Anasayfa » İNKILÂBA AZ KALDI! “META NASRULLAH” (Allah’ın yardımı ne zaman?) (Bakara: 214)

İNKILÂBA AZ KALDI! “META NASRULLAH” (Allah’ın yardımı ne zaman?) (Bakara: 214)

Yazar: yonetici
0 Yorum 158 Görüntüleyen

…Öylesine dayanılmaz yoksulluk ve zorluklara ve öylesine bunaltıcı sıkıntı ve sarsıntılara uğramış (ve zahiri bütün sebepler ve çareler öylesine tıkanmıştı ki) sonunda (içlerindeki Rasül (elçi) ve beraberindeki mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman (yetişecek)?” demeye başlamışlardı. İşte (bu noktaya geldikten sonra) dikkat kesilin (ve bekleyin) ki, Allah’ın nusreti (ve zafer müjdesi) yakındır” (Bakara: 214)

“Öyle ki elçiler (peygamberler ve Hak dava önderleri insanlardan) umutlarını kesip, artık gerçekten yalanlandıklarına (ve yalnız bırakıldıklarına) kanaat getirdikleri (ve toplumun %1 gibi pek azı dışında kutlu davalarına ve kurtuluş çağrılarına rağbet görmedikleri) bir sırada onlara nusretimiz (ilahi desek ve zaferimiz) gelmiştir” (Yusuf: 110)

(Hz. Lut’un sapık kavmi gibi, hidayet ve istikamet davetine uyan bir tek aile de kalsa ve onun içinden bile karısı gibi hainler de çıksa) “… Asla dönüp arkasına bakmadan (dinleri ve davaları uğrunda vazgeçip bıraktıkları dünyalıklara aldırmadan) elçinin izinden yürüyen bir avuç sadık mü’min (sonunda saadet ve selamet sahiline erişecek, zalimler ve kâfirler ise) azap ve gazap sabahıyla uyanıverecektir. (Ve artık) sabah yakın değil midir?” (Hud: 81)

Çünkü Kur’an-ı Kerim’de farklı surelerde ve farklı sebeplerle anlatılan bu gerçeğin aynen yaşandığı bir süreçten geçilmektedir. Öyle ki;

• Tarikat ve takva ehli insanların ihlâs ve insaf noksanlığı mide bulandırmaktadır.

• İlim ve şeriat adamlarımızın cihat ve içtihat kısırlığı sırıtmaktadır.

• Fikir (kalem ve kelam) erbabı yalakalık uğruna gerçekleri çarpıtıp saptırmaktadır.

• Hak dava mensuplarının duyarsızlık ve tutarsızlıkları kafa karıştırmaktadır.

• Siyasi figüranların ve din istismarcılarının sahte kahramanlıkları ve ihanet tavırları, şuursuzca ve onursuzca alkışlanmaktadır.

• Ve tabi, milli ve manevi sorumluluklarını kuşanan, Hak ve hayır yolunda koşuşturan sadıkların oranı maalesef %1’ler civarına dayanmış durumdadır. Demek ki İlahi nusret (ve zafer) yakındır!

Tarikat ve takva ehli insanların insaf ve ihlâs noksanlığı!

İsmailağa Cemaati’nden bir grup; BBP ve Saadet Partisi’nin oluşturduğu ittifaka destek verileceği ile ilgili haberleri internet siteleri üzerinden yaptıkları bir açıklama ile yalanlamıştı. İsmailağa Cemaati’nin internet sitesinden yapılan yazılı açıklamada bu konu ile ilgili haberler yalanlanırken şu mazeretlere sığınılmıştı:

“Proje İttifak’lara ilgi göstermeyiz!”

Her seçim döneminde olduğu gibi bu defa da belli bazı sosyal medya çevrelerinde cemaatimiz hakkında yanıltıcı haberler ve fitneci beyanlar dolaşmaya başlamıştır. Millet ve ümmet ile ittifak yerine, küresel şer odaklarıyla paralel ittifaklar kuranlar (SP+BBP İttifakı kastediliyor), milletin ve ümmetin değil, küresel servislerin amaçlarına hizmet kasıtlıdır. İsmailağa Cemaati’nin bu türden bir “proje ittifak” ile hiçbir alakası bulunmamaktadır. İttifak; öyle % küsurlarla ifade edilen, ne bir kemiyete ne de bir keyfiyete tekabül etmeyen sunî bir “proje” değil, millet ve ümmetin ekseriyetini temsil eden nitelikli bir icmaın karşılığıdır. İsmailağa Cemaati, bugüne kadar olduğu gibi bugün de Efendi Hazretlerimizin rehberliğinde yolunu ve istikametini asla değiştirmemiş, hak ve hakikat yolunda kendisine hizmet imkânı sunmuş, dava hassasiyetinden emin olduğu kadroların duacısı ve destekçisi olacaktır. İsmailağa Cemaati, her zaman mü’min ferasetinin gerektirdiği sorumluluk ve hassasiyetle siyasi tercihlerini yapmıştır ve yapacaktır. Cemaatimiz tam da bu dönemlerde ortaya çıkan bu spekülasyon ve fitneci hamlelerin (SP+BBP işbirliğinin) tezgahına kapılmayacak; merkezinde Efendi Hazretlerimizin yer aldığı birliğini ve beraberliğini koruyarak, inanç, düşünce ve vicdanî sorumluluk anlayışıyla, milletin teveccühü ve ülkenin istikrarı istikametinde davranacaktır.”

Bu talihsiz beyanatı okuyunca, muhterem Hocaefendi’den habersiz, bazı işgüzarların hazırlayıp yayınladığını arkadaşlarımıza hatırlatmış ve daha sonra, aynı cemaatin ilgili ve etkili kişilerinin açıklamalarıyla haklı çıkmıştık. Oysa SP İstanbul adayı ve Cübbeli Ahmet Ünlü’nün kaynı Mustafa Arabul: “Büyüklerimle istişare ettim, izin ve dua aldım…”diyerek bu iddiaları yalanlamıştı.

Mustafa Arabul, ittifakın başarıya ulaşmasını istemeyenlerce yapılan, kul hakkına tecavüz sayılan iftira ve ithamlarla dolu kasıtlı bir açıklama olduğunu hatırlatan Arabul, “Bu açıklamayı yapanlar Mahmut Efendi Hazretlerinin yüzünü bile göremeyen insanlardır. Bu sözler İsmailağa Cami eşrafına ait, cemaate değil. Bu ittifak milletin ittifakıdır” diye uyarmıştı. Saadet Partisi çatısı altında yapılan ittifaktan aday olma konusunu da değerlendiren Mustafa Arabul, “Ben aday olurken bu saydığım büyüklerimin hepsiyle istişarede bulundum ve izin aldım. Milletimiz gerçekleri görecek ve ona göre davranacaktır. Allah’ın izniyle Milli İttifaktan Milli İktidara yürüyeceğiz” şeklinde konuşmuşlardı. Mustafa Arabul, Milli Gazete’ye Milli İttifak ve İsmailağa Cemaati hakkında önemli açıklamalar yapmıştı. Kamuoyuna, “İsmailağa Cemaati’nden, İttifak yalanlaması” şeklinde servis edilen haberlerle cevap veren Mustafa Arabul,“Bu sözler İsmailağa Cami eşrafının iddialarıdır, Cemaat’in ve Hocaefendinin kararı diye aktarılmıştır. Ayrıca bu ithamlar bizleri çok üzmüştür. Tartışmanın bile bir üslubu vardır. “Şer ittifak” demek, milletin ittifakına çamur atmaktır. Biz bunu asla kabul edemeyiz, Hocaefendi de böylesi ithamlardan uzaktır. Bir şeyi tartışırken bile üslubuna uygun tartışmak ve ahlaklı olmak lazımdır. Son dönemdeki haberlere baktığımız zaman iğrenç suçlamalar var. Bunlar kul hakkıdır. Ne demek şer ittifak? Ne demek paralel ittifak? Bakınız ben siyasete gireli 5 ay oldu. Fakat 5 ayda en hızlı paralelci ilan edildim. Artık, iş öyle bir noktaya geldi ki hükümetin yanında olmayan herkes paralelci oldu. Biz bunu asla kabul etmiyoruz. Ayrıca bize bu suçlamalarda bulunanlardan Allah katında da davacıyız. Bu iddiacılar Çavuşbaşı’ndan ve Marifet Derneği’nden yapılan hiçbir açıklamayı kabul etmiyorlar. Efendi hazretlerinin başkaları tarafından yönlendirildiğini söylüyorlar. Biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Çünkü Allah dostlarının kalp gözleri açık olduğu için böyle bir şey mümkün değildir. Bu açıklamalar, kendilerini haklı çıkarmak için kullanılan uydurma dedikodulardır.”[1]

Haydi diyelim ki Saadet Partisi yetkililerinin; Milli Görüş prensiplerini ve Adil Düzen projelerini topluma anlatmak ve Yeni Bir Dünya Modelini sunmak ve savunmak yerine, CIA güdümlü Cemaat’e yaranmak ve oylarını kapmak gafletine düşmeleri, hatta kendilerini CHP’nin himayesine muhtaç hissetmeleri onların hatası ve hastalığıydı… Ama bu bahane ile batıl ve berbat bir AKP zihniyetine “İslam Ümmeti” kılıfı geçirmek nasıl bir şaşkınlık ve şaklabanlıktı?

Abdurrrahman Dilipak’ın itirafıyla: Asıl Proje Partisi AKP olmaktaydı!

Dilipak, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde özetle şunları anlatmıştı: Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başlamıştı ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmaya çalışılmıştı. Bu teklif önce Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a yapılmış, O’nun kesinlikle reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e taşımıştı. Her iki isme yabancı odaklarca alınan taahhüt karşılığında destek çıkılmış ve AKP kurularak iktidar yolu açılmıştı. Dilipak da bunları doğrulamış, ama zoraki yorumlarla kıvırmaya çalışmıştı.

Fetullah Gülen de Haham olacak mıydı?

Paralel yapının deşifre olmasıyla köşeye sıkışan Fetullah Gülen Türkiye’ye iade edilmemek için Kanada’ya gitme hazırlığına başlamıştı. Türkiye ile suçluları iade anlaşması bulunmayan Kanada’ya daha önce de Tuncay Güney de kaçmıştı. Verdiği yalan yanlış ifadelerle Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan ve ardından Kanada’ya kaçarak haham olan Tuncay Güney, paralel yapının elebaşı Fetullah Gülen’e ilham kaynağı mı olacaktı? Türkiye ile suçluları iade anlaşması olmayan Kanada’ya kaçmak isteyen Fetullah Gülen’e yakın isimlerin Kanada hükümetiyle temas kurup izin istedikleri ve Toronto’da ikamet baktıkları ortaya çıkmıştı.

Elbette yaklaşan seçimler büyük bir fırsattır ve tabi imtihandır. Çünkü OY manevi emanettir, OY milli mesuliyettir, OY tarafımızı ve safımızı tercihtir; bu nedenle en haklı ve hayırlı zihniyet ve hedeflerin adresi olan SAADET PARTİ’mize mutlaka sahip çıkılacaktır. Ancak topluma ve tabanımıza güven aşılamak ve baraj çemberini kırmak için, partiye çöreklenen bazı yamuk kafalardan ve pinti politikalardan mutlaka kurtulmamız şarttır ve bu soysuz “Din soyguncularını” artık tanımamız lazımdır.

İşte Dilipak’ın “7 Nisan’da kimin seks kaseti çıkacak?” iddiası

7 Nisan 2015 tarihinde AKP adayları açıklandığı anda cemaat düğmeye basacakmış ve Abdurrahman Dilipak’ın iddiasına göre ‘karı, kız’ kasetleri devreye sokulacakmış!.. “Ok yaydan çıkmadan gereken tedbiri almak gerek.. Son pişmanlık fayda sağlamaz” diyen Abdurrahman Dilipak, Cemaatin harıl harıl Pensilvanya’daki arşivleri karıştırdığını hatırlatmıştı.‘Benden söylemesi. İş işten geçmeden bir şeyler yapmak gerek” diyen Dilipak, Cemaatin 7 Nisan’da AKP aday listeleri açıklanınca yeni ‘seks’ kasetlerini piyasaya süreceğini açıklamıştı.

“Karı-kız, para ilişkisi olanlar keşke kendileri çekilseler.. Haber veriyorum cemaat tepelerine binecek. Eğer cemaate teslim olurlarsa, parti işlerini bitirecek. Özellikle de eskiden cemaatle iş tutup, şimdi cemaate karşı partinin yanında imiş gibi gözüken, kraldan fazla kralcılara dikkat.. Akademisyen, işadamı, bürokrat, yurtdışı seyahatlerde ipin ucunu kaçıranlar için adaylık dua ile istenen bir belaya dönüşebilir..” (31 Mart 2015 – internethaber.com) diyen Abdurrahman Dilipak’a sormak lazımdı:

1- Dindar ve halka hizmetkâr(!) partiniz AKP içinde, hem de milletvekili, bakan, bürokrat mevkilerinde “karı-kız kasetleri”, yani “zina belgeleri” olanlar vardı ve bunları biliyordunuz da açıklamak ve ayıklamak için bugüne kadar beklemeniz, onların melanetine ortaklık sayılmaz mıydı?

2- Cemaatin bu rezil hazırlıklarını size ulaştıran hangi CIA ajanıydı, nasıl bir irtibatınız vardı, yoksa yüksek kerametlerinizle mi bu bilgiye ulaşılmıştı?

3- “Böylesi kepazelikleri işleyen ve üstelik din istismarıyla geçinen alçakların partisini bırakıp, haklı ve hayırlı bir partiye sahip çıkalım” demesi gereken “Abdurrahman Çelebi”nin, “Aman dikkat edin, kirli çamaşırlarınızı temizleyin!” diye yırtınması, genelev patronlarının elemanlarını uyarmasını hatırlatmıştı.

Şimdi Muhterem Mahmut Hocaefendi’yi istismara kalkışıp AKP’ye yaranmak için bu açıklamaları yapanlara hatırlatmalıydı:

1- SP ile BBP ittifakının, dış odakların ve Paralelci Cemaatin bir projesi olduğu iddianızı kanıtlayacak belgeleriniz yoksa, bu ithamlarınız açık bir iftira sayılmaz mıydı?

2- Kur’an’ımız, İz’anımız ve vicdanımız, Haktan ve hayırdan yana mı, yoksa kalabalıktan ve çıkarımızdan yana mı olmamızı emir buyurmaktaydı?

3- İslam birliği hedefini, Erbakan’ın tarihi D-8 girişimini askıya alıp, Kur’an’ın ve Resulüllahın ısrarla ve tekrarla yasakladığı Siyonist ve Yahudi odakların ve Haçlı Hıristiyanların kurduğu, İslam ve Türkiye düşmanlığının defalarca açığa vurulduğu Avrupa Birliği’ne girmek için çırpınan… Allah ve Peygamberle savaşmak anlamına gelen Faizi dünya gerçeği sayan… Zina ve eşcinsellik gibi fuhşiyata resmiyet ve meşruiyet kazandıran… Irak, Suriye ve Libya’nın Batılı gavurlarca cehenneme çevrilmesi günahına ortak olan bir AKP; Allah aşkına söyleyin, hangi ümmetin ittifak ve iktidarıdır? Kur’ani yasaların ve İslami esasların kökünü çürüten bir zihniyet ve Hükümeti “Muhammet Ümmetinin” kurtuluşu saymak nasıl marazlı bir mantıktı? AKP’nin bir “Siyonist dış proje” olarak ve Erbakan’ı devre dışı bırakıp İsrail’in güvenliğini sağlamak üzere ortaya çıkarıldığını, kendi adamları ve yandaş fetvacıları Abdurrahman Dilipak bile açıklamamış mıydı?

Fetullahçı Cemaatle AKP Hükümetinin ne farkı vardı?

Biri CIA’nın bir yapılanmasıydı, diğeri CFR’nin kontrolü altındaydı. Biri beynelmilel Masonluğun bir tezgâhıydı, diğeri 27 İslam ülkesini parçalamayı hedefleyen BOP’un hizmetkârıydı… Biri ABD’nin maşası, diğeri AB’nin kuyruğu ve yalakasıydı… Her ikisi de İslam şeriatı kaçkını ve karşıtı, ılımlı -Protestan- yani yozlaştırılmış İslam figüranıydı… Acaba, AKP ile Cemaatin, şahsi ikbal ve iktidar hırsı dışında, İslam’a aykırılık ve Batıya hizmetkârlık konusunda birbirlerine bir tek laf etiklerine şahit olan var mıydı?

Hatırlayınız Fetullah Gülen’in 3 yıllık yardımcısı olan ve sonunda Cemaatten kaytarıp itirafcı’lığa soyunan ve tabi daha güçlü ve kazançlı gördüğü AKP iktidarına ve Sn. Recep T. Erdoğan’a yalakalığa sığınağın Latif Erdoğan, şimdi İftiracı’lığa başlamış, hiç utanmadan ve sakınmadan Sn. Meral Akşener’i töhmet altına sokacak iddialar sıralamıştı… İşte bu Latif Erdoğan gibileri, hem Cemaatin hem de AKP’nin ortak ayarını yansıtmaktaydı.

Hâlbuki her Müslümanın İslam’ın birliğinden ve Müslümanların dirliğinden TARAF olması onun imani tercih ve gayretinin icabıdır. Zulme ve hıyanete düşmeyen farklı parti, tarikat ve cemaat mensubu din kardeşlerine ve ayrı Dinden kimselere olgun ve olumlu TARZI onun insani efendilik ve edebinin şartıdır. Çeşitli felaket ve musibetlere uğramış, her din ve düşünceden herkesin acısını paylaşan TAVRI ise vicdani erdeminin bir icabı ve toplumsal barışın ihtiyacıdır. Aksi halde, rakip bildiği ve fayda gelmez zannettiği kesimlerin hayırlı girişimlerine hatta cenazelerine bile saygı göstermemek, bu hizmetleri sahiplenmemek, onlardan bir başarı dileğini bile esirgemek ve hele “biz %50’den fazlayız” diye bu insani tavırlara tenezzül etmemek, Rahmetli Erbakan’ın tanımıyla açık bir “hidayet kararması”, vicdani damar ve duyarlılıkların kuruması ve “Mayasızlık fıtratının” açığa çıkmasıdır!

Çünkü İnsan; tarafı, tarzı ve tavrıyla, özgün bir kimlik kazanırdı. Tarafı şahsiyetinin, tarzı haysiyetinin, tavrı ise hassasiyetinin dışa vurulmasıdır. Evet Fetullah Gülen, Siyonist+Haçlı odakların Türkiye vitrin kuklası; Cemaat, CIA-MOSSAD’ın paralel yapılanmasıdır. Ama Recep T. Erdoğan ise, Türkiye dâhil 27 İslam ülkesinin parçalanmasını amaçlayan BOP’un eş başkanı, yani bu Siyonist planın kâhyasıdır. Fetullah Hoca ve Cemaatin de, Recep T. Erdoğan ve AKP Hükümetinin de TARAFI, İslam Birliği ve Kur’an Nizamı değil, Avrupa Birliği ve Amerikan Müttefikliği temelli BATI’dır. Yani her ikisinin de gerçek ayarı ve tarafı aynıdır; sadece istismar alanları ve kendilerine verilen rol icabı, TARZ’ları ve TAVIR’ları farklıdır. Elbette bütün bunları birbirinden tamamen bağımsız ve alakasız sanmak yanlıştır. Ama imani tarafımız insani tavrımıza ve vicdani tarzımıza engel olmamalıdır.

İnsanların Tarafı (safı), Tarzı ve Tavrı ise, şu kaynaklardan beslenip olgunlaşmaktadır:

İnsanların tarafı: kişinin inancıyla ve hayata bakış açısıyla; tarzı: fıtratı (yaratılışıyla), yetişme ve eğitilme aşamalarıyla; tavrı ise: onun ahlakıyla ve insani yaklaşımıyla alakalıdır.

İnsanların tarafı, ideolojik hedefleriyle; tarzı, psikolojik perspektifiyle; tavrı ise sosyolojik prensibiyle ilgili bir olgu sayılmaktadır.

İnsanların tarafı, temel değerlerini; tarzı, özel karakterini; tavrı ise genel terbiyesini yansıtır.

İnsanların tarafı, iman ayarıyla; tarzı, kafa yapısıyla; tavrı ise vicdani duyarlılığıyla ortaya çıkmaktadır. Evet, insanların tarafının itikat ve iz’anıyla; tarzının ilim ve irfanıyla; tavrının ise ihsan ve insafıyla şekillendiği bir vakıadır.

Öz kız kardeşine hatta kendi annesine tecavüz ettikten sonra öldürmelerin başladığı, ensest cinsi sapıkların yaygınlaştığı, milyonluk rüşvetler alıp vermeye ve devlet malını zimmetine geçirmeye fetvaların alındığı, Milli duyarlılıkların ve manevi sorumlulukların hızla erozyona uğradığı, kasıtlı olarak kamplaştırılıp kutuplaştırılan toplumun korkunç bir kaos ve kapışma ortamına hazırlandığı, günü kurtarmak için topraklarımızın, fabrikalarımızın, limanlarımızın yabancılara satıldığı bir Türkiye, işte bu erdemsiz ve edepsiz tavırların acı sonuçlarıdır.

AKP belki günü kurtarmakta, ama geleceğimizi karartmaktadır:

Evet, AKP iktidarları döneminde, duble yollarla şehirlerarası trafik oldukça rahatlamıştı… TOKİ’lerle halkımızın konut ihtiyacı önemli ölçüde karşılanmıştı… Hastane ve sağlık hizmetleri kolaylaşıp yaygınlaşmıştı… Pek çok ilimize havaalanları yapılıp ulaşım çabuklaşmıştı… Eğitimde imkân ve fırsatlar artırılıp yeni üniversiteler açılmıştı… Keyfi başörtüsü yasağı pek çok resmi kurumda kaldırılıp birtakım temel haklar sağlanmıştı… Sosyal yardımlarla birçok mağdur aileye el atılmıştı… Ancaaak… Bütün bunlar, kanser tümörleri bütün iç organlarını sararken ve kan damarları kangrenleşirken, hastanın ağrı-sızılarını dindiren uyuşturucular verilerek, yüzüne estetik yapıp pudra sürmekten ve güzel elbiseler giydirip süslemekten farksızdı!.

AKP “Dini Siyasete”, Cemaat ise “Dini Siyonizm’e” alet etmekten sakınmamaktadır

Recep T. Erdoğan, 30 Mart 2014 Yerel Seçim sonrası yaptığı balkon konuşmasında, 11 yıl boyunca elini öpmek ve hasret gidermek için çırpındığı başta Cemaate ve tüm muhaliflere yine ağır hakaretlerle saldırıyor, bir nevi intikam çığlıkları atarak “Bunların kaçmasına bile izin vermeyeceğiz, inlerine girip temizleyeceğiz!” şeklinde tehditler savuruyordu. İngiliz Financial Times, Başbakan’ın bu sözleri üzerine “Gülencilere yönelik sert önlemler geliyor!” şeklinde yorumlar yapıyordu. Özetle seçim zaferi sonucu yumuşaması ve her kesimi kucaklaması beklenen ve zaten öyle olması gereken Recep T. Erdoğan, tam aksine daha da şımarıp taşkınlaşıyor ve; “İşte bu (acı ve alçaltıcı akıbet) sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp şaşırmanız ve azgınca ölçüyü kaçırıp taşkınlaşmanız dolayısıyladır!” (Mümin: 75) ayetinin tokadına uğrayacak günlere hazırlanıyordu. Evet hırsızlıkların, yolsuzlukların, hukuki suçların ve ahlaki sorumlulukların seçim sandığında alınan sonuçlarla aklandığı havası oluşturanların ve hele ülkesinin geleceğini ve güvenliğini, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna malum odaklara rüşvet sunanların, Allah’ın “KAHHAR” sıfatından ve şehit atalarımızın bedduasından asla kurtulamayacakları ve derbeder olacakları dönem yaklaşıyordu.

İlim ve Şeriat adamlarımızın cihat ve içtihat kısırlığı!

Tarikat ve takva rolü oynayanların bir kısmının böylesine yozlaşıp riyakârlaşmasına ve tasavvufun asli raylarından çıkarılmasına karşılık ilim ehli hocaların ve ilahiyat proflarının, cihat şuurundan ve içtihat ruhundan uzaklaşıp, feri ve fantezi bilgilerle oyalanmaları da ayrı bir sıkıntıdır.

İçtihat: çağımızın ekonomik, siyasi, ahlaki ve sosyal sorunlarına Kur’an’a ve Sünnete dayalı ilmi, İslami ve insani çözümler üretme çabasıdır.

Cihat ise; bu adil projeleri uygulama şansını ve şartlarını, yani zalim güçlerden bağımsız davranabilme imkân ve iktidarını hazırlama çalışmalarıdır.

Yani faizci ve ahlak tahripçisi rejimlere alternatif İslami düzen projeleri ortaya koymak içtihat; bu projeleri uygulama ortamını ve fırsatını yakalama yolundaki siyasi çabalar da cihat’tır. Bugün ilim erbabının, böylesine zaruri programlar hazırlamak yerine, hala prensip ve usul edebiyatı yapıp hiçbir proje ortaya koyamamaları, sürekli yöntem tartışmalarıyla oyalanıp hiçbir sistem sunamamaları İslam ve insanlık adına acı bir kayıp ve yüz kızartıcı bir ayıptır. Aziz Erbakan Hocamızın hazırlatıp insanlığa tanıttığı “Adil Düzen” projeleri ise hem komple (eksiksiz ve bütünsel), hem komprime (aynı amaca hizmet eden farklı maddelerin bileşkesi) bir ilmi model olarak ülkemizdeki ve İslam âlemindeki yegâne evrensel programdır.

Ancak Adil Düzen’in bölgemizde ve yeryüzünde uygulanabilmesinin ilk şartı, tarih boyunca insanlığa zulüm eden Tağuti (şeytani ve gayri insani) rejim ve yönetimlerin en gelişmiş ve güçlenmiş şekli olan Siyonizm’in hâkimiyetinin yıkılmasıdır. Tağut Kur’an-ı Kerim’de 9 ayette, Taği ve tuğyan gibi türevleri 31 ayette yani toplam 40 yerde zikrolunmaktadır. Tağuti düşünce ve düzenleri inkâr (ret ve terk) etmeden Allah’a iman ve İslam’a inkıyat imkânsızdır ve böyle bir iddia münafıklıktır. (Bak. Bakara: 256- Nisa: 60-61)

Gerçek mü’minin en belirgin özelliği Allah yolunda ve Kur’an nizamı kurulsun diye çalışıp çırpınması, Kâfirin en sinsi alameti ise tağut yolunda (Kur’an dışı) sistem ve yönetimler yürüsün diye çırpınmasıdır. (Bak. Nisa: 76) Ancak bir şeytanlık tuzağından uzak durmanın ilk şartı, onu tanımak ve farkına varmaktır, Tağuti düzenleri ve Siyonizm’i tanımadan ona karşı nasıl tavır alınacak ve tuzaklarından sakınılacaktır? Mikropları tanımadan, hastalığa doğru teşhis ve tespit konmadan nasıl yararlı ve başarılı bir tedavi uygulanacaktır? Bugün kendilerine Kur’an’ın 40 yerde uyardığı Tağuti rejimlerin ve Siyonizm’in küresel kurumlarını, sömürü ve zulüm çarklarını anlattığımız ve buna karşı Kur’ani kurtuluş yollarını hatırlattığımız bazı ilim erbabının: “Dış güçleri ve bozuk dünya düzenini teferruatıyla hatırlatıp durmaya lüzum yok, biz kendi yolumuza bakalım” itirazı hem Kur’ani ve Nebevi değildir, hem de en tehlikeli gaflet tavrıdır.

“Onlara (dış ve iç düşmanlara) karşı takatiniz ve tedbirinizi son noktasına kadar kullanıp (ekonomik, teknolojik, stratejik, politik ve psikolojik her türlü askeri ve siyasi) kuvvet ve besili eğitimli atlar (tanklar, filolar ve füze rampaları) hazır hale getirin ki, bununla Allah’ın (İslam Nizamının) ve sizin (iktidarınızın) düşmanı olan gizli açık kesimleri ürkütüp caydırabilesiniz ve hizaya getiresiniz” (Enfal: 60) ayeti hâşâ boşuna mıdır?

“Ey Yahya, Kitabı kuvvet’le tut” (Meryem: 12) ayetinde, Allah’ın emirlerine sımsıkı sarıl anlamı yanında, “İlahi Kitabın hükümleri sadece tebliğ ve tavsiye ile değil, aynı zamanda siyasi ve içtimai güçle uygulanabilir” mana ve mesajını da taşımaktadır.

Bütün bu gerçekleri görüp de Erbakan’ın farkını ve faziletini ve O’nun talebesi ve takipçisi olan Milli Çözüm Ekibinin nasibini ve haklı çizgisini takdir etmemek insafa aykırıdır. Ümmeti Muhammed (SAV) hayati ve acil bin türlü sorunlar ve zorluklarla boğuşurken, hatta bir kısmı bu zulüm ve küfür çarkında boğulup giderken, kalkıp da“Kutuplarda namaz vakitlerinin tayini ve Ramazan’da sahur saatinin saniyelik tespiti” gibi önem ve öncelik sıralamasında onuncu dereceye bile girmeyecek konularla uğraşanların ve yine kapitalist sömürü sisteminin kötü bir taklidi olan AKP ekonomisinde “Faizsiz Bankacılık” kılıflı palyatif ve pansuman tedbirlerle Müslümanları zulüm düzenine entegre etmekten başka netice vermeyecek fetvaları ilim ve içtihat diye yutturup halkımızı uyutanların vebali sıradan kimselerden daha ağırdır.

İhtiyaç duyulan yeni ve adil bir uygarlık programı ancak İslami içtihatla hazırlanır!

“Kendisine Kur’an inzal olunan Hz. Muhammed Aleyhisselam İslâm nizamının mimarı olarak çabalamıştır. Sonra insanlar onun üzerinde düşünerek icma ve içtihatlarla yeni uygulama projeleri hazırlanmıştır. Hazreti Peygamber Efendimiz kendi hayatında Kur’an’ın bir uygulamasını vahye dayanarak yapmıştır. Dört halife bu uygulamayı istişare ile yapmış ve ilk uygulama olan sünneti tamamlamışlardır. Dört halifeden sonra “içtihat dönemi” başlamış, müçtehitler “yorumlama ilmini” (mukayese ve muhakeme yöntemiyle yeni problemlere yeterli projeler üretme sistemini) oluşturmuşlar ve ilk defa ayetleri tafsil ederek bize Kur’an’ı bugün kolayca anlayacağımız usul ve projeleri koymuşlardır…

“Âlim” olmak başkadır, “müçtehit” olmak başkadır. Müçtehit olmak için âlim olmak lazımdır ama âlim olmak için müçtehit olmak şart sayılmamıştır. Âlimler iyi uygulayıcılardır, verilen projeyi doğru ve uygun olarak tatbikata koyanlardır. Ama zamanla ellerine verilen doğruları (ilmi içtihat programlarını) çarpıtmaya ve saptırmaya başlamışlardır. Bu sebepledir ki yasama ile yürütmenin birbirinden ayrılması bir ihtiyaç halini almıştır. Yasama kanun yapacak, mevcut kanunları değiştirip düzenlemeye çalışacaktır. Yürütme ise kanunları değiştirmeden uygulayıcıdır. İşte parlamenter sistemin yanlışlığı buradadır. Bugün hükümet kanun teklif etmekle yasama işlerine karışmaktadır. Yasama da isterse ekseriyet kararı ile hükümeti uzaklaştırmaktadır. Bu da yasamanın yürütmeye karışması ve müdahaleye kalkışmasıdır.

Kur’an “Tağuta ibadet etmeyiniz” emriyle bize:

Onların kendi kafalarından çıkardıkları ne vahye ne de ilme dayanmayan batıl kanunlarına ve zalim kurumlarına tabi olmayın. Oysa AKP yönetimi “Avrupa Birliği’ne gireceğim” diye çırpınmakta, “Avrupa müktesebatı” denen Tağuti kurallara uymayı kurtuluş yolu sanmaktadır. Allah bize “Adil Düzen” dediğimiz Kur’an’a, Sünnete ve İçma-ı Ümmete dayalı çok önemli bir sistem programı ve güç kaynağı lütfetmiş bulunmaktadır. Eksiğimiz, maalesef bizim de buna inancımızın eksik olması, bizdeki bu eksiklikten dolayı da insanlığın bundan habersiz olmasıdır. İnanmaya ve sabırla çalışmaya devam edersek Allah bizi muvaffak kılacaktır.”[2]

Demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş Mısır Cumhurbaşkanı idama mahkûm edilirken Batı dünyası avucunu ovuşturmakta, İslam coğrafyası çaresiz seyredip durmaktadır!

İki yıl önce sırf emperyalist ABD ve Siyonist İsrail ile işbirliğine yanaşmadığı için darbeyle görevinden alınan Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı, darbeci Sisi yönetimi tarafından idam cezasına çarptırılmıştır. Ülkedeki İhvan liderleri, üyeleri ve taraftarlarına karşı linç operasyonu yürüten Siyonist uşağı darbeciler, yüzlerce Müslüman’ı idama mahkûm edip sindirmeye çalışmaktadır. Allah, Kur’an, İslam dediği için aylardır zindan ile sözde mahkeme arasında götürülüp getirilerek rencide edilmeye çalışılan halkın Cumhurbaşkanı Mursi için sonunda kalemi kırmışlardır.

Ne demokrasi davulcusu Avrupa’dan, ne sahte insan hakları savunucusu Amerika’dan, ne de Batı’nın kuklası İslam ülkeleri Krallarından tıs çıkmamaktadır. “Dindar Kahraman!” AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı cılız ve cığız samimiyetsiz sözlerle kınamaktan, yandaş ulema takımı ise sadece yakınmaktan başka hiçbir şey yapmamaktadır. İşte Adil Düzen olmadan; psikolojik, ekonomik ve teknolojik güce kavuşmadan, bu zillet ve eziyetlerden kurtuluş imkânsızdır. Bunun gibi Budist zulmünden ve ölümden kaçan ve çoğu derme çatma teknelerde batıp boğulan, geri kalanı açlık ve hastalıkla boğuşan Arakan Müslümanlarına da kimse sahip çıkmamaktadır.

Fikir (Kalem ve Kelam) erbabının çarpıtma ve saptırmaları!

“Milli Görüş Lideri, 54. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan vefatının 4. yılında anıldı. Peki, Erbakan hak ettiği şekilde anılıyor mu derseniz? “Kesinlikle hayır” cevabını çok rahat bir şekilde verebilirim. Bugün Türkiye’nin içeride ve bölgede, içine düştüğü duruma baktığımızda, Erbakan Hoca’nın değerini insan daha iyi anlıyor. Ancak (TV’lerde) bunu bile ifade edemeyecek kadar yetersiz programlar yapılıyor. Erbakan adına kutlama haftası ilan edip etkinlik yapacak kişilerin önce Erbakan’ı iyi tanımaları, Millî Görüş’ü bilmeleri gerekiyor. Erbakan’ı Tanımayanların düzenlediği Erbakan”ı Anma Haftası, ya kifayetsiz, düzeysiz etkinliklerle anlatılır, ya da yanlış tanıtılır. Nitekim öyle de oluyor… Erbakan’ı anlatanların ya da anma programları hazırlayanların, Adil Düzen konusunda ne bildiklerini çok merak ediyorum. Benim bu yazdıklarımı yıllar önce rahmetli Erbakan söylediğinde biz hiçbir şey anlamamıştık “Ey Müslüman, yıllardır bunları ben sana anlatmaya çalışıyorum, ama sen kalbini ve kulaklarını tıkıyorsun. Ama bak Yahudi anlıyor ve karşı tedbirini de alıyor. Ne olur bir sefer olsun, gâvurdan önce siz Beni anlayın!”

O halde gelin önce Erbakan haftasında “Uluslararası Adil Düzen Sempozyumları” yapalım. Önce Adil düzeni kendimiz anlayalım, sonra tüm ülkeye ve dünyaya anlatalım. Çünkü Erbakan bütün Türkiye’yi il il dolaşarak Adil Düzen Konferanslarını binlerce salonda tekrarlamış, o koca şahsiyetler de protokolde oturarak defalarca izleyip durmuşlardı! Ayrıca bütün teşkilatlara kolilerle Adil Düzen kitapçıkları gönderiliyordu herkese dağıtılsın okusunlar öğrensinler diye… Şimdi, Erbakan’ın uğruna hayatını adayıp bir ömrünü harcadığı Millî Görüş ve Adil Düzen hakkında bu kadar yetersiz olan insanlar acaba Erbakan adına anma haftası ilan edip de ne anlatacaklardı?”[3]

Diyerek doğru saptamalar ve olumlu yorumlar yapan bir yazarımızın; maalesef bunların hemen arkasından “AKP iktidarını, Erbakan’ın devamı ve tarihi programlarının uygulayıcısıdır” şeklinde anlaşılmaya müsait asılsız ve alakasız yorumlara girişmesi, kasıtlı olarak gerçekleri çarpıtma ve saptırma amacı taşımıyorsa, tam bir saflıktı ve safsataydı. Çünkü:

“Bugün birilerine göre Erbakan’ın yetiştirdiği öğrencileri tepeden tırnağa kadar iktidarda bulunuyor, ülkeyi yönetiyor. Buna karşın ezeli rakipleri, Erbakan sıfırdan başlarken devasa partilerin başında bulunan Demirel ve Ecevit gibi rejime bağlı liderler dönemindeki kadrolar bugün artık ülke yönetiminin hiçbir yerinde ve kademesinde yer almıyor! Bunu nasıl yaptı bunu da anlatamayacaklar. Dahası Türkiye bugün Erbakan’ın 40 yıllık Millî Görüş mücadelesi boyunca gösterdiği hedefler doğrultusunda yönetilmesi için neler yapılmalı bunları da anlatamayacaklar. Erbakan’ın siyasi mirasına şimdilik sahip olanlar Millî Görüş ve Adil Düzen’i anlama, kavrama ve gereğini yerine getirmede neler yapmalı neler yapıyorlar gelin bu haftalarda bunları da tartışalım. Ama bunu da anlatamayacaklar. Zaman kavga zamanı değildir, zaman birlik ve beraberlik zamanıdır. Erbakan’ı ancak Erbakan’ın uygulamaya geçirilen fikirleri anlatabilir… Bizler bunu görüyoruz, biliyoruz, yaşıyoruz elhamdülillah… Yazdıklarımıza abartı, uçuk diyenler belki de bizleri hain ilan edeceklere gerçekten üzülüyorum…” sözleri eğer “AKP’nin uygulamaları, Erbakan’ın hazırladığı Adil Düzen programlarıdır!” demek isteniyorsa, bu Aziz Hocamıza iftiradır ve bizzat kendi ikaz ve ifadesiyle “AKP’nin bütün günahlarını Erbakan’ın sırtına yıkmaktır.”

Ve hele bu safsataları “gerçekçi saptamalar” gibi alıp yayınlayan güya “Koyu Erbakancı” takılan yerel bir Gazete, Hakikaten AKP iktidarının ve Erdoğan’ın, Erbakan’ın takipçisi ve O’nun kutlu projelerinin tatbikçisi olduğuna inanacak kadar zihin yanılmasına tutulduklarından mı, yoksa bunların bütün hıyanet ve melanetlerinin vebalini Erbakan’ın sırtına yıkıp, gizli bir kin ve garezle Hoca’dan intikam almak duygularından mı böyle davranmaktaydı? Veya “Adil Düzen’in ve İslam’ın galibiyet ve hâkimiyetinin mümkün olmayacağı ve Siyonizm’le başa çıkılamayacağı” kanaatine kapıldıklarından mı AKP’yi alkışlamaya mecbur kalmışlardı?

Aziz Hocamızın varisi olanlar SP’li olmaktan ve bunu gurur duyarak açıklamaktan niye sakınmıştı?

Haber Türk TV’deki röportajında “Peki kime oy vereceksiniz?” sorusunu “O bizde kalsın!” şeklinde yanıtlayan ve değil inandığı davaya ve hatta taşıdığı soyadına bile asla yakışmayan tavırların sahiplerine hatırlatmalıydı. Saadet Partili olmak çok ayıp, günah ve yasak mıydı ki, bunu onurla ve huzurla açıklamak gerekirken, sanki çirkin ve kirli bir şeymiş gibi gizleme gereği duyulmaktaydı? Yoksa, safiyet ve samimiyetle kendisine seven ve sahiplenen insanları SP’den ayırıp AKP’ye kaydırma mesajı mıydı? Madem SP bu denli gereksiz ve gerçeksiz bir partiydi, neden O’nun Genel Başkanlığına soyunmuşlar ve şimdi bağımsız aday olup desteğini almaya çalışmışlardı?

Bütün bu durumlar karşısında: “Ey Nuh (selamet gemisine binmesini istediğin oğlun) kesinlikle senin ehlinden değildir. Çünkü o salih olmayan bir amel (ve emel sahibi)dir”(Hud: 46) ayetinin manevi muhatabı olmamak için herkesten daha çok korkmamız ve sakınmamız gereğini anlamamız lazımdı.

 Siyasi figüranların sahte kahramanlığı ve din istismarı!

 Yapılan bilimsel araştırmalar, nikotin zehri içeren tütün yapraklarına ve esrar üretilen Hint Keneviri otlarına, böceklerin ve sineklerin bile konmadığını; hatta karınca ve haşeratın margarin gibi suni yağlara yaklaşmadığını ortaya çıkarmıştır. Oysa insanla hayvanın farkı; Hakla Batılı, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı ayırmaya yarayan aklıdır. Hayvanların bile yaklaşmadığı zulüm ve zararlara bulaşan, hayrı ve şerri ayıramayan kimseler insanlık onurundan giderek uzaklaşmaktadır. Elazığ Palu kazasında yaşamış rahmetli Şeyh Mehdin Efendi, yeni kurdukları camilerinin açılışını yapmak üzere Karabegan’ın bir köyüne çağrılmıştı. Şeyh efendi, o köylülerin; faizcilikle uğraşan, komşular arasında fitne çıkaran ve başkasının namusuna kem gözle bakan huysuz ve soysuz bir adamı muhtar seçtiklerini haber almıştı. Camide ilk Cuma namazı kılındıktan ve ikram sofrasından sonra ilim ve hikmet ehli Rahmetullah Mehdin Efendiye yeni camilerini nasıl buldukları sorulunca verdiği yanıt herkesi şaşırtmıştı;

 “Çok güzel ve gösterişli yapılmış, ancak önemli bir husus eksik bırakılmış… Caminin içindeki dört duvarı boyunca yemlikler (ahırlarda hayvanların yemlerini yiyeceği özel bölümler) de tamamlansaydı daha iyi olacakmış!..”

 Sözde dindar kahraman AKP iktidarı döneminde bütün milli ve yerli sanayimizin çökertilmesi, bütün fabrikalarımızın ve kazanımlarımızın yabancılara peşkeş çekilmesi yanında, ahlaki ve ailevi tahribat da korkunç boyutlara ulaşmıştı. Zina suç olmaktan çıkarılıp fuhuş yaygınlaştırılmış, eşcinselliğe meşruiyet kazandırılmıştı. İşte güya devletin denetimde ve AKP Hükümetinin gözetimindeki çocuk yetiştirme yuvalarının bir kısmı maalesef fuhuş merkezlerine ve gizli genelevine döndürülmüş bulunmaktaydı. Elazığ Harput Yetiştirme Yurdunda yıllardır devam ettiği anlaşılan ve bütün görevlileri açığa alınan tecavüz skandalı, bu dindar AKP’nin yüzkarası ve ahlâk aynasıydı.

 AKP’nin faiz belası ve borç batağı

12 yıllık AKP iktidarı boyunca, halkımız kasıtlı ve planlı bir “Beyin yıkayıp faizli krediyle borçlandırma” süreciyle %80’i çoğu Yahudi olan yabancıların elindeki bankalara borçlandırılmış, Türkiye “gizli sömürge ülkesine” toplum ise, tüketim teşvikiyle “Siyonist sermaye kölesine” çevrilmiş durumdadır. Memurundan işçisine, esnafından köylüsüne, tam 16 milyona yakın insanımız; ev, araba, mobilya sahibi olma ve tatil yapma hevesiyle bankalara borçlandırılmış, yani faizci vahşi kapitalizmin uzaktan kumandalı kuklaları konumuna taşınmıştır. Böylece faizli krediye bulaştırılan her vatandaşın en az gelecek 10 (on) yılının bütün kazancı ve aylığı peşinen ipotek altına alınmıştır.

Bugün devlet dairelerinde, belediyelerde ve özel sektörde çalışan kesim, artık aybaşında bankamatik sıraları oluşturmamaktadır; çünkü maaşlarının tamamı zaten faizli kredi borçlarına mahsuben kesilmiş olmaktadır. Artık en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan işçi ve memur kesimi, mecburen hanımlarına –ne olursa olsun- iş bulma telaşına kapılmakta, bu da aile yapısının sarsılmasına, yuvaların dağılmasına, psikolojik bunalımların artmasına ve kıskançlık katliamlarına yol açmaktadır; çünkü namus düşmanlarına ve fırsat istismarcılarına gün doğmaktadır.

Türkiye’yi yabancı kaynaklı ve ekonomikman teslim alma maksatlı “karşılıksız sıcak para” ile aldatıcı ve günü kurtarıcı bir sahte rahatlık ortamıyla avutup oyalayan AKP iktidar kurmayları, hatta fiili Başbakan gibi davranan Sn. Cumhurbaşkanı ile maalesef büyük payı yabancı ortaklı Merkez Bankasıyla giriştiği laf atışmaları –veya planlı danışıklı dövüş hesapları- nedeniyle hızla artan dolar yükselişi sonucu sadece bir ayda borç toplamı tam 100 milyar dolar artmış bulunmaktadır.


[1] Bak: 8 Mayıs 2015, Milli Gazete

[2] R.Nuri Erol, Milli Gazete

[3] Yücel Kemendi, Adil Düzen’i bilmeyen Milli Görüşçüler, http://www.memleket.com.tr, 4 Mart 2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/temmuz-2015/inkilaba-az-kaldi-meta-

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi