Anasayfa » İMAN ŞUURU VE İRFAN HUZURU (AÇIKLAMALI)

İMAN ŞUURU VE İRFAN HUZURU (AÇIKLAMALI)

Yazar: yonetici
0 Yorum 109 Görüntüleyen

İMAN ŞUURU VE İRFAN HUZURU

      

Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim

(Dünyada; yarattığı her varlığını ve tüm kullarını esirgeyip koruyan, isyan ve kusurlarına bakmayıp yine ihtiyaçlarını karşılayan ve düzelmesi için mühlet sunan)“RAHMAN”; ve (Ahirette; sadece iman ve itaat ehlini bağışlayıp, sonsuz rahmet ve nimetlerine kavuşturacak;) “RAHİM” (olan) ALLAH’ın adıyla… •Bu işe, ibadet ve imtihan niyetiyle başlamaktayım, •O’nun emir ve hükümleri doğrultusunda bu işi yapıp tamamlayacağım, asla harama ve hilekârlığa sapmayacağım. •Bu işte sadece Allah’ın rızasını, kullarının hatırını ve insanların rahatını ve menfaatini amaçlayacağım. •Bu işi ancak Allah’ın inayetiyle başaracağıma inanmaktayım.
    
İMAN ŞUURU VE İRFAN HUZURU
    
Nur-i Ahed1 olmuş, Suret-i Ahmet2
Muhammed’de meşhur, Siret-i Rahmet3…
    
1- Nur-i Ahed: Bir olan Allah’ın nuru.
2- Suret-i Ahmed: Hz. Peygamberimizin yüzünde ve görünüşünde yansıyan İlahi Nurun zuhuru.
3- Siret-i Rahmet: Rahmet hali, merhamet timsali, içyüzü ve manevi özelliği.
    
Manası:
“Ahed”, yani bir olan Allah’ın nuru, Efendimiz Ahmed’de tecelli edip ortaya çıkmıştır.
Cenab-ı Hakk’ın Rahmet sıfatının en meşhur tecellisi Muhammed Mustafa Aleyhisselam’dır…

Açıklama:

Kulhu Vallahu Ehed: “(Ey Resulûm, “Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu bize açıkla” diyenlere) De ki: “O Allah, birdir. (Eşi, dengi, benzeri, şeriki, yardım edicisi, ihtiyaç hissettiği, öncesi, ölmesi, acizliği, eksikliği, bilgi yetersizliği ve beceriksizliği asla bulunmayan tek ve gerçek İlahtır.
Nur-i Ahed: Bir olan Allah’ın Zât’ı; zamandan, mekândan ve şekilden münezzehtir. Allah (C.C.) Kemâl sıfatı ile muttasıftır. Bilinmemesi bir eksiklik olduğundan Hadis-i Kudsi’de: “Ben bir gizli hazineydim, bilinmeyi murat ettim.” buyrulmaktadır. “Levlâke Levlâk Lemâ Halaktü’l Eflâk” (Sen olmasaydın, Ben âlemleri yaratmazdım.) buyuruyor. Yine başka bir Hadis-i Kudsi’de; Cenab-ı Hak Zülcelâl Hazretleri, Kendi nurundan Efendimiz’in (A.S.) nurunu yarattı ve Zâtında tecelli buyurdu. Efendimizin nurundan tüm varlıkları yarattı. Dünya gözüyle Cenab-ı Hak’kı görmek muhal, ahirette cennetlik kullarına “sözlü bir selam var” diye Yasin: 58. ayette buyrulmaktadır. Ahirette, cennet ehlini selamlayacağını işaret etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın Nuru en mükemmel Efendimiz’de tecelli etmiştir.

      

Bil O, Sultan-ı Âzamdır, Kemâline zeval ermez /
Celal-i Kibriyasından, Cemâline hayal ermez /
      
Manası:
(Cenab-ı Hak en yücedir. O’nun mükemmel varlığına ve sıfatlarına hiçbir şey zarar veremez.
Nurunun azameti o kadar yücedir ki, O’nun güzelliğini hiçbir akıl hakkıyla idrak edemez.)

    

Tecelli tahtının Şâhı, Hakikâtın bürhanıdır
Ol Muhammed Mustafa’nın, Her haline sual ermez
      
Manası:
(Kâinatta tecelli eden en yüce Şah Efendimiz, Cenab-ı Hak’kın en büyük delili ve temsilcisidir.
Muhammed Mustafa’nın öyle yüksek hakikatleri vardır ki, bu gerçek akılla değil ancak iman ve irfanla anlaşılır.)

    

Sırr-ı ekberdir Muhammed, Seyyid-ü Kevnü mekân
Nur-i ezherdir Muhammed, Es’ad-ü hinü zaman
      
Manası:
En büyük sır, ve her iki âlemin Efendisidir Muhammed Aleyhisselatuvesselam.
Tüm zaman ve devranların, Nur çiçekleridir ve her asrın arslanıdır Muhammed (A.S.V.)

    

Güneş O nurun katresi, Ay ise zerresidir
Yar-i ekmeldir Muhammed, Sahib-ü Can-u Cinan…
    
Manası:
Güneş O nura göre bir damla, Ay ise zerre hükmündedir.
Gerçek ve en mükemmel yâr ve yardımcımız O’dur. Tüm canların ve cennetlerin Efendisi O’dur.

      

Ahmed Ahad’in zuhuru, Mehdi Muhammed aynası
Necm-i hidayet öğretir, Yüz dört Kitabın manası 
    
Manası:
Ahmed Ahad’in nura ve cisme dönmüş hali, Mehdi (Necmi Hidayet) O’nun aynasıdır.
O hidayet yıldızı, 104 kitabın manasının ortak hikmeti ve öğreticisidir. (Hoca-i Kâinattır) 

      

Muhammed Mehdiye hizmet, Dünya ve ukba saadet
Vuslat bayramı istersen, Ateş-i aşka yanası…
    
Manası:
Dünya ve ahiretin saadeti Hz. Mehdiye (Din Yıldızına) sadakat ve Onun yoluna hizmettir.
Ona kavuşmak istersen, aşk ateşiyle kavrulmak gerek.

Açıklama:

Cenab-ı Hak Rahmet sıfatıyla da Efendimizde tecelli buyurmuştur. “Ve mâ erselnâke illa rahmeten lil âlemin” buyrulmaktadır. Efendimiz (A.S.) sadece yeryüzüne değil, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Miraç hadisesinin bir sırrı da, burası olması idi. 250 bin galaksinin ve bilmediğimiz nice âlemleri ziyaret ettiği zaman zarfında; Cenab-ı Hakk’ın zaman içinde zaman yaratması ya da zaman farkıyla, yine bilmediğimiz özel görevlerini ifa etmiştir. Belki bu ziyaretin, bir ömür mesafesi olması da Cenab-ı Hak’kın imkânı dâhilindeydi.
Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki; İslam’da en büyük maksat: “Âlemlerin fahr-ı ebedisi, beşeriyetin hakiki Mehdisi, nefs-i nâtıka-i kâinatın (bütün mevcudat ve mahlûkatın aslı ve esası olan) kalbi, hilkatın (mastarı kaynağı) ve gayesi, mevcudatın Efendisi, düşmanlarının tasdikiyle dahi, insanlığın en mükemmeli ve en büyük rehberi, en şerefli şahsiyeti, sözce ve özce en yükseği, ilim ve hikmetçe en erişilmezi, on dört asırdan beri adil ve asil şeriatiyle ve şefaatiyle ve elinde en sağlam şahidi ve delili olan Kur’an-ı Kerim’iyle kâinatı nurlandıran Hazreti Muhammed’i (aleyhisselatü vesselamı) tanımak ve O’na iman ile tabi olup anlamak için irfan tedarik etmektir…”
Bu bir kısmet meselesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki, bütün ilimlerin fevkindedir.
Hadisat ve tasavvurattan (yaratılmışlardan ve hayal olanlardan, Zâtı itibarıyla) münezzeh olan… Her Şe’nde kayyumiyet’i zatiyesi meşhud bulunan (yani her hâl ve hadisede, canlı ve cansız her şeyde, göklerde ve yerde sürekli tezahür ve tecelli halinde olan)… Bir şeyi her şey, her şeyi bir şey yapan… Bu âlemlere sonsuz merhametiyle imdad buyuran… Bütün ihtiyaçları giderip doyuran… Vücudu ile mevcut, sıfatı ile muhit, esması ile ma’lum, ef’ali ile zahir, asarı ile meşhud olan Cenab-ı Hak, bilinmesini diledi… Ve Kelime-i Şehadet nurundan Âlemi ve Ademi halk eyledi.
Bütün mevcudat; Besmele’de bulunan ALLAH, Rahman ve Rahim isimleriyle (Esma-i İlahi) vücuda gelip var edilmektedir. Ve de bütün mevcudat; Allah’ın, Cemâl ve Celâl denilen iki kudret parmağının arasında şekillenmektedir.
İsm-i Celâl olan: “ALLAH” Lafzı; ism-i Zattır.
İsm-i Kemâl olan: “ERRAHMAN” Lafzı; ism-i Sıfattır.
İsm-i Cemâl olan: “ERRAHİYM” Lafzı; ism-i Ef’aldır.
Ve Cenab-ı Hak, Hazreti Muhammed (aleyhisselatü vesselam)’a hitaben:
“Küntü kenzen mahfiyyen, fe ahbebtü en u'rafe fe halektül halke li uğrafe bihi.”
Ferman-ı Sübhanisinde:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim, Zâtımdan Zâtıma vaki olan tecellide, zulmetin mukabili olmayan ve Muhabbet-i İlahimin sureti olan Nurü'l – Envar zahir oldu, ismini “Hamd olunmuş” ma'nasına “MUHAMMED” koydum. Suret-i Subhanimin mazharı ve temsili, Muhabbet-i İlahimin tecellisi oldu. Ve Kendisini Kendime ayine yaptım.”buyurur ve sıfatlarının aksini ve gölgesini orada tecelli ettirir.
Yine Cenab-ı Hak, Habib-i Kibriyası hakkında:
“Hüvelleziy ersele resulehu bilhüda ve dinil hakkı liyuzhirehu aleddini küllihi ve kefâ billâhi şehiden”
“Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hak Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hak’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) şahit olarak Allah (C.C) yeterlidir.” (Fetih: 28) ayetini indirmiştir.
Meal-i âlisi:
“Habibim Muhammedim!
Varidat-i İlahimle Seni teçhiz ettim, vikaye-i İlahimden Sana zırh giydirdim ve Seni böylece âlemlere rahmet olarak gönderdim. Kâfirler patlasa, müşrikler çatlasa, münafıklar çıldırsa, mürtedler sızım sızım sızlasa… Kıvrım kıvrım kıvransa… Yine de Sen, muhakkak galip geleceksin. Ben Senin Azamet-i Ahmedini ila maşaallah devam ettireceğim. Bidayetsiz ezelden, nihayetsiz ebede kadar, Senin sözün geçecek ve hükmün yürüyecektir. Şanın ve namın (beş vakit ezanlarla, okunan Kur’an’larla ve getirilen salavatlarla ve uygulanacak şeriatınla), ebede kadar ilan edilecektir. Dinin ve adalet düzenin; aklen ve ilmen her zaman galip gelecektir. Çünkü hilkatten gaye Sensin. Seni Kendim için, âlemleri de Senin için halk eyledim.
“Hem bütün kâinat, irtidat (ve Seni inkâr) etse, yine mahzun olmaman gerekir. Çünkü Sana ilk iman eden Benim. “Ve kefa billahi şehiden” Senin risaletine, Allah’ın şahid oluşu elbette yeterlidir!..”

      

O nur-i mücessem4, Ruhi Rabbani5
Suret-i insanda, Sırrı Rahmani…
    
4- Nur-i mücessem: Nur’un cisimlenmiş hali.
5- Ruhi Rabbani: Rabbani ruh. İnsanın özünü oluşturan İlahi sır nefesi…
    
Manası:
İlahi Rabbani Nurun insana üflenmiş mücessem (cisimleşmiş) son hali bir harikadır. Rahmani gizlenen sırrın insan suretinde zuhuru, Efendimizde açığa çıkmasıdır.
Açıklama:
“Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona (insana, Kendi) Ruhundan üfledi. Sizin için de kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Ne nankör insanlarsınız!)” (Secde: 9)
Gerçek varlık Cenab-ı Hak’kın nurudur. O Nur; madde boyutunda nebatta, hayvanatta ve insanda tecelli buyurmuştur. İnsanlarda da farklı boyutlarda tecelli olmuştur. En mükemmel boyutu ise Efendimizin Zatında tecelli boyutuna ulaşmıştır. Miraç’ta vuku bulan, Hz. Cebrail’in sınırlarının son bulmasının ardından; Efendimiz ile Allah (C.C) birbirine mesafesi, Ok ile Yay’ın birleşmesi misali, madden ve ruhen varlık âleminin en mükemmel şekli cem edilmiş. Kasidede zikredilen;“Adım ile bile yazdım adını” sırrı tamama ermiştir.
Varlık boyutunun en mükemmel şekli insandır. Bu sebeple insan, Halife olarak temsil makamındadır. İnsan olarak yaratılmak ve asıl Müslüman olarak vahiyle muhatap olmak en yüce şereftir. Allah (C.C)’ın   insanlara verdiği nimetler karşılığında, bizleri nankörlük yapan kullardan etmesin.
“Allah, Kendi nurundan Muhammed (AS) nurunu, Muhammed (AS) nurundan da; Adem'i ve kâinatı yaratmıştır. Bu durumu Resulûllah: “Ben Allah’ın nurundanım, mü'minler de Bendendir.” Hadis-i Şerifiyle açıklamışlardır.
“Kelime-i Şehadet nuru, bütün mevcudatın varlığına sebep olan, Allah ve Resulü ile, kulları arasındaki rabıta olan… Zahiri ve manevi, (yani hem görünen, hem de gizli) ezeli ve ebedi varlığı ve şahsiyeti olan bir nur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kelime-i Şehadet nuru, Adem’in (AS) ve âlemin yaratılmasına sebeptir. Bir Kutsi Hadis’te:“Habibim; sen olmasaydın, bu alemleri yaratmazdım.” buyrulmaktadır. Bu Kutsi Hadis’ten anlaşıldığına göre: Her şey, Kelime-i Şehadet nuru olan Muhammed nurunun hürmetine ve O’nun için yaratılmıştır. (Muhammed nuru) bütün yaratılanların, (hem) yaratılış sebebi, (hem) maksadı, (hem de) yaratılanların varlıklarına esas olmaktadır.
Burada şu hususu belirtmekte fayda vardır: “Kelime-i Şehadet nuru” yerine, zaman zaman “Muhammed nuru” diyoruz. Daha evvel de bahsedildiği üzere, Muhammed nuru, Allah’ın Zât nurundan yaratıldığı için, özünde Zât nurunu bulundurmakta, O nurla beraber bulunarak, O nurun halifesi olmaktadır. Bu cihetiyle, Kelime-i Şehadet nurunun bir adı da: “Halifetullah”tır. Varlıklara esas olan bu nur, Allah’la bütün mevcudat arasında; izzetli bir perde, bir rabıta, bir vesile ve bir rahmet olarak daima mevcuttur. Her varlık, Muhammed nurundan bir cüz’ü kendi özünde bulundurmaktadır. Özündeki bu nur, onun Allah ve Resulû’nü bilmesine de vesile olmaktadır.”

  

Tecelli sırrıyla, temsil zuhuru
Hikmet ikliminde, Tevhid huzuru…
    
Manası:
Efendimizde tecelli eden temsil sırrının hikmetle zuhur edip ortaya çıkması, bu sırra vakıf olanların gerçek huzura kavuşması.    
Efendimizde tecelli eden o sır Cenab-ı Hak’kı temsil makamıdır. Hz. Peygamber (SAV) dışta Allah’ın insanlara temsil makamıdır. Özde ve hakikatte ise Cenab-ı Hak’la sürekli beraberlik içindedir. Tevhid ikliminde Ahmed: Ahed’in tezahür ve tecellisidir.

Açıklama:

Sufi Necmeddin er-Razi “Birsadu'l-ibad” adlı eserinde şöyle diyor: “Bir ağacın oluşunda, nasıl ilk önce bitki olarak bir tohum ekilir, bitkiden dallar, sonra yapraklar ve ardından da kendisinde tohum taşıyan meyve meydana gelirse, aynı şekilde nübüvvet dairesi de, Hz. Peygamberin beşeri tezahürüyle sonuçlanmak üzere, Muhammedi hakikatle, (yani) Hz. Muhammed’in iç gerçeği ile (batıni ve manevi özüyle) başlamıştır. O böylece kendi varlığı ile sentezleştirdiği ve birleştirdiği peygamberlik dairesinin, esasta başlangıcı ama dışta sonuncu olmaktadır. O dışta; “beşeri bir varlık” ama içte ise; “evrensel insandır.” Her manevi mükemmelliğin ölçüsü ve mizanıdır. Bizzat Hz. Peygamber, şu hadiste olduğu gibi, kendi tabiatının bu içsel yönüne imada bulunur. “Ben “mim” siz Ahmed’im (yani birlik'i ifade eden ahed), ayn'sız bir Arab'ım (yani Cenab-ı Hak’kı ifade eden Rabb), Beni gören Hak’kı görmüş gibi olur”
Bu sözler, Hz. Peygamber'in (SAV) Allah'la münasebetini ifade buyurur. Bu gerçek, Gülşen-i Raz'dan alınan şu Farsça şiirde olduğu gibi, asırlar boyunca nice defalar tasavvuf ehli tarafından tekrarlanıp durmuştur:
“Ahmed ile Ahed arasında, yalnız bir mim farkı vardır.
Âlem ise; bu bir tek mim'de gark olmuş durumdadır.”
Hz. Muhammed’in bâtıni ismi Ahmed'i, Allah'tan ayıran bu mim, asla; yani (öze) dönüşü, ölümü (mevt) ve ebedi gerçeklere uyanışı sembolize eder. Onun sayısal eşdeğerliliği, İslam'da peygamberlik yaşını bildiren kırktır. Hz. Peygamber (SAV), dışta; Allah’ın insanlara elçisidir. Özde ve hakikatte ise; Cenab-ı Hak’la sürekli beraberlik içindedir. Tevhid iklimindedir. Çünkü Ahmed, Ahed’in tezahür ve tecellisidir.
İslam'da; peygamberlik müessesesine ayrılmaz şekilde bağlı bulunan “Kâmil İnsan” doktrini, İslam üzerine sonradan yapılan tesirlerden kaynaklanmış olmaktan uzaktır.
Bu daha çok, Hz. Peygamberin arasında bulunduğu Sahabeleri içerisinde, zahiren ve samimiyetle kendisine tabi olanların yanında, bâtıni mesajının da mirasçıları olanların, Resulûllah’ta şahit oldukları hakikate dayanmaktadır. İslam’ı; manevi ve entelektüel boyutundan mahrum etmek isteyenler, bu temel doktrini sonradan yapılan bir taklitmiş gibi göstermeye çalışır. Sanki Hz. Peygamber (SAV), gerçek tabiatı içinde böyle olmasaydı; sadece, kendisine böyle bir makam atfedilmesiyle, bu denli etkili ve sürekli tarzda; “Kâmil İnsan ve Halife-i Rahman” olabilecekmiş gibi sanılır. Hâlbuki bir kütleye, güneş demek; onun ışık saçması için yeterli olmayacaktır. Hz. Peygamber, daha sonra “Kâmil İnsan” ismini alan bu realiteye, bizzat kendisi sahip bulunmaktadır. Yani bir şeyle “isimlendirilen” kendisine bu ismin verilmesinden önce, bu sıfatlara ve hakikatlere sahip olmalıdır. Vahyin kaynağından uzak olmaları nedeniyle, daha etraflı bir açıklamaya muhtaç bulunan gelecek nesiller ise: mürşid, müceddid ve mehdi vasıtasıyla bu sırrın gerçeğine ulaşacaktır.
Sonuç olarak denilebilir ki, Hz. Peygamber (SAV) bugün de; hem sosyal ve siyasal hayatın mehdisi, hem de manevi hayatın ruhani rehberi konumundadır.
Varlığın Bir’liğine ulaşmak ve bunu ruh iklimine sindirmek, hayır ve şerri yaratanın aynı Zât olduğuna mutmain olup razı olmak, insanı Tevhid olgunluğuna eriştirecek. Her iki cihan saadetinin anahtarı olacak sır burada yatmaktadır.

    

Göklerin ve yerin, Nurudur Allah6
Nur cevhere7 döndü, buldu inşirah8…
      
6- Nurudur Allah: “Allah, göklerin ve yerin Nurudur” (Nur Suresi: 35. Ayet)
7- Cevher: Maddenin ve elementlerin özü, mayası.
8- İnşirah: Açılma, açığa çıkma, ferahlık.
      
Manası:
Allah’ın (C.C) Nuru, yerde ve gökte bulunan her şeyde aşikâr olmaktadır. Nur, derece derece cevhere ve maddi görüntüye ulaşıp, İlahi sanat zahir olup yayılmaktadır.

Açıklama:

“Allah, göklerin ve yerin Nurudur. O’nun Nurunun misali (bir örneği), içinde (parlak ışıklı) fitil bulunan bir lamba benzeridir; (o) lamba da bir sırça (cam fanus-ampul) içerisindedir; (o) sırça (ampul ise), sanki incimsi bir yıldızdır ki; (içindeki parlak ışık) doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş (gibidir; bu öyle bir ağaç ve nurani bir kaynaktır ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Açıkça elektrik enerjisine benzetilmektedir. Bu,) Nur üstüne nur (aydınlık, kolaylık ve huzur demektir). Allah, kimi dilerse onu Kendi Nuruna (hidayet ve hikmet yoluna) yöneltip-iletir. Allah insanlar için (işte böyle) örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir. [Not: Bu ayet; kâinatın ve bütün varlıkların, İlahi Nurun farklı tecellilerinden ve atomik enerjinin değişik dalga boyutu tezahürlerinden yaratıldığına işaret etmektedir.]” (Nur: 35. Ayet)
“Allah, göklerin ve yerin Nurudur.” Ayet-i Kerimesi de, bizim aklımız, anlayışımız ve algılamamıza göre; cismani ve nurani bütün varlıklar, maddeden ve cevherden, biçimden ve benzerlikten, zamandan ve zeminden münezzeh ve müberra olan Zât “Nur”unun, yani saf enerji olgusunun farklı biçim ve boyutlardaki yoğunlaşmış durumudur. Bütün âlemler bir film şeridi gibi; sürekli yaratılıp bizim ruh ekranımıza yansıtılan gölge ve görüntülerden ibaret bir “kader kurgusu”dur.
Nur: 35. ayetinin devamında, bu İlahi Tecelli “Nur”unun, iç içe ve çok farklı şekillerde temessül ve tezahürüne işaret buyrulmuştur. En basit bir tespitle: Elektrik ve atom enerjisi yoğunlaşıp “elektron”u… Elektron yoğunlaşıp “atom”u… Atom yoğunlaşıp “molekül”ü… Moleküller yoğunlaşıp madde ve organları… Organlar, sistemleri ve varlıkları oluşturduğu ve yine, buzun suya… Suyun buhara… Buharın enerjiye dönüştüğü bilinse de, gerçek: Hepsinin aslının aynı “Nur” olduğudur.
O “Nur”dan, önce Efendimizin Nuru ve Ondan Hz. Âdem (A.S) tecelli etti. Cümle mahlûkat Efendimizin nurundan yaratılmıştır. Efendimiz madde âleminde de var olmuşsa da ama mana âleminde her şeyden ve herkesten önce olması, yine Onun yüce şanındandır. Efendimizin Ruhaniyetinin şahidi Cenab-ı Hak’tır. Âlemlerin şahid olması; Kelime-i Tevhid-i, Kelime-i Şehadetle teyit etti. (La ilahe İllallah Muhammeden Resulullah.) Nur madde boyutuna geçerken, ilk hali yani (cevher), bütün madde ve elementlerin yapı taşı durumuna geçerek, zahiri varlık boyutuna erişip açığa çıkması, atom altı yapılar-hücreler ve maddenin oluşumuna işaret vardır. Sonra sırasıyla Nebatat, Hayvanat, İnsan, İnsan-ı Kâmil ve en Yüce Tecelli Efendimiz (SAV)’le Nur inşirah bulup açığa çıkmıştır.

    

Halife-i Ruy-i, Zemin9; Necmidir10
Rauf Rahim11 ve el, Emin; Necmidir…
      
9- Halife-i Ruy-i Zemin: Bütün yeryüzünün hakimi, halifesi, lideri: (Zillüllahi Ruy-i Zemin: Allah’ın yeryüzündeki gölgesi.)
10- Necmiy: Çıkıp zuhur eden Din yıldızı.
11- Rauf ve Rahim: Mü’min ümmetine çok şefkatli ve merhametli olan Hz. Peygamber Efendimiz.
      
Manası:
Yeryüzünün halifesi Din Yıldızı olan Zât, Efendimizin temsilcisi olarak, Mehdiyet makamında ortaya çıkıp zuhur eden Necmidir… Ümmetine çok şefkatli ve merhametli olan El Emin sıfatlı Peygamberin temsil makamında, Mehdiyet sırrında olan Necm-ü Hidayettir. (Din Yıldızıdır.)

Açıklama:

“Andolsun ki size kendi içinizden; sıkıntıya düşmeniz (ve zorluk çekmeniz) O'nun gücüne gidip, izzeti nefsine dokunan, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Elçi gelmiştir.” (Tevbe: 128)
“Çıkıp zuhur ettiği zaman Necm’e yemin olsun ki; [Not: Necm: Bir konuyla ilgili inen toplu Kur’an ayetleri faslına; veya, yaratılış ve imtihan gayelerini açıklamak üzere çıkıp zuhur eden “Din Yıldızına” denir. “İza heva” kelimelerine “battığı zaman” yerine; “doğup aydınlattığı zaman” manası daha uygun düşmektedir. Burada zikredilen Necm; Hz. Peygamber Efendimizin zuhuruna ve tarihi medeniyet-Mehdiyet inkılabına da işaret olabilir.]” (Necm: 1. Ayet)
Bu konuda asıl mevzu Mehdiyet gerçeği ile alâkalıdır. Kasas 85. Ayet-i Kerimesinde “(Ey Resulûm!) Kur’an’ı(n ahkâmını ve ahlâkını uygulamayı) Senin üzerine farz kılan (Allah), elbette Seni dönüş yerine iade edecek ve (Medine’den Mekke’ye, veya ahirete ve cennete, ya da ümmetin liderliğine) geri gönderecektir. De ki: “Rabbim kimin hidayete geldiğini de, kimin açıkça bir sapkınlık içine girdiğini de çok iyi bilmektedir.” Burada asıl vurgu; ayetin muhatabının tekrar ümmetin başına gelip adil bir sistem kurma görevine işarettir. Zaten Efendimize son inen ayet, Bakara 281’inci ayeti idi. Efendimiz bundan 7-9 gün daha fazla yaşadığı rivayet edilmekte, yani Efendimizin Kur’an’ın tamamlandıktan sonraki uygulama döneminin çok kısa olduğu, konunun Mehdiyet sırrı ile alâkalı olduğunun delilidir.
Rauf-Rahim: Mü’min ümmetine çok şefkatli ve merhametli olan Hz. Peygamber Efendimiz, El Emin sıfatı ile de muttasıftır. Asrımızda Kur’an hükümlerini sistemleştiren Zâtın mübarek adlarının Necmeddin (Din yıldızı) ve çocukluk döneminde o Zâta Necmi diye hitap edilmesi; Milli Çözüm Ekibinin, Aziz Erbakan Hocamıza talebe olması, en büyük nimet ve bahtiyarlıktır. Allah şefaatinden ayırmasın, şaşırtıp şımartmasın.      

                                 Şiir

Bin bir yüzle göründün; anlamadılar, hiç anmadılar
Tek-bir yüzle göründün ya, yine Seni tanımadılar
Hidayet nurunla, gönül gözlerini açtığın dostlar
Ahmed’le tecelli eden Ahed’e, secdeye kapandılar      

Sözleri yüksek bir iman şuuru ve irfan olgunluğudur…      

                                Şiir

Ey, âlemdeki gizemlik, “ben”likteki özellik!..
Yârda teselli, hâlde tecelli, yelde esensin…
Ey gönlümdeki gerçeklik, güllerdeki güzellik,
Var edip de, varlığından haberdar eden Sen’sin!..      

dizeleri, dervişlerin ve ermişlerin huzurudur!…

     

Atom molekül hücre, hayatı ören
Her dilde diyen kim, her gözde gören…
      
Manası:
Bütün varlıkların en küçük yapı taşlarından, hücreye varıncaya kadar çepeçevre kuşatan ve tüm canlıların dilinde konuşan ve gören hakikat, Cenab-ı Hak’tır…

Açıklama:

Fatiha Suresi 2. Ayetinde; “Her türlü hamd, şükür ve övgü, (canlı ve cansız bütün varlıkları ve özellikle insanı; atom altı enerji zerreciklerinden moleküllere, protein hücrelerinden, sinir, sindirim, dolaşım ve boşaltım gibi yüzlerce sistemlere kadar: Her saniye milyarlarca harika bileşim ve iletişim halinde yaratan… Şehirler büyüklüğündeki en gelişmiş bilgisayarların bile bunların milyonda birini başaramayacağı şartları oluşturup, her şeyin ve herkesin bütün ihtiyaçlarını karşılayan, bizim ve) âlemlerin Rabbi olan Allah’adır, (minnet ve hizmet O’na yakışır, ve O’na layıktır).”
Bu dünyada her şey Allah'ın yaratmasıyla hayat bulmaktadır. Üstelik insanın, “kendim yapıyorum” dediği şeyler de ancak Allah'ın dilemesiyle vücut bulmaktadır. Bir insanın Allah'tan bağımsız bir fiili yapması, imtihan ve sorumluluk gereği verilen cüz’i irade dışında, kendine ait muktedir bir iradeye sahip olması gibi bir durum söz konusu değildir. Kur’an'da bu gerçeğe şu ayetlerle dikkat çekilmiş durumdadır:
“Oysa sizi de, yapmakta olduğunuz bütün amellerinizi (ve hareketlerinizi) de, Allah yaratmıştır (yaratmaktadır).” (Saffat: 96)
“… (Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, düşmana karşı top gülleleri ve tüfek mermilerine dönüşen kumları avucuna alıp) Fırlattığın zaman da Sen atmadın, fakat Allah attı. …” (Enfal: 17)
Tüm bunların sonucunda anlıyoruz ki, gerçek ve mutlak varlık yalnız Allah'tır. İmam Rabbani gibi büyük İslam âlimleri, bu gerçeği ifade etmek için; “Var olan tek mutlak varlık sadece Allah'tır, O'ndan başka her şey gölge varlıklardır” buyurmuşlardır. Bu; mevcut dünyanın, kâinatın ve diğer varlıkların “yok veya hayal” olduğu anlamını taşımamakta, sadece bunların sun’i ve geçici oldukları vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Dilemeyi, kabulü ve hayatımızın her anını kader programında tanzim eden Allah (C.C)’dür.Tekvir Suresi 29. Ayetinde; “(Unutmayınız ve haddinizi aşmayınız ki) Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!(Öyle her arzu ettiğinize erişemezsiniz. Zira her şey Allah’ın elinde ve takdirinde bulunmaktadır.)” buyrularak, bizim bir şeyi dileyebilmemizin de Allah’ın dilemesiyle olacağını hatırlatmaktadır.
Vahdet-i Vücud: Bütün yarattıkları, Allah (CC) nurunun değişik boyutlardaki yansımasıdır. Yarattıklarının sahibi ve hâkimi elbette Cenab-ı Hak’tır. Tüm mevcudat sürekli bir yaratılma halindedir. Bu yaratma, görme, işitme, konuşma, tad alma gibi her şekilde olmaktadır.
Evet, bütün varlıkların en küçük yapı taşlarından, hücreye varıncaya kadar, çepeçevre kuşatan ve tüm canlıların dilinde konuşan ve gören hakikat: Cenab-ı Hak’tır.

      

Bin bir ismi, milyar resmi farika12
Tabiat kâinat, eseri harika…
      
12- Farika: Farkını ve yüksek vasfını ortaya koyan, başkalarından ayıran.
      
Manası:
Her bir isminde, milyarlarca tecellide farkını ve yüksek vasfını ortaya koyan Allah’tır… Bütün kâinat O’nun mucizevi sanat eseri olan varlıklardır.

Açıklama:

Cenab-ı Hak; 1001 ismi ile tüm yarattıklarında tecelli etmiş, her yarattığını üstün bir sanatla donatmıştır.      

                    ŞİİR

Âlemin nakşını hayal görürüm
O hayal içre, bir Cemâl görürüm
Cümle mevcudat ki, Mazhar-ı Hak’tır
Anın içün, kamu kemâl görürüm
      
Tecelli cilvesi, cümle gölgeler
Her zerresi bin bir ismin belgeler
Hayy varken hayale kanmaz bilgeler
Zât-ı Hak’tan gayrı zeval görürüm
      
Lügatce:
Nakış: Planlı ve sanatlı süs.
Cemâl: Yüz güzelliği, mükemmel görüntü.
Mazhar-ı Hak: Cenab-ı Hak’kın zuhuratı, tecellisi, yaratık; yaratanın aynasıdır.
Mevcudat: Var olan, tüm maddi ve manevi varlık.
Kamu: Hepsini
Kemâl: Tam ve kusursuz olgunluk. (Her şey bir sanat şaheseridir.)
Tecelli cilvesi: İlahi yaratılışın göz alıcı güzellikleri.
Hayy: Ebedi diri olan ve her şeye can katan Allah.
Zeval: Gelip geçici, sona eren, bitip tükenen.
    
Her bir kar taneciğindeki farklı tezahürlerdeki sanatı, O’nun en büyük mucizelerindendir.
Bütün yerler ve gökler ve bunların içindekiler… Ve cümle âlemler, hepsi Cenab-ı Hak’kın vahdet ve kudret eserleridir.
Tüm Kâinat ve Mevcudat; O’nun Esma-i Hüsna’sının tecellileri, Celâl ve Cemâl sıfatlarının tezahürleridir.
“Her şey helâk olucudur, ancak O’nun yüzü hariç (O’nun Zât’ı bakidir.)” Ayetinin işaret ve ifadesiyle; canlı ve cansız, nurani ve nefsanî bütün varlıklar, İlahi tecellinin sonsuz ve kusursuz görüntü ve gölgeleridir.
En güzel ve görkemli tecelli aynası ise; İNSAN’dır. İlahi tecellinin en mübarek ve en muhteşem şekli ve insanın en mükemmeli ise; elbette ki, Aleyhisselatü Vesselam’dır. Evet; Efendimiz (SAV), dünyada da, ukbada da, tecelli ve tezahürün en son sınırı ve en müstesna timsalidir.
Toprakta, madende… Ağaçta, meyvede… Hayvanda, böcekte… Çiçekte, kelebekte… Velhâsıl ezelden ebede, her yerde, her halde ve farklı şekillerde, Esma ve Sıfatlarıyla tecelli ve tezahür eden, Cenab-ı Rabbi’l Âlemin’den başkası değildir!..

      

Dünya hülya rü’ya, yaratan aynı
Açıp aydınlatan, karartan aynı…
      
Manası:
Dünyamızı da, hülyamızı da, rüyamızı da aynı Allah yaratmaktadır. Maddi, manevi ve ruhi hakikatlerin gerçeğini ortaya çıkarıp izhar eden; gerektiğinde gizleyip sırlayan yaratıcı aynıdır.

Açıklama:

Dünya; maddi varlık,
Hülya; düşünce boyutu,
Rüya; ruh ekranına yansıyan görüntülerin tek yaratıcısı Cenab-ı Hak’tır.
Tabiat olaylarını yaratan, insanı çeşitli şekillerde varlık, darlık, hastalık ve sıkıntılar verip; genişletip-açıp, rahatlatıp imtihan eden, zahiri sebepleri olsa bile, takdiri ve tanzimi Cenab-ı Hak’ka aittir. İmtihanın sırrı bilinçli olarak olaylara karşı tavır gösterilmesidir.

      

Zerreden kürreye13, hesap hendese14
Hep O’nu anlatır, mektep medrese…
      
13- Zerreden Kürreye: Atomlardan Galaksi topluluklarına.
14- Hendese: Yüksek mühendislik ilimleri, yüksek geometri bilimleri ve çizimleri.
      
Manası:
En küçükten en büyüğe kadar bütün varlıklar, harika bir hesapla ve mühendislik planlarıyla yaratılır, O’nun sonsuz ilmini anlatır…

Açıklama:

Atom moleküllerinden 250 bin galaksiye, bu galaksilere bağlı yıldız ve gök cisimlerine, onlara uyumlu hayatları idare eden, her birini çok ince hesaplarla uyum içinde çalıştıran; tek olan Cenab-ı Hak’tır.
Zahiri ilimler hayatımızı kolaylaştırmak, sıkıntılara çare üretmek için incelenip bulunsa bile, insanın başarı diye gördüğü; Cenab-ı Hak’kın var olan ilminin, kullarına ikramı ve ihsanıdır.
“Yeryüzündeki (bütün) ağaçlar kalem olsaydı, deniz(ler) ise (mürekkep olsaydı) ve yedi deniz daha (bunlara) katılsa da (yazılsaydı), yine de Allah'ın kelimeleri bitmezdi. (Kur’an’ın hikmet ve hakikatleri tükenmezdi.) Şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.” (Lokman: 27) Bu ilimleri Kur’an ve Sünnet merkezli, adil bir sistem gayreti ve insanlığın huzur ve menfaati için kullananlar kazanacak, şeytani ve nefsani ifsad yönünde kullananlar kaybedecektir.

      

Gel gafletten uyan, daima fikr et
Yalvar yaklaş O’na, şuurla zikr et…
      
Manası:
Gel nefsin heva ve isteklerinden kurtul! Daima hakikati düşün… Cenab-ı Hak’ka yalvar, yaklaş, şuurla an ve hareket et…

Açıklama:

Dünyaya; imtihan edilmek üzere gönderildiğini ve bu gaye ile, Allah’ın rızası, kullarının huzuru doğrultusunda, fikir ve proje üretenler, yani cihad edenler övülmüştür. “(En seçkin üçüncü sınıf olarak; iman, ibadet ve cihat hususunda, hem kendi nefisleriyle, hem küfür ve kötülük sistemleriyle mücadele edip hayırda yarış eden ve böylece) İleri geçenler(e gelince), onlar (hâkimiyet döneminde ve ahirette de) öne geçecek (ve şereflendirilecek bahtiyarlardır).” (Vakıa: 10)
Acziyetini arz ederek, Cenab-ı Hak’ka kulluk kusurlarımızdan yalvararak tevbe etmeli, O’na yaklaştıracak yolları aramalı, Kur’an ve zikirle şuurlanıp cihad etmelidir.

      

Dünya semasına, nüzul eden Zât15
Ten kabrimden16 kurtar, Sen eyle azat17… 
        
15- “Beraat gecesinde, Cenab-ı Hak dünya semasına nüzul edip, kullarına şöyle seslenir: Yok mu mağfiret dilenen, onu affedeyim… Yok mu ihtiyacını arz eden, onu nimetlerime gark edeyim… Yok mu, felaket ve musibetlerden kurtulmak isteyen, ki onu sıhhat ve huzura eriştireyim…” (Hadis-i Şerif)
16- Ten kabri: İnsan ruhunu barındıran ve kabir misali sıkıştıran vücut… Ruhlarımız beden zindanımızda bir nevi hapistir…
17- Azat etmek: Hürriyete kavuşturmak, ruhu nefsin elinden kurtarmak.
      
Manası:
Ey Dünya semasına Beraat gecesi nüzul eden Zat! Ruhumuzu, hata ve günahlardan arındırıp özgürlüğüne kavuştur!

Açıklama:

“Beraat gecesinde, Cenab-ı Hak dünya semasına nüzul edip, kullarına şöyle seslenir: Yok mu mağfiret dilenen, onu affedeyim… Yok mu ihtiyacını arz eden, onu nimetlerime gark edeyim… Yok mu, felaket ve musibetlerden kurtulmak isteyen, ki onu sıhhat ve huzura eriştireyim…” (Hadis-i Şerif)
Ne olur Yarabbi! İhtiyaçlarımızı bilensin, bizi afv-u mağfiret et. Maddi-manevi darlıklarımızı gider, hastalıklarımıza şifa ver. Üzerimizdeki musibet ve belaları kaldır. Sen zenginsin, biz fakiriz. Bizlere huzur, cihad azmi ve gayretini lütfet, müjdelediğin ve beklediğimiz Adil Düzen medeniyetini çabuklaştır, kolaylaştır.
Aziz Erbakan Hocamızın himmeti, Muhterem Ahmet Hocamızın liderliğinde, Siyonizm’i ve işbirlikçilerini hezimete uğrat. Adil Düzeni bizlere göster ve elimizle kurdur. Kardeşlerimize karşı içimizde kin, hased ve benzeri duygular varsa al ve affet. İmanımızı kemâle erdirmeden canımızı alma. Bizleri mazlumların imdadına yetişmek için diliyle, malıyla, canıyla cihad edenlere ve razı olduklarına kat ve ayırma. Dünyada izzet ve Adil Düzenli bir devlet, ahirette cennet ve rü’yet ikram eyle. Bizi zalimlere, kâfirlere, münafıklara ezdirme.
Bizi her türlü nefsi, şeytanî arzulardan kurtar, ruhumuzu özgürlüğe kavuştur.

      

“Ve hüve meaküm, eyne ma-küntüm”18
Gadaba uğramak, büyük ürküntüm…
      
18- Hadid Suresi 4. Ayet ortası: “Nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir!”
      
Manası:
“Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir…” ayetinin uyarısına göre yaşamalıdır. En büyük korkumuz, Rabbimizin öfkesine ve gazabına uğramak olmalıdır.

Açıklama:

Gökleri ve yeri altı günlerde (dönemde) yaratan, sonra Arş’a istiva edip (ilim ve kudretiyle kuşatan) O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede (ve ne halde) olur iseniz, O (kesinlikle) sizinle beraberdir; Allah yaptıklarınızı (sürekli ve tüm ayrıntıları ile) Görendir. (Hadid: 4) Tüm hayatımız, Cenab-ı Hak’kın gözetim ve kaydı altındadır. Sürekli imtihan olduğumuzun farkında olmalı ve bu şuurla Allah’ın rızasına uygun yaşamak için çaba göstermeliyiz.
“(Daha önce) Kendilerine nimet verdiğin (hidayet ve hakikate erdirdiğin) kimselerin (Nebilerin, Sıddıkların, Şehitlerin ve Salihlerin) doğrultusuna (bizi yönlendirip yollandır; ama ne olur Yarabbi, Yahudilerin azgın Siyonist kesimleri ve İşbirlikçileri gibi bütün) ğadabına uğrayanların ve (Hristiyanların emperyalist kesimleri, müşrik takipçileri ve Batı ahlâksızlığının taklitçileri gibi her türlü Hakk’tan) sapıtanların yoluna (kaymamıza fırsat tanıma! Bütün bâtıl yollardan) gayrı (ve ayrı olan İslam’da sabit kıl)” (Fatiha: 7)
Ey Allah’ımız, Senin nezdindeki Kitabında-Levh-i Mahfuz’unda; şayet kardeşlerimizi ve bizi; kötü, mahrum, İlahi Rahmetten kovulmuş, fakir ve nasipsiz biri olarak yazmış isen; fazlınla temizleyip arındır. Onları ve bizleri, salih kullarından et. Rızkı bol, hayırda yarışan, hayra ulaşan kulların arasına yaz. (Amin…)
































BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi