Anasayfa » İNKILABA AZ KALDI!

İNKILABA AZ KALDI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 72 Görüntüleyen

 

 İNKILABA AZ KALDI!

 

“O zulmedenler (ve hain işbirlikçiler), nasıl bir inkılâba
uğrayıp devrileceklerini pek yakında (görecek, Kur’an’ın vaadinin ve Allah’ın
kudretinin hak olduğunu) bileceklerdir!”
(Şuara: 227, Son ayetin son kısmı)

Bismillahir-Rahmanir-Rahim (Kâinat düzenini ve tüm dünya
dengelerini kuran, koruyan ve insanlara merhamet buyurup mümin kullarını sonsuz
huzura kavuşturan Allah’ın adıyla)

Güneş sisteminin de içinde bulunduğu SAMANYOLU
galaksisinde, güneş gibi 250 milyar yıldız bulunmaktadır. Şu ana kadar tespit
edilebilen böyle 300 milyar galaksi vardır. Dünya gezegenimiz Güneş’in
etrafında saniyede 200 km. gibi müthiş bir süratle dönüp durmakta, bir yandan
da kendi ekseni etrafında yuvarlanmaktadır. Havada uçakta iken bile
sallandığımız halde dünyanın bu hızlı dönüşleri bizleri hiç sarsmamakta
başımızı dolandırmamaktadır. İşte bütün bu hassas dengelerin hepsi Yüce
Allah’ın yaratması ve esirgeyip korumasıdır. Dünya tarihi boyunca yağan kar
tanelerinin her biri ayrı buz kristalleri ve geometrik-simetrik sanat
harikalarıdır ve bu trilyonlarca kar tanesinin hepsi farklı yaratılıştadır. Bir
insan beyni Konya’nın 40 katı büyüklüğündeki binlerce bilgisayardan daha
kapsamlı ve başarılı bir yapıdadır. Bu mucize beynimiz, hayatta bir sefer
algıladığı görüntüyü, tadı ve kokuyu artık hiç unutmamakta, tekrar
karşılaştığında hemen tanımaktadır. Yumruk kadar kalbimiz, her seferinde sadece
bir çay bardağı kadar kan alabildiği halde, her gün aralıksız ortalama 8 ton
kanı kılcal damarlarımıza kadar bütün vücudumuza pompalamakta ve geri
toplamakta ve tamamen kontrolümüz dışında 70-80 yıl durmadan çalışarak bizi
hayatta tutmaktadır. Adeta küçük bir kâinat olan insan vücudunda, her an sonsuz
bir aklın ve kudretin kontrolü altında yaratılıp yaşatılması gereken böyle
yüzlerce çok hassas dengeler bulunmakta ve bizlerin bunlardan haberimiz bile
olmamaktadır. Evet böylesine sonsuz kudret, rahmet ve sanat sahibi olan Yüce
Allah’ımızın biz kullarına gönderdiği Kur’an’ın bütün kuralları ve haberleri
de, hepsi haktır, hayırdır, lazımdır ve mutlaka olacaktır. İşte Besmele, böyle
bir Allah’a sığınarak, tüm süper güçleri ve işbirlikçileri ise karınca hükmünde
sayarak işe başlamaktır.

Bu inanç ve amaç etrafında, yani İslam potasında kaynaşan
milletimiz, manevi değer ve dinamiklerinden uzaklaştırıldığı için maalesef
Irak, Suriye, Türkiye ve İran’daki Kürt kardeşlerimiz “özerklik” kılıfıyla
kandırılıp, Batı kuklası küçük İsrail olacak bir KÜRDİSTAN kurmaları için
kışkırtılmaktadır. Bu Kürdistan hem Amerika’nın, hem Avrupa’nın, hem de Çin ve
Rusya’nın desteği ile korkunç şekilde silahlandırılıp, Türkiye ve diğer İslam
ülkelerine saldırtılacak; böylece Lozan’la ertelenmiş olan Sevr uygulanacak,
BOP hedefine ulaşılacak, BÜYÜK İSRAİL kurulmuş olacaktır. Acaba Sn.
Cumhurbaşkanı’nın yüz milyonlarca dolara satın alınan uçak-saraylarına atanacak
pilotların seçiminde “şehit ve
gazi yakını olmama” 
şartı,
PKK gibi on binlerce gencimizin katili eşkıyaların elebaşlarını muhatap alıp
meşrulaştırma günahının vicdanlarında yol açtığı suçluluk psikolojisini
bastırma ve tatlı canlarını onurlu ve şuurlu vatan evlatlarına teslim etmekten
sakınma amaçlı mıydı?

Konumuzla ilgili tespit ve tahliller yaparken, çözüm
önerileri ve kurtuluş projeleri sunarken; hiç kimsenin itiraz ve inkâr
edemeyeceği şu beş temel kaynağı ölçü biliriz:

1.  Aklıselim

2.  Müspet ilim

3.  Tarihi deneyim ve birikim (Milli Şuur
düşüncesinin temelidir)

4.  Kur’an-ı Kerim ve Hak Din (Atatürk’ün Elmalılı
Hamdi Yazır Hoca efendiye Kur’an’ı tercüme ettirmesi oldukça önemli bir
girişimdir)

5.  Çağdaş gereksinim.

Bu beş ölçünün ittifakla hayırlı
ve yararlı
 gördüklerini
DOĞRU, bunların kötü ve
zararlı
bulduklarını YANLIŞ kabul ederiz.

Bizim bütün kuşkumuz, Türkiye’mizin Irak’ın, Suriye’nin ve
Libya’nın akıbetine uğramasıydı ve maalesef AKP’nin gaflet ve dalaletiyle
ülkemiz böyle bir batağa hızla kaydırılmaktaydı. “Yok canım, bize bir şey olmaz!” diyenler ya anlayış fukarasıydı veya
şahsi çıkarları için ülkeyi tehlikeye atmaktan sakınmayan bir vicdansızdı.

Yanlış bir makasla ters istikametteki raylara giren ve çok
geçmeden bir çarpışma sonucu büyük bir facia kaçınılmaz görünen hızlı trendeki
yolculara, bindikleri aracın yüksek konforundan, kaliteli dekorundan ve seçkin
ikramlarından bahsedip nutuk çekenler zevkle ve dikkatle dinlenir ve
alkışlanırken; birisi çıkar da; yanlış yönde hareket ettiklerini, ilk
istasyonda durup derhal istikamet değiştirmek gerektiğini, aksi halde hızla
felakete sürüklendiklerini haykırsa, ona “ortalığı
karıştıran ve huzur bozan bir manyak”
gözüyle bakanlar, maalesef her zaman
çoğunluğu oluşturmaktadır. Ama sonunda haklı çıkan hep acı gerçeği hatırlatan
ve her dönemde de az bulunan insanlar da vardır. Şimdi bizler de, AKP lokomotifinin
ters istikamette ve kendisiyle birlikte ülkeyi de felakete sürükleyecek bir
gaflette yol aldığını haykırmaktayız.

AKP iktidarının ve kurmay takımının, Çözüm Süreci denen
Türkiye’yi çözme senaryosunda, PKK başı Öcalan’ın sekretaryalarını ve Kandil’le
iletişim postacılığını (mektup ve talimat taşıyıcılığını) yapıyor konuma
taşınması kanımıza dokunmaktadır. Şimdi bu saptama; yalan mı, iftira mı,
hakaret kasıtlı mı? Hayır!.. Sadece gerçeği yansıtan bir uyarıdır. Ama bu doğru
kanaatlerimiz ve Milli kaygılarımız yüzünden her ay Milli Çözüm Dergimize yeni
bir mahkeme açılmaktadır. Bu mahkemelerde onların ifadesiyle Cemaat yargısına
denk gelirsek, yandık… Hükümet yandaşı yargıçlara düşersek, yine yandık… Biz de
Yüce yaratıcı’ya sığınmakta ve sadık insanlarımızın duasıyla bu gerçekleri
yazmakta ve konuşmaktayız: “Haksızlıklar
karşısında susan Dilsiz Şeytan”
 olmaktansa,
hakkı haykırıp zindanda yatan olmayı şeref saymaktayız!

Yeri gelmişken samimi bir kanaatimi de aktarayım. Etik
olmasa da, maalesef sosyolojik bir gerçekliktir ki; İdeolojik düşüncelerle
değil; sosyolojik, ekonomik ve psikolojik dürtülerle paralel yapıya yakın duran
veya iktidarın tavrını daha haklı bulan Yargı mensuplarımızın ve diğer
bürokratlarımızın sonuçta kendi vicdanına, hukuki ve ahlaki kurallarına bağlı
kalacaklarına ve bu gibi yaftalarla onları kutuplaştırmanın asla doğru
olmadığına inanmaktayım.

Bazı “sert
çıkışlar!”
 yoksa İsrail’e
hizmeti kolaylaştırma amaçlı mıydı?

İlk yetmiş sayfasını Erbakan Hoca’nın yazdığı Garry
Allen’in “Gizli dünya Devleti” kitabının 195 ve 196 sayfalarında: Amerika’nın
nasıl yönetildiğini ve Yahudi Lobilerinin stratejilerini en iyi bilen siyaset
bilimci ve gazetecilerin çok ilginç saptamaları; NATO, BM ve AB müttefiki
ülkelerin nasıl idare edildiğini ve toplumların demokratik hilelerle nasıl
yönlendirildiğini açığa vurmaktaydı.

“Uluslararası Siyonist yönetici kadronun resmi kamuoyu
yönlendiricileri; Yahudi hizmetkârı Richard Nixon’u “muhafazakâr” olarak lanse
etmekle çok başarılı bir iş yapmışlardı. Böylece aslında liberal olan Nixon
muhafazakârların da oylarını almış ve onları da Siyonist sermaye hizmetinde
kullanmıştı. Bu oyunu fark eden Pensilvanyalı aşırı Liberal Senatör Hugh Scott,
bir defasında gazetecilerin karşısında şöyle haykırmıştı: “Onlar (Liberaller)
kendi işlerini yaparken, (zavallı) muhafazakârlar (boş) hitabetle meşgul
oluyorlardı!” (Cumhuriyetçi Battle Line. Şubat 1970) Çünkü Richard Nixon
Rockefeller kontrolündeki Liberallerin adayı olarak seçime girseydi, kazanması
imkânsızdı. Oysa böylece O’nun hükümeti yönetmesine ve kamuoyunun bu gizli
gerçeğe dikkatinin çekilmesine engel olunmaktaydı. Liberal köşe yazarı Stewart
Alsop ise, Nixon’un asıl yüzünü ortaya çıkarmaya çalışmış, “eğer Nixon’u onunla
ilgili uydurulan imaja bakılarak değil de, yaptıklarının sonuçta kimlere
yaradığının düşünülerek değerlendirilmesi halinde asıl niyetinin ve kimlere
hizmet ettiğinin anlaşılacağını” vurgulamıştı. (Newswweek 11 Ocak 1971)
Alsop devamında: “Nixon’un Liberal Demokratların düşmanı” olduğu yolunda
oluşturulan kasıtlı propagandanın, aslında Ona demokratların koyu kapitalist
Siyonist programını uygulamakta nasıl yardım ettiğini de hatırlatmıştı”

İşte bunun gibi, aslında Erbakan Hoca’ya ve Onun Hak
davasına hıyanet edip, Siyonist emperyalistlerin en çok korktukları İslam
Birliği ve Adil Düzen projelerini sekteye uğratma karşılığı “dindar ve demokrat
kahraman!” olarak reklam edilip iktidara taşınan; ama Müslüman halkı avutmak ve
avuçta tutmak üzere de, İsrail ve ABD aleyhine horozlanması talimatı alan ve
böylece Şeytani odaklara daha kolay ve kapsamlı hizmet sunan zevatın, ne
maksatla parlatılıp propagandalarının yapıldığı artık daha iyi anlaşılmaktaydı.
Türkleri soykırımla suçlayan ve en edepsiz sözlerle Hz. Peygamber Efendimize
sataşan Papa’yı davet edip saygıyla sarayında ağırlayan… İsrail’in Mescid-i
Aksa işgalini ve tahribini ağırdan alan Sn. Recep T. Erdoğan, halkımızı
“Küba’ya Cami” safsatasıyla avutup oyalamaktaydı.

BOP Eşbaşkanlığının hesabı sorulmayacak mıydı?

BOP denen Büyük Ortadoğu Projesi’nin, Türkiye dahil 23
İslam ülkesini parçalamayı hedeflediğini; Irak, Suriye ve Libya işgalinin bu
maksatla tertiplendiğini artık herkes bilmekte ve ABD resmi yetkilileri de bu
gerçeği ifade ve itiraf etmektedir. Tam 32 yerde ve 2010 yılına dek “Beni Büyük Ortadoğu Projesinin eş
başkanlığına getirdiler” 
dediğini
video kayıtlarıyla tespit edip, mahkemelere ve resmi mercilere ilettiğimiz Sn.
Recep Tayyip Erdoğan, şu an Cumhurbaşkanlığı mevkiindedir. Ülkemizi ve
bölgemizi parçalamayı amaçlayan sinsi ve Siyonist bir projede kendisine
eşbaşkanlık hizmeti verilen Sn. Erdoğan’ın “bu görevi yedi yıl yerine
getirdiğini, ama zararlı ve kötü maksatlı bir girişim olduğunu fark edip
vazgeçtiğini” belirten hiç bir ifadesine de hala rastlanmış değildir.
Şimdi böylesine karanlık ilişkiler içerisindeki yöneticilerle ülkemizin nasıl
bir akıbete sürüklendiğini merak edip endişelerimizi dile getirmek, milli
haysiyet ve manevi hassasiyet sahibi herkesin bir vicdan görevidir. Tamam,
paralel yapılar tehlikelidir ve hıyanettir; iyi de BOP eş başkanlığı gibi
parazit yapılar neyin nesidir? Türkiye dışarıdan tayin edilen “Genel
Valiler”le mi yönetilmektedir?

En son TBMM Grup Toplantısında (13 Ocak 2009)’da:

“Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, aynı zamanda Büyük
Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı’dır… Bu görevinden vazgeçsin diyorlar. Büyük
Ortadoğu Projesi’nin amaçları bellidir”
 diyen Sn. Recep Tayyip
Erdoğan’ın bu sözlerini: Amerika’nın gizli ve kirli projelerinde görev
aldığının ve Büyük İsrail Planına bilerek veya bilmeyerek katkı sağladığının
çok açık itiraf ve ispatı görmek ve endişelerimizi dile getirmek”, bir
hakaret midir, yoksa uyarı mahiyetli bir durum tespiti midir? Ve kamuoyunun
asıl merak ettiği:

• Ülkemizi de parçalamayı hedefleyen yabancı bir projede
eşbaşkanlık yapan kişinin ve hükümetin, anayasa ve kanunlarımızdaki ve toplum
vicdanındaki karşılığı ve yaptırımı nedir?

• Bunların işlenmesi değil de gündeme getirilmesi suç
sayılır duruma gelmişse, bu ülke nereye sürüklenmektedir?

• Üstelik sorulması gerekmez mi, bu ifade ve itiraflar doğruysa,
Sn. Erdoğan BOP eşbaşkanlığı görevine; hangi ülkeler ve mahfillerce, hangi
yetki ve gerekçelerle… Ve en tehlikelisi hangi gizli vaatler ve tavizler
neticesi tayin edilmiştir?

• Bu görevle ilgili tavsiye ve talimatlar kimlerce verilmiştir ve
nasıl yerine getirilmiştir?

• TBMM, hükümet üyeleri TSK ve MİT gibi devlet birimleri bu BOP
eşbaşkaniığı göreviyle ilgili bilgi sahibi midir?

• Sn. Erdoğan; BOP’un mahiyetini, böyle bir dış görevlendirmenin
hukuki niteliğini, NATO ve BM gibi resmi üyeliğimiz dışındaki özel ve gizli
projelerde görev almanın kanuni gerekçelerini, Milletimize ve Meclise açıklamak
zorunda değil midir?

• Siyasi rakiplerinin özel bilgilerini ve hiç kimseyi
ilgilendirmeyen gizli ilişkilerini, tüm edep ve hürmet ölçülerini tepelercesine
diline sakız edip çiğneyenlerden; ülkemizin, bölgemizin ve İslam âleminin
geleceğini ve güvenliğini ilgilendiren yabancı ve yıkıcı projelerdeki görevinin
aslını ve hesabını sormak, bazılarını niye bu denli rahatsız etmektedir?

• Hükümranlık haklarımızın yabancı merci ve mahfillere devri, ülke
birliğimizin bölünüp milli dirliğimizin tehlikeye girmesi anlamını taşıyan
böylesi dış görevlendirmelere boyun eğmenin müeyyide maddeleri nelerdir?

• Milli iradenin ve TBMM’nin de üzerinde, dışarıdan tayin
ve görevlendirmeler geçerli ise, bir sürü masraf ve horoz kavgası ile
yürütülen, “demokratik seçim” aldatmacalarına niye lüzum görülmektedir?

• Sn. Erdoğan’a bir ara bu projede görev verilmiş ama daha
sonra zararlı ve yararsız olduğu fark edilip vazgeçilmişse, bunun da topluma
açıklanması elbette gerekmez miydi?

Self Determinasyon (halkların kendi kaderini tayin hakkı)
kavramı hangi anlam ve amacı taşımaktadır?

Self Determinasyon, Batılıların, etkisizleştirmek ve
sömürmek istedikleri ülkeleri, etnik temelli parçalamak üzere uydurdukları bir
“bölünme aşaması”dır. Toprak bütünlüğümüzü, milli birlik ve dirliğimizi
dağıtmayı amaçlayan Şeytani bir plandır. Bu plan Siyonist mihrakların
güdümündeki uluslararası hukukta şöyle tanımlanmıştır: Yeni bir devlet kurma
yolunda, toprak iddiaları bulunan kesimlerin, egemen devletten ayrılma ve
bağımsızlık kazanma arayışında; bir referandumla bölge halkının tercihinin sorulması
ve çıkan sonuçların demokratik bir saygıyla karşılanması ve razı olunmasıdır.
Mevcut egemen devletin böyle bir ayrılığa yanaşmaması ve referandum sonuçlarını
tanımaması durumunda, Birleşmiş Milletlerin uluslararası askeri ittifakla, o
ülkeye müdahale etme hakkı ve yetkisi bile, Self Determinasyon’la ilgili sözde
hukuk kapsamındadır. Ve dikkat buyurun, PKK Cizre’de kısmi özerklik ilan edip
hendek sınırlar kazmaktadır.

Kobani bahanesiyle ayaklanıp 35 ilde isyan başlatan ve
etrafı yakıp yıkan PKK’lı sivil militanların özellikle Hüda-Par binalarına ve
mensuplarına ve bölgedeki bütün dindarlara ve kutsallarına saldırmalarının, “iyi niyetli ve istikametli
bütün Kürtleri Hizbullahçıların safına katma ve böylece Güneydoğu’yu PKK’cı
bölücülerle, Hizbullahçı bölücülerin tekeline ve dolayısıyla Amerika’nın
kontrolüne alma”
 amacıyla
kışkırtıldığı sırıtmaktaydı. İşte bu süreçte Abdurrahman Dilipak’ın “Hüda-Par’cıların kendisine
olaylarla ilgili bilgi aktardıklarını ve bazı görüşmeler yaptıklarını”
 açıklamasını, acaba bu ABD projesinde
kendisine görev verildiği şeklinde mi okunmalıydı?

Daha önce Milli Çözüm Ekibinin “Bunların gaflet ve
hıyanet girişimlerine ve üniter yapımızı çözme gayretlerine karşı, stratejik
bir sabır ve sükûnet gösterilip; kalıcı ve ülkeyi dış vesayetten kurtarıcı
büyük hamlelerin yapılacağı şartların olgunlaşması beklenmektedir”
 tespitlerimize burun bükenler, şimdi
hak vermeye başlamıştı.

TSK’nın onurlu ve olumlu kararlarını, Cumhurbaşkanı
açıklamak zorunda kalmaktaydı.

TSK, bu kritik süreçte çok stratejik bir yaklaşımla, IŞİD
ve diğer terör örgütlerinin ülkemize sızmasını engellemek amacıyla sınır
boyunca belli noktalarda “Tampon
bölgeler kurma ve uçuşa yasak emniyet koridorları oluşturma”
 kararı almış ve bunu Sn.
Cumhurbaşkanına açıklamıştı. Bu önlemin gereğini, Milli Çözüm Dergisi, ta
Suriye sorunları çıkarıldığında hatırlatmış ve defalarca gündeme taşımıştı.
Bunlar vaktinde yapılsaydı, 2 milyon Suriyeli sığınmacı insan ve yüzlerce
Militanı Türkiye’ye taşımak ve başımıza bin türlü sorun açmak durumunda
kalınmayacaktı.

Ve zaten IŞİD’le mücadele bahanesiyle ve tabi ABD ve AB
desteği ile; Barzani Peşmergeleri, PKK teröristleri ve PYD gençlerinden oluşan
özel bir “bölge ordusu” kurulmakta, İsrail subayları bunlara eğitim yaptırmakta
ve Kandil’deki cinayet generalleri diplomalarını dağıtmaktaydı. Yani bıçak
kemiğe dayanmıştı ve büyük dönüşümler yakındı. Derin mahfillerle irtibatı
bilinen, 28 Şubat sürecinde önemli icraatlar yürütülen buna rağmen AKP
iktidarınca Ankara Valiliğine getirilen ve 1990’da Harp Akademileri Milli
Güvenlik Akademisi’ni bitiren Alaattin Yüksel’in, valiler kararnamesinden
günler önce“Artık görevde kalmayı düşünmediğinin ve emekliliğini
istediğinin”
 medyaya
sızdırılması… Ve yine eski Denizli Valisi Abdulkadir Demir’in “Bu şartlarda görevi yürütmenin
gereksizliğini” 
vurgulaması
bazı kesimleri “Acaba darbe mi
geliyor?”
 telaşına
kaptırmıştı. PKK Diyarbakır Belediye Başkanı Gülten Kışanak’a “Devlet benim,
çekil şuradan!” diye haddini hatırlatan kahraman üsteğmeni Genelkurmay Başkanın
ve kuvvet komutanlarının çağırıp onurlandırması anlamlıydı. Ama Sn.
Cumhurbaşkanı hiç oralı olmamış ve bu üsteğmenimize sahip çıkmamıştı. Bunun
üzerine Genelkurmay Başkanımız ve Kuvvet Komutanlarımız da Cumhurbaşkanı’nın
Köşk’te verdiği davete katılmamıştı. Bu arada MİT üzerinden CIA-MOSSAD
yönlendirmeleri Abdullah Öcalan’ın “uzun
vadeli ve derin projeleri bir devrim hazırlanıyor!”
 uyarıları, yarası olanları
gocundurmaktaydı.

Maalesef Türkiye’nin yeni komşuları; IŞİD ve Barzani
Kürdistanıydı!

Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırında 6 farklı örgüt
hâkimiyet kurmuşlardı. Suriye’de 2011’den bu yana süren iç savaş ve IŞİD’in
Irak’taki hızlı ilerleyişi sonrası Türkiye’nin güney sınır kapılarının
karşısında şimdi 6 farklı bayrak dalgalanmaktaydı. Bunlar Suriye Arap
Cumhuriyeti, İslami Cephe, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi ve PYD-PKK’ya ait bulunmaktaydı. İşte AKP Türkiye’yi böyle bir çıkmaza
sokmuştu. ABD, Barzani ve Kürt kuvvetlerine eğitim, istihbarat ve ekipman
desteği sağlayacağını açıklamıştı. Obama’nın güvendiği kara harekâtının IŞİD
haricindeki terör örgütleri olmasının, bölgedeki dengeleri değiştireceğini
söyleyen uzmanlar, “askıda
olan Kürt koridorunun yeniden gündeme gelebileceği”
 konusunda uyarmıştı.

Artık ahmakların bile anlaması gereken bir gerçeği tekrar
hatırlatmamız lazımdı; Gerçek şu ki; Irak ve Suriye diye iki devlet kalmamıştı.
Suriye’de taş üstünde taş bırakılmamış; Irak harabeye çevrilip parçalanmıştı.
Kışkırtılan ve birçoğuna İslamcı kılıfı takılan gruplar işkencede ve vahşette
birbirleriyle yarışmaktaydı. Milyonlarca insan perişandı ve bunlardan 2 milyona
yakını Türkiye’nin dört bir yanına saçılmıştı. İstanbul’un, Gaziantep’in,
Kilis’in vs. sokaklarında Türkiye’nin en büyük üçüncü azınlık grubu başıboş
mayın gibi dolaşmaktaydı ve tabii Irak ve Suriye’de her gün harlanan ateş topu,
çevresindeki ülkelere de sıçrama riskini taşımaktaydı. Ürdün, Lübnan ve Türkiye
ise komşular içinde en çok risk taşıyanlarıydı. Etrafa saçılan Şiiler,
Sünniler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğerleri iç savaş kıvılcımlarıyla
birlikte hareket ediyorlardı. Bölgenin dengeleri karmakarışıktı. Kısacası,
Türkiye’yi ateşe atacak riskli hamlelerden mutlaka sakınılması lazımdı. Eğer
Türkiye bir şekilde bu alev sarmalının parçası olur ise, eğer Türkiye bir
şekilde Batı’nın ileri karakolu haline gelirse müreffeh, gelişmiş ve medeni
Türkiye hayalleri hepten yıkılacaktı. Kısaca Erdoğan Başkanlığı ve Davutoğlu
iktidarı ülkeyi çok karanlık bir maceraya sürüklendiğinin farkında değil ise
gafil, farkında ise hain konumunda hesap sorulacaktı.

Sn. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala;
PKK’dan ve elebaşlarından hesap sormak ve hizaya sokmak yerine: “Yıkılan binaların, dükkânların
zararlarını karşılayacağız ve yakılan arabaların yenilerini”
 alacağız diyorlardı. Bu tavırları bize
Nasrettin Hoca’nın çalınan heybesini hatırlatmıştı.

Sn. Cumhurbaşkanı ise: “Bu
olaylara karışanlara, okulları, dükkânları yakanlara yazıklar olsun!” 
diye çıkışmaktaydı. Oysa asıl “bu isyan emrini veren Apo’yla hala
pazarlık yürüten ve anarşistlere cesaret verenlere yazıklar olsun!”
 demek lazımdı. Maalesef AKP iktidarının
aciz ve basiretsiz politikaları yüzünden Türkiye, IŞİD ile PKK’yı desteklemek
arasında bir tercihe mecbur bırakılmıştı. Tekelci Siyonist sermayenin Türkiye
temsilcisi TÜSİAD “Aman Barış Süreci sekteye uğratılmasın!” diye ülkemizi
parçalayacak ateşe benzin sıkmaktaydı. NATO sekreteri: “Türkiye Kobani’ye tek başına
girsin, ama güvenlik koridorundan vazgeçsin”
 diye dayatmaktaydı. Erdoğan ve
Davutoğlu: “Biz sadece IŞİD’le
değil, zalim Esed’le de savaşıyoruz”
 bahanesi
olsun diye Suriye yönetimine müdahaleyi şart koşmaktaydı. Üstelik Türkiye’yi
Suriye batağına çekmek için sınırlarımıza düşen bombaları IŞİD değil, PKK ve
PYD atmaktaydı ve daha da tehlikelisi PKK uluslararası masumiyet ve meşruiyet
kazanmıştı. Düne kadar AKP ile sarmaş dolaş olan eski Hizbullah yeni HÜDA-PAR
şimdi açıkça IŞİD taraftarıydı. Bir soru daha: Ya Suriye ve Irak’a girecek
askerimizi Amerikan uçakları yanlışlıkla vursalardı?! Velhasıl Türkiye için
asıl ve acil tehlike IŞİD ve PKK’dan önce bu yanlış zihniyet ve tutarsız
siyaset olmaktaydı. Tenkitlerimiz şahsiyetlere değil, zihniyetlere karşıydı.

Amerika’nın önde gelen Yahudi firmalarından Exxon Mobil ve
Rosneft, Rusya’nın Kuzey Kutup Denizinde, çok büyük bütçeler ayırarak, petrol
ayırma platformları kuruyor, yani Ukrayna bahanesiyle görünüşte Amerika-Rusya
zıtlaşırken, gerçekte ABD-Sovyet ortaklığı hızla yürüyordu. Ve Rusya Suriye’de
TSK’nın oluşturacağı tampon bölgeye, ABD ile birlikte ve şiddetle karşı
çıkıyor, ancak BM kararıyla mümkün olacağını söylüyordu. Ve zaten Yahudi asıllı
Fransız Filozof Bernard Levy: “Türkiye,
ya IŞİD’le savaşır, ya da NATO’dan çıkarılır!”
 diye tehdit ediyordu.

İngiltere’deki NATO zirvesinde, Obama’nın IŞİD’e karşı
ortak müdahale zokasını iştahla yutan Sn. Erdoğan’ın buna karşılık
Pensilvanya’daki Fetullah Gülen’i durdurmalarını, en azından Türkiye’ye geri
yollamalarını istemesi, bizim yıllardır dile getirdiğimiz: “ABD (Yahudi
Lobileri) Erdoğan’ı hizaya sokmak ve AKP’nin yularını ellerinde tutmak için,
Fetullahçı yapıyı kullanıp kışkırtıyor” tespit ve tahlillerimizin ne denli
doğru olduğunu ve Erdoğan’ın da bunun farkına vardığını ortaya koyuyordu.
PKK’nın Hakkari Çukurca baskınında bir ayağını kaybeden İzmir’deki gazimizin,
taktırdığı protez bacağın parası yüzünden evine haciz geldiği bir düzende
ayakkabı kutularında yüz milyonlarca lira para saklayanlara hesap verecekleri
günler yaklaşıyordu.

Peki, IŞİD’e Kimler katılıyor, nerelerden destek alıyordu?

Sonunda IŞİD içindeki yabancılar ile Suriye’de
savaşanların milliyetleri tespit ediliyor ve tablo şaşkınlık uyandırıyordu.
IŞİD’te Türkiye’den giden 600 gencin bulunduğu da belirtiliyordu. İngiliz The
Telegraph’da yayınlanan haberde Suriye ve Irak’ta, IŞİD terör örgütü saflarında
70 ülkeden 11 bin kişinin yer aldığı belirtiliyordu. Haberde yalnız Avrupa
ülkelerinden 2 bin kişinin IŞİD içinde olduğu yazılıyordu.

The Telegraph gazetesinde yer alan
rakamlara göre, IŞİD içinde: Türkiye’den: 600, Rusya’dan: 423, Sırbistan’dan:
350, Belçika’dan: 296, Arnavutluk’tan: 140, Kosova’dan: 150 militan
bulunuyordu. AFP ajansı ayrıca Suriye’de savaşan yabancıların sayılarını ve
hangi ülkelerden olduklarını listeliyordu. Habere göre Suriye’de 13 bin yabancı
savaşçı bulunuyor, Müslüman ülkeler içinde en çok katılım Tunus ve Suudi
Arabistan’dan geliyordu. Türkiye ise bu listede 600 kişiyle 4. Sırada yer
alıyordu. Müslüman olmayan ülkelerden en çok katılımın olduğu ülke
sıralamasında ise Rusya 1000 kişiyle başı çekiyor, onu 700 kişilik katılımla
Fransa, 400 kişiyle de İngiltere izliyordu. Amerika’dan ise 70 kişi Suriye’de
savaşanlar arasında yer alıyor ve bir kısmı IŞİD’e katılıyordu ve zaten
Gaziantep valisi 19 IŞİD militanın yakalandığını söylüyordu. Bütün bunlar,
IŞİD’in küresel güçlerce ve bölge ülkelerince desteklendiğini, aksi halde
türedi bir terör şebekesinin, dünyanın dört bucağında bu militanlara
ulaşmasının, diplomatik engellerin ve pasaport sorunlarının aşılmasının,
bunların IRAK ve Suriye’ye taşınmasının ve her türlü saldırı silahlarına ve
teknolojik savaş araçlarına sahip olmasının mümkün görülmediğini, aklı olan
herkes fark ediyordu. Kaldı ki AB Bağdat temsilcisi olan bayan: “Avrupa’nın
IŞİD petrolünü kullandığını” Türkiye’de kaçak IŞİD petrolü satıldığını ve Gaziantep’te
IŞİD kampları açıldığını açıklıyor, böylece IŞİD’in perde arkasını deşifre
ediyordu.

Evet, ABD IŞİD’i manivela olarak kullanıyordu ve bu
hamleyle hedeflene “Kürt Koridor” için zemin hazırlanıyordu. Hatırlayınız,
Barzani Musul’u bahane ederek 11 Haziran’da Kerkük’ü işgal ediyor ve Bağımsız
Kürdistan için referanduma gideceğini ilan ediyordu. Ardından, IŞİD, Barzani
bölgesinde Türkmenlere saldırıyor ve onları yerlerini terk etmeye zorluyordu.
Acaba, AKP’nin tepkisizliğine bahane hazırlamak için mi IŞİD ve CIA Musul
konsolosluğumuzu basıyor ve 49 yurttaşımızı rehin alıyordu. IŞİD saldırısını
fırsat bilen AKP ve Barzani, Irak’ın kaçak petrolünü satmaya çalışıyordu. ABD
Başkanı (Siyonist Yahudi Lobilerin sekretarya kâhyası) Obama önce “IŞİD’e karşı
herhangi bir stratejilerinin bulunmadığını” itiraf edip infial yaratıyor,
ardından “askeri bir projemiz olmadığını kastettim” diyerek döküntülerini
toplamaya çalışıyordu. Daha sonra Güvenlik Danışmanı Tony Blinken “IŞİD’in etkisiz hale
getirilmesinin çok uzun zaman alacağını”
 belirtmesi,
ABD’nin bölgedeki birtakım şeytani hedefleri için daha uzun müddet IŞİD’i
“bahane üreten taşeron” olarak kullanacağını gösteriyordu.

Ancak hiç kuşkunuz ve korkunuz olmasın ki;
Türküyle-Kürdüyle, Balkan mültecisiyle-Kafkas kökenlisiyle,
yerlisiyle-göçmeniyle, Sünnisiyle-Alevisiyle Anadolu’yu bize vatan yapan ve
şanlı medeniyetler kuran, İslam potasında kaynaşmış, asalet ve adaletiyle nam
salmış; Dünya tarihinin ve tabii seyrinin böyle tanıdığı AZİZ TÜRK MİLLETİ,
yepyeni medeniyet ve zaferlerin de öncüsü olacak, şühedanın ve atasının kutsal
mirasına elbette sahip çıkacaktır. Çekilen sıkıntılar ve artan saldırılar,
kutlu doğum sancılarıdır. Zalim dış güçlerin de, hain işbirlikçilerin de sonu
yakındır. Allah’ın vaadi haktır ve zulüm saltanatı yıkılacaktır. Bu arada bize
“Efendim niye asıl sorumlu olan Ahmet Davutoğlu’nu muhatap almıyorsun?” diye
sorulmaktadır. Yahu Davutoğlu Başbakan değil DAVULTOZU makamındadır; yani sesi
var, yetkisi yok konumundadır.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Ergenekon için genel bir
af çıkarılacağını söyleyenDengir Mir Mehmet Fırat, 17 Aralık’a konu olan
yolsuzluk dosyası ile PKK’nın da bu aftan yararlanacağını belirtiyordu. AKP’nin
kurucuları arasında yer alan, 2008 yılına kadar partinin MYK üyeliği, parti sözcülüğü
ve genel başkan vekilliği görevlerinde bulunan sonunda istifa edip AKP
üyeliğinden de ayrılan Dengir Mir Mehmet Fırat, “Cumhurbaşkanlığı seçiminden
sonra bir genel af gelecektir. Bu genel affın gerekçesi de Ergenekon Davası
olacaktır; ama asıl istifade olacak olan da birileridir!”
 diyordu. Dengir Fırat, PKK
militanlarının ve Abdullah Öcalan’ın da aftan faydalanacağını iddia ederek, “Ona bakarsanız, Öcalan’ın
hiçbir suçu yok! Yemin ediyor: Elime silah almadım”
 diyor ifadelerini kullanıyordu.

PKK Devlet’e meydan okuyordu!

Vatandan Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlayan PKK’lı Cemil
Bayık ise: “Önder APO’nun
rolü farklı bizim konumumuz farklıdır. Bunlar birbirini tamamlayan
açıklamalardır. Bizim demokrasiden ve özerklikten vazgeçtiğimizi sananlar
aldanmaktadır; bunlar birbirlerinin basamaklarıdır”
 diyerek Türkiye’nin nasıl bir tuzağa
çekildiğini deşifre ediyorlardı. GKB Necdet Özel’in: “Biz çözüm sürecinin yol
haritasını bilmiyoruz. Yapılan çalışmalardan haberdar edilmiyoruz!” 
itirafları oldukça anlamlıydı
ve gelecekle ilgili çok önemli sırları özünde barındırmaktaydı. Siyonist ve
emperyalist merkezler Gizli Dünya Devletini kurmak ve küresel hâkimiyete
ulaşmak için, dünyadaki 200 kadar Devletin, 2000 (iki bine) çıkarılması, güçlü
devlet yapılarının dağıtılması ve artık devletlerin yerini “küresel
şirketlerin” almasını istiyorlar, hatta BM bünyesinde bunun fikri alt yapısını
oluşturmaya başlıyorlardı. Zaten BOP da 27 İslam ülkesini parçalamayı
amaçlamıştı ve Sn. Recep T. Erdoğan bunun eş başkanıydı? Papa Franciscus’nun
Güney Kore dönüşünde “Kürdistan’a
gitmeye hazırım!”
 sözleri
Türkiye’miz dâhil, bölgemizin BOP çerçevesinde parçalanıp Kürdistan’ın fiilen
kurulacağının resmi bir mesajıydı. Evet, maalesef şu anda parça parça adı
konulmamış bir 3. Dünya savaşı yaşanmaktaydı. Sözde IŞİD’e ve İslam
Radikalizmine karşı insanlığın birleşmesi gerekir” kanaati oluşturulmaktaydı.
Böylece: Papa Ak-Sarayda Sn. Erdoğan tarafından ağırlanarak;

1. Hem Kürdistan’a Resmiyet kazandırılacaktı.

2. Hem de IŞİD üzerinden İslam düşmanlığı daha da
azdırılacaktı.

AKP yalakası Emre Aköz’ün itirafları: “IŞİD ile PKK’yı
aynı kefeye koymak yersizdir. PKK ulusalcı bir örgüttür, talep ettiği haklar ve
yetkiler verilirse sorun bitecektir. Ama IŞİD Amorf bir örgüttür din ve mezhep
adına öldürmekte, nerde ne yapacağı bilinmemektedir. Bu süreç sonunda PKK
meşruiyet kazanabilir” diyerek BDP ve PKK ağzıyla, Erdoğan’ın ve
iktidarının tavrını ve tarafını ağzından kaçırmıştı. Evet böylece PKK’ya
meşruiyet ve resmiyet kazandırılıp Kürdistan’ın jandarması ve NATO’nun yeni
kanadı yapılacaktı. Zaten IŞİD’i kurup kışkırtmalarının bir amacı da PKK’yı
Kürtlerin umudu konumuna taşımak ve gençlerin PKK’ya katılımını arttırmaktı.
Öyle ki, IŞİD’le savaşmak üzere PKK’ya katılımın en yüksek seviyeye ulaştığı
açıklanmıştı.

Daha da beteri,

•Güneydoğumuz’da artık pek çok il ve ilçede halkımız TC.
Mahkemelerine değil, PKK’nın kurduğu mahkemelere başvurup adalet aramakta,

•Vergisini PKK yetkililerine aktarmakta,

•PKK milisleri trafik ve asayiş kontrolü yapmakta,

•Büyük ihaleleri PKK dağıtmakta, yani devlet çarkı
tıkanmış bulunmakta, bunu gören birçok üst düzey komutan istifa edip görevinden
ayrılmakta ve bu bilgilerin birçoğu da Genel Kurmay Başkanlığı sitesinde yer
almaktaydı.

IŞİD’in Suriye’deki Kobani saldırılarından Türkiye’yi ve
AKP Hükümetini sorumlu tutan PKK eşkıya başı Murat
Karayılan
 “Çözüm süreci
bizim için bitmiştir”
 şeklinde
küstahlaşmıştı. KCK yürütme kurulu üyesi ve PKK silahlı anarşistlerinin reisi
(!) Karayılan Sterk TV’ye bu açıklamayı yapmış ve AKP iktidarını daha net tavır
ve tavizler için zorlamaya başlamıştı. IŞİD’in yarı din devleti (hilafet)
görünümlü tam bir terör şebekesi haline gelmesine ABD’nin yol açtığını ve zemin
hazırladığını E. Savunma Bakanı Colin Powel bile itiraf etmek zorunda kalmıştı.

Türkiye’nin IŞİD’e karşı üsleri kullandırma ve asker
yollama dâhil her türlü desteği sağlaması karşılığında Sn. Erdoğan’ın güya
Amerika’ya şart koştuğu: 1- Suriye sınırı boyunca 30 km. kadar bir tampon bölge
oluşturulması. 2- Esad rejimine yönelik ciddi bir müdahale ile yönetimden
uzaklaştırılması konularını, ABD yetkilileri hiç söz konusu yapmamış, yani
dikkate almadıklarını yansıtmışlardı. Çünkü bu takdirde; Suriye içinde
oluşturulacak ve uçuşa yasak bölge kapsamına alınacak yörede Suriye Kürdistan’ı
olan özerk PYD federasyonu kurulmasına TSK engel olacaktı. Oysa ABD, PYD’den
taraftı ve Suriye’nin parçalanmasından yanaydı. BDP başkanı Demirtaş, hem TSK
Kobani’yi kurtarsın! diye sıkıştırmakta hem de tezkereye “hayır” oyu
kullanmaktaydı.

Televizyonlara çıkıp Cumhurbaşkanı Sn. Recep T. Erdoğan’ın
üstün meziyetlerini, yüksek cesaret ve ferasetini heyecanla anlatan hemşehrimiz Prof. Mehmet Çelik: “Lice’de dikilen anarşist
heykelinde; tasarım, yapım ve yerine taşım aşamalarını vaktinde fark edip
iktidara rapor sunmayan MİT’in suçlu” 
olduğunu
söylüyordu. İyi de bu MİT 12 yıldır Erdoğan’ın emrinde ve uzun zamandır büyük
kahraman Hakan Fidan’ın güdümünde çalışmıyor muydu? Hani bu MİT, Türkiye’yi
aşmış bölge ülkelerini bile dizayn edebiliyordu. Üstelik Jandarmanın tam altı
ay önce bu hain girişimi sezip ilgilileri uyardığı halde, Afgan Ala gibilerin
kasıtlı kulak tıkaması sonucu göz ardı edildiği konuşuluyordu!

Ve yine Mehmet Çelik: “Erdoğan’ın
önüne koyulan, MOSSAD ve CIA raporlarının, çok kısa sürede Esad rejiminin
yıkılacağı ve ülkeden kaçacağı konusundaki öngörülerinin Erdoğan’ı yanılttığını
ve Suriye politikasında bu nedenle bazı yanlışlar yapıldığını”
belirtiyordu!
Peki böylesine stratejik ve kritik bir konuda, bu denli safdirik davranan bir
kişi, nasıl büyük Lider diye pohpohlanıyordu? Üç gün önce “NATO’nun ve Batı’nın
ne işi var Libya’da?” dediği halde Sn. Recep T. Erdoğan’ı Haçlı ordularıyla
birlikte Libya’nın tahribine ortak olmasına hangi rapor sebep oluyordu? Burası da vatan toprağıdır
ve bu insanlar yüzyıllarca bizimle aynı kaderi paylaşmıştır”
 diyerek o en sıkıntılı ortamda ve çok
zor şartlar altında arkadaşlarıyla, İtalyan işgaline uğrayan Libya’ya ve Mısır
üzerinden çoğu yaya olarak koşan ve düşmanlarla savaşıp gözünden yaralanan
Mustafa Kemal kötülük ve küfürde ise, şimdi Haçlılarla bir olup Libya’yı
cehenneme çevirenlere nasıl bir sıfat yakışıyordu?

Hatırlatmakta fayda vardır:

1912’de İttihatçıların gafletiyle imzalanan Uşi (Lozan)
anlaşmasıyla Libya elimizden çıkmış, Faşist Mussolini’nin başındaki İtalyan
işgaline uğramıştı. O sırada 50 yaşında bulunan ve Kurtuluş savaşımıza destek
için Anadolu’ya çağrılmış olan Şeyh Sunusilerin mektep ve zaviyelerinde okuyup
öğretmenlik yapan Şehit Ömer Muhtar; Libya Kurtuluş Hareketini organize etmek
üzere bu ülkeye giden Mustafa Kemal’in de içinde bulunduğu (Teşkilatı Mahsusa)
heyetinden Nuri Paşayla görüşüp askeri taktikler almışlardı. Mustafa Kemal’in
önerisiyle Libya cihatçıları 100 ile 300 kişilik gruplara ayrılarak gerilla
savaşına hazırlanmışlardı. Sunusi’lerin Libya’dan ayrılması üzerine bütün
kurtuluş mücahitlerinin başına geçen Ömer Muhtar, o efsanevi direnişin ardından
maalesef esir düşerek 1931’de Haçlı İtalyan gâvurlarınca asılmıştır. Yeri
gelmişken hatırlatmakta fayda var: bu halkı da fazla kınamamak lazımdır, çünkü
psikolojik bir ihtiyaçtır: Fecri sadıklara yani gerçek kahramanlara hasret
kalan bir toplum, fecri kaziplerle yani vitrinlik sahte liderlerle avunup
teselli bulmaktaydı!..

Erbakan Hoca 1986 yılında, Sn. Recep Erdoğan’ın da yanında
oturduğu bir ortamda, büyük bir öngörü nazarıyla şöyle buyurmuşlardı:

“Öyle bir gün olur ki, aman ha, Milli Görüş ve Adil Düzen
iktidara gelmesin diye, size Cuma hutbesi verebilecek bir Cumhurbaşkanı bile
seçtirebilirler!..”
 Evet, 30 yıl önce makam
ve menfaat için davasını ve kutsalını satanların Cumhurbaşkanı olacağını
bildiren ve dedikleri aynen gerçekleşen bir Zat’ın, İsrail’in ve ABD’nin
hezimete uğrayacağı müjdeleri de aynen yaşanacak, İslam endeksli ve Türkiye
merkezli yeni bir adalet düzeni ve Saadet medeniyeti mutlaka kurulacaktı! Çünkü
bu aynı zamanda Hz. Kur’an’ın ve Hz. Resulüllah’ın ihbarıydı ve hiçbir güç buna
mani olamayacaktır.

İşte görüyor ve kahroluyorsunuz:

Kuduz İsrail askerleri; beygirlerle, köpeklerle, zehir
püskürten tüplerle ve tüfeklerle, Mescid-i Aksa’ya girip Kur’an-ı Kerim’leri
ayaklar altına atmaktaydı. 1967’da Halilür Rahman Camisi’nin yarısını Havra
yaptıkları gibi, şimdi de yıllardır altını oydukları Mescid-i Aksa’yı yıkma
hazırlığındadır. Bizim kukla yöneticilerimiz ise sadece “kınama edebiyatı ve
halkımızın havasını alma palavraları” ile davultozu satmaktaydı. Büyük İslam
Kahramanı Selahaddini Eyyubi, yine böyle Kudüs’ün Haçlı işgali altında
bulunduğu bir ortamda, Cuma namazı için gittiği Emeviye Camiinde Şam Müftüsünün
“tevekkül ve hoşgörü” sohbetini yaptığını duyunca dayanamayıp:
 “Ey cihat azmini ve din
gayretini teşvik edeceğine, Müslümanları avutup uyuşturan zavallı! İlk Kıblemiz
ve Kutsal Mabedimiz Mescid-i Aksa Siyonist kâfirlerin hücumuna uğrarken ve
Filistinli mazlumların feryadı arşa çıkarken sizin hoşgörü ve tevekkül
aşılamanıza değil, cihat çağrınıza ve onurlu çıkışınıza ihtiyaç vardır” 
diye çıkışmıştı. Bu da ancak rahmetli Erbakan’ın İslam Birliği
Teşkilatı ve İslam Ortak Savunma Paktı projeleriyle mümkün olacaktır. Askeri
caydırıcılığı ve yaptırım imkânı bulunmayan ülkeleri, İsrail asla hesaba
katmamaktadır. Bakınız, ekonomide süper gücü olan Almanya’nın; Teknoloji devi
Japonya’nın ve tam demokrasi ülkesi İsviçre’nin dünya Siyonist dengelerinde
hiçbir ağırlığı ve saygınlığı bulunmamaktadır; Çünkü askeri güçleri zayıf ve
yetersiz durumdadır.

13 yıllık AKP döneminde ve özellikle CIA-MAAT eliyle,
TSK’nın yıpratılmasının ve Ordumuz etkisiz bırakılmaya çalışılmasının, asıl
amacı da Türkiye’nin savunmasını zayıflatıp parçalanmasını kolaylaştırmaktır.
Ve tabi; AB’yi kutsal hedef sayan, yani Haçlı Batı’nın kuyruğu, NATO’nun kanadı
olmaya razı olan bir kafayla İsrail’e yaptırım uygulanacağını sananlar
aldanmaktadır. 9 Kasım 2014 TRT Türk’ün konuğu olan Norveç Ankara Büyükelçisi
şu itiraflarda bulunmuşlardır: “Biz
başkaları tarafından yönetilmemek, bağımsızlığımızdan taviz vermemek ve dolaylı
biçimde Avrupa’nın güdümüne girmemek için, iki sefer yapılan referandumda
halkımız AB’ye hayır oyu kullanmıştır!”

Şimdi, Hıristiyan bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen “Bağımsızlığımız elden gider
ve halkımız Milli bilincini kaybeder!”
 düşüncesiyle
Norveç bile AB’ye girmekten sakındığı halde, Müslüman bir ülke olan ve tüm
İslam dünyasına lider olma potansiyeli bulunan Türkiye’mizi, 50 yıllık
aşağılama ve dışlamalara rağmen hala AB kapısında bekleten bu AKP zihniyetiyle,
Milli ve haysiyetli atılımlar yapmak imkânsızdır. Sadece Müslümanlara değil,
farklı din ve düşünceden yeryüzündeki bütün mazlumlara lider ve lokomotif
olacak bir devrim ve değişim artık kaçınılmazdır ve oldukça yakındır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mart-2015/inkilaba-az-kaldi

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi