aldı. Sözde yakalanmasına yardım edecek veya onu öldürecek kişiye 10 milyon dolar ödül verileceği açıklandı. Suriye iç savaşının başlamasından bir ay sonra Nisan 2011’de Suriye’de El Kaide’nin Irak Şam İslam Devleti’ni kurdu ve adamlarını bu ülkeye taşıdı. Suriye’de faaliyet gösteren bir diğer El Kaide bağlantılı örgüt olan Nusra cephesi ile müttefik olduklarını açıkladı. Temmuz 2013’te de (ve elbette ABD desteği ile) Irak’ta savaşçıların tutulduğu Ebu Garib hapishanesine saldırdı ve buradaki 500 ila 600 tecrübeli militanı serbest bıraktı ve kendi saflarına aldı. El Bağdadi Suriye’ye geçtikten kısa süre sonra Nusra cephesi komutanlarını hain olmakla suçlamaya ve liderlerini suikastlarla öldürmeye başladı. Bağdadi Al Jazeera’ya gönderdiği ses kaydında lider olarak kabul ettiği tek kişinin Bin Ladin olduğunu ve Zevahiri'yi tanımadığını açıkladı. Nusra’nın militanlarının özellikle de dünyanın dört bir yanından gelen yabancı militanlarının büyük bölümü IŞİD’e katıldı.

IŞİD özellikle Enerji kaynaklarını ve petrol kuyularını ele geçirmeye öncelik veriyor, bu sayede hem mali güç elde ediyor hem de karşı tarafa lojistik zarar veriyordu. Bağdadi, Saddam dönemi Bass yöneticileri, Irak ve Suriye ordusundan kopan eski askerler, Avrupa, Çeçenistan, Bosna, Doğu Türkistan, Libya ve Afganistan dâhil birçok ülkeden gelen gönüllü militanlar ve yerel aşiretlerden aldığı destekle daha da güçleniyordu. Şu anda örgüt, Suriye’de Rakka, Haseke ve Deyr Ez Zor vilayetleri ile Irak'ta Musul, Tikrit hattını elinde tutuyordu. IŞİD buralarda kendince Şeriat rejimi kurmuştu ve halktan vergi adı altında para topluyordu. Ayrıca ele geçirdiği bu bölgelerdeki petrol kuyularına hükmediyordu. Yani Bağdadi, hızla büyüyen bir mali güce sahip bulunuyordu. Kendi hegemonyasını kabul etmeyen tüm grupları, kişileri ve aşiretleri düşman kabul ediyor, Sünni olduklarını söyleyen militanlar İslam’ın diğer mezheplerini de kâfir olarak tanımlıyordu.

IŞİD, İsrail ve AKP ortaklığı gizliden gizliye mi yürüyordu?

Uzun süredir yazılıp konuşulmaktaydı. AKP hükümeti Barzani'nin petrolünü alıp İsrail'e satmaktaydı. Şimdi bu iddialar resmiyet kazanmıştı. Hatırlayacaksınız Irak Petrol Bakanlığı, Barzani yönetimini, İsrail'e petrol satmak ve ülkeyi 34 milyar dolar zarara uğratmakla suçlamıştı. Bakanlığın resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, AKP hükümetinden, Irak'ın doğal kayaklarıyla ilgili egemenliğine saygı duymasını vurgulamıştı. Irak Petrol Bakanlığı'nın açıklamasından anlaşıldığına göre AKP-Barzani kaçakçılığına İsrail ortak yapılmıştı. Neticede İsrail, böylesi bir kaçakçılık için bulunabilecek en uygun ortaktır! Bağdat'ın itirazı nedeniyle dünyanın alamadığı AKP-Barzani kaçak petrolünü, bir tek İsrail alıp satacak konumdaydı. Bu arada AKP'nin İsrail'le ortaklığı, Barzani petrolünün çok ötesine taşınmıştır. Nitekim Enerji Bakanı Taner Yıldız birkaç kez, İsrail'in Güney Kıbrıs açıklarında bulduğu doğal gazı, Türkiye üzerinden batı pazarlarına satabileceğini açıklamıştır. (Bu konu zaten artık masadadır ve ABD'nin devreye girdiği son Kıbrıs müzakerelerinin temel konuları arasındadır.) Dahası AKP hükümeti bunu, “Güney Kıbrıs gazını, Kuzey Irak modeliyle satabiliriz” diyerek ağzından kaçırmıştır. Kuşkusuz Erdoğan'ın oğlu Burak Erdoğan'a ait Safran-1 adlı geminin İsrail'e, hem de Rus malları taşıdığı bir süreçte, bu ortaklık hiç kimse için şaşırtıcı olmayacaktır! Ancak Dünya dengelerinin şaştığı, ABD emperyalizmine karşı Ortadoğu'da yeni mevziler kazanıldığı bir dönemde, AKP-Barzani-İsrail-G. Kıbrıs ekseninin başarı kazanma şansı bulunmamaktadır. Çünkü bu ortaklık, hem yasadışıdır, hem bölge karşıtıdır hem de Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır. Yani AKP hükümeti, her bakımdan hem Türkiye için, hem de bölge için bir güvenlik sorunu halini almıştı.[1]  Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, önce Musul'u, ardından da Kerkük'ün güneyini almıştı. Böylece “Cihatçı” örgüt, Suriye'deki Rakka'dan Irak'ın El Anbar ve Felluce hattına uzanan bölgenin hâkimi yapılmıştı. Örgütün bu hattın yukarısında, Gaziantep'ten Mardin'e uzanan dört sınır kapısını da artık kontrol ettiğini hatırlatmamız lazımdı.

Peki, bu tablo nasıl oluştu? IŞİD'in işgalleri ne anlama geliyordu? Önce olgularabakalım:

IŞİD’in: “Barzani bölgesine saldırmayız” açıklaması ne anlama geliyordu?

1) IŞİD'in hem Suriye'de hem de Irak'ta yüklendiği bölgeler petrol alanlarıydı. Önce Musul, ardından da Kerkük'ün güneyini alan IŞİD'in hedefinde “şeriat” yerine “Kerkük-Yumurtalık” hattı olduğu anlaşılmaktaydı. Ankara'nın Erbil'le, Bağdat'a rağmen 50 yıllık anlaşma yaptığı ve Irak petrolünü kaçak olarak satmaya çalıştığı bir süreçte bu hamlenin gelmesi ne anlam taşımaktaydı?

2) Barzani'nin partisi KDP'nin Meclis Grup Başkanı Ümit Hoşnav, Musul'daki durumun Maliki'nin suçu olduğunu ve peşmergelerle IŞİD arasında bir çatışma istemediklerini açıkladı. Barzani'nin yayın organı Rudaw'a konuşan IŞİD sözcüsü de, Kürt bölgesine saldırı planları olmadığını duyurmuşlardı.

3) Bu arada Mesut Barzani'nin müsteşarı Kifah Mahmut, Bağdat'a ABD'den yardım istemesi önerisinde bulunmuşlardı.

4) Bu noktada da ilginç bir tablo ortaya çıkmıştı. Maliki uluslararası örgütlerden yardım isterken Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi, ABD'nin devreye girmesi gerektiğini savunmaktaydı. Şu notu da belirtelim: Nuceyfi Irak'ta federalizmi savunan bir insandır, Musul'dan hızla kaçan Vali de, Nuceyfi'nin kardeşi, Atil Nuceyfi olmaktaydı!?

5) Bu arada PKK de “Güney Kürdistan”ı savunmaya hazır olduklarını açıklayarak, arası bozuk olduğu KDP'ye el uzatmıştı.

6) Türkiye'deki kimi Açılım sözcüleri de IŞİD'in Musul'u almasını fırsat bilerek, “IŞİD Suriye'de hem AKP hükümetinin hem de PKK-PYD'nin karşısındadır, ortak düşmandır” özetli çıkışlar yapmıştı. Bu sözcüler, ABD'nin yeni Suriye planına oldukça yatkındı. Acaba Suriye'de cihatçı kılıklı IŞİD ve Nusra'ya karşı ABD-AKP-PKK cephesi mi oluşturulmaktaydı? diye soran yazar haksız mıydı?

10 Haziran 2014 günü meclis kürsüsünde ki konuşmasında “Besleyip büyüttüğünüz IŞİD Musul Başkonsolosluğumuzun etrafını sarmış” diyen MHP milletvekili Sinan Oğan’a AKP'li İhsan Şener, “Atma!” diyordu. AKP’li Bülent Turan da devamlı müdahale ediyor, yalancılıkla suçluyordu. Ama iki gün sonra, bu kahraman AKP’liler Musul’un işgali ve Konsolos mensuplarımızın rehin-esir edilmesiyle şaşkınlığa uğruyor ve o gün Meclise gelecek yüzleri kalmıyordu. Oysa Başbakan Recep T. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’de Esad’ı devirmek ve ABD’nin gözüne girmek için sınırımızı bu kadar laçkalaştırmamış olsalardı, o bölgelerde bu tür örgütlerin güçlenebilmesinin mümkün olmadığını herkes kabul ediyordu. Sözde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun: “Son 48 saattir Irak’ta yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Musul Baş Konsolosluğumuzun güvenliği için gerekli önlemler alındı.” Sözlerinin üzerinden 24 saat geçmeden Musul Başkonsolosluğu basılıyor ve görevliler rehin alınıyordu. Böylece Türk siyasi tarihine geçecek boyutta diplomatik hezimet yaşanıyordu.

Son bir yıldır IŞİD sözde Esad'la savaşsa da muhaliflerle daha çok çarpışıyordu. Suriye'de petrol açısından zengin Rakka'nın kontrolü IŞİD'in eline geçmiş bulunuyordu. Bu sefer IŞİD Felluce ve Ramadi gibi zengin petrol yataklarını ele geçiriyor ve son olarak Musul'u düşürüyordu. Türkmen şehri olan Tuzhurmatu'de kontrolü sağlıyordu. Tam da Kuzey Irak ile Türkiye arasında petrol anlaşması devam ederken IŞİD'in bu saldırıları,“Acaba bu bir sabotaj mı? sorusunu akla getiriyor” diyenler gerçekleri çarpıtıyordu. Sözde “Çözüm” süreci'ne yönelik Lice merkezli provokasyonlar sürerken IŞİD'in, Musul'u alması AKP iktidarını ve yandaşlarını şaşkınlığa uğratıyordu. Felluce, Anbar ve Ramadi'den sonra Musul'u ele geçiren IŞİD'in Samarra ve Tikrit'e ilerlemesi Kerkük ve Erbil'de de alarma yol açtırıyordu. Asıl soru şuydu: IŞİD nasıl oldu da elini kolunu sallaya sallaya Musul'u ele geçiriyordu? Niçin karşısına tek bir güç çıkmıyor ve çatışma olmuyordu? Çünkü IŞİD’in yollarını ABD ve Gafil AKP döşüyordu. Çünkü IŞİD’in ele geçirdiği yerleri sonradan Barzani veya Suriye PKK’sı PYD geri alıyor, böylece Kürdistan toprakları giderek genişliyordu.

Yeri gelmişken şunu vurgulayalım ki biz önyargılarla veya kızgınlık damarıyla hiçbir insanın hele Müslüman’ın şahsına düşmanlık yapmayız, yapamayız. Sadece onu azdıran Şeytan’a, şeytani odaklara, milli ve manevi tahribatlarına buğz edip karşı çıkarız.

Hz. Yakup’un “On bir yıldızın, Güneşin ve Ayın kendisine secde ettikleri” şeklindeki rüyasını yorumlarken, oğlu Hz. Yusuf’a “Oğlum, sakın bunu kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir keyd (hile, hıyanet, hakaret) tasarlamaya kalkışırlar. Zira Şeytan insan için açık bir düşmandır” (Yusuf Suresi: 4 ve 5. Ayetleri) buyurması; aslında, kıskançlıktan dolayı kendisine tuzak kurmaya kalkışacak kardeşleri olmasına rağmen, onların şahıslarına değil, kendilerini azdıran şeytana ve yanlış tavırlarına düşman olmak gerektiğini hatırlatıp, bizlere İslami ve insani bir yaklaşım tarzı öğretmiş bulunmaktadır.

Ve yine şunu da hatırlatalım ki, hayır ve hizmet adına yapılan bütün girişim ve davranışların altında genel olarak şu üç amaç yatmaktadır:

1- Cahili duygularla haz alma, nefsini tatmine çalışma, reklam olma, hürmet ve rağbet kazanmak,

2- İleride bir çıkar sağlama ve dünyevi (ekonomik ve siyasi) gelecek ve beklentilerine yatırım yapmak,

3- Allah’ın rızasını arama ve ahiret hazırlığını artırmak. Evet bütün yazdıklarımız, yaptıklarımız, taraftarlığımız ve kızgınlığımız işte bu üç amaçtan birini hedef almaktadır. İnşallah bizim asıl gayemiz; Allah’ın rızası, ülkemizin çıkarı ve milletimizin yararı ve hatırıdır.

IŞİD’in perde arkası ve dolaylı ortakları hep gizli tutuluyordu.

IŞİD, Irak işgaliyle ortaya çıkarılan, Irak, Suriye, Libya, Afrika’da 12 ülkede büyük alanları kontrolünde tutan; para basan, yüzlerce farklı ülkeden on binlerce militanı bağrında barındıran, petrol kuyuları, rafinerileri, şirketleri bulunan, Afrika’da birçok ülkede teşkilatları ve yandaşları olan ve eylemler yapan bir “terör devleti” konumundadır. Yani aslında Siyonist merkezlerin ve süper güçlerin gizli desteğindeki bir taşeron –işbirlikçi- yapıdır. Saddam’ın komutanlarının, gizli servis elemanlarının Irak’taki Sünni grupların, ABD tarafından kasıtlı olarak dışlanıp ülkede bir Şii-Kürt hâkimiyetine alan açmaları sonucu, kendilerine nefes alacakları ve varlıklarını koruyacakları bir yapı olarak gördükleri IŞİD’e katılmaları sağlanmıştı. BOP çerçevesinde, ABD’nin Irak’a savaş açması ve parçalaması, Suriye’de iç savaş çıkartılması, Libya’nın karıştırılıp kaosa sokulması ve bir sürü terör örgütünün bölgeye salınması olayından ayrı tutarak, sadece bölgedeki güncel gelişmeleri ve terörist eylemleri tartışmak, karanlığa kurşun sıkmaktır.

Peki bir zamanlar resmen ve alenen BOP’un Eşbaşkanlığını yürüten hangi şahıstı? ABD’nin Irak işgaline ve bölünmesine destek veren, başarıları için dua eden, Suriye’de demokrasi demagojisiyle iç savaşı körükleyen, Libya’nın Batılı barbarlarca bombalanıp kaosa sürüklenmesine resmen ve fiilen hizmet üreten hangi kafaydı ve hangi iktidardı? Eğer bütün bunları safdirikliğinden ve acemiliğinden yaptığı, kasıt aramanın ve şeytani odakların taşeronu saymanın insafsızlık olacağı söylenecekse, peki bu çok iyi niyetli ve safiyetli, ama ucuz kahramanlığa çok hevesli muhteremlerin, bundan sonra kandırılıp aldatılmayacağının ve ülkeyi daha büyük badirelere atmayacağının bir garantisi var mıydı?

13 yıllık tek başına iktidar döneminde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı orta öğretim Biyoloji, Felsefe, Psikoloji, Astronomi ve Sosyoloji kitaplarında hala resmen Dinsiz ve densiz Darwin’in Evrim safsataları okutulmakta, imtihanlarda Evrim yalanıyla ilgili sorular çıkmakta yani yaratılış hakikati yerine Evrim sahtekârlığı dayatılmaktadır. Peki AKP iktidarını ve kurmaylarını Mehdiyet devriminin hazırlayıcıları diye övüp yücelten şu Adnan Oktar gibi şarlatanlar bu kadar saf mıdır yoksa bile bile gerçekleri mi saklayıp saptırmaktadır? Bu sahte kahraman dindar AKP iktidarlarının tamamen istismarcı ve toplumun hissiyatını yozlaştırıcı bir yaklaşımla, plansız programsız bir “Kur’an dersinden” önce bu okullarda hala okutulan Darwinist Evrim yalanlarının yanına, ilmi ve İslami gerçeklere ve bilimsel verilere dayalı Yaratılış hakikatlerini koymaktan kimler alıkoymaktaydı. Çünkü bunlar sanıldığı gibi Hakkın ve halkın adamı değil, yandaş yalakaları A. Dilipak’ın itirafıyla “bir dış projenin” İslamcı soslu elemanları ve BOP’un hizmetkârlarıydı. Rahmetli Erbakan’ın deyimiyle “Bunlara ülke iktidarı değil, bir leblebici dükkânı bile bırakılamazdı” ve Türkiye bu kafalardan kurtarılmadıkça düze çıkamazdı. İstanbul’un ortasında elinde uzun namlulu silahlarla devlete meydan okuyanlara, Urfa’da evlerine girip iki polisimizin kafasına kurşun sıkanlara, Adıyaman’da “kendi bölgelerine giren” jandarmalarımızı şehit edip yuvalarına ateş bırakanlara bile dokunamayan bir güdümlü iktidarla hiçbir yere varılamazdı.

Tam böyle bir süreçte Barzani’nin “bağımsızlık çıkışını” bir tesadüf sananlar aldanıyordu!

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, “Bağımsızlık ve boyunduruk seçenekleriyle karşı karşıyayız. Hiçbir şekilde boyunduruğu seçmeyeceğiz. Tercihimiz bağımsızlıktır” açıklamasını yapmıştı. Barzani, Erbil ve Musul cephelerindeki Peşmergeleri ziyaretinde yaptığı konuşmada, “Kürtler için altın bir fırsat doğmuş haldedir. Kürtler başarının zirvesindedir. Böyle bir süreçte birilerinin iki yönetimli bir Kürdistan’dan bahsetmesi çok ilginçtir. İnanıyorum ki Kürdistan halkı böylelerinin cevabını verecektir”ifadelerini kullanmıştı. İsim vermeden Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KYB) ve Genel Başkanlığı’nı Noşirvan Mustafa’nın yaptığı Goran Hareketi’ni eleştiren Mesut Barzani’nin: “Kürdistan’ın iki yönetimli olmasından bahsedenler, tarihten ders almamış kimselerdir. Milletimiz bu kadar şehidi ve kurbanı, ‘Kürdistan parçalansın’ diye vermemiştir. Hiç kimse bunu hayal dahi edemez. Hiç kimse Kürdistan bölgesini bölemez, parçalayamaz. Kürdistan bölgesinin birliğinden ve bütünlüğünden razı olmayanlar, başka bir yeri tercih etmekte özgürdür. Yaşamını Kürdistan dışında sürdürebilir” sözleri bazı uzmanlarca “tam bağımsızlık ilanına hazırlık” olarak yorumlanmıştır.

PKK’lı Cemil Bayık: “Halkımız silahlanmalıdır!” çağrısı yapıyordu!

Cemil Bayık, katıldığı bir televizyon programında silahlanma çağrısı yapmış, Ortadoğu'da ulus devlet sistemi dağılmasının sonucu olarak yeni sistem geliştirdiklerini açıklamıştı. Yani Türkiye dağılacaktı ve Kürtler silahlanıp kendi paylarını kapmalıydı. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın cılız ve cığız silah bırakma çağrısının tam aksine Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler nedeniyle silahlanma çağrısı yapmıştı. Katıldığı bir programda konuşan Cemil Bayık, “Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirip diri tutmalıdır. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını güçlü kılmalı, tüm halkımız silah almalı ve hazırlıklı olmalıdır” diyecek kadar küstahlaşmıştı. Cemil Bayık: “Ortadoğu'da ulus devlet sistemi dağılıyor. Bugün bu durum Irak, Suriye, Mısır ve Libya'da somut yaşanıyor. Bunun yerine bir devlet sistemi de kuramıyorlar. Şimdi bunun yerine yeni bir sistem gelişiyor. Bu sistem de şimdi Rojava'da hayata geçirilen demokratik ulus sistemidir. Buradaki örnekte herkes görüyor ki Ortadoğu'daki sorunları sadece bu strateji ve bu siyaset çözebilir. Ortadoğu başka şekilde kendini krizden çıkaramaz, kendini istikrara kavuşturamaz. İstikrarın, demokrasinin, kardeşliğin, birliğin, özgürlük ve adaletin de yolu demokratik ulus çözümünden geçer. Bu da Önder Apo'nun düşüncesidir, çözümü ve projesidir. Önder Apo bu düşünce ile sadece Kürt halkı için ve Ortadoğu için değil tüm insanlık için büyük bir armağan sundu. Bugün de bunun öncülüğünü Kürt halkı yapıyor” sözleriyle aslında BOP’un amaçlarını ve aşamalarını sıralamıştı.

Türkiye artık tercihini yapmak zorundaydı: Ya “Adil Düzen” Programları veya “IŞİD”in marazlı mantığı!

“İslam âleminin neredeyse tamamında ilim ve içtihatta, maalesef bir “kabz” ve kısırlık hali yaşanmaktadır; akli, mutedil ve sosyal değişime açık bir çıkışa rastlanmamaktadır. (Oysa Adil Düzen projeleri bu konuda tek ve gerçek öneriler olarak ortada durmaktadır.) Genel ve içe doğru işleyen bu sıkışmışlık hali sağlıklı düşünenlerin, ılımlı ve olumlu seslerini kısmakta, savaş naraları atanları öne çıkarmaktadır. Tekfircilik, “Arap baharı” denen inficarın, sosyal ve politik patlamanın en şiddetli, en rijit ve en çok can acıtıcı versiyonunu oluşturmaktadır. Patlamalara yol açan faktörlerle tekfirciliği besleyen faktörler aynıdır. Küresel güçler Müslüman toplumların “kabz hali”nden “bast hali”ne geçişine fırsat tanımadılar; Arap monarşileri otokrat rejimler için kasalarını açtılar; Yeni Osmanlıcılık hastalığına yakalanıp oyalanan Türkiye ve Yeni Safevilik hastalığına yakalanan İran basiretli davranamadı; Tunus ve Mısır'da yeşeren umutlar bastırıldı. Böylece bizzat Kur’an’ı ve Resulüllah’ı değil kelam ve fıkıh kitaplarını meşruiyet aracı olarak kullanan askeri Selefiliğin bir anda yükselişe geçmesi sağlandı.

Tekfirciliğe ve IŞİD vahşetine yol açan sebepler şunlardır:

1) Adaletsiz, baskıcı ve ahlaken yozlaşmış, toplumsal düzenlerin değişme umudunun azalması. Yönetimlerin rüşvet ve yolsuzluklara batmış yöneticilerin elinde olması.

2) Küresel güçlerin küstahça ve utanmazca İslam dinini aşağılamaları; İslamofobi üzerinden politika dayatmaları ve kasıtlı olarak Müslümanları şeytanlaştırmaları.

3) Amerika'nın önderliğinde Batı dünyasının askeri işgalleri ve işgallerin dehşet verici ortamında kitlesel olarak süren sivil katliamlar; göçler ve milyonlarca mültecinin yürekler acısı sefalet manzaraları.

4) Guantanamo vb. insanlık dışı toplama kamplarında, Ebu Gureyb vb. cezaevlerinde işlenen işkence suçları. Filistin sorunu ve Gazze'nin tamamının bir temerküz kampı olarak tutulması, kimsenin buna son verecek gücünün olmaması infial ve isyanı kışkırtması.

5) Müslümanların basit ve fasit mezhep ve etnik çatışmaların içine girmeleriyle hiç değilse tarihtekine benzer bir arada yaşama reflekslerini kaybetmiş olmaları.

6) Mezhep ve etnik çatışmalarda, Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Afganistan'da süren iç savaşlar dolayısıyla -tıpkı Cemel ve Sıffin'de olduğu gibi- “birbirlerini öldüren Müslümanların Allah katındaki hükümleri nedir?” sorusunun bir kere daha gündeme gelmiş olması. Bu soruya cevap aranırken Sünni ve Şiilerin tarihsel kelamlarının yetersiz kalması dolayısıyla yine Harici paradigmaya dönülmesi: Yani “amel yoksa iman da yoktur” fikrinden hareket edildiğinde, ameli salih olmayanların imansız (rafızi, müşrik ve mürted) sayılması.

7) İyi niyetli insanların İslami nassları yanlış yorumlayıp konumlarına ve maksatlarına uygun hükümler çıkarmaları; bu arada siyasilerin de kasıtlı olarak dini istismara kalkışmaları” diyen Ali Bulaç doğru tespitler yapmakta, ama bir türlü doğru teşhis ve tedaviyi ortaya koymamaktadır. Oysa Milli Görüş ve Adil Düzen yegâne huzur ve kurtuluş programları sunmaktadır. İslam Dünyasının da, insanlığın da başka çaresi kalmamıştır.

IŞİD gibi PYD’nin de iktidar alanını ABD hazırlıyordu!

Şimdi kalkıp “Türkiye’nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyiz. Bu böyle biline!” diyen Sn. Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının kurmayları, neden acaba Erbakan Hocamızın 23 yıl önce söylediği “Haçlılar İsrail’in güdümünde bir Kürdistan kurulması için şöyle şöyle senaryoyu harekete geçirecekler! Bunu önlemenin yegâne yolu Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin toplanıp çözüm üretmesidir!” uyarısını 13 yıldır neden hiç dikkate almamışlardı. 22 İslam ülkesini parçalayıp, doğumuzu ve güneydoğumuzu da koparmayı amaçlayan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanlığı’nı almaktan bile sakınmamışlardı. Irak’ın işgali için Haçlılara yardımcı olmuşlar, Irak’ın kuzeyinde bir devlet kurulması kırmızıçizgisini yalayıp yutmuşlar. Kurulan devletle ile ilk ilişkileri resmen kendileri başlatmışlardı. Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizleme işini Yahudi firmalara vermeye kalkışmışlar, Milli Görüş “bunun anlamı burada bir devlet kurmaya teşebbüstür”diye meydanlara da inerek şiddetle uyarmış, ama aldırmamışlardı. Esad rejimi, 19-24 Temmuz 2012 tarihleri arasında, Amerika’nın dayatması, Rusya’nın da onaylaması ile yaptığı bir anlaşmanın sonucu olarak, Rojava’nın büyük bir bölümünü, Cizire, Kobani ve Afrin’i nerdeyse savaşmadan Suriye PKK’sı olan PYD’nin kurduğu YPG’ye bırakmış ve Suriye ordusu, donanım ve cephanesinin büyük bir bölümünü bırakıp bölgeden çıkmıştı. Ancak rejim hava alanı, tren garı resmi daire binası ve kamışlı şehrindeki stratejik açıdan önemli noktaları hala elinde tutmaktaydı. Yani PYD, Kürtler’in başka halklar ve azınlıklarla beraber yaşadığı bölgelerde oluşturduğu iktidarını, asıl olarak bu anlaşmayı Esad rejimine dayatan Amerika’ya borçlu bulunmaktadır.

“Gerçek olan durum şu: Önce, Irak sınırı için “kevgire döndü” deniliyordu. Buna Suriye sınırımız da eklenmiş bulunuyor. Denetimsiz, kontrolsüz birileri giriyor-çıkıyor, sınırlarımızı korumakla görevli olanlar da bu duruma seyirci kalıyor. Sınır ötesine geçen Türk vatandaşları da IŞİD ya da PKK için savaşıyorlar. Cenazeleri ülkemize getirildiğinde de belli çevreler onları “şehit” sayıyor. Sınır ötesine savaşmak için geçilmekle kalınmıyor. Teröristlere Türkiye üzerinden mühimmat, silah ve gıda ikmali de yine aynı örgütler aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Yani terör örgütleri, yeterli önlem alınmadığı için topraklarımızı lojistik merkezi olarak kullanıyor. Terör örgütü PKK’lıların silahlarıyla Güneydoğu’da rahatça dolaşmalarına seyirci kalınıyor. Onlar yöre halkı üzerinde “baskı aracı” olarak sağda-solda dolaşıyor, propaganda yapıyor, eli silah tutan gençleri sınır ötesindeki çatışmalara götürüyor. Terör örgütü IŞİD’e de yine Türkiye üzerinden önemli katılımlar oluyor. Yani, başka bir ülke toprağında bu ülkenin vatandaşları ölüyor, öldürülüyor. “PKK ve yandaşlarının 6-7 Ekim’de gerçekleştirdikleri kalkışmaya benzer bir girişimi her an başlatacakları bekleniyor. Yalnız onlar değil IŞİD’in de bazı bölgelerimizde her an kanlı eylemlere girişebileceği değerlendiriliyor. O yüzden, istihbarat birimlerimizin ’muhalifleri’, ’hayali örgütleri’ değil, gerçek örgütlerle bağlantılı olanları ve perde arkasındaki küresel patronları saptaması ve hükümetin buna göre stratejik politikalar oluşturması gerekiyor.

Batı güdümlü ve dinci görünümlü örgütler arasında işbirliği ’cihat bölgesi’ olarak adlandırdıkları Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, Irak’ta başlamıştı. O yüzden her ülkede, o örgüt adına eylem yapmaya hazır hücreler bulunuyor. IŞİD’e Türkiye’den katılımlar daha çok Gerede, Karamürsel, Yalova, Bursa, Adapazarı, Bolu, Ankara ve Adıyaman’dan oluyor. Bu örgüte ilgi duyanların oranı da yüzde 6 civarında olduğu yazılıp konuşuluyor. Bugün radikalizm yani aşırıcılıkla birlikte şiddette de büyük bir artış görülüyor. Şiddetin artışı, tedhiş, terör hareketlerinin evrensel boyut alması, izan ve vicdan sahibi herkesi ortak bir tavır almaya zorluyor. Günümüzdeki olaylar Hasan Sabbah misali bir eylem değil bunlar bir çeşit ’Terörist Gruplar Konfederasyonu’dur. Bu konfederasyonun başındaki adamlar çok zekice hareket ediyorlar, bir nevi korku imparatorluğunu kurmuş bulunuyorlar” tespitleri doğrudur. Ama eksik ve yarım anlatılan doğrular yanlış yorumlara ve yararsız tepkilere yol açmaktadır. Bütün bu kaos ve kargaşanın arkasındaki BOP gibi Siyonist planlar, ABD İsrail ve AB’nin küresel hesapları niye hiç gündeme taşınmamaktadır. Tek kurtuluş çaresinin Erbakan’ın İslam Birliği ve Adil üzen projeleri olduğu niye hiç konuşulup tartışılmamaktadır.

Türkiye’nin haritası değişince mi akıllanacaksınız?

“Türkiye'nin sınırın diğer tarafında “güvenlik bölgesi” kurma hakkı bulunmaktadır. Buna uluslararası hukuk olarak da karşı karşıya bulunduğu tehditler açısından da hakkı vardır. Bu hak kimse tarafından sorgulanamaz. Türkiye’nin fiili ve “çok yakın tehlike”ye karşı bir “öz savunma” hali nedeniyle meşru müdafaa hakkı vardır. İki milyon kişiyi barındıran bir ülkenin dört milyon daha mültecinin sınırlarına dayanması ihtimaline karşı da böyle bir hakkı vardır. Irak'tan Akdeniz'e kadar olan sınırın diğer tarafını Türkiye karşıtı bir cepheye dönüştürme projesine müdahale de bir “öz savunma”dır. Bir ülke böyle bir savunmayı yapmayacaksa, acizdir, zayıftır. Birileri Ankara'yı vurunca mı? (uyanacaktık!) Türkiye uzunca bir süredir, siyasi olarak etkisini bölgeye, bölgenin de dışına, çok uzak coğrafyalara ulaştırmayı başarmıştır. Ancak bunu güvenlik alanında maalesef ortaya koyamamıştır. Siyasi ve ekonomik olarak dışarıya yönelen Türkiye'de güvenlik tam tersi ihmale uğramış, bırakın sınırlarının ötesini, her bölgesel krizde biraz da içe kapanmıştır. Bu hastalıklı bir tavırdır. Şu an Suriye konusunda da bu yaşanmaktadır. Garip bir tedirginlik, ürkeklik, umursamazlık… Bu ülkenin güvenlik birimleri, askeri güvenlik stratejilerinin gösterdiği doğrultuda Türkiye'yi alarma geçirmiş olmalıydı. Daha ne olacaktı. Birilerinin gelip İstanbul'u bombalaması ve Ankara'yı vurması mı lazımdı” diyen sevgili İbrahim Karagül’e bir sorumuz olacaktır:

“TSK, IŞİD ve PYD gibi ayak takımıyla çarpıştırılmak ve yıpratılmak için mi Suriye’ye sokulmalıydı, yoksa BOP’u hazırlayan ve AKP sayesinde uygulayan ABD, İsrail ve AB güçleriyle kapışmayı ve tarihi hesaplaşmayı göze alarak mı böyle bir müdahaleye kalkışmalıydı?”

 


[1] maliguller@aydinlikgazete.com


























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi